Genel Başkanımız Ali Babacan'ın Konuşmaları

30 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 7. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Ali Babacan TBMM 6. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz.

*****

Senenin son ayına giriyoruz, yarın 1 Aralık. 2023’ü gerçekten çok zor koşullarda geçirdik, geçirmeye devam ediyoruz.

Şu binadan çıkıp Kızılay’a, Ulus’a doğru yürüdüğünüzde, halkın içine karıştığınızda açıkça görüyoruz ki; şu anda bu ülkenin bir numaralı gündemi aslında geçim. Ülkenin bir numaralı gündemi ekonomi…

7’den 70’e herkesin tek gündemi çarşı-pazardaki fiyatlar, ev kirası, çay-kahve-simit fiyatları ve başta da söylediğim gibi geçinme derdi…

Türk-İş’in açıkladı; 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 14 bin liranın üzerine çıkmış durumda.

Asgari ücret 11,500, yılbaşında asgari ücrete nasıl bir zam versek diye farklı farklı dolambaçlı yollardan, farklı enflasyon hesap metotlarıyla, “yok yılda iki defa değil de bir defa arttıralım” diyerek bu artan enflasyon karşısında ezilen tüm çalışanlarımızın bu şartlardan nasıl kurtulacağını, düşünmek, planlamak yerine bakıyoruz ki hükümet asgari ücretin sınırda tutulmasının çabasına şimdiden girmiş durumda.

“14.000 açlık sınırı ne demek? “4 kişilik aile 14.000 liranın altında bir gelire sahipse o ailenin aç kalması demek.

Yani bugün itibariyle, hatta son aylarda açlık sınırı asgari ücretin çok üzerinde seyretmeye başladı.

Resmi enflasyonla, açlık sınırı ve asgari ücret arasında fark gittikçe büyüdü, büyüyor. Buna rağmen hükümet ne diyor; “Hedeflenen enflasyon oranında gelirler artmalı, hedeflenen enflasyon oranında maaşlar artmalıdır” diyor.

Bu ne demek; bu yıl olan enflasyon farkını vatandaşlara unutturmak, gelecek yıl için açıkladıkları, tutup tutmayacağı belli olmayan düşük bir enflasyon üzerinden yıl başında zam vermek.

Kimse kimseyi aldatmasın. Çarşıya pazara çıkan herkes bu ülkenin gerçeklerini görüyor.

Yoksulluk sınırına 45.686 TL’ye çıkmış durumda. 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı.

Türkiye’de kaç haneye acaba 45 bin lira veya üzerinde bir gelir giriyor?

Türkiye’de kaç aile 45 bin lira üzerinde bir aylık gelirle bugün yaşamını sağalmaya çalışıyor. İnanılır gibi değil.

İşte o yüzden herkesin gündemi ekonomi…

Çünkü artık karın doyurmak yaşam savaşına döndü.

Daha önce de söylemiştim:

Koskoca ülke Survivor setine döndü. Üç kuruş parayla hayatta kalma mücadelesi veren aileler, kadınlar, gençler, emekliler...

Maaşlar böylesine erimişken, hükümetten gelen açıklamalar gerçekten bizleri hayrete düşürüyor:

Bizzat Cumhurbaşkanı’nın seçimlerden önce söz verdiği halde, “Ben iktidarda olduğum sürece faiz artmaz ancak düşer” dediği halde faizi beş kat arttıran kendileri oldu. “Enflasyon düşecek daha da düşecek” derken enflasyonun sürekli arttığına tüm millet, 85 milyon şahit oldu.

Defalarca tekrar ettim, ilk 2013’te söylemiştim, bundan 10 sene önce, hala söylüyorum; Boşuna uğraşmasınlar Hukuk olmadan bu ülkenin ekonomisi düzelmez. DÜ-ZEL-MEZ.

Olmayacak, üzülerek söylüyorum bunu. Böyle vatandaşlarımızı bir karamsarlığa, bir ümitsizliği düşürmekten çekinerek bunu ifade ediyorum. Ama gerçekçi olmak zorundayız.

Türkiye gibi doğal kaynakları sınırlı olan ülkelerin en önemli kaynağı güvendir. Güven aynı zamanda hukuki güvenliktir, hukuk güvenliğidir. Bir ülkede hukuk güvenliği yoksa o ülkeye yeterince yatırım gelmez, o ülkede yeterince istihdam oluşmaz.

Yatırımın olmadığı, yeterince istihdamın olmadığı ülkede refah artmaz. Onun için artmıyor, olmuyor.

İstediğiniz kadar Amerika’ya turlara gidin, finans merkezlerini dolaşın, isteğiniz kadar defalarca Körfez’e gidin, Körfez ülkelerinden tekrar tekrar para isteyin. Dökme suyuyla değirmen dönmez. Bugün Katar’dan, yarın BAE’den, ertesi gün Suudi Arabistan’dan getirdiğiniz dökme suyuyla bu koskoca ülkenin ekonomi değirmenini döndürmezsiniz, yapamazsınız. Olmuyor.

Tam 6 ay oldu seçimden bu yana. 6 ay geçti. 28 Mayıs seçimlerinden bu yana 6 ayı doldurduk. Herhangi bir düzelme görüyor musunuz?

Dolar kuru seçimden bu yana 20 liradan 29’a çıktı mı? Faizler %8,5’tan %40’a çıktı mı? Merkez Bankası ‘Daha da artıracağım’ diyor mu? Ne diyor? ‘Artırmaya biraz daha devam edeceğim’ diyor. Ne kadar artıracak göreceğiz.

Bu ülkede enflasyon yüksek seyretmeye devam ediyor mu? Hani ne oldu? Seçim vaatleri ne oldu? Enflasyon düşecek vaatlerine ne oldu? 6 ayda biz bunun sinyalini görmüyoruz.

Değerli arkadaşlar, ekonomi yönetiminin en önemli unsuru güvendir ama güven, aynı zamanda ülkenin yarınlarıyla ilgili bir kavramdır. Yani yarınların bugünlerden daha iyi olacağıyla ilgili bir güvenle ancak ekonomi düzelir. Tüm ahali inanırsa ‘Evet, enflasyon düştü, düşüyor’ diye inanırsa, o zaman ekonomi düzelmeye başlar. Tüm ahali ‘İşler rayına girdi, ekonomi düzelecek’ diye inanırsa ekonomi düzelir.

Beklentilerin sürekli bozuk olduğu, yarınların daha kötü olacağına inanan, milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede ekonominin düzelmesi mümkün olmaz.

Gerçekten çok üzülüyoruz, gerçekten içimiz kan ağlıyor. İçimiz kan ağlıyor, bu işleri hiç yapmasak, hiç bilmesek deriz ki ‘ne yapalım dünyanın her yerinde ekonomi kötü, Türkiye’de de kötü.’ Sayın Erdoğan da sık sık ‘Her yerde enflasyon var’ diyor ya, daha dün demiş. Ya kardeşim, Türkiye kadar yüksek enflasyonun olduğu kaç ülke var bu dünyada ya?

Milletin bir yılda gördüğü enflasyonu siz bu millete bir ayda, 15 günde gösteriyorsunuz. Kandırmayın kimseyi. “Dünyanın her yerinde var bizde de var”…

Kandıramazsınız, bu milleti bu yalanlarınıza inandıramazsınız.

Şöyle bir bakıyoruz değişen ne var Türkiye'de?

Türkiye'de kamuda çoklu maaş uygulaması aynen devam ediyor…

İşe alımlarda torpiller, ihalelerde kayırmalar aynen devam ediyor… 6 ayda düzelme var mı? Yok.

Beştepe’nin şaşalı israf görüntüleri aynen devam ediyor…

Devleti batırma projesi olan Kur Korumalı Mevduat hala bu ülkenin Merkez Bankası’ndan milyarlarca dolar karşılıksız para basarak ödeniyor. Merkez Bankası milyarca dolar karşılıksız parayı basıyor, Kur Korumalı Mevduatın kur farkını ödüyor. Siz bu ülkenin enflasyonunu nasıl düşüreceksiniz?

Söyledik, ilk gün bu kur korumalı mevduatı açıkladıkları ilk gün söyledik. “Bu, bu ülkeyi batırma projesidir” dedik. Bütün bu yanlışların Karşısında Merkez Bankası faiz artırarak enflasyonu düşürmeye çalışıyor. Hani ne oldu Sayın Erdoğan’ın “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” söylemine? Aynı nakaratı defalarca söylemedi mi?

Defalarca bu milletin gözünün içine baka baka “Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi” deyip de “Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyen kendisi değil mi? Eğer bu tezi doğruysa, Merkez Bankasının faizlerinin arttırması enflasyonun artırılmasına sebep olur değil mi? Faiz sebep, enflasyon sonuçsa…

Sayın Erdoğan’dan son 6 aydır tek bir kelimeyle izah duydunuz mu? Ne oldu? Madem faiz sebep, enflasyon sonuç, siz niye Merkez Bankası’nın faizi artırmasına göz yumuyorsunuz, izin veriyorsunuz? Yok, bu teziniz yanlışsa, ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ diyerek yıllarca yanlış ekonomi politikalarını dayattıysanız, bu yüzden bu ülkede enflasyon patladıysa, kur patladıysa çıkın bu milletten özür dileyin. ‘Yanlış yaptım, yanıldım, aldatıldım’ deyin, daha önce dediniz.

Ama 6 aydır hiçbir şey yokmuş gibi bu konuda susması, bu milletten hesap vermekten kaçmasıdır, başka bir şey değil. Böyle şey olmaz ya.

Ekonomi yönetimi ciddiyet ister, Allah’ın verdiği aklı kullanmayı gerektirir. Bilimle, ilimle bu ülkenin gerçeklerini görerek bu ülkenin ekonomisi yönetilir.

Hep söylüyorum: Bu ülkede Sultanhamam’ın, Yeşil Direk’in tozunu yutmayan, Çıkrıkçılar yokuşunun tozunu yutmayanların, bu ülkenin ekonomisinden anlaması da yönetmesi de mümkün değildir. Hayali kalır, bulutların üzerinde dolaşır dururlar. Ayakları hiçbir zaman yere basmaz ve beceremezler.

Bu ülkenin çarşısını, sokağını iyi bileceksiniz, iyi anlayacaksınız, tepelerde aldığınız kararlar, Resmî Gazete’de tek imzayla aldığınız o kararnameler, genelgeler, nihayetinde bu ülkenin çarşısına, sokağına nasıl yansıyor, bunu anlamadan, bilmeden bu ekonomiyi yönetmeye kalkarsanız çuvallarsınız. 6 aydır değişen bir şey yok arkadaşlar ya yok.

Yargıya müdahale aynen artarak devam ediyor…

Anayasa Mahkemesi’ni ve AİHM’i tanımamazlık aynen devam ediyor…

Sokak ortasında gerçekleşmiş bir cinayetin failleri, Sinan Ateş’in failleri hâlâ korunmaya devam ediyor…

İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısının yargıdaki rüşvet çarkı ile ilgili şikayetinin üzerine hala gidilmiyor. Söylemiştim, “sürekli gündeme getireceğim” demiştim ve “sürekli gündemde tutacağım” demiştim. Ne oldu merak ediyoruz. Adalet Bakanına, Cumhurbaşkanına buradan tekrar soruyorum, ne oldu? Bu basit bir şey değil.

Bir ülkenin, bir adliyesinin en üst makamında bir kişi kendi adliyesinde çalışanlarla ilgili ihbarda bulunuyor, suç duyurundan bulunuyor. Ne oluyor ne yapılıyor? Hiçbirimizin haberi yok.

Devam ediyor arkadaşlar, 6 aydır bütün yanlışlar devam ediyor.

Suç örgütü liderlerini kollayan, emniyet birimlerinde ve yargıda paralel bir düzen oluşturup, başsavcının ifadesiyle “FETÖ’ye rahmet okutan”larla ortaklık yapılmaya devam ediliyor…

Böyle mi düzelecek ekonomi? Ekonomi yönetimindeki arkadaşlar havanda su dövsün dursun. İyi niyetle istedikleri kadar çaba göstersinler. Onlar bir şeyler yapmaya çalışıyor ama ayakları bu ülkenin hukuksuzluk ve adaletsizlik zinciriyle bağlı. O zincirler çözülmeden bu ülkenin ekonomisini düzelmesi mümkün değil.

Oradaki iyi niyetli arkadaşlara sesleniyorum: Siz sahiden enflasyonu düşürmek istiyorsanız öyle çok uzaklarda çare aramayın. Öyle New York, Londra yok Uzakdoğu, Körfez… Çare oralarda değil. Bu işi gerçekten çözmek istiyorsanız sizin ilk görüşmeniz geren bir kişi var, onun da adresi; Beştepe / Ankara.

Gidin onu ikna edin deyin ki; “Olmuyor, yapamıyoruz. Siz bu hukuksuzluğu, adaletsizliği bu ülkeden gidermeden, bunla ilgili gereli tedbiri almadan bizim ekonomi yönetimi olarak yapacak bir şeyimiz kalmadı Sayın Cumhurbaşkanımız” diye anlatın ve onu ikna edin.

Siz onu ikna etmeden gidip yatırımcıları ikna edemezsiniz.

Ve tekrar tekrar söylüyorum: İkili anlaşmalarla borçlanmak, gidip bir ülkenin devlet başkanından, ‘Bana biraz borç verir misin’ diye borç talep etmek, hani hep der ya ‘Borç alan emir alır’ işte bu şekilde borçlanırsanız, yarın emir almak zorunda kalırsınız. Evet, borç alan emir alır.

Giderek, yalvararak hele hele ülkeler arası anlaşmalarla ister adı swap olsun, ister Merkez Bankası’na yapılan mevduat olsun, ne olursa olsun borç borçtur. Çünkü ne diyorsunuz? ‘Bana acil para ver, daha sonra ödeyeyim’ diyorsunuz. İşte o, ülkenin boynunu büker, işte o, bazı konular karşınıza geldiğinde dik durmanızı engeller.

13 yıl ben bu ülkenin bakanlar kurulunda oldum, bir kere bir ülkeden gidip bir lira istemedik. Öyle bir şey yok. Siz gerekeni yapın, para civa gibidir, akar gelir bu ülkeye. Şu zeminde binde birlik bir eğim koyun, şuraya bir damla akıtın, o civa o tarafa doğru akar gelir. Ekonomi yönetiminin düzgün yönetiminde işte o eğimi sağlayacaksınız, güveni oluşturacaksınız ki civa gibi para kendinde akıp gelsin, zorla değil.

Ve o arkadaşlara diyorum ki gidin Sayın Erdoğan’a söyleyin hatta ona Akif’in şu şiirini hatırlatın; Haksızlığa tapıldıkça ezildikçe, zulüm alkışlandıkça, kanayan yaralar kanamaya devam ettikçe, zalimlerle dost olundukça… hiçbir şey bu ülkede düzelmeyecektir.

*****

Değerli basın mensupları,

Meclise sunulan 80 maddelik torba kanunla gerçekten pek çok yanlış uygulamaların devam ettireceği niyetinin de şu an biz görmüş oluyoruz.

Bu teklifte;

Haksız servet transferini önleyecek, imar rantlarını vergilendirecek, vergide adaleti ve öngörülebilirliği sağlayacak hiçbir adım yok. 6 ay oldu ya 6 ay. Ve Torba Yasa demi, ufak tefek sağda solda ne var ne yok düzeltilecek imkânda sağlıyor.

Vergi Cennetlerine yapılan transferlerden stopaj alınmasına ilişkin bir adım yok.

Tarım sektöründe kullanılan mazottaki ÖTV’nin çiftçilerimize tam olarak iadesiyle alakalı bir adım yok.

Ücretlilerin Gelir Vergisi Kanunu’nun 89’uncu maddesinde yer alan eğitim, sağlık harcamaları gibi indirim unsurlarını matrahlarından indirebilmelerine imkân sağlayan hususlar yok.

Tam tersine bu teklifte mevcut yanlışlarım daha da ötesine gidilen, yanlışların devamını getiren maddeler var.

KKM ve katılım hesaplarına uygulanan kurumlar vergisi istisnasının süresinin Haziran 2024 tarihine kadar uzatılması var.


Bu ne demek?

Yani eğer bizim esnafımız 10 liralık mal alıp sattıysa, oradan helalinden alın teriyle 1 liralık bir kazanç sağladıysa ondan vergi alıyorsunuz. Kur Korumalı Mevduattan faiz üzerine faiz, katmerli faiz, bir de kur farkı alan kişilerden tek kuruş vergi almıyorsunuz. Bu ne demek ya? Bu nasıl bir şey?

Parası olan, serveti olan bankada kur korumalı mevduat açan ve bundan katmerli faiz alan, faiz üzerine kur farkı alanlardan bir kuruş vergi almıyorsunuz. Bunun Haziran'a kadar da devam edeceğini torba yasaya koyuyorsunuz. Ama asgari ücretliden vergi almaya devam ediyorsunuz.

Kamuda çoklu ve ballı maaş uygulamasına son verme yönünde hiçbir adım atılmazken, tam tersine kamu görevlilerinin ekstra gelir elde etmesine yasal dayanak oluşturan madde koyuyorsunuz bu torba kanuna. Biz diyorduk ya 5 yerden 10 yerden maaş almak… Böyle bir şey olur mu? Şimdi ne yapıyorlar bu torba kanuna koydukları madde ile bunun yasal zeminini güçlendiriyorlar.

Cumhurbaşkanına vergi düzenlemesine ilişkin çok sayıda yeni yetkiler veriyorlar bu torba yasayla.

Arkadaşlar, bütçe hakkı meclisindir. Vergiyle ilgili önemli düzenlemeler mecliste yapılır çünkü meclis çok güçlü ve önemli bir istişare mekanizmasıdır. Meclis evet bir yasama organıdır ama aynı zamanda bir denetim organıdır ama aynı zamanda geniş bir istişare mekanizmasıdır.

Siz vergiyle ilgili önemli konuları artık meclise getirmeyeceğiz, cumhurbaşkanına yetkiyi alacağız, cumhurbaşkanı hani ‘Bir gece ansızın geleceğiz’ diyor ya ansızın vergi gördük, başka bir şey görmedik. Yani gece yarısı ansızın vergilerle gelebileceği yetkisini bu torba yasayla cumhurbaşkanına veriyorsunuz.

Biz bu torba yasayı madde madde tek tek inceledik. Bütün politika birimlerimiz, detaylıca torba yasanın röntgenini değil MR’ını çekti. Ne yapmaya çalıştıklarını biliyoruz. Ha içinde haklı, gerekli şeyler var onu da teslim etmemiz gerek ama yanlışların devamı ve doğruların yapılmamasıyla ilgili konuları da gündeme getirmek zorundayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Son günlerde gizli fon dolandırıcılığı, sosyal medya fenomenleri üzerinden kara ve kayıt dışı para aklama, vergi kaçırma gibi hadiselerine sıklıkla şahit oluyoruz.

Bu tür hadiseler iktidarın ekonomi, hukuk ve şeffaflık alanlarında oluşturduğu yozlaşmanın ortamının birer tezahürüdür, başka bir şey değildir.

Bu hükümet, alın ve akıl teri dökerek kazanç elde etme yerine ölçüsüz rant, rüşvet, yolsuzluk ve köşe dönme anlayışıyla kısa yoldan zengin olmayı özendiren bir ekonomik iklim yaratmıştır bu ülkede.

Bu ülkede, hakkaniyetle, alın teriyle, bilek gücüyle helalinden kazanmanın zorlaştığı bir ortam oluşturmuştur.

Sürekli kayırma, ‘Kim kimin adamı, o bizden mi değil mi, bizdense yardımcı olalım, bizden değilse işini zorlaştıralım…’ Fırsat eşitliğinin olmadığı, adil rekabetin olmadığı bir ülkede insanlar, para kazanmak için farklı yollara sapabiliyor.

Oysa bilseler ki, ‘Ben hakkıyla helalinden çalışırım ve hakkımı kazanırım’ diye bir inanç olsa insanlarda bu tür yanlış yollara sapmak da daha az olacaktır.

Ama kuşkusuz şunu da söylemek zorundayım, vatandaşlarıma da buradan seslenmek zorundayım; ‘Tencere doğurdu’ diyenlere inanmayın. Her dönemde olmuştur bundan sonra da olacaktır. Nasreddin Hoca’nın meşhur hikayesi biliyorsunuz. Komşusuna tencere vermiş, komşusu daha küçük bir tencereyle beraber getirmiş, bu ne deyince de ‘Tencere doğurdu’ demiş. Sonra bir daha bir daha deyince de demiş ki ‘Senin tencere öldü.’ ‘Tencere ölür mü’ diye sorduğunda da ‘Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?’ Bunu eminim çoğu biliyordur da ya “bu tencere doğurdu” diyenlere inanmayın.

Finansal bilinç, finansal okur yazarlık çok çok önemli bir konu. Bir yerde ölçüsüz bir kazanç varsa, bilin ki orada bir haksızlık vardır, bilin ki aldatma vardır, bilin ki hukuksuzluk var. ‘Kısa yoldan para kazanayım’ denildiğinde bunu helalinden yapmak çoğu zaman çok zordur. Çoğu zaman haram karışmıştır o işe. Dolayısıyla makul, helal kazanç, hakkıyla kazanç. Bu konuda herkesin dikkatli olması lazım, herkesin uyanık olması lazım. Ama tekrar ediyorum: Bu ülkede bu iklimi oluşturan ve bu işin asıl sorumlusu, müsebbibi bu hükümettir ve Sayın Erdoğan’dır.

Hukuk alanında da Ziya Paşa’nın dediği gibi “Milyonla çalanın izzetle baş tacı edildiği” bir ortamın önünü bu hükümetin haksız, hukuksuz uygulamaları sonu açılmıştır.

Bir de yapanın yanına kar kaldığını da görüyoruz. Eğer bütün bunları yapanlar bir şekilde devletle bir şekilde yargıyla zaten işi önceden planlayıp yaptılarsa herhangi bir cezayla kalmadıklarında görüyoruz.

Böyle bir ortamda; dolandırıcılar, kendini uyanık gören ahlaksızlar hukuk önünde hesap vermekten korkmadan hareket edenlerin çoğalması da yine bu adaletsizlik ve hukuksuzluk ortamının bir üründür.

Yolsuzluk kelimesinin resmi dokümanlarından, bu ülkenin resmi dokümanlarından biliyorsunuz yolsuzluk kelimesi çıkarılıyor. Çoğu dokümanlarından o kelime temizleniyor. Böyle bir ortamda şeffaflığı, denetimi, iç kontrolü ve hesap verebilirliği yok eden bir yönetimin Türkiye'yi bu bataklıktan çıkarma şansı yoktur.

DEVA Partisi olarak bu konuların takipçisi olmaya sonuna devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar…

İsrail’in Gazze’deki saldırıları ağır ve insafsız şekilde devam ediyor.

Bu büyük kıyım; hukuksuzca, haksızca bugüne kadar yaklaşık 16 bin masum insanın ölümüne sebep oldu. Bunların %70'i kadın çocuk.

İlk günden beri tekrar ediyoruz; İsrail’in işlediği bu insanlık suçuna destek olan ülkeler, bu suçun ortağıdır ve bu kara lekeyi onlarca yıl temizleyemeyeceklerdir.

Zamanında zulme uğramak, zamanında soykırımına uğramak hiçbir millete, hiçbir halka zulmetmek, soykırımına soyulmak hakkı vermez. Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez. Zamanında uğranılan haksızlık ve soykırımı bugünkü soykırımına meşruiyet zemini hazırlamaz, böyle bir şey yok.

Nasıl o dönemki soykırımı bugün bütün dünya tarafından lanetleniyorsa bilin ki bugün Gazze’de işlenen insan suçları, insanlık suçları ve savaş suçları da gün gelecek bütün dünya tarafından lanetlenecek. Dolayısıyla bu konuda karar alanların, bu alınan kararları destekleyenlerin aklını başına alması lazım.

Şu anda Batı’nın kendi inşa ettiği değerlerinin altında kalmasına şahit oluyoruz.

Hani insan hakları, hani çocuk hakları, hani kadın hakları, hani hukuk, hani uluslararası hukuk, hani savaş hukuku. Bütün bunlar gerçekten insanlığın ayaklar altına alındığını bize gösteriyor.

Tüm bunlar yaşanırken bu dört gün olarak anlaşılan, daha sonra da gün gün uzatılan ateşkes anlaşmasından da biz tabii ki memnuniyet duyduk. Ama bu ateşkes kanayan yaraya sadece ufak bir pansuman.


Unutmayalım ki kalıcı bir barış sağlanmadan, sadece ateşkes değil, kalıcı bir barış sağlanmadan İsrail-Filistin meselesinin gerçek anlamda çözümü mümkün olmayacaktır. Bunun için de kök sebeplere inilmek zorundadır, kök sebeplere.

Bu Filistin-İsrail meselesinin kök sebeplerinde neler vardır? Bir tecrit vardır, izolasyon vardır. Gazze'deki ve Batı Şeria’daki milyonlarca Filistinlinin, Filistinlinin sınırlar arasında, kısıtlamalar altında yaşaması vardır. Yine kutsal mekanlara, bütün ilahi dinler için kutsal olarak bilinen mekanlara İsrail devletinin her gün taciz uygulamaları vardır kök sebeplerinde. Kök sebeplerine indiğinizde Batı şer Şeria’da yerleşkelerin gittikçe çoğalması vardır.

Bugün Gazze'de bir işgalden bahsediyoruz değil mi? Bu işgal bir savaşla, bombardımanla yapılan bir işgal. Ama unutmayalım ki onlarca yıldır Batı Şeria’da da bir işgal var. Yerleşkeler yoluyla sürekli olarak Filistinli kardeşlerimizin hakkı olan toprakların üzerinde İsraillilerin yerleşkelerinin sürekli çoğalması var. Bu kök sebeplere inip de bunlar çözülmeden bu meselenin tamamıyla çözülmesi mümkün olmayacaktır.

Şunu da ifade etmek istiyorum; Tarafların, Türkiye'yi bu konuda arabulucu olarak görmemesi, kabul etmemesi, Türkiye'yi garantör bir ülke olarak görmemesi, kabul etmemesi de ülkemiz adına hicap duyulması gereken bir konudur.

Katar arabuluculuğundan bahsediyoruz. Mısır'ın ara ara bu konudaki dahli söz konusu oluyor. Peki Türkiye ne yapıyor? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ne yapıyor? Kuru hamaset, sokak eylemleri, sloganlar, “Eyyy” nidaları… Ama bunların hiçbirisi Filistin’deki kardeşlerimizin canlarını kurtarmaya yetmedi. Olmuyor.

Bağırıp çağırmakla sorunu çözemiyorsunuz. Sorunu çözemiyorsunuz.

İç kamuoyuna dönük propagandaya malzeme edilen Filistin davası, Filistin’deki bebekleri bombalardan kurtarmadı.

Hükümet slogan atmak dışında icraat üretmekte zorlanıyor. Çünkü güven, güven, güven. Güven yoksa, itibar yoksa kimse sizi arabulucu olarak kabul etmez.

Güven yoksa, itibar yoksa garantör olarak sizi kimse kabul etmez. Garantör ne demek? Kefil demek değil mi? Güvenilmeyen bir hükümetin kefaleti imzası muteber midir? Kabul görür mü? Görmez.

Peki güveni nasıl sağlayacaksınız?

Her daim doğruyu söyleyeceksiniz. Dış politikada zikzak yapmayacaksınız. Sürekli U dönüşleri yapmayacaksınız.

Daha son yerel seçimlerde İstanbul Belediyesi için işte “Binali Yıldırım mı, Sisi mi?” derken gidip daha bir sonraki yerel seçimler gelmeden Sisi'nin elini sıkıp kucaklamayacaksınız. Böyle güven sağlanmaz.

Uluslararası ilişkilerde, dış politikada güven tutarlılıkla sağlanır. Hep uluslararası hukuktan, haktan, adaletten yana durarak güven sağlanır. Siz bunları yapmazsanız işte böyle en kritik dönemde binlerce insanın, sivilin, kadının, bebeğin öldüğü bir dönemde söylediğiniz laflar buharlaşır, uçar.

Tüm bunların yanında değerli arkadaşlar, 7 Ekim saldırısından bu yana yaşananların ifşa ettiği hakikatleri görmezden gelemeyiz.

Pek çok uluslararası kuruluşun sessizliğini, devlet binalarından sarkıtılan İsrail bayraklarını, Filistin’e destek verdiği için işinden olan akademisyenleri, sanatçıları görmezden gelemeyiz.

Sadece “bunlar insandır, bunlar candır” dediği için Amerika'nın en iyi üniversitelerinde okuyan öğrencilerin işe alınmamayla tehdit edilmesi. Özellikle bazı sermaye çevrelerinin Amerika'daki üniversitelere ki düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün merkezleri değil mi buralar? Oralara ipotek koyarcasına bu gençleri tehdit etmeleri kabul edilemez.

Gazze, bu yönüyle sadece bu coğrafyanın değil dünyanın da yüz çeviremeyeceği bir dram haline gelmiştir.

Gazze’de, İsrail’in her bombasıyla sadece insanların değil, fikri bir tahayyülün de öldüğüne şahit olduk, şahit oluyoruz.

Gazze’nin etrafını çevreleyen duvarlar gibi, düşünce özgürlüğünün etrafında zihinlere duvarlar örülmeye çalışıldığını görüyoruz.

Sivil ölümlerinin, hastane bombalamalarının pazarlığının yapıldığını, bunlara hukuki görülen birtakım kılıflar beraber anıldığını da görüyoruz.

Gazze, bu yönüyle artık tüm insanlığın gündemidir.

Bir kez daha uluslararası kamuoyunu; Gazze’ye, Filistin’e adalet ve barış sağlamak için yoğun bir gayret etmeye davet ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel seçimlere 4 ay var. 30 Kasım, 31 Mart.

Daha evvel de söylemiştim: Biz DEVA Partisi olarak yerel seçimlere kendi adımızla ve kendi adaylarımızla gireceğiz.

Bunun kararını yetkili organlarımızda almıştık ve bunu da Tüzük Kongremizde resmen açıklamış idik.

Ülkemizin dört bir yanına DEVA Belediyeleriyle hizmeti ulaştırmanın şu anda yoğun bir hazırlığı içerisindeyiz.

İktidarın yozlaşmalarına, yolsuzluklarına; temiz ve şeffaf belediyecilik ile cevap vereceğiz. Aynı zamanda etkin bir belediyecilik anlayışıyla cevap vereceğiz.

Muhalefetin “İktidar partisi olmadığımız için iş yaptırmıyorlar” bahanesine, güçlü icraatımızla, cevap vereceğiz.

Bahane üretmeyeceğiz. Boş laf üretmeyeceğiz, çalışacağız.

Belediyeleri, vatandaşın evi yapacağız.

Belediyeleri, sokakların sesi yapacağız.

Belediyeleri, halkın sorunlarının çözüm adresi yapacağız.

Demokrasiyi yerelden güçlendireceğiz.

Tüm bu hoyrat düzene, hukuksuzluklara, haksızlıklara yerelden başlayarak dur diyeceğiz.

İsrafı, haramı önce yerelde sileceğiz.

Yerelde sileceğiz ki bir sonraki genel seçimlerde “işte biz bunu yaptık, başardık. Bunu ülke yönetiminin tümüne hâkim kılacağız. Bu yönetim anlayışını ülke yönetiminin tümüne hâkim kılacağız” diyeceğiz.

Tüm bu hoyrat düzene dur diyeceğiz.

Bu seçim değerli arkadaşlar bizim seçimimiz. Bu seçim mutlu şehirler için DEVA’ya oy verecek milyonların seçimi.

Diyorum ki vatandaşlarımıza; Gelin hep beraber iktidar partilerine de muhalefet partilerine de demokrasi neymiş, şehir yönetmek neymiş, hak neymiş,hukuk neymiş gösterelim.

DEVA; bu ülkenin haksızlığa uğrasa da hak yemeden yaşayan esnafıdır.

DEVA; bu ülkede artan maliyetler altında ezilen, ama üretimden asla vazgeçmeyen çiftçilerdir.

DEVA; yarınlarından endişe duysa da ülkesinden vazgeçmeyen gençleridir.

DEVA; bu ülkenin, sokaktaki şiddetle her gün mücadele eden kadınlarıdır.

DEVA; bu ülkenin, yaşam şartları her geçen gün daha da ağırlaşan çalışanlarıdır.

DEVA; bu ülkenin, senelerce hizmet ettiği ülkesinden üç kuruşluk emekli maaşıyla geçinmeye çalışan emeklileridir.

Arkadaşlar; DEVA; bu ülkenin alın teriyle kazanan milyonlarıdır.

İşte DEVA Belediyeleri o milyonların helal kapısıdır.

Tüm vatandaşlarımızı tam demokrasi için yerelde DEVA’yla birlikte yürümeye buradan davet ediyorum.

*****

Bu önümüzdeki pazar günü, 3 Aralık Pazar günü ilk grup belediye başkan adayımızı kamuoyuyla paylaşacağız.

Türkiye'nin dört bir yanından tüm Türkiye coğrafyasından yaklaşık 50 kadar adayımızı duyuracağız ve sanırım böylesine kapsamlı bir tanıtım programıyla adaylarını kamuoyuna duyuran ilk siyasi parti de DEVA Partisi olacak. Ve böylece tüm Türkiye sathında il il, ilçe ilçe adaylarımız derhal çalışmaya başlayacak.

Yerel yönetimler ve şehircilik anlayışımızı tüm Türkiye sathında kılcal damarlara kadar vatandaşlarımıza anlatacağız, izah edeceğiz ve adaylarımız vatandaşlarımızın karşısına; Bir, sağlam bir yerel yönetim ve belediyecilik anlayışıyla, iki, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışıyla çıkacaklar.

Bunun içindir ki hem bizim yerel yönetimler ve şehircilik politikaları başkanımız Cem Avşar Bey'in koordinasyonunda hazırlanan yerel yönetimler politikamızı tüm belediyelerimize şamil etmiş olacağız. Hem de belediyecilik için siyasi etik kurallarımızı bir sözleşme halinde tüm adaylarımızla imzalayacağız.

Yani bizim belediye başkanlarımız daha aday oldukları gün siyasi etik sözleşmesine atacakları imzayla nasıl bir yönetime talip olduklarını ve seçildiklerinden nasıl yöneteceklerini öyle lafta değil, yazıyla imzayla bağlayıcı bir şekilde imzayla ilan etmiş olacaklar.

Bu DEVA farkı olacak. Bu temiz yönetim farkı olacak. Ama dediğim gibi sadece temiz yönetim değil, aynı zamanda etkin yönetim. Yani iyi belediyecilik ama aynı zamanda temiz belediyecilik. Ve bu kapasite DEVA'da var. Bu kapasite bizim adaylarımızda var.

*****

Değerli arkadaşlar,

Son olarak şuna değinmek istiyorum ki; Geçen hafta %10’luk oyuyla sadece AK Parti’yi değil koskoca ülkeyi esir alan, adeta ülkenin üstüne kayyum gibi atanan Bahçeli’den söz etmiştim.

Tam altı gün sonra kendisinden değil de bir temsilcisinden cevap geldi. Şaşırılacak bir cevap da değil.

Zaten tek bildikleri küfür, hakaret, iftira, bağırma, çağırma. Ben Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum; Öyle yardımcılarınızın arkasına falan hiç saklanmayın, çıkın ne söyleyeceksiniz, bana cevap verin, söyleyin.

Yine kendisine soruyorum: Sayın Bahçeli, bugüne kadar sizin bu ülkenin yararına, bu ülkenin menfaatine hangi icraatınız oldu?

Ya bağırıp çağırmaktan, hakaretten o öfke siyasetinden başka somut icraattan bahsediyorum ya somut icraat; “Yani ben bu ülke için şu taşın üzerine bu taşı koydum. Şu tuğların üzerine bak bir tuğla daha koydum” diyebileceğiniz ne var?

Bütün krizlerde iktidar ortağıydınız. Hiç unutmuyoruz. 2001 krizinde başbakan yardımcısı olduğunuz dönemde, o başbakanlık merkez binanın önünde yazar kasa fırlatılırken esnafımız tarafından, siz o binadaki makam odanızı kullanıyordunuz. Hükümetin ortağıydınız, krizlerin ortağıydınız.

E dikkat edin şöyle bir kronolojiye Bahçeli geldi Erdoğan'a ortak oldu. O günden bu yana ülke bir krizden diğerine savruluyor değil mi? Ne hikmetse. Nerede kriz? O resmin içerisinde Bahçeli var. Ekonomik kriz deseniz öyle. Yargı kriz deseniz öyle.

İşte ülkede bir yargı krizi yaşıyoruz değil mi? Anayasa Mahkemesi karar alıyor, Yargıtay o karara karşı çıkıyor. İşte Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu şu bu… Kriz. Bakıyoruz Bahçeli tam ortasında bir şeyler söylüyor. Onun için krizlerin ortağı diyoruz.

Bugüne kadar Gazi Meclisimizin salonlarından hakaret ve küfür etmek dışında ne yaptığınız, çıkın bu millete bir anlatın ya. “Benim bu ülkeye şöyle bir faydam oldu. Şöyle bir proje yaptım. Şöyle bir icraat yaptım” diye çıkın anlatın.

Yok anlatacağı bir şey yok arkadaşlar. Dolayısıyla biz bu çarpıklığı Bahçeli'nin, Milliyetçi Hareket Partisi gibi bu ülkenin köklü bir kurumunu, Milliyetçi Hareket Partisi gibi geleneğe olan saygınlığı olan köklerden gelen bir kurumu Bahçeli'nin bu hale getirmesi gerçekten ülkemize de ülkemizdeki milliyetçilik anlayışlarına da yakışmıyor.

Bu otoriter rejim heveslilerinin tam karşısında durmaya biz devam edeceğiz.

Ha bu arada şunu da vurgulamak istiyorum ki;

Sadece iktidar değil… Muhalefette de gücü eline geçirdiği anda anında otoriterleşecek insanlar olduğunu, partiler olduğunu da görüyoruz. Bunu da söylemek zorundayım.

Yani bu otoriterlik sadece şu anda iktidarın bir sorunu değil. İktidar gücü eline geçtiği anda otoriterleşecek muhalefette de insanlar partileri olduğunu görüyoruz.

Gerçekten biz bu otoriterlik zihniyetini tümden reddediyoruz

Bizim için esas olan arkadaşlar özgürlükçü demokrasidir. Gerçek anlamda halkın iradesidir.

Seçimlerde kazananların o yetkiyi cebine koyup “ben aklıma eserini yaparım” dememesidir.

Seçilenlerin ülkeyi hukukla yönetmesidir. Seçilenlerin her zaman hesap vermeye hazır olmasıdır. Gerçek demokrasi, tam demokrasi, özgürlükçü demokrasi budur.

Ve işte DEVA bu ülkede özgürlükçü demokrasinin, tam demokrasinin temsilcisidir.

Lafta demokrat değil, özde demokratların partisidir DEVA Partisi.

*****

Değerli basın mensupları,

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP28) BAE, Dubai’de başlıyor. 12 Aralık’a kadar devam edecek.

Biz bu COP28 toplantılarını çok yakından takip ediyoruz. Ve politika başkanımız, milletvekilimiz Evrim Hanım, Evrim Rızanoğlu'nun başkanlığında oluşturduğumuz Çevre Ve İklim Değişikliği Politikamız, doğa hakları politikalarımız sadece Türkiye için değil, tüm dünya için bir mihenk taşınışı elindedir. Ve biz bu işi bilerek yapıyoruz, laf olsun diye değil.

Kesin çözümlerimiz var. Bu hedeflere nasıl ulaşacağıyla ilgili kesin önerilerimiz var. Ben de zamanında hem Birleşmiş Milletler tarafında hem de G20 tarafında bütün bu uluslararası çalışmalara katkı veren heyetler içerisinde görev aldım, davet üzerine katıldım. Ve daha iki ay önce de yine katıldığım bir uluslararası toplantıda partimizin bu çevre politikalarıyla alakalı ve dünyada ne yapılması ile ilgili politikalar konusundaki duruşunu, hazırlıklarımızı muhataplarla paylaştım.

2053 net sıfır hedefi var hükümetin. Biz bunu kendi dokümanımıza 2050 olarak yazdık. Yani daha iddialı bir hedef koyduk. Türkiye'nin yapması gerekenler var.

Ama sadece Türkiye'nin yaptıkları iklim değişikliği için yeterli değil.

Çünkü bugün Çin'deki bir termik santral, Amerika'daki bir termik santral çalışmaya devam ettiği sürece Türkiye'de de iklim değişikliğine sebep oluyor. Endonezya'da da iklim değişikliğine sebep oluyor. Güney Afrika'da da iklim değişikliğine sebep oluyor. İklim değişikliği küresel bir sorun.

Özellikle şimdiye kadar bu atmosferi çok kirleten, biz onlara stok kirletici diyoruz. Yani bugüne kadar kirleten ülkelerin bu işe daha çok kaynak ayırması gerekiyor.

Başta bir numaralı stok kirletici kim? Amerika Birleşik Devletleri. İkinci akım kirletici, sürekli kirletmeye devam eden kim? Çin. Amerika ve Çin, iklim değişikliğiyle ilgili gerekli tedbirleri almadığı sürece, diğer ülkeler ne yapsa bu kötüye gidişi engelleyemez, mümkün değil.

Dolayısıyla bu COP28 toplantılardan beklentimiz, şu anda dünyanın birinci ve ikinci büyük ekonomisi olan ve aynı zamanda şimdiye kadar en çok dünyayı kirleten, en çok bu atmosfere zarar veren bu iki ülkenin hem aralarında anlaşması hem de bu işe para koymaları. Laf değil, para koymaları.

2008-2009 krizi geldi, 4 trilyon dolar karşılıksız siz para bastınız. Pandemi geldi, bir 4 trilyon daha karşılıksız para bastınız. Her yere para buluyorsunuz da şu anda dünyayı en büyük tehdit kaynağı olarak endişelendirmesi gereken ve bütün iklim değişikliğiyle gelecek nesillerin hayatını karartacak bir riske de gelin bugünden para koyun diyoruz. Ha şu da var, biz Türkiye olarak üzerimize düşeni yaparız. Dünyadaki ekonomik büyüklüğümüzün payı neyse Türkiye'nin o pay kadar bu işe para koyma gücü de vardır.

Ha şu anda ülkeyi yönetenler parayı bulamıyorsa biz buluruz. Onlar mesele değil. Kolay. O ekonomilere, o ülkeyi yönetenlere çağırın. Amerika'ya, Çin'e çağırın. Siz üzerinize düşeni yapın. Biz de payımıza düşeni Türkiye olarak yaparız. Türkiye bu güce sahiptir. Yeter ki gelin hep beraber, gelecek nesiller için daha yaşanılabilir bir dünya bırakalım.

Dediğim gibi biz bu COP 28'i çok yakından, gün gün, an an takip edeceğiz.

*****

Sözlerimin sonuna gelirken, 3 Aralık “Dünya Engelliler Günü”nü ve 5 Aralık “Dünya Kadın Hakları Günü”nü şimdiden anmak istiyorum.

Dünya Engeller Günü, 3 Aralık, aynı zamanda bizim aday tanıtımını yapacağımız gün, bu pazar günü.

Bu vesileyle engelli vatandaşlarımızın eğitim sorunu var, istihdam sorunu var ve yaşam alanlarıyla ilgili çok çok büyük sorunlar var.

Bugün bir tekerlekli sandalyeyle bu ülkede yaşamanın ne kadar zor olduğunu ancak yaşayanlar biliyor. Ancak o tekerlekli sandalyeye de hayatını geçirenler ne kadar zor olduğunu biliyor. Dolayısıyla yaşam mekanlarının engelli vatandaşlarımız için uygun hale getirilmesi ve mutlaka ve mutlaka eğitim ve istihdamla ilgili sorunların çözülmesi çok önemli.

Her vatandaşımızın güçlü olduğu yönleri var. Engelli olan her vatandaşımızın iyi olduğu, güçlü olduğu, yetenekli olduğu alanlar var. Her bir vatandaşımızın yeteneği, gücü, imkânı hangi alandaysa o alanda eğitilmesi ve o alanda istihdam sağlanması. Çözüm çok zor değil. Yeter ki buna kafa yorulsun, yeter ki buna akıl teri harcansın.

Yine 5 Aralık, önümüzdeki salı günü Dünya Kadın Hakları günü. Kadınların tabii en önemli hakkı yaşama hakkı.

Biz geçtiğimiz cumartesi günü, kadına karşı şiddetle alakalı İstanbul'da güzel bir program düzenledik. İstanbul İl Teşkilatımızın düzenlediği Kadın Çalışmaları Koordinatörlüğümüzün başkanlığında yapılan iyi bir programdı. Ben arkadaşlarımızı tekrar buradan tebrik etmek istiyorum.

Ve aynı zamanda seçme ve seçilme hakkıyla ilgili de bir gün 5 Aralık. Dolayısıyla bu vesileyle, Dünya Kadın Hakları günü vesilesiyle, şimdiden bütün kadınlara “gelin siyasette var olun, siyasette var olma hakkınızı kullanın. Seçin ama aynı zamanda seçilin” diyorum. Tekrar bu kürsüden, sanırım üçüncü defa tüm kadınlara “gelin, DEVA’dan adaylık için müracaatınızı yapın. Ne kadar çok kadın belediye başkanımız olursa, ne kadar çok kadın meclis üyemiz olursa Türkiye için, demokrasimiz için ve tüm Türkiye'deki kadınlar için o kadar güzel bir tablo oluşacaktır.

Çünkü kadın eli değdiği anda kararlar daha isabetli, daha doğru verilir. Biz buna inanıyoruz, inanarak söylüyoruz.

Tekrar bu toplantıya katıldığınız için teşekkür ediyorum.

Eğer basın mensubu arkadaşlarımızın soruları var ise o sorulara da cevap vermeye çalışayım.

 

23 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 6. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Ali Babacan TBMM 6. Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Değerli basın mensupları,

Değerli arkadaşlarım,

Ekranları başında bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarım,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Bugünkü Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz.

*****

Bu sabah acı bir haberler uyandık. Bir maden ocağı kazası daha yaşandı. Siirt’in Şirvan ilçesinde maden ocağında meydana gelen göçükte 3 madenci kardeşimizim hayatını kaybetti. Emre Gökduman, Orhan Gültekin ve Zekai Can Çalık’a Allahtan rahmet diliyorum. Ailelerine sabır diliyorum. Yaralı kardeşlerimizin bir an önce sağlıklarına kavuşmalarını temenni ediyorum.

Bu kaza tüm yönleriyle soruşturulmalı ve ihmali olan, eksiği, kusuru olanda mutlaka yargı önünde hesap vermeli.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz pazartesi günü, 20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günüydü.

20 Kasım, Birleşmiş Milletler “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”nin kabul edildiği tarihtir.

Her yıl bu tarihte Dünya Çocuk Hakları Günü kutlanır.

Bu sene 20 Kasım, Gazze’de yüz binlerce çocuğun gözyaşları arasında maalesef anıldı.

Tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bu vahşette çocuklar, bebekler can çekişirken pek çok ülke ya İsrail hükümetine destek verdi, veriyor, ya da sessiz kalarak bu zulme ortak oluyor.

Bu vahşete destek veren tüm ülkeleri, bu ülkenin yöneticilerini bir kez daha şiddetle kınıyorum.

Bu vicdansızlıkla, bu riya ile, insanlık gözümüzün önünde ölüyor.

Biliyorsunuz Mısır’ın ve Katar’ın öncülüğünde bir arabulucuk yapılmaya çalışıldı.

İstenen sadece ve sadece 4 günlüğüne silahların susması ve bu arada da insani yardımların insanlara ulaşmasıydı.

Fakat bu sabah aldığımız kararlar onu gösteriyor ki; İsrail hükümeti, savaş kabinesi bu kısa süreli silahların durması teklifine de son dakikada reddetti, bozdu ve maalesef savaş tüm acımasızlığıyla Gazze'de devam ediyor ve edecek.

*****

Çocuk haklarına bahsedince değerli arkadaşlar, birazda ülkemize bakmak istiyorum.

Ülkemizde milyonlarca aile şu anda mutlak yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor.

Gittiğimiz her yerde günde tek öğünle beslenen, yeterli gıdaya, ete, yoğurda, süte ulaşamayan çocuklarla karşı karşıya kalıyoruz.

Çocukların beslenme çantalarının boş olduğunu görüyoruz.

Ekonomik krizin, yoksulluğun en sert vurduğu, yine ülkemizdeki çocuklar…

Tam da bu nedenle çocuk yaşta ekmek parası için çalışan çocuklarımız var. Çalışırken, iş kazalarında ölen çocuklarımız var.

FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin raporuna göre sadece 2022 yılında ülkemizde 81 çocuk iş cinayetlerinde kurban olmuş durumda.

Yine aynı rapora göre;

62 çocuk intihar sonucu, 60 çocuk şiddet sebebiyle, 37 çocuk şüpheli ölümler sonucu, 30 çocuk bireysel silahlanma nedeniyle, 541 çocuk ihmal nedeniyle yaşamını kaybetmiş, sadece 2022 yılı içerisinde.

*****

Bitmiyor;

İnsan Hakları Derneği’nin 2022-2023 raporu ise tam ibretlik.

Bu rapora göre özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kolluk görevlilerinin eylemi sonucunda 3 çocuk hayatını kaybetmiş durumda.

Resmi hata/ihmal sonucu 4 çocuk yaşamını yitirdi, 254 çocuk ise çeşitli
Şekillerde yaralandı.

Mayın ve açık alanlardaki patlayıcıların infilakı sonucu 3 çocuk ağır şekilde yaralandı. 19 çocuk şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.

Şüpheli çocuk ölümlerinin en çok yaşandığı iller Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak.

Bölgede intihara sürüklenen 10 çocuk yaşamını yitirdi. 4 çocuk
İntihar teşebbüsünde bulundu. Bu rapora göre, çocuk intiharları en çok Şırnak ve Mardin’de yaşandığını görüyoruz. 1 çocuk ise hapishanede intihara sürüklendi.

Toplumsal alanda şiddet sonucu en az 8 çocuk yaşamını yitirdi, 13 çocukta yaralandı.

Yine en az, dikkat ederseniz rakamları ‘en az’ diye söylüyorum, raporu hazırlayanların bulduğu, tespit ettiği sayılar bunun daha fazla olduğunu tahmin ediliyor. Ama kanıtlanmış, ispatlanmış sayılar olduğu için en az bu rakamları veriyorum.

En az 279 çocuk toplumsal alanda cinsel istismar ve saldırıya maruz kaldı. 4 çocuk kaçırılarak alıkonuldu, 3 çocuk fuhuşa zorlandı.

Çocukların özgürlüğüne ve güvenliğine yönelik ihlaller sonucu; en az 191 çocuk gözaltına alındı. 3 çocuk tutuklandı. Gözaltında 2, hapishanelerde 1, gözaltı yerleri dışında 16 olmak üzere en az 19 çocuk işkence ve kötü̈ muameleye maruz kaldı.

Bu sayıları böyle peş peşe sıralayınca sanki basit gibi geliyor, ama verdiğim sayıların her biri bir can, her biri bir çocuk.

Durum gerçekten vahim.

Arkadaşlar;

Ülkemizin her bir kilometrekaresini çocuklar için güvenli kılmadıkça, ülkemizin her karışını gülen çocukların yuvası yapmadıkça, tam demokrasiye ulaştığımızı söyleyemeyiz.

Çocukların huzurla, güvenle ve barış içinde büyüdüğü Türkiye’yi inşa etmeden refaha da feraha da kavuşamayız.

Bütün bu anlattıklarımın hem Gazze'de hem Türkiye’de yaşandığının burukluğu ile söylüyorum:

Dünya çocuk hakları günü kutlu olsun!

*****

25 Kasım Cumartesi günü “Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele” günü.

Bu yıl sadece İlk 10 ayda 253 kadın eş veya sevdikleri tarafından öldürüldü.

Şüpheli ölüm sayısı ise 194.

Topladığınız zaman, 447 kadın hayatını kaybetti. Bunlar raporlara geçmiş, tespit edilebilmiş sayılar.

Partimiz kuruldu kuruları söylüyoruz, sürekli ısrar ediyoruz İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmelidir. Bu hükümet, Cumhurbaşkanı attığı tek imzayla Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak Türkiye'de kadına şiddetle ilgili bu ülkeye verilecek en büyük zararı vermiştir, vermektedir.

Bu değerli arkadaşlar, bir iklim meselesi. Bu ülkede yaşayan insanların genel anlamada bir yaşam kültürü meselesi. Eğer siz siyasetin en tepesinde, ülkenin en başında kadına şiddete karşı sağlam bir duruş koymazsanız o gevşeklik devletin bütün kılcal damarlarına kadar nüfus eder. Kolluğa nüfus eder, yargıya nüfus eder.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak Türkiye’de kadına karşı şiddete yol açan, açık kapı bırakan ve bu konudaki duruşu zayıflatan bir adımdır.

İstanbul Sözleşmesi’ne bağlı yasalar vardır. Bu yasalar yetersizdir. Daha da en önemlisi uygulamadır.

Uluslararası Sözleşmeler bizim iç hukukumuza göre kendi hukuk normlarımızın daha üstünde bir düzenlemedir. Herkes uymakla mükelleftir. İç yasal düzenlemelerimiz bu sözleşmelere göre uyumlu hale getirilmek zorundadır. Uluslararası Sözleşme var, yasalar var ama bir de bunun uygulaması var. Uygulama da tamamen siyasi iradeye bağlıdır.

Bu ülkenin şu anda siyasi iradesine, ülke yönetimine en yüksek noktada temsil eden kişi Sayın Erdoğan’dır, Cumhurbaşkanıdır. Eğer sayın Erdoğan, Kadına şiddete karşı sağlam bir duruş ortaya koymazsa bu ülkede her gün daha fazla kadın canını kaybeder, saldırıya uğrar, haksızlığa uğrar.

İşte bunun içindir ki; defalarca çağrıda bulunduk ama 25 Kasım vesilesi ile ben bir kez daha buradan Sayın Erdoğan’a çağrıda bulunuyorum; İstanbul Sözleşmesi’ne dönün. Sözleşmenin gereğini yapın. Yasal düzenlemeleri hale eksik tamamların ve uygulama konusunda da bu ülkenin kadınların hakkını verin. En önemli hak eğer yaşama hakkıysa yaşama hakkını bu ülkenin kadınlarına verin. Bu sizin ülkenin Cumhurbaşkanı olarak en temel sorumluluklarınızda birisidir.

Biz DEVA Partisi olarak cumartesi günü İstanbul’da Kadın Çalışmaları Koordinatörlüğümüz başkanlığında bir etkinlikte bulunacağız. Bütün arkadaşlarımız, İstanbul teşkilatımız ve Genel Merkezimizdeki arkadaşlarımız orada olacaklar. Ve kadına karşı şiddet konusunda hep beraber “Hayır” diyeceğiz, itirazımızı, sağlam duruşumuzu tekrar ortaya koyacağız.

*****

Değerli Basın Mensupları,

İktidar ortaklarının son dönemdeki kavgalarını görüyorsunuz. Seçimden bu yana henüz 6 ay bile geçmeden…

50+1 meselesinden bahsediyorum… Aralarındaki meselenin ne olduğunu, ne olmadığını bir kenara bırakıyorum.

Bu Sayın Erdoğan ile Sayın Bahçeli arasındaki mesele. Biz onların arasındaki meseleye de ilgi gösterecek durumumuzda yok fazla üzerinde yorum yapacak durumumuzda yok.

Şunun açık açık söylemek istiyorum ki: Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi, kazanan kişiye olağanüstü yetkiler veriyor.

Şu andaki mevcut sistem. Adına sistem dediğimiz ama kendi içinde tam bir sistemsizlik olan bu ucube durumdan bahsediyorum.

Cumhurbaşkanına; bilgisinin, görgüsünün, yeteneklerinin ötesinde bir hükmetme gücü veriyor şu anda mevcut anayasa.

Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret gören, geri kalan hiçbir fonksiyonunu çalıştırmayan krizlere sebep olan bir durumdan bahsediyorum.

İşte biz, tam da bu sebeple, partimizi kurduğumuz ilk günden bu yana “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diyoruz.

Güçlü yasama, güçlü yürütme ve güçlü yargıdan bahsediyoruz.

Gücün tek bir kişide değil, birbirini denetleyen erkler arasında paylaştırıldığı; denge kontrol mekanizmasının tam olarak dert edildiği bir yönetim sisteminden bahsediyoruz. Toplumun her aşamada katılımcı demokrasiyle “denetim yetkisine” sahip olduğu bir sistemden bahsediyoruz.

Ama maalesef 2017’de apar topar, kimseyle istişare etmeden, yangından mal kaçırırcasına meclise getirilip hızlı bir şekilde geçirilen ve uzmanların uyarılarına aldırmadan uygulanmaya başlanılan bir sistem ülkemizi maalesef yokuş aşağı yuvarlamakta.

Dış politikadan ekonomiye, sağlıktan hukuka, gençlikten turizme her alanda daha kötü günler yaşadık, yaşıyoruz.

Şöyle 2018’den bu yana bir bakın. Ülkemizde iyiye giden ne var?

“Ülkemizin şu sorunu vardı ama çözüldü” diyebileceğimiz ne var? Her alanda ama her alanda ülkemiz zemin kaybediyor.

Hukukta adalette zemin kaybediyoruz, ekonomide zemin kaybediyoruz, eğitimde, sağlıkta zemin kaybediyoruz, uluslararası ilişkilerde sürekli itibar kaybediyoruz.

Baskıcı, totaliter bir sistem yüzünden 85 milyon sürekli kaybediyor.

Ne diyordu Sayın Erdoğan hatırlayalım, o kampanyada, o anayasa değişikliğinin yapılacağı referandum öncesi kampanyada; “Başkanlık sistemi gelecek koalisyonlar bitecek” demiyor muydu?

“Artık ülkemiz koalisyonsuz yönetilecek” demiyor muydu?

Şu anda iktidar ortağı kaç parti var, kendisi bile de bilmiyor.

Seçime giderken yanına kattıklarının kaç tanesi kendiyle beraber olur, olacak kendi de bilmiyor.

*****

Adına "Türk Tip” denen bu ucube sistem aslında tek bir kişi için kaleme alınmıştı.

Bizzat Sayın Erdoğan bu ülkeyi kafasına göre yönetsin diye kaleme alınan bir sistemdi bu.

Şahsına özel yapılan Anayasa’yı, yine kendi bedenine uyacak şekilde kesip biçmenin derdinde.

“Yeni Anaysa yeni Anayasa” dedikleri var ya “Hala bana engel olanlar var şöyle bir önüm açılsın. 3 dönem kuralı var, 2 dönem artı bir de parlamentonun hakkını sayarsak ‘e bunu açalım. “

Ne oluyor? “50+1 artık zor. 50+1’i tutturmakta artık zorlanıyorum. Durmadan yanıma ortak almak zorunda kalıyorum. 45+1 ile 40+1 ile 35+1 ile seçilebileyim.”

Demokrasilerde değerli arkadaşlar, Anayasa bir kişi için hazırlanmaz. Anayasa herkes için hazırlanır. Herkes uysun diye hazırlanır.

Bizim ülkemizde parti genel başkanları jübile yapmasını, zamanı gelince kenara çekilmesini bir türlü bilmiyorlar, öğrenemiyorlar.

Cumhurbaşkanlığı da "sınırlı ve süreli” bir görevdir. Hukukla sınırlı süreyle sınırlı bir görevdir.

Erdoğan da her hafta anayasayla uğraşacağına artık mevcut pozisyonundan zaman içerisinde bir onurlu çıkışın hazırlığını yapmak durumundadır.

Ülkeye hizmet etmek istiyorsa, bunun yolu sınırsız yetki ve sonsuz görev süresi değildir.

Nitekim kendisi bundan 10 yıl önce vakıf kurmaktan bahsediyordu. Hayır işleri ile uğraşacağım diyordu hatırlayalım.

“3 dönem kuralı” vardı AK Parti kurulurken. O ilk tüzüğü yazan kaleme alanlardan birisi de benim.

Ama 3 dönem geldi bırakmadı, bırakmıyor.

Durdukça da maalesef hele hele 2018’den bu yana bu yeni sistemle ülke zarar görüyor.

*****

Bugün anlıyoruz ki AK Parti’de de Cumhurbaşkanının kendisi de, AK Parti’deki bazı arkadaşlar, Cumhurbaşkanın kendisi de aslında sistemden rahatsız.

Tabii açıklamalarından anladığımız kadarıyla onun rahatsızlığı daha fazla demokrasi için bir rahatsızlık değil.

Denge ve kontrol mekanizmaları oluşturmayı, sistemi demokratikleştirmeyi falan da istemiyor.

Ne diyor?

“Daha dar bir seçmen grubunun beklentisine hitap edeyim, daha az sayıda seçmenden aldığım destekle aynı yetkiyi hatta daha fazlasını kullanayım”

“Oylarım düşse de koltuğumu koruyayım, oylarım düşse de başkalarına ihtiyacım olmadan ülkeyi kafama estiği gibi yöneteyim” diyor.

Hemen peşinden küçük ortak tabii durur mu? Arkasından cevap yetiştiriyor “krizlerin ortağı” ya sisteme âşık olduğu için hemen savunmaya geçiyor.

E sistemde en büyük kâr onun. Böyle bir ortaklık dünyada pek görülmemiştir. Kara ortak ama zarara karışmıyor. Bir tane kabine üyesi vermiyor.

Uygulamadan doğacak sorunların ortağı olmuyor ama ne oluyor?

İktidarın parçası olarak sürekli devlet kurumlarına nüfus etme kadrolaşma peşinde.

Onun içindir de %10’luk oyu ile Sayın Bahçeli şu anda ülkenin başında kayyum gibi hareket etmekte.

Sorumluluk yok, vatandaşın önünde hesap vermek yok; ama kâra ortak.

İktidarın bütün imkanlarından hoyratça istismar ediyor, istifade ediyor.

Ben buradan iktidara sesleniyorum:

Yaşanan tüm krizler, şu an içinde olduğunuz ittifaktaki sorunlar, yargıdaki bu gruplaşmalar çeteleşmeler…

Hepsinin çaresi için, size altın tepside çözümü sunuyorum.

Gelin bu sistemi değiştirelim.

Ülkemizi, yüz yılı aşmış, 100’üncü yaşına ulaşmış Cumhuriyetimizi, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ile taçlandıralım.

Reçete burada…Bu sadece DEVA Partisi’nin çalışması değil, Güçlü Demokrasiye Geçiş Eylem Planı, Çok sayıda anayasa hukukçusunun, dünyada iyi işleyen demokrasileri tanıyan, bilen sosyal bilimcilerin, siyaset bilimcilerinin katkısıyla hazırlanmış bir çalışma.

Biz bunu Ekim 2020’de 2 sene önce açıkladık. 2 sene önce detayıyla ortaya koyduk.

Bu da yetmedi benden başka hiç gösteren yok artık ama 6 partinin ortak imzasıyla bir anayasa değişiklik önergesi haline getirdik biz bunu.

Kodifikasyonu tamamlanmış, meclise teklif olarak sunulmaya hazır hap gibi hap hazır her şey hazır.

Dolayısıyla biz burada tekrar tekrar söylüyoruz ki; Dünyanın hiçbir yerinde hem bu kadar gücü elinde toplamış hem de yüzde 50 şartı olmadan iktidara gelmiş bir cumhurbaşkanının olduğu bir demokrasi yok.

Öyle bir şey yok.

Meseleyi sadece %50+1 olarak görmemek lazım.

Bu mesele memleket meselesidir ve memleket için en hayırlı olanı hepimiz için en hayırlısıdır diyoruz.

Gelin onla bunla hiç uğraşmayalım güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçelim.

Sayın Erdoğan inadını bıraksın.

Gerçekten şunu iktidar olarak masaya yatırsınlar.

Ve bunu iyi incelediklerinde görecekler ki hem kendileri için hem de ülkemiz için hayırlı olanı bu.

Gerçek demokrasi burada.

Ülkemizin gerçek anlamda hukuk devleti, gerçek anlamda bir ekonomik refah devleti olmasının yolu burada.

Başka yerlerde çözüm aramasından. Ülke gündemini de sürekli “Anayasa Anayasa Anayasa” deyip meşgul etmesinler.

Her hafta bir anayasa başlığı atıyorlar bütün ülke bunu konuşuyor. Burada derin sorunlar var, Gazze’de her gün yüzlerce insan ölüyor kadın ölüyor çocuk ölüyor.

Ekonomik krizden bütün bir ülke 85 milyon inim inim inliyor şu an bu ülkede ama sürekli “Anayasa” yok 50+1 yok şu yok bu.

Bakın biz bu tartışmalarında çatışmalarında içine girmeyiz. Burada niyet önemli.

Siz hukuka bağlı gerçek anlamda hukukun üstünlüğünün olduğu bir Türkiye istiyor musunuz istemiyor musunuz?

Eğer hukukun üstünlüğüne inanıyorsanız gerçek anlamda bir hukuk devleti olmasına inanıyorsanız Türkiye Cumhuriyeti'nin önce mevcut anayasaya bir uyun.

Anayasa mahkemesi kararlarına saygı duyun uyun. Bunu görelim ki sizin için anayasanın önemli bir hukuk metni olduğuna ikna olalım.

Ondan sonra ancak Anayasa konuşulabilir.

Bu haliyle Anayasa konusunda bizim hiç kimseyle konuşacak bir şeyimiz olmaz.

Önce mevcut Anayasa’ya uyun samimiyetinizi ispat edin ondan sonra Anayasa değişikliği ile ilgili konuları parlamenter sistemi baz alacak şekilde gelin konuşalım.

*****

Değerli arkadaşlar

Ekonomik kriz evreler değiştirerek devam ediyor.

Ülkemizde yoksulluk hızla yaygınlaşıyor hızla.

Her geçen gün sabit gelirli vatandaşlarımız, işçilerimiz, memurlarımız, emeklilerimiz kaybediyor.

Hayat sürekli pahalanıyor ama sabit gelirli vatandaşlarımız yüksek enflasyon altında inim inim inliyor.

Bu şartlarda ülkenin Cumhurbaşkanı ne yapıyor?

5 yıldır söylediklerini hani 2017'de anayasa değişti 2018'de tek yetkili cumhurbaşkanı olarak seçildi ya o gün bugündür nakarat.

Bakın şu videoyu hemen gösterelim. Çünkü arşiv olmayınca, kayıt olmayınca hafıza maalesef unutuyor.

Şöyle bakalım 2018'den bu yana Sayın Erdoğan neler demiş?

Ne diyor? Kur, faiz, enflasyon şeytan üçgeni diyor.

Ya 2018'den bu yana tek yetkilisin. Elinde her türlü imkân var.

Bağımsız kurum falan da bırakmadın. Merkez Bankasıydı, yargıydı, TÜİK'di tamamını kontrol ediyorsun. Elini tutan mı var?

Bu ülke gitmiş bu vatandaşa yetkiyi vermiş. Hangi şeytan üçgeninden bahsediyorsun?

Şeytan üçgeni ise eğer kur faiz enflasyon Sayın Erdoğan şu anda bu şeytan üçgeninin müsebbibi. Mağduru değil müsebbibi.

Bu ülkede eğer enfeksiyon patladıysa kendi yanlış politikaları yüzünden. Bu ülkede eğer faizler merkez Bankası faizleri şu son 6 ayda 6 buçuktan %35'e çıktıysa bugün muhtemelen 37,5 40 kaç olacak göreceğiz. Bu ülkede döviz kuru 2018'de 4 iken şimdi 28'i geçtiyse bunun müsebbibi kendisi.

Şeytan üçgeninden bahsediyorsa bu şeytan üçgenini oluşturan kendisi.

Hazine %42 ile borçlandı geçen hafta.

Cari açığı yüksek faizle finans eden diyor.

Kim yüksek faiz ödüyor?

Hazineye bugüne kadar gelmiş geçmiş en yüksek faizi ödeyen ödeten kendisi değil mi? Ama 5 yıldır nakarat dikkat edin.

Seçimden bir ay sonra ekonomide sıkıntı yok diyor kur olmuş 19.

Bu arada Merkez Bankası her Allah'ın günü arka kapıdan döviz satıyor “aman kur 20'yi geçmesin rezil olmayalım seçim döneminde” diye ‘ekonomide sıkıntı yok’ diyor.

Daha sonra görevlendirdiği bakan da ne diyor “kuru baskı altında tutmuşlar şimdi biraz artırdık” diyor.

Ve en son ayakları yere basmazken havada yine bazı laflar etmiş bakın. Ne diyor?

“Türk lirası bundan sonra artık değerlenecek” diyor. Yani diyor ki “artık Türk lirasının reel olarak değer kaybettiği sürecin sonuna geldi” diyor. “Reel olarak değer kazanma ihtimali yüksek” diyor.

“Faziletli bir döngüye gireceğiz inşallah” diyor.

Bu kelimeler var ya buram buram tercüme.

Ekonomi literatürünü ve jargonu bilen insanlar bilir bu “faziletli döngü” falan dediği bir ekonomistin zamanında bulduğu bir jargondur.

Belli ki ekonomi yönetiminden sorumlu arkadaşlar ya Sayın Erdoğan'ın önüne bir metin koymuşlar sen buradan al bunu oku diye ya da İletişim Başkanlığı her zaman yaptığı gibi uçakta söylenenleri sonradan müdahaleler olur ya biliyorsunuz. Yanlış bir şey söylediyse çıkarılabiliyor bazı şeyler sonradan eklenebiliyor artık nasıl olduğunu bilmiyoruz ama buram buram tercüme kokan laflar ediyor.

Neymiş bundan sonra Türk lirası reel olarak değerlenecekmiş.

Yani ne demek istiyor? Türk lirasının reel olarak değerlenip reel olarak değer kaybının ne olduğunu Allah aşkına çıksın kâğıda bakmadan bir açıklasın göreyim.

Ama kâğıda bakmayacak.

Türk lirasının reel değerlenmesi nedir reel değer kaybı nedir bir söylesin.

İnanın ne dediğini bilmiyor.

Sürekli laf laf laf ama sonuçta bunun bedelini 85 milyon ödüyor arkadaşlar.

Ve ekonomik kriz dediğim gibi bakın evrelerle devam ediyor.

Hep söylüyoruz ekonomi politikası ile bu ülkenin ekonomisi düzelmeyecek ve hukuk olmadan adalet olmadan bu ülkede refah yükselmeyecek.

Düşmeye devam edecek.

****

En son 2024 yılına ilişkin Asgari Ücret görüşmelerini de takip ediyorsunuzdur.
Konuşmalar başladı.

Yapılan açıklamalara bakılırsa yine bir algı operasyonu hazırlığı var asgari ücretle ilgili.

Biz tabii kolay kolay kül yutmayız. Vatandaşlarımıza gerçeği anlatırız. Ama ilgili bakanlar ne diyor? Ücretlerin gelecek yıl için hedeflenen enflasyon oranında artırılabileceği...

Ya arkadaş sen önce bu yılın gerçekleşen enflasyon farkını bir öde o birikmiş hak. Şimdiden bu yılın enflasyonu kadar değil gelecek yıl için kendi öngördükleri hedefledikleri düşük uydurma enflasyon hedefi kadar asgari ücret artırmanın hazırlanıyorlar.

Ve ne diyorlar? Ara zam da yapılmaz artık diyorlar.

Enflasyonu düşürecekler ya Temmuz'da da ara zamma falan ihtiyaç yok diyorlar.

Buradan iktidara sesleniyorum. Bu ortaya koyduğunuz enflasyon hedeflerinin siz hangisini tutturdunuz?

Bu yılın başında enflasyon için ne diyorlardı? %20 demiyorlar mıydı? 2023'ün enflasyonu %20 civarında olacaktı.

Şu anda Merkez Bankası’nın söylediği tahmin %65. O da TÜİK'in uydurma rakamları.

Gerçek enflasyonun %100'ün üzerinde olduğunu bağımsız araştırmalar zaten bize söylüyor.

Onu bunu bırakalım arkadaşlar bakın nasıl TÜİK ne derse desin.

Somut somut.

Ben bunu daha önce birkaç defa göstermiştim yine gösteriyorum. Bu somut herkesin cebindeki 200 lira değil mi?

Bu tedavüle girdiği gün 134 dolar ediyordu. Bugün ne kadar biliyor musunuz? 7 dolar bile etmiyor. 7 dolar etmiyor şu an.

Şu 200 liranın değerini 134 dolardan 7 dolara düşürenler çıkıp anlatsınlar. “Evet, hata yaptık” desinler.

Şapkalarını önüne koyup düşünsünler.

Biz her gün yargıya müdahale edip anayasa “mahkemesini tanımıyoruz” deyip “kararlarını tanımıyoruz” deyip bu Türk lirasına değer kazandırmanız mümkün değil, bu olmayacak.

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak üzülerek söylüyorum. Olmayacak yapamayacaksınız.

Çünkü hukuk olmadan ekonomi olmaz.

Ve bunun da belki en somut halini nerede görüyoruz? Bakın asgari ücret konuşuyoruz değil mi?

Şu grafiğe bir bakın arkadaşlar. Bu açlık sınırı bakın “yoksulluk” demiyorum, açlık sınırı sürekli artıyor ama asgari ücretteki artışlar hiçbir zaman açlık sınırını dahi yakalayamıyor.

Bu ne zaman?

Ekim itibariyle.

Şimdi bu Kasım’da artacak bu 13.684 liralık açlık sınırı artacak. Aralıkta bir daha artacak, Ocak’ta bir daha artacak. Ancak ocak sonunda vatandaşlarımızın eline yeni asgari ücret geçecek bakın.

Bu üç defa daha artacak ondan sonra yeni asgari ücret ne çıkarsa o ancak Ocak sonunda işçinin eline geçecek.

Sürekli refah kaydı.

Emeklilerle ilgili durum daha da vahim. Bakın şu en düşük emekli maaşına bakın ya.

Açlık sınırı artarken emekli maaşları nasıl geride kalıyor makas nasıl açılıyor.

Şu hale bakın bu insaf mı bu insanlık mı?

Açlık sınırından bahsediyoruz ve üstelik geçtiğimiz 1 Temmuz’da bu 7500 en düşük emekli maaşı alan vatandaşlarımızı tamamen unuttular.

Sonra baskı baskı baskı ne dediler? “Dur ya emekliler biraz mağdur bari 5.000 liralık bir 100. Yıl hediyesi verelim.”

Sen zaten emeklinin cebinden almışsın. Enflasyon yoluyla zaten emekli maaşını eritmişsin arkasından kendi elinle enflasyonla erittiğin maaşı sözüm ona telafi etmek için 5.000 lira.

O 5000 lirayı da ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Ne dediler “tamam emeklilere vereceğiz ama çalışan emeklilere vermeyeceğiz.”

Çiftçileri unuttular arada.

Çiftçinin emeklisi mi olur? Çiftçi gözünü yumduğu güne kadar toprakla uğraşır. Vefat ettiği güne kadar çiftçi çiftçidir.

Yok, çalışan çiftçinin emekli değerlendirmesinin farklı yapalım 5.000 lira ona verelim mi vermeyelim mi derken batırdılar.

Çünkü arkadaşlar artık bu hükümet toplumdan koptu. Sorunun da özü burada.

Toplumdan kopan bir hükümetin bu ülke için doğru kararlar alması mümkün değil.

Onun için sürekli zemin kaybediyor ülke onun için sürekli fakirleşiyoruz.

Bakın son grafik.

Seçime kadar dolar kurunu tutuyorlar seçimden sonra zıplaya zıplaya zıplaya gidiyor.

5 yıldır söylediğini Erdoğan tekrarlıyor “ya kur tamam merak etmeyin halledeceğiz.”

Yapamıyor olmayacak.

Ve kur arttıkça bu enflasyonu vuracak.

Enflasyon arttıkça bu ülkenin sabit gelirli bütün vatandaşları bundan zarar görecek zarar görmeye de devam edecek.

*****

Değerli Basın Mensupları,

Geçtiğimiz hafta ülkemizin farklı yerlerinde sel felaketleri yaşadık. Altyapı sorunları, tedbirsizlik ve doğal afetler karşısında yeteri kadar hazırlığı baştan yapmamak vatandaşlarımızın canına mal oluyor.

Batman’dan, Diyarbakır’dan, çok sayıda hayatını kaybeden vatandaşımız oldu.

İstanbul’dan Zonguldak’a çok acı haberler aldık.

Sel felaketi nedeniyle yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum.

Bahsettiğimiz şehirlerde bu afetlerden etkilenen diğer bölgelerde evleri, işyerleri zarar gören vatandaşlarımıza da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Bizim Afet Yönetimi Eylem Planımız şu an burada yok ama ilk 2 nolu eylem planımızdır. Çünkü bu ülkenin doğal afetlere karşı hazırlanması, depreme karşı sele karşı hazırlanması öncelikli meselemizdir ve bununla ilgili hem idari düzenlemeler yapılmalı hem de yeni bir devlet mimarisi gerekmektedir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mutlaka ayrılmalı “Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı” kurulmalıdır.

Çevre ve Şehircilik bir arada olduğu zaman şehirciliğin o rant var ya rant, rant oraya gelen bakan olsun bürokrat olsun hepsinin gözünü karartıyor bir süre sonra.

Ne çevreyle ilgilenen kalıyor ne de doğal afetlere karşı hazırlıkla ilgilenen kalıyor.

Dolayısıyla bizim baştan beri söylediğimiz ve ilan ettiğimiz devlet mimarisinde çevre ayrılmalıdır.

Afet yönetimi ve şehircilik ayrı bir bakanlık haline getirilmelidir. Yoksa bu sorunlar asla çözülmeyecek çözülemeyecektir.

*****

Değerli arkadaşlar;

Burada 3 haftadır söylüyorum ama inadına söylemeye devam edeceğim. Bunu geçen hafta söylemiştiniz demeyin lütfen.

Çünkü çok önemli bir konudan bahsediyoruz burada.

Bu yargıdaki krizi ve yargıda krize sebep olan konuları unutmayacağız, unutturmayacağız.

Tüm bu krizlerin ortasında inisiyatif aldığını görmediğimiz, ne yaptığını henüz anlayamadığımız Adalet Bakanına, tabi bakanlar nihayetinde Cumhurbaşkanının yetkilerini paylaşan kişiler. Asıl yetki Cumhurbaşkanı’nda.

Ben hem Adalet Bakanına hem de Cumhurbaşkanına soruyorum: İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya yaptığı yargıdaki çeteleşme, rüşvet ve çıkar örgütlenmesi ile ilgili şikâyet ne oldu?

Ne yapıyorsunuz? Soruşturma var mı yok mu hangi aşamada? Bunları takip edeceğiz.

Öyle sümen altına alınmasına üzerinin örtülmesine göz yummayacağız. Bunun takipçisi olacağız.

Bu ülkede yargı sadece bağımsız olmakla sorunlar çözülmüyor arkadaşlar.

Yargının evet bağımsız olması lazım ama yargının aynı zamanda tarafsız hareket edebilmesi lazım.

Hükümetin Cumhurbaşkanının etkisinden uzak çalışan yargının kendi başına kaldığında da tarafsız çalışabilmesi lazım.

Bu da yargının insan kaynağı yapısından tutun yargının işleyiş düzenine kadar yargının denetim mekanizmasına kadar yargı mensuplarının işe alırken mesleki eğitimine kadar, yargıdaki etik kurallara kadar çok kapsamlı bir konudur.

Dolayısıyla sadece bağımsız yargı demiyoruz. Aynı zamanda tarafsız çalışması gereken bir yargıdan biz burada bahsediyoruz.

Bir kez daha ben iktidarı seçim vaadini gerçekleştirmeye davet ediyorum. Adaleti yargıdaki tarafsızlığı bağımsızlığı sağlama konusunda gerekli adımları atma konusunda uyarıyorum.

***

Değerli Arkadaşlar,

Yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü.

Öğretmenlerimizin son derece zor koşullarda çalıştığını, sınıf mevcutlarının özellikle büyükşehirlerdeki kalabalıklığını, enflasyon karşısında eriyen maaşlarıyla geçinemediklerini çok büyük zorluklar çektiklerini gayet iyi biliyorum.

Bugün İstanbul'da çalışan bir öğretmenin aldığı maaşla bir ev kirasını nasıl ödeyeceği, geçimini nasıl sağlayacağını çıksın Sayın Erdoğan şöyle bir hesap etsin de göreyim.

Öğretmen maaşı ne kadar? İstanbul'da kiralar ne kadar? İstanbul'da bir devlet okulunda çalışan bir öğretmen nasıl geçinecek şöyle bir ortaya koysun.

Ve bir başka seçim vaadi. Mülakat.

Bunlar mülakatı kaldıracağız demediler mi? Mülakatı sona erdireceğiz demediler mi?

Ne oldu?

Başta öğretmenler olmak üzere hiçbir alanda mülakat falan kalkmış değil arkadaşlar.

Çünkü mülakatı bunlar kendi işlerine gelmeyenleri, kendinden olmayanları eleme aracı olarak kullanıyor.

Mülakat gerçekten o devlet memuru bu yapacağı iş için uygun mudur değil midir onun ölçümü değil.

Referansı var mıdır? İktidar partisinin teşkilatlarından birinin yakını mıdır? Partiye yakın mıdır? Cumhurbaşkanı ile ilgili böyle hissiyatı nedir? Bunları ölçmeye çalışıp kendilerine yakın gördüklerini işe alıp uzak gördüklerini eleme aracıdır şu an Türkiye'de mülakat.

Dolayısıyla ben buradan Sayın Erdoğan'a diyorum ki sözünüzü tutun.

Seçimden önce söz verip seçimden sonra yan çizmeyin.

Mülakatı kaldırın.

Mülakatı kaldırmadan bu ülkede eleman alımlarda kamuya memur alımlarında adaleti fırsat eşitliğini sağlamak mümkün değildir mümkün de olmayacaktır.

*****

Değerli basın mensupları,

Sözlerimin sonunda, A Milli Futbol Takımımızı gerçekten tebrik etmek istiyorum.

A Milli Takımımız tarihinde ilk kez grup elemelerini lider bitirerek Almanya’da yapılacak olan EURO 2024 Avrupa Şampiyonası’na katılma hakkı kazandı.

Bizlere bu gururu yaşatan ay yıldızlı milli takımımızın tüm oyuncularını yöneticilerini de kutlamak istiyorum.

*****

Toplantımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyorum.

16 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 5. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

 
Ali Babacan, TBMM  5. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşma Metni
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
 
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Geçtiğimiz hafta değerlendirme toplantımızı yapamadık. 
 
Çok sevgili babam Hilmi Babacan’ı kaybettiğim için maalesef bir araya gelemedik.
 
Bu vesileyle, bir kez de sizlerin huzurunda kendisini anmak istiyorum.
 
Anneler, babalar, büyüklerimiz kuşkusuz eşsizdir. Eminim hepinizin farklı farklı hikayeleri var. 
 
Benim de babamla aramdaki ilişki özel bir ilişkiydi.
 
Hem evde hem de küçük yaşta tezgâh başına geçtiğim Çıkrıkçılar Yokuşu’nda, ondan çok şey öğrendim. 
 
Doğruyu, hakkı, adaleti, helalinden kazanmayı… 
 
Sevgiyi, saygıyı…
 
Kim olursa olsun, önce dinlemeyi…
 
Eğitimin değerini, alınterinin kıymetini, yardımlaşmayı…
 
Vefatının ardından hiç tanımadığım insanların babamla anılarını dinledim, okudum. 
 
Çıkrıkçılar Yokuşu’nun samimi, dürüst, güvenilir esnafı Hilmi Babacan’ın oğlu olmaktan bir kez daha onur duydum. 
 
Bu vesileyle, babamın vefatını takip eden ilk dakikalardan itibaren beni yalnız bırakmayan tüm yol arkadaşlarıma özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
 
Arayan, soran, cenaze merasimine ve taziyemize gelen, acımızı paylaşan, sosyal medyadan ve diğer mecralardan bana mesaj ileten herkese de tekrar şükranlarımı sunuyorum.
 
Allah tüm geçmişlerimize rahmetiyle muamele etsin.
 
*****
 
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
 
Sözlerimin başında KKTC’nin kuruluşunun 40.Yılını kutlamak istiyorum.
 
15 Kasım Cumhuriyet Bayramı’nı tebrik ediyor, Kıbrıs şehitlerimizi minnetle, rahmetle anıyorum. 
 
Haklı davalarında Kıbrıs Türkeri’nin hep yanında olacağımızı, adada adil ve kalıcı bir çözüm için her zaman gayret edeceğimizi de özellikle ifade etmek istiyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bir önceki toplantımızda sözlerime kıymetli Anayasa Hukukçumuz Ergun Özbudun’u anarak başlamıştım.
 
Ergun Hocamızı kaybettikten bir hafta sonra ülkemizde bugüne dek görülmemiş bir Anayasa krizi yaşadık, yaşıyoruz. 
 
Tarihte görülmemiş bir skandalla karşı karşıyayız.
 
Bizim partimizde hukukçu arkadaşlarımızın temsili çok güçlü hem genel merkezimizde hem teşkilatlarımızda. Hukuka çok önem veren bir siyasi partiyiz. Gerçekten bizim hukukçu arkadaşlarımızın tamamı, hukuk konusuna yakın aşına olan arkadaşlarımızın tamamı hayretler içerisinde şu anda.
 
Tüm Türkiye gibi bizde hayretler içerisindeyiz. 
 
Ülkemizde adaletsizliğin hızla arttığı son yıllarda, Anayasa Mahkemesi, hukuk namına bir nebze de olsa nefes almamızı sağlayan bir kurum şu anda. 
 
Buna rağmen, iktidarın küçük ortağı mahkemenin kapatılması için sabah akşam bağırıyor.
 
Bu yetmezmiş gibi, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi görevini yaptığı için mahkemenin yargıçları hakkında suç duyurusunda bulunuyor.
 
İnanılır gibi değil. 
 
Bu, tarihimizde bir ilktir.
 
Yargıtay'dan gelen açıklamalar sadece bir “yargısal aktivizm” veya Anayasa Mahkemesi’ne karşı yapılmış bir “saygısızlık” olarak değerlendirilemez. 
 
Yapılan, yasama, yürütme ve yargı erklerinin tamamını hedef alan açık bir darbe girişimidir;
 
Anayasal düzeni alt üst etme teşebbüsüdür.
 
Geçtiğimiz gün Krizlerin Ortağı bu sefer de Anayasa Mahkemesi’ne “adalet düzeninin safrası ve sancısı” demiş, sonra da bir kez daha “Ya kapatılmalı ya yeniden yapılandırılmalıdır” demiş.
 
AYM Başkanı’na “Cesaret’in varsa Kandil’e git” demiş. 
 
Devlet ciddiyetinin, millet sorumluluğunun en ufak bir kırıntısına sahip olan bir insan böyle laflar edemez.
 
Defalarca söyledim, tekrar ediyorum; Sayın Bahçeli bu ülkenin yaşadığı her krizinin ortağı olmuştur. Ekonomik krizlerinin de ortağı olmuştur, bugün yaşanan Anayasal krizinin ortağıdır. Onun için biz kendisine “krizlerin ortağı” diyoruz. 
 
Nerede kriz, orada Bahçeli.
 
Ülkemiz, onarılması güç bir hukuk krizinin ortasındayken, Bahçeli yine ortada, yine sahnede.
 
Bunlar yetmiyormuş gibi, ülkenin Cumhurbaşkanı da çıkıp önce Anayasa Mahkemesi’ne karşı açık tutum alıyor, arkasından da hakemliğe soyunuyor.
 
Şimdi buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum:
 
Siz sporu takip edersiniz.
 
Havadayken tuttuğu takımı ilan edip, ayakları karaya bastığında hakem olmaya heveslenen birisine dünyanın neresinde hakemlik yaptırırlar?
 
Siz bu milletle dalga mı geçiyorsunuz?
 
Üstelik, Anayasaya göre, böyle bir konuda Cumhurbaşkanına hakemlik görevi falan düşmez. Böyle bir rolü yoktur Cumhurbaşkanın. 
 
Herkesin Anayasa’nın açık hükümlerine uyması gerekir. O kadar. 
 
Madde 153 ne diyor? 
 
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” Diyor.
 
Bu kadar açık ve net. Burada gri bir alan yok, burada bilinmeyen bir şey yok.
 
Yani, Anayasa Mahkemesi’nin kararları, Yargıtay’ı da bağlar, Cumhurbaşkanı’nı da bağlar. Diğer tüm yargı organlarını da bağlar. 
 
Buradan yine Sayın Cumhurbaşkanına ve bu konuya müdahil olan herkese soruyorum; 
Siz kimi aldattığınızı zannediyorsunuz?
 
Siz, bu milletin kafasını karıştırıp, yargıyı tamamen “bağlı” ve ”taraflı” yapmaya çalışıyorsunuz. Asıl zihninizin gerisindeki bu.  Anayasa Mahkemesi’nde çalışmaz hala getirip, itibarını sıfırlayıp, asıl derdiniz bu ülkenin yargısını tamamen kendinize bağlı ve kendinizden yana taraflı bir yargı sistemi haline getirmeye çalışıyorsunuz. 
 
Ben, bu noktada, şunu açıkça ifade etmek istiyorum:
 
Mevcut Anayasa’yı tanımayanların, uymayanların, “yeni anayasa” laflarına itibar etmemiz mümkün değildir. 
 
Siz Anayasa’yı bir üst hukuk normu olarak kabul ediyor musunuz, kabul etmiyor musunuz?
 
Önce bunu söyleyin.
 
Anayasa ile kendinizi bağlı hissediyor musunuz? Hissetmiyor musunuz? Önce bunun cevabını verin. 
 
Anayasa sizin için önemsizse, zaten uymayabiliyorsanız, yeni anayasa deyip de bu milleti boşa oyalamayın!
 
Bizden konuda destek falan da beklemeyin.
 
Arkadaş, samimi iseniz, önce mevcut Anayasa’ya uyun bir görelim. 
 
Şu anda ülkeyi yönetenlerin zihni arka planı şöyle arkadaşlar; diyorlar ki ‘Biz %50+1’i aldık, cebimize koyduk mu? E Anayasa da 50+1. Demek ki uymayabilirim. Bu millet, şimdiye kadar yaptığım çalışmalara baktı, bana 50+1’i verdi, demek ki benim Anayasa’ya uymama hakkım var.’ Böyle bir şey yok ya, hukuk devletinde böyle bir şey yok. 
 
Eğer Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletiyse, demokrasiyle hukukun aynı eş değerli iki sütun olarak orada sapasağlam durması gerekiyor. 
 
Demokrasi tabii ki çok önemli bir değerimiz. Demokraside seçimler var, halkın yönetimi var, halkın yönetimi var ama demokrasinin yanında sapasağlam bir hukuk sütunu da olmazsa, o zaman bu ülke seçilmişler eliyle otokrasiye gider. Bu ülke seçilmişler eliyle kaosa götürülür. 
 
Son toplantımızda da söylemiştim: Demokrasi hukuk olmadan yeteri kadar değerini bulmaz. Dolayısıyla biz hükümete diyoruz ki; 50+1’i almış olabilirsiniz ama eğer Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse, siz hukukun üstünlüğüne saygı göstermek, bunu uygulamak, Anayasa’nın ve yasanın gereğini yerine getirmek zorundasınız. 
Yenisi gelene kadar mevcut Anayasa geçerlidir. Değişene kadar mevcut kurallar, kanunlar, Anayasa hükümleri geçerlidir. 
 
Kanunları, Anayasa’yı değiştirmenin yeri de Meclis’tir. Bu Meclis’in çatısı altında yapılıyor bu çalışmalar, bu yasama organı yapıyor bu çalışmayı. 
 
Eğer mevcut kurallarla sıkıntınız varsa, getirirsiniz, gücün yetiyorsa buradan geçirirsiniz, gücünüz yetmiyorsa da mevcuda razı olursunuz ve uygularsınız, bu kadar. Nokta.
 
*****
 
Ancak, değerli arkadaşlar, hiç kuşkunuz olmasın, milletimiz gayet ne olup bittiğinin gayet iyi farkında.
 
Birilerinin, yargıyı, kendi siyasi görüşlerine ve çıkarlarına hizmet edecek kadrolarla doldurma gayretinde olduğunun herkes farkında. 
 
Yargının siyasallaşması son zamanlarda yoğunlaştı. Birileri, yargı mensuplarını yanıma alayım, benim taraftarlarım yargı mensubu olsun ki yargıya işim düştüğünde onlar benden yana taraf olsun istiyor. Bunun için kendine yakın insanları farklı yargı organlarına sürekli doldurma çabası içindeler. 
 
Mevcut Anayasa’ya uygun davranan, hukuk normlarına sadakatle çalışan yargıçları ve Anayasa Mahkemesi’ni ve Yargıçları da Bahçeli’nin veya Beştepe’deki bir avuç danışmanın şahsi hırslarına heba edemeyiz.
 
Bunların asıl istedikleri, açık söylüyorum, Anayasa Mahkemesi ile uğraşanların, yargıyı nüfus etmek isteyenler asıl istedikleri; Çetelerin, mafyaların cirit attığı bir düzende; halkın iflahının kesilmesi…
 
İstedikleri; haksızlığın hakka galebe çalması…
 
İstedikleri; bu ülkenin Ali kıran baş kesenlere kalması, yargının da buna alet edilmesi. 
 
Asıl niyetleri bu.
 
Haftalar evvel İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın kendi adliyesindeki rüşvet düzenine, haksızlığa isyan edip HSK’ya yaptığı başvuruyu burada gündeme getirmiştim. 
 
Türkiye'de de uzun bir süre gündemde kaldı. Hatta sırf bu konuyu farklı bir perspektifte günde getirdiği için bir gazeteci arkadaşımız şu anda tutuklu yargılanıyor. 
 
Bir Başsavcı açık açık hukuk çürüdü diye isyan ediyor. Bu işleyen gazetecide kendini hapiste buluyor. 
 
Geçen hafta bir başka dilekçeyi daha öğrendik. İstanbul’da bir hâkim, tıpkı Başsavcı gibi HSK’ya dilekçe yazmış ve “Yargıda herkesin korktuğu bir yapılanma” olduğundan söz etmiş.
 
Arkadaşlar; bu yapılanmalar kimden alıyor bu gücü? Kim var bunların arkasında? Arkasını sağlam düşündüğü bir yere dayamayan yargı mensuplarının böyle cüretkâr işler yapması mümkün değil. 
 
Bu iddiaların ortaya atıldığı bir ülkede Adalet Bakanı olan kişinin bunlarda daha önemli hangi işi olabilir?
 
Bu iddialar neden gereği gibi soruşturulmuyor?
 
Beştepe’deki hukukçu danışmanlar, “milli yargı” - “gayrı milli yargı” diye birilerini etiketleme yarışına gireceklerine; önce bu ülkedeki hukukun nasıl yok edildiğini, vesile olduğunu bir anlatsınlar.
 
Buradan şu cevabı verelim: Anayasa Mahkemesi bu ülkenin iç mahkemesidir ve anayasal bir kurumdur.
 
Mahkeme hakkındaki “gayrı milli” ithamları asla kabul edilemez.
 
“Gayrı milli” unsurları arayanlar; hukuku ezip geçen danışmanlara, rüşvet çarkının paydaşı olmuş yargı mensuplarına dönüp baksınlar. 
 
Hukuka ve vicdanına göre kararlarını veren Anayasa Mahkemesi Yargıçlarına da sadece ve sadece teşekkür etsinler. 
 
Asıl “gayrı milliler”, bu ülkenin anayasal düzenine kastedenlerin kendileridir. 
 
Biz, Anayasa’nın açık hükümlerini ihlal edenlerin, Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamayanların bu gücü nereden aldıklarını gayet iyi biliyoruz.
 
Biz, bu hoyratlığını kabul etmeyen, içine sindirmeyen milyonlarla beraberiz.
 
Ben, AK Partililer içinde, bütün bundan rahatsız olan çok sayıda insan olduğunu biliyorum.
 
Kimi yüksek sesle söylüyor ama kimi belki ancak fısıltı ile bunları dillendirebiliyor. 
 
Çünkü onlar, yargıyı; küçük ortağın, krizlerin ortağının kurmaya çalıştığı haksız düzene yedirmek istemiyorlar. Ne olup bittiğinin gayet farkındalar. 
 
Buradan AK Parti’deki akli selim, makul insanlara sesleniyorum: 
 
Sizi dönüşü olmayan karanlık bir dehlizlere sokuyorlar.
 
Sesinizi çıkarın. Gün bugündür.
 
Susmayın, hakka sahip çıkın.
 
Hep söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim.
 
Hukuk olamadan değerli arkadaşlar bu ülkenin hiçbir sorunu çözülmez. 
 
Bu ülkenin hiçbir krizi hukuk olmadan çözülmez.
 
Bırakın ülkeye yeni yatırımcı cezbetmeyi, mevcut yatırımcılar Türkiye’de artık yatırımlarını küçültüyor veya tamamen sona erdiriyorlar. 
 
Çünkü hukuk olmadan ekonomi de olmaz.
 
Son haftalarda önemli bir finans kuruluşu Türkiye’deki operasyonlarını minimize etme kararı aldı. 
 
Bir başka önemli otomotiv kuruluşu, dünyaca ünlü bir otomotiv kuruluşu Türkiye’deki operasyonlarını sona erdirme kararı aldı. 
 
Ve değerli arkadaşlar bütün bu olumsuzluk bütün bu hukuksuzluk  
 
Ve değerli arkadaşlar, bütün bu olumsuzluk, bütün bu hukuksuzluk, bütün bu krizler dönüyor dolaşıyor, ülkenin bütçesini vuruyor, hazinesini vuruyor ve en çok da ülkenin geçim derdinde olan işçisini vuruyor, emeklisini vuruyor, memurunu vuruyor.
 
Çiftçisini vuruyor, esnafını vuruyor. 
 
Bakın, daha geçtiğimiz gün, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi 2 yıl vadeli yıllık %42 faizle borçlandı. 2 yıl vadeli.
 
Bu ne demek?
 
Birinci yıl %42 faizi ödeyecek, ikinci yıl bir %42 daha ödeyecek. Bunun bileşiğini aldığımızda 2 yılın toplamında %102 ediyor. 
 
Yani Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi'ne bugün 100 lira borç veren, 2 sene sonra 202 lira olarak parasını geri alacak demek. 
 
Aradaki 102 lira faizi kim ödeyecek? 
 
Bütün millet. Vergi ödeyen, KDV ödeyen, gelir vergisi ödeyen bütün millet ödeyecek.
 
Peki, aynı ülkenin Merkez Bankası bu 2 yıl için enflasyonu ne açıkladı? Enflasyon tahminini ne kadar açıkladı? 
 
Birinci yıl için, yani 2023 için %36, 2024 için %14. Bu yılki enflasyon 36, gelecek yılki enflasyon %14, Merkez Bankası'na göre 36, 14.
 
Ama Cumhurbaşkanı'na doğrudan bağlı olan hazine bu yıl 42, gelecek yıl bir 42 daha ödeyeceğini taahhüt etmiş durumda.
 
Yani 2 yılın toplamındaki %55'lik enflasyona karşı 2 yılın toplamında %102 faiz ödüyor bu ülkenin hazinesi. 
 
Yetmedi. 
 
Daha geçtiğimiz gün Cumhurbaşkanı'nın tek imzasıyla, Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla devlete geç ödeme yapan vatandaşlarımızdan yıllık %42 faiz alınacağı da ilan edilmiş oldu. 
 
Hani faiz düşmanı Erdoğan? Hani faizle mücadele edeceğim diyen Cumhurbaşkanı?
 
 
Nerede? Kendi imzasıyla. ‘Devlete vergi borcunu bir yıl geç ödersen %42 faiz alırım senden’ diyor.  
 
Üstelik Merkez Bankası açıklamış enflasyonu %36, bu yıl gelecek yıl içinde açıklamış %14. 
 
Gerçekten değerli arkadaşlar büyük bedel ödüyoruz. 
 
Ve hep söylüyorum bu ülkenin ekonomisi sadece ve sadece ekonomi politikalarıyla düzelmez. Asla düzelmeyecek de. 
 
Ancak rüyalarında görürler, yapamazlar. Bu hukuksuzluğa, bu adaletsizliğe devam ettikleri sürece, ülkeyi böylesine yargı darbelerine mahkûm ettikleri sürece, bu darbe teşebbüslerine arkadan arkaya destek verdikleri sürece bu ülkenin ekonomik krizlerini asla çözemezler, çözemeyecekler. 
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bu vesileyle, İçişleri Bakanlığı’nın son dönemde yoğunlaşan operasyonlarına da değinmek istiyorum.
 
Çetelere, mafyaya ve kara para aklayanlara karşı yapılan çalışmaları dikkatle takip ediyoruz.
 
Resmin tamamına henüz vakıf değiliz. 
 
Parça parça kareler görüyoruz. Ama henüz resmin bütününü görmüyoruz. 
 
Onun için erkenden de ileri şeyler söylemek istemiyoruz bu konuda. 
 
Ancak kendisinden evvel 6 yıl o koltukta oturan ve Bahçeli'nin grup toplantılarında aldığı alkışlarla bilinen önceki bakan döneminde bu örgütlerin nasıl olup da serbestçe cirit attığının da açıklığa kavuşturulmasını bekliyoruz. 
 
Yani sadece her gün işte bu operasyonu yaptık, şunu yaptık, şunu çökerttik diye açıklama yetmiyor. 
 
Evet bunu yaptınız ama aynı iktidar değil mi? 
 
Bir önceki bakan döneminde bütün bu mafyatik yapıların, çetelerin, organize suç örgütlerinin nasıl oldu da bu ülkede serbestçe hareket edebildiklerinin de açığa kavuşturulması gerekiyor. Bunlara destek verenlerin, bunlara alan açanların kim olduğunu da ortaya çıkması gerekiyor.
 
Bunların siyasetteki bağlantılarının, bürokrasideki bağlantılarının, yargıdaki bağlantılarının da açığa kavuşturulması gerekiyor. 
 
Yani sadece ‘bunlar suçluydu, bak yakaladık’ tamam. Ama bunların ortakları kimdi? Bunu bilmek de bizim hakkımız, bütün milletin hakkı. 
 
Operasyonla çökertildiği söylenen örgütler son 6 yıldır nasıl olmuş da rahat hareket edebilmişler bunu biz öğrenmek istiyoruz. 
 
Bu ülkenin vatandaşları olarak bilmek istiyoruz. Umarız ki İçişleri Bakanlığı'nın operasyonları hukuk düzenini ve adaleti tesis edecek nitelikte sonuçlara Türkiye'yi ulaştırır. 
 
Ayrıca yine toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili hakkın hatırlanmasından da memnun olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
 
 
Geçtiğimiz hafta, uzun süre sonra Cumartesi Anneleri’nin eylemine bir müdahale yapılmadı ve evlatlarını kaybetmiş aileler Galatasaray Meydanında toplanabildiler.
 
Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkının iktidar tarafından keyfi bir şekilde engellenmesinin son bulmasını temenni ediyorum. 
 
Sadece Cumartesi anneleri değil, engellenen, izin verilmeyen ve anayasal hak olan toplantı ve yürüyüş hakkını kullanılması bugüne kadar engellenen tüm gruplarında, tüm hak örgütlerinin de önlerinin açılmasını temenni ediyorum. 
 
İçişleri Bakanlığı ve konuyla ilgili yargı organlarından bir talebimiz daha var. Son haftalarda sosyal medya fenomenleri üzerinden kara para aklama iddiaları, bunların yargı, kamu bürokrasi ve siyaset bağlantılarında yoğun bir şekilde kamuoyunun gündeminde olduğunu biliyoruz. Ve bu konularla ilgili mümkün olan en kısa zamanda kamuoyunun şeffaf ve doyurucu bir şekilde bilgilendirmesini de yine talep ediyoruz. 
 
Yargıdan, hukuktan bahsetmişken değerli basın mensupları, bu geçtiğimiz akşam yaşanan gelişme, yani Hrant Dink'in katili Ogün Samas'ın denetimli serbestlikle beraber serbest bırakılması da yine kamuoyunun gündeminde. 
 
Bakın, 12 Temmuz tarihinde bu yıl henüz meclis yaz tatiline girmeden o günkü bir torba yasaya alelacele bir madde konuluyor. İnfaz yasasıyla ilgili bir madde, torba maddenin 12. yasası.
 
O torba yasaya o madde girince de bizim Mersin milletvekilimiz Mehmet Emin Ekmen hemen kısa bir söz alıyor ve soruyor, ‘bu nedir diyor, bu maddeyi niye koydunuz alelacele torba yasanın içerisine?’
 
Normalde infaz yasası gibi çok önemli konulardan gelip meclis altında önce komisyonlarda tartışılması lazım. 
 
Bu madde kimleri hedefliyor? Bu maddeden kimler istifade edecek? Bu infaz yasası eğer erken tahliyeyi ya da denetimli serbestliği beraberinde getiren bir düzenleme ise hedef kitle nedir? 
 
Bunun hiçbirisi bu meclisin çatısı altında konuşulmuş değil.
 
Adalet komisyonu, tahliye komisyonu olarak bile devreye sokulmamış. 
 
Direkt torba yasasının içerisine 12. madde olarak bu konuyor ve meclisten hiçbir açıklama yapılmadan jet hızıyla geçiriliyor. 
 
Şimdi biz bugün tekrar soruyoruz, ölümcül hastalıkla mücadele eden, yaşı 70'in 80'inin üzerinde olan, binlerce hükümlü ve tutuklu şu anda hapiste iken, bu infaz yasası başka daha kimleri acaba tahliye için vesile olarak kullanılacak? 
 
O gün açıklamadınız, hiç olmazsa bugün açıklayın diyoruz. 
 
Niye açıklamıyorsunuz? Hedefiniz nedir? 
 
Eğer makul, kamu vicdanında kabul görecek bir hedefiniz varsa çıkın açıklayın. Ama hiçbir şey söylemiyorsanız, demek ki bunun arkasında başka niyetler var.
 
Yok, başka niyetimiz yok. İyi niyetli bir şeyse çıkın açıklayın ya. 
 
Deyin ki, bu yasa kapsamında, ‘bu 12. Torba Yasa'nın 12. maddesi kapsamında şu şu şu hükümler, şu şu şu tutuklular, şu şartlarda infaz kolaylıklarından yararlanacak’ diye çıkın açıklayın da hep beraber bilelim. 
 
12 Temmuz'da bir madde geçiriyorlar. Geliyoruz Kasım ayına, o madde çalışıyor ve kamuoyunu yıllarca meşgul eden ve hala karanlık yönleri olan bir cinayetin suçlusu, hükümlüsü bir anda denetimli serbestlikle tahliye ediliyor. 
 
Hukuk, adalet... Bunlar olmadan olmaz. Bunlar olmadan siz ne bu ülkede kamu vicdanını rahatlatabilirsiniz ne de gerçek anlamda insan hak ve özgürlüklerini yaşatabilirsiniz. 
 
Defalarca da söylüyorum, bu ekonomik krizi de asla ama asla çözemezsiniz. 
 
Değerli Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, 
 
Haftalardır KYK yurtlarındaki vakalar bizleri, aileleri, gençleri korkutuyor.
 
Biliyorsunuz peş peşe yaşanan asansör kazalarından sonra, şimdi de yurtlardaki yemeklerle ilgili sorunları görüyoruz, duyuyoruz. 
 
Birkaç gün evvel Isparta'da 90 öğrenci yurtta yediği yemekten zehirlendi. Bakın bunlar münferit olaylar sayılmaz, sayılamaz. 
 
Büyük bir ihmaller zincirinin olduğu ve burada ciddi bir yönetim zafiyeti olduğunu bize bu gösteriyor. 
 
Yönetim biliminde bu böyledir. Bakarsın semptomlar oluşur. Orada burada demek ki burada bir kötü yönetim var. Burada bir ihmal var. 
 
Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil. 
 
Ve KYK yurtlarında kalan kimler? Kendi yaşadıkları şehirde, evde, üniversiteye girmedikleri için ya da başka bir şehirde üniversiteyi okumak istedikleri için ve ailelerin de maddi durumları yeterli olmadığı için devlet yurdunda kalan öğrenciler değil mi? 
 
Bir bakıma ailelerin devlete emanet ettiği gençler bunlar. Kendilerini devletin imkanlarına emanet eden gençler bunlar. Tam da devlete emanet edilmiş gençlerimizin burada hayatı, canı söz konusu. 
 
Dolayısıyla acilen tedbir bekliyoruz. Derhal ama derhal iktidarı bu konuda sorumluluk almaya davet ediyoruz. 
 
Bir başka hayat meselesine değinmek istiyorum şimdi. 
 
Geçtiğimiz hafta meclisten yine jet hızıyla bir yasa geçti. Komisyonlara gelmesiyle çıkması bir oldu, genel kurula gelmesiyle çıkması bir oldu. 
 
Kentsel Dönüşüm Kanunu'ndan bahsediyorum. 
 
Yine bu kanun hazırlanırken depremin yaralarının sarılması ve depremden mağdur olan vatandaşlarımızın sorunlarının bir an önce çözüme kavuşturulmasını beklerken baktık ki burada inşaat var. 
 
Hemen bir rant gözlüğünü takalım bakalım. 
 
Yasada özellikle inşaat deyince rant gözüyle bakanlara çok geniş bir alan açılmış oldu. 
 
Bu yasayla iktidar depremin yaralarını sarmak için arazi satılacağını ve yeni rant projeleri yükselteceğini beyan etti. 
 
Şimdi arkadaşlarımız bir kanun teklifi hazırlıyor. Bu kanun teklifi hükümet için bir samimiyet testi olacak. Tekirdağ Milletvekilimiz Cem Avşar'ın yaptığı çalışmada şunu önereceğiz.
 
Rezerv alan ilan edilebilecek yerlerin depreme karşı dirençli olmayan yapı stoku ile ilgili sınırlandırılmasını teklif edeceğiz. 
 
Diyeceğiz ki eğer samimiyseniz hazır bu depremden istifade edip depremin üzerine milyarlarca dolarlık bir rant mekanizması kurma niyetiniz yoksa gelin bizim bu teklifimize destek verin. 
 
Yok eğer bu teklifimize destek vermiyorsanız biliyoruz ki burada derdiniz rant. Ama gözlerimiz üzerlerinizde olacak. 
 
81 ilde 922 ilçede gözümüz bu projelerin üzerinde olacak. 
 
Yapılan yanlışları oluşacak rantta tek tek tek tek ilan edeceğiz. 
 
İyi niyetse depreme karşı hazırlıksa deprem sonrası yaraları sarmaksa evet. Ama haksız, hukuksuz, adaletsiz, kayıt dışı rant oluşturmaksa hayır.
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Netanyahu hükümeti ve savaş kabinesi tam 40 gündür, her gün, Gazze’de insanlık suçu işlemekte. 
 
Hastaneler, okullar, ibadethaneler, sivillerin yoğun bir şekilde bulunduğu mahalleler, sivillerden oluşan kendi zorlarıyla kaçan, yer değiştiren insanların oluşturduğu konvoylar her gün bombalanıyor. 
 
Yaklaşık 12.000 sivil bugüne kadar hayatını kaybetti. Çocuk, kadın acımasızca katledildi. 
 
Gazze'de yaşayan toplam 2 milyon 300 bin kişinin 1 milyon 700 bini şu anda yerinden, yurdundan edilmiş durumda. Kendi evini terk etmiş durumda. 
 
Bakın sadece kuzey değil, kuzeyden güneye doğru nüfus bombalanarak zorla yer değiştiriliyor. Ama güneydekiler de daha güneye ve Mısır sınırına doğru, refah kapısına doğru tahliyeye zorlanıyor.
 
2 milyon 300 bin kişiden 1 milyon 700 bini kendi vatanında, kendi toprağında göçebe olmuş durumda. 
 
Gazze adım adım işgal edilirken her gün çocuklar ölüyor, her gün kadınlar ölüyor. 
 
Uluslararası hukuk her gün ihlal edilirken ABD ve pek çok Avrupa ülkesinin hükümeti yapılanlara açık destek veriyor. 
 
İşte son Birleşmiş Milletler Genel Kurul Oylamasında gördük. 121 ülke zulme hayır dedi ama ekonomisi, hali vakti, askeri gücü yüksek olan, ağırlıklı olarak bu ülkelerden oluşan ülkelerde zulme, kıyıma, etnik temizliğe devam için oy kullandı.
 
Bunlar, bu ülkeler açık söylüyorum suça ortak oluyorlar, zulme ortak oluyorlar.
 
Gazze'de arkadaşlar sadece insanlar ölmüyor. Gazze'de insaf ölüyor. Gazze'de vicdan ölüyor. Gazze'de insanlık ölüyor. Gazze'de uluslararası hukuka dayanan dünya düzeni ölüyor. 
 
Ben şimdi o ülkeleri yönetenlere soruyorum. 
 
Sizin derdiniz nedir? Sizin korktuğunuz bir şey mi var? Sizi acaba neyle korkutuyorlar, neyle etki altına alıyorlar ki böylesine insafsız bir tutumun, savaş suçunun, insanlık suçunun ortağı oluyorsunuz? 
 
Biz biliyoruz ki o ülkenin halkları böyle düşünmüyor. O ülkenin halklarının insandan yana, hayattan yana tutum aldığını da biliyoruz.
 
Ama yönetenler bir şekilde etki altında. Yönetenler bir şekilde korkutuluyor. Yönetenler bir şekilde güçten, paradan, yana tutum alıyor. 
 
İsrail hükümetinin her gün işlediği cinayetler karşısında bu ülkeleri yönetenlerin bu kadar aciz olması, bu kadar zafiyet içine düşmesinin sebebi nedir? Bunu hep beraber sorgulamamız lazım.
 
Ukrayna'ya karşı yapılanlarının karşısında dururken Filistinlilere yapılanlara karşı nasıl böyle bir destek tutumu alabiliyorsunuz diye sormak lazım onlara. 
 
Dünyanın güneyi vicdanının sesini dinleyip Filistinli kardeşlerimizin yanında dururken bu ülkeler nasıl olup da insanlığını unutuyor, nasıl olup da bu etnik temizliğe destek veriyorlar? Gerçekten hayretler verici bir tablo. 
 
Ama tarih olanların hepsini kaydediyor. Bu ülkeleri yönetenler aradan onlarca yıl geçse de bu ayıplarının, bu utançlarının altından kalkamayacaklar. 
 
Bilsinler ki bugün olanları unutmayacağız, unutturmayacağız. Hep onların yüzlerine vuracağız. 
 
Evet, onlar insanlık suçunun ortaklarıdır. Onlar İsrail hükümetinin işlediği savaş suçlarının ortaklarıdır. 
 
Değerli Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, 
 
Sözlerimin sonuna gelirken birkaç küçük hatırlatma ve açıklama da yapmak istiyorum. 
 
Bizim biliyorsunuz DEVA Partisi olarak ikinci olağan kongre sürecimiz başlamış durumda ve Türkiye genelinde ilçe kongrelerimiz başladı. Hemen hemen her gün Türkiye'nin farklı yerlerinde, farklı ilçelerde kongrelerimiz gerçekleşiyor. 
 
Bir yandan da 31 Mart yerel seçimleriyle ilgili hazırlıklarımız büyük bir hızla devam ediyor. 
 
Biz bugün öğleden sonra komisyon toplantılarımızı gerçekleştirmeye başlıyoruz. Bölge komisyonlarımız ve üst komisyonlarımız ilk defa bugün şehirlerdeki tabloyu ve gelen adaylarla ilgili önerileri değerlendirmeye başlıyor. 
 
Tabi bu bugüne kadar bizim teşkilatlarımızın içinden gelen önerilere dönük bir çalışma ama partimiz de aday adaylığı ve nihai adaylıkla ilgili süreci de önümüzdeki pazartesi günden itibaren resmen başlatıyor. 
 
Biz bir iç değerlendirme sürecini bugüne kadar çalıştırdık. Bütün il ve ilçe başkanlarımıza dedik. Ne düşünüyorsunuz? Var mı adaylarınız? Bize önerileceğiniz isimler var mı? Bunları bir çalışın dedik. 
 
Komisyonlarımız gitti. Yerinde tespitler yaptılar. Ve bugün öğleden sonra bu komisyon toplantılarına başlıyoruz. Önümüzdeki hafta devam ediyoruz ve ilk tur açıklayacağımız adaylarla ilgili bir çalışmayı yapıyoruz. 
 
Evet, adaylık müracaatlarımız resmi olarak pazartesi günü başlıyor. Ve 29 Aralık Cuma günü saat 17:00'de sona eriyor. 
 
Ve bu takvim içerisinde özellikle kadın adaylarımızın mümkün olduğunca çok olmasıyla ilgili de özel bir gayret, özel bir çabamız var. 
 
Başta Kadın Politikaları Başkanımız Elif Esen Hanım olmak üzere, Kadın Çalışmaları Koordinatörümüz Bahar Kayserili olmak üzere partimizdeki kadın erkek ayırmadan bütün arkadaşlarımızın çabası bu seçimlerde mümkün olan en fazla sayıda kadın adayla yerel seçimlere gitmek. 
 
Buradan tüm Türkiye'ye, tüm kadınlara çağrım; Gelin hep beraber elimizi taşın altına koyalım. Gelin siyasette var olalım çünkü bu ülkenin sorunlarını çözmenin yolu meşru demokratik siyasettir.
 
Başkaları kayıt dışı işlerle uğraşıyor olabilir. Başkaları yargıya nüfuz edip yargıyı siyasallaştırarak ülkenin yönetimini ele geçirmeye çalışıyor olabilir. 
 
Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa başvurarak bu ülkede iktidar olmaya çalışıyor olabilir. 
 
Bizim yolumuz açık, kafamız çok net. 
 
Biz bu ülkenin sorunlarını meşru demokratik siyaset yoluyla çözmeye talibiz.
 
Attığımız her bir adım meşrudur.
 
Bu meşru demokratik siyaset çalışmamızda da çok daha fazla sayıda kadının yer almasını, elini taşın altına koymasını arzu ediyoruz. 
 
Ama elini taşın altına koy deyip de yalnız bırakmak yok. 
 
Hep beraber bu yolda olan, bu yola başını koyan kadın adaylarımızın arkasında olacağız. Hep beraber onlara sahip çıkacağız, destekleyeceğiz ki Türkiye genelinde mümkün olan en fazla sayıda belediye başkanı ve meclis üyesi DEVA’lı olacak ve kadın olacak. 
 
Erkekler alınmasın. Tabii ki erkekler de partimizin çok çok önemli değeri ama arkadaşlar mesele siyasetse kadınların siyasette varlığı ve daha güçlü olması özel çaba gerektiriyor özel destek gerektiriyor. 
 
Pozitif ayrımcılık kelimesi biraz eskidi ama bunu yapmamız gerekiyor. 
 
Ben tekrar hem ikinci olağan kongre sürecimizin hem de 31 Mart yerel seçimlerinin partimiz için ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.
 
Sözlerime son veriyorum. 
2 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 4. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

TBMM 4. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşma Metni


Kıymetli basın mensupları, Değerli arkadaşlar,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum ve TBMM çatı altında yapmış olduğumuz Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Bu hafta şahsen tanıdığım, sevdiğim iki kıymetli ismi kaybettik.

Ekonomi basınının duayen isimlerinden Osman Arolat evvelsi gün hayatını kaybetti.

Köşe yazılarıyla, yorumlarıyla ekonomik gelişmelere tercüman olan ve yurdun dört bir tarafından izlene önemli bir köşe yazarıydı, yorumcuydu. Osman Arolat’a Allah’tan rahmet, sevenlerine, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

Dün ise değerli anayasa hukuku hocamız Ergun Özbudun’u kaybettik.

Katılımcı, çoğulcu ve demokratik bir hukuk devleti için ömrünü adamış olan Ergun Özbudun’da rahmetle anmak istiyorum.

Sevenlerine, ailesine baş sağlığı diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz hafta Cumhuriyetimizin 100. Yılıyla ilgili anma ve kutlama çalışmalarına DEVA Partisi olarak yoğun bir şekilde başladık. Ve bir hafta boyunca çok farklı etkilinler yaptık.

Hatay’da, deprem bölgesinden Cumhuriyetimizin yeni yüzyılını tartıştık.

Anıtkabir’deki ziyaretimizde ve nihayetinde 29 Ekim sabahı paylaştığımız kısa bir anma filmiyle kutlama çalışmalarımızı, anma çalışmalarımızı gerçekleştirmiş olduk.

Ve diyoruz ki; “Birlikte, Yüz Yüze, Nice Yüzlere”. Birimizin yüzüne bakarak, birbirimize sırtını dönerek değil, birbirimizin yüzüne bakarak “Nice yüz yıllara.” Diyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçen haftadan bu yana ülkemizde çok ciddi bir hukuk ihlali yaşanıyor.

Bir gazeteci arkadaşımızın tabiriyle, “Anayasal düzene karşı bir darbe” gerçekleşmiş durumda.

Bakın, darbe teşebbüsü demiyorum; “Anayasal düzene karşı darbenin kendisi” diyorum.

Bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesi, Can Atalay hakkında ihlal kararı verdi.

Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarına herkes uymakla, kararının gereğini yerine getirmekle yükümlüdür.

Birilerinin keyfine göre, siyasi hesaplarına göre bu kararları eğip bükemezsiniz.

“Canım isterse uygularım, istemezse uygulamam” diyemezsiniz.

Ve AYM’nin verdiği karar rağmen Can Atalay hala hapiste.

Bunlar gerçekten hukuksuzluğu bir adet haline getirdiler.

Biz, bu hukuksuzluğu reddediyoruz.

Demokratik bir hukuk devletinde seçimler tabii ki önemlidir ama hukuk da en az seçim sonuçları kadar önemlidir.

Biz hukuk devletinde hiç kimse, “Ben %52’yi alıp cebime koydum, hukuk falan tanımam.” Diyemez diyoruz.

Hiç kimse “Halk beni seçti, kafama eseni yaparım.” Diyemez diyoruz.

O zaman o devlet, hukuk devleti olmaz.

Demokrasi tabii ki seçimlerin olduğu bir yönetim sistemidir ama demokrasi hukukla bir anlam kazanır. Hukukun olmadığı bir demokrasi ancak kaos getirir.

Hukukun olmadığı bir demokrasi, seçilenlerin keyfine göre yönetmesi demektir, vurdumduymazlık demektir.

Hukukun olmadığı bir demokrasi, adaletsizlik demektir, yoksulluk demektir, yolsuzluk demektir ve dünyada itibarsızlık demektir.

Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bu süreçte dahil olan herkesin derhal hukuk gereğini yerine getirmeye, derhal hukuk devletinin gereğini yerine davet ediyorum ve Can Atalay’ın Meclis çatısı altındaki hakketmiş olduğu yerini bir saat dahi kaybetmeden almasını talep ediyorum.

*****

Yine çok önemli bir başka hususa değinmek istiyorum:

Geçtiğimiz haftalarda yine Meclis çatısı altında dillendirdiğim bir konu…

İstanbul Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı’nın HSK’ya yargıdaki yolsuzluklar, hukuksuzluklar ve çürüme ile ilgili başvurusundan yine söz etmek istiyorum.

Biliyorsunuz bu konu basına düşeli haftalar oldu. Ama o günden bugüne herhangi bir adımın, ciddi bir adımın atılmadığını görüyoruz.

Çete liderlerinin tahliyesinden tutun da parayla yargı kararlarının alınmasına varana dek… Neler neler… Ve bunun o adliye çatısındaki en üst sorumluluk sahibi olan bir kişi kendi çatısı altındaki yargı mensuplarıyla ilgili bu iddialarda bulunuyor ve maalesef ciddi bir hareket yok. O onu yaptı, bu bunu yaptı… Fakat geçen gün yine haberle düşen gelişmelerden görüyoruz ki bu iş ciddiye alınmış değil. Yine kulaklarının üzerine yatma söz konusu.

Üstelik, bu konuda bir haber yapan gazeteci Tolga Şardan da dün tutuklandı.

Kendi ifadesiyle; Tolga Şardan gazeteci, gazetecilik yaptı, o kadar.

Böyle bir konuda, böylesi önemli bir konuda yer yerinden oynaması gerekirken, bu konuyu farklı cephelerden haber yapan, farklı açılardan gündemde tutmaya çalışan bir gazeteciye yapılan haksızlıktır.

Değerli arkadaşlar;

Hukuk olmadan bu ülkedeki hiçbir sorun çözülemez, çözülmez.

Yargı, adaleti tesis etmek yerine, “haksızlık merkezi” olursa bu ülkede iyiye giden tek bir şey kalmaz.

Buradan bir kez daha İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısının iddialarının hızlıca, detaylı bir şekilde, kapsamlı bir şekilde soruşturulması için talepte ve çağrıda bulunuyorum.

Bu konuyu örtbas etmeyin. Sakın ha örtbas etmeyin!

Biz bunun takipçisi olacağız. Hükümet gündemden düşürmeye çalışsa da biz gündemde tutmaya devam edeceğiz.

*****

Değerli Basın Mensupları,

Ülkemizde hukuksuzluk diz boyu iken hala bazıları mevcut ekonomik krizi çözmenin hayalini görüyor.

Defalarca söyledim, tekrar ediyorum:

Hukuk olmadan, ekonomi olmaz!

Hukuk olmadan, ekonomi olmaz!

Hukuk olmadan, ekonomi olmaz! Nokta!

Hazine, Merkez Bankası, diğer kurumlar ne yaparsa yapsın, fayda etmez.

İşte görüyorsunuz, ekonomi yönetimi tam 5 aydır havanda su dövüyor. 5 aydır ne oldu Türkiye'de? 5 ayda ekonomide hangi olumlu gelişme sağlandı.

Enflasyon arttı mı? Arttı. Faizler arttı mı? Arttı. Yoksulluk daha da yaygınlaştı mı? Yaygınlaştı.

Arkadaşlar, inanın aklım almıyor.

İçinde bulunduğumuz bu ekonomik krizi çözmenin yollarını, neler yapılması gerektiğini her gün anlatıyorum. Ansiklopediler hazırladık nerdeyse, seçimden sonra herke gönderdik. Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı yardımcısına, bakanlara… Dedik ki; Çözüm şurada alın biraz okuyun. İstiyorsanız bu işin uzmanlarını gönderelim ders versinler. Çünkü derse ihtiyacınız var biliyoruz.

Fakat maalesef olumlu bir ilerleme görmüyoruz.

İşte daha yeni açıklanan karar.

Milyonlarca gencimizi ilgilendiren KYK kredileri ve burslarıyla ilgili alınan karar hükûmetin bu ülkenin gerçeklerinden habersiz olduğunu gösteriyor, bu ülkenin gençlerimden bir haber olduğunu gösteriyor.

1.250 liralık aylık KYK bursu kredisi çıkmış 2.000 liraya. Ne zaman? Artış yıl başında. Yüzde kaç? %60.

Bu ülkede mutfak enflasyonun resmi rakamlara göre dahi %85 olduğunu siz bilmiyor musunuz? Öğrencilerin en önemli harcama kaleminin gıda olduğunu bilmiyor musunuz? Kiraların bu ülkede son bir yılda ortalama enflasyonun da çok üstünde arttığını siz bilmiyor musunuz? Gıda ve barına temel ihtiyaç arkadaşlar.

Bağımsız araştırmaların gösterdiği enflasyon %130. Bütün bu rakamlar ortadayken gençlerin burslarına kredilerine yapılan artış %60. O da 2 ay önceden açıklanıyor. 1 Ocak’tan sonra geçerli, aslında 2 ay boyunca bu rakam erimeye devam edecek. Bugün 2 bin TL dediğiniz satın alma gücü yıl başında muhtemelen 1800 liraya, 1825 liraya inecek.

Buradan hükümete çağrı yapıyoruz; Sadece dar gelirlileri sıkarak bu ekonomi sorunu çözemezsiniz.

Akıl dışı, bilim dışı politikalardan dönülecek diye beklerken, Merkez Bankası hâlâ arka kapıdan döviz satışına devam ediyor.

Niçin şeffaf olmuyorsunuz? 5 ay oldu. Rasyonel politikalara geri dönüş bu mu? Şeffaflık bu mu?

Kamuda israf bitecek derken, hâlâ krizin faturası vatandaşa kesiliyor ve israf tam gaz devam ediyor.

Siz ekonomi yönetiminde birkaç isim değiştirip, Merkez Bankası’nın politika faizini artırarak enflasyonla mücadele edemezsiniz.

Topyekûnû ve kararlı politikalar uygulamadan bu ülkedeki enflasyon sorununu çözemezsiniz.

Hele hele havuzdaki delikten KKM’ye, faize yüz milyarlarca lira her ay akarken, bütçe dengesini bulamazsınız. Enflasyonu düşüremezsiniz.

Bu delikler kapanmadan, ülkeyi vergilerle, zamlarla iyice sıkıp suyunu çıkarmak, insaf değildir, ekonomi yönetimi değildir.

Yargı kararları parayla satılırken, AYM ve AİHM kararları uygulanmazken bu ülkedeki ekonomi sorunları ÇÖ-ZE-MEZ-Sİ-NİZ.

*****

Bu arada, hukuk ve kural tanımazlığın yeni bir örneğine daha şahit olduk.

Kısa bir süre önce görevinden ayrılan BDDK Başkanı, baktık ki bir bankanın genel müdürü olmuş. Bankacılık kanununda çok açık hüküm var, ben plan bütçe komisyonundan geçirdim o yasayı. Burada genel kurulda oylandı, yürürlüğe girdi. Diyor ki; “BDDK Başkanı, Kurul Üyeleri görevlerinden ayrıldıktan itibaren 2 yıl boyunca denetledikleri kurumlarda görev alamaz” diyor. “Bu hükme uymayanla ilgili hapis cezası” diye ayrıca madde var kanunda. Tuttular, bu kanun hiç yokmuş gibi eski BDDK Başkanı’nı bir bankanın genel müdürü yaptılar. İnanılır gibi değil, inanılır gibi değil!

Değerli arkadaşlar bakın, Anayasa mahkemesi kararlarına uymamak, kanunlara uymamak aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni yok saymaktır. Niye biliyor musunuz?

Çünkü Meclis yasa koyucudur. Meclis’in en önemli varlık sebebi, hukuk normlarının inşasıdır. ‘Yasama organı’ adı üstünde. Yasa koyucu, norm koyucu. Aynı zamanda Meclis bir denetim organıdır. Komisyonlarıyla, soru önergesi sistemiyle, Sayıştay Meclis adına denetim yapar.

Eğer siz yasalara uymayacaksanız, bu anayasaya uymayacaksınız Meclis niye var?

Ben buradan 600 milletvekiline ve Meclis Başkanına sormak istiyorum. Meclis niye var? Bu Meclis’in gece gündüz çalışıp komisyonlarda, genel kurulda görüşüp kabul ettiği yasalar nihayetinde uygulanmayacaksa bu Meclis niye var? Ben burada başta Meclis Başkanı olmak üzere tüm milletvekillerinin Meclis’in onuruna sahip çıkmasını bekliyorum. Bu, yasama organının onurudur. Çalış, et, yasa çıkar; hükümet, ‘Aklıma eser uymam, uymuyorum, Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamıyorum’ diyor.

Hadi siz hukuk normlarını böylesine elinizin tersiyle itiyorsunuz ama bu Meclis’e karşı en büyük saygısızlıktır, meclisin varlık sebebini ortadan kaldırmaktır. Çok ciddi bir meseleden bahsediyorum burada. Yasama organının varlık sebebini ortadan kaldıran adımlardır bunlar. Ve öyle ‘Ya bir yasaya uyulmamış ne olacak?’ diyemeyiz. Getirin buraya, yasayı değiştirin, ‘BDDK yöneticileri görev alabilir’ deyin. Önce bir yasayı değiştirin, hukuk normunu değiştirin ondan sonra yaptığınız yeni yasa çerçevesinde olsun. Meclis burada hazır, niye getirmiyorsunuz? Çünkü yaptığınız yanlış. Temel evrensel yöneyim ilkelerine aykırı.

Bir kamu görevlisi görevinden hemen ayrılıp, denetlemekle yükümlü olduğu bir kurumda çalışamaz, böyle bir şey yok. BDDK da olsa, başka bir denetleyici/düzenleyici kurum da olsa böyle bir şey yok. Gerçekten çok yazık.

Bakın, bunu hemen yapmak gerekiyor. Eğer Meclis’in onuruna hemen sahip çıkmazsak, yarın çok geç olur. Böyle böyle TBMM’nin altı oyuluyor. İnanın akıl alır gibi değil.

*****

Değerli Basın Mensupları,

Geçtiğimiz hafta ülkemizdeki 3 ayrı öğrenci yurdunda acı kazalar yaşandı.

Aydın Efeler, Sivas ve Ordu Fatsa’da.

Aydın Efeler Kız Öğrencilerinden genç arkadaşımız Zeren Ertaş hayatını kaybetti, 15 öğrenci yaralandı.

Sivas’ta ise yine asansör arızasında öğrenciler mahsur kaldı.

Fatsa’da bir başka asansör kazasında halatlar koptu ve 4 gencimiz hastanede tedavi olmak durumunda kaldı.

Biz son 5 senedir “Barınamayan gençler” sorununu değiniyorduk ama
Şimdi de barınabilen gençlerin de can güvenliği sorunu ortaya çıktı.

Bu kazalar, ihmallerin, hataların sonucu.

Asansörlerle alakalı koyulmuş kurallar var. Bunun bir denetim mekanizması var. Rastlıyorsunuzdur, kırımızı etiket, mavi etiket, yeşil etiket değil mi? Ben şahsen bakarım asansöre binerken bakarım etiketin rengine yeşil mi değil mi? Diye. Maviyse sıkıntılı, kırmızıysa binme demek zaten. Hele hele devletin işlettiği ve devletin denetlemekle yükümlü olduğu binalarda böylesi bir lakaytlık söz konusu olamaz.

Evlerinden ailelerinden uzakta, yurtta kalarak eğitim hayatlarına devam etmeye çalışan gençlerimizin hayatından sorumlu olan devlettir, devleti yönetenlerdir.

KYK yurtlarının can güvenliği ve emniyet açısından derhal incelenmesi gerekir.

Bu sadece asansör meselesi değil, korkuluk demirliklerinden tutunda, cam pervazlarının zeminden yüksekliğine kadar bir sürü kurar var burada ve hepsi insan canıyla alakalı. Derhal bu standartların açıklanması ve bütün yurt binalarının, okulların bu standartlara göre acil denetimi ve gerek kaynak ne ise hemen oralara gönderilmesi lazım. Bunlar öyle para tutan şeyler değil. Bunlar sadece iyi yönetim meselesi. Memleketi düzgün yönetme meselesi. Kaynak meselesi değil bakın. Hele hele can konusuyla kaynaktan bahsetmeye kimsenin yüzü olmaz, olamaz.

Güzeller güzeli Zeren’in babası ne demiş;

“Çocuğumu ilk defa devlete emanet ettim, ama devlet benim çocuğuma 20-25 gün bakamadı. İnşallah bundan sonra hiçbir annenin babanın canı yanmasın” demişti. “Biz yandık başka çocuklar yanmasın” demişti.

Evet Zeren’i kaybettik, telafisi yok. Acının tarifi yok.

Ama başka Zerenler ölmesin diye tedbir almak ülkeyi yönetenlerin elinde şu anda.

*****

Değerli Basın Mensupları,

DEVA Partisi olarak biz bir yandan kongre takvimimizi başlatırken, diğer yandan da önümüzdeki yerel seçimlerle ilgili yoğun bir hazırlık içerisindeyiz.

Ve iki gün önceki Genel Merkez Yönetim Kurulu toplantımızda da aday tespit sürecimizi başlatma kararı aldık. Tüm ülke sathında adaylık için başvuruları almaya başlıyoruz.

Ülkemiz için, demokrasimiz için hayırlı olsun diyorum.

Bu arada, yeni bir kampanya da başlatmış bulunmaktayız:

“Yerelde kadına yer var” adını verdiğimiz bu kampanyanın amacı, yerel seçimlerde daha çok kadının aday olarak listelerde yer alması. Bu özel bir gayret gerektiriyor. Türkiye'de siyasette kadınların işi kolay değil. Erkek egemen bir kültür söz konusu.

Dolayısıyla, siyasette faydalı olabilecek, katkısı olabilecek, bu ülkenin yarınlarına katkı verecek bütün kadınları ben yerel seçimlerle ilgili aday olmaya davet ediyorum.

DEVA Partisi’nin kapısının sonuna kadar kadın adaylara açık olduğunu buradan tekrar ifade etmek istiyorum.

Bu vesileyle şunun da altını çizmek istiyorum:

DEVA Partisi “demokratik hukuk devleti” idealini temsil eden bir siyasi partidir.

Partimiz tam demokratik Türkiye hayalinin partisidir.

Kim ne derse desin, “Efendim dünyada şu yükseliyor, bu yükseliyor” … Biz ideallerimiz için siyasetteyiz. Bu ülkemiz için, 85 milyonun yarınları için, gençlerimiz, çocuklarımız için siyasetteyiz. Ve her zaman doğru bildiğimiz noktada olacağız. Eğilmeyeceğiz, bükülmeyeceğiz. Doğruyu sonuna kadar savunacağız, sonuna kadar doğruların mücadelesini vereceğiz.

En zor şartlarda, söz konusu memleket ise, söz konusu insansa, sağına soluna bakmadan “ben de varım” diyen insanlarla beraber siyaset yapmaya devam edeceğiz.

O nedenle vatandaşlarımızı DEVA’ya bekliyoruz.

Tüm vatandaşlarımızı partimizde siyaset yapmaya, kongrelerimize katılmaya, katkı vermeye, ülkemizin geleceğini beraber inşa etme hareketimize katkı vermeye davet ediyorum.

DEVA Partisi sadece şunun bunun partisi değildir. DEVA Partisi sadece Ali Babacan’ın partisi değildir. DEVA Partisi, tüm Türkiye’nin partisi. Hep beraber sahip çıkacağız.

Biz yok olan umutların yeniden yeşermesi için bir mücadele veriyoruz.

Seçim sonrası ülkede gerçekten bir umutsuzluk var, ülke genelinde bir siyasetten beklentinin azaldığı ve karamsarlığın çoğaldığı döneme girdik. Seçimi kazananlara oy veren vatandaşlarımızın bile büyük çoğunluğunda bu umutsuzluğu görüyoruz.

İşte biz o umutsuzluğa umut olmak için, ülkemizin yarınlarında demokrasi bayrağını, hukuk bayrağını dalgalandırmak için buradayız. Biz yok olan umutların yeniden yeşermesi için büyük bir mücadele vereceğiz ve bu mücadeleyi de 85 milyonla beraber vermek istiyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

İsrail, haksızca, zalimce, insanlık dışı saldırılarına devam ediyor.

Hastaneler, mülteci kampları ve daha nice sivilin yaşadığı bölgeye her gün bombalar yağdırıyor.

Daha acısı, İsrail’in bu vahşetini ABD ve bazı Avrupa ülkeleri açıkça destekliyor. Bu ülkeler kendi ilke ve değerlerinin hilafına bu desteği veriyor. Aynı mesele kendileriyle alakalı olsa, aynı mesele kendilerini daha yakın gördükleri ülkelerle alakası olsa hemen hep beraber ayağa kalkmıyorlar mı?

Ukrayna’nın Rusya tarafından işgaline şiddetle karşı çıkan bu ülkeler değil mi?

Milyarlarca dolar para, silah yardımı yapan bu ülkeler değil mi?

“Ukrayna işgal ediliyorsa, Ukrayna’nın yanında dururuz, Filistin toprakları, Gazze işgal ediliyorsa biz karışmayız. Hatta oradaki insanların şöyle bir nefes alması, insani yardımların ulaşması için dahi silahların kısa bir süre susmasına da ‘hayır’ deriz.”

İnanın bu çifte standarttır. Bakın bu, bu ülkelerin zamanından ortaya koydukları varlık sebeplerine aykırı bir duruştur. Bu ileride o ülkelerinde yaşayacağı büyük travmaların, demokrasi ve hukuk krizlerinin bugünden tohumunu ekmektir. Siz bugün şu ya da bu sebeple, şu ya da bu lobinin etkisiyle kendi içinizdeki bilmene siyasi hangi lobinin basındaki hangi kuruluşların etkisiyle eğer ilkeleri durmazsanız o zaman günü gelir demokrasi, hukuk herkese lazım olur.

Bize gelince,

Hükümet sorunu çözme konusunda tam bir çaresizlik ve acziyet içinde.

“Arabulucu olacağız” dediler, yapmadılar. “Garantör olalım” dediler, kimse dinlemedi bile.

En sonunda, adına “Cumhur İttifakı” mitingi dedikleri, İstanbul’da bir miting yaptılar.

Yahu siz iktidar partisiniz değil mi? Bu ülkeyi yönetin, sorunlarını çözün diye insanlar size yetki vermiş. Vatandaşlarımızı toplayıp siz kimi kime şikâyet ediyorsunuz?

Filistin davası, hepimizin davası değil mi? Siz niye böylesine önemli bir meseleyi, Cumhur İttifakı’nın meselesi haline getirip “Cumhur ittifakı” mitingi diye lanse ediyorsunuz.

Bu ülkede Filistin deyince onlarca yıldır, bu mesele başladı başlayalı iktidar muhalefet hep aynı noktada durmadı mı?

Peki, siz niye şu anda Filistinli kardeşlerimizin kanı üzerinden ayrışma, ayrıştırma yapıyorsunuz. Tamamen istismar arkadaşlar başka bir şey değil.

Niçin bu ülkenin insanlarını ayrı ayrı kamplara bölüyorsunuz, Filistinlilerin kanı üzerinden.

Filistin meselesinde hiçbir iyileşme yokken, son derece heveskar bir şekilde İsrail’le ilişkileri düzelteme gayretine girişen Cumhurbaşkanı’nın kendisi değil miydi? Geçen haftada da uzun uzun anlattım değil mi?

En ufak bir iyileşme yokken, Filistinlilerle alakalı, Filistin sorunuyla alakalı, gitti apar topar ilişkileri düzeltti. Büyükelçiler görevlendirildi.

Seçimden önce, “Biz kaybedersek Gazze düşer, Filistin kaybeder” diyen Cumhurbaşkanın kendisi değil miydi?

İstismar, istismar, istismar!

Gerçekten, çok yazık.

Bir zamanlar, bir kişinin “one minute” demesiyle dünyada ses getiren bir Türkiye vardı. Bir kişi “one minute” dedi bütün dünya bunu konuştu değil mi?

E şimdi siz kendi verdiği sayıya göre şimdi 1,5 milyon insanı topluyorsunuz, 1,5 milyon insan haykırıyor, dünyadan ses gelmiyor. Niye? Çünkü arkadaşlar bu ülkenin itibarını yerle bir etti bunlar.

Bir sarılıp-bir bağırıp bu ülkenin itibarını yüksek tutmak mümkün değildir. Bir sarılıp-bir bağırırsanız bir süre sonra kimse sizi dinlemez, ciddiye almaz, dikkate almaz. İşte dikkate alınmayan, yok sayılan, ne dediğine kulak asılmayan bir yöneyim var şu anda Türkiye'de.

Bakın Gazze’den ilk defa bazı sivillerin çıkmasına izin verilmeye başlandı değil mi? Son 24 saat içerisinde. Yabancı pasaportlular, belli tanımlanan kişiler.

Peki, bu işin müzakeresini hangi ülkeler yaptı? Bir tarafta Amerika-İsrail, Bir tarafta Katar ve Mısır. Hani Türkiye? Hani bizden haberiz yaprak kıpırdamaz diyen Türkiye?

“Ben arabulucu olacağım” diyen Sayın Erdoğan'ı niye kime dikkate almıyor. Siz tutarsız olursanız, her türlü dış politika meselesini iç siyasette istismar aracı olarak kullanırsanız bir süre sonra kimse sizi dinlemez, takmaz, ciddiye almaz. Şu anda Türkiye’nin maalesef içine düştüğü durum budur. Ciddiye alınmamak, dikkate alınmamak.

*****

Değerli arkadaşlar, buradan tekrar ediyorum:

İsrail hükümetinin bugün Filistin’de yaptığı şeyin adı bir etnik temizliktir.

Açıkça, insanlık suçu işlenmektedir. Savaş suçu işlemektedir.

Buna destek olan herkesi, bu ölümlerin suçuna ortaktır.

İsrail Gazze’ye yönelik saldırılarına ve kara operasyonuna derhal son vermelidir.

Derhal ateşkes ilan edilmelidir. Kaç kişinin ölmesi gerekmektedir? Yani ateşkes için hedeflenen ölü sayısı kaçtır? 8 bin 500’ü geçti, 9 bine doğru gidiyor sayı. Kaç kişi ölecek ki siz ateşkes ilana edeceksiniz? Nedir?

Her iki tarafın elinde tuttuğu rehineler serbest bırakılmalıdır.

İnsani yardımlar için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, Refah Sınır Kapısı bir an önce günlük en az 100 kamyonun geçeceği bir insani yardım için açık hala getirilmelidir.

ABD ve Avrupa ülkeleri bugüne kadar ortaya koydukları çifte standarttan vazgeçmeli, hakka, adalete ve uluslararası hukuka uygun hareket etmelidir.

Netenyahu ve İsrail savaş kabinesinin, savaş suçlusu olarak uluslararası yargının önüne çıkarılması için her türlü gayret ortaya koyulmalıdır.

İsrail-Filistin sorununun kalcı çözümü için tekrar tekrar söylüyorum:

İsrail, üç İlâhi din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmelidir.

İsrail bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan, genişletmekten vazgeçmelidir.

Filistin halkı üzerinde uygulanan tecrit, izolasyon son bulmalıdır.

BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, şu an en sağlam uluslararası hukuk dayanağıdır bu kararlar. “Güvenlik Konseyi Kararı” diyoruz. “Altında Amerikan’ında Rusya’nın da imzası olan kararlar” diyoruz.

Bu kararlar çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulmasından başka bir yol yoktur.

İki devletli çözümden başka çözüm yoktur. Açık söylüyorum tek devletli çözüm çözüm değildi. Tek devletli çözüm büyük bir insanlık faciasının on yıllarca devamıdır. Tek devletli çözüm İsrail’in kendisi içinde büyük bir güvenlik kaosudur. Bitmeyecek bir güvenlik kaosudur.

Gazze’nin yeniden imar ve inşası içinde derhal uluslararası fon oluşturulmalı ve gereken yardım ulaştırılmalıdır.

*****

Değerli basın mensupları,

Sözlerime şimdilik burada son veriyorum. Eğer sorusu olan basın mensubu arkadaşımız varsa onların sorularıyla programımıza devam edelim.

Tekrar teşekkür ediyorum, hepinize iyi çalışmalar diliyorum.

 

26 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 3. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

TBMM 3. Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Değerli basın mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarım,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

3 gün sonra Cumhuriyetimizin 100. Yaşını kutlayacağız.

Biz bu hafta, 100. Yaş programımızı başlatmış bulunmaktayız.

Kökümüz tarihin derinliklerinde. Geçmiş medeniyetlerimizden aldığımız güçle ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimizin birikimiyle yarınlara bakıyoruz.

Pazartesi günü Hatay’daydık, bugün öğleden sonra Anıtkabir’i ziyaret edeceğiz.

100.Yıl programımızın ana teması “Birlikte, Yüz Yüze, Nice Yüzlere”.

“Yüz yüze bakalım ki, daha nice yüzlerimiz olsun” diyoruz.

Biraz açayım:

Ülkemiz farklı fikirlerin ötekileştirildiği, farklı mahallelerin birbiriyle konuşmadığı ağır ve sancılı dönemler gördü. Görmeye de devam ediyor.

Türkiye’de herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes en az bir kere mağdur oldu.

Adeta acılarımızda eşitlendik.

Biz DEVA Partisi olarak hep tekrar ettik, bir kere daha söylüyorum:

Artık eski hesaplaşmaları, kavgaların geride bırakılması gerekiyor. Yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi.

Kavgalar, hesaplaşmalar hiçbir sorunumuza çare olmadı.

Geçmiş, doğruları ve yanlışlarıyla, içinden geçtiğimiz ortak bir geçmiş,

Geçmişi değiştiremeyiz. Geçmiş konusunda uzlaşmamızda kolay olmayabilir.

Ama bugünün ve yarının ipleri elimizde.

Yarınları, hepimizin ortak yarını yapabiliriz.

Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarınlara çevirebiliriz.

Mahallelere bölünmüş insanlarımızın arasındaki duvarları yıkabiliriz.

Yıkalım ki yüz yüze bakalım.

Birbirimize sırtımızı dönmeyelim.

Biz DEVA Partisi olarak diyoruz ki:

Yüz yüze bakalım ki, daha nice yüzlerimiz olsun.

Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun.

*****

Değerli Basın Mensupları,

100. Yıl programımız çerçevesinde geçtiğimiz pazartesi günü Hatay’daydım.

Cumhuriyet Bayramı’nı önce Cumhurla birlikte anmak istedim.

Binlerce yıllık kadim geçmişiyle Hatay, bizim köklerimizi ve bir arada yaşama kültürümüzü güçlü bir şekilde temsil ediyor.

Deprem anında ırk, din, mezhep, siyasi görüş ayrımı yapmaksızın birbirinin yardımına koşan Hataylılarla buluştum.

Antakya sokakları gezdim, vatandaşlarımızla dertleştim.

Hem Hatay’ın günlük problemlerini hem de önümüzdeki 100 yılı Hataylı vatandaşlarımızla konuştum. Bütün bu programın bir özetini birkaç parça halinde de sosyal medya hesaplarımızda ayrıca kısa özet videolar olarak paylaşacağız birkaç güne kadar.

Hatay’ın depremden bugüne sorunları bitmiyor.

8 ay tamamlandı, 9. Aya doğru giriyoruz hâlâ çadırlarda yaşayan insanlarımız var. Ve yağmur yağdığında çadırların altı çamur oluyor. Çadırların içerisinden yağmur suları sel olup akıyor.

Çocukların eğitim hayatı düzene girmiş değil. Okul sayısı az ve bu nedenle ders saatleriyle ilgili, ulaşımla ilgili çok ciddi sıkıntılar var.

Antakya’daki vatandaşlarımız, pek çok sağlık hizmeti için 100 km ötedeki Dörtyol’a gitmek zorunda kalıyorlar.

Her konuda belirsizlik var ve plan program yok

Yeni imar planı çıkacak deniliyor, ancak eski imar planına göre inşaat ruhsatları veriliyor. Bizzat gittim yerinde gördüm; bir bakanın temel attığı ve sadece Asi Nehri’nin yatağına 30 metre mesafede kazılmış temeller var.

İnanılır gibi değil. Plan yokken, eski plana göre inşaat ruhsatı veriliyor.

Buradan Hükümete çağrıda bulunuyorum:

Hatay için acilen bir koordinasyon mekanizması kurulmak zorunda. Diğer bütün illerimizin, depremden etkilenen illeriminiz için acilen koordinasyon mekanizmaları kurulmak zorunda. Bunu depremin 3. Günü akşam yine Hatay’dan bütün Türkiye’ye duyurmuştum. Bu sadece Merkezi hükümetin ‘ben her şeyi herkesten iyi bilirim, bildiğimi yaparım. Kimsede bana karışamaz’ tutumuyla çözülebilecek sorun değil.

Merkezi hükümetin, yerel yönetimlerin ve sivil inisiyatifin içinde olduğu koordinasyon mekanizmalarıyla ancak depremle ilgili sorunlar çözülebilecek. Aksi halde, 8 ay bitmiş, 9 aya yaklaşıyoruz ve hala yüz binlerce insan mağdur.

*****

Kıymetli Basın Mensupları,

Geçtiğimiz gün çok acı bir haberle karşılaştım.

Genç bir yazar arkadaşım Oğuzcan Acar, annesiyle beraber cinayete kurban gitmiş…

21 yaşındaki kardeşi de komada, yaşam mücadelesi veriyor.

Oğuzcan’ı da kaybettiğimiz bu cinayet, yine bir kadın cinayeti…

Oğuzcan’ın annesi Züleyha Acar, 3 sene evvel eşinden şiddet nedeniyle boşanmak için yargıya başvurmuş.

Şiddet nedeniyle koruma kararı da çıkmış.

Ama geçtiğimiz akşam Nevzat Acar, eve gelip hem çocuklarına hem eski eşine ateş açmış; ardından da kendisini öldürmüş.

Nevzat Acar’ın önceden de şiddet girişimleri var ancak yeterli tedbirler alınmamış.

Suç bile olmaması gereken fikir suçu iddialarında dahi, anında tutuklamalar yapılırken, kadına şiddette katliamların önü açık tutulması anlaşılır gibi değil.

Çok üzücü. Çok kahredici.

Gencecik yazar arkadaşım Oğuzcan’ı ve annesini maalesef kaybettik. Allah rahmet eylesin.

Kardeşi Nur Seda’ya da buradan acil şifalar diliyorum.

Ülkemizi şiddet sarmalından çıkarmak zorundayız.

Aile içi şiddete de kadına şiddete de sokaktaki şiddete de hep beraber dur demeliyiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün, içinde bulunduğumuz ekonomik tabloya da kısaca değinmek istiyorum.

Ülkemizde şu anda çok derin bir psikolojik bunalım var. Bununda en önemli sebebi yaşanan ekonomik kriz.

İnsanlar gelecek kaygısıyla yaşıyor.

Kendi yerli ve milli paramız o kadar değersizleşti ki, vatandaşlarımız elindekini avucundakini korumak için çare arıyor.

Bilgisi ve ilgisi olmayan binlerce insan, sağdan soldan duyduğu farklı yöntemlerden medet umuyor.

Bunlar hep çaresizlik yüzünden.

Böyle bir ortamda, böyle bir kaos ortamında dolandırıcılık faaliyetleri de fazlasıyla artmış durumda.

Bakın, son bir aydır benim ismimin de karıştırıldığı bazı sahte haberler, uydurma reklamlar vatandaşlarımızın önüne düşüyor. Uydurma söyleşiler var ki bu uydurma söyleşilerin karşı tarafı olan gazeteci arkadaşlarında bu konuda suç duyuruları var.

Biz ne yaptık? Hem bu konular önümüze geldiği anda bir açıklama yaptık “Sakın ha bu haberlere inanmayın” dedik ve arkasından da suç duyurularına başladık.

Ancak ben buradan vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum:

İnternet üzerinde benim veya bir başkasının isminin üzerinden kullanarak, herhangi bir yatırım tavsiyesi reklamı, uydurma haberi karşınıza çıktığında lütfen o linklere tıklamayın.

Tanımadığınız, bilgisine güvenmediğiniz insanlardan gelen bu tür paylaşımları açmayın.

Dolandırıcıların tuzağına düşmeyin.

Kriz zamanlarında ortaya çıkan sahtekarlara aldanmayın. Ve bunu sosyal medyada özellikle finansal okur yazarlığı düşük olan kesimleri hedefleyerek yapıyorlar. Bir haberin gerçek haber mi, yoksa gerçek süsü verilmiş bir fotoğraf olduğunu belki de görüpte anlayamayacak kesimler üzerinden oynayarak bu işi yapıyorlar. Ben buradan tekrar basınımızın önünde ve kamuoyunun önünde huzurunda bu uyarıyı yapmak istiyorum.

*****

Değerli basın mensupları,

İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırılar yoğun bir şekilde devam ediyor.

Gazze’de büyük bir insanlık faciası yaşanıyor.

Bugüne kadar 1400 İsrailli, 6.500’den fazla Filistinli hayatını kaybetti.

Ölen Filistinlilerin yarısı çocuk. Kadınlarla çocukları topladığın zaman, toplam sayısı ölenlerin 3’te 2’nden fazla ediyor.

Geçici bir ateşkes sağlanması konusunda anlaşma sağlanabilmiş değil. Bakın kalışı değil, geçici bir anlaşma. Yani silahlar belli süre sussun, insani yardım ulaşsın konusunda bile bir anlaşma yok.

Pek çok Batı ülkesi Rusya’nın Ukrayna’yı hukuksuz bir şekilde işgaline karşı çıkmıştır ve Ukrayna’ya askeri yardımda finanslar yardıma bulunmuştur.

Şimdi aynı ülkeler, İsrail’in Gazze’yi hukuksuz bir biçimde işgal etmesini desteklemekte, işgal eden tarafa yani İsrail’e, finansal ve askeri destek vermektedir.

Bu tam bir çifte standarttır. Tam bir tutarsızlıktır.

Bakın, daha dün, Beyaz Saray sözcüsü mealen ne demiş:

“ABD ateşkese karşıdır, çünkü ateşkes Hamas’ın yararına olacaktır. İsrail Gazze’yi Hamas’tan temizlerken sivil ölümler kaçınılmazdır”

Başka ne demiş?

“Bu süreç karışık olacak, çirkin olacak ve suçsuz siviller de zarar görecek” demiş.

İnanılır gibi değil.

Yahu arkadaş, savaşlarda sivillerin korunması uluslararası insancıl hukukun temel ilkeleridir. “Ben hedef gözetmeden düşmanı hedef almak için her yeri bombalarım ama düşmanın etrafında da siviller var anlamam, onlarda arada ölürse ölür” böyle bir şey yok.

Bakın, siz şunu diyemezsiniz: “Biz bir terör örgütüyle savaşıyoruz, arada siviller tabi ki ölecek”. Böyle bir şey yok. Uluslararası hukukta böyle bir şey yok.

Bunu demek, “ben uluslararası anlaşmalara uymuyorum”, “uluslararası hukuku tanımıyorum” demektir.

Bu durum 1949 Cenevre Sözleşmelerine, 1977 tarihli ek protokollere aykırıdır. 1998’de imzalanan Roma Statüsüne aykırıdır.

İsrail hükümetinin işlediği insanlık suçlarına ABD tarafından açık destek verilmesi kabul edilemez.

Hiçbir ayrım yapmadan sivillerin üzerine her gün bomba yağdırmak, ardında da en temel insani ihtiyaçların Gazze’ye girmesini kısıtlamak insanlık değildir. Hukuksuzluktur, suçtur.

Şu anda Gazze’ye en temel insani ihtiyaç malzemeleri; Su, gıda, ilaç.

Hastanelerin jeneratörlerinin çalıştıracak yakıt temininde bile çok büyük sorun var.

Bunlar bakın, sadece Gazze’den gelen haberler değil, Birleşmiş Milletler ’in kendi tespitleri ve kendi resmî açıklamalarından da görüyoruz. Tarafsız gözlemcilerinde tespitidir bu.

Hastanelerin bir kısmı tamamen bombalanmış, devre dışı kalmış. Geri kalan hastanelerde de yaralılar, ölümcül hastalar tedavi görememektedir.

Bu savaştan önce Gazze'de yaşayan 2 milyon 200 kişiye, günde 150 kamyonluk bir tedarik söz konusuydu. Yani orada yaşayan 2 milyon 200 kişinin ihtiyacı günlük 150 kamyonluk bir sevkiyatla karşılanıyordu. Abluka altında ya sadece tek bir kapıdan girişler var…

Birlemiş Milletler açıkladı, “günde en az 100 kamyon insani yardım girmezse burada insanlar ölecek” dedi.

İlk gün izin verilen kamyon sayısı 20, ikinci gün 17 kamyon. Yani bu ne demek? “Orada insanlar ölsün bize ne” demek.

Uluslararası kuruluşları ve hükümetleri derhal hukuka davet ediyorum.

Onları insanlığa davet ediyorum.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Sayın Erdoğan’ın İsrail konusundaki tutumuna da kısaca değinmek istiyorum.

Öyle anlaşılıyor ki, arabuluculuk veya garantörlük çabaları sonuç vermeyince, Erdoğan İsrail’e karşı tutumunu sertleştirdi.

Evet, İsrail’in yaptıkları gerçekten en sert tutumu hak ediyor.

Ancak, ben buradan Sayın Erdoğan’a şunu sormak istiyorum:

Siz önce İsrail’le Türkiye’nin ilişkilerini tamamen bozdunuz. Bunun gerekçesi de Filistinli kardeşlerimizin karşı karşıya kaldığı tecrit, onların karşı karşıya kaldığı zulüm. Kutsal mekanlara yapılan her türlü saygısızlık, her türlü provokasyon. Ve yine İsrail’in yerleşke sayılarını çoğaltması ve genişletmeseydi. İlişkilerin bozmanın sebebi, özü bunlardı.

Daha sonra siz tuttunuz, ilişkileri düzeltmek için büyük bir çaba içiresine girdiniz.

Büyükelçi gönderdiniz, Büyükelçi göndermelerini talep ettiniz. Bakın bu ilişkileri düzeltme çabası, Türkiye tarafından geldi. Türkiye, İsrail'in peşinden koştu ilişkileri düzeltmek için.

Bundan tam 36 gün önce, bu tarihten tam 36 gün önce de Sayın Erdoğan gitti New York’ta Netenyahu’nun elini sıktı.

Peki şimdi soruyorum: Siz İsrail’le ilişkileri bozduktan sonra, İsrail hangi adımları attı da ilişkileri düzelttiniz?

İlişkileri bozduktan sonra, Filistinli kardeşlerimizin hayatlarında nasıl bir düzelme oldu da ilişkileri tekrar düzeltme için gayret gösterdiniz.

İsrail'in kutsal mekanlara saygısı ile alakalı hangi düzelme oldu?

Mescidi Aksa'nın hemen hemen her gün taciz edilmesi söz konusu değil miydi?

Yerleşkelerin sayısı çoğalmıyor muydu? Yerleşkeler çoğalmıyor muydu?

Bütün bunlar devam ederken ilişkililer bozmak için gerekçe gösterdiğiniz her şey yerinde dururken ve büyürken niçin tutunuz ilişkileri birdenbire düzeltmeye karar verdiniz? Ben buradan sayın Erdoğan’a soruyorum…

Bozdu, bozmasına gerekçe gösterdiği hiçbir şey düzelmeden gitti ilişkileri düzeltmek için gayret etti. Şimdide büyük bir açığa düştü. Onun “U” dönüşleri, onun manevraları, çabasıyla.

Bakın, bu çok büyük bir tutarsızlıktır, bu ülkemiz için çok büyük bir itibar kaybına sebep olmuştur, bu tutarsızlıklar. Böyle bir sarıl, bir bağır, itibarlı ülkeler bunu yapmaz. Tutarlı bir dış politika çizgisi olur itibarlı ülkelerde.

Ülkemiz adına gerçekten üzülüyorum.

Avrupa Birliği ve Dışişleri Bakanlığı yapmış bir insan olarak bu tabloya gerçekten çok üzülüyorum.

Yazık… çok yazık diyorum.

*****

Değerli basın mensupları,

Bugünkü haftalık değerlendirme toplantımıza katıldığınız için teşekkür ediyorum. Ve soruların varsa toplantının bundan sonraki bölümünü soru-cevapla devam ettirilelim.

Buyurun.

*****

 

19 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 2. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

 
TBMM 2. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
 
Değerli Milletvekillerimiz,
 
Değerli genel merkez kurul üyelerimiz,
 
Değerli basın mensupları,
 
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
 
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Geçtiğimiz hafta sözlerime hemen yanı başımızdaki insanlık dışı olaylarla başlamıştım.
 
Maalesef son bir haftada, geçtiğimiz haftadan bugüne geçirdiğimiz bir hafta yine çok vahim insanlık dışı olaylara sahne oldu. Durum daha da kötüleşti.
 
Filistin-İsrail meselesi gerçek anlamda bir insanlık felaketine dönüştü.
 
7 Ekim’deki Hamas saldırısının üzerinden geçen 12 günde, İsrail, terör saldırısı mazeretini ileri sürerek, orantısız ve hukuksuz bir şekilde askeri güç kullanıyor.
 
Dün Filistin Büyükelçisi Sayın Faed Mustafa ile görüştüm. Heyetimizle birlikte kendisini ziyaret ettik.
 
Kendisine Filistin halkı için taziyelerimizi, üzüntülerimizi, yaralılar için acil şifa dileklerimizi ilettik. 
 
Filistin davasının bizim de davamız olduğunu, kalbimizin Filistinli kardeşlerimizle beraber olduğunu kendisine ifade ettim. 
 
Dışişleri Bakanlığım döneminde ilk ziyaretlerimi Ortadoğu bölgesine yaptığımı ve o ilk ziyaretlerden birinde de Devlet Başkanı Sayın Mahmut Abbas’la iftar buluşmamızı, o dönemdeki barış çabalarımızı ki oldukça iyi sonuç aldığımız barış çabalarını kendisiyle görüştük, hafızalarımızı tazeledik.  
 
Değerli Büyükelçi’den de Gazze’deki son durumla ilgili kıymetli ve güncel bilgiler aldım.  
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Tekrar tekrar söylüyorum: 
 
Dünya Filistin’in sesini duymak zorunda.
 
Bu bir insanlık meselesi.
 
Bu can meselesi, hayat meselesi.
 
Şu anda dundan daha önemli herhangi bir konu gündemimizde olamaz. 
 
12 gündür, sivillerin hedef alındığı çok sayıda saldırı gerçekleştirildi. Hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bini geçti. Bunların yaklaşık 3’te 1’i çocuk. 
 
Sadece salı akşamı yapılan hastane saldırısında hayatını kaybedenlerin sayısı dün açıklanan rakamlara göre 471. 
 
Gazze’ye karşı hava saldırıları dün de kesintisiz olarak devam etti. 
Zannetmeyin ki o hastanedeki patlamadan sonra, o bombalama hadisesinden sonra bir ara verildi, değil. Şu anda fiilen Gazze’ye karşı saldırılar aynen devam ediyor. 
 
Hastane saldırısından saatler önce o bölgede oynayan çocukların görüntülerini izleyen ve o çocukların saldırı sonrası cansız bedenlerini gören hiç bir insan olanlara kayıtsız kalamaz. 
 
Gazze halkı sadece havadan yapılan saldırılarla ölmüyor; temel ihtiyaç maddelerine ulaşamadığı için de hayatını kaybediyor. 
 
21. yüzyılda, milyonlarca insan büyük bir açlıkla, susuzlukla sınanıyor.
 
İlaç, gıda gibi en temel insani malzemeler bugün Gazze'ye ulaşmıyor, ulaştırılamıyor. 
 
Acilen ama acilen Refah Sınır Kapısının açılması gerekiyor. Şu anda Gazze'nin tek nefes kapısı orası. Biliyorsunuz, Gazze denizden de abluka altına alınmış ve yıllardır izolasyon içerisinde, kuşatma içerisinde bir bölge. 
 
Birleşmiş Milletler, Gazze'deki mevcut gıda stoklarının en fazla bir hafta yeteceğini söylüyor.  Yıkım sebebiyle, toptancıdan perakendeciye tedarik zinciri de çalışmıyor, işlemiyor.  
 
2 milyon 200 bin insanın böylesine insafsız bir muameleye maruz bırakılması gerçekten akıl alır gibi değil. 
 
Olanlara sessiz kalmak, bu insanlık suçlarına ortak olmak demek. 
 
Üstelik, Gazze’de elektrik ve su da kesik. 
 
Bu kesintilerin derhal sona ermesi gerekiyor.  
 
Jeneratörlerin yakıt depoları hızla boşalıyor. Akaryakıt sevkiyatı da yapılamıyor. 
 
Dün de söyledim, tekrar ediyorum. Tüm hastaları, diğer ihtiyaçları bir kenara bırakalım, Birleşmiş Milletler Gazze’de 50.000 hamile kadın olduğunu söylüyor.
 
Bu ne demek? Yaklaşık 5.000 kadın önümüzdeki bir ay içerisinde doğum yapacak demek. 
 
Bahsettiğim kesintilerin ve ambargonun devam etmesi, doğmamış çocukların da hamile kadınların da hayatının, canının tehlikede olması demek.  
 
Bu kadar da değil.
 
Bağımsız hak örgütleri İsrail’in fosfor bombası kullanarak savaş suçu işlediğinde söylüyor.  
 
İşlenen tüm savaş suçları bu iddialar mutlaka soruşturulmalı, hak örgütlerinin raporları dikkate alınmalı.
 
Kimse terör saldırılarını bahane etmesin. Savaş hukukuna aykırı davranmak için kimse haddine de değil, hiç kimse kendi yaptıklarına kılıf uydurmasın. 
 
Amerika, Avrupa Birliği; herkes bir karar vermeli:
 
Bu suça ortak olacak mısınız?
 
Buna sessiz kalan bir dünya olamaz. Ben bunu reddediyorum. 
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Bir başka önemli husus ise İsrail’in Gazze'yi işgal için kara operasyonuna hazırlanması…
 
Bu operasyon, milyonlarca insanın evinden, yurdundan olması anlamına gelecek.
 
Bu işgal hazırlığı  “etnik temizlik” tehlikesinin habercisidir.
 
Planlanan işgal uluslararası hukuka uygun değil. Hukuksuzdur. 
 
Kolektif bir cezalandırma, masum insanlara, milyonlara eziyet; akla da vicdana da insanlığa da sığmaz.
 
Böylesi bir operasyona tüm dünya karşı durmalı.
 
Bizim, hep beraber Ortadoğu’yu barış bölgesi yapmamız gerekiyor.
 
Bu, hepimizin büyük sorumluluğumuz.
 
Biz, dünyanın vicdanının sesi olarak bunu başarabiliriz.
 
Bu hususta Dışişleri Bakanlığının girişimlerini kıymetli ve önemli bulduğumu özellikle belirtmek isterim.
 
Türkiye'nin aslında bölgede barış için önemli bir potansiyeli vardır. Barışı sağlama konusunda Türkiye'nin üzerine düşenler vardır. 
 
Ancak, üzülerek izliyorum ki, Türkiye’nin itibarı, Türkiye’nin sözünün gücü eskisi gibi değil.
 
Unutmayalım; bir zamanlar “one-minute” diyerek İsrail’e meydan okuyanlar, sırtlarını Türkiye’nin ekonomik gücüne ve itibarına dayıyorlardı. Böylesine o ses yüksek çıkıyordu. 
 
Saçma sapan, akıl dışı uygulamalarla ekonomimizi mahvettiler.  
 
Kendi içinde, kendi ürettiği sorunlarla cebelleşen bir Türkiye’nin, bölgenin sorunlarını çözme gücü, kabiliyeti de azalıyor doğal olarak. 
 
Buna da çok üzülüyorum. İnanın içim yanıyor. 
 
Türkiye şu anda, tam da bu insanlık faciasında çok daha etkili olabilirdi. Çok daha güçlü bir rol oynayabilirdi ve bu işlenen kıyıma gerçek anlamda ‘dur’ diyebilirdi. Ama maalesef şu anda Türkiye'nin sözünün gücü eskisi kadar yüksek değil. 
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
DEVA Partisi olarak biz bu çatışmanın hakiki bir çözüme kavuşmasının bölgemiz için bir hayat-memat meselesi olduğunu düşünüyoruz. Ve bunu sık sıkta ifade ediyoruz. Unutmayalım, bölgemizdeki pek çok sorunun köküne indiğimizde burada Filistin-İsrail meselesi yatar. 
 
Ve Kök sebepler sona ermedikçe milyonlarca eve ateş düşmeye devam edecek. 
 
Hiçbir savaş sonsuza dek sürmez, süremez. 
 
Her savaş, her toplumun kaybı demektir. Gazze’deki bir hastanenin bombalanması, İsrail’in de kaybetmesi demektir. Aynı zamanda İsrail’in de kaybıdır Gazze’deki milyonların aç kalması.
 
Devam eden savaş; İsrail ve Filistin halklarının topluca, beraberce kaybı demektir. 
 
Ben bir kere daha çözümün altını çizip hatırlatıyorum:
 
İsrail, üç İlâhi din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmedikçe; bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan, genişletmekten vazgeçmedikçe; Filistin halkı üzerinde uygulanan tecrit sona ermedikçe; kalıcı barışın asla sağlanamayacaktır.
 
Biz çözümün BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulması olduğunu söylüyoruz.
 
Tüm dünyayı Filistin-İsrail barışını sağlamak için ortak hareket etmeye davet ediyoruz:
 
Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu meseleyi çatışma çözümü zemininde ele almalıdır.
 
Tam bu noktada, Amerika Birleşik Devletleri’nin şu ana kadar ortaya koyduğu tutumu kınadığımı da belirtmek istiyorum: 
 
ABD, sürecin başından beri, çatışmanın çözümü için değil, taraflardan birinin gücünü tahkim etmesine şu anda yardımcı olmaktadır. 
 
Başkan Biden’ın bölge ziyareti, yaşanan insanlık felaketine de herhangi bir çözüm bulamamıştır. 
 
Dünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında da Amerika Birleşik Devletleri, çatışmalar ara verilmesi ve insani yardım ulaştırılmasıyla ilgili karar tasarısını veto etmiştir. Biliyorsunuz Katar’ın öncülüğüyle Brezilya’nın sunduğu bir tasarıydı bu. Tek bir veto var, ağırlıklı olarak ‘evet’ ama tek bir veto ile bu karar tasarısı kabul edilmemiştir.
 
Savaş suçunun savunması olmaz. On binlerce masumun kanı dökülürken, yüz binlerce bebeğin canı söz konusuyken; kıyım savunulmaz, savunulamaz. 
 
Bakın arkadaşlar, özellikle vurgulamak isterim:
 
Bir devlet, eğer gerçekten hukuk devletiyse, gücünü adaletten alır.
 
Şartlar ne olursa olsun insan haklarını savunan, çifte standartlarla hareket etmeyen ve insandan yana tavır alan ülkeler güçlerini ahlaki meşruiyetten, vicdani meşruiyetten alır.
 
Ahlaken yüksek zeminde hareket eden ülkelerin “sözünün gücü” olur. 
 
”Sözün gücü”, çoğu zaman paranın gücünden de, silahın gücünden de daha büyük bir güçtür. 
 
Bilin ki, bir ülke gücünü sadece silahtan alıyorsa, o ülke ancak zulme ortak olur. 
 
Tekrar ediyorum:
 
Herkes savaş suçlarına güçlü şekilde karşı çıkmalı, insani yardımlar için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Geçtiğimiz hafta ülkemizin gündeminde çok vahim bir hukuk skandalı yaşandı.
 
Biliyorsunuz; her zaman tekrar ettiğim bir husus var:
 
Hukuk olmadan, ülkemizdeki hiçbir mesele çözülmez. Çözülemez. 
 
Aslında olay daha önce olmuş ama bir gazetecinin haberi ile kamuoyuna duyuldu ki; İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın Hakimler ve Savcılar Kurulu’na verdiği dilekçe ile yargı içinde çete ve çetecikler oluştuğuna ve bir rüşvet çarkı bulunduğuna ilişkin bir iddia da bulundu ve şikayet dilekçesi sundu.  
 
Bu ve benzeri iddialar biliyorsunuz, senelerdir kamuoyu gündemine artan oranda geliyor.
 
Yargı içinde farklı grupların kümelendiği, bu grupların çıkar ve menfaat sağladığı, hukuksuzluğu yaygınlaştırdığı uzun süredir ülkemizin gündeminde olan bir konudur.
 
Ancak bu sefer, Türkiye’nin en büyük adliyesinin, İstanbul Anadolu Adliyesinin Başsavcısı tarafından, hem de o kendi o büyük binada kendi çatısı altında çalışan insanlarla ilgili bir başvurusu söz konusu.
 
“Bu, bir çürüme değildir de nedir?” Diye soruyorum
 
“Bu, bir çığlık, bir feryat değildir de nedir?” Diye soruyorum
 
Başsavcı; kendi kurumuyla ilgili bir isyanda, dikkat edin.  
 
Bir başsavcı çürümenin resmini çekiyor ve resmen yazıyla HSK başvuruda bulunuyor. 
 
İsim isim bazı yargı mensuplarından söz ediyor.
 
İsimlerini vererek iş insanı kimliği ile bildiğimiz kişilerin davaları ile ilgili müdahaleden bahsediyor.
 
Sözde gazeteci diyebileceğimiz birinin davasıyla ilgili müdahaleden bahsediyor. İsim isim bunları anlatıyor. Somut iddialar var, böyle genel ifadeler değil. 
 
Bakın, bunların gerçek olup olmamasından öte; bu iddiaların konuşulması, hele hele Anadolu Adliyesinin Başsavcısı tarafından söylenmesi, ülkedeki herkesi ayağa kaldırmalıdır.
 
Hafife alınacak, önemsenmeyecek bir meseleden bahsetmiyoruz, burada.
 
Çete liderlerinin tahliyesi, akçeli işlerle yargı kararlarının alınmasından bahsediyoruz… Bunlar hukuk devletinde olabilir mi? 
 
Böyle iddialar söz konusu iken Türkiye’deki hiçbir meselenin çözülmesini beklemeyin. Çözülmez, çözülemez. 
 
Ekonomik krizden-yıkımdan bahsediyorsak, bu mektubu ciddiye almayan bir yaklaşımla bu ülkenin sorunları çözemezsiniz. Ülkenin ayağa kalkması lazım. “Nedir bunlar?” diye derhal soruşturmalar başlaması gerekiyor. Belki de başlamıştır bilemiyoruz ama niçin bu konu ısrarla gözlerden uzak tutulmaya çalışılıyor? Niçin bir gazetecinin haber yapmasıyla bütün Türkiye bundan haberdar oluyor? Bunların hepsini sorgulamak gerekiyor.
 
Güçlü devlet sağlam hukuk sistemiyle ancak olabilir.
 
Güçlü devlet sağlam adaletle olabilir. 
 
Güçlü devlet her bir bireyin, hukuki güvencesiyle olur.
 
Parayla yargı kararı dağıtılan ülkede ne ekonomi düzelmez, refah da artmaz, huzur da olmaz.  
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Değerli Arkadaşlarım,
 
12. Kalkınma Planı ve 2024 Bütçe Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. 
 
Bu iki dokümanı da Milletvekillerimiz ve politika başkanlıklarımız şu anda derinlemesine inceliyorlar, çalışıyorlar. Değerlendirmelerimizi gerek ilgili komisyonlarda gerek Plan Bütçe Komisyonuna gerek genel kurulda gerekse diğer platformlarda kamuoyu ile paylaşacağız.
 
Bu aşamada şunu belirtmek isterim ki hukukla, kurallarla, planlarla, programlarla kendisini bağlamak istemeyen Sayın Erdoğan’ın işbaşında olduğu bir yönetimden; ülkemizin köklü sorunlarını çözecek, bütüncül, tutarlı, akla ve bilime dayalı bir plan beklemek mümkün değildir.
 
Bilinen doğruları ve herkesin duymak istediği hususları içeren bir plan ve program hazırlansa bile, bunların hayata geçirilmesini beklemek ancak hayal olur. 
 
Çünkü unutmayalım şu anda ülkeyi yöneten zihniyet kendisini kuralla, planla, programla, hukukla bağlamak istemiyor. 
 
Daha yeni açıkladıkları Orta Vadeli Programa baktığımıza piyasalara yön ve güven veremeyen, öngörüleri bir ay içinde geçersiz hale gelen Orta Vadeli Program’dan bahsediyoruz.  
 
Kalkınma Planı biliyorsunuz 5 yıllık, Orta Vadeli Program 3 yıllıktı. Yeni açıklandı ve bakıyoruz pek çok tutarsızlık var.  
 
Son 5 yılda 180 derece geri dönüşlerin, savrulmaların sayısız örneklerini gördük.
 
“Yapacağız” deyip yapılmayanlar, “yapmayacağız” deyip yapılanlar. Seçimden önce farklı bir tutum, seçimden sonra farklı bir uygulama. Bunların hepsini gördük. 
 
2023 için hedeflenen milli gelir, kişi başına gelir ve ihracat hedeflerinin yarısına bile ulaşılamadı. Bunların hepsini gördük. 
 
Yüzde 5’e düşürülmesi öngörülen işsizlik oranı şu anda bunun iki katı seviyesinde dolaşıyor.  Yüzde 5’e düşüreceğiz diye açıkladıkları enflasyon resmi rakamlara göre bile yüzde 70 seviyesinde. Bağımsız rakamlalar enflasyonun yüze 130 civarında olduğunu söylüyor.  
 
Daha önceki vaat ve öngörüleri bu denli sapma gösteren ve yatırımcıya, vatandaşa üç aylık bir perspektif bile sunamayan bir yönetimin 12. Kalkınma Planında 2053 yılına ilişkin vizyon ve hedef koyması beyhude bir iştir.  Kimseyi inandırmazsınız. 
 
Bu yönetim, Türkiye’nin Dünya ekonomileri içindeki sıralamasını “piyasa kurlarıyla hesaplandığında” 2022 yılında 19. Sıraya düşürmüş durumda. Piyasa kurlarıyla hesap ettiğimizde Türkiye ekonomisi şu anda dünyada 19. Sıraya düşmüş durumda. 
 
Şimdi bir algı operasyonu yaparak ve ”satın alma gücü paritesini” kullanarak “Türkiye’yi dünyanın 10. Ekonomisinde birisi yapacağız” diyorlar. 
 
Arkadaş Türkiye zaten şu anda satın alma gücü paritesi hesap ettiğimizde zaten 11. Sırada. Bu mu vizyon yani? “10. Sıraya yükselteceğiz” diyorlar, bu hesabı yaptığınızda zaten 11. Sıradayız şu anda. 
 
Buradan tekrar altını çizmek isterim: Türkiye’yi hukukta, adalette, demokraside, özgürlüklerde dünya sıralamasında en diplere düşüren bir yönetimin, ekonomide Türkiye'yi dünyada şampiyonlar ligine çıkarması mümkün değildir. Mümkün olmayacaktır. Şeffaflıkta, hukukta, adalette dipte, ekonomide şampiyonlar liginde. Yok böyle bir şey. Bunu başarabilen ülkede yok zaten. Ha toprağın altından petrolü, doğalgazı çıkartırsınız bedava bulduğunuzu harcayarak suni refah oluşturursunuz.  Onun haricinde böyle bir şey yok. Türkiye böyle bir ülke değil. 
 
Öte yandan, 2024 bütçesi; memur, emekli, işçi, çiftçi ve sabit gelirlilere hiçbir rahatlama getirmeyen bir bütçe. Bunu rakamlara baktığımızda görüyoruz. 
 
Çalışanların enflasyon karşısında nasıl ezdirildiğini geçen haftaki toplantımızda örnekleriyle açıklamıştım.  Sunulan bütçe de söylediklerimin tam bir teyidi oldu. 
 
Muhalefeti faiz lobisine çalışmakla suçlayan Sayın Erdoğan, 2024 yılı bütçesinde faizler için 1 trilyon 254 milyar lira bir ödenek istiyor Meclis’ten. 1 trilyon 254 milyar, bu seneki faiz ödemesinin nerdeyse iki katı. Aynı bütçede, tarım bütçesi ne kadar? 91 milyar lira arkadaşlar. 
 
Yani faiz bütçesi bizim dönemle mukayese edildiğimizde 25 katı, 2023’ün bütçesiyle 2024’ü mukayese ettiğimizde tam iki kat. Rakamlara bakın; Faiz ödeneği 1 trilyon 254 milyar, tarım 91 milyar liradır. Bütçe bu. 
 
Faiz ödemelerinin içinde; asrın ekonomik felaketi olan Kur Korumalı Mevduat için ödenen ve ödenecek tutarlar yok. Çünkü ne yaptılar biliyorsunuz, seçimden hemen sonra Kur Korumalı Mevduatın kur farkını Merkez Bankası’na ödetmeye başladılar.   Merkez Bankası’nın ne kadar ödediğini ancak Plan ve Bütçe Komisyonunda ancak kerpeten diş söker gibi, Plan ve Bütçe Komisyon üyelerinin Merkez Bankası başkanın sıkıştırması sonucunda kısmet öğrenebildik. Açıklamıyorlar ve bunu para basarak ödüyorlar. 750 milyar TL geçti ve para basarak ödüyorlar. Siz Kur Korumalı Mevduat için rakamları açıklamadan para basın ondan sonra bu ülkede enflasyonu düşürmekten bahsedin. Havanda su dövmek başka bir şey değil. 
 
Bütçeye baktığımızda şunu da görüyoruz:
 
Herkese tasarruf nasihati veren Sayın Erdoğan, unutmayalım vatandaşlarımızdan fedakârlık istiyorlar değil mi?  Fakat Cumhurbaşkanlığı bütçesinde hiçbir fedakârlık görmüyoruz. Günlük 18 milyon lira olan Külliye’nin bütçesinin gelecek yıl günde 34 milyon liraya çıktığını görüyoruz. 
2023’te günlük Külliye’nin masrafı 18 milyon, tabii bu 18 milyon altı sıfır atılmış 18 milyon. Halkımız daha iyi anlasın diye eski parayla 18 trilyon ediyor. Altı sıfırın tam olarak atılamadığı bir ülkedeyiz. 18 milyon deyince küçük bir para gibi gözüküyor ama eski parayla 18 trilyon, günlük 18 trilyon. Gelecek sene, Sayın Erdoğan'ın imzasıyla Meclise sevk edilen 2024’ün bütçesinde günlük 34 trilyonluk günlük bir Külliye harcaması söz konusu. Hani fedakârlık?  
 
Bu hafta bir başka akıl dışı adıma daha şahit olduk. Fahiş fiyatlarla mücadele için Ticaret Bakanlığına 1500 kişi alınıyor. Fahiş fiyatlarla mücadele ordusu kuruyorlar sözüm ona.
 
Kendi elleriyle patlattıkları enflasyonla mücadele ediyoruz diyerek, bizatihi kendisi enflasyonist ve verimsiz olan bir adımı marifetmiş gibi sunuyorlar. Akıl alır gibi değil. 
 
Benim tavsiyem, fahiş fiyatlarla mücadele edecek bu kadrolar, ilk iş olarak vergileri, harçları ve kamu fiyatlarını acımasızca artıran kamu kurumlarıyla önce mücadele etsinler.
 
Bu zamların bizzat talimatını kim veriyor? Bu vergi artışlarının talimatını kim veriyor? Vergi artışları Resmi Gazete de yayınlanırken o artışların altına kim imza atıyor? Sayın Erdoğan imza atmıyor mu? Bizzat Sayın Erdoğan'ın imzasıyla bu vergi artışları yapılmıyor mu? 
 
Siz Merkez Bankasına akıl dışı talimatlar verin, Kur Korumalı Mevduatı diye bir icat çıkartın, bunun için para basın enflasyonu patlatın, ondan sonra da enflasyonun suçlusu başkasıymış gibi “1500 kişiyi işe alıyoruz bunlar enflasyonla mücadele edecek” deyin. Kimi kandırıyorsunuz? İnanın akıl alır gibi değil.
 
Siz bu ülkede rekabeti iyi çalıştırın, maliyetleri düşürecek adım atın bakın enflasyon nasıl düşüyor o zaman görün. Bilmiyorsanız, beceremiyorsanız anlatıyoruz nasıl olacağını. Geçen hafta anlattım tarımla ilgili örnekler verdim. Hepsi de hazır, açın okuyun.  
 
Hiç kimse enflasyonun suçlusunu başka yerde aramasın. Türkiye’de enflasyonu da faizi de döviz kurunu da patlatan Sayın Erdoğan’ın kendisidir. Başkası değildir. 
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
 
Sözlerime son verirken bugünkü toplantımıza iştirak ettiğiniz için, takip ettiğiniz için tekrar teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Eğer sorunuz varsa, sorusu olan basın mensubu arkadaşlarımız varsa onların sorularına cevap vermeye çalışayım. 
 
Buyurun.
 
 
 
 
 
18 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Filistin Devleti Büyükelçiliği Önü Basın Açıklaması


Ali Babacan Filistin Devleti Büyükelçiliği Önü Basın Açıklaması

Çok değerli basın mensupları,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Bölgemizde 10 gündür gerçekten büyük bir insanlık faciası yaşanıyor.

Bugün Filistin Devleti’nin Ankara Büyükelçisi Sayın Faed Mustafa'yı heyetimizle beraber yerinde ziyaret ettik. Kendisinden Gazze'deki son durumla ilgili çok kıymetli bilgiler aldık.

Ben bu vasiliyle tekrar Gazze’de hayatını kaybeden tüm Filistinli kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifa diliyorum

Filistin halkıyla bizim halkımız arasında 500 yıllık bir beraber yaşama tecrübesi vardır. Filistin Davası bizim davamızdır. Türkiye her zaman Filistin davasını çok yakın takip etmiştir.

Hangi hükümet olursa olsun, iktidar, muhalefet ayrımı olmadan Türkiye her dönemde Filistin davasına sahip çıkmıştır

Filistin davası evrensel bir adalet ve vicdan meselesidir. Haklı ve meşru davalarında tüm dünyada sembolü haline gelmiştir. Birleşmiş Milletler kararları ile uluslararası hukuki meşruiyeti olan bir davadır, bu dava.

Biz Filistin halkının ve Filistinli kardeşlerimizin yanındayız.

Dünkü Ahli Arab Hastanesi’ne yapılan saldırıda 500’den fazla insan hayatını kaybetti. Muhtemelen yarısı çocuk, sayılar daha tam değil. O enkazın altında gerçekten kaç can vardı tam bilemiyoruz. Bugüne kadar hayatını kaybeden sivillerin sayısı 3.000’i geçti. Çocukların sayısı bin civarında. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum

Şunu açıkça ifade etmek istiyorum; Hedefleyerek, bilerek sivilleri, hastaneleri, okulları vurmak, bombalamak bir savaş suçudur bir insanlık suçudur

Af Örgütü İsrail'in beyaz fosfor bombası kullanmasıyla ilgili de bir açıklama yaptı biliyorsunuz.

Sivil halka dönük sadece bomba da değil; bakın yukarıda bombalar var aynı zamanda su kesik, elektrik kesik, sınırlar kapalı. En temel ihtiyaç malzemeleri ulaştırılamıyor.

Gıda, ilaç gibi temel malzemelere ulaşımını engellenmek hukuka aykırıdır, zulümdür.

Bir milyondan fazla insanı zorla göçe zorlamak hukuka aykırıdır, zulümdür.

Milyonlarca sivil insanın topluca cezalandırılması insanlık değildir.

Şu anda Filistin'in Gazze Şeridi’nde yaklaşık 50 bin bebek bekleyen kadın var. Bunların yüzde 10’u önümüzdeki bir ay içinde doğum yapacak.

Gerçekten hastanelerin bombalandığı, suyun, elektriğin kesik olduğu bir ortamda sadece hayattakilerin değil, daha doğmamış bebeklerin dahi canı tehlikede altındadır.

Gazze’de yaşanan insanlık suçlarına tepki göstermeyen herkes bu katliamdan sorumludur.

Uluslararası kamuoyu hiçbir gerekçe ve bahaneye sığınmadan acilen tek ses olup bu kıyıma ‘Dur’ demelidir.

Şu ana kadar Uluslararası toplumun ateşkes ve insani yardım konusundaki çabalarını yeterli bulmuyoruz.

Şu anda iki acil konu var; Bir, bombaların durması,

İki insani yardımın ulaşması. Fakat uluslararası toplum çok sessiz, çok pasif

Avrupa'da bazen vicdan sesleri yükseliyor, o yükselen sesleri de ne yapıyorlar? Hemen bastırmaya çalışıyorlar.

Bakın, İsrail’in Gazze’yi kısmen veya tamamen işgali, buradan özellikle bu uyarıyı yapmalıyım. Gazze Şeridi dediğimiz yer biliyorsunuz küçücük bir alan. Yaklaşık 40 km'ye, 7-8 km boyutlarında ama 2 milyon 200 kişinin yaşadığı bir açık hava hapishanesi aslında. İzolasyon altında, giriş-çıkış yasak.

Gazze’yi, İsrail’in kısmen veya tamamen işgali planı çok uzun sürecek bir insanlık faciasına sebep olacaktır. Çok uzun sürecek bir güvenlik kaosunda berberinden getirecektir. Derhal bu akıldışı plandan vazgeçilmelidir. İnsani yardımın ulaşması sağlanmalıdır ve işlenen tüm savaş suçları, kim yaparsa yapsın, suçlu kim olursa olsun, işlenen tüm savaş suçları soruşturulmalı ve hak örgütlerinin raporları da dikkate alınmalıdır.

Değerli arkadaşlar; İsrail-Filistin meselelerinin kök sorunları vardır. Bunlar nedir? Filistin topraklarının işgal altında olması ve Filistin halkının tecrit içinde yaşamasıdır. Kudüs'ün, Mescidi Aksa'nın ve diğer pekçok kutsal mekanın her gün farklı bir taciz girişimine her gün farklı bir provokasyon eylemine sahne olmasıdır.

Yine bu meselenin kökünde yerleşkelerin hukuksuz bir şekilde yaygınlaşmaya devam edilmesidir. Sürekli yeni yerleşkeyle Filistin halkının hakkı olan toprakların yavaş yavaş İsrail tarafından işgal edilmesidir.

Çözümün açıktır. Çözüm, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırlarına uygun bir şekilde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kurulmasıdır.

Filistin halkının zaten meşru hakkının uluslararası hukuk ve uluslararası camia tarafından da teslim edilmesidir. Çözüm buradadır.

İlk günkü sözlerimi tekrar ediyorum Ortadoğu bu savaşları, bu insanlık facialarını hak etmiyor.

Bölgemizde barışı tesis etmek zorundayız. Ortadoğu'yu bir barış bölgesi haline getirmek şu anda sorumluk sahibi olan şu anda devleti yöneten şu anda siyaset yapan şu anda hak için, hukuk için mücadele eden büyün sivil toplum kuruluşlarının sorumluluğudur. Dolayısıyla, bizim neslimizin böyle bir sorumluluğu vardır.

Bizim, Ortadoğu'ya barış borcumuz vardır.

Ben bir kez daha bu vasiliyle Filistin halkının, Filistin Devleti’nin Türkiye'de, Ankara'da temsilcisi olan Büyükelçi, değerli dostum Faed Mustafa'ya bizleri ağırladıkları için, bizleri son gelişmeler ile ilgili bilgilendirdikleri için tekrar şükranlarımı sunmak istiyorum. Ve değerli büyükelçinin şahsında tüm Filistin halkında buradan geçmiş olsun dileklerimi, başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Kalbimiz Filistin halkıyla beraberdir.

Kalbimiz şiddetin tarafı kim olursa olsun şiddete maruz kalan sivillerle, çocuklarla, kadınlarla beraberdir.

12 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 1. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Değerli milletvekillerimiz,

Değerli genel merkez kurul üyelerimiz,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor,

Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gerçekleştirdiğimiz ilk haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bölgemiz ağır ve sancılı bir dönemden geçiyor.

Uzun yıllara devam eden Filistin ve İsrail meselesinde, geçtiğimiz cumartesi gününden bun yana yaşanan olaylar, hepimizi, her birimizi derinden sarsmış durumda.

Şu an sadece DEVA Partisi Genel Başkanı olarak karşınızda değilim. Zamanında dışişleri bakanlığı yapmış, Filistin-İsrail arasındaki çatışma çözümü için bizzat inisiyatif almış bir devlet adamı olarak yanı zamanda karşınızdayım.

Oturduğu yerden ahkam kesen, bu mesele için alın teri dökmeyen insanlarla kimse beni karıştırmamanızı rica ediyorum.

Masum insanların kanı üzerinden yapılan hamaset, barışa ve çözüme hizmet etmedi, hizmet etmeyecek.

Ben zamanında bu çatışmanın çözülmesi için bizzat taraflarla görüştüm, emek harcadım, çalıştım.

Dışişleri Bakanlığımızda mevcut olan eşsiz tecrübe ve birikimi hep devrede tuttum.

Dünyada bu konuyla alakalı dürüst, samimi, sivil inisiyatif alan herkesle irtibatlı oldum.

Dış politikamızın şahsi hırslar veya dar ideolojik yaklaşımlarla esir almasına da asla izin vermedim.

Hatırlatmak istiyorum arkadaşlar, o dönemde Türkiye, sözüne itibar edilen, güvenilir, taraflar arası rahat diyalog kurabilen bir ülkeydi.

Türkiye, kendi içinde sorunlarını hızla çözebilen, demokratikleşme çabası ve ekonomik refah seviyesiyle özgüvenle hareket eden bir ülkeydi.

Kendi içinde başarılı olan bir ülkenin sözü daha çok dinleniyordu. Kendi içerisinde sorunu çözmüş özgüvenli bir ülke tüm dünyada daha etkili olabiliyordu.

Göreve başladığım ilk haftalarda, Bağımsız Filistin devletinin kurulması amacıyla Filistin-İsrail çatışma çözümünü başlatmak amacıyla düzenlenen Annapolis Konferansı’na katıldım.

Arkasından tam 11 ülkeyi bizzat ziyaret ettim, doğrudan devlet başkanlarıyla, dışişleri bankalarıyla ve parlamentoda, varsa eğer o ülkede parlamento, parlamento üyeleriyle istişareler yaptım. Duruşumuzu aktardım.

O dönemlerde meseleyi çözmeye odaklanırdık. İç kamuoyuna mesaj verme kaygısıyla rasyonalite dışı hiçbir şey yapmazdık.

Dış politika konusunda bazen içeriye konuşarak popülerite elde edersiniz, çözülmesi gereken gerçek sorunu da darmadağın edersiniz. Bir günlük manşet olma uğruna hem ülkenizin itibarına hem de muhataplarınıza zarar verirsiniz.

Ne demek istediğimi dış politikayı takip eden arkadaşlarımız gayet iyi anlayacaktır.

Ben, Filistin-İsrail meselesinde, tam bir samimiyetle hep onurlu duruşu savundum, savunuyorum. Ve savunmaya da devam edeceğim.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Filistin halkı ile bizim halkımız arasında insani, dini ve kültürel bağlardan oluşan bin yılı aşan bir geçmiş vardır. Beş yüzyıllık birlikte yaşama tecrübesi vardır. Bu arka plan iki halk arasında derin bir kardeşlik bağı oluşturmuştur.

Türkiye’nin bir kardeşinin kaderiyle ilgilenmesi en doğal sorumluluğudur. Filistin davasının en yakın takipçisi olmamız bu işin tabiatında vardır.

Filistin meselesi artık evrensel bir adalet ve vicdan meselesine dönüşmüştür. Haklı ve meşru davaların bir sembolü olmuştur.

Dünyanın dört bir yanında Filistin halkı ile dayanışma içinde olan halklar vardır.

Bu dayanışmanın Birleşmiş Milletler kararları ile sabit olan meşru bir temeli de bulunmaktadır.

Türkiye, kardeşlik hukukunun yanı sıra ahlaki olarak da Filistin davasına sahip çıkmaktadır.

Bugün uluslararası toplumun kahir ekseriyeti, Filistin’in işgal altında bulunmasının bölge istikrarını zedeleyen başlıca unsur olduğuna da mutabıktır.

Bölgemizin son elli yıldır karşılaştığı tehditlerin ve sorunların altında doğrudan veya dolaylı olarak bu mesele olduğunun da gayet iyi farkındadır.

Ülkemiz, bölgesel barış ve güvenliğin geleneksel savunucusu olarak ihtilafın adil ve kalıcı biçimde çözümüne destek vermek zorundadır.

İşte bütün bu yukarıdaki sebeplerle, yakın tarihe baktığımızda, Türkiye’nin Filistin davasının her aşamasında Filistin halkına aktif destek verdiğini görürüz.

Birkaç örnek vermek gerekiyorsa:

Ta 1949’da Nakba’dan sonra Birleşmiş Milletler, Filistinli mültecilerin eğitim, sağlık, barınma, beslenme vb. ihtiyaçlarını karşılamak üzere UNRWA’yı kurmuştu. Türkiye başından beri bu ajansın Danışma Komitesinin Daimî Üyesi olarak görev yapmaktadır. Bakın, insani meseleler diyoruz taa 74 yıl öncesine gidiyoruz. O zamanlardan kalan, üç dört nesildir devam eden sorunlardan bahsediyoruz.

Türkiye BM’de 1975 yılında kurulan Filistin Halkının Vazgeçilmez Hakları Komitesinin Daimi Üyesidir.

Yine, Türkiye, 1975 yılında kurulan İslam İşbirliği Örgütü Kudüs Daimi Komitesinin üyesidir.

1988 yılında Filistin Devleti ilan edildiğinde de ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye olmuştur. Ankara’daki Filistin Caddesi adını ilk Filistin Büyükelçiliğinin o caddede açılması sebebiyle verilmiş bir isimdir.

Birleşmiş Milletler 1978 yılında 29 Kasım tarihini Filistin Halkıyla dayanışma günü ilan edilmiştir. Ve o gün bugündür Filistin davasını canlı tutulmasına vesilesi olarak devem etmektedir.

Dolayısıyla, Filistin Davası her zaman Türkiye’nin öncelikli dış politika konusu olmuştur.

Her dönem, iktidar ve muhalefet partilerinin üzerinde önemli konuda uzlaştığı belki de tek konu Filistin olmuştur.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün şunun altını çok kalın şekilde çizmek istiyorum:

Hamas’ın geçtiğimiz cumartesi günü sivillere yönelik yapmış olduğu saldırılar kabul edilemez. Asla savunulamaz. Barışın sağlanmasına hizmet etmez.

Her ne kadar ilk gün gelen haberlerin, görüntülerin bir kısmının doğruluğu teyit edilmiyor olsa da;

Masum insanların kanı dökülürken, savunulacak bir haklı dava olmaz.

Aksine, karşı tarafa, orantısız güç kullanımı için bahane vermiş olursunuz.

Diğer yandan, İsrail’in savaş ilanını, Ortadoğu’da haritayı değiştirme söylemini kabul etmek de mümkün değildir.

Gazze’de, yarısı çocuklardan oluşan sivillerin hiçbir ayrım gözetmeden günlerce ağır bombardıman altında tutulmasını ve öldürülmesini haklı görmek, savunmak mümkün değildir. İnsanlık adına utanç vericidir.

Zaten onlarca yıldır büyük bir baskı ve zulüm altında ezilen Gazze halkının elektrik, su ve gıda gibi temel insani ihtiyaçlarından mahrum bırakılması asla kabul edilemez.

Milyonlarca masum insanın toplu cezalandırılması insanlığa sığmaz.

Bir yanlışa, başka bir yanlışlarla cevap verilmez.

Bir insanlık suçuna, daha büyük bir insanlık suçuyla karşılık verilmez.

Savaşın bile bir hukuku vardır.

Bir devlet, eğer gerçek bir devletse, uluslararası hukuka uygun hareket eder.

Yapılanlara karşılık olarak, sivil insanları katletmek asla kabul edilemez.

Faili kim olursa olsun, bilerek, hedefleyerek sivillerin, kadınların, çocukların öldürülmesi savaş suçudur, insanlık suçudur.

Filistin-İsrail meselesinin çözümü ve bölgesel barış bu şekilde sağlanamaz.

Tam da bu nedenle cumartesi günü yaptığım açıklamada Filistin halkının haklı davasına gölge düşürenleri de İsrail devletini de uluslararası hukukun ve insanlığın temel değerlerinin gerekliliklerini yerine getirmeye çağırdım.

Tarafları itidale ve gerilimi daha da tırmandıracak adımlardan kaçınmaya davet ettim.

Ortadoğu’nun, ölümü değil barışı konuştuğumuz bir coğrafya olması gerektiğinin de altını çizdim.

Geçen 6 gün sonrasında bu çağrımı çok daha güçlü biçimde tekrarlıyorum.

Bakın eğer bu sorun erken aşamada önce ateşkes görüşmeleriyle, sonra kalıcı bir barış arayışı ile hemen ele alınmazsa, uluslararası arabuluculuk, uluslararası çatışma sistemleri, çözümleri derhal devreye girmezse bu sadece İsrail ile Filistin arasında kalan bir mesele olmaktan çok öteye taşabilir.

Bölgede Ürdün önemli bir ülkedir. Ürdün’ün iç istikralı İsrail-Filistin meselesinin gidişatına bağlıdır.

Lübnan zaten tamamen çökmüş bir devlet yapısına sahip ama aynı zamanda çok kırılgan ve bu meseleden derhal etkilenebilecek başka bir ülkedir.

Yine İran’ın uzaklarda olsa da bu meseleyle ilişkisi, alakası bugün için ve yarınlarda alacağı boyut açısından bölgemiz açısından önemli bir risk unsurdur. Onun için ateşi bu aşamadayken söndürmek gerekir. Ateş büyüdükçe söndürmek zorlaşacaktı.

*****

Değerli basın mensupları, değerli izleyiciler,

Filistin-İsrail arasındaki sorunların kökünde Filistin topraklarının işgali, Filistin halkının yıllardır temel haklarından ve insan onuruna yaraşır bir yaşamdan mahrum bırakılması yatmaktadır.

Bu kök sebepler ortadan kalkmadan bölgede barışı tesis etmekte mümkün değildir.

DEVA Partisi’nin bu konudaki duruşu açıktır. Biz çözümün BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulması gerektiğini söylüyoruz.

Çözüm iki devletli çözümdür. Bunun dışındaki her şey insanlık trajedisinin büyüyerek artmasıdır.

İsrail, üç İlahî din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmedikçe; bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan vazgeçmedikçe; kalıcı barışın asla sağlanamayacağını görmek zorundadır.

Türkiye’nin çatışmanın tarafları olan her iki halkla da köklü insani ilişkileri vardır.

O nedenle Filistin-İsrail meselesi bizim için alelade bir dış politika meselesi, herhangi bir ülke konusu da değildir.

Pek doğal olarak yakın takipçisi olacağımız, her fırsatta halkların yaşam hakkını ön planda tutacağımız bir meseledir.

Geldiğimiz noktada yaşananlar, tüm dünya için ortak adalet ve vicdan sorumluluğuna dönüşmüştür.

Seneler içerisindeki sayısız barış görüşmelerinin devam etmesinin, diğer ülkelerin arabuluculuk yapmasının sebebi de budur.

Arkadaşlar, bizim Filistin’e bir teşekkür borcumuz var:

Filistin halkı, tüm insanlığa “haklı bir dava” için direnmenin anlamını gösterdi.

Filistin bugün; Arap ve İslam dünyasının da ötesinde Latin Amerika’dan Uzak Doğuya, Avrupa’dan Afrika’ya varana dek haklı bir direnişin sembolü olmuştur. Bu her şeyden önce Filistin halkının başarısıdır.

Ancak geçmişte de belirttiğim ve biraz öncede tekrar ettiğim gibi; bu başarıya gölge düşürmeye çalışanlara göz yumamayız.

Evet, Hamas’ın sivilleri hedef alarak yaptığı saldırıları kabul etmek mümkün değildir.

Öte yandan, Hamas’ın yaptığı eylemlerden tüm Filistin halkının sorumlu tutulmasını, sivil halkın hedef alınarak misliyle karşılık verilmesini kabul etmek de mümkün değildir.

Hiçbir siyasi veya askeri bileşenin eylemlerinden, bir ulusun tamamının sorumlu tutulmasını kabul etmiyorum, kabul etmiyoruz.

Bu noktada şunu da belirtmek istiyorum ki; uzun yıllardır Gazze’ye yapılan, Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırıları da asla ama asla kabul etmedik, etmiyoruz.

Bölgemize onurlu bir barışı hediye etmek zorundayız.

Bu çerçevede hem Dışişleri Bakanlığımıza ve hükûmete hem de dünyaya meselenin çözümü için tavsiyelerimi de iletmek istiyorum.

Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu meseleyi çatışma çözümü zemininde ele almalıdır.

Haklı- haksız; bizden- sizden demeden, taraflara askeri destek sağlama yarışına girmeden; öncelikle ateşkesin sağlanması ve nihayetinde de kalıcı barışın inşası için taraf olunmalıdır.

İslam İşbirliği Teşkilatı derhal toplanmalıdır. Arap Birliği ile ilgili adımlar atıldı, yetmez. İslam İşbirliği Teşkilatı çok daha kapsayıcıdır, çok daha geniş bir temsil gücüne sahiptir. Çünkü bu sadece bir Arap-İsrail meselesi değildir.

İnsan canının sayılara indirgendiği, insanlığın ayaklar altında ezildiği bu dönemde, savaştan yana tavır alan herkesin bunda da vebali vardır, sorumluluğu vardır.

Şunu da ifade etmek isterim: İktidarın, İsrail-Filistin meselesinde ilk 6 günde ortaya koymuş olduğu tutumu ve diyalog için yaptığı çağrıyı da olumlu olarak değerlendiriyorum.

Kadınların, çocukların canları söz konusuyken, itidalle hareket etmekten vazgeçilmemesi gerektiğini vurguluyorum.

Geçmişte dillendirdiğim bir husus daha tekrarlamak istiyorum:

Kimse uluslararası hukukun üstünde değildir. Kimse haksızlık, hukuksuzluk yapma ayrıcalığına ve hakkına da asla sahip değildir.

Türkiye her zaman mazlum Gazze halkının yanında olmuştur, olmaya da devam edecektir.

Öte yandan, antisemitizme varan sözleri ve davranışları da her zaman kınadığımı ve kınayacağımı da belirtmek isterim.

Bizler, bu dönemi yaşayan siyasetçiler olarak, Ortadoğu’yu barış bölgesi yapma sorumluluğuna sahibiz. Ve bu sorumluluğumuzu da asal unutmamız gerekiyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Bölgemizi derinden etkileyen ve daha da büyük çapta etkileme potansiyeli olan Filisitin-İsrail meselesinden sonra ülkemizin içinde en can yakıcı soruna kısada olsa değinmek istiyorum: Ekonomi.

İktidar, açıkladığı uydurma rakamlarla ve ürettiği suni gündemlerle sorunların üzerini örtmeye çalışsa da vatandaşlarımız ekonomimizin içinde bulunduğu derin krizin gayet iyi farkında.

Dünkü grup konuşmasında Sayın Erdoğan neler demiş, şöyle bir akşam basın özetlerine baktım, neler neler söylemiş.

Demiş ki: “Enflasyondaki yüksek oranlı artışlar, tüm dünyanın sorunudur”

Ya şimdi siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz ki? Türkiye'de enflasyon niye Avrupa'nın dünya ortalamalarının 10 misli, 20 misli? Çıkın önce bunu bir açıklayın.

‘Dünyada da enflasyon var, bizde de.’ Ya millet enflasyon yüzde 5’e- 6’ya çıktı diye telaş ediyor, önlem alıyor bizdeki enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 70’lerde, gerçek bağımsız araştırmalarda yüzde 130’larda görünüyor. ‘E bütün dünyada var canım bizde de var ne olacak?’ diyor. Kimseyi kandırmayın ya.

Şu anda Türkiye'deki enflasyon dünyanın en yüksek oranlarından birisi ve bu özellikle sabit gelirli vatandaşlarımızın canını yakıyor.

Başka ne demiş: “Bu programın başarısı ancak devlet kurumları yanında üreticisinden toptancısına, perakendecisinden tüketicisine, çalışanından kendi adına alım-satım yapanına kadar tüm kesimleriyle 85 milyonun tamamının fedakarlığı ve kararlılığıyla mümkündür.”

Bir dakika durun orada! Fedakârlık diyor, kararlılık diyor.

Dolar kurunu patlatan; bu ülkede üretim yapan sanayiciler mi? KOBİ'ler mi? Bu ülkede ticaret yapmaya çalışan toptancılar mı? Bu ülkede dolar kurunu patlatan sizsiniz. Kendinizsiniz.

Öte yandan KDV'yi ve ÖTV'yi arttırıp fiyat artışlarına sebep olan bu fiyat artışlarıyla da enflasyon tekrar azdıran perakendeci esnafımız mı Tüketiciler mi? Yo, bunu da yapan sizsiniz. Kimden hangi fedakarlığı bekliyorsunuz? Hangi kararlılığı bekliyorsunuz?

Hiç boşuna uğraşmayın diyorum kendisine. Yüksek enflasyonun suçlusu olarak başkalarını göstermeyin.

Sonra demiş ki: “Sadece, belirsizlik ortamını fırsat bilip üç kuruş daha fazla kazanmak uğruna ülkesine bu kötülüğü yapanlar…” Bak bak bak. Ne diyor? Enflasyon suçlusu olarak başkalarını gösteriyor yani.

Ya bu ülkede enflasyonu da döviz kurumda yanlış ve akıl dışı politikalar sebebiyle patlatan Sayın Erdoğan'ın kendisidir. Ama dünkü konuşmasında öyle bir hava oluşturuyor ki bunun sebebi başkaları. ‘Ben değilim başkaları yaptı. Ben onlarla mücadele edeceğim.’

Ne diyor? “Bu kötülüğü yapan fırsatçılar” diyor. Bu kötülüğü siz yaptınız siz, başkası değil.

O kadar ikaz ettik. O kadar uyardık. ‘Yanlış yoldasınız’ dedik. ‘Şunlar, şunlar, şunlar yanlıştır. Yapmayın, bu ülkeye yazık etmeyin’ dedik. Kafasının dikine gitti ve ülkeyi bu krizinin içine soktu.

Bir de şunu herhalde takip ettiniz. Yeni bakan ne diyor? Hemen göreve gelir gelmez. Hatta devir testinde ne diyor? “Rasyonel politikalara dönmemiz gerekiyor” Bu ne demek? Demek ki 5 yıldır rasyonel olmayan politikalar, akıl dışı politikalar yüzünden bu ülkede enflasyon patlamış demek. Yeni Bakan kendisi görevi devir testinde söylüyor. ‘Artık bu saçmalıkları yapmayacağız’ diyor mealen.

Peki bu rasyonel olmayan akıl dışı politikaların talimatını kim verdi zamanında? Merkez Bankası'nın bağımsızlığını alıp ‘laf dinlemiyor, ben laf dinleyenlerle çalışacağım’ diyen kimdi? Kendisiydi.

Açık söylüyorum: Bu iktidar enflasyonla ilgili açık bir yüzleşme yapmadan bu ülkede enflasyonu düşmeyecek. Önce yüzleşmesi lazım. ‘Evet arkadaşlar yanlış yaptım. Yanlış talimatlar verdim Merkez Bankası'na. O yüzden elime yüzüme bulaştırdım. Enflasyon da patladı. Döviz kuru da patladı. Ama yanlış mı anladım, hatadan döndüm ve artık başka bir politika izleyeceğiz.’ Bunu demiyor. Hala suçu başkalarına atmaya çalışıyor.

Enflasyon, yapılan yanlışlar yüzünden arttı.

Sayın Erdoğan çıkıp da “Yanlış yaptık, yanlışımızdan dönüyoruz” demedikçe hiç kimse enflasyonun düşeceğine inanmaz, inandıramazsınız.

*****

Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları,

Hep söyledim, tekrar ediyorum, seçim öncesi söylenenlerle seçimden sonrası yapılanlar pek çok konuda tam 180 derece ayrı.

Ne dedi? ‘Ben görevde olduğum sürece faiz düşmez ancak iner’ dedi. Dört ayda Merkez Bankası dört kere faiz arttı. Bu ay kuvvetle muhtemel tekrar artacak. Beşinci kere.

Ya seçimden daha iki üç hafta önce ‘faiz inmez düşecektir deyip de seçimden hemen sonra beş ayda beş kere faiz arttırmak insanları aldatmak değil mi?

Ayrıca mazot fiyatlarını 20 lirada götürüp götürüp götürüp de seçimden hemen sonra 40 liraya patlatmak, aldatmak değil mi?

Döviz kuruna 20 lirada ki yeni Merkez Bankası Başkanı da Bakan da açıkladı. ‘Mayıs'ta sonuna kadar kur tutuldu’ dedi değil mi? Ne demek? Tutuyor, tutuyor, ondan sonra kuru patlatan 27, 28, 30’a çıkartmak, aldatmak değil mi?

Değerli arkadaşlar, aldattı. Onun için seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.

‘Mülakatı kaldıracağız’ dediler ne oldu? Dört ay geçti ya. Seçimden sonra da mülakatı kaldıracağız diye milyonlarca gence ümit ver. ‘Bak ben artık ayrımı yapmayacağım. Sadece partilerim benim gibi düşünenleri işe almayacağım. Sınav sonucu neyse herkesi işe alacağım’ de, İnsanları kandır. Oyları al cebine koy. Seçimden sonra da dön, bunu hiç açıklamamış gibi davran. Helalinden kazanmadı.

Bakın arkadaşlar, ekonomi şeffaflık ister. Malum 128 milyar konusu vardı değil mi? İlk ben gündeme getirmiştim bir televizyon canlı yayında, siyasetçi olarak bir genel başkan olarak ilk ben Türkiye'de gündeme getirmiştim. Sonra büyüdü. Bir yıl boyunca gündem oldu.

‘128 milyar dolar gizli saklı arka kapıdan satıldı’ demiştim. Bunun üzerine şu ana kadar bir 226 milyar dolar daha satılmış durumda. Rakam çıktı 354 milyar dolara. 354 milyar dolar. Ve ne diyorlar? ‘İşte şunun için yaptık da bunun için yaptık da’ Önce bir inkâr etti biliyorsunuz. ‘Böyle bir şey yok’ dedi, Sayın Erdoğan kendisi. Hepsinin video kayıtları var. Çıkarıp gösteririz de şimdi vaktinizi almayalım. Sonra ‘Evet, satılabilir ne olacak?’ dedi. Yeni ekonomi ekibi de ‘Satıldı ama diyor kayıt dışı değil’ diyor. E yok bir de kayıt dışı satsaydınız.

Biz satıldı derken Merkez Bankası'nın Ankara'daki kasaların önüne tırları çekip de kayıt dışı olarak oradaki dövizleri yüklediniz bir yerlere götürünüz demiyoruz ki.

Kayıt dışı sattınız demiyoruz ama gizli sattınız diyoruz. Şeffaf olmadan sattınız diyoruz. Ve hala şeffaf olmadan satmaya devam ediyorsunuz diyoruz. Kimin malını kimden gizliyorsunuz diyoruz.

Ve diyorlar ki; ‘artık kuru bastırmak için yapmayacağız.’ Kur nasıl böyle sabit gibi gidiyor, onu da hepsini anlayacağız. Hepsi ortaya çıkıyor. Bu gerçekleri gizlemenin imkânı yok. Bir süre sonra hepsi ortaya çıkıyor. Onu da göreceğiz.

Ama şunu söylüyorum arkadaşlar bakın, sadece ve sadece seçimlerden sonra yeni ekonomi ekibi iş başına geldikten sonra açıklanan rakamlara sadece baktığımızda 30 milyar dolar daha gizli bir şekilde satılmış durumda. Tahminen en az bir 10 milyar dolar daha açıklanmadığı için bazı rakamlar henüz hesap edemedik ama muhtemelen toplamda da 40 milyar dolar daha gizli satılmış durumda sadece dört ayda.

Ya biz 13 yılda topu topu 8 milyar doları şeffaf satmışız Merkez Bankası'nın üzerinden. Yani Merkez Bankası'nın doğrudan piyasa müdahaleleriyle 13 yılda 8 milyar dolar, rakam hepsi şeffaf. Toplam 354 milyar, sadece son dört ayda 40 milyar ve hepsi gizli sattı.

Şeffaflık olmadan güven olmaz. Güven olmayınca ekonomi düzelmez.

Kur korumalı mevduat. Tahminen 700 milyarlık kur farkı var şu ana kadar. Tahminen. Onu da tam açıklamıyorlar. Böyle kerpetenle diş söker gibi verileri çekebiliyorsunuz. O da işte burada komisyonda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Plan Bütçe Komisyonu'nda Merkez Bankası Başkanı sıkıştırıyorlar da mecburen açıklamak zorunda kalıyor. O güne kadar siz niye söylemediniz bu rakamları?

Merkez Bankası'ndan ne kadar kur farkı ödüyorsunuz bu hesaplara? Niye açıklamadınız bugüne kadar? Bu parayı nereden buluyorsunuz?

Ben söyleyeyim; Basıyorlar arkadaşlar, para basıyorlar. Kur korumalı mevduatın kur farkını ödemek için para basıyorlar. Para basmaya devam ettikçe de enflasyon artacak.

Rahmetli Özal eski ‘DÇM’ denilen yeni adı KKM ya eski adı bunun DÇM. Bunu kaldırırken özel basın toplantısı yapıyor. Diyor ki; ‘bu ülkede on yıllarca enflasyon yüksek seyrettiyse sebebi bu dövize çevrilen mevduat hesabıdır’

Şu anda da aynı çukura düşmüş durumda bu ülkenin ekonomisi. ‘Asrın felaketi, 104 milyar dolarlık deprem maliyeti var’ diyorlar. Ama asıl asrın ekonomik felaketi de 125 milyar dolara ulaşan bu kur korumalı mevduat hesaplarıdır. Ve bunlara ödenen kur farklarıdır. Para basılarak hepimizin cebinden enflasyon yoluyla toplanarak o ödenen kur farklarıdır. Ve hala gizli.

Çıkın açıklayın. Bunun Merkez Bankası sürekli ödemiyor mu? Ödedikçe çıksın desin ki ‘ben bu ay şu kadarlık kur farkı ödedim.’ Ama tabii bu utancın bu ağır vebalin altından kalkmakta zorlandıkları için açık olmuyorlar, şeffaf olmuyorlar bu konuda.

‘Merkez Bankası'nın rezervleri arttı arttı’ diye bir açıklama dolaşıp duruyor biliyorsunuz. Ne yapmışlar biliyor musunuz? Gitmişler daha çok borçlanmışlar. Daha çok borçlandığı parayı da kasaya koymuşlar, ‘bak daha çok paramız var’ diyorlar.

Rakamlar orta, en son 29 Eylül rakamları. Bürüt 122 milyar dolar, Net 21 ama net döviz pozisyonu eksi 65 milyar dolardı hala. Döviz pozisyonu değişmiyor. Arttı dedikleri rakamların hepsi borç, borç. Merkez Bankası'nın kendi öz sağlam rezervi değil. Vadesi geldikçe ödemek ve kasayı boşaltmak zorunda kalacağı rezervlerden bahsediyoruz burada.

Bütçe. Bütçe açığını kapatmak için vergi saldılar. Kamunun kontrol ettiği fiyatları arttırdılar. Fakat bütçe açığını kapatmanın değerli arkadaşlar, bakın biz İbrahim Bey'le beraber tam 11 yılın bütçesini yaptık. 11 yılın bütçesini yönettik.

Bütçe açığı planlananından fazla olursa iki tane önemli yöntem vardır. Gelirleri arttırırsınız ama giderleri de aşağıya çekersiniz. Gelirleri arttırmak yönüyle ilgili bir sürü tedbir aldılar değil mi? Vergi saldılar, kamu fiyatlarını arttırırlar. Peki giderleri azaltmak için ne yaptılar? Tasarruf adına bugüne kadar ne yaptılar ya?

Ne diyor? ‘Herkesten fedakârlık bekliyorum’ diyor. ‘Üreticisinden toptancısına, çiftçisinden esnafına, tüketicisinden üreticisine, herkesten fedakârlık bekliyorum’ diyor değil mi? Daha dün Erdoğan'ın grup konuşması.

Peki sizin de fedakârlık yaptınız ya. Herkesten fedakârlık bekliyorsunuz da siz lüksten, şatafattan, israftan hangi fedakarlığı yaptınız? Hangi tasarruf tedbirini bugüne kadar açıkladınız?

Böyle bütçe yönetilmez.

Bakın geçmişe bakın. Bizim yönettiğimiz bütçelerin tamamında tedbir ihtiyacı olduğu anda hep iki yönlü tedbir alınmıştır. Gelir arttırıcı tedbirler ve özellikle de gider düşürücü tedbirler yani tasarruf tedbirleri. Bütçe böyle yönetilir.

Paraya ihtiyaç oldu mu vergi sal, paraya ihtiyacı oldu mu para bas. Bu 1970’lerin, 90’ların o yüksek enflasyon döneminin politikasıdır ve hala da devam etmektedir.

Ve sonuçta buradan zarar gören kim? Orta direkt. Orta direkt çöktü arkadaşlar.

Bakın işçi, emekli, memur, sabit Türk lirası cinsinden gelir olan herkesin şu anda fakirleştiğini görüyoruz Türkiye'de.

Türk lirası cinsinden maaş alan bütün vatandaşlarımız fakirleşti. Satın alma gücü düştü.

Şu anda bakıyoruz en düşük memur maaşı 22 bin lira. Yoksulluk sınırının yarısı.

Asgari ücret açlık sınırının tam 2 bin lira altına düşmüş durumda şu anda. Yıl sonuna doğru bu fark ettikçe çoğalacak.

En düşük emekli maaşı 7500 lira ve 1 Temmuz'da herkesin maaşına zam yaptılar, emekleri unuttular. Çünkü başka şeylerle meşguller. Seçimi kazandık tamam kafa başka yerlerde.

E şimdi biz bastırınca emekli dernekleri bastırınca dediler ya hadi bari bir 5 bin lira dağıtalım. Şimdi siz zamanında enflasyonun gerektirdiği maaş artışını yapmayın, ondan sonra ülefe dağıtır gibi arkadan herkese ‘5 bin lira güzellik yapıyorum’ diye açıklayın. Kimse kanmaz, kanmıyor.

Ve değerli arkadaşlar; Memur ve emekli maaşlarına verilen zam 15+10 diye açıklandı değil mi? Bunun 15+10 bileşiği 26,5’tur. Yani yüzde 15+10 yüzde bileşiği 26,5 gelir tam. Kendi açıkladıkları enflasyon yüzde 33. Kendi açıkladıkları enflasyonun artında bir memur ve emekli maaş zammı açıkladılar.

Bir de ilgili bakan çıkmış ne diyor? Yılbaşı’nda diyor yüzde 50 zam yapacağız. Ya arkadaş niye milleti kandırmaya çalışıyorsun? Bu yüzde 50 zam yapacağın dediğinin zaten yüzde 30’u senin 2023’te ürettiğin yüksek enflasyonun farkı.

2023’te zaten cebinden almışsın herkesin. Yüzde 30 makas oluşmuş 2023’ün makası, onu yılbaşında vereceksin. O yüzde 30’un üzerine bir de 15+10’un 15 ekliyor, bir de bileşiğini hesap ediyor ‘yüzde 50 zam yapacağız’ diyor. Kimse kimseyi kandırmasın.

Şu anda ülkenin orta direnin çökmüş olduğunu sabit gelirli, ücretli, bütün vatandaşlarımızla fakirleştiğini, yoksullaştığını, satın alım gücünün düştüğünü yaşayan herkesi biliyor.

Vatandaşlarımıza esnafı, pazarcı, çiftçiyi karşı karşıya getirdiler.

Kiracılarla ev sahipleri de düşman ettiler ya. Ya bu ülkede aşağı yukarı işte yüzde 60-40, 65-35 oranı da yıldan yıla değişir, kiracı, ev sahibi oranı vardır. Kiracılarla ev sahiplerini birbirine düşürdüler. Tamamen sebep kötü yönetim. Başka bir şey değil.

Tarımı. Ülkenin tarımı mahvettiler. Perişan ettiler. Sürekli olarak dışarıya, ithalata bağımlı bir ülke haline geldi Türkiye şu anda.

Büyükbaş, küçükbaş hayvan stokumuz düştü, sayılar düştü. Yüzde 3, yüzde 5 gibi tek bir yılda düşüşler var. Çünkü üreten zarar ediyor. Daha çok ürettikçe daha çok zarar ediyor. Üretimden vazgeçiyor çiftçimiz.

Mazot fiyatları yüzde 100 artıyor. Mısır'a verilen artış yüzde 5.

Gübreye, yeme, tohuma en az dolar kuru hatta daha fazlasıyla zam geliyor, buğdaya verilen yüzde 36. Ve yüzde 36 da lafta kalıyor ha lafta. ‘6,05'ten 8,25 TL'ye çıkarttık’ diyorlar, randevu bile vermiyorlar. Çiftçi gidiyor elindeki buğdayı mecburen 6 liraya, 7 liraya satmak zorunda kalıyor. Fili artış yüzde 10’da 15’te kalıyor.

Tarım destek bütçesi, bakın arkadaşlar. Bu yıl 63 milyar, gelecek sene 95 milyar.

Hatırlayalım, KKM'ye ödenen kur farkı ne kadar? Kümülatif 700 milyar. Çiftçiye bu sene 63 milyar, gelecek senenin bütçesi geliyor işte, Orta Vadeli Programda açıkladılar ya 95 milyar, Kur Korumalı Mevduatın kur farkı 700 milyar. Öncelikleri görüyorsunuz. Öncelik zaten parası olanda.

Tarıma destek olmadıkça arkadaşlar bu ülkede gıda enflasyonu düşmeyecek. Son iki haftadır bunu iki ayrı ortamda söyledim, izah ettim. Hatta benden sonra duyup, öğrendik, tekrar edenler oldu bunu. Türkiye'de gıda fiyatlarıyla enflasyonun mücadelesi, gıda fiyatlarıyla düşmesini sağlamak öyle tüketim bastırmakla olmaz.

Yeni bakan çıkmış diyor ki ‘enflasyonun sebebi, maaşlar arttı, maaşlar yüzünden enflasyon fazla’ diyor. Yani demek istiyor ki ‘milletin de bol para var, bol para harcıyorlar, o yüzden de enflasyon artıyor’ diyor. Vay yavrum vay.

Bu işler Londra'dan, New York'tan görüldüğü gibi değil arkadaşlar. Bu işler Türkiye'de yaşamakla, Türkiye'de yaşayanlarla hemhal anlaşılması gereken meseleler.

Türkiye'de gıda fiyatları enflasyonunun sebebi maliyet artışıdır. Mazot artarsa, gübre artarsa, tohum artarsa, yem artarsa, çiftçinin maliyeti artarsa ne yapacak çiftçi? Artan maliyetin tam karşısını bile alamıyor. Çiftçi de zarar ediyor. Üstelik halkımıza daha pahalıya gıda ürünü tüketmek zorunda kalıyor.
Dünyada gıda fiyatları düşüyor. Türkiye'de gıda enflasyonu patlıyor ya. Temel ihtiyaç bu, temel.

Söyledim, tekrar ediyorum. Mazotta, elektrikte, gübrede, tohumda, yemde çiftçiye destek vereceksiniz ki maliyetler aşağı insin. Enflasyon gıda da böyle düşer. Merkez Bankası'nın faizini yükseltip siz bu ülkede gıda enflasyonu düşüremezsiniz ya.

Faiz yükseldi diye milletin kemerini sık. E kemeri sıkınca ‘daha az gıda tüket’ de bu böyle enflasyon düşmez. Böyle ancak siz insanlık onurunu düşürürsünüz, enflasyon düşüremezsiniz.

Sulama. Ne yapıp edip bütün yatırım bütçesinin öncelikli olarak sulamaya verilmesi gerekiyor. Başka türlü olmaz, olmayacak, çözülemeyecek arkadaşlar.

Peki diyorlar ki iyi de reçeteniz ne? Reçete burada. 23 tane Eylem Planı. Her şey var. Biliyorsunuz seçimlerden hemen sonra ben Sayın Cumhurbaşkanı'na bir set gönderdim. Bütün bakanlara gönderdim. Bakan yardımcılarına gönderdim. Bütün milletvekillerine gönderdim. Tabii mecliste şöyle bir hadise oldu. Onu da belki görmüştünüz. Bazıları böyle DEVA falan yazdığı için çok korkmuş ‘aman başıma bir iş gelir mi?’ diye koridorlara bırakmışlar. Birkaç tane koridorlarda gördük. Çok önemli değil. Hani 600 kişiden 400, 500’ü okusa, istifade etse, şöyle bir karıştırsa yine bu bizim için önemlidir. Çünkü burada akıl teri vardır, alın teri vardır ve bugüne kadar çıkıp da ya bir Allah'ın kulu dememiştir ki ‘siz şurada şunu yanlış yazmışsınız.’ Olabilir de bu kul yaptı bunu. Hata olur ama olmadı. Çünkü dersimiz iyi çalıştık. Çünkü damdan düşenler ile konuştuk. Çünkü derdi dertliden dinledik ve işin uzmanlarıyla çalıştık. Partilimiz olsun olmasın.

Bugün için hükümete yine de ekonomi konusunda 10 acil atılması gereken adımla ilgili tavsiyelerimi sunup, sözlerime son vermek istiyorum.

Ekonomik ve sosyal konseyi derhal toplayın. Korkmayın ya. Yani sendika temsilcileri gelsin. Esnaf temsilcileri gelsin. Sanayici gelsin, üretici gelsin. Ülkenin cumhurbaşkanı olarak onları dinleyin şöyle bir masa etrafında bir dinleyin. Korkmayın.

Gerçeklerle yüzleşmekten korkmayın. Gerçeklerle yüzleşmekten korktuğu için ekonomik sosyal konseyi toplamıyor. Anayasanın gereği ya. Anayasanın gereği nasıl kurulacağı belli. Nasıl toplanacağı belli. Yapmıyor. Bu geniş istişareyi yapmadan da düzgün doğru kararlar alamıyorlar.

Bağımsız kurumları bir an önce bağımsız yapın. TÜİK başta olmak üzere. Merkez Bankası başta olmak üzere. TÜİK'in şu andaki kadrosunu derhal değiştirin, atın. Olmaz.

Talimatla enflasyonu yüksek açıklayan bir kadro son bir aydır iki aydır gerçeğe yakın bir enflasyon açıkladı diye o kadroya güvenemezsiniz.

‘Yarın seçim geliyor, talimat gelir, kardeşim düşür tekrar der’ hükümet, yine düşürür o kadro. Çünkü daha önce yapmış. Yani son iki aydır enflasyonu yüksek gösterdi diye ‘TÜİK yola geldi. TÜİK kredibilite kazandı.’ Böyle bir şey yok. Olmayacak da yani. Onun için o kadronun hemen değişmesi lazım ve TÜİK'in dışarıdan denetlenmesi lazım.

Şeffaf olun şeffaf. Şu Merkez Bankası'ndan sattığınız döviz açıklayın. Kur Korumalı Mevduata ne kadar kur fark ediyorsunuz açıklayın.

Kamu alımları, derhal kamu alımları mevzuatını değiştirin, derhal. Meclis açık. Getirin Avrupa Birliği Mevzuatını, biz de destek verelim. Ben buradan söylüyorum, DEVA Partisi Genel Başkanı olarak. 15 milletvekilimize derhal destek verelim. Avrupa Birliği'nin Kamu Alımları Mevzuatını getirin Türkiye'ye, 27 tane ülke uyguluyor. Açık şeffaf bir ihale sürecini Türkiye'de yasal hale getirin, biz de ona destek verelim açık söylüyorum burada.

Tasarruf. Derhal tasarrufa başlayın. Tasarruf olmadan kalkınma olmaz. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ deyip ülkeyi borç batağının içine soktunuz yani.

Kural bazlı bir yönetim anlayışı lazım. Kural bazlı. Merkez Bankası açıkça kurallarını koyacak. ‘Forward Guidance’ dediğimiz merkez bankacılığının bir ön yol gösterme iletişim metodu vardır. Bunu yapın. Yapmıyorlar, yapamıyorlar çünkü ne yapacaklarını kendileri de bilemiyor. ‘Bu ay bu faizi artık ama gelecek ay acaba izin çıkar mı? Acaba Sayın Erdoğan döner de başka bir şey söyler mi?’ Onun için kıdım kıdım ileriye doğru ne söylediği belirsiz bir merkez bankacılığı var, olmaz.

Bütçede mutlaka mali kural sistemini getirin. Kuralsız yönetim keyfiliktir.

İstihdamla ilgili tedbirleri derhal alın. Kadın genç istihdamını artıracak aktif içgüdü politikalarıyla tedbirlerini derhal alın.

Tarımda bahsettiğim tedbirleri de alın.

Eğitimde, 4 ay geçti. 4 tane kayda değer eğitimle ilgili yeni bir şey hatırlıyor musunuz? Aklınızda bir şey var mı? ‘Eğitimle ilgili şöyle bir şey yapıldı’ diye. 4 ay geçti, 4 tane adım hatırlayamıyorsunuz. Yok. Sağlıklı öyle.

Ve belki de ekonomi için en önemli tavsiye değerli arkadaşlar, hukukun üstünlüğü ilkesini yaşayın, yaşatın. Yargı bağımsızlığı olmadan, güçler ayrımı olmadan öngörülebilirlik olmaz, öngörülebilirlik olmadan ekonomi düzelmez. Sözlerimi tamamlıyorum.

Bizlerle beraber olduğu için değerli basın mensuplarımıza özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Şimdi biz kendi iç toplantımıza geçeceğiz ama geçmeden önce basın mensubu arkadaşlarımızın soruları varsa sorularına kısaca cevap vermeye çalışayım. Ondan sonra biz kendi iç değerlenme toplantımıza devam edeceğiz diyeyim ve hemen başlayayım.

 

30 Eylül 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın DEVA Partisi Tüzük Kongresi Konuşması


Ali Babacan’ın DEVA Partisi Tüzük Kongresi Konuşması

Kıymetli yol arkadaşlarım,

Saygıdeğer misafirlerimiz,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başından ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarım,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, DEVA Partisi’nin Birinci Olağanüstü Kongresi’ne, ilk tüzük kongremize hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün bu salonda, Türkiye’nin kuzeyinden güneyine; doğusundan batısına, kalbi ülkesi için atan, kalbi milletine hizmet için atan DEVA’lı yol arkadaşımla birlikte olmaktan onur duyuyorum.

Kolay yollardan geçmediniz, geçmiyorsunuz çok iyi biliyorum.

Partimizi kuralı üç buçuk sene oldu.

Bu üç buçuk sene boyunca hep beraber yan yana, omuz omuza çalıştık.

Kolay değildi. Hiç kolay değildi.

Sizler bu ülkenin cesur, çalışkan, iyi niyetli birer evladı olarak her şeyinizi ortaya koydunuz.

Sizler iktidarın her türlü haksızlığına, hukuksuzluğuna direndiniz; yılmadınız.

Sizler, korku iklimine karşı dimdik durdunuz.

Menfaatleriniz için değil, idealleriniz için çalıştınız.

Bu ülkenin sorunlarına kayıtsız kalmadınız.

Bu uzun ve zorlu yolda yılmayan, sağlam duran her bir teşkilat mensubumuza, her bir gönüllümüze şükranlarımı sunuyorum.

Sizlerle gurur duyuyorum.

*****

Evet, zor bir siyasi iklim var.

Sadece bugünkü iktidarın yaşattığı krizleri, nefessiz bıraktığı hayatımızı kast etmiyorum.

Sözüm ona muhaliflerin KESTİĞİ SOLUĞU da görüyorum.

Geleceğim oraya. Ama kısa bir özet yapayım önce. Ne dediğim daha iyi anlaşılsın:

Biz 9 Mart 2020’de yola çıkarken ne dedik?

“Alışılageldik siyasi partilerden olmayacağız” demişti.

Biz sadece iktidar partisinin değil, mevcut siyasi partilerin hiçbirisinin ülkemizin meselelerini çözemeyeceğini bildiğimiz için bu yola çıktık.

Ve 9 Mart 2020’den bugüne; siyasi tarihimizde görülmemiş çalışmaların altına imza attık, atıyoruz.

Türkiye’nin en hızlı teşkilatlanan partisi olduk. Pandemi şartlarına rağmen 9 martta kuruluşumuzu gerçekleştirdik. Aylar süren evde kalma mecburiyetlerine rağmen 43 ilde kongrelerimizi tamamladık. Ve kurulduğumuz yılın, 2020’nin sonunda seçime girme hakkını elde ettik.

Ve teşkilatlanmamızı yaparken eş-dost-akrabalarla değil, hazıra konarak değil; sıfırdan teşkilatlandık.

Anadolu’nun ve Trakya’nın her köşesinde DEVA bayrağını dalgalandırdık.

Siyaset geleneğimize bir ilki kattık.

“Muhalefet demek sadece eleştirmek, polemik üretmek değildir” dedik.

“Muhalefet demek, aynı zamanda çözümleri de ortaya koymaktır” dedik.

81 ili adım adım gezdik. Dertleri yaşayanlardan dinledik.

Tam 23 eylem planı ile her alandaki projelerimizi, sorunların nasıl çözeceğimizi, dinlediğimiz dertlere nasıl DEVA olacağımızı hesaplı bir şekilde eylem planlarıyla ortaya koyduk.

Hepsinin bütçesini hesap ettik, hepsine takvim verdik. İktidarın yaptığı gibi ‘şunu yapacağız bunu yapacağız’ diyerek tarihsiz, takvimsiz program açıklamadık. ‘Yaz hesaba defteri, bir gün öder Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ öyle demedik. ‘Şunu yapacağız ve şu zamanda’ dedik.

Parlamenter sistemle neyi hedeflediğimizi, bunun için yapılması gereken anayasa değişikliklerini bütün detaylarıyla açıkladık. Bunlar 5 yıldır ‘yeni anayasa yeni anayasa’ diyor. Bir madde ortaya koyabildiler mi? Biz yeni kurulmuş bir parti olarak ‘Parlamenter Sistem’ dedik ve Anayasa metnimizi bütün maddeleriyle ortaya koyduk ‘budur’ dedik. İktidardan daha bir madde ortaya konulmuş değil.

Bunlar daha önce muhalefet tarafından yapılmamış işler. Türkiye’deki klasik muhalefet anlayışı nedir; İktidar yapsın biz eleştirelim. Rahat bir hayat yani. Önüne geleni eleştir birde polemik üret, onunla bununla savaş, kavga et, haber ol, yetiyor. Ama muhalefet demek bu demek değil. İşte biz bu çalışmaları ortaya koyduk.

Bu çalışmaları herkes yamadı, yapamıyor. Niye? Çünkü bu çalışmalar tecrübe işi, uzmanlık işi. Herkesin harcı değil.

Nihayetinde, ülkeyi yönetmeye en hazır partinin DEVA olduğunu cümle aleme gösterdik.

*****

Ve değerli arkadaşlarım,

Üstelik tüm bunları, altılı masa çalışmaları içinde de başardık.

Tüm birikimimizi ve emeğimizi altılı masaya da koyduk.

“Varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun” dedik.

Helali hoş olsun.

Bir yandan Mustafa Bey, bir yandan İbrahim Bey altılı masa çalışmalarının omurgasını oluşturdular. Öyle yürüdü o işler.

Bu da bir ilkti. İlk defa altı siyasi parti, ülkenin yarınları için bir uzlaşı çabası ortaya koydu.

Ve çok daha önemli bir zihniyeti ortaya koyduk:

İstişare etmek, ortak akılla hareket etmek, birlikte çalışmak;

Bunlar bizim siyasi geleneğimize çok da alışılmış işer değil. Kavga olsun, gerginlik olsun… O ona sataşsın, o ona bağırsın, haber olsun yetiyor. Gündemi mi gündem. ‘Bu yanlış’ dedik.

‘Türkiye bu kavga gürültü ikliminde bir yere gidemeyecek’ dedik.

Tam demokrasiyi, gerçek hukuk devletini, yüksek refahı hedeflemek;

Ve bu hedeflere ulaşmak için genel seçimlerde gerekli olan %50 + 1’e ulaşmak.

Yerel seçimlere geleceğim, orada durum farklı…

Ama, genel seçimlerde kazanmak istiyorsanız, ülkeyi yönetmekte söz sahibi olmak istiyorsanız, bu ancak 50+1 ile mümkün. Yerel seçimlerde ayrı dinamikler var. Ama genel seçimlerde mevcut anayasa ile durum bu.

Şimdi bazı televizyon ekranlarına bakıyorum da kendilerine iktidar muhalifi diyenlerin altılı masaya, ittifak siyasetine söylediklerini gördükçe, “İşimiz zor” diyorum. “Bunlar hiç anlamamışlar ya” diyorum.

“Mutabakat arayışı nedir? Ortak akıl nedir? İstişare nedir? Bundan nasibini almamış bunlar” diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bir kez daha tekrar ediyorum. Biz tarihin doğru tarafında yer aldık.

Demokrasiden yana taraf olduk.

Bir tarafta otokrasi vardı biz ‘tam demokrasi’ dedik.

Hukuk devletinden, temel hak ve özgürlüklerden yana taraf olduk.

Altılı masa birlikteliğinin başladığı ilk günden, 28 Mayıs seçim gününe kadar yaptığımız tüm çalışmalar; tarihin bizim üzerimize yüklediği sorumluluktu.

Ve biz o sorumluluğumuza uygun olarak, adil şekilde, hakkı çiğnetmeden mücadele ettik.

Üstelik, Hazine’den tek bir kuruş yardım almadan, hiçbir kamu imkanından yararlanmadan bu mücadeleyi verdik.

Bu gerçeği kabul ettiğimiz gibi bir açık gerçeği daha kabul edelim:

Başaramadık.

Evet, vatandaşlarımızın çoğunluğunun onayını alamadık.

Bu sonuçta önemli bir etkeni kimse konuşmuyor ama ben söyleyeyim:

İttifak ruhunu anlamadılar.

Talihsiz tartışmalar, tekil hırslar ve anlamsız kavgalar yüzünden vatandaşlarımız; millet ittifakının bu ülkeyi uyumlu bir şekilde yönetebileceğine ikna inanmadı. İkna olan vatandaşlarımızın sayısı da iktidar olmamıza yetmedi.

Vatandaşlarımız; her fırsatta eski alışkanlıklarına koşup, seçmeni aşağılayanlara, “muhafazakardan demokrat olmaz” diyerek koskoca bir kitleyi haksızca yaftalayanlara güvenmedi.

Vatandaşlarımız, bizim her satırına inanarak yazdığımız ortak taahhütlerin dışına çıkan, ittifak içindeki muhataplarıyla ekran önünde kavga eden insanlara gönül rahatlığıyla oy vermedi, veremedi.

İttifak doğruydu arkadaşlar.

Yanlış olan, ittifak ruhunu anlamayanların yaptıklarıydı.

İttifak, koltuk kapma yarışı değildi.

İttifak, iktidar nimetlerini nasıl paylaşılacağını seçimlerden iki üç ay önce konuşmaya başlamak değildi.

Bize göre ittifak, ülkenin yönetiminde beraberce söz sahibi olmaktı.

İttifak, İstişare içerisinde uyum içerisinde birlik beraberlik içerisinde bu ülkeyi tam demokrasiye ulaştırma hedefiydi.

Sol-sağ hiç fark etmez, muhafazakâr-seküler hiç fark etmez; biz tam demokrasi için beraber olalım dedik. Onun için destek verdik. Destek vermedik elimizi, bedenimizi koyduk. Alın terimizi, akıl terimizi koyduk

Ortak ilke ve değerler etrafında buluşalım dedik. 2.300 maddelik eylem planını hayata geçirmek amacıyla çalıştık. Çünkü Türkiye’nin çıkışı burada dedik. ‘Türkiye’nin çıkış uzlaşma kültüründe, uzlaşma arayışında’ dedik.

Ama arkadaşlar, başaramadık…

Şu “Kaybetmek” meselesini de beraberce konuşmamız gerekiyor.

Seçim gecesi yaptığım konuşmamda “siyasetin birinin kazandığı diğerinin kaybettiği bir müsabaka, bir yarış olmadığını” söylemiştim.

Siyaset “hiç bitmeyen bir mücadele”dir arkadaşlar. Aynı hayatın kendisi gibi….

Siyaseti böyle anlamazsanız, böyle görmezseniz, gelip geçici bir alan olarak kendinize tarif ederseniz o siyaset değil başka bir şey olur.

İnandığımız değerleri, inandığımız fikirleri ısrarla savunmak, inatla anlatmak demektir siyaset. Hiç vazgeçmemektir.

İnandığımız ideallerin peşinden gitmektir.

Siyaset, doğrunun yanında durmak, yanlışa her daim itiraz etmektir.

Siyaset, iktidar mücadelesinin ötesinde hayatın her alanındadır.

Siyasette “kaybetmek”, siyaseti sadece koltuk peşinde koşmaktan ibaret zannedenlerin kullandığı bir kavramdır.

Seçim sonrası hepimiz büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Doğru.

O yüzden bugün işimiz daha zor. Bunun da farkındayız.

Ama biz, demokrasiyi bir” müsabaka” gibi görenlerden, “iktidarın nimetlerini paylaşma yarışı” sananlardan değiliz.

Bakmayın şimdi masaya laf edenlere, bakmayın o masayı ağır ithamlarla suçlayanlara. Bakmayın o iç çekişmelerinin masa üzerinden masayı kullanarak yapmaya çalışanalara.

Türkiye’de ilk kez; mahalleler arası duvarları yıkacak bir yönetim modeli hedefledik.

Kendisini tanımlarken, “muhafazakârım” veya “sekülerim” diyenlerin, “Atatürkçüyüm, milliyetçiyim, sosyal demokratım, liberalim” diyenlerin bir arada olacağı bir ülke tasavvuru ile çalıştık.

‘Önce Türkiye’ dedik. ‘Önce bu güzel ve büyük ülkemiz’ dedik.

Ortak akılla, istişareyle, imece usulüyle çalışmaya inandık.

O yüzden şimdi televizyon ekranlarında, ittifak ruhunu anlamadan, kendi küçük hesaplarının peşinde koşanlar bizi anlayamaz arkadaşlar.

Ben; ülkesini ve milletini seven bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaş olarak, sizlere, DEVA Partisi’nin her bir teşkilat mensubuna, teşekkür ediyorum.

Ama her fırsatta bizlere çamur atanlara ve demokrasi birlikteliğini kabahatli bulanlara da huzurlarınızda sesleniyorum:

Mahallelerinize sıkışarak, sadece kendinize benzeyenlerle oturup kalkarak, koskoca 85 milyonun sesi olamazsınız. Ancak yankı odalarında kendi sesinizi dinleyip durursunuz.

Dar alanda kısa paslaşmalarla, kendi sesinizi alkışlamakla, ülkemizin dertlerine derman olamazsınız.

Bütün bir seçim dönemi boyunca bazı yorumcular, gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler; muhafazakarları demokrasi karşıtı olarak ilan ettiler.

Biz AK Parti tabanına, muhafazakâr mahallelere elimizi uzattıkça bizi de yıpratmaya kalkıştılar.

Vaktiyle AK Parti’nin kurucusu olduğum için, AK Parti’de siyaset yaptığım için beni ve beraberce zamanında AK Parti’de olduğumuz arkadaşlarımı âdeta suçlu gibi göstermeye çalıştılar.

Şunun altını kalın bir çizgiyle çiziyorum:

Ben 2001’den 2015’e dek görev yaptığım, ülkeme hizmet ettiğim her bir günden onur duyuyorum.

Evet, kişi başına düşen milli gelirin 3,5 katına çıktığı bir dönemde, ekonomi yönetiminin başında olmaktan onur duyuyorum.

Yüz milyarlarca doları yönettim. Hazine Müstearımız İbrahim Bey’le beraber, 11 yıl. Yüz milyarlarca dolar geldi geçti önümüzden. Ama boğazımızdan tek bir haram lokma geçmedi.

Dışişleri bakanıyken yurtdışında 2 yılda 132 program yaptım. Dünyanın dört bir köşesinde başı dik, güçlü, itibarlı bir ülkeyi gururla temsil ettim.

İlk başmüzakereci olarak Türkiye’yi her alanda ama özellikle de demokrasi ve hukuk alanında, Avrupa Birliği standartlarına ulaştırmak için yapılan çalışmaların başında oldum.

Bunlar utanılacak şeyler mi yahu? Hadi oradan.

Ben şimdi o çok bilmişlere soruyorum:

Peki siz ne yaptınız? Bu ülkeye için laf üretmekten başka ne yaptınız? Ne yapıyorsunuz? Diye soruyorum. Hangi taşı hangi taşın üstüne koyduysanız çıkın anlatın.

Diyorum ya o dar zihniyet, o dar ideolojik kalıplar. Kurtulamıyorlar, çıkamıyorlar. Millette anladı bunların çıkamayacağını o kalıplardan. Onun için olmadı.

Bunların gözü dönmüş, aklı şaşmış ya.

Mahkûmu oldukları o dar ideolojik dünya, onları bu millete yabancılaştırmış.

Sonra seçim bitti, bu sefer yine dönüp bizimle kavgaya başladılar.

Neymiş “AK Partiden yeterince oy getiremediler” diye.

Bu zihniyetle bizim derdimiz var arkadaşlar.

Vatandaşın güvenini “getirilecek oy” gibi gören bu zihniyetle bizim derdimiz var.

Ben, şunu çok iyi biliyorum:

14 Mayıs ve 28 Mayıs’ta bizlere oy vermeyen vatandaşlarımızın eski mahallesine sığınma ihtiyacı, bizim yüzümüzden değildi;

Alın teriyle helal lokmasını kazanan, adaletle yaşamaya çalışan insanlara parmak sallayanlar yüzündendi.

Kusura bakmayın; bu ülkenin sağ duyulu insanları sizin zihin dünyanızdaki dar çatışmalara sığmaz, sığamaz.

Bu ülkenin demokratları ister muhafazakâr olsun ister olmasın ister Türk ister Kürt ister sağdan ister soldan olsun, bir araya geldi ve DEVA Partisi’ni kurdu.

Siz bizi kafanızdaki o dar kalıplarınıza sığdıramazsınız, anlayamazsınız.

İşte o yüzden arkadaşlar, DEVA Partisi var.

Bir kez daha tekrar ediyorum: İyi ki DEVA Partisi’ni kurduk. İyi ki bu yola çıkmışız.

Daha önce de söyledim, tekrar ediyorum, eğer biz, 9 Mart 2020 tarihinde DEVA Partisi’ni kurmamış olsaydık, seçim sonrası ülkenin haline bakıp, hem iktidarın hem muhalefetin şu anki haline baka derhal kolları sıvar, DEVA Partisi’nin bugün bu mekanda kurardık.

Partimizin kuruluş gerekçeleri ilk günkü gibi sapasağlam yerinde duruyor. 9 Mart 2020’de partimizi kurmamızdaki gerekçeler ne ise hepsi daha büyümüş bir şekilde karşımızda duruyor.

*****

Bakın değerli arkadaşlarım,

İktidar elindeki propaganda makinasını kullanarak sorunların üstünü örtmeye çalışıyor.

Bu derin ekonomik krizi bambaşka yerlere çekerek vatandaşlarımızın ilgisini çekmeye çalışarak, elindeki televizyonlarla, hepimizin vergisiyle finanse edilen TRT ve diğer kanallarla, havuç ya da sopayla yönettiği medya mekanizmalarıyla ülkedeki sorunları göstermemeye çalışıyor.

Erdoğan, vaktinde benim yakın çalıştığım bazı arkadaşlara kabinede görev vererek vitrini düzelteceğini sanıyor.

Oysa, hukuk olmadan ekonomi olmaz. Adalet olmadıkça refah artmaz.

Ekonomi ekibindeki yeni arkadaşlar çabalayıp duruyorlar. Garibim, havanda su dövüyorlar. Çünkü seçimden bu yana bu iktidarın hukuka dönme, hukuk devletini yaşatma, hukukun üstünlüğünü gerçek anlamda uygulamayla ilgili tek bir niyet ortaya konmuş değil arkadaşlar. Yok öyle bir şey.

Bu niyet meselesidir. Önce bir niyetiniz olur. Bu niyetinizi işaret edersiniz, sonra yola çıkıp yapmaya başlarsınız. Hiçbir şey yok ortada. Onun için hep söylüyorum. Hukuk olmadan ekonomi olmaz, Hukuk olmadan ekonomi olmaz, Hukuk olmadan ekonomi olmaz…Olmayacakta. Üzülerek, içim yanarak söylüyorum.

Onlar ne kadar pembe tablo çizmeye çalışırsa çalışsın, biz ülkemizin gerçeklerini anlatmaya devam edeceğiz.

Sesini duyuramayanların sesi olacağız.

Şu hale bakın: Bu yaz boyunca domates salatalık taneyle, kavun karpuz dilimle alıyor vatandaş. Bir tane almaya artık gücü yetmiyor.

Gaziantep’te belediye, vatandaş ekmek alabilsin diye fiş dağıtıyordu, fiş.

Emeklilerimiz, işçilerimiz, memurlarımız ardı arkası kesilmeyen zamlar karşısında gün be gün fakirleşiyor. Maaş artışları gerçek enflasyonun çok çok altında. Halkımızın satın alım gücü sürekli düşüyor.

Kiracılarla ev sahipleri arasındaki ihtilaflar büyüyor. Kötü yönetimin, yüksek enflasyonun bedelini kâh kiracı, kâh ev sahibi ödüyor.

Çiftçimiz, 20 liradan 40 liraya çıkan mazot fiyatları altında eziliyor. Emeğinin karşılığını alamıyor. Gübre, tohum, elektrik fiyatları can yakıyor.

Sayın Erdoğan seçimden önce defalarca faizler inecek dedi. Seçimden sonra Merkez Bankası, bizzat Erdoğan’ın yanlışları yüzünden patlayan enflasyonla mücadele adı altında üç ayda üç kez faiz artırdı. Faizi daha da artıracağım diyor.

Ne oldu? Zaman yanlışlar yapıp, enflasyonu patlattıktan sonra sadece Merkez Bankası’nın faiz artışıyla bunu çözemezsiniz arkadaş. Yapamazsınız.

Bakıyorlar 2002-2015 dönemine, o dönemde ne zaman ne yapıldı? Ki her dönemin tedavisi farklıdır. Her ekonomik krizin ve ekonomik sorunun düzeltmek ve çözüm yöntemi farklıdır. Bunlar yanlış zamanın reçetesini yanlış zamanda uygulamaya çalışıyor. Çünkü, ekonomi yöntemi bir bütündür. Tek tek sağdan soldan rötuşlarla, basma kalıp ilaçlarla tedavilerle çözemezsiniz.

Olan vatandaşımıza oldu. Faiz arttı arttı ne oldu? Esnafımızın, KOBİ’lerimizin banka kredisine ödediği faiz %60’ı, %70’i geçmiş durumda. Ne oldu?

Faizle mücadele edeceğim diyen Sayın Erdoğan’a soruyorum; Ne oldu? Zamanında faizler tek haneyle o dönemin pırıl pırıl bürokratlarına siz hakaret ediyordunuz.

Tabii bu %60, %70’lik faizler bankadan kredi alabiliyorsan geçerli. Çoğu da eli boş dönüyor. Sorun esnafa, tanıdığınız Kobi sahibi firmalara sorun ‘%60, %70’i ben ödeyeceğim ama kredi veriyor musunuz?’ Diye bankaya gittiklerinde çoğu eli boş dönüyor. Memleketin durumu bu.

Gençlerimiz için kahve içmek, tiyatroya, sinemaya gitmek artık lüks oldu. Başka bir ilde üniversite kazanan gençlerimiz, yurt çıkmazsa kayıt yaptıramıyorlar. Barınma çok büyük bir sorun hala.

AİHM kararlarına rağmen insanlar haksızca cezaevinde tutuluyor.

Göç meselesi Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisi oldu. İktidarın bir göç politikası yok. Rasgele dağıtılan vatandaşlıklar bu sorunu gittikçe derinleştiriyor. Bir imza atıyor ‘ben seni vatandaş yapıyorum’ diyor. Tek imza ya tek imza. Bunun bir kriteri olur. Şeffaf bir şekilde açıklanır, kim vatandaş olur kim olmaz. Bunu açıkla ve de ki; ‘şu şu şartlarda oluyor’ yok. Keyfi. Kimin neye göre vatandaş olduğu belli değil.

Türkiye, çetelerin, mafyanın, uyuşturucu şebekelerinin cirit attığı bir yer haline geldi. Bir İçişleri Bakanı değişiyor bakıyoruz kimler kimler sokaklarda rahatça geziyormuş, dolanıyormuş. Yarın bir İçişleri Bakanı daha değiştiğinde acaba buna benzer olaylar bir daha yaşanacak mı? Bilmiyoruz. İçişleri Bakanının kim olduğuna göre suçlunun suçsuz olduğu ya da suçsuzun suçlu ilan edildiği bir ülke olamaz arkadaşalar. Bu ülkeye hukuk devleti denmez denemez.

Ve dikkat edin bütün bu çete mafya hadisesi bunları, milliyetçilik, millilik, yerlilik gibi kavramların arkasına sığınıp her türlü haksızlığı, hukuksuzluğu yapıyorlar bu ülkede.

Bizim milletimiz zulüm karşısında asla boyun eğmez. Sadece sabreder.

Sabrın sonu ise emin olun ki selamettir. Hepimiz inşallah sabredeceğiz ama idallerimizden ve hedeflerimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

*****

Bakın arkadaşlarım,

“Yenildiğinizde” değil” vazgeçtiğinizde” kaybedersiniz!

Ve biz vazgeçmiyoruz! Vazgeçmeyeceğiz. Ellerinden geleni artlarına koymasınlar, Ülkemizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Milletimizle beraber yan yana mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz.

Türkiye’den asla vazgeçmeyeceğiz!

Bu arada bir şey daha söyleyeceğim.

Seçimden bu yana, bizleri durmaksızın küçümseyerek, “15 vekil-15 vekil” ağızlara pelesenk edildi.

Bu haksızlığa üzülüyorum. Ama kızıyorum da…

Ben, DEVA Partisi Genel Başkanı olarak, 15 vekil için mi buradayım? Siz 15 vekil için mi siyasete girdiniz?

3,5 yıldır tüm teşkilatımızla beraber ortaya koyduğu bu emek, bu alın teri, bu akıl teri bunun için mi?

Diyorum ya anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar.

Yüzlerce insan hep beraber çalışmaları yaparken 15 vekil için mi bu devasa külliyatı hazırladık?

Değerli arkadaşlarım, evelallah, bir gün gelecek, milletimiz DEVA Partisi’ne bu ülkeyi yönetme yetkisini verecek. Hiç kuşkunuz olmasın.

Bizim hedefimiz, işte tüm bu hazırlıkların hayata geçtiği ve her alanda yükselen, fert fert zenginleşecek Türkiye’dir.

Ben, ülkemizdeki her bir ferdin insan onuruna yaraşır bir hayat yaşaması için buradayım. Hepimiz bunun için buradayız. Kolay bir yola çıkmadık.

Şu salondaki herkes büyük fedakarlıklar yaptı. Her şeyini ortaya koydu. Şu anda aramızda olmayan arkadaşlarımız büyük fedakarlıklar yaptılar. Hepsine buradan selam olsun diyorum. DEVA Partisi için bu memleket için, değil 3 yılını değil 3 gününü 3 saatini 3 dakikasını harcayan emek veren herkese hepimiz borçluyuz, vefa borcumuz var.

Değerli arkadaşlarım, Ben, muhafazakâr mahallelerdeki endişeler toplumsal güvenceye kavuşsun diye buradayım.

Ben, seküler mahallelerdeki baskılar son bulsun, yaşam tarzlarına iktidarlar müdahale etmesin diye buradayım.

Ben, artık fikirlerle kavga edilmesin, kimse ötekinin haklarına engel olmasın diye buradayım.

Ben, Sayın Erdoğan’ın el yapımı ev yapımı “ekonomik krizini” sona erdirmek için buradayım.

Sayın Erdoğan’ın el yapımı ev yapımı” sosyal krizini” sona erdirmek için buradayım.

Birde ne diyor? ‘Dünyanın her yerinde enflasyon var, Almanya’da marketler boş’ diyor. Ya Almanya’ya gidip gelen arkadaşlar öyle bir şey söylemiyor. ‘Dolu’ diyorlar. Enflasyon artmış %1-2 den %4’e - %5’e çıkmış, bilemedin 6’ya, 7’ye çıkmış. Ya hangi Avrupa ülkesinden üç haneli enflasyon var. Sen kimi kandırıyorsun. Hangi Avrupa ülkesinden enflasyon Türkiye’deki gibi patladı?

Ben Buradan sesleniyorum:

Şimdi bizi dinleme zamanı.

Şimdi DEVA’yı duyma zamanı.

Çünkü DEVA, “Sadece kendine demokratların” partisi değildir.

DEVA, “Çifte standartı olmayan demokratların” partisidir.

Hakkın, adaletin partisidir.

DEVA, Sessiz çoğunluğun sesidir.

DEVA Partisi, ülkesini seven, ehil, dürüst, yolsuzluğa bulaşmamış pırıl pırıl kadroların buluşma adresidir.

Şimdi ezberlenmiş kalıpları bir kenara bırakma zamanı.

Endişeye mahal yok;

Bakıyoruz, kimi kendi saflarını sıklaştırma gayretiyle, sağa sola olmadık laflarla sataşıyor.

Kimi “öteki” gördüğünden kaçıyor.

DEVA Partisi ise burada ve biz “ötekisiz siyaset” yapmaya devam edeceğiz.

İlk günden beri söylüyorum; bir kere daha tekrar ediyorum!

Biz, sadece kendi mahallesinin dertlerini dillendiren, diğer mahalleyi ezmeye çalışan siyasi anlayışa son vereceğiz.

Biz Türkiye’de nöbetleşe zorbalığı sona erdireceğiz!

Gücü ele geçirenin diğerine zulmettiği, üste çıkanın alttakini ezdiği zorbalık dönemlerini bitireceğiz.

Her koşul altında, temel hak ve özgürlüklerin savunucusu olacağız.

Düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayacak her türlü uygulamanın karşısında duracağız.

İnsanların inançlarını korkusuzca ve huzur içinde yaşayabilecekleri özgürlük ortamını sağlamak için tüm gücümüzle çalışacağız.

Vatandaşlarımızın büyük mağduriyetler sonrası elde ettiği hakların geri alınmasına asla izin vermeyeceğiz.

Temel hak ve özgürlüklerin, güvenlik gerekçesiyle kısıtlanmasının, ertelenmesinin her zaman karşısında duracağız.

Bazen ne diyorlar ‘özgürlük mü güvenlik mi seç birisiniz? ’ Niye seçmek zorundayım ya? Sen iktidarsan, hem vatandaşların evrensel haklarındaki özgürlüklerini sağlamak zorundasın hem de bu milletin güvenliğini sağlamak zorundasın. Beceremiyorsan ‘yapamıyor’ de…

Bir yandan da terör ve terör örgütleriyle kararlılıkla mücadele edeceğiz. Şiddetin her türlüsüne ‘hayır’

Sosyal, kültürel ve manevi değerlerimize karşı saygısızlığa ve bunların zayıflatılmasına her zaman karşı duracağız.

Toplumun temel taşı olan aile yapımızın güçlenmesi için gerekli her türlü tedbiri alacağız.

Hiç kimse DEVA Partisi’nin vatan ve millet sevgisini sorgulayamaz.

Hakkımızda istedikleri kadar yalan söylesinler, istedikleri kadar kirli iftiralar üretip sosyal medyada dolaşıma soksunlar…

Halkımız bizi çok iyi biliyor.

Milli değerlerimiz konusunda hassasiyetimizi her zaman önde tutacağız. Irkçı söylem ve tutumların karşısında olmaya da devam edeceğiz.

Bakin ‘nefret suçu’ diye bir suç türü var arkadaşlar. Bazıları siyaset yapmayı bu topluma nefret pompalama olarak görüyor.

Demokrasiyi tehdit eden nefret söylemlerine karşı kararlılıkla mücadele edeceğiz.

Kutuplaştırma ve ayrıştırmanın karşısında duracak, birlik ve beraberliğimizin çimentosu olacağız.

Hür teşebbüs öncülüğünde kalkınmayı esas alırken, refahın toplumun tüm kesimlerine dengeli yayılmasını sağlayacağız.

Rahmetli Özal’ın çok önemsediği orta direği yeniden ayağa kaldıracağız.

Sosyal adaleti ve her alanda fırsat eşitliğini tesis edeceğiz.

Yüksek teknolojiyi esas alan büyüme modelimizle hem savunma sanayiinde hem de diğer pek çok sektörde Türkiye’yi öncü ülke yapacağız.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” şiarı, dış politika ve güvenlik konularında temel ilkemiz olacak.

Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında, çoğulcu demokrasiye kavuşacağız.

Milletimize güveneceğiz, kendimize güveneceğiz.

DEVA burada, DEVA hazır.

DEVA kadrolarıyla çok daha güzelini, çok daha iyisini yapacağız.

Hep beraber gerçekleştireceğiz inşallah.

Bizim bir hayalimiz var:

“Bunlar bir araya gelmez” dedikleri kim varsa;

Biz, hep beraber, hukuk için, adalet için, özgürlük için sapasağlam bir arada olacağız!

Tek bir kişiden bile vazgeçmeyeceğiz.

Tek bir kişiyi dahi geride bırakmayacağız.

Alışılageldik “istemezük” siyasetini de yapmayacağız.

İktidarın yanlışlarını her fırsatta dillendireceğiz. Doğruyu yaptıklarında haklarını teslim edeceğiz.

Hatalardan vazgeçmeleri için en etkin şekilde muhalefet yapacağız.

Her ne şart altında olursa olsun, doğruları korkusuzca konuşacağız.

Evet, vatandaşlarımız bu seçimde bize demokratik denetim görevi verdi.

*****

Arkadaşlar,

Biz, yalana tevessül eden, vatandaşları aşağılayan, kendine oy vermeyenleri cahil yerine koyan muhalefet anlayışını reddediyoruz.

Irkçılık yapan, toplumu ayrıştıran, milletimize nefret pompalayan siyaseti reddediyoruz.

Ülkeyi geren, kutuplaştıran, beriki-öteki diye ayıranlara, ayrıştıranlara inat; biz her zaman istişare diyeceğiz, uzlaşma diyeceğiz.

Ülkemizin çıkış yolunun ancak ve ancak “uzlaşma” olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Bu ilkelerle yola çıktık, bu ilkelerle devam ediyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılına hep beraber damgamızı vuracağız.

Özgürlük damgamızı, demokrasi damgamızı, adalet damgamızı, zenginlik damgamızı vuracağız!

DEVA damgasını vuracağız, DEVA!

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel seçimlere tam 6 ay kaldı.

Biliyorsunuz, ağustos ayından bu yana yerel seçimlerle ilgili yoğun bir istişare süreci gerçekleştirdik.

Tüm il ve ilçe başkanlıklarımızdan seçimlerle ilgili raporlar istedik.

İl ve ilçe başkanlıklarımızdan gelen değerlendirmeleri de dikkate alarak yerel seçimlerle ilgili verdiğimiz kararı da buradan sizlerle paylaşmak istiyorum.

DEVA Partisi, önümüzdeki yerel seçimlerde, tüm ülke sathında kendi ismiyle, kendi amblemiyle, kendi adaylarıyla seçime girme kararı almıştır.

Hem teşkilatlarımızdan gelen ağırlıklı görüşlerin burada olduğunu görerek, hem de genel merkezimizde yaptığımız kapsamlı değerlendirmelerle kahir eskiyerekti bu noktada olduğunu görerek geniş istişareler sonucunda bu kararı verdik. Kararımız ülkemiz için, partimiz için hayırlı olsun.

Çok hızlı bir şekilde adaylarımızı belirleyip kampanyamıza başlayacağız. 1 Ekim sabahında itibaren durmak yok. Çok hızlı bir şekilde aday tespit etmemiz gerekiyor.

Önümüzdeki haftalarda bir yandan ilçe kongreleri ve il kongrelerimizle teşkilatımızı güçlendirirken, bir yandan da DEVA belediyeciliğinin temellerini atacağız.

Önümüzdeki haftadan itibaren hep beraber sahada olacağız.

Vatandaşlarımızı dinleyeceğiz. Bu defa saha çalışmalarımız biraz farklı olacak. Saha çıktığımızda vatandaşlarımızla güzel diyaloglar gerçekleştireceğiz. Onlara soracağız.

Mahallelerimizin sorunlarını tek tek tespit edeceğiz. Ve belediye başkanlarından ne bekliyorlar, belediye başkanı kendi mahallesi için ilçesi için kendi ili için ne yapsın? Sorunlar neler? Hangi sorunlar acil? Bütün bunları vatandaşlarımızdan dinleyeceğiz. Dinleyeceğiz ki adaylarımızı tespit edip adaylarımızla beraber tekrar sahaya çıktığımızda her mahallede sorunu bilerek ve o sorunun çözümünü dosyamıza koyarak vatandaşımızın karşısına çıkalım. 1 ekimden sonra saha çalışmalarımızın niteliği biraz farklı olacak. Az konuşup çok dinleyeceğiz, sorunları yerinden tespit edeceğiz.

Yerelden gelebilecek işbirliği önerilerini münferiden değerlendireceğiz.

Başkan adaylarımız milletimizin karşısına projeleriyle ve çözümleriyle çıkacaklar.

Temiz belediyecilik için siyasi ahlak ilkelerimizi hazırlayacağız ve yayınlayacağız. Bizim belediye başkanı adayımız olmak isteyen arkadaşlarımız, o siyasi ahlak ilkelerini okuyacaklar, imzalayacaklar, ondan sonra adayımız olacaklar. Ki Türkiye’de yerel yönetimlerde bir temiz yönetim anlayışı olsun. DEVA belediyeciliği işte bu. Hem temiz hem etkili yönetim.

Bugünkü büyük kongremizle de kuruluşumuzdan bu yana parti tüzüğümüzle ilgili bize ulaşan değişiklik taleplerini ele alacağız.

İl ve ilçe kongrelerimize başlarken, partimizin iç mevzuatıyla ilgili gerekli güncellemeleri değerlendireceğiz.

*****

Evet arkadaşlar, başaracağız.

Bunu hep beraber başaracağız.

Yorulmayacağız, yılmayacağız.

Biz iktidarın da bazı muhalif ekranların da bize haksızlık edeceğini biliyorduk. Sağlık olsun.

O yüzden daha zor koşullarda olduğumuzu biliyorum.

En büyük gücümüz; çalışkanlığımız. Daha çok çalışacağız.

Bizimiz alnımız açık, başımız dik.

Hiç kimseyi aldatmadık. Hep doğruları söyledik.

Montaj videolarla insanların karşısına çıkmadık. Onun için diyorum ya kazandı ama helalinden kazanmadı.

Tek kuruşluk kamu imkânı kullanmadık.

Kendi bileğimizin gücüyle, alnımızın teriyle çalıştık.

Bunun içindir ki biz, tam bağımsız bir siyasi partiyiz.

Allah’tan başka hiç kimsenin önünde eğilmeyiz.

Biz, bir gün öyle, bir gün böyle konuşanların; dün savunduklarını bugün unutanların partisi değiliz.

Biz özgürlüklere sahip çıkanların partisiyiz.

Ülkemizin tüm değerlerini sahiplenenlerin, diğerine saygıyı baştacı edenlerin partisiyiz.

Başaracağız arkadaşlar, başaracağız. Yeter ki sağlam duralım yeter ki kendimize güvenelim ve çalışalım.

Bu büyük ve güçlü ülkeyi hakettiği itibara kavuşturacağız.

Ülkemizi özgürlük ve zenginlik limanına demirleyeceğiz.

*****

Bu ülkede;

Pazardan boynu bükük, filesi boş dönen analar olduğu sürece,

Üniversiteyi kazanan evladının kaydını yaptıramayan babalar olduğu sürece,

Beslenme çantasını dolduramayan çocuklar olduğu sürece,

Çalışmaya devam edeceğiz.

Söz mü arkadaşlar? (…)

Çalışacak mıyız? (…)

Bu ülkede;

Açlıkla sınanan, torununa bayram harçlığı veremediği için gizli gizli ağlayan emekliler olduğu sürece,

Sattığı malı yerine koyamayan, dükkanında karanlıkta oturan esnaf kardeşlerimiz olduğu sürece,

Artan maliyetler altında ezilen, ürettikçe zarar eden çiftçilerimiz olduğu sürece,

Çalışmaya devam edeceğiz.

Söz mü? (…)

Bu ülkede;

Açlık sınırının altında bir asgari ücretle geçinmeye çalışan işçi kardeşlerimiz olduğu sürece,

İstihdam sorunu yaşayan, sokaklarda güven içinde yürüyemeyen kadınlar olduğu sürece,

Kendisine fırsat verilmediği için, imkân tanınmadığı için geride kalan, kendine yaşayacak başka ülkeler arayan gençler olduğu sürece,

Çalışmaya devam edeceğiz.

Söz mü? (…)

Ben sözümü aldım. Allah sizlerden razı olsun.

Bizim için siyaset millete hizmet etmektir.

Biz, milletin refahı, huzuru, barışı için çalışmayı, alın teri dökmeyi ibadet biliriz.

Sizin gibi yüreği temiz, alnı ak, kul hakkı yemeyen, tarihin doğru tarafında yerini alacak kadar cesur insanlarla yol arkadaşı olduğum için hamd olsun diyorum.

Sağ olun, var olun.

Kalın sağlıcakla.

18 Eylül 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Hükûmetin ilk 100 günü değerlendirme Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Hükûmetin ilk 100 günü değerlendirme Toplantısı
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Bugünkü toplantımız vesilesiyle aramızda olan değerli konuklar,
 
Partimizin değerli mensupları,
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,
 
Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyor, hükûmetin ilk 100 gününü değerlendireceğim basın toplantısına hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Seçimlerin ardından 3 Haziran tarihli Resmi Gazete’de 67. Hükûmet ilan edildi. 7 Haziran gününde de Bakanlar Meclis’te yemin ederek görevine başladı. 
 
Ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenenlerin ilk 100 günü geçen hafta doldu. 
 
Biliyorsunuz, demokrasilerde ilk 100 gün önemlidir.
 
İlk 100 gün, o iktidarın neleri başarabildiğini göstermesinin yanında, ileride neler yapabileceğinin de bir bakıma istikametini çizer. 
 
İlk 100 gün aynı zamanda, iktidarın ülkeyi yönetmeye ne kadar hazırlıklı olduğunun sınavıdır adeta.  
 
Seçimlerden hemen sonra yaptığım açıklamada milletimizin bize “demokratik denetim” görevi verdiğini söylemiştim hatırlarsanız bu salonda. “DEVA Partisi’ne milletimiz demokratik denetim görevi vermiştir” demiştim.
 
İşte bugün bu demokratik denetim sorumluluğumuzun gereği olarak karşınızdayım. 
 
*****
 
Biz, DEVA Partisini kurduğumuz ilk günden bu yana farklı bir siyaset anlayışı ortaya koyduk. Sadece yanlışları eleştirmedik. Her alanda hazırladığımız eylem planlarıyla, ülkenin tüm sorunlarıyla ilgili ilk 90 günde, 360 günde ve 5 yılda neler yapılması gerektiğini ilan ettik. Bu, Türkiye’de siyaset tarihinde görülmemiş bir hazırlıktı.
 
Tam 23 eylem planıyla Türkiye’nin nasıl yönetilmesi gerektiğini milletimize açık açık beyan ettik.
 
Bu adımların hepsini madde madde takvimlendirdik, her adımın bütçesini hesap ettik. Hesabını kitabını yapmadığımız hiçbir taahhütte bulunmadık.
 
Neyin, ne zaman, nasıl yapılacağını bilerek hareket ettik.
 
DEVA Partisi olarak biz, alışılmış “bol keseden vaat” siyasetine son verdik. 
Çünkü biz, milletimizin gerçekçi, samimi bir siyasete layık olduğunu düşünüyoruz.
 
İşte bugün; iktidarın doğrularını, yanlışlarını, eksiklerini ve acilen yapması gerekenlerle ilgili tavsiyelerimizi paylaşmak üzere karşınızdayım. 
 
Çünkü biz, bunu yapabilecek donanıma ve hazırlığa sahip bir siyasi hareketiz. Seçimlerden sonra bütün bu hazırlıklarımızı bir set halinde Cumhurbaşkanına, tüm kabine üyelerine ve tüm milletvekillerine ilettik. Dedik ki; “Burada akıl teri vardır. Umarım çalışmalarınızda istifade edersiniz.”
 
*****
 
Kıymetli basın mensupları, değerli vatandaşlarım,
 
İktidarın seçimden evvel açıkladığı seçim beyannamesindeki taahhütlerin çoğu herhangi bir takvime bağlanmış değil.
 
Bakın biz hazırlıklarımızda her şeyin takvimini verdik.
 
Yani hükümet, seçim beyannamesinde hangi adımı ne zaman atacakları ile ilgili detay vermemiş.
 
Aynı “Sarı çizmeli Mehmet Ağa bir gün öder hesabı” gibi. 
 
Bir önceki dönemde olduğu gibi, yine pek çok muğlak ifadelerle ve vaatlerle seçime girdiler.
 
Pek çok vaat, beyanname sayfalarında hala hayata geçirilmeyi bekliyor.
İlk 100 günde yapılabilecekken yapılmamış durumda.
 
Vatandaşlarımızın en can yakıcı derdiyle başlamak istiyorum: Ekonomi.
 
Merkez Bankası’nda yapılan kadro değişiklikleri olumlu yönde atılmış bir adımdır. Kabine üyelerinden bazılarıyla ilgili de bizim değerlendirmelerimiz olumludur. Ama sadece üst düzeyde yapılan birkaç atama yeterli değildir. 
 
Bu Merkez Bankası'na özellikle kurumsal kapasiteyi artıracak, bankanın gerçek bağımsızlığını sağlayacak adımlar henüz görmedik, görmüyoruz. 
 
Bakın en önemli konulardan bir tanesi değil mi? Kur korumalı mevduat. Hatırlatalım. 
 
Bilmeyenler ya da parası olmayanlar için kur korumalı mevduat şudur. Bankaya parayı yatırıyorsunuz. Faiz alıyorsunuz ama eğer dövizin fiyatı, doların, Euro’nun fiyatı kur, faizden daha fazla artarsa devlet diyor ki, ‘Ya sen mağdur oldun, kur arttı, al farkını ödeyeyim sana’ diyor. 
 
Burada kur farkı diyoruz. Yani bankada faiz olanının, faizde parası olanın eğer faiz yetmezse kur daha fazla yükselirse o kur farkında ayrıca devletin ödeyeceği mevduat hesabı.
 
Seçimden sonra kur korumalı mevduat için kur farklarının tamamı Merkez Bankasına ödetilmeye başlandı. Merkez Bankası bunu ödeyebilmek için harıl harıl para basıyor.
 
Yani, kısa adı KKM olan bu hesapların kur farkları, üretilen enflasyon yoluyla tüm milletin cebinden ödenmektedir. 
 
Merkez Bankası nereden buluyor bu parayı? Basıyor. Yani bankada parası olan kur arttı. Bundan mağdur olmasın diye aradaki kur farkı ödeniyor ya. Bu para basarak karşılanıyor. Para basıldığında ülkede enflasyon artıyor. Herkesin cebinden alınıyor, bankada parası olanın hesabına ekleniyor. Özeti bu.
 
Ve ödenen kur farkı tutarları da hala gizlenmektedir. 
 
Kur korumalı mevduatın büyüklüğü yaklaşık 125 milyar dolara ulaştı. 125 milyar dolar. Bu kadar büyük bir rakamla ilgili gerçekleri niye gizliyorsunuz?
 
Şöyle bir mukayese yapalım: Cumhurbaşkanı’nın ifadesine göre 6 şubat depremin ülke ekonomisine maliyeti 104 milyar dolar. Deprem olmuş. Asrın felaketi 104 milyar dolar
 
Son dönemde yapılan vergi artışlarına gerekçe olarak da depremi gösteriyorlar. “Asrın doğal felaketi”, ne yapalım diyorlar.  “Bu yükü paylaşacağız” diyorlar. “Herkes fedakârlık yapsın” diyorlar. “Bu 104 milyar dolarının maliyetini karşılamak için adeta bu vergileri saldık” diyorlar.
 
Evet, bu deprem asrın doğal felaketi olabilir. Ama bu 125 milyar dolarlık kur kurmalı mevduat da “asrın ekonomik felaketi”dir. Ve bu felaket bizzat Sayın Erdoğan tarafından bu memleketin başına getirilmiştir. 
 
Hatırlayalım. İlk açıkladıkları günlerde büyük bir mucize gibi şapkadan tavşan çıkarır gibi sunmadılar mı? Ekonomiyi kurtaracak formül diye sunmadılar mı? Biz o gün hemen ertesi gün sabah Polatlı Ticaret Odası'nda demedik mi bu ülkeyi batıracak bu hazineye batıracak demedik mi? Hepsi oldu. Ve şimdi kıvranıyorlar. “Nasıl bunu bitirebiliriz? Nasıl bu defleri kapatabiliriz” diye ama çözümde bulabilmiş değiller.
 
Ben ekonomi yönetimindeki arkadaşlara soruyorum: Kur korumalı mevduata Merkez Bankası ne kadar kur farkı ödemiştir? Hazine ne kadar kur ödemiştir? Bundan sonra ne kadar ödeyeceksiniz? 
 
Orta vadeli program yaptınız değil mi?  Orta vadeli programda her şeyin hesabının kitabının olması lazım. Ha bazı konularda da varsayımlar koymuşsunuzdur o orta vadeli programa. Peki kur korumalı mevduatla ilgili varsayımınız nedir? Kur korumalı mevduata karşılıksız basılacak para ne kadar olacaktır? 
 
Para basarak ödenecek kur farkları enflasyonu ne kadar azdırmaktadır? Orta vadeli program açıkladınız. 125 milyar dolarlık meseleden bahsediyoruz değil mi? Ve bunları biz bilmek istiyoruz. Vatandaş olarak bunları bilmek duymak hakkımız.
 
Rahmetli Özal’ın “enflasyonun ana sebebi” olarak ilan ettiği, “kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir” dediği kur korumalı hesapları nasıl bir takvimle kaldıracaksınız?
 
OVP’de bunlardan hiç bahsedilmemiş. Nasıl bir planlamaysa… 
 
Depremin getirdiği 104 milyar dolarlık maliyeti karşılamak için vergileri artırdığınızı söylüyorsunuz. 
 
Tam 125 milyar dolarlık bu ev yapımı, el yapımı felaketle nasıl mücadele edeceksiniz? Ne yapacaksınız? Buradan soruyorum. Bunu bilmek hakkımız
 
Hükumetten bunu açıklamalarını bekliyoruz!
 
*****
 
Bir başka önemli konuya dikkatinizi çekmek istiyorum:
 
Hatırlar mısınız, bir ‘128 milyar dolar nerede?’ meselesi vardı.
 
Hani kayınpeder-damat el ele verip Merkez Bankası’nın arka kapısından bu ülkenin alın teriyle biriktirdiği dövizleri satmışlardı.
 
Bu satışlarla ilgili hala bir açıklama yapılmadı. Konu tamamen karanlıkta. 
 
Ekonomi yönetimi şu anda bu uygulamaya devam etmediklerini söylüyor. Ancak gerçeğin tam böyle olup olmadığını veya bu uygulamanın devam edip etmeyeceğini bilmiyoruz. Çünkü rakamlar hala açıklanmıyor.
 
Buradan ekonomi yönetimine sesleniyorum:
 
Rasyonel politikalara dönmek konusunda samimiyseniz, önce şeffaf olun. Kimseyi aldatmayın. Çünkü doğru, hesaptan kaçmaz. 
 
Eğer gerçekten şeffaflık diyorsanız, arka kapı döviz satışlarına imkân veren Merkez Bankası ile Hazine arasındaki protokolü derhal iptal edin. Hatırlayın bu protokol sonradan ortaya çıkmış değil mi? 2019’da o hatırlayın Cumhurbaşkanı yeni anayasaya göre görevini başladıktan sonra ve ekonominin başına da damadını getirdikten sonra hemen apar topar 2019’un başında başladı bu iş.
 
Ve sonradan öğrendik ki bu arka kapı satışları gizli satışlar hazineyle Merkez Bankası arasındaki yine gizli bir protokolle başlamış. Hani işi defterine uydurmak için böyle bir imzalı belge yapmışlar, dosyaya koymuşlar. Yarın ne olur ne olmaz diye.
 
Evet arkadaşlar, bu bir protokole dayanıyor ve bu protokol hâlâ geçerliliğini koruyor.
 
Benzer şekilde, şeffaflık konusunda samimiyseniz KKM geri dönüşleri için bankalara verilenler dahil tüm döviz satışlarını şeffaf bir biçimde yayımlayın.
 
Samimiyseniz şu protokolü bir yırtıp atın. Çünkü madem bu iş yanlış e yanlışın kapısını niye açık tutuyorsunuz? Niye o kapı hala açık? Kapıyı bir kapatın, protokolü yırtıp atın. Samimiyetinizi ortaya koyun ve rakamları açıklayın. 
 
Millete ait olanları milletten gizlemeyin. Merkez Bankası döviz piyasasına müdahaleyi doğrudan ve açıktan yapsın. 
 
Tıpkı 2002-2015 arasında olduğu gibi…
 
Bakın burada yüz milyarlarca dolarlık gizli döviz satışından bahsediyoruz arkadaşlar. Bir örnek vereceğim. 2002-2015, Merkez Bankası'nın bu dönemde doğrudan müdahale yoluyla sattığı dövizin toplam tutarı sadece 8 milyar dolardır. 14 yılda sadece 8 milyar dolar. Bunlar yüz milyarlarca doları arka kapıdan sattılar. 
 
Merkez Bankası o dönemde bu 8 milyar doların tamamını şeffaf açıklamıştır. Merkez Bankası'nın web sitesinde bunların hepsi yayınlanmıştır. Hala duruyor. Girip bakın. Bunlar hala duruyor. Şimdi ben böyle söyleyince apar topar kaldırabilirler ama girip baktığınızda şu anda duruyor. 
 
Yani topu topu 8 milyar dolarlık satış 14 yıl boyunca açık şeffaf yapılmış yüz milyarlarca dolarlık satışı siz arka kapıdan yapıyorsunuz. Niye gizliyorsunuz? Neyi gizliyorsunuz? Acaba hangi ayıbı örtmeye çalışıyorsunuz?
 
Seçimlerden sonra göreve gelen arkadaşlara sesleniyorum: Yanlışlara karşı çıkın. Yanlışlar içinde yer almayın. Yanlışlara alışmayın. Devlet yönetimi böyledir. Bir kere o yanlışlara insan alışmaya başlarsa aynen farkına varmadan haşlanan kurbağalar olur ya. Aynen öyle olur.
 
Seçimden evvel bana ekonomiyi sorduklarında en çok hangi kelimeyi kullanmıştım, hatırlıyor musunuz?
 
GÜVEN. Hâlâ da aynı noktadayım. Bu evrensel bir gerçek. Tarihi bir gerçek.
 
Sayın Erdoğan, zamanında benim yakın çalıştığım bazı ekonomi kurmaylarını iş başına getirerek, 2015’ten beri kendi yarattığı güven bunalımını çözebileceğini düşünüyor.
 
Bu güven bunalımı bir iki atamayla düzelmez.
 
Oysa en basitinden enflasyonu doğru ve gerçekçi hesaplamasını beklediğimiz kurumla, TÜİK’le alakalı bir adım atıldı mı? TÜİK yönetiminde tek bir değişiklik yapıldı mı? Bugüne kadar TÜİK kadrosuyla ilgili takip ediyoruz, hiçbir değişiklik yok.
 
Biliyorsunuz ben TÜİK’e “rakamları ayarlama enstitüsü” diyorum. 
 
Enflasyonu yıllardır olduğundan düşük açıklayan bir kadroya güvenmezsiniz. Bunlar talimatla enflasyonu olduğundan düşük açıklamamış. Şimdi ne oldu? Son bir ayda enflasyonu biraz yüksek açıkladı diye herkes diyor ki  “ha acaba TÜİK bundan sonra değişecek mi?” Ya yalan alışanı geri döndüremezsiniz. Böyle bir şey yok. Son ay enflasyonu yüksek açıklayan TÜİK kadrosu yeni bir talimatla bir sonraki ay tam tersini yapabilir.
 
Zaten ben bu enflasyonla mücadeleye de hayret ediyorum. Hangi enflasyonla mücadele ediyorsunuz siz ya?
 
Eğer TÜİK'in açıkladığı uydurma enflasyonla mücadele ediyorsanız o zaten hayali bir rakam. Vatandaşın, milletin yaşadığı gerçek enflasyon başka. Bunu herkes biliyor. Çarşıya pazara çıkan, evine en ufak bir alışverişe çıkan herkes gerçek enflasyonun bu ülkede ne kadar yüksek olduğunu biliyor, yaşıyor, görüyor. Bunu örtemezsiniz ki. 
 
Ve değerli arkadaşlar eğer şeffaflık diyorsanız, rasyonalite diyorsanız, güven diyorsanız hükümete sesleniyorum;  TÜİK yönetimi tamamen değişmeli, yetkin ve bağımsız bir yönetim yapısı oluşturun. 
 
Yeniden kredibilite kazanana kadar TÜİK mutlaka bir dış denetime tabi tutulmalıdır.
 
Dürüstseniz, akademisyen ve uzmanlardan oluşan bir kurul ile TÜİK’in enflasyon verilerini kalite ve güvenirlilik denetimine tabi tutun. Sonuçları kamuoyu ile derhal paylaşın.  Dış denetim derken yurt dışından insanlardan bahsetmiyoruz ha. Bizim bunu kontrol edecek dış denetim yapacak kapasitemiz var. Bu insan kaynağımız var. Yeter ki süreçler, veriler nasıl toplanıyor? Bu enflasyon nasıl hesap ediliyor? Dışarıdan gözler gelsin buna baksın. “Bu doğru” desin. Ya da “yanlış” desin. Biz de bilelim.
 
Bakın arkadaşlar, TÜİK deyip geçmeyin. Emekli maaşları, memur maaşları, asgari ücret… hepsinde artışları TÜİK’i esas alarak yapıyorlar.
 
Deniyor ki “biz size enflasyon kadar artış yaptık.” Ya hangi enflasyon? Eğer TÜİK'in açıkladığı uydurma enflasyonsa demek ki emeklerimizin, işçilerimizin, memurlarımızın maaşı gerçek enflasyon kadar artmamış. Rakamları ayarlama enstitüsünün açıkladığı rakama göre maaşlar yükseltilmiş.
 
Bozacının şahidi şıracı hesabı… 
 
Onlar birbirine yalancı şahitlik yapıyor da olan memura oluyor, vatandaşa oluyor. Evladına harçlık veremeyen anne-babaya oluyor.
 
Sorun TÜİK’le de sınırlı değil.
 
Bakın BDDK yönetimiyle ilgili sorunlar var. Oraya sapasağlam bankacılığı bilen iyi düzenleme yapan ve gerçek denetim yapan bir ekip gerekiyor. Burada uyarıyorum. Bu bankacılıkla alakalı denetim konusunda sıkıntılar var. Detayına bugün girmek belki doğru değil. Ama bunun da yapılması gerekiyor. 
 
Yargının doğru ve bağımsız çalışacağını gösteren hiçbir adımda bugüne kadar atılmış değil.  Bu hukuk, adalet, yargı konusuna biraz sonra biraz daha detaylı geleceğim ama siz ekonominde “güven” diyorsanız önce yargıyla ilgili güven zemininde sağlamlaştırmanız gerekir. 
 
Ve sonuçlar ortada…
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Seçim sürecinde sıkça dillendirdiğim gibi, Sayın Erdoğan’ın yürüttüğü seçim ekonomisinin kötü sonuçlarını bugün yaşıyoruz.
 
Her gün acı acı yaşıyoruz. 
 
Seçimi kazanmak uğruna harcadığı devlet bütçesinin, seçimi kazanmak için tükettiği Merkez Bankası rezervlerinin maliyetini yine biz, hepimiz millet olarak ödüyoruz.
 
Kendisini uyarmamıza rağmen, günü kurtarmak için hesapsızca yaptığı yanlışları sizin bizim cebimizden alarak toparlamaya çalışıyor.
 
Vatandaşlarımızın cebinden (1) vergi artışlarıyla alıyor, (2) bazı temel ürünlerin fiyatını artırarak alıyor ama (3) en çok da enflasyon yoluyla alıyor.
 
Bakın seçim döneminde ne söylemişim? Şöyle bir hatırlayalım….
 
Ve maalesef hepsi oldu.
 
Sayın Erdoğan seçimlerden hemen sonra zam üstüne zam yağdırdı.
 
Vergi üstüne vergi ekledi.
 
“Müjde” diye maaşlara yaptığı artışlar, eriyor, buharlaşıp gidiyor.
 
Maaşlara yapılan artışlar, zamlara ve vergilere yetişemez oldu.
 
Nasıl böyle kızgın bir saçın üzerine suyu damlatırsanız buharlaşır gider. Şu andaki maaşlara verilen zamlar da aynen öyle oluyor. Buharlaşıp gidiyor.
 
Bu ilk 100 günde yoksulluk daha da arttı. Zaten çöken orta sınıf artık belini doğrultamaz hale geldi. 
 
Ve kapı kapı borç dilenmeye devam ediliyor. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Seçimlerden hemen sonra söylemiştim. Erdoğan helalinden kazanmadı, çünkü aldattı demiştim. 
 
İşte size örnekler:
 
Bu ne demek? “2023’ün mayıs ayına kadar kur tutulmuştu” ne demek?
 
Seçimden önce kuru düşük gösterdiler, seçimden sonra patlattılar demek. 
 
Seçimden önce kuru düşük gösterdiler. Seçimden sonra da patlattılar demek değil mi? İşte rakamlar. Şu dolar rakamına bakalım. Mayıs sonunda 20 TL. Bugün çıkmış 27 TL. Bunu da tutulup tutulmadığını bilmiyoruz ha. Diyorlar ki seri yönünde müdahale yok. Bilmiyoruz. Müdahale var. Ne kadar var? Bilmiyoruz. Çünkü rakamları açıklamıyorlar.
 
14 yıl boyunca şeffaf açıklanmış bugün açıklamıyorlar.  Vatandaşlarımız seçim için sandığa giderken Dolar 20 liraydı. Şimdi 27 lira. 
 
Aynı şey benzin ve mazot fiyatları için de geçerli. Rakamlara bakalım:
 
Benim çiftçim, şoför esnafım ne yapsın şimdi? Seçim için sandığa giderken mazota 20 lira ödüyordu. Bugün 40 lira ödüyor.  Ya bu sağ gösterip sol varmak değil mi? Bu aldatmak değil mi? Eğer zam ihtiyacı var. Bunu siz seçimden önce yapmıyorsanız seçimde her şeyi güzel gösterip seçimden sonra bunu yapıyorsanız aldatmak değil de nedir? Eskiden böyle değildi arkadaşlar ya. 
 
Bakın bir örnek vereyim. 2004 yerel seçimlerine gidiyoruz. Aynı bu akaryakıt fiyatlarıyla ilgili artış ihtiyacı oluştu. Ve ben de dedim ki “yine maliyetler arttı…”
 
O zaman petrol de 20 dolardan başladı artıyordu İbrahim Bey de hatırlar o günleri. Biz 20 dolarla aldık, petrol ta 150 dolara kadar çıktı. O şartlarda enflasyon düştü. Hiç sormuyorlar nasıl yaptınız, ne oldu bu diye. Bilmiyorlar. Önemli de değil. 
 
Şimdi dedim ki Sayın Erdoğan'a “Akaryakıt fiyatlarıyla ilgili güncelleme gerekiyor. Mart sonunda da yerel seçim var.” Dedi ki “ya bunu şimdi bekletip de seçimden sonra yaparsak bu milleti aldatmak olur” dedi. Ben dedim ki “ya helal olsun yani gerçekten dedim bu çok dürüst bir yaklaşım. Tamam ayarlamaları yapalım.” Sonra gitti. Kayıtlarda vardır. Basın mensuplarımızı arşivden bulabilir. Bunu meydanlarda söyledi. Dedi ki “bakın ben bu zamları bekletip seçimden sonra yapardım. Ama aldatan da olmayacağım. Aldanan da olmayacağım” dedi. Ve millet zamları alkışladı. 2004 yerel seçimine giderken. Bunlar oldu. 
 
Onun için diyorum ki nereden nereye? Nereden nereye? Ya o dönemde Türkiye bunun için başardı. Samimi politikalarla başardı. Ama siz samimiyetten uzaklaşırsanız doğrulardan kaçarsanız yanlış insanların etkisi altına girerseniz ve hele hele dedim ya o yanlışa alışmak çok kötü bir şeydir. Aynı uyuşturucuya alışmak gibi. Yanlışlara alışırsanı O çizgiyi bir kere elden kaçırırsanız bir daha iflah olamazsınız. Şu anda ülkenin yaşadığı tam da sorun bu.
 
O gün 2004 seçimlerine girerken “vatandaşı aldatmayalım zam gerekiyorsa yapalım” diyen Sayın Erdoğan bugün seçimden önce 20 lirada tutup mazotu seçimden sonra 40" liraya çıkarttı. Ya biz işte bunun için DEVA Partisi'ni kurduk. “Bunun için yeni bir yol açmak gerekiyor” dedik. “Böyle gitmeyecek, olmayacak” dedik. Bunların hepsini gördük. Geleceğini biliyorduk bugünler. Aldattılar dedim ya. Bir başka örnek. 
 
Aldattılar dedim ya…Bir başka örnek:
 
Faiz:
 
“Bu kardeşiniz iş başında oldukça faiz yükselemez” dedi.
 
“Faiz artırmaktan başka çözümleri yok” diye muhalefeti eleştirdi.
 
Seçime giderken de hatırlayın arka arkaya Merkez Bankası'na faiz düşürttüre düşürttüre gitti. Seçimden hemen sonra da Merkez Bankası üç ayda üç kere faiz arttırdı ve üç ayda faiz tam üç katını çıktı. 
 
Görelim. 
 
Seçime giderken %8,5. Seçimden sonra %25. Rakamlar ortada. Kredi faizlerine de şöyle bakalım. Seçimden önce kredi faizleri belli noktalarda tutulmaya çalışıyor. Seçimden sonra fırlayıp gidiyor. Bunlar BDDK'da görünen rakamlara piyasada herkes biliyor ki esnafımızın, KOBİ’mizin bu faizlere kredi bulması mümkün değil. %38 görünüyor. Mümkün değil bu rakamlara kredi bulmak. Ne yapıyorlar bankalar? Onlar da yolunu bulmuş. Kredi faizsiz ne kadar diye sorduğunda esnafımız KOBİ’mizin bir rakam söylüyor ama diyorlar ki “ya bir de ayrıca işte bir dosya parası var. Ayrıca bilmem hayat sigortası var. Bilmem şu var. Bilmem toplam bilmem ne primi… Bir de toplu bir rakamı alıyorlar mı esnaftan? Fiili faiz geliyor şu anda esnaf ve KOBİ için %60, 65 yıllık birleşik faizlerden söz ediyoruz şu anda kredi faizleri olarak.
 
Bunlar BDDK da görünen böyle makyajlanmış rakamlar. Gerçek kredi faizi çok daha yüksek. Üstelik bir de ne yaptılar? 
 
Üstelik, ticari kredilerdeki artış aylık % 2,5 ile sınırlandırılmış durumda. Bu bankalara yeni kredi vermeyin demek. 
 
% 2,5 ne demek? Zaten 100 lira kredi. Her ay fiili %3-4 faiz dursa bile yerinde büyür. % 2,5 ne demek?  Fiilen yeni kredi verme mevcuttu döndür hatta mümkünse biraz azalt demek bankalara. Bunu yaptılar % 2,5’lük sınırla.
 
Merkez Bankası’na ve hükûmete buradan çağrı yapıyorum: Tüketici kredisiymiş, şuymuş, buymuş bunları anlıyorum ama İhracat reeskont kredisi konusunda cömert olun. Üreten, ihracat yapan şirketlerimizin yanında durun. Reeskont kredilerinde kısıtlama yapmanın hiçbir ekonomik rasyonalitesi yoktur. Ve Merkez Bankası nasıl verir bu reeskont kredisini? Eximbank yoluyla. Merkez Bankası para basar. Evet. Parayı basar. Ama bastığı para üretime gider. Oradan ihracata gider. Sonra döviz olup gelip Merkez Bankası'nın döviz rezervine eklenir. Dolayısıyla bir Merkez Bankası'nın para basması için hayırlı yol, temiz yol budur. Parayı basıyor, ihracatçımıza veriyor, üretim oluyor, ihracat oluyor, dövize dönüyor, dövizden sonra da tekrar Merkez Bankası'nın kasasına döviz rezervi olarak giriyor. Dolayısıyla buradan hükümete ve Merkez Bankası'na çağrım asla asla bu ihracat reeskont kredilerini kısıtlamayın, önünü tamamen açın. Bak bedava tavsiyelerde bulunuyoruz ha. Fatura falan gelmeyecek bundan sonra. Sağa sola danışmanlara falan sormaya ihtiyaç yok. Birikim burada, bu salonda DEVA çatsı altında. 
 
Ben şimdi buradan Sayın Erdoğan’a sormak istiyorum.
 
Zamanında enflasyon tek hane iken, faizler tek hane iken, siz o dönemin tertemiz bürokratlarına hakaret ediyordunuz. Bunlar faizci diyordunuz. 2013,2014, 2015…
 
Şimdi ne oldu? Hükümetinizin ilk 3 ayında Merkez Bankası tam 3 kere faiz artırdı. 
 
Söyleyecek hiçbir sözünüz yok mu? Dikkat ederseniz hiç konuşmuyor. Merkez Bankası kelimesi ağzından çıkmıyor. 100 gün geçti. Yok. 
 
Sayın Erdoğan bu millete bir açıklama borcunuz var ya.  O zamanın, o dönemin enflasyonun tek hane olduğu, faizin tek hane olduğu dönemin bürokratlarına da bir özür borcunuz var, bir helalleşme borcunuz var. 
 
Her konuda konuşuyorsunuz. Faiz konusunda niçin susuyorsunuz 100 gündür?
 
Evet. Rakamlarla, grafiklerle ortada. Aldattı. Seçim kazandı ama helalinden kazanmadı.
 
Bir başka örnek:
 
Seçimden önce, “Vatandaşlarımız müsterih olsun, enflasyonu yine tek haneye indireceğiz.” diyen Sayın Erdoğan, bu yıl sonu için ne yaptılar? Merkez Bankası temmuz sonunda önce yıl sonu için yüzde 58 dedi. Daha Merkez Bankası'nın enflasyon raporunun mürekkebi kurmadı. Orta vadeli programda ne dediler? Yıl sonu için %65 dediler. Yüz günde 58 arkadan 65. Ha piyasa ne diyor? % 70-75de aşağı düşmez diyor. Piyasa beklentisinin % 70-75 aralığına çıktığını hatırlatalım. 
 
5 yıldır enflasyonun tek haneye ineceğini tekrar edenler, şimdi kâğıt üstünde bile ancak 2026’da tek haneli enflasyon öngörüyorlar.
 
Son açıklanan OVP’de tek haneli enflasyon için koydukları hedef taaa 2026’nın sonu. 2026 ne kadar var? 3 yıl, 3 ay var. Tek haneye indireceğiz demeye ne zaman başlamış? 2018, Şimdi 2026. “Ölme eşeğim ölme” derler ya.
2018’den 2026’ya… Tam 8 yıl arkadaşlar 8 yıl.  2018 de başlamış “tek hane tek hane” diye çünkü çift haneye çıkmış enflasyon. Şimdi bile 2026’da anca inebileceğini hedef olarak gösteriyorlar. 
 
Yani 8 yıl boyunca yüksek enflasyona mahkûm kalmış ve mahkûm kalmaya da devam edecek bir ekonomiden bahsediyoruz.  Yazık günah. Mahvettiler ya. Perişan ettiler. 
 
Hani bu işleri hiç bilmesek yapmasak sadece izleyici olsak deriz ki; “ya ne yapsınlar?” Öyle değil ya. Öyle değil. Doğru kadroyu kurduğun zaman doğru adımlar attığın zaman bu enflasyon düşüyor arkadaş. Yaptık işte. İki yılda düştü. Ve 10 yılda da tek ihanete kaldı. 10 yılda bir daha artmadı. Enflasyonu bağladık. O canavar diye çizdikleri enflasyonun canavarını aldık küçük bir torbaya koyduk ağzını bağladık çıkamadı. Bunlar yeniden hortlattı. 
 
Ya memlekette karpuzla dilim karpuz artık dilimle satılıyor. Bu bolluk bereket ülkesinde Avrupa'nın en büyük tarım topraklarına sahip olan bu ülkede karpuz dilimle satılır hale geldi. 
 
Meyve sebze fiyatları ateş pahası.  Çoban salatası olmuş ağa salatası. 
 
Seçimden önce “Bedava Doğalgaz” bilboardları asıp, koca koca kampanyada bakıyoruz “bedava doğalgaz.” Bedava doğalgaz koca koca yazıyor altında küçük küçük minik şeyler. Onu okuyamıyorsun zaten yoldan geçerken yani. Ama bedava doğal gaz yazıp da seçimden sonra zamları ve vergileri bindirmek halkı aldatmak değil de nedir? Ve değerli arkadaşlar bakın bunlar yerel seçimleri de şurada 6 aylık bir süre kala yapılıyor. Dikkat edin. Ve bütün bunlar yerel seçimlerin baskısı,korkusu ve endişesi altında atılabilen adımlar. Bu ne demek? Allah memleketi korusun bu yerel seçimlerden sonra daha neler neler gelebileceğine işaret ediyor bize. Yerel seçimi bilerek yerel seçim baskısıyla, yerel seçim endişesiyle şu anda yaptıkları henüz sadece işin bir kısmı.
 
İlk 100 gün böyle işte. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Şu anda Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli sorun enflasyondur. 
 
Enflasyon, ekonomide kötülüklerin anasıdır. 
 
Vatandaşımızın alım gücünü, refahını belirleyen esas konu enflasyondur.
 
Bu hükümetin her şeyi bir yana bırakıp şu önce enflasyonla mücadele edebilmesi gerekir. 
Enflasyon kötü bir alışkanlıktır. Bağımlılık oluşturur. 
 
Çünkü siz o Merkez Bankası'nın bağımsızlığını elinden aldığınız anda o Merkez Bankası'nın para basma gücünü böyle tek bir kişinin eline verdiğiniz zaman o ülkede enflasyon mukadderdir
 
Hükûmetler sıkıştıkça para basmaya bi alışırlarsa bundan vazgeçmeleri zor olur. 
 
İşin bam teli de tam bu.
 
Sayın Erdoğan artık enflasyonla yönetmeye alıştı. Merkez Bankası’nın kontrolünü eline geçirdiği andan itibaren Türkiye’de enflasyon yükselmeye başladı ve bir türlü düşmüyor. Düşmeyecek de…
 
Dikkat edin 2017-2018 ne zaman? Merkez Bankası Başkanı'nı ve para politikası üyelerini artık kafasına göre değiştirdiği zaman. “Laf dinlemiyor” diye değiştirdi değil mi? Kendi ekonomist olan, alanı ekonomi olan Cumhurbaşkanı laf dinlemiyor diye Merkez Bankası Başkanı'nı değiştirmeye başlarsa o ülkede enflasyon düşmez.
 
Ben buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum. 
 
Bunca süre inat ettiğinize değdi mi?
 
Esnafın sermayesi eridi, çalışanların maaşı alamadan eridi gitti. 
 
Ev kiraları uçtu gitti. 
 
Ev sahipleri ile kiracılar arasında insanlık dışı bir ihtilafa sebep oldunuz.  Yazık değil mi?
 
Tekrar ediyorum: Enflasyonla mücadele en öncelikli hedef olmak zorundadır.
 
Orta Vadeli Program’da, iç tutarsızlıklar var dedik ya. Şimdi enflasyonla büyüme arasına bakıyoruz. Ya bu enflasyon kararlılığıyla bu büyüme tutarlı değil. Yine bakıyoruz kurla enflasyon arasına gene tutarlı değil. Diğer önemli makro iç hedef tahmin ve çalışma varsayımlarında da biz bu içsel tutarlılığı göremiyoruz. Ha bu orta vadeli programda bir miktar gerçekleri görüp kabul etme var. Ama gereğini yapma konusunda ve hedef olarak gerçekleri ortaya koyma konusunda da utangaçlık var, Çekimserlik var. Bir miktarda yine gerçeği değil farklı bir şey gösterme gayreti var. 
 
Ve bu rakamlara şöyle baktığımızda orta vadeli programın tablo adına baktığımızda hani Nasrettin Hoca demiş ya… Kedi buradaysa ciğer nerede? Ciğer buradaysa kedi nerede?
 
Bunun detaylarını bizim ekonomi ekibimiz yine ekonomi basınında ayrıca oturup çalışabilir bunlar. Çok detaylı makro analizleri içeren şeyler. Ben sadece özetlerini söylüyorum ama bizim tahlilimiz bu. 
 
 
Gittikçe derinleşen yoksulluk, hayat pahalılığı ve gelir dağılımındaki adaletsizlik ısrarla orta vadeli programda görmemezlikten geliniyor.   
 
Ya hala dolaylı vergilerin oranlarını arttırmaktan bahsediyorlar değil mi? Dolaylı vergi ne demek? Harcarken alınan demek. Ya bu ülkede en zengini de gıda alıyor, en fakiri de gıda alıyor. Şimdi harcarken alınan vergilerin oranını arttırmak nedir? Bu bizim hazırlıklarımıza tam tersi. Bak biz buraya yazmışız. Burada çok daha farklı bir yaklaşımı gerekiyor. Siz vergi alacaksanız insanlar temel ihtiyaçları harcarken o vergiyi almayacaksınız. Adaletli alacaksınız. Var olandan alacaksınız. Bu kadar orta vadeli program açıklandı. İmar rantlarıyla ilgili tek bir vergilendirme görmedik. Bu konuda etkin bir vergilendirmeyle ilgili hiçbir adım yok. Asıl paranın büyüğü oralarda ya. Bu ülkede yolsuzluğun büyüğü de orada. Bir kalem oynatarak imar durumu değiştiriyorsunuz. On kat yerine otuz kat veriyorsunuz. Korkunç paralar kazanılıyor. 
 
Ve buralarda bir rant vergisi yok OVP’da bunun izni de görmedik. Asıl alınması gereken yerlerden almıyorlar. Vatandaşın en temel ihtiyaç alanı olan yok temizlik, yok tuvalet kâğıdı, yok bebek bezi gibi yüzde sekizden yirmiye çıkarıyorlar. Böyle bir şey olur mu ya? KDV yüzde 8’de 20’ye çıktı. Temel ihtiyaç bunlar. Bunu asgari ücretle geçirmeye çalışan vatandaşımız da alıyor. İstanbul'da 10 milyon, 20 milyon, 50 milyon dolarlık malikanelerde oturanlar da alıyor. Şimdi bunu nasıl eşitliyorsunuz? Konu çok derin bir konusu. Apayrı basın toplantısı konusu.
 
*****
 
Değerli vatandaşlarım,
 
Bakın bütün bu tabloya baktığımızda kamuda israf meselesi ilgili de herhangi bir şey görmüyoruz. İsraftan bahsedilmiyor. Tasarrufun adı geçmiyor.
 
“İtibardan tasarruf olmaz” diye diye, ülkenin itibarını fakirliğe getirdiler. Kamuda ise lükse, şatafata devam ettiler.
 
İlk 100 günde buna karşı ne yapacaksınız diye sorulduğunda, bu kadar israf var, bu kadar millete yüklediniz de devlet nereden tasarruf edecek dendiğinde taa 2021 yılında çıkarılan bir tasarruf genelgesinden bahsettiler.
 
Ha bu genelgeye uyuluyor mu, uyulmuyor mu? Tasarruf gerçekten o genelgeye göre bir şeyler yapıldı mı, yapılmadı mı? Bilmiyoruz. Yapsalar herhalde şimdiye kadar açıklarlardı diye düşünüyoruz. Açıklamıyorlar. 
Çıplak gözle gördüğümüz kadarıyla kamuda israf tam gaz devam ediyor. Lüksten de şatafattan da vazgeçilmiyor.
 
Bu nasıl bir fedakarlıksa fedakarlığı yapan millet ama devleti yönetenlerin ve kamunun bir fedakarlığını bugüne kadar görmedik.
 
Koskoca Türkiye’nin maliye politikası tamamıyla vergi ve zamlara dayanmış durumda.
 
Bu uygulamaların bedelini yine, her zamanki gibi çalışan nüfus ve geniş halk kesimleri ödüyor, ödeyecek.
 
İşte ilk 100 günü gördük:
 
KDV tüm ürünlerde arttı. Akaryakıtta ÖTV arttı. Kurumlar vergisi arttı. Motorlu taşıtlar vergisini bir aldılar, şimdi ikinci kez tekrar alıyorlar. 
 
Gerçekten milyonlarca vatandaşımız çok ağır bir vergi yükünün altında eziliyor.  
 
Milletten fedakârlık isteyenler dönsün “önce biz ne yapıyoruz? Biz nerede ne kadar fedakârlık yapmamız gerekiyor?” diye bir bunu da açıklasınlar görelim.
 
Gelişmiş demokrasiler de böyle arkadaşlar. Eğer bir mali tedbir gerekiyorsa bir bütçe tedbiri gerekiyorsa önce o ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı çıkıyor, kendisiyle ilgili hangi tedbir aldığını söylüyor, ondan sonra vatandaşlarından fedakârlık bekliyor. Bizde öyle bir şey yok. 
 
İlk 100 gündeki bir diğer vahim konu, az evvel de kısmen değindim: Memur ve emekli maaşları.
 
İktidar memura ve emeklilere yüzde 15+10’luk bir artıştan söz etti. 
 
Oysa iktidara göre bu yıl sonu enflasyon %65, önümüzdeki yılın enflasyonu yüzde 33. Kendileri açıklıyor. Ya bari şu kendi açıkladığınız enflasyonla orantılı bir şey yapın değil mi?
 
Gerçek enflasyonu geçtim, kendi öngördükleri iyimser orana göre bile memura, emekliye zam yapmaya niyetleri yok. 
 
Bu hak mı? Reva mı?
 
“Türkiye Yüzyılı” böyle mi olacaktı? “Türkiye Yüzyılı”na böyle mi girecektik yani? İnanın çok üzülüyor insan. 
 
Biz 2023 için hedef koymuştuk hedef. 25 bin dolarlık milli gelir hedefi koymuştuk. 2 trilyon dolarlık toplam ekonomik büyüklük hedefi koymuştuk. Şimdi bunun yarısına ulaşabileceğiz ümidiyle “bakın iyi gidiyor işler” diyorlar. Acaba 12.500 ne zaman nasıl geçeriz? Acaba “1 trilyon dolarlık milli geliri ne zaman geçeriz” diye. 
 
Üzülerek söylüyorum ki ilk 100 gün, bu iktidarın çalışanları da emeklileri de korumadığını gösteriyor.
 
Zaten enflasyonla mücadelede ne diyorlar? “Gelirler Politikası” diyorlar.  Enflasyonla mücadelede gelirler politikasını etkin olarak kullanacağız diyorlar.
 
Bunun Türkçesi ne biliyor musunuz? Alın teriyle çalışanların geliri fazla artmayacak. İktisat terminolojisinde karşılığı bu. 
 
Gelirler dediği devletin vergi geliri falan değil. Vatandaşın geliri ha? “Vatandaşın geliri enflasyonu kontrolde bir enstrüman olarak kullanılacaktır” diyorlar. Yani vatandaşın satın alınmalı gücünü düşük tutarak biz bu ekonomik sorunları aşacağız diyorlar. Hey yavrum hey. Gerçekten güler misin, ağlar mısın? Güler misin, ağlar mısın?
 
Biliyorsunuz 1 Temmuz’da müjdelerle maaşlara zam verildi. Ama en düşük emekli maaşında hiçbir iyileştirme yapılmadı. Emeklilerimiz 7.500 lira almaya devam ediyor.  “Belki yılbaşında düzeltiriz” diyorlar.
 
Çarşı, pazar fiyatları el yakıyor. En temel ihtiyaç maddelerine vergi yükü geliyor. Ama emekliye yine de 7.500 almaya devam ediyor. 
 
Çünkü niye? Ya Kur Korumalı Mevduata para lazım ya. Onların kur farkını ödeyecekler. 16 milyon emekli dursun bir kenara bankada parası olanlar bizim için değerli niye? E aman onlar dolar almasın da işte bu Kur Korumalı Mevduatta kalsın. İnanın bu kadar basit hesap yani bu kadar. 
 
Şöyle rakamlara bakalım. 
 
Bakın bu açlık sınırıyla emekli maaşları arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Bu alttaki grafik en düşük emekli maaşı, üstteki de açlık sınırı. Makasın nasıl arttığını görüyorsunuz değil mi? Bu 12.198 TÜRK-İŞ’in Ağustos rakamı bu yıl sonuna kadar artmaya devam edecek ama aralık ayı geldiğinde arada koskoca bir makas oluşmuş olacak en düşük emekli maaşıyla açlık sınırı arasında. 
 
Gelelim Asgari ücrete:
 
Asgari ücrette de durum hiç farklı değil. Ne yapıyorlar? “Asgari ücrete zam verdik” diyorlar. “Asgari ücreti arttırdık” diyorlar ama daha asgari ücret vatandaşımızın eline geçmeden erimeye başlıyor. Ve şu anda da mevcut asgari ücret Ağustos açlık sınırının altında kalmış durumda. 
 
 
Asgari ücretle açlık sınırı arasındaki makas da her geçen gün daha da açılıyor. Aralık ayı geldiğinde bu makas bakın şu kırmızı çünkü artmaya devam edecek. Mavi sabit duracak. Yani asgari ücret sabit duracak aralık ayına kadar ama açlık sınırı artmaya devam edecek. İşte bu makas da gittikçe artıyor. 
 
Defalarca söyledim, bir kez daha tekrar ediyorum; Bu devlet, emeklilerine insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürme imkanı sağlamalıdır
 
Aynısı asgari ücret için de geçerli. 
 
Orta Vadeli Program’da faiz giderlerinin 2026 yılında 2 trilyon 321 milyar liraya çıkacağı öngörülüyor.
 
Hatırlayın, bizim görevde olduğumuz yıllarda bütçenin faiz ödemeleri 50 milyar lira civarında seyretmekteydi. Yani bu süreçte Sayın Erdoğan hazinenin faiz ödediği parayı tam 46 kat artırmış durumda. Rakamlar ortada.
 
Bakın 2017’ye kadar nasıl seyrediyor? Bütçeden faiz ödemeleri. 50 milyar civarında. Enflasyon yine var o yıllarda yüzde 3-5-6 tek hanede olsa enflasyon var... Bu 2 trilyon 321 milyarda Orta Vadeli Programa koydukları rakam. Yani ödeyeceklerini şimdiden ilan ettikleri rakam. TAM 46 KAT ARTIRMIŞ. 46 kat.
 
Merkez Bankası’nın politika faiziyle kavga eden Erdoğan’ın, milletin vergilerini çarçur ettiği bütçedeki faiz ödemelerinden bahsettiğini hiç duydunuz mu? Bugüne kadar dedi mi? “Ben bana bağlı olan hazineden şu kadar faiz ödedim” diye. Adını bile anlıyor. Hiçbir konuşmasında yok. Sanki onu başka biri söylüyor. 
 
Muhalefeti faiz lobisine çalışmakla itham eden Sayın Erdoğan'a soruyorum. Bu faizlerin izanı verecek misiniz? Bir açıklama yapacak mısınız bu konuda?
 
Tekrar hatırlatmak istiyorum:
 
“Sayın Erdoğan kazandı, ama helalinden kazanmadı.”  “Faizle mücadele yapıyorum” dedi. Ama arkadan sürekli sürekli milyarlar değil artık trilyonlarca faiz ödemeye devam etti. 
 
Seçim döneminde muhalefet için “Faizi artıracaklar” dedi. “IMF’e gitmek dışında çözümleri yok” dedi.
 
Dibine kadar bu kara propaganda yaptıktan sonra da gitti. Faizi üç kez arttırdı. Hemen de kapı kapı dolaşıp İlk ziyaretleri hatırlayın Körfez ülkeleri değil mi? Kapı kapa dolaşıp borç istemeye başladı. 
 
Bakın buradan bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Şeffaflık önemli ya. Siz bu borç para istediğiniz ülkelerle hangi şartlarda bu anlaşmaları yapıyorsunuz? Bazen geliyorlar bunlar mevduat yapıyor Türkiye'de. Yani Merkez Bankası'na geçici para koyuyorlar. Ya da bu ülkelerden borçlanma, tahvil ihraç konuşuluyor değil mi? Faiz ne kadar? Duydunuz mu? Bilmiyoruz. Yok. Açıklanmıyor. 
 
Peki bu borç alınırken acaba bir karşılık, bir teminat gösteriliyor mu? Bir şeyler ipotek ediliyor mu? Bilmiyoruz. Ha desinler ki “yok böyle bir şey.” Desinler ki “ya biz piyasadan daha ucuza borç alıyoruz ve teminat falan da vermedik.” Tamam. Başımızın üstünde yeri var. Ama açıklasınlar. Bilelim. Bilmiyoruz. Piyasadan gidip ihaleyle ve eşit şartlarda borçlarınızda her şey şeffaf oluyor arkadaşlar. Ya biz gidip de bir ülkeden tek bir kuruş dilenmedik. Yapmadık bunu. Yıllarca böyle yönettik ekonomiyi.
 
Güveni oluşturduk, istikrarı oluşturduk, para aktı geldi zaten. Üstelik baktık kim daha ucuza veriyorsa ondan borç aldık. Bize borç vermek için kuyruğa girenlerden ihaleye girenlerden aldık. Her borçlanma ihalesine ihtiyacın üç katı, dört katı, beş katı talep geldi. “Arkadaş dedik bizim bu kadar para ihtiyacımız var. Fazlasına ihtiyaç yok. Bunu kim ucuza verirse biz ondan alacağız” dedik. Öyle borçlandırdık bu ülkeyi. Onun için bu faizler düşük. 
 
Siz gidip de bütün dünyaya ilan ederek de “para ihtiyacımız var. Onun için şu ülkeye gidiyoruz. Onun için bu ülkeye gidiyoruz” derseniz bu kadar paraya muhtaç olduğunuzu dünya aleme ilan ederseniz zaten normal yollardan kredi imkanlarını da sınırlamış olursunuz. Güveni kendi elinizle bozmuş olursunuz. Bilmiyorlar. Bilmediklerinin de farkında değiller. 
 
Kullandığınız bütçe bu milletin bütçesi. Diyoruz ki şeffaf olun. İlk 100 günde şeffaf olmadınız; bundan sonra şeffaf olun. Şeffaflık olmayınca güven olmaz. 
 
 
*****
 
Değerli basın mensupları, değerli vatandaşlarım;
 
Belki binlerce kez tekrar ettiğim bir cümlemi yineleyeceğim:
 
Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.
 
Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.
 
Hukuk zemini olmadan, ekonomiyi inşa edemezsiniz. Bunu hep tekrarladım.
 
Hukuk olmadan, güven sağlayamazsınız.
 
Geçen hafta Sayın Erdoğan “Yeni Anayasa”dan söz etti. Arada bir de dillendiriyor. İyi de; mevcut Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan, kanunları tanımayan bir iktidar; yeni anayasa yapsa ne olur, yapmasa ne olur?
 
 
Anayasayı kendisi için bağlayıcı bir hukuk normu olarak görmüyor ki. Bunun o kadar çok örneği var ki. Diyor ki “alt mahkeme Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymayabilir” diyor.  “Anayasa Mahkemesi kararlarına uymuyorum, saygı duymuyorum” diyor. 
 
Zaten kendini hukukla, kuralla bağlı hissetmeyen bir yönetim anlayışının yeni anayasa konusundaki çabasının samimiyetine biz güvenebilir miyiz? Yeni bir anayasa için önce güven lazım. Hukukun üstünlüğü ilkesinin içselleştirilmesi lazım.  Toplumsal sözleşme için toplumun katılımı lazım. 
 
Anayasadan evvel, şeffaf ve demokratik haklara saygılı olduğunuzu göstermek çok mu zor? 
 
Basın özgürlüğü konusunda adım atmak çok mu zor?
 
O nedenle iktidara bir kez daha hatırlatıyorum: Önce hukuk. 
 
Önce hak ve adalet. 
 
Soruyorum şimdi, gerçek bir hukuk devletinde, İçişleri Bakanı’nın kim olduğuna bağlı olarak bir insanın suçlu veya suçsuz olduğu değişir mi?
 
Gerçek bir hukuk devletinde kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu bağımsız yargı söyler.
 
Gerçek hukuk devletinde çete, mafya, uyuşturucu şebekeleri, organize suç örgütleri böyle rahatça cirit atamaz.
 
Sayın Erdoğan bu konularla ilgili hiçbir açıklama yapmıyor. 
 
Bir sürü şeyler yayınlandı değil mi? 2 yıldır ne videolar yayınlanıyor ne açıklamalar falan filan. Hiçbirisiyle ilgili hiçbir şey söylemiyor. Adeta böyle bir şey yok varsayıyor. Varsa bile benimle alakası yok. Ben ne yapayım ki imasını bu şekilde oluşturmaya çalışıyor. Bu konular söz konusu olunca Erdoğan susmuş. 
 
İlk 100 gün böyle işte. 
 
Hâlâ AİHM kararlarına uyulmuyor. Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmuyor.
 
Adaleti sevdiklerimize hak, beğenmediklerimize haram göremeyiz. 
 
Devletin temeli adalettir. Bunu siyasi amaçlarla sarsmanın inanın, kimseye faydası yok. Bu iktidara da yok.
 
Yargı bağımsızlığına hâlâ riayet edilmiyor. 
 
G20 toplantısında bir yandan yatırımcılarla ya da dünya iş çevrelerine, ekonomi çevrelerine mesaj vermeye çalışıyor. Bir yandan da oradan ta dünyanın öbür ucundan buradaki yargıya talimatlar yağdırıyor. 
 
Mahkemeler siyasi etki altında kararlar almaya devam ediyor. 
 
Kısacası, bildiğiniz gibi, yürütmenin yargı üzerinde kurduğu tahakküm ülkemizi bataklığa sürüklemeye devam ediyor. 
 
Peki böyle olması zorunlu mu?
 
Değil arkadaşlar, inanın değil.
 
Kapsamlı bir yargı reformu yapmak mümkün. 
 
Ve nasıl olacağını da bakın. Biz sadece lafta söylemiyoruz ya. 198 maddeyle izah etmişiz. Avrupa Birliği'yle yaptığınız bütün yargı reformlarından daha kapsamlı bir çalışmadır bu. Şimdi Mustafa Bey'in ekibinin gerçekten büyük bir emekli hazırladığı, hukuk ekibimizin, adalet ekibimizin hazırladığı çalışma. Ya açın bir şeyler öğrenin şundan. Bunların hepsi gerçekçi. Laf olsun diye değil. Muhalifte olsun diye değil. Bu ülke daha iyi yönetilsin diye yapılmış çalışmalar bunlar. Neler neler yapılması gerekiyor arkadaşlar bakın. 
 
Ama şu hâkim ve savcıların atamalarında objektif kriterler ve teminatlar var ya bunlar çok önemli. İnanın zor değil.  İlk 100 günde rahatça yapılıp geçirebilirdi bunlar. Tamamen idari tedbirler bunlar ya. Oturacaksın. “Ya arkadaş bu işi nasıl düzgün yapacağız? Bilenleri çağır. Tamam tamam. Bundan sonra böyle yürüyelim. Hayırlı olsun” diye git. Bu kadar basit inanın ya. 
 
Haksız yere ihraç edilenlerin hak ve itibarlarının mutlaka iadesi sağlanmalı. Bu da yapılabilirdi ilk 100 gün içerisinde. 
 
KHK’ların sosyal hayata ve özel sektöre yansıyan sonuçları ortadan kaldırılması, ceza yargılamalarındaki haksızlıkların giderilmesi bunların hepsi ilk 100 gün içerisinde önü açılabilecek konulardı. İşte adli tatilde bitti. Mahkemeler çalışıyor. Yeter ki o siyasi irade ve duruş bir kere ortaya konsun. Gerisi inanın akar gider. 
 
Kamuoyunda hemen her gün isimleri konuşulan, dosyalarının boş olduğu bilinen isimler serbest bırakılmalı. 
 
Tüm bunlar bizim adil yargı eylem planımızda ilk 90 gün içinde yapılabileceğini ilan ettiğimiz adımlardır.  
 
Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum. 67. Hükûmetin ilk 100 günü geçti ama zararın neresinden dönseniz kârdır. 
 
İşte 1 Ekim'de Meclis açılıyor. Ve Meclis orada düzenlemeler yapabilir. “Ya bu iş kanun gerekiyor” diyorsanız getirin Meclis orada işte. Çoğunluğunuz da var. İnanın bunları hızla yaparsanız öyle körfez turları yapıp sağdan soldan borç para arayışına ihtiyaç kalmaz. Para akar gelir zaten buraya doğru. Ondan sonra siz içinden uygunluğu seçersiniz. Ucuzluğunu seçersiniz. Para yatırım olarak gelir. Borç olarak da değil, yatırım olarak gelir bu ülkeye. Hukuki güçlü bir Türkiye'ye yağmur gibi yatırımlar gelir. Yatırım ne demek? Geri ödemek durumunda olmayacağınız finansman giriş demek. Bir kere giriyor ve kalıyor. Geri ödemiyorsunuz. Türkiye'ye giriyor döviz ve kalıyor burada yatırım çünkü. 
 
*****
 
Bakın son haftalarda Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkilerinde önemli gelişmeler oldu.
 
Avrupa Parlamentosunun Türkiye raporu yayınlandı. Genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Ankara’yı sessizce bir ziyaret etti. Geldi gitti.
 
Sessiz dediğim basit toplantı falan yapıldı da tabii medya biraz üzerine örttü özellikle hükümet yanlısı medyadayı. Çok fazla haber yapmadılar.
 
Mesajlar çok açık ve net. Nedir mesaj? Türkiye demokrasi ve hukukta geri gidiyor diyorlar. 
 
Ben de diyorum ki; ha şunu bileydiniz. Bunu bize elin Avrupalısı söylese ne, söylemese ne…
 
Mesele demokrasiyse, mesele hukuksa biz zaten DEVA Partisi olarak kuruluşumuzdan bu yana demokrasi diye hukuk diye feryat eden bir partiyiz. Bunlar bizim partimizin kuruluş gerekçeleri, kuruluş gerekçeleri. Bu hükümetle bu yönetim anlayışıyla bunların olmayacağını bildiğimiz için biz DEVA Partisi'ni kurduk. Onun için yola çıktık. İyi ki de kurmuşuz. İyi ki de bir yola çıkmışız. Ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu şu anda çok daha iyi görüyoruz. 
 
 
Bizim demokrasimiz ve hukukumuz, yine bizim halkımız için gerekli. 
 
Elin Avrupalısı şöyle demiş, böyle demiş. Ya bizdeki demokrasinin, bizdeki hukukun onlara faydası ne, zararı ne? Önemli olan bizim kendi halkımız, kendi milletimiz için demokrasi, kendi milletimiz için hukuk. 
 
Ve bu açıklamaların üzerine Cumhurbaşkanı ne diyor? Amerika'ya giderken Birleşmiş Milletler için “Gerekirse Avrupa Birliği ile yolları ayırırız” diyor. 
 
Ya arkadaş, mesele Avrupa Birliği ile yolları ayırmak değil ki.
 
Mesele demokrasi ve hukuk ile yolları ayırmak. Hala anlamıyor musunuz?
 
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı demokrasi ve hukuk ile yollarını ayırabileceğini, ayıracağını böyle ilan etmez edemez. İlan ettiği adımda o ülkenin ekonomisini düzelmez. 
 
Bakıyorum bir yandan ekonomi ekibi çabalıyor bir şeyler yapmak için bir yandan ülkenin Cumhurbaşkanı “Avrupa Birliği'yle yolları ayırırız” diyor. Cümle alem bütün iş dünyası, piyasa da diyor ki “ha bunların niyeti iyi değil.” Onlar Avrupa Birliği'yle yolları ayırmak olarak okumuyor bunu.
 
Ekonomi dünyası, iktisat dünyası, finans dünyası, hukuk ve demokrasiyle yolları ayırmak olarak bu cümleleri okuyor. E siz demokrasiyle hukukla yolları ayıracağınızı açıkladıktan sonra bu ekonomi ekibindeki garipler çabalasın dursun. Havanda su dövmek, havanda su dövmek başka bir şey değil. 
 
Demokrasi ve hukukta gerekenleri yapmazsanız, 2026’da bile tek haneli enflasyonu siz ancak rüyanızda görürsünüz, rüyanızda.  8 yıldır olmadı, olmayacak da. Yapamayacaksınız. 8 yıldır tek hane diyorsunuz... 2018, 2026’dan bahsediyorum, olmadı, gene olmayacak. 
 
Bugüne kadar beceremediniz, bundan sonra da beceremezsiniz…
 
Açık söylüyorum: Bu hükümet aklını başına almazsa,  demokrasi ve hukukla tekrar barışmazsa, demokrasiyle ve hukukla yollarını kesiştirmezse bu ülkeye yüksek faiz, yüksek enflasyon ve yüksek döviz kuru sarmalından asla kurtulamaz. Kurtulamayacak. 
 
Enflasyon yükselir… Daha da yükselir.
 
Döviz kuru yükselir… Daha da yükselir.
 
Yaşadık ya. 1975’lerde yaşadık. 1975’ler hukuksuzluklarla anılmaz mı. Doksanlar hukuksuzluklarla beraber anılmaz mı ağırlıklı olarak? Neymiş? Hukuksuzluk varsa enflasyon düşmüyormuş. Demokrasi iyi çalışmıyorsa enflasyon düşmüyormuş, olmuyormuş. 34 yıl bu ülkede enflasyon iki hane, üç haneyi seyretti.
 
Bakın biz, son aylarda hükümetin körfez ülkeleriyle ve Mısırla ilişkilerinin düzeltilmesi çabasını takdir ediyoruz. Gerçekten bu ilişki düzeltme çabası bizim dış politikamız açısından ve dolayısıyla ekonomimiz açısından faydalıdır. Bu Avrupa Birliği'yle diyalog çabasını da duymuştuk. Şu son bir haftaya kadar. O çabayı da takdire değer buluyoruz. 
 
Ancak önce, kendi içimizde demokrasi, kendi içimizde hukuk diyoruz. 
 
***** 
 
Hatırlarsanız, 10 Temmuz’da yine bu salonda düzenlediğim basın toplantısında bazı somut adımları hızla atma hususunda hükûmete önerilerde bulunmuştum. 
 
Bugün daha geniş bir listeyi sizler vasıtasıyla kamuoyuyla bir kez daha paylaşmak istiyorum:
 
Anayasa’nın gereği olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’i derhal toplayın diyorum Sayın Cumhurbaşkanına. Çünkü şu anda bizim anayasanın gereği olan en geniş istişare halkasıdır. Orada sivil toplum vardır, sendikalar vardır, meslek örgütleri vardır. Bir dinleyin insanları ya. Korkmayın, eleştiriden çekinmeyin bakın. Oturduğunuzda o masaya ben biliyorum ne olacağını. Diyecekler ki şu yanlış, bu yanlış falan diyecekler. O da basın biraz haber yapabilecek. Ama demokrasi böyle bir şey. “Demokraside ben eleştirilemem. Benim yanlışım söylenmez” diye bir şey yok. O ekonomik sosyal konseyi masasında oturacaksınız. Anayasa gereğidir. Ve insanları dinleyeceksiniz. İstişare edeceksiniz. Hadi ilk 100 günde yapmadınız. İşte ikinci 100 gün önünüzde. Yapın. Meclis açılıyor. Mecliste çok önemli bir istişare mekanizmasıdır. Mecliste araştırma komisyonları kurun. Mecliste istişare mekanizması olarak çalıştırın. Bu iktidarın elindedir. Tabii dinlerseniz. “Yok kulağımı kapatırım, çoğunluğum var. Oylarım, geçiririm” diye bakarsanız meclise o meclis istişare mekanizması olmaz. 
 
Kurumları güçlendirin, her kademede yetkin ve dürüst insanların önünü açın. 
 
Merkez Bankası üst yönetiminin, kendi kanunu dışında görevden alınmasının önüne geçecek yasal düzenlemeleri hayata geçirin. Çünkü “laf dinlemiyordu görevden aldım” dediğiniz anda o ülkede enflasyon düşmez. Bunu anlayın artık.
 
Bunu yapın ki işini düzgün yapan insanlar bir anda gece yarısı kararnamesiyle görevden alınmayacaklarını bilsinler. 
 
Yeni Merkez Bankası Başkanı'na soruyorlar, “siz bağımsız mısınız?” diye. “Siyasi sorulara cevap veremiyorum” diyor. Ya bağımsızsan “çık ben bağımsızım” de. Zaten “siyasi sorunlara cevap veremiyorum” dediği anda bitti yani. Talimat neyse nihayetinde onu yapmak zorunda kalacağız. Ha böyle değilse çıksın açıklasın bakın. “Yok biz bağımsızız” diyorlarsa çıksınlar açıklasın. Açıklasınlar. Hemen. Merkez Bankası bağımsız. Açıklama yapma bağımsızlığı da var. Her şey var. Böyle bağımsızlık mı olur ya? “Evet biz bağımsız para politikası kurulunda bu ülkenin gereği neyse fiyat istikrarı neyse ben öyle kararlar alıyoruz” deyin. Söyleyin açık açık konuşun. Dolambaçlı olmuyor bu işler ya. Korkak, ürkek olmuyor. Ya bir şeyler yapmaya çalışalım ama Cumhurbaşkanı da bize kızmasın. Böyle olmaz. Kızacak arkadaş ya. Onun için bağımsızsın. Doğruyu yapacaksan o da biraz kızacak. Öyle yürüttük biz. Öyle yönettik. Onun için başarılı olduk. 
 
Yine önemli tavsiye.
 
Arka kapı döviz satışlarının detaylarını kamuoyu ile derhal paylaşın.
 
KKM ve diğer akıl dışı finansal düzenlemelere ilişkin öngörülebilir ve güveni artıracak bir normalleşme planı açıklayın. Zaman planı açıklayın bir de para planı açıklayın. Basacağınız paranın enflasyona ne kadar katkıda bulunacağını ne kadar azdıracağını açıklayın. Bunların hiçbiri yok bakın programında. 125 milyar dolardan bahsediyoruz ya. Az buz para değil yani.
 
TÜİK kadrosunu derhal değiştirin. İstatistikleri düzenli denetime tabi tutun, şeffaflığa TÜİK hesaplarından başlayın. TÜİK gerçek enflasyon ne ise onu açıklasın. 
 
Varlık Fonu gibi paralel Hazine uygulamalarına derhal son verin.   Hala duruyor orada ha. Bir başka kara delik. Bir gün patlayacak, bir gün ortaya çıkacak ne oldu da? Aynı bu KKM gibi, aynı bu arka kapı döviz satışları gibi hep uyarıyoruz ya. Varlık fonu, varlık fonu diye. Bir gün patlayacak onu da göreceğiz. Burada kayıtlara geçiyor şimdi basın arşivine de bu söylediklerim düşüyor.
 
Tasarrufa Külliyeden başlayın. Topluma açık açık tasarrufa geçtiğinizi gösterin. 
 
Kamu görevlileri birden fazla yerden maaş alamasın. Bu haksız uygulamaya son verin.
 
Memur, işçi ve emeklileri açık ve örtülü yollarla enflasyona ezdirmekten vazgeçin. 
 
Vatandaşımızı insan onuruna yaraşır bir gelir düzeyine kavuşturacak maaş ve ücret artışlarını bir an önce hayata geçirin.  
 
Yolsuzluğun, haksızlığın ve vurgunun kaynağı haline gelmiş olan kamu ihale yasasını çöpe atıp, Avrupa Birliği müktesebatına uygun bir kamu ihale mevzuatını hayata geçirin.
 
Adrese teslim ihalelerden vazgeçin. Asıl israfın büyüğü orada.
 
Tüm kurumları Meclis ve Sayıştay denetimine açın. Hesap vermekten korkmayın.
 
Siyasi etik yasasını hemen çıkarın. 
 
İmar planlarında oynamalar yaparak oluşan rantları kapsamlı ve etkili bir biçimde vergilendirin.
 
Beyana tabi gelir unsurlarının kapsamını genişletip, dolaylı vergilerin ağırlığını azaltın.    Şu andakiler tam tersini söylüyor ya bakın. Yanlış iş yapıyorlar. Yanlış yerlerde arıyorlar parayı. Oraya girdikçe kayıtlı suçu alır. Oraya girdikçe adaletsizlik çoğalır. 
 
İşyeri kira ödemelerinde stopaj oranını sıfırlayın.
 
İlk kez konut alımında tapu harcı almayın.
 
Her türlü eğitim ve öğretim hizmetinden alınan KDV’yi düşürün.
 
Kayıtlı ekonomiyi cezalandırır niteliğe dönüşen işlem vergilerini azaltın. 
 
Kayıt dışılıkla etkin şekilde mücadele edin.
 
İstihdamda ve eğitimde yer almayan gençler başta olmak üzere yeni bir kariyer alanına yönelmek veya becerilerini geliştirmek isteyen gençleri eğitecek ve sonunda iş eşleştirmesi yapacak aktif işgücü programlarını hayata geçirin. 
 
Tüm bunlar yapılması arkadaşlar sadece işin bir bölümü ha. Çok iş var çok. Hepsini anlatırız. Zaten yeri gelmişken söyleyeyim. Bizim bütün bu çalışmalarımız aslında politika birimlerimizden gelen çalışmaların bir özeti. Yani bugünkü basın toplantısı politika birimlerimizin yaptığı hazırlıkların ancak bir özeti. Arkadaşlarımızdan gelen raporlar yüzlerce sayfa. Yani ilk 100 günün yüzlerce sayfalık değerlenmesi var. Dolayısıyla ne yapacağız biz? Ben bugün basın toplantısını yapıyorum ya. Arkasından da her arkadaşımız kendi sorumluluk alanıyla ilgili basın toplantıları yapacaklar ve biraz daha detaylı bir şekilde kendi alanlarıyla ilgili ilk 100 günün değerlenmesini yapacaklar. Mesela konu sağlıksa sağlık. Çevreyse çevre. Eğitimse eğitim gibi. 
 
İlk yüz gün geride kaldı. Tüm bunlar hızla yapılabilecek ve yapıldığında da ülkemizi kanatlandıracak işler.
 
Yarına ertelemeyin, derhal bugün yapın.
 
Bu milleti bu derin yoksulluğa, açlığa mahkûm etmeyin.
 
*****
 
Değerli vatandaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Biliyorsunuz, 6 Şubat’ta çok büyük bir felaket yaşadık.
 
Hafızalarımızdan asla silinmeyecek bir acı yaşadık.
 
Ben de bu büyük felaketin ardından depremde ağır yıkım görmüş ilçeleri ve şehir merkezlerini tek tek ziyaret ettim. Bazı yerlere defalarca gittim.
 
O karanlık sokaklarda, elektriğin olmadığı sokaklarda gece -17, -18 derecede vatandaşlarımızın zor şartlarda hayatta kalma mücadelesi verdiklerine bizzat şahit oldum. 
 
Ateşin düştüğü yerleri gördüm. 
 
O günden bugüne neler oldu?
 
İlk 100 günde iktidar, afet gündemiyle ilgili ne yaptı?
 
Hükümet depremden sonra “Ulusal Risk Kalkanı Modeli”ni hayata geçirdi. Seçim beyannamesinde bu model kapsamında kamuoyuna onlarca vaat sunuldu.  Bizim de genel anlamda olumlu değerlendirdiğimiz bir çalışmaydı bu.
 
Ancak seçimden sonra ilgili bakan değişti ve unutulan onlarca vaat gibi bunlar da o seçim beyannamesinin satırlarında kaldı. 
 
Deprem konutlarının inşasıyla ilgili süreç çoğu ilde işliyor. Yakından takip ediyoruz.
 
Bakanlığın kendi ilan ettiği inşaat maliyetlerinin çok çok üstündeki fiyatlara ihale edilen bu projelerden bir kısmının yerel seçimlerden önce tamamlanmasıyla ilgili çabayı görüyoruz. 
 
Öte yandan, 2 yılda tamamlanması vaat edilen “İlk Evim - İlk İş Yerim Sosyal Konut Projesi”nin çoğu yerde temeli dahi atılmadı. 
 
Görüyoruz ki felaketin üzerinden geçen yedi aya rağmen su temininde aksaklıklar ve hijyen sorunları devam ediyor.
 
Görüyoruz ki hasar tespit çalışmaları istenilen standartlara göre yapılmıyor.
 
Koordinasyon eksikliği devam ediyor.
 
Depremin ekonomik, sosyal, kültürel etkileri çoğu yerde ihmal edilerek, yapılanlar sadece konut inşasına indirgeniyor.
 
Kitlesel göçle mücadele konusunda gerekli duyarlılık gösterilmiyor.
 
Geçtiğimiz 100 gün içinde yapılacak çok şey vardı. 
 
6 Şubat depremlerinin ardından sormuştum. Bütün illeri ziyaretini tamamladıktan sonra Gaziantep'te yaptığım bir basın toplantısıyla ve arkadan da Ankara'da yaptığım basın buluşmalarıyla hükümete ilk 48 saati sormuştum. Şöyle bir hatırlayalım.
 
Evet depremin ardından ilk 48 saat…
 
Evet, bugüne kadar bu soruların cevabını alabilmiş değiliz. İlk 48 saatte ne yapıldı, ne yapılmadı, niçin yapılmadı? Bakın o günlerde çok önemli bir teşhis koymuştuk. Demiştik ki bu AFAD bir bakanlığın altında olduktan sonra bu iş olmaz. Eskiden AFAD Başbakanlığa bağlı bir kurumdu ve koordinasyon imkânı vardı. Şimdi bakanlığın altında bir kurum. Diğer bakanlıklarla koordinasyon yapamıyor. Dolayısıyla mutlaka yeni bir “Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı” kurulması gerektiğini söylemiştik. Hala yok bu. 
 
Konut finansmanı kurumu modeli önermiştik. Asıl büyük finansmanı oradan sağlayacaksınız diye. Önerdik, anlattık. Şu anda bir iz yok. “Beka beka” diyorlar ama gerçekten bu deprem meselesi arkadaşlar, ülkenin beka meselesi. Hafif alınacak bir konu değil, geçiştirecek bir konu değil. Ve ben buradan İstanbul için, Marmara için, Bingöl için, Adana için tekrar ediyorum. Bilim insanları, uzmanlar uyarıyor. Sürekli uyarılarının dozunu arttırıyorlar. Tedbir alın, tedbir alın, tedbir alın diye. Ve arkadaşlar, mutlaka bu deprem konusunda finansman gerekiyor. Ama bahsettiğimiz bu konut finansmanı kurumunun kurulmasıyla ancak bu finansman saati olarak sağlanacaktır. Yoksa mümkün olmayacaktır.
 
Yine bütün bu sorduğumuz ilk 48 saat sorularının cevabı için o dönemin yönetimiyle ilgili de bir meclis araştırma sürecinin çok çok faydalı olacağına biz inanıyoruz. Ne oldu o ilk 48 saat? O ilk 48 saati iyi anlayacağız ki bundan sonraki depremlerde o ilk 48 saat sistem felç olmasın, sistem işlesin. Ama o ilk 48 saate doğru teşhis koymazsak, anlamazsak, bundan sonraki depremlerde böyle nice 48 saatlerde binlerce canımız enkaz altında kalır, kurtarılmayı beklerken nefessizlikten, çaresizlikten hayatını kaybeder. Yapılacak çok iş var. 
 
*****
 
Bir diğer başlığımız eğitim. 
 
Gerçekten eğitimle ilgili de bakıyoruz. Yine ufak tefek rötuşlar var, ufak tefek çabalar var ama asıl köklü çözümü göremiyoruz. Eğitime dar bir ideolojik perspektiften bakınca eğitim sorununu çözemiyorsunuz. Ben buna bakın iktidar açısından da söylüyorum, muhalefet açısından söylüyorum. İktidar partileri açısından da söylüyorum, muhalefet partilerini de uyarıyorum. Söz konusu eğitimse dar bir ideolojik perspektiften bunu çözemezsiniz. Ve olan nesillerimiz olur. Eğitimle ilgili söylenecek çok konu var. Fakat vaktimiz hayli ilerlediği için onu yine ilgili arkadaşlarımızın yapacağı basın toplantılarıyla inşallah detayları ortaya koymuş oluruz. 
 
Gelelim gençlerimize.
 
Gençlerimize en önemli vaatler neydi? Cep telefonu ve bilgisayar, değil mi?
 
Fakat bir baktık bir sürü kısıtlamalar. Her konuda gençler kısıtlanıyor, sınırlanıyor ama baktık ki öyle telefon seçme özgürlükleri yok. Bilgisayar seçme özgürlükleri yok. Şart arkasına şart işte “şu telefonu alırsan, şöyle yaparsan, böyle yaparsan ancak sana vergisiz bir telefon imkânı sağlıyorum” diye. 
 
Bir de demişlerdi ki bedava internet ilk 100 günü geçti. Ücretsiz internetten ses yok. Bu kadar mı zormuş bu ya? Yani 100 günlük bir çalışma mıymış? Topu topu 10 GB interneti her ay ücretsiz vereceğiz diyorlar. Tık yok, ses yok. Niye gecikti? Herhalde bir açıklamaları vardır diye ümit ediyoruz.
 
"Gençlik Kartı” vereceğiz dediler ama bununla ilgili de müzeler haricinde asıl kültür ve sanat faaliyetleriyle ilgili bir adım yok. 
 
Ve gençlerin kültür ve sanat faaliyetlerine daha etkin katılabilmesiyle alakalı mutlaka devletin makul destek programları gerekiyor.
 
Bugün gençlerin en önemli sorunu değerli arkadaşlar, barınma. Seçim Beyannamelerine yazmışlar. Ne diyorlar? “Müracaat eden her öğrenciye yurt imkânı sağlıyoruz.” Sayfa 154. Seçim Beyannamesi sayfa 154. Okuyunca dedim ya bunlar Türkiye'den mi bahsediyor, başka bir ülkeden mi bahsediyor? “Müracaat eden her öğrenciye yurt imkânı sağlıyoruz.” Ya siz yurt imkânı sağlıyorsunuz da geçen sene bu öğrenciler niye parklarda yatmak zorunda kaldı? Üstelik baktınız ki parklar kalabalıklaşıyor. Parklarda yatmayı da yasaklamadınız mı? O görüntü siyaseten aleyhimize işler diye. On binlerce öğrencimiz üniversiteyi kazandığı halde kaydolamadığı, yurt bulamadığı için. Siz nasıl yazarsınız böyle bir şey ya? Bir de yazılı belge. “Müracaat eden her öğrenciye yurt imkânı sağlıyoruz.” Gerçekten yazık. Bu ülkenin gençlerine yazık. 
 
Ve şu anda öğrencilerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerde kiralar ortalama 10-15 bin mertebesinde. Ve gençler ailelerini ziyaret etmek için yol parası bile bulmakta zorluk çekiyorlar. Hatırlayalım, geçen sene ne yaptılar? Geçen bayramda yol parası verdiler ki gençler hiç olmazsa bayramda ailelerine gidip gelebilsin diye. Paranın yetmediğini onlar da görüyor.
 
Gençlerden bahsederken arkadaşlar gerçekten konu çok, çok ciddi sıkıntılar var. Bizim gençlerimiz dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan gençlerden beceri olarak, kabiliyet olarak farklı değil. Yeter ki imkân sağlansın, yeter ki fırsat sağlansın onlara. 
 
Kültür ve turizm konusuna bakıyoruz. Yine kayda değer bir gelişme bu süreç içerisinde görmedik. Ama şunu söyleyelim, rakamlar arasında ciddi tezatlar var. Bakan diyor ki 2026’da 85 milyarlık turizm geliri olacak. Orta vadeli program diyor ki hayır 71 milyar olacak. Bunların hangisi doğru? Bu hedeflerden hangisi ulaşılabilir hedefler? 
 
Bu konularda herhalde oturup OVP'yi hazırlayan ekiple Turizm Bakanı'nın bir anlaşması gerekiyor.
 
Gelelim tarıma.
 
Tarımla ilgili biraz detaya inmek zorundayım. Çünkü tarım ülkenin en önemli sorunlarından biri haline geldi ve aynı zamanda enflasyonun da önemli kaynaklarından biri haline geldi.
 
Bizim ilk eylem planımız biliyorsunuz tarımdı. Üstelik 01 tarım eylem planını 01 Adana'da açıkladık. Orada yaptığımız bir tanıtım programıyla. Çukurova'da yaptık ki tarımın merkezinde olsun diye. 
 
Ve tarımda kendine yeten bir ülke olmadan yoksullukla mücadele de mümkün değil. Enflasyonu düşük ve sürdürebilir seviyeye indirmek de mümkün değil. Yani bu enflasyon sadece makro politikalara düşmez. Mikroya inmeniz lazım. Harcama sepetinde en önemlisi gıdadır. En büyük yüzde iyi gıda temsil eder. Dolayısıyla gıda fiyatlarını mikroda uygulamada nasıl düşeceksiniz buna bakmanız gerekiyor. Onun da çözümleri de tarımda. 
 
Bizim çiftçimiz ne diyor şu anda? 
 
“Su yok, kuraklık var” diyor. “Maliyetler artıyor, ürün fiyatı maliyetleri karşılamıyor” diyor. “Zarar ediyorum, borcum artıyor” diyor.
 
Buğday, arpa, yulaf, çeltikte mazot ve gübre desteği avans mahiyetinde ayni olarak erkene, ekim ayına çekildi. Ama destek miktarı belli değil. 
 
Seçimlerden önce mazotun litre fiyatı 20 lira iken bugün itibariyle 40 liranın üzerinde.  100 günde %100’den fazla artış oldu.  Ama hükümet mısırın fiyatını sadece %5 artırdı. 5 lira yetmiş kuruştan 6 liraya çıkarttı. Mazot artmış %100, Mısır %5. Ve randevu kuyruğu olduğu için çiftçimiz mısırı beş lira civarında şu anda satmak zorunda kalıyor piyasada. Yani açıkladıkları fiyatları da hemen almıyorlar ha. Randevu veriyorlar. Eee çiftçinin para ihtiyacı var. Ne yapıyor? Hemen esnafa gidip satmak zorunda kalıyor. 
 
Buğday, ekmeklik buğday fiyatı geçen sene 6 lira 5 kuruş, bu 8 lira 25 kuruş. Artış %36. Mazottaki artış %100. Üstelik buğdayı da yine TMOZ hemen zamanında almadığı için randevu sistemiyle ötelediği için çiftçimiz o açıklanan 8 lira 25 kuruş ya da 9 lira,  o fiyatlardan değil gitti yine piyasaya 6 liradan, 7 liradan buğdayını satmak zorunda kaldı o dönemde. 
 
Arkadaşlar bakın tarıma verilen destek bu yıl 2023’te 63 milyar TL, gelecek yılın orta vadeli programında 95 milyar TL. KKM'ye hep dönüp dolaşıp kur korumalı mevduata geliyorum çünkü orası gerçekten felaketlerin anası, asrın felaketi kur korumalı mevduata bugüne kadar ödenen sadece kur farkının 700 milyar civarında olduğu tahmin ediliyor.
 
Ülkede hem büyükbaş hem de küçükbaş hayvan popülasyonu azalıyor. İşte haziran rakamlarını TÜİK açıkladı, %2 civarında büyükbaş, %5 civarında da küçükbaş popülasyonumuz azalmış durumda. Çünkü üretici hayvanını kesmekten başka çare bulamıyor. 
 
Üreticinin maliyeti hızla artıyor.  
 
Canlı hayvan ve et ithalatı artık rutin bir uygulama haline geldi.  Şimdi bakıyorsunuz marketlerde iki tane kıyma. İşte bilmem ne kıyma, bilmem ne kıyma. Niye? O işte bizim kendi yerli üretim, öbürü de ithal. İki ayrı fiyat. Peki bizim üretimiz niye pahalı? 
 
Çiftçi ne yapsın şimdi bu maliyetlerle?
 
Ülkemiz, bir savaşın içinde olan Rusya’dan, Ukrayna’dan gelecek ayçiçeği yağına, buğdaya, mercimeğe, hayvan yemine, gübreye mahkûm hale geldi.
 
Bu ne demek biliyor musunuz?
 
Çiftçi sattığı ürünün parasıyla ailesine bir şeyler almak için esnafa değil, borcunu kapatmak için bankalara, tefecilere koşuyor demek. 
 
Artan maliyetler nedeniyle üretimi terk eden çiftçi, çaresizlik içinde yoksulluğa mahkûm ediliyor demek.
 
Buradan iktidara derhal yapması gerekenleri söylüyorum:
 
Defteri kalemi eline alsın hükümet yetkilileri ve dinlesin. Çünkü gıda da enflasyonu düşürmenin asıl yolu bu.
 
Çiftçinin kullandığı mazotun ÖTV’sini iade edin. 
 
Çiftçinin kullandığı gübrenin yüzde 50’sini devlet olarak siz karşılayın.
 
Çiftçiye elektriği, normal tarifeden değil, daha ucuza verin.
 
Kredilerin geri ödenme zamanını ürün hasat dönemine göre belirleyin. 
 
Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz için yemin yarısını devlet olarak siz karşılayacaksınız. Yine tohum desteği vereceksiniz. 
 
Tarımsal Mikro Kredilerde KGF uygulaması yaygınlaştırılsın.
 
Tarımsal desteği çiftçimize önceden açıklayın. Ödemesini de aynı yıl içinde yapın. 
 
Çiftçiye ‘Sen yeter ki üret’ diyorsanız, üretim maliyetleri, alım fiyatları ve dünya fiyatları arasında çiftçiyi zarar ettirmeyecek şekilde bir denge kurmak lazım.
 
Bakın buradaki formül maliyetleri aşağıya çekmek. Siz tarımsal üretimle ilgili maliyetleri aşağıya çektiğiniz anda asıl enflasyonu öyle düşüreceksiniz. Asıl çiftçimizin yüzü öyle gülecek. 
 
Tüm bunları yapın, sonra marketlerdeki, pazardaki fiyatları görün.  Üstelik bu desteği kaynağında vermek, üretimde bu desteği vermek daha sonradan artmış enflasyonu düşürmenin maliyetinden çok daha düşük bir maliyetle olacak. Kaynağında maliyeti aşağıya çekeceksiniz. 
 
Asıl gıda enflasyonuyla mücadele budur. 
 
Maliyetleri aşağı çekeceksiniz ki hem çiftçinin yüzü gülsün hem de vatandaş gıda ürünlerini daha ucuza alabilsin. 
 
Bakın arkadaşlar farkındaysanız hep bütüncül bir bakış öneriyoruz. Böyle parça parça değil. Söylediklerimizin hepsi bir bütün.
 
Çünkü ülke yönetimi bir zincir gibi birbirine geçmiş halklardan oluşuyor. 
 
Hepsini aynı anda, doğru politikalarla güçlendirirseniz ülkece topyekûn kalkınmak mümkün olur.
 
*****
 
Değerli vatandaşlarım,
Kıymetli basın mensupları,
Saygıdeğer konuklar, 
 
Sözlerimin sonuna gelirken tekrar iktidara seslenmek istiyorum
 
İlk 100 günde yapılmayanları hızla yapın. Gönderdik, hepinizin masasının üzerinde duruyor. Eğer çöpe atmadıysanız masanın üzerinde var. Rafınız da var. Orada var, burada var.
 
Biz ilk günden beri, güçlü kadromuzla, sorunların çözümü için yapılması gerekenleri detaylıca anlatıyoruz.
 
Neyin, ne kadar sürede, nasıl yapılacağını ince işçilik yaparak çalışıyoruz.
 
Söylediğim her şey, inanın, çok hızlı ve kolay yapılacak; üstelik yapıldığında da ülkece topyekûn bizi ayağa kaldıracak adımlar.
 
Buradan, bir vatandaş olarak, bu ülkeye sorumluluğunu bir an olsun unutmayan bir vatandaş olarak çağrı yapıyorum:
 
İlk 100 gün geçti, ikinci 100 gün daha geçmesin.
 
Seçimden sonraki ilk dört ayı geride bıraktığımız bugün, ağır bir yükün altında eziliyoruz.
 
Biz uyarılarımızı ve tavsiyelerimizi samimiyetle paylaşıyoruz. Artık yanlışlardan dönülsün, mevcut kriz daha da derinleşmesin diyoruz. 
 
Her bir vatandaşımız tek tek insan onuruna yakışır bir hayat yaşasın istiyoruz. 
 
Biz yanlış gördüklerimizi söylemekten, uyarılar yapmaktan vazgeçmeyeceğiz.  Demokratik denetim görevimizi en iyi şekilde yerine getireceği
 
İktidara her fırsatta tavsiyelerimizi de sunacağız. 
 
Çünkü bu vatandaşlık sorumluluğu. 
 
Çünkü bu, memleket meselesi. 
 
Çünkü bu memleket bizim.
 
Buradan sayın Erdoğan’a ve kabine üyelerine bir çağrıda daha bulunarak sözlerime son vermek istiyorum:
 
Devlet kurumlarının güvenilirliğini tesis edin. 
 
Güven olmadan istikrar olmaz.
 
Açın bakın, tüm dünyanın Türkiye’ye model ülke diye baktığı günlere bakın. 
 
Bizim ekonomi yönetiminin başında olduğumuz dönemdeki başarının sırrı güvendeydi. Güvenle beraber istikrar oluştu.
 
Biliyorum, tanıyorum. Kabinede tüm bunları doğru anlayacak isimler var. Vakit kaybetmeyin ve bir an önce doğrular konusunda kendinize çeki düzen verin. 
 
Kaybettiğiniz vakit, geç atılan her adım, bu ülkenin yarınlarından çalıyor.
 
Türkiye’nin yarınlarından çalmayın.
 
*****
 
Buradan iktidara bu son seçimlerde destek vermiş, oy vermiş kardeşlerimize de özellikle seslenmek istiyorum. 
 
AK Partili kardeşlerimize de seslenmek istiyorum. 
 
Siz de içine düşürüldüğünüz bu cendereden çıkmak istiyorsunuz. Biliyorum. 
 
Biz DEVA Partisi olarak buradayız.
 
Size bir adım kadar yakınız.
 
Geçmişte yaptığımız gibi bugün de bütün bu sorunları bizim çözebileceğimizi tekrar buradan beyan etmek istiyorum. Bunu bildiğinize de inanıyorum. 
 
Aramızda geniş gönül köprüleri var.
 
Gelin ülkemizi bu cenderen beraber çıkaralım.
 
Birlikte rahmet vardır, birlikte bereket vardır.
 
Biz buradayız.
 
DEVA kadroları ülkemizin tüm sorunlarını TEK BAŞINA çözebilme ehliyetine sahip kadrolardır.
 
Partimize güvenen milyonlara, yeni milyonlar ekleyerek; 85 milyon için zenginlik, 85 milyon için adalet diyerek yolumuza emin adımlarla devam edeceğiz.
 
*****
 
Ben tekrar bu toplantımız için bizlerle olan bu toplantımızı takip eden tüm konuklarımıza ve basın mensuplarımıza teşekkür ediyorum. Bu basın toplantımızla ilgili Hükümetin ilk 100 günüyle ilgili sorusu olan basın mensupları arkadaşlığımız varsa onların sorularına da kısa kısa cevap vermeye çalışacağım.
 
9 Eylül 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bi' Kahve Konuk Besim Tibuk Programı Açıklama

Ali Babacan Bi' Kahve Besim Tibuk

Ali Babacan: Evet, bugünkü Bi' Kahve programımızın konuğu Sayın Besim Tıbuk. Besim Bey, biliyorsunuz Türkiye'nin hem iş dünyasının hem de siyaset camiasının çok iyi tanıdığı, bildiği ama özellikle de gençlerin çok yakından takip ettiği bir isim. Şu anda Kıbrıs'tayız. Uzun zamandır buluşup görüşmeyi arzu ettiğimiz, gıyaben çok iyi tanıdığımız ama ilk defa yüz yüze tanıştığımız Sayın Besim Tıbuk'la bugün beraber olmaktan ben gerçekten çok çok mutluyum.

Besim Tibuk: Bu programı seçimden evvel yapsaydık seçimin neticesi bile değişirdi. Bak ne kadar büyük hata yapmışsın ya.

Ali Babacan: Fırsatları kaçırdık.

Besim Tibuk: Kaçırdık. Bir 10 puan fark edecekti. Ben sizi hakikaten 2002'den beri takip ediyorum. Tabii bir sürü insanı takip ediyorsun politika olunca ama sizi takip ediyorum. Çok güzel şeyler yaptınız. Onu sonra da anlatırız zaman içinden. Çok güzel şeyler yaptınız. Tesadüf olmadı bir araya gelmek. Çünkü ben uzun süre zaten kamuoyundan kopup buraya geldim. Yani Ankara'ya da hemen hemen hiç gitmedim 2002'den beri. Onun için karşılaşamadık yani.

Ali Babacan: Evet çok memnun oldum gerçekten. Çünkü Türkiye'de özgürlükçülük deyince liberal demokrasi deyince herhalde isminiz akıllara geliyor. Biz de DEVA Partisi'ni kurarken parti programınızı ilk özgürlüklerle başlattık. Parti programına baktığınızda birinci sırada özgürlük diye başlıyor. Çünkü Türkiye'deki sorunların pek çok sorunun aslında derinli kaza kaza indiğinizde ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını görüyoruz. Teşebbüs özgürlüğünün kısıtlanmasını görüyoruz. Pek çok alanda insan haklarıyla ilgili genel anlamda kısıtlamaların olduğunu görüyoruz. Onun için özgürlükler konusunda bugün yapacağımız sohbetin ben çok kıymetli olacağını düşünüyorum. Biz partiyi kurarken çok düşündük ettik ama size sorayım. Niye özgürlükler önemli? Bir sizden dinlemek istiyorum.

Besim Tibuk: Şimdi, bir kere programınızda özgürlükler diyerek çok akıllı bir iş yapmışsınız. Çünkü liberal lekeli bir laftır. Ve ben buna sinir oluyorum. Tamam mı? Yani Türkiye'de entelektüel geçinen geri zekâlılara ilaveten Türk milletinin %99'una insanlığa en büyük katkıyı yapan liberallerdir. Kuruluşundan beri bak dikkat et ben 300 sene evvel İngiltere demiyorum. Sümerlerden beri yani kavim olarak. Bu ışıklar bunlar her şey liberallerin ürünüdür ya. Sinir oluyorum ya. İkide bir çıkıyorlar. İşte toplantılarda ‘bu neoliberal politikaları yüzünden Türkiye bu duruma geldi’ diyor solcusu. Dincisi kafa sallıyor. Milliyetçisi tamam diyor. Ulan tövbe yarabbi ya. Yani izah ediyoruz kardeşim. İnsanların gelişmesini hür insanlar yapıyor. Tamam mı? Hür olmayan insan bir şey yapamaz ki. Hür olmayan insan değişik şeylere cesaret edemeyen insan ne yapar? Babadan gördüğünü yapar. Bitti başka bir şey yapamaz.

İlk mesela cesur adam kim mesela diyorum tahmini. Sümerlerde çok tahıl birikiyor. Tamam mı? Çok bol. Bir kısmını depoya koyuyorlar bir kısmı gelecek tahıl gelene kadar çürüyor. Adamın biri ne yapıyor biliyor musun? Riske giriyor. O tahılları katırlara matırlara ne varsa yüklüyor develere dağlara gidiyor. O Irak'ın dağlarına. O tahılı onlara veriyor. Onlardan hayvan derisi, mum, zar, zurt bir şeyler alıyor, getiriyor. Zengin oluyor tabi adam düşünebiliyor musun? Çünkü orada çok ucuza hemen hemen bedava aldığı tahılı. Ama bu kimdir? Bu liberaldir işte. Yani bu o toplumun şeyinden çıkan cesur. Hay Allah'ım ya.

Ali Babacan: Alamazsın satamazsın diyen kimsenin olmaması da tabii bir avantaj.

Besim Tibuk: Uyanamamışlar sonra uyanmışlar namuslar gümrük koymuşlar. Fakat gümrükten evvel de başka şey var.

Ali Babacan: Korumacılık biliyorsunuz. Böyle gayet masum bir ifade, korumacılık dediğimiz aslında gümrük duvarlarını yükseltip ticareti zorlaştırmak.

Besim Tibuk: Tabii, tabii, tabii. Yahu orada devlet Allah'ın belasıdır ya. Devlet, devlet. Eskiden daha iyiydi, haraç alıyorlardı. Biliniyordu haracın ne olduğu. %10'dur. Yani Roma'da daha evvel. Ama şimdi liberal şeye geliyoruz. Şimdi bak, siz mesela liberal lafını kullanmamışsınız, çok doğru yapmışsınız. Oy alamazdınız. Ya böyle bir rezil ülke olur mu? Ben kendi ülkemi tenkit ediyorum. Rahmetli Özal da liberal lafını hiç kullanmadı biliyor musun? Ben de kendi kendime düşündüm. Ulan niye liberal lafını kullanmayacağım lan? Ben manyak mıyım? Millet öğrensin dedik. İşte durum bu. Liberalizmden hala müthiş bir nefret. Sokaktaki vatandaşa sorsan, neoliberaller bizi batırdı. Allah, tövbe ya rabbim. Bak, batıdaki bütün yeni gelişmeleri, bildiğin konular bunlar. O Luther dediğin adam, o reformu başlatmasaydı, onun sayesinde insanlar serbest düşünmeye başladılar. Yoksa daha evvel Katolik Kilisesi bunları yakıyordu. Çok serbest düşünen vardı, yakıldılar. Ondan sonra İngiltere Anglikan olmasaydı, orada bilim gelişmeseydi, elektrik olur muydu? Vapurlar olur muydu? İşte ne bileyim, bilmem ne olur, hiçbir şey olmazdı ya. Makineler olur muydu? İnsanlar gene ilkel yaşarlardı. Bütün bunları liberallere borçluyuz. Ama liberalizm deyince böyle bir irkilme var. Onun için iyi yapmışsınız, boş ver. Liberal lafını kullanmayın, özgürlükçülüğe geçsin.

Ali Babacan: Meseleyi şöyle analiz edince, özgürlükçü yaklaşımla alakalı, daha çok ekonomiyle bağlantılı olarak ifadeyi kullandığımızda, piyasa ve serbest piyasa, serbest rekabet aslında işin özünde.

Besim Tibuk: Rekabet olmasa olmaz, doğru söylüyorsun.

Ali Babacan: Yani rekabet nedir? İşte bir ürünü ya da hizmeti daha iyiye, daha ucuza mal etme yarışı. Yani daha iyi hizmeti, daha iyi ürünü, daha ucuza mal etme ve insanlara ucuza sunma yarışı. Ben öyle tarif ediyorum.

Besim Tibuk: Olmasa zaten büyüyemezsin ki, müşteri azalır.

Ali Babacan: Evet, öbür türlü hantallık oluyor, verimsizlik oluyor. Ve burada tabii iki tane önemli konu karşımıza çıkıyor. Birincisi, peki bunu yapacağız ama peki o zaman devlet ne yapacak? Yani devletin işini ne olacak? Devlet de üretmemeli mi? Hani bir akım var ya, özelleştirme olmasın, her şeyi devlet yapsın diyenler. Oralardan bir özelleştirme karşıtlığı karşımıza çıkan bir konu var. Birde tamam serbest piyasa rekabet ama peki bütün bu yarışta, bütün bu hengamede geride kalan toplum kesimleri olabilir bir şekilde. Belli bir geçim seviyesinin altında gelire mahkûm olan insanlar olabilir. Peki onlarla ilgili hiçbir şey yapmayacak mıyız, onları görmeyecek miyiz? Ya da diyelim ki sağlık meselesi. İşte toplumun belli kesimlerinin eğer kaliteli, iyi sağlık hizmetine ulaşacak ekonomik gücü yoksa onları hastalığa ve ölüme mi terk edeceğiz gibi. Aslında biraz derine indiğimizde eleştiriler ben iki grupta toplandığını görüyorum. Yani serbest piyasa, serbest piyasa ekonomisiyle ilgili eleştirilerde. Bir, devletin eli boş mu kalsın, devlet bir şey yapmasın mı? İki, insan odaklı bakışımızı terk mi edeceğiz diye.

Besim Tibuk: Şimdi orada tabii bir kere serbest piyasa esastır. Serbest piyasaya müdahale eden devletin müdahale etmesi demek, memur takımının yetki ele geçirmesi demektir. Serbest piyasada haksızlıklar olabilir. Mesela o monopolleşmeydi, içeriden borsada bilmem ne yapmaydı. Bunları çözecek olan gene devlet değil, hukuktur, mahkemelerdir.

Ali Babacan: Ya da rekabet kurumu gibi bağımsız çalışması gereken bir kurum.

Besim Tibuk: Rekabet kurumu gibi bağımsız, güçlü kuruluşlar olacaktır. Ve zaten insanlıkta bu gelişiyor. Yani insanlar bakıyorlar bu sert rekabet ne getiriyor ne oluyor. Ondan sonra monopollere karşı kanunlar çıkıyor vs. vs. Ama nerede devleti sokmaya çalışırsan o yerini genişletmek ister. Herkes öyle. Herkes kendisine olan ilginin artmasını, kendisinin hem itibar hem de daha çok para kazanmasını ister. İmamlar da öyledir. Öğretmenler öyledir, dişçiler öyledir. Yani herkes kendi yaptığı en tehlikelisi iki kesim var. Biri, imam ruhban sınıfı, o en tehlikelisidir. İkincisi memurlar, bürokrasidir. Bürokrasinin niyeti bir pundunu bulup bir nizamname, bir bilmem ne, bir denetim, bir şey yapmak yani. Çünkü özel sektöre zaten düşmandır. Bütün memurlar. Siz bakanlığınızda hissetmişsinizdir.  Bütün memur kadroları bir kere özel sektöre kıskanır. Özel sektörün sadece başarılı olanlarını gördüğü için batanları görmez. ‘İşte ben daha iyi talebeydim. Bak bu adam şimdi milyoner oldu’ falan gibi. Bir kere memura yetki vermeyeceksin yani. Yetkiyi devlete çok sınırlamak lazım. Çok sınırlayacaksın.

Ali Babacan: Rahmetli Özal onu bir miktar kırdı. Belki de yakın tarihimizde ilk defa o devletteki o anlayışı bir miktar kırdı.

Besim Tibuk: Tebrik ederim.

Ali Babacan: Ama dediğiniz gibi özel sektörle ilgili bir miktar devlet tarafında ben tabii uzun yıllar hükümette olduğum için, devlet yönetiminde tam içinde olduğum için bir miktar var ama bir miktar da gerçekten o nosyonu almış. Yani özel sektörün önemini bilen ve tam tersine özel sektörün önünü açan, kolaylaştıran bir bürokrasi kadrosuyla da ben tanıştım ve yakında çalıştım o kadroya.

Besim Tibuk: Çok memnun oldum.

Ali Babacan: Yani öyle bir şey de var. Ama bunları baktığımızda önemli bir bölümü yine Rahmetli Özal döneminde planlama teşkilatına alınan, çok iyi yetişmiş böyle yeni bir nesil, genç bürokratlar yetişmişler ve böyle önemli konulara gelmişler. Biz de onlarla çok yakın çalıştık bakalım.

Besim Tibuk: Bu söylediğiniz olumlu. Benim tabii bunu bilmiyordum çünkü muhakkak biraz düzenli olmuştur diye düşünüyordum ama Ankara ile alakam olmadığı için.

Ali Babacan: Tabii şu oluyor, devlet mesela eğer bir sektörün içindeyse, devletin hem düzenleme ve denetleme etkisi var her sektörde. Ama aynı zamanda herhangi bir sektörde kendisi de oyuncu olarak varsa o zaman işler çok karışıyor.

Besim Tibuk: Olmaz zaten. Haksızlık rekabet olur bilmem ne olur.

Ali Babacan: Şu bardak teorisine gelelim. Bu bardağı devlet üretiyorsa ama aynı zamanda o üreticileri denetleyen, düzenleyen durumdaysa tam da dediğiniz gibi ne oluyor? ‘Ben zaten bunu üretiyorum. Özel sektöre ne oluyor kardeşim’ deyip kendisini alan açan ama özel sektöründe hayatını kolaylaştıran adımlar gelebiliyor. Dolayısıyla biz hem bakanlık döneminde yapmaya çalıştığımız hem de şu anda savunduğumuz eğer bir konu özel sektör tarafından kaliteli bir şekilde, iyi bir şekilde yapılabiliyorsa rekabetle yürüyorsa, rekabet çalışıyorsa devlet sadece kural koysun arkadan da denetlesin, o işe girmesin diyoruz.

Ama mesela bazı sektörler var ki doğal teker sektörler. Mesela elektrik dağıtımı, su dağıtımı, doğal gaz dağıtımı gibi. O sektörlerde de biz özelleştirme zamanında yaptık, destekledik fakat kural koyma ve arkadan denetleme iyi işlemediği için ve o özelleştirmelerde alan şirketlerin patronları hükümetle çok yakın olduğu için denetleme çalışmadı. Yani oradaki bir denetlemeye çalışan, çabalayan bir devlet memuru mu yoksa patronla direkt hükümetin başındaki insanın konuşarak yürümesine. Dolayısıyla o denetleme çalışmadı. Dolayısıyla oralardan bir miktar ‘bu iş galiba çok doğru olmadı’ diyoruz. Özelleştirdikten sonra tekel durumuna düşen şirketler hakkında.

Besim Tibuk: Tekel, mesela utility bu şeyler.

Ali Babacan: Utility, aynen öyle aynen…

Besim Tibuk: Su, elektrik. O zaten büyük problem. Diğer ülkelere de problem. Çünkü rekabet yapamıyorsun. Elektrikte 10 tane değişik priz takmıyorsun ki Ahmet'in prizinden elektrik alayım bilmem ne. Yani suda da öyle. O devamlı tartışılması gereken bir konu. Acaba nasıl bir sistem bulunabilir? Hem özel sektörün dinamizmi ortadan kaybolmasın ama rekabet olmadan olmaz zaten.

Ali Babacan: Mesela sokak lambaları patlıyor. Diyorlar ki ‘biz 2 ayda bir o sokağa uğrayabiliyoruz. Çünkü masraflı iş.’ Dolayısıyla ‘2 ay sonra sıra geldiğinde gelip bakarız sokak lambalarına.’ Bu sefer o sokak karanlıkta kalıyor. 2 ayda sıra gelip de o lambalar takılana kadar mesela. Yani maliyeti düşük tutma kaygısıyla özel sektör bazen hizmette bu sefer gerekeni yapmıyor.

Besim Tibuk: Rekabet olsa hizmeti yapar. Dese ki adam bak o yakıyor. Sen niye yakmıyorsun? O da koşturur yakar. Şey 2 tane sihirli kelime var. Hürriyet ve rekabet. Hürriyet ve rekabet. Fakat şeye çok sevindim. Rahmetli Özal'dan bahsetmenize. Ben Özal'ı çok severdim. Çok da büyük işler yapmıştır. Onun 24 Ocak kararları ihtilal kararlarıdır. Millet unutuyor yaptıklarını. Kimse hayal edemezdi onun yaptıklarını. Ondan sonra ANAP'taki o ilk 4 senesi, 5 senesi yaptığı reformlar, finansal reformlar, ekonomik görüşler. Zamanında da hep söylerim ona Türk medyası çok haksızlık etti.

Ali Babacan: Rahmetli çok özgürlükçüydü. İfade özgürlüğü deyince tabi medyayla ilişkilerini de o çerçevede götürdü. Sizi tabii daha yakından takip etmişsindir. Bizim şimdi çok küçüklük, çocukluk yılları. Medyaya da çok geniş bir özgürlük alanı. Kendiyle dalga geçirdi.

Besim Tibuk: Aynen aynen. Bravo.

Ali Babacan: Kendi karikatürlerini Cumhurbaşkanlığı da astırdı falan.

Besim Tibuk: O şeydeki evinde yani bilmem finanseyelerle konuşurken onlara Türkiye'deki aleyhteki karikatürleri gösteriyordu.

Ali Babacan: Doğru.

Besim Tibuk: Sempatik bir adamdı.

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: Batı'yla ilişkilerini bak dindar olmasına rağmen, bak sizde de onu görüyorum, o da dindardı belli bir kesime bağlıydı. Batı'yla ilişkilerini çok üst düzeyde, çok sempatik bir şekilde götürmüştür. Baba Bush ile yakınlığı, dostluğu, Avrupalılarla olan dostluğu, Avrupa Birliği konusunda çabaları. Ben şimdi rahmetli Özal'a çok haksızlık edildiğini düşünüyorum. İsterim ki o haksızlık yapan gazeteciler gelsinler, itiraf etsinler. ‘Ya biz ayıp etmişiz falan’ desinler ama yok öyle bir şey bizim şeyde.

Ali Babacan: Basında da tabii çok önemli, basın özgürlüğü çok önemli bir kavram. Ama aynı zamanda özellikle bu yalan haber, yanıltıcı haber konusunda da bir otokontrol sistemine ihtiyaç var yani. Pek çok ülkede bu problem şu anda. Yani gelişmiş demokrasilerde, gelişmiş ekonomilerde de bile sorun, ciddi sorun. Medyada da tekerler oluşabiliyor, rekabet işleyemeyebiliyor. Ve o tekerler oluştuğu zaman o tekerler siyasi iktidarla çok kolay ilişki kurabiliyor. Milyonlarca insan yanlış yönlendirilebiliyor.

Besim Tibuk: Bugünkü Türkiye'nin durumu bu zaten.

Ali Babacan: Basın keşke kendi içerisinden bir otokontrol, bir oto denetim sistemi oluştursa. Keşke çok ideal bir şey belki ama. Yani o basın etik kuralları yazılı hale gelse, sistem o etik kuralların dışına çıkanları, özellikle yalan haber çok kötü bir şey yani. Biz onunla çok karşılaştık. Bu seçim döneminde de çok karşılaştık.

Besim Tibuk: Yalan haber çok kötü ama.

Ali Babacan: Yani milyonlarca insanı aldatıyorsunuz yani.

Besim Tibuk: Gazetecilerin baskı altında çalışması da kötü.

Ali Babacan: O da çok kötü tabii.

Besim Tibuk: Şimdi mesela hepimizin bildiği Türk medyası hükümetin elinde. %95. Açıyorsun sayfaları, devamlı olumlu haberler. Zam varsa zam diye bir şey yok. Fakirlik diye bir şey yok. Ben bazen gülüyorum, iyi diyorum. İnsanın morali düzeliyor bak bu gazeteler çıkıyor diye ama Türkiye'nin bugünkü durumu örnektir. Yani demokratik bir ülke nasıl geriye gider? Normal olarak ağaç nasıl ektikten sonra devamlı büyür diye bekliyorsun ya. Mesela Özal'dan sonra ben Türkiye'nin bugünkü duruma düşeceğini hayal edemezdim. Bu kadar kötü demokratik açıdan, basın özgürlüğü açısından, yargı açısından hayal edemezdim. Bak 40 sene sonra Özal'ın durumunu özlüyoruz ki daha iyi olmamız lazım, daha gelişmemiz lazım.

Ali Babacan: Ekonomik açıdan da öyle. Öyle kararlar alınıyor, öyle işler yapılıyor ki Özal öncesi o kapalı ekonomik dönemi çağrıştırıyor yani.

Besim Tibuk: Onu özlüyorlar.

Ali Babacan: Evet. Çünkü o kapalı sistemden ispat edenler oluyor. Açtığınız zaman her şey şeffafsa, her şey açıksa kimseye özel alan açılmıyor. Kimse kolay para kazanamıyor. Ancak verimli olan, çok çalışan ve kendi farklı bir şeyi ortaya koyabilenler o farkın karşılığını alabiliyor.

Besim Tibuk: Ben sizin partiyi şeye benzetiyorum, sizin bütün programınız, söyledikleriniz, rahmetli Özal'ın söylediklerine şey yapıyor, yani tamam, olmasa bile çok yakın. Ve o dönem de Türkiye'nin çok olumlu dönemidir. Zaten Türkiye'nin bir 50-55 dönemi var. Rahmetli Menderes'in. Muhteşem bir dönemdir. O 50-55 dönemi. Tabii ki şimdiki gençler hatırlamaz.

Ali Babacan: Çok partili sisteme geçtikten sonra...

Besim Tibuk: Geçiş ve o. Müthiş bir şeydir o. Yahu 50-55'te biliyor musun? Köylerde su yoktu. Su. Yol yoktu. Su ne demek? Her köyde bir su var değil mi? Ulan iki adımlık, yüz metre bir boru döşeyip su getiremiyor musun? Yoktu. Elektrik meleklik demiyorum kardeşim. Dandik yol bile yoktu köylerde. Köy izoleydi. Ekonomiye kazandırılmamıştı. Hayvanlardan vergi alınıyordu. Halk Partisi diyordu ki, ‘vergi alamasan nasıl memleketi idare edeceksin’ diye dalga geçiyordu. Hayvan vergisini kaldırdı Demokrat Parti. Ekonomi gelişti. Kasaya daha fazla para girdi. Ben anlatıyorum, benim büyüklerim aşağıdan jandarma gelince ahırdaki inekleri daha kaçırırlardı ki sahip vergi almasınlar diye. Şimdi jandarma gelir şimdi, bakar, ulan burada bir pislik var, burada inek var, inek yok. Nerede bu inek? Dağa çıkıyor, araştırıyor, bulamıyorlar. Bizimkiler ineklerle dağda. Onlar gittikten sonra inek geri gelirdi. Bu rezil dönemlerden sonra gayet basit Demokrat Parti'ye geldi. Bilmem ne hayvan vergisi, yok kardeşim. Hayvancılık gelişti, millet rahat. Yani o 50-55 bak, Türkiye'nin altın şahıdır. Bir de ondan sonra ara dönemi bir şey söylemiyorum, artısı eksisi var. Ama Özal'ın dönemi de çok önemli. Hele bir askeri darbeden sonra gelmesi.

Ali Babacan: Burada tabii asıl kritik konu halkla irtibat kanallarının iyi çalışıyor olması. Yani bilginin sürekli doğrudan doğru kaynaklardan hükümete akması, hükümetin de gerçekleri bilen kararlar alması. Şimdi hükümet, özellikle ülkeyi yöneten, başbakan veya cumhurbaşkanı dönemine göre süre çok uzayınca o irtibat kanalları zayıflıyor. Araya parazitler giriyor. Onlar hükümetin, karar vericilerin etrafını sarmaya başlıyorlar.

Besim Tibuk: Bir de lider artık sadece kendini çekenleri dinliyor.

Ali Babacan: Çünkü iktidar bir mıknatıs gibi. Çok çekim gücü var. Aynı mıknatısı bir hurdala kaldırıp çıkarırsanız üzerine her şey yapışır. Bir süre sonra üzerine her şey yapışıyor. O da iktidarla halk arasındaki irtibatı kesiyor. Kapsama alanı oluyor.

Besim Tibuk: Liderin işine geliyor. Liderin işine geliyor.

Ali Babacan: Etrafındakiler güzel şeyler söylüyor. Etrafındakiler güzel şeyler söylüyorlar. Fazla sorunları iletiyorlar.

Besim Tibuk: Aslansın, kaplansın. O zaman medyayı bu şekilde bağlarsan kendine tabii medyada güzel şeyler yazacak. Bu yol değil kardeşim. Bu mazeret değil.

Ali Babacan: Ülkeyi yönetme gücünü elinde tutanların iki konuyla sınırlanması gerekli diye düşünüyorum. Birincisi hukuk. Yani hukukla, kurallarla sınırlanma. Bir de süreyle sınırlanma. Süre çok uzayınca mutlaka iş bozuluyor.

Besim Tibuk: Doğru.

Ali Babacan: Biliyorsunuz ben AK Parti'nin kurucularındayım. Siyasete ilk defa orada başladım. Daha önce hiç ilgim yoktu. Parti kurulurken 3 dönemli yazlık tüzüğe. Belki o tüzüğün en önemli maddesiydi. Kuruluşta da en çok vurguladığımız maddesiydi. Partinin genel başkanı 3 dönem sonra bırakacak. Böyle bıraktıktan sonra geri dönmeyecek. Bırakacak ve bir sonraki nesil. Zaten 3 dönem demek 15 yıl yani. Şirketlerde bile en iyi yönetici bir süre sonra değişir.

Besim Tibuk: Doğru.

Ali Babacan: Banka şubelerinde en başarılı şube müdürü ki siz de bir dönem yaptınız herhalde. En fazla 5 senedir en başarılı şube müdürünü 5 sene sonra değiştirirsiniz.

Besim Tibuk: Ben banka müdürlüğü yapmadım ya.

Ali Babacan: Bankacılık yapmadınız mı hiç?

Besim Tibuk: Banka kurduk da ben, adamlar çalıştı bankada ya.

Ali Babacan: Hayır onu diyorum. Bankacılık yaptınız onu söylüyorum.

Besim Tibuk: Ben yönetim kurulu başkanıydım ya. Sonra.

Ali Babacan: Bu yöneticilikte ne kadar da iyi olsanız bir süre sonra…

Besim Tibuk: Doğru söylüyorsun.

Ali Babacan: Öbür türlü kişisel faktörler ağır basmaya başlıyor. İlişkiler ağır basmaya başlıyor. Kurallar yavaş yavaş kenara bırakılıyor ve farklı konular. Dolayısıyla yani o en önemli sorun Türkiye'de şu anda bu sürenin çok uzun olması. Artık bir değişim ihtiyacı.

Besim Tibuk: Şimdi tabii benim aklıma almayan şey vardır, Ali Bey.  Bu tencere kaynamazsa bilmem ne olur. Bütün iktidarı götürür. Ya son 5 senelik AKP performansında ben AKP'nin şey altı, baraj altı kalması gerektiğini düşünürken son neticenin çıkması beni müthiş bir hayal kırıklığına uğrattı. Böyle bir şey olabilir mi? Ya hiçbir demokratik ülkede böyle bir şey yoktur. Ya son 5 sene ekonomiyi, öteki tarafları bırakıyorum, tekrar söylüyorum. Öteki taraflar da duman oldu ama diyorum ki halk bunu anlamıyor, ne yapalım? Bunu anlıyorsun, bu duman olmuş, sen tekrar aynı idareyi getiriyorsun. Bu son seçimde sonuçtan çok moralim bozuldu. Hiçbiriniz hata yapmadınız kardeşim. Şimdi konuşuluyor ya, o öyle yaptı. Yok kardeşim, gayet güzel. Kılıçdaroğlu'da, altı masada hepsi güzeldi. Ufak tefek şeyler tabii çıkacak. Ayrı ayrı parti liderisiniz halk, olabilir. O da olur. Ona rağmen seçimden sonra lüzumsuz yere laflar, o öyleydi, bu böyleydi. Sizin hiçbir kabahatiniz yok. Muhalefet olarak söylüyorum. Yani altılı masanın hiçbir kabahati yok. Güzel de bir seçim şey yaptınız, çalışması yaptınız. Fakat, ne üçkâğıt döndü onu bir şey söyleyemem. Bu seçimi kaybetmeniz, bu başkanlık seçimini, milletvekili seçimini tam bir hüsrandır, tam bir rezalettir. Maalesef öyle.

Ali Babacan: Sonuca baktığımızda çalıştık ama vatandaşlarımızın ancak yüzde 48'ini ikna edebildik. Yani kazanmaya yetecek kadar iknada başarılı olamadık. Yani öyle görüyorum. Yoksa doğru bir zamanda tarihin doğru yerinde durduğumuza inanıyorum. Çünkü bir tarafta otoriter eğitimleri gittikçe kuvvetlenen bir yönetim anlayışı var. Baskı artıyor, hukuksuzluk artıyor. Bir tarafta da demokrasi arayışı var, adalet arayışı, hukuk arayışı var. Dolayısıyla bu ikisinden hangisini tercih edecek en azından kendi açımızdan baktığımızda tabii ki demokrasiden yana, hukuktan, adaletten yana durduk. O açıdan bir keşkemiz yok. Ama mesela yeterince şehir merkezlerinin dışına çıkabildik mi? Maalesef. Yeterince köyleri ziyaret edebildik mi? Hayır. Yani özellikle kırsala... Özellikle kırsala...  

Besim Tibuk: Kendinize kabahat bulmayın ya. İletişim var Ali Bey. Yapma Allah'ını seversen. Eskiden yoktu.

Ali Babacan: İletişim var ama... Ama iletişim var.

Besim Tibuk: Miting var ya miting. Palavradır. Miting yapmak eskidendi, ellerdeydi. Televizyon yoktu, bir şey yoktu. Bugün Amerika'da miting oluyor mu kardeşim?

Ali Babacan: Yani şöyle bir gerçek de var. Kırsala doğru gittikçe vatandaşlarımızın takip ettiği yayınlar daha çok işte TRT ya da hükümete yakın olan sosyal medya kullanımı gittikçe azalıyor. Merkezden kırsala gittikçe.

Besim Tıbuk: Bütün bunlara rağmen ben şey yapmıyorum.

Ali Babacan: Zaten sonuçlara da baktığımızda şehir merkezlerinde aslında ilk 10 ilde biz kazandık. Daha küçük illere doğru gittikçe ve çepere doğru gittikçe iktidar olan destek arttı. Dolayısıyla yani tamam haklısınız doğru yerde durduk. Ama daha iyi olabilirdi. Onun için çalışmaya devam.

Besim Tibuk: Tabii tabii çalışmaya devam edeceksiniz. Ve samimi söylüyorum. Siz parti olarak ben beğeniyorum partinizi. Yani politikalarınızı da biliyorum. Çok güzel çalışmaları da yapmışsınız. Çok kitap mitap bunlara güvenmeyin. Kimse okumaz bunları. Ama hiç olmazsa anlatırsanız ufak ufak şey de kalır.

Besim Tibuk: Biz bunları şunun için hazırladık. Tam 23 tane eylem planı var her alanda. Devleti yönetmek için. Aklınıza ne geliyorsa. Ama en kapsamlılardan bir tanesi temel haklar.

Besim Tibuk: Temel haklar, evet.

Ali Babacan: Özgürlükler. 354 tane madde var burada. Temel hak ve özgürlük. Adalet ve yargı ile ilgili eylem planı var. 198 madde var yargı reformu. Bunları biz biliyoruz. Yani vatandaşlarımız açsın okusun.

Besim Tibuk: Vatandaş okursa kafası zaten kayırıştır.

Ali Babacan: Şu önemli bizim için, iktidar olduğumuzda ne yapacağımız elimizin altında hazır. İlk 90 gün ilk bir yıl çok önemli ya. Dolayısıyla biz bunları hazırladık ki iktidar olduğumuzda vakit kaybetmeyelim. Seçimden sonra ben ne yaptım? Bundan bir set hazırladım. Cumhurbaşkanına gönderdim. Güzel bir kutu içerisinde, kapak mektubuyla beraber. Bütün bakanlar gönderdim. 600 milletvekiline gönderdim. Dedim ki; Bura da Akıl teri var, akıl teri var. Evet biz DEVA Partisi olarak bunları koordine ettik. Ama...

Besim Tibuk: Onlar çöpe atmıştır. Dalga mı geçiyorsun ya?

Ali Babacan: Umarım atmamışlardır.

Besim Tibuk: %90 Beni dinle onlar çöpe atmıştır. Kapağını açmadan nereden geldi DEVA'dan? Çöpe atmışlardır yahu. Okursalar korkarlar zaten. Şimdi sen görüyor musun? Hükümette bir adamın senin programını okuduğunu biri görse, fotoğrafını çekse adam gitti zaten.

Ali Babacan: Doğru, mecliste koridorlarda sağda solda bizim kutulardan görmüş arkadaşlar. Çünkü bazı milletvekilleri aman odamda görünmesin diye çıkartmış koridordan.

Besim Tibuk: Nerede yaşıyorsun kardeşim ya?

Ali Babacan: Ama az sayıda. Yani istifade etmek isteyenler için dedik ki iyi bir çalışma.

Besim Tibuk: Hayır bu sizin parti için devamlılık sağlayan güzel bir proje. Bu şeye benziyor. Bir arsa var mesela, adam ihaleye çıkarıyor. Sen arsaya yapacağın projeni binanın projesini yapıyorsun. Ama o arsa sahibi var ya o geri zekalı arsa sahibi senin projeyi incelemesi lazım değil mi? Yok abi bakmıyor senin projeye. Aynı şey bizim başımıza geldi yahu. Ben ne para harcadım ilk dört sene Allah kahretsin. Broşürdü, kitaptı. Onun için burada bizim kötü tecrübemiz var. Ben söylüyorum.

Ali Babacan: İyi tecrübelerinde kötü tecrübelerinde öğrenmemiz lazım…Ben de kahve ikram edeyim size…

Besim Tibuk: Deminden beri bekliyorum ne zaman ikram edeceksin diye.

Ali Babacan: Süt istiyor musunuz? Sade mi? Nasıl olsun?

Besim Tibuk: Sade sade. Bak sert adam sade kahve içer.

Ali Babacan: Evet. Biz programın adını ‘Bi' Kahve’ koyduk. Ve kahve sohbeti şeklinde gelişsin istedik. Fakat kahve makinaları programdan programa değişiyor. Ben de bazen şaşırıyorum öncelikleri.

Besim Tibuk: Beceriyorsun yani kahve yapmayı.

Ali Babacan: Öğrendim.

Besim Tibuk: Ama güzel. Bu zaten kahve sohbeti gibi. Benim de benim de şeyim odur. Kahve sohbeti gibi yapmak.

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: Çok teşekkür ederim.

Ali Babacan: Afiyet olsun. Şimdi bir başka konu bu sosyal devlet. Şimdi serbest piyasa önemli. Rekabet önemli. Çünkü rekabet nihayetinde milyonlarca insana, geniş kitlelere daha iyi ürünü, hizmeti daha ucuza ulaştırmanın yarışı. Tamam. Ama bu neoliberal diye ki benim hiç kullanmadığım bir ifade ama dışarıdan kullananlar bazen böyle bir etiketlendirmeye gidebiliyorlar. Dışarıdan bakanlar diyorlar ki peki insan bunun neresinde? Özellikle gelir seviyesi düşük toplum kesimleri için ve temel ihtiyaçlar böyle sağlık ki eğitim gibi temel ihtiyaçlar. Şimdi bunu nasıl özgürlükçü politikalarla bu insan perspektifini nasıl meç etmemiz gerekiyor?

Besim Tibuk: Şimdi bak bu çok tartışmalı bir konu.

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: Ben bir kere sosyal devlete karşıyım. Ama o demek değildir ki fakir fukara yüzüstü bırakacaksın. Sosyal devletin sorunu şu. Sosyal devlet dediğin zaman devlet hastaneler kuruyor, okullar kuruyor, üniversiteler kuruyor. Orada bedava bir şey veriyor ve kendi kendini çökertiyor. Çünkü rekabet yok. Memur mantalitesiyle çalışıyor. O hava doğmuyor. Onun yerine mesela eğitimde fakirlere devlet burs verebilir. Ama o bursla o çocuk istediği okula gidecek. Okulu o seçecek. Hastanelerde fakirlere belli bir kupon verir, bir şey verir bedava tedavi olması için, bedava ilaç için. Ama doğrudan işletme yapmayacak. İşletmeyi sen yapmayacaksın, rekabet içinde Ahmet, Mehmet, Süleyman, yerli, yabancı, yabancı firma bile gelecek, onlar yapacaklar. Yani buradaki özellik ne biliyor musunuz? Ali Bey siz bu işi, tabii size bu bakanlık çok tecrübe kazandırmıştır. Okuldur bu sizin şeyiniz. Çünkü bir sürü iş adamıza gelmiştir, dert yanmıştır. O her dert yanma sizde bir bilgi birikimi yaratıyor, tamam mı? Tecrübe birikimi yaratıyor. Yani o bakanlıkta o kadar süre kalmanız, bilhassa ekonomiyle ilgili şeylerde, müthiş bir birikiminiz var. Orada görüyorsunuz, orada zaten hissediyorsunuz olayları. Yani şey olarak bu işletmelerde rekabet yoksa, rahatlık serbestlik yoksa iyi netice alamazsın. Fakir fukarayı koruma en büyük sorundur Neoliberal devletlerde. Onu nasıl çözüyorsun? Zenginden çok yüksek vergi alırsan adam kaçırıyor uyanık, tamam mı? Yani bizim şeyimiz yüzde 10’dur. Çünkü adam senden daha kolay kaçırıyor. Bir sürü muhasebeci tutuyor. Senin orada maliyen onunla mı uğraşabilecek? Yurt dışında şirket kuruyor, orada karı oraya aktarıyor. Var böyle Türk şirketleri büyük. Herkes de biliyor bunları. Yurt dışında satın alma şirketleri kuruyor. Faturalı oradan şişiriyorlar. Karı orada bırakıyorlar. Yani vergi kaçırmanın bin türlü yolu vardır. Onun için yüksek vergi almayacaksın. Yüksek vergi almak vergi kaçırmaya teşviktir.

İkincisi bu zenginlerin zaafından istifade edeceksin. Bak zenginler de insan. O herif vergi kaçırıyor. Çok adam biliyorum ben. Bir kısmı arkadaşım. Vergi kaçırmak da bir risktir yani. Çünkü onun teftişi var, cezaları var. Ne yapıyor biliyor musun abi? 70 yaşına gelmiş bütün parasıyla bir hastane yapıyor herif. Babasının adına. Diyorum ki ulan geri zekalı. Sen bu kadar şeye girdin, riske girdin, kazandın para. ‘Ne yapayım diyor’ ya. Ölecek ya. Geriye bir şey bırakması lazım. Bu insanoğlu. İnsanın zaafı bu. Onun için bir şey yapmak lazım.

Ali Babacan: Vicdan borcu birikiyor. O borcu da okul ya da hastane yaparak ödemeye…

Besim Tibuk: Amerika'daki bütün zenginlerin öyledir ya. Bütün zenginler, üniversite, okul. Çünkü ölüme gidiyorsun artık. Yani geriye bir şey bırakacaksın. Bir diğer vergilendirme de…

Ali Babacan: Gelecek nesillerin koruma ihtimali olur olmaz tabii. Yani ya gelecek nesillere bırakacaksın ya da ülkeye bırakacaksın.

Besim Tibuk: Kendi çocuklarına da az bırakıyorlar. Biliyorsun o büyük zenginleri ya. Bu geçen de şeyi seyrediyordum. Karısını Steve Jobs'un. Steve Jobs'un karısı müthiş para sahibi. Çünkü Steve'den ona kaldı. Steve de biliyorsun bir şey çocuğu Suriye'de. Suriye çocuğu aslında adapte edilmiş. Suriyeli. Kadın bütün parayı hayır işlerine harcıyor. Düşünebiliyor musun? Çocuklarına birkaç milyon dolar bırakmış. Bilmem neler yapıyor, onu yapıyor, bunu yapıyor. Bir sürüsü. Yani bu insan ihtiyacı bu. Yani insanın egosunda bu var. Bir de zenginlerin kullandığı lüks malları daha pahalı yapacaksın. Daha çok vergi alacaksın. Mesela Türkiye'de bu akıllı uygulanıyor. Lüks arabalardan yüksek vergi alma. Yirmi milyon liraya araba alıyor adam. Tamam mı? Halbuki onun içinde arabanın değeri beş milyon, on beş milyonu vergi. Ama o arabayla dolaşıyor ya, o havayı atıyor.

Ali Babacan: Yüzde iki yüz yirmi ÖTV, üzerine de yüzde yirmi KDV. Ama yani yüzde iki yüz yirmiyi ekliyorsunuz, üç yüz yirmi. Onun da yüzde yirmisi.

Besim Tibuk: Üstüne, onun da üstüne KDV. Verginin vergisini, siz yaptınızsa tebrik ederim. Gayet iyi yapmışsınız ha.

Ali Babacan: Eskiden beri vardı, biz dokunmadık.

Besim Tibuk: Ya adamı ürkütmeden yolacaksın tamam mı?

Ali Babacan: Yani 2002 öncesi, biz zaten 2002 öncesi ama dokunmadık yani.

Besim Tibuk: O zengin var ya, o arabayla dolaşıyor ya, bırak dolaşsın karşılığını ödesin. Veya lüks villa yapmış adam. Müthiş villa yapmış, ondan daha yüksek vergi al. Başka türlü bunları yolamazsın. Yani zenginden parayı acıtmadan almak lazım.

Ali Babacan: Bu dediğiniz yüzde 10 sabit vergi, kurumlar vergisi mi, gelir vergisi mi?

Besim Tibuk: Hepsi, hepsi yüzde 10. Bir de yüzde10’un matematiği kolaydır kardeşim, uzatmazsın. Yani yüz liraysa 10 lira, iki yüz liraysa 20 lira.

Ali Babacan: Yani gelir ve kurumlar yüzde 10 diyorsunuz ama eğer lüks bir harcıma yapıyorsan...

Besim Tibuk: Lüks harca yüzde 200, yüzde 500.

Ali Babacan: Tamam.

Besim Tibuk: Şampanyaya bilmem ne koy. Zaten...

Ali Babacan: Orada ölçüyü kaçırınca orada da kaçak başlıyor. Bu sefer Yunan Adalarından teknelerle...

Besim Tibuk: Bak, o da doğru. Onu da onu da bak mesela bir enteresan, sizin zamanınızda benzer enteresan bir hata söyleyeyim bak. Belki bu konuşmamızın...

Ali Babacan: Siz bir de turizmcisiniz, oradan da biraz şeydir.

Besim Tibuk: Konuşmamızın Türkiye'ye faydası da olsun ya, o gariban Türkiye'ye. Onun için bunu da anlatayım. Kardeşim, bu iddia diye bir mesele var, tamam mı? Bu iddia meselesi zamanında benim oğlan da önce serbestken yaptı, 2000'lerde. Oradan para kazandı, sonra şey yaptı, spekülasyon yaptı, sonra Bitcoin dedi, şimdi milyarder oldu. Yani oradan... Neyse, bunu biliyorsun 2007'de devlet yasakladı yurt dışında yapılmasını edilmesini ve monopole verdi. Yani Türkiye'de bir iddia diye bir şirkete verdi. Onu da sonunda hürriyeti satın alan o adamlara verdi, Demirörenlere verdi.

Ali Babacan: Bir özelleştirmede satıldı ama şu anda hatırlamıyorum kime satıldı.

Besim Tibuk: Demirörenlere verdi. Şimdi nedir iddiaa da bak olan? İddiaa da birçok vergi yükü var, bilmem ne yükü var diye oranlar çok düşük bir maçın oranı. Mesela Galatasaray-Fenerbahçe, Galatasaray kazanacak diye koyduğun zaman adam 1.20 veriyor 1 liraya. Halbuki gayri resmi yapan ise 1.50 veriyor, 1.60 veriyor. Tabii oynayan adam aptal değil. Ulan diyor buna oynayacağım diyor ve bir sürü şey şirketi, betting şirketi bir kısmı da Kıbrıs'ta. Kıbrıslı olsa canım yanmaz çünkü parayı çok fazla Kıbrıs'a giriyor. Bir kısmı Bulgaristan'da, bir kısmı Ukrayna'da. Bunlar...

Ali Babacan: Ve şuradan, telefondan yani.

Besim Tibuk: Tabii telefondan ve o pastadan o payı alıyorlar. Ya diyorum ki iddiaaya, siz bunu iletin, oranları betting şirketinin oranlarının altına indirsinler. Yani vergileri düşürün, almayın bir süre vergi, o sektör çöksün, adamlar vazgeçsin bu işten. Çünkü milletin canı sıkılıyor, tamam mı? Maçlarda meraklı. Oynamak istiyor adam ya, bir de kolay oynuyor bu telefon yüzünden. Bu örnektir mesela, tipik bir örnek. Rahmetli Özal altını dün sohbette söyledim işte, aynı fiyata, dünya fiyatlarına getirdi Türkiye'de, altın kaçakçılığı ortadan kalktı.

Ali Babacan: Biz bu vergi oranlarıyla alakalı aslında çok önemli tecrübeler yaşadık Türkiye olarak. Ne yaptık mesela, kurumlar vergisi yüzde 33'tü. Önce 30'a sonra 20'e indirdik ve toplam tahsilat değişmedi, arttı hatta. Çünkü kayıt dışı azaldı. Gelir vergisi de üst dilim 45'ti, 35'e indirdik, dilim sayısını azalttık, toplam vergi tahsilatı düşmedi. Katma değer vergisi, gıda da temel ihtiyaçlardır, gıda, giyim, sağlık, eğitim de yüzde 18'den 8'e düşürdük, radikal bir karar. Ve maliye bürokrasisi çok tedirgindi yani, vergi gelirleri düşecek diye. Fakat dört sektörde de zaten kayıt dışılık olduğu için, zaten insanlar az çok gönlünden kopanı ödediği için, bizim oranları düşünmemize rağmen vergi tahsilatıyla ilgili hiçbir kayıp olmadı, tam tersine artış oldu. Çünkü kayıt dışılık azaldı. Şimdi bu vergi oranları son derece önemli. Fakat son birkaç yıldır maalesef çok üzülerek, içimi parçalanarak izliyorum ki vergi oranlarını artırıyorlar.

Besim Tibuk: Ve alamayacaklar tahsilatı.

Ali Babacan: Şimdi 8'i, yüzde 8'lik KDV’yi 10'a çıkarttılar, 18'i 20'ye çıkarttılar, bebek bezi ya, yani temizlik ürünleri 8'den 20'ye çıkarttılar. Dediğiniz gibi lüks tüketimde sorun yok, tamam. Ama bunlar çok temel ihtiyaç. Ve üstelik arttığınızda kaçak artıyor. Şimdi maalesef dedikodular duyuyoruz ki temel ihtiyaç olan gıdada, giyimde, eğitimde, sağlıktaki o yüzde 10 oranı da bir çırpıda 20'ye artırılmasıyla ilgili böyle teknik hazırlıklar. Bu tabii çok vahim bir hata olacak. Sadece bizim vatandaşlarım için değil, ama aynı zamanda...

Besim Tibuk: Şimdi bak, bahsettiğin senin Türkiye tecrüben, bütün dünyada bu geçerli yahu. Yalnız Türkiye'de değil bu. Çok doğru bir şeye temas ettiniz. Yani bu sadece Türkiye'de olmuş da ders almış değil. Bütün tarihte böyle olmuştur. Tarihte. Ne zaman yüksek vergi almışsındır? İbn-i Haldun bile bunu söylemiş. 600 sene evvel. Yani ‘nerede çok vergi aldın, orada viraneler gördün. Nerede az vergi var, orada kâşaneler gördüm’ diyor. Bu bilinen bir şey.

Ali Babacan: Vergide sürümden kazanmak diye bir kavram var. Sadece ticarette değil vergide de var bu. Makul oranda tabanı genişletmek ve daha çok vergi toplamak.

Besim Tibuk: Zaten devletin en büyük aracı vergidir. Devlet dediğin zaman, devlet zaten haraç alan bir müessesedir. İşte haracın adı da vergidir. Adaleti bağımsız yaptığın zaman, devletin ilk görevi adalettir, emniyettir. Bunları sistemi oturttuğun zaman ondan sonra vergi alacaksın, o vergiyi de harcayacaksın. O da minimum alacaksın. Az harca kardeşim. Az harca yani.

Ali Babacan: İki önemli amacı var tabii. Bir, devletin temel fonksiyonlarını yerine getirmek için harcadığının karşılığını almak. Adalet gibi, eğitim, sağlık gibi.

Besim Tibuk: İşte temel fonksiyonun sayısını az tutacaksın.

Ali Babacan: Ama ikincisi de bir de sosyal adalette de bir enstrüman vergi. Sosyal adaleti sağlamak.

Besim Tibuk: O oranlar açısından, o doğru.

Ali Babacan: İşte lüks tüketim de şuydu buydu.

Besim Tibuk: O vergi konusunda en önemli mesele zaten vergi politikasıdır ya. O kıçı kırık İrlanda nasıl gelişti biliyor musun?

Ali Babacan: Doğru.

Besim Tibuk: %10 yaptı kurumlar vergisini. Bütün Google, Apple, Darkroot gitti orada bölgesel merkezler kurdular.

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: İrlanda çok fakir bir yerdir. Oturduğu yerde zengin olduğu adamlar ya.

Ali Babacan: Çünkü çok uluslu şirketler, Amerikalısı, Avrupalısı, merkezleri oraya taşıdılar. Gelir kazançları oraya topladılar ki çok kolay. Çok uluslu şirketlerin çok kolay kazancı hangi ülkede toplamak istiyorsun? O kadar basit yani.

Besim Tibuk: Hukuk yani orasını ikametgahın yapınca orada topluyorsun.

Ali Babacan: Yanı başındaki İngiltere yüksek kurumlar vergisi almaya çalışırken, onlar oranı düşürünce oradan oraya kaydı insanlar. Ve gerçekten mali durumu İrlanda'nın çok hızlı bir şekilde düzeldi. Dolayısıyla Türkiye'nin de bu özellikle kurumlar vergisi ve gelir vergisi açısından çok çok dikkat etmesi gerekiyor. Yatırımcılar açısından da caydırıcı oluyor. Çünkü bir ülkede kurumlar vergisi artış trendine girdiyse bu ne demek? Bugün arttı, yarın daha da artabilir.

Besim Tibuk: Tebrik ederim. Beklenti.

Ali Babacan: Yani trendi göstermek.

Besim Tibuk: En ufak bir artış ileride daha da artar korkusu yüzünden yatırım yapar. Ben böyle yapmam mesela. Bizim şirket çok kazık yedi. Tabii aptalca işleri yaptık ayrı mesele. O hikâye uzun. Şimdi daha akıllı düşünebiliyorum. Bak ne demek? 75'den sonra insan akıllı düşünüyor. Sen gençliğine güvenme yani. İstikbal bizdedir, moruklardadır. Onu söyleyeyim de. Şimdi daha net düşünüyorum Ali Bey. Olamıyorum. Bu haltı niye yedik?

Ali Babacan: Bir dostumuz der ki ‘tecrübe hayatta yenilen kazıkların münazaasıdır.’

Besim Tıbuk: Şimdi bu söylediğin o kadar doğru ki yahu ürküttüğün şeye değer mi kurbağaya? Yüzde 1-2 zam yapıyorsun. Adam düşünecek. Şimdi 1-2 yaptı sonra 10 yapacak belki diyecek. Yeni yatırım yapmaz. Yatırımını başkasına satmaya çalışır. Yani Allah'ım ya Allah'ım ya. Bir şey söyleyeyim mi sana? Bunlar yeni değil ha.

Ali Babacan: Tabii tabii.

Besim Tıbuk: 5 bin senedir gerçekler. Yani biz Adam Smith işte serbest piyasayı bulmuş görünmez el. Görünmez el insanlık kuruluşundan beri var ya o anlattığım o Sümer olaylarında falan filan. Yani adam aynı yerçekimini mesela Newton buldu. Yerçekimi yok muydu Newton'dan evvel? Vardı. Aynı bizim söylediklerimizi kaç bin sene evvel imparatorluklar, devletler yaşamışlar. Ama şimdi yok devletiz. Yok bu kurum lazım bize. Bilmem ne. Devlet bıraktın mı kanser hücresi gibi genişliyor. Ondan sonra da geliyorsun. ‘E ne yapayım ya paraya ihtiyacım var’ diyorsun. Ya karşılıklısı para basacaksın.

Ali Babacan: Devletin tabii güçlü olması önemli ama hangi açıdan güçlü olması? Yani böyle hantal, büyük işte milyonlarca insanın çalıştığı değil. Ama en önemli konulardan birisi güvenlik mesela değil mi? Yani devlet güçlü olacak çünkü ülkenin dış ve iç güvenliğini sağlayacak. Devlet güçlü olacak ama o gücü adaleti yerine getirmek için kullanacak. Yani parası olanın sözü geçsin diye değil. Ya da siyasi gücü eline geçirenin sözünü geçsin diye değil. Adaletin sözü geçsin diye. Devletin gücü orada. Dolayısıyla güçlü devlet diyoruz. Önemli ama bu asla böyle hantal, özel sektörün alanına giren.

Besim Tibuk: Ya aynı benim söylediklerimi söylüyorsun ya. Onun için bak çok enteresan. Devleti küçülteceğiz derken hep o tenkitlere karşı bunları söylüyordum. Sert ses getiren falan. Çok aynı lafı lafı. Kardeşim benim çok taraftarım olsaydı endorse ederdim senin partiyi garanti iktidardım. Tamam mı? Yani liberal demokrat partileri derdim ki ‘çocuklar DEVA Partisi'ne oy verin. Bak bu bizim kafada parti’ derdim. Ama o şansımız yok. Belki 30-40 bin genç vardır. Eski ANAP ve DYP'liler, akıllarını başlarına toplasınlar, sizin partiyi izlesinler ve onların birleşeceği parti sizin partidir. Bak orta sahada hürriyetçi, bak liberal demiyorum, sizi korumak için liberal demiyorum, dikkat et yani.

Ali Babacan: Teşekkür ederiz.

Besim Tibuk: Liberal dersen puan kaybedersin, oy kaybedersin.

Ali Babacan: Tecrübeyle sahip.

Besim Tibuk: Onun için hürriyetçi, özgürlükçü falan, serbestiyetçi, ülkeyi hakikaten bu pislikten çıkaracak sizin parti olabilir. Onun için ANAP'tan, DYP'den kopup başka partilere gidenlerin sizinle birleşmesi lazım. Artık ondan sonraki onları nasıl toparlarsınız, o politika sizin. Hep şöyle bakıyordum millete. Ulan diyordum bunların bana ihtiyacı var ulan. Hep öyle düşündüm. Kurmadan evvel de partiyi. Ulan ben politika yapıyorum, memleketi kurtarmak için. Yoksa memleket bana ne verecek ulan? Ankara'ya gidip Allah'ın belası yerde, protokolde canım sıkılacak. Hala öyle düşünüyorum. Hep aynı kafayla politika yaptım. Ben, sizi şeye benziyor bu tamam mı? Bir tamircisin, otomobil tamircisisin. Senden başka yok. Arabanın sahibi var. Şimdi arabanın sahibine gittiğim zaman ben aman efendim demeyeceğim ki. Ulan sen bana aman efendim de. Sen bana çay içer misin? Benim arabamı lütfen yapar mısın de. Çok sinirleniyordum yani halka. Ulan ben size, kendim için bir şey değil. Allah'ın belası sizin yüzünüzden ben geberiyorum, dolaşıyorum. Aptal aptal şeyleri öpüyorum. Geliyorlar şap öpüyorlar, kirli paslı herifler. Sarılıyorlar. Güzel kızlar öpse hadi ilerleyeceğiz vaziyeti. Ondan sonra düşünüyorum. Ulan diyorum bu herifleri ben herifler için politika yapıyorum. Düştüğüm duruma bak.

Ali Babacan: Öyle diyordunuz. Şimdi ne diyorsunuz? Öyle diyordum diyorsunuz ya…

Besim Tıbuk: Öyle diyordum, politikaya böyle yaptım sonuna kadar. 2002'de sizin parti bizi perişan etti tamam mı? AKP'li bir parti kurdunuz. O zamana kadar %5 falan bir şeyler vardı. Ondan sonra 2002'nin sonunda çok kötü oy aldı. Çok rahatladım tabii ya. Felaket rahatladım ya. Hiç hiç o kadar bekliyordum ki daha kötü oyalayayım. Çünkü %2-3 alsaydık millet gelecek deyip abi devam edelim, zart edelim, zurt edelim. Ulan yeter be. Anlattık durduk tutmadı yani.

Ali Babacan: Bir de baktınız ki Ali Babacan ekonomi de zaten sizin düşündüğünüz çerçevenin çok da dışında değil galiba. Yapılan işler falan değil mi? Yani muhalefette biraz zorlaştı galiba.

Besim Tıbuk: Ben hiç muhalefet yapmadım zaten 10 sene yapmadım. Bak 10 sene hiç konuşmadım. Bir tek şeyi tenkit ettim. Madem laf lafı açıyor. Bu Tayyip Erdoğan 2008 krizinde bir şey söyledi TOBB'ta. Dedi ki ‘hepiniz dedi birer işçi alsanız 3,5 milyon adamsanız işsizlik sorunu çözer’ dedi. Ben de çıktım.

Ali Babacan: O çünkü işsizliğin sorunun sebebi ben değil mi? Sizsiniz. Siz elemanı alsanız söz edecek yani.

Besim Tıbuk: Uyanık uyanık. Ben diyor 60 bin kişiyi çok iyi hatırlıyorum. Biz 60 bin kişiyi işe alıyoruz. Ben de dedim ki bu adama Nobel vermeli. İktisat Nobeli. Hatta işsizliği çözsün diye Amerikalılara, İngilizlere de yardım etsin. Birer tane Amerikalı alın, işe alın. Türk iş adamları. Bir orada şey yaptım. Bir de çok sonra. Bahsettim ya sana TGRT programını. 2012'de mart ayında TGRT'ye borcum vardı. Çünkü biz parti iken nedense bizden ilgileniyorlardı. Haberlerimizi yapıyorlar. Diğerleri bizi adam yerine koymuyordu falan. Oradaki yayın yönetmeni de çok ısrar edince oraya bir iki saatlik programa gittim. Orada sohbet ettik. Orada sizin partiye 2012'de 6-7 puan verdim 10 üzerinden. İki olumsuz puanımız şuydu. Birincisi ekonomide dolar, Türk parası kuvvetlenirken. Yani 1,7'den neredeyse 1 liraya kadar düşerken 1,10. Siz Merkez Bankası olarak, satın alarak, talep yaratarak onu düşürmemeliydiniz o kadar. Tamam mı ekonomik açıdan. Sonra çıktı ama bir tahribata bir sebep oldu. Bir odur, ekonomik.

Ali Babacan: O dönemin döviz kuru tabii bir, yani Merkez Bankası gerçekten bağımsız çalışıyordu.

Besim Tibuk: Bağımsızdı, serbest piyasa düşürdü fiyatı.

Ali Babacan: Merkez Bankası'na çok şey yapmıyorduk yani. Oturuyorduk, ayda bir konuşuyorduk arkadaşlarla ama, yani şunu böyle yapın böyle yapın yani talimat anlamında bir şey yapmıyorduk. Ama ikincisi, aynı dönem enteresandır. Yani dolar kurunun o 1,5 başlayıp yavaş yavaş 1.2'ye düştüğü, 7-8 yıllık dönem.

Besim Tibuk: 1.10'a kadar bile düştü.

Ali Babacan: Ama o dönemde de Türkiye'nin ihracatının en hızlı arttığı dönem olmuştur enteresan bir şekilde. Çünkü şundan oldu o, evet döviz kuru ihracatlarını zorladı ama genel yatırım ortamının iyileşmesi, Türkiye'nin Avrupa Birliği perspektifi, o hukuk ve yargı konusundaki düzeltme çabası, bütün bunlar paket olarak baktığınızda yine de Türkiye'nin üretiminin ve ihracatının çok hızlı arttığı bir dönemi beraberinde getirdi. Yani 36 milyar dolardan 108 milyar dolara çıkan bir ihracat var.

Besim Tibuk: Ama ilerisini tıkıyorsun. Bak dediğin çok doğru.

Ali Babacan: Ben sadece sonradan okuma olarak bunu söyleyeyim. Baştan böyle planlamıştık diye söylemiyorum.

Besim Tibuk: Siz bunu piyasaya bıraktınız kardeşim tamam mı? Piyasaya bıraktınız. Bol dolar gelince, bir mal bol gelince değeri düşer.

Ali Babacan: Sümerlerin buğdayı gibi.

Besim Tibuk: Şimdi ama bu arada başka bir olay var. Türkiye'de enflasyon…

Ali Babacan: Aslında buğdayı başka şeyle, doları başka şeyle değiştirsek o dönem belki iyi olacakmış yani.

Besim Tibuk: O konuda da bizim yeni lira politikamızı uygulamadınız. Şimdi bak siz 6 sıfır attınız. Bizim yeni lira politikamız şuydu. Bir enflasyon var tamam mı? Önce dolara bağlı veya EURO bağlı yeni lira çıkarıyorsun. Enflasyon düştüğü zaman da eski lirayı tedavülden çekiyorsun. Pek pek diyorlar ya hani birçok ülke bunu uyguluyor ve faydalı oluyor birçok ülkeye. Çünkü sağlam paran yoksa bir şey olmaz. Bak bugün Türk parası sağlam para değildir. Bırak sağlamı en çürük paralardan biridir. Bu aynı çürük malzemeyle bina yapamayacağına benzer. Ve bu şansı siz bu düşüşte bu bollukta yapabilirdiniz. Yani 2003-2004-2005'te. Çünkü yeni lirayı dövize bağladığın zaman bunu Euro’ya da bağlayabilirsin dolara da. Orada bir seçim yaparsınız. Ekonomik ilişkiler Avrupa Birliği ile çok olduğu için Euro’ya bağlayabilirsin. 1 Euro 1 dolar dersin. Bu büyük bir stabilizasyon getirecek.

Ali Babacan: Hatırlarsanız 1 Ocak 2000'de bu başlatıldı. Ama nasıl başlatıldı? Böyle bire bir bağlama değil de bir çizgiye bağlama şeklinde hatırlarsanız.

Besim Tibuk: O başlatılmadı. %20 düşüş ile İMF şeyiyle bir şeyler aynı şey değil.

Ali Babacan: Yani şöyle yaptı. Merkez Bankası ileriye doğru 1,5 yıllık bir kur ilan etti. Gün gün. Yani Türk lirasını aslında kur sepetine bağladı.

Besim Tibuk: Bak şimdi onu hatırlıyorum. O ne oldu biliyor musun Ali Bey?

Ali Babacan: Yani sabitlemedi ama ne yaptı? Sabit bir çizgiye değil.

Besim Tıbuk: O yanlış. Ama Türk parasını sen basıyorsun karşılıksız. Bak o ne yaptı biliyor musun? Onu çok iyi hatırlıyorum canım. 2000'de dedi ki %20 dedi. %20 artacak dedi. O sırada enflasyon %45 idi. Ve gelecek Şubat'ta 2001'in Şubat’ında da patladı.

Ali Babacan: Patladı. 21 Şubat.

Besim Tibuk: Rezil oldular. Sizin zamanınızda çok avantajınız şu. Çok pozitif bir atmosfer vardı Batı'da. Bak Batı'daki imaj bu kadar iyi olamazdı.

Ali Babacan: Doğru.

Besim Tibuk: Büyük sanatçılar geliyor. Avrupa bilmem nesinin futbol karşılaşmaları.

Ali Babacan: Ben Avrupa Birliği bakanıydım. Dışişleri bakanıydım. O onuru yaşadım yani. Hem yaptığımız güzel şeylerin sonucunu hem de o noktaya gelmiş olmanın onuru.

Besim Tibuk: Avrupa Birliği'nde parlamento girişimize dair ‘evet evet’ oyları verdi böyle.

Ali Babacan: Herkes kaldırmıştı ‘evet evet’ diye.

Besim Tibuk: Bak Batı'yla çok pozitif bir dostluğumuz vardı. Ve bu 2004'teki dostluk 2010'a kadar 11'e kadar sürdü. Ve Batı'da sizin yanınızdaydı. Bak 2007'de sizin bir internet kriziniz oldu. O Büyükanıt'ın yaptığı saçmalıktan sonra. Çok başarılı geçtiniz. Hiç taviz vermediniz. O sırada bütün Avrupa Amerika sizin yanınızdaydı. Ve bu çok şanslı bir dönemdi. O zaman eğer şeye geçebilseydiniz, yeni lirayı dolara bağlayıp veyahut da Euro’ya bağlayıp geçebilseydiniz, müthiş bir rahatlama olacaktı. Ücret artışı yok diyeceksin yani, ben geçtim şeye. Senin şeyin döviz, maaşın döviz. Fiyatı adam istediği gibi belirlesin, onun derdi o.

Ali Babacan: Şimdi o geçiş nasıl biliyor musunuz? Şeyle değil yani, stokla değil de akımla ancak sıhhatli olabiliyor. Demek isterim şu: elinizdeki döviz stokuyla değil, döviz akımıyla mümkün. Eğer döviz akımı pozitife dönebilseydi, yani Türkiye cari fazla üreten bir ekonomi olabilseydi, belki o noktada düşünebilecek konular bunlar. Ama tamam, döviz rezervi birikiyordu. Kaçtan? 28 milyar dolardan aldık, 136 milyar dolara çıkarttık. Fakat her sene her sene cari açık geliyordu. Dolayısıyla...

Besim Tibuk: Ama yatırım geliyordu.  Yatırım geliyordu ya, o kapatıyordu onu.

Ali Babacan: Doğru, doğru. Yatırımlar kapanıyordu.

Besim Tibuk: Gene size prim olarak söyleyeyim, özelleştirmeyi de çok akıllı yaptınız. Çok akıllı yaptınız.

Ali Babacan: Evet. Ben lafı şuraya getireceğim, bu döviz kuru aslında biraz arabanın amortisör sistemi gibi. Çünkü ekonomide içeride ya da dışarıda olacak çalkantılara karşı ya da döviz akımıyla ilgili geçici hızlanma yavaşlamalara karşı aslında döviz kuru bir süspansiyon görevi görüyor. Yani sabitlediğiniz anda bütün sarsıntıları anda hissediyorsun. Arabanın amortisörünü sökün, sabit bir şey bağlayın. Kıbrıs'taki yollarda gördüm biraz.

Besim Tibuk: Hayır, ben ona bağlı olmadığım zaman diyorsun devalüasyon da yaparım, bilmem ne de yaparım.

Ali Babacan: Ama bu piyasa dengesinde oluşuyor. Yani bollaştığı zaman biraz düşüyor. Dolayısıyla düştüğü zaman akımların içinde caydırıcı oluyor.

Besim Tibuk: Ama orada bir tercih yapacaksınız bak. Sağlam paranın faydaları ne? Mahsuru ne? Tek mahsuru bu. Bak dikkat et.

Ali Babacan: Bizim amacımız neydi biliyor musunuz? Türk lirasını 1 Euro- Dolar kadar sağlam hale getirmek ve güvenilir hale getirmek.

Besim Tibuk: Ama sağlam hale getirirken psikolojikmen ben sağlam hale getirdim yetmez. Halka ikna etmek için onu bağlayacaksın adam o lirayı götürünce karşılığında bankadan Euro alacak. Sorgusuz sualsiz. Ama bir sene değil. 6 ay, 1 sene, 2 sene alacak parasını 100 lirayı, bankaya verecek banka hiç hesap yapmadan çıkacak 100 Euro verecek. Tamam mı? Olur mu kardeşim? Olur. Çünkü burada senyoraj denen şey yani senin paranın güçlü olup saklama şeyin haline gelmesi ancak bundan mümkün olur. O zaman adam diyecek ki ‘ben Türk liramı tutayım ulan bu zaten Euro’ diyecek. Euro hesabı niye açacağım?

Ali Babacan: Ya şöyle oldu. Ben ekonominin başına geçtiğimde banka mevduatının 3'te 2'si döviz, 3'te 1'i liraydı. Bıraktığım gün 3'te 2'si lira, 3'te 1'i döviz oldu.

Besim Tibuk: Niye oldu? Çünkü dövizde tutanlar hem değer kaybettiler hem faiz kaybettiler. Döndüler bu tarafa yani.

Ali Babacan: Yani bu bire bir bağlamaktan da öte hani Türk lirası değer kazanmış, bire bir bağlamadan da daha yüksek bir güven oluştu aslında.

Besim Tibuk: Hayır olmaz. Bak mesela Hong Kong'a bakıyorum. Hong Kong doları 712 bilmem neyse 1 dolar ediyor. Kaç senedir biliyor musun? Belki 60-70 senedir abi değişmiyor.

Ali Babacan: Çünkü akımlar hep pozitif. Durmadan döviz akıyor. Mesela Singapur doları öyle.

Besim Tibuk: Yalnız döviz aktığı için değil. Onu sağlam tuttuğun zaman insanlar o parayı aynı zamanda tasarruf ediyorlar. O müthiş avantajdır. Yani senin bastığın parayı adam koyuyor kenara bekletiyor. O sana verdiği kredidir. Ve çevre ülkeleri bunu yapıyor. İcabında çevre ülkeleri senin Türk lirasını kasasına koyacak. Niye? Senden alışveriş edince şak diye verecek malı alacak. Bak bir örnek vereyim size Ali Bey. Biz çocukluğumuzda hiç mor binlik görmezdik. 50'lerden itibaren demek ki 4-5 yaşından itibaren söylüyorum. Mor binlik yoktu piyasada abi. Niye yoktu biliyor musun mor binlik? Mor binlikleri Lübnan'daki tüccarlar kasalarında tutarlardı Türk kaçakçısına ödemek için.

Ali Babacan: Ama o değer de kaybetmezdi o arada. Yoksa kasada tutmaz.

Besim Tibuk: Tebrik ederim seni. İşte sorun bu. 1950'ye kadar önce Osmanlı Bankasıydı sonra Merkez Bankası'nın sıkı politikası yüzünden Türk parası değer kaybetmezdi. Kafkaslarda bile, Balkanlarda bile o para kullanılıyordu. Orada o paranın durması demek senin hazinene adamın verdiği bedava kredi, aynı Amerikan Doları’nın faydası gibi.

Ali Babacan: Bizim dönemde Hacca, Umre ‘ye gidenler artık döviz götürmüyordu yanlarından. Çünkü Mekke'de, Medine'de esnaf Türk Lirası kabul ediyordu. Çünkü biliyordu ki Türk Lirası aldığımda bunun değeri kaybolmaz ve bir noktada bir şekilde gene riyale çeviririm diyordu esnaf yani. Ama son dönemlerde çok değişti maalesef.

Besim Tibuk: Kitabı yazılmalı son dönemin. Yani bu kadar şey nasıl yapılabilir saçmalık diye kitap yazılmalı, okutulmalı. Okutulacak bu ama öyle okutulacak yani. Türkiye'nin son 5 ekonomik senesinde.

Ali Babacan: Amerika'daki okulda bir vaka metodu var biliyorsunuz.

Besim Tibuk: Biliyorum biliyorum ben onu yaptım.

Ali Babacan: Bizim ders kitabımız olmazdı her şey vakaydı. Her şey tecrübe yani gerçek tecrübelerden. O vakalardan birisi ‘kar eden bir şirket nasıl batar’ vakası. Ben şimdi son 5 yılı öyle görüyorum. Yani Türkiye gibi böylesine büyük potansiyeli olan, böylesine büyüme potansiyeli ve zengin olma potansiyeli olan bir ülke nasıl fakirleşir? Orta direk nasıl çöker? Tam bir vaka yani.

Besim Tibuk: Aynen bravo tebrik ederim.

Ali Babacan: Yani yanlış kararlar, hukukun, adaletin önemsenmemesi. Bu devlet kapitalizmi denen yeni bir kavram var biliyorsunuz. Devlet kapitalizmi yani iş ciddi. Yani o devletin kapitalizmle iç içe olması, kimi zengin yapacağına devletin karar vermesi falan. Bütün bu yanlışlar birike birike zengin olması gereken, başarılı olması gereken bir ülke nasıl bu hale gelir? Nasıl milli gelir düşer? Tam bir vaka yani.

Besim Tıbuk: Her bakımdan. Her bakımdan. Biz de vaka metodunu gördük. Ben de işletmek istediğimde hep vaka metoduydu. Harvard'tan kopya. Harvard getirmiş kurmuş zaten. Siz de orada vakaydı. Vaka çok popüler canım. Gerçek hayatı veriyor sana.

Ali Babacan: Gerçek hayatı.

Besim Tibuk: Öyle dandik hikayeler değil yani.

Ali Babacan: Değil değil.

Besim Tibuk: Çok çok faydalıydı o.

Ali Babacan: Yani gerçek tecrübelerden teoriye yürüyorsunuz. Tersten. Tersten yürüyorsunuz yani.

Besim Tibuk: Şimdi bu konuşmayı çok önemli hale getirmek için bir konu daha gündeme getiriyorum. Bu tarihi konuşmadır. Dikkat et yani. Bu konuşmadan sonra siz zaten alıp başınızı yürüyeceksiniz. Bizi tanımamazlık etmeyin he ondan sonra. Ya sen kimsin falan filan diye. İleride iktidar oldunuz. Başbakan oldunuz. Öyle bir şey olmayacak yani.

Ali Babacan: Yani sistemi de değiştireceğiz diyorsunuz değil mi?

Besim Tibuk: Yani bizi tanı da yani merhabamız olsun. Şimdi kardeşim son günlerde şey söylüyorlar ‘Coğrafya kaderdir.’

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: İbni Haldun söylemiş. Çok severim İbni Haldun'u da bana sormadı herif yani. O zaman bana sorsaydı ‘ya dur bir dakika bunu düşünelim’ derdim. Şimdi gerçekten de herkes coğrafya kaderdir diyor bu ülkelerin performansı açısından falan filan. Ulan düşündüm düşündüm. Ulan ne kaderi be. Coğrafyası en iyi ülkeler sefil perişan. Coğrafyası yüzünden perişan olması gereken ülkeler de gayet güzel. Akıldır akıl. Coğrafya kader değildir. Kader akıldır akıl.

Ali Babacan: Bazen zor coğrafya insanı daha çalışkan hale getiriyor değil mi?

Besim Tibuk: Akıllı olan ülkeler gelişiyor. İnsanları mutlu yaşıyor. Akılsız olan ülkeler yönetimler tabii. Akıl deyince bir tek kişi demiyorum yönetimler. Mesela coğrafyaya baktığın zaman basit örnekler vereyim yani. Bunu çok sinirleniyorum bu lafa diye gündeme getirdim. Abi coğrafyaya baktığın zaman en şanslı bizim Türkiye'dir abi. İnanılmaz şanslı. Coğrafyaya bir bak. Böyle üç kıtanın ortasında bilmem ne gibi. Bundan dört mevsim olan. Bundan şanslı bir ülke olamaz yani. En şanssız ülkelerden biri de neresidir biliyor musun? İsviçre'dir kardeşim. İsviçre ben hep böyle ülkelerin tarihini okuyorum. Nerede gelişmiş ne olmuş zaten falan. İsviçre eskiden Ali Bey 300-400 sene evveline kadar kıtlıkların olduğu insanların açlıktan öldüğü bir ülke. Sadece yayla inek var. Dağların arasında ve ulaşım çok zor. Dağların arasında ve paralı asker yolluyorlar dışarıya ki oradan para gelsin diye. Böyle bir ülkeyken dünyanın en zengin ülkesi oldu. Bak böyle kötü pozisyonda olan birçok ülke var. Akıllı idareyle çok zengin ülke oldu. Fakat bir sürü güzel maddenin üzerine oturmuş. Bir Venezuela mesela. Bir bilmem ne bak. Bir Irak'a bak. Bir Libya'ya bak. Onun için coğrafya kader değildir. Bunu not edelim de bir yanlışlık olmasın. Kader akıllı, akıl. Bir numara akıllıdır.  Common sense, Ne oluyor, ne bitiyor, ona bakmak.

Ali Babacan: Doğru. Ben, bu İslam Kalkınma Bankası'nın başkanı 30 seneden sonra emekli oldu, yeni bir başkan göreve geldi. Bundan 4-5 sene önce. İstanbul'a geldiğinde de benimle de görüşmek istedi. Bakanlık dönemi falan bitmişti artık. Bana dedi ki, ya ne tavsiye edersin bana? İslam Kalkınma Bankası, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kuruluşu ve Müslümanların çoğunlukla olduğu ülkelerin hepsinde yoğun olduğu bir kuruluş. Dedim ki, ‘siz böyle köprüye, baraja falan filan kredi vermeyin’ dedim. Elinizdeki imkanları sadece iki alana yoğunlaştırın. Bir, iyi yönetişim. Yani ‘good governance’ dediğimiz, şeffaf, temiz, kural bazlı ve akıllı bilimi önceleyen bir yönetim. Bununla ilgili bu ülkelere siz finansal imkân sağlayın, bu programlara geçiş için onlara yardımcı olun. İki, eğitim. Ne kadar paranız varsa dedim, bu İslam ülkelerinde eğitim yatırımlarını destekleyin. Çünkü bu ülkeler maalesef ortak sorunlarla baktığımızda, bir, vatandaşların eğitim seviyesinin düşük olması. İki, bu ülkelerin kötü yönetilmesi. Dolayısıyla…

Besim Tibuk: Kötü yönetilmesi. Eğitim derken, bana bak, dini eğitime para verirlerse olmaz ha, ona göre yani. Adamlar İmam Hatip Okulu açarlar, İlahiyat açarlar, dini eğitim derken yani, onlardan yeterince var.

Ali Babacan: Ya şöyle, İslam dininin düzgün bir şekilde anlaşılması, doğru şekilde çocukların, gençlerin öğrenmesi de bir ihtiyaç bütün ülkelerde. Ama aynı zamanda pozitif bilimlerin öğrenilmesi ve gerçekten dünyayla yarışır nesiller yetiştirilmesi, o da çok büyük ihtiyaç yani. Dolayısıyla bu eğitim, genel eğitim bahsettiğimiz…

Besim Tibuk: Genel eğitim. Ben de şey yapıyorum, ben Müslüman ülkelerdeki bir yobazlığın artmasını büyük tehlike görüyorum, o bakımdan söylüyorum.

Ali Babacan: Evet işte orada da bir şeye ihtiyacı var. Mesela biz şeyi de çok çalıştık, hem de içinde yaşadık. Yani hani devlet yönetimiyle, dinde bunu nasıl ele alacağız? Araştırdık, konuştuk, çok saygı duyduğumuz hocalarla, ilim insanlarıyla konuştuk ettik ve şu neticeye vardık. Aslında İslam dininin devlet yönetimiyle ilgili söylediği üç şey var. Adalet, liyakat ve istişare. Bunun dışında bir şey demiyor. Bunun dışında bir model de önermiyor. Bunun dışında başka bir şey de yok yani. Bu üç ilkeyi yerine getir, devletsen tamam. Geri kalanın hepsi dinin kutsallarını devlet yönetmek için kullanma. İstismar etme.

Besim Tibuk: Bunu Hacı Hoca takımına anlatamazsın ki sen.

Ali Babacan: Şey bu, bizim geldiğimiz nokta bu. Bunu da ben pek çok yerde anlatıyorum.

Besim Tibuk: İyi yapıyorsunuz, sizin lafınız daha değerli olur. Çünkü siz dindar bir kesimden geliyorsunuz ama ben iyimser değilim yani. Bu şey kadrosu var ya…

Ali Babacan: Yani bu üç konu ne? Yani devletin varlık sebebi değil mi? Adalet varlık sebebi zaten olacak. Liyakat yani işi ehline vereceksin.

Besim Tibuk: Evet.

Ali Babacan: İşi ehline vereceksin. Yani işi ehline vermek… Bazen bazı görevlerde o işi en iyi yapacak kişi Müslüman olmasa, başka bir dine mensup olsa vereceksin. Ateist olsa da vereceksin. O işi en iyi yapabilecek kimse ona vereceksin. Yani liyakat dediğimiz o. Üçüncü ise istişare. Yani karar alırken tartışacaksın. Mesela meclis en önemli aslında istişare mekanizması çalıştırılsa değil mi? En önemli. Bu üç ilkeden başka bir şey yok. Bunun dışında her şey dinin kutsallarını otorite için kullanmaya çalışmak, dinin kutsallarını kendi yanlışlarını kamufle etmek için istismar etmek yani. Başka bir şey değil.

Besim Tibuk: Zaten öyle. Politikacılar dini istismar ediyor, din adamları politikacıları istismar ediyor. Arada halk gidiyor gümbürtüye.

Ali Babacan: Bunu Avrupa demokrasilerinde çok inceledik ve bu 354 maddelik temel haklar, eylem planında bu konularla ilgili de şöyle bir çerçeve ortaya koyduk. Dedik ki; Bir rahmetli Özal'ın da dediği gibi vicdan hürriyeti değil mi? Yani 3 özgürlükten bahsediyordu, 3 hürriyet alanından. Üçüncüsü de vicdan hürriyeti. Dolayısıyla insanların istediği gibi inanması, inandığı gibi ibadet etmesi ve inançları doğrultusunda da örgütlenmesi. Bu çok temel bir insan hakkı. Ama bu örgütlenmenin de şeffaf olması. Yani eğer örgütleneceksen ya dernek olarak ya vakıf olarak örgütlen. Açık olsun, şeffaf olsun. Dolayısıyla devletin bu konulardaki düzenlemesi olsun ama aynı zamanda da denetim fonksiyonu da olsun. Böyle bir bakış getirdik. Tabi bu da tartışılabilir ama kendi tecrübemizden de dünya tecrübelerinden de baktık. Böyle bir formülü önerdik ama bu da tabi tartışılabilir, geliştirilebilir. Karşı çıkanlar olabilir.

Besim Tibuk: Benim bu konudaki durumum çok kötümser. Müslüman ülkelerle ilgili çok kötümser. Yalnız Türkiye'ye bakmıyorum ben. Pakistan'a bakıyorum, Malezya'ya bakıyorum. Afganistan belli, İran belli.

Ali Babacan: Ben başbakanken yardımcısıyken öyle bir noktaya gelmiştik ki, Çin değil mi? Bu Şi Jinping seçildi. Li Keçiang da başbakan oldu. Ki Şi seçilmeden, daha doğrusu cumhurbaşkanı olarak göreve gelmeden bir 6 ay önce Türkiye'ye ziyareti yaptım.

Besim Tıbuk: Kim hangisi?

Ali Babacan: Şi Jinping, şu andaki Çin Cumhurbaşkanı. O zaman Cumhurbaşkanı yardımcısıydı. Ama Cumhurbaşkanı olacağı belliydi. Ve önemli bir tur yaptı. Yanılmıyorsam 4-5 tane kilit ülkeye uğradı, bir de Türkiye. Ve ben bir gün onunla sabahtan akşama kadar beraber olduk. Daha sonra Cumhurbaşkanı oldu. Li Keçiang da başbakan oldu. Şu anda ikisi de devam ediyor. Biri cumhurbaşkanı, biri başbakan olarak. Ve hemen sonra, yani bunlar göreve geldiğinde, sanırım altı ay sonra falan, beni Urumçi'ye davet ettiler. Li Keçiang, başbakan değil, direkt beni davet etti. Ve orada her taraflı görüşmeler yaptık. Çin'in batı bölgesiyle Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin geliştirmesi. Ve aynı zamanda orada Müslüman nüfus var. Müslüman nüfusun bu dünyadaki aşırıcı akımlar var, radikal akımlar var. Din istismarıyla şiddet, aşırıcılık falan. Bunlara karşı kendi Müslüman nüfuslarını gerçek İslam anlayışıyla nasıl yetiştirebilirler, ne yapabiliriz diye bununla ilgili bize işbirliği önerdiler. Bakın, bu en hassas olduğu, Çin Devleti'nin en hassas konusudur böyle.

Besim Tibuk: Korkuyorlar.

Ali Babacan: En hassas konusudur. Ve o konuda kendi işlerini açtılar. Ve niye yaptılar bunu? Çünkü güvendikleri için yaptılar. Dediler ki siz bu konularda çok dengeli, saatli işler yapın. Ama bu ne zamanın Türkiye'si?

Besim Tibuk: 15 sene evvel.

Ali Babacan: 2012-2013. 10 sene öncenin Türkiye'si. Yani bugün Türkiye'si 10 sene öncenin. İtibarımız yerinde, havamız yerinde, başarılıyız falan filan. Fakat daha sonra öyle gelişmeler oldu ki birdenbire kapattılar. Bizim Büyükelçi oraya gidemiyor şu anda. Bizim Büyükelçi'nin o bölgeye gitmesini yasakladılar falan filan. Şunun için söylüyorum. Bu konularda da gerçekten gerçek ilim insanlarıyla, yani İslam dilini kullanan değil, gerçek İslam'ı anlamaya çalışan ilim insanlarıyla çalışmak. Ve o konuda da devletin bir ön alıcı, yol gösterici, yön verici fonksiyonu da ben biraz önemli görüyorum. Çünkü devlet bunu yapmadığı zaman bu boşluğu doldurabilecek çok akımlar var dünyada. Ve riskli akımlar bunlar yani. Onun için orada da bir miktar faaliyetin, bir miktar akıllı yapılan çalışmaların ülke için, gelecek nesiller için ve Müslümanların yaşadığı ülkeler için de kıymetli olacağını da düşünüyorum doğrusu. Yani orada çok da böyle hadi bırakalım denilecek bir alanda değil. Ama bunu ne için? Bunu gerçekten uzun vadeli. Yani iktidarı güçlendirmek için bu konuları istismar etmek değil. Tam tersine bu konuların doğrusu anlaşılsın, gerçeği anlaşılsın. Ve yeni nesillerimiz aydın ufukları geniş yetişsin. Yani hani kapalı dogmalarla değil, ufku açık, bilerek yetişsinler. Bütün seçenekleri, bütün tercihleri görsünler ama içlerinden kendileri için doğru hissetsinler. Yani bu...

Ali Babacan: Teşekkür ederim. Güzel bir sohbet oldu.

Besim Tibuk: Benim için de güzel bir sohbet oldu.

Besim Tibuk: Türkiye enteresan bir ülke yav. Hiç yani dikkat et. Canın sıkılmaz.

Ali Babacan: Ama bu güzel ülkemizi, bu güçlü olması gereken ülkemizi seviyoruz. Ülkemiz için çalışacağız. Dünyayı bileceğiz ama Türkiye için çalışacağız. Çünkü Türkiye güçlendikçe, Türkiye'de biz başarılı oldukça, Türkiye'de demokrasi başarılı oldukça pek çok ülkedeki demokratlar da heyecanlanacak ve ümitlenecek. Türkiye'deki demokrasinin kazanması çok çok önemli. Son 15-20 yıldır bir maalesef bu liberal demokrasiler biraz düşüşte. Bu otokrasinin ağırlıklı bir eğilim haline geldiği demokrasiler biraz daha yayılıyor, yaygınlaşıyor. Böyle bir dönemde demokrasiyi savunmak, demokrasi mücadelesi vermek önemli. Ve biz de sonuna kadar bu mücadeleyi devam ettireceğiz.

Besim Tibuk: Valla benim en başarılı programıyla bulduğum parti sizsiniz. İnşallah dediğim gibi o kitlesel desteği de alırsınız. Bir desteğiniz var. Yüzde 3, yüzde 5. Bunu yüzde 10, 15, 20'ye eski ANAP ve DYP'li oyları da toplayarak ki onların gitmesi gereken tek adres söylüyorum sizin partidir. Ciddi bir harekete dönüşebilirsiniz. O zaman da memlekete büyük hizmetiniz olur. Yani memleketin size ihtiyacı var. Sizin o görevlere ihtiyacınız yok. O mevkilerde bulundunuz zaten. Milletin de biraz böyle düşünmesi lazım. Anlatabiliyor muyum? Milletin iyi bir idareye ihtiyacı var. Onun için size başarılar dilerim.

Ali Babacan: Sağ olun, teşekkür ediyoruz.

Besim Tibuk: Eğer sıkışırsanız da Kıbrıs'a gelirsiniz.

Ali Babacan: Şimdi seçimi kazanınca ne yapacaklarımız belli ama önemli olan kazanabilmek.

Besim Tibuk: Proje hazır da millet araziyi vermiyor.

Ali Babacan: Önce o yetkiyi halkımızdan almamız lazım. Onun için de biz istişareye çok önem veriyoruz. Sizin gibi hem iş hayatında hem siyasette geniş tecrübesi olan kıymet verdiğimiz insanlarla sohbette bizi düşünce olarak zenginleştiriyor.  Tekrar çok teşekkür ediyorum.

Besim Tıbuk: Ben teşekkür ederim Ali Bey.

Ali Babacan: Keyifli bir sohbet oldu.

Besim Tıbuk: Kahveyi de iyi yapıyorsun. Sen mi yaptın başkası yaptı da sen mi getirdin?

Ali Babacan: Makine yaptı.

Besim Tıbuk: İyi numara.

Ali Babacan: Tarifine uygun, ölçeğine uygun koyduğunuz zaman makineler yapıyor artık.

Besim Tıbuk: Dökmeden de getirdin yani.

Ali Babacan: Eskiden kız istemeye gidildiğinde, dur bakalım kahve nasıl diye bakılıyordu değil mi? Bir de içinden tuz çıkarsa felaket. Teşekkür ederim. İyi çalışmalar diliyorum.

Besim Tıbuk: Ben çok teşekkür ederim geldiğiniz için. Çok sempatik, başarılı bir adamsınız. Söyleyeyim yani. Ve memlekete şimdiye kadar da çok hizmetleriniz oldu. Oldu yani onu ben yakından takip ettim. İnşallah bundan sonra çok iyi olacak.

Ali Babacan: İnşallah. Ülkede sorunlar olduğu sürece, bizim de çözecek fikirlerimiz ve hazırlıklarımız olduğu sürece hizmete devam.

Besim Tıbuk: Evet.

Ali Babacan: Sağolun.

23 Ağustos 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bi' Kahve Konuk Naci Görür Programı Açıklama

Ali Babacan: Bizi izleyenler için bugünkü Bi' Kahve programımızın konuğu Prof. Dr. Naci Görür. Naci Hocamız sağ olsun Türkiye'de depremle ilgili bilincin yaygınlaşması için, depremle ilgili farkındalığın artması için hem deprem öncesi hazırlık, hem deprem anında müdahale ve genel anlamda afet yönetimiyle ilgili gerçekten Türkiye'nin bu konudaki düşünce önderlerinden ve kendi konusunda da sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada tanınan, bilinen çok değerli bir bilim insanımız. Bugünkü konumuz deprem.

Bu çekimi aslında biz 17 Ağustos depreminin olduğu tarihten, 17 Ağustos'un 24. yıl dönümünün olduğu tarihlerde yapıyoruz. Belki yayınlanması önümüzdeki haftayı bulur ama biraz da 17 Ağustos bu deprem haftası vesilesiyle yeniden biraz deprem konuşalım istedik. Sadece konuşalım değil, aynı zamanda ne yapalım, toplum olarak ne yapalım, kamu ne yapmalı, devlet ne yapmalı, halk olarak nasıl hazırlanmalıyız. Bu konuda oldukça faydalı bir sohbet yapacağımıza inanıyorum. Tekrar hoş geldiniz.

Naci Görür: Hoş bulduk.

Ali Babacan: Ben şöyle bir soruyla başlayayım. Ne yapalım, hangi başlıklarda çalışalım? Yani şöyle bir odaklanmamız gereken konuları sayarsak hocam, hangi başlıklara odaklanmamız gerekiyor?

Naci Görür: Yani ben şöyle düşünüyorum. Şimdi, bizim ülkemizde insanlarımız ‘Niye deprem olur? Neden deprem oluyor? Bu depremler ne zaman bitecek?’ gibi sorular soruyorlar. Depremi sanki geçici bir şeymiş gibi algılıyorlar. ‘Şu bir geçse de bitse de kurtulsak’ gibi düşünceler var. Yani konuşmamızda biz kendi ülkemiz insanla depremin bu ülkede kalıcı olduğunu, milyonlarca senedir devam etmekte olduğunu, daha edeceğini ve hiç fazla dertlenmeden, sormadan bir ölçüde, tabii öğrenmek için daha fazla ayrıntı isteyebilirler ama bu ülkenin bir deprem ülkesi olduğunu ve bunun da hiç değişmeyeceğini bilmeleri ve şunu kabul etmeleri lazım; Biz bir deprem ülkesindeyiz. O zaman depremleri de durduramayacağımıza göre her depremde büyük kayıplar verip acı çekmemek için biz oturduğumuz yerleri deprem güvenliği, deprem dirençli hale getirmeliyiz fikrini kabul edip bunun için gereken ne ise onu yapmaları şart. Bunu becerdiğimiz an zaten bu ülkede biz deprem sorununu halletmiş olacağız. Ama öncelikle de buna halkın sahip çıkması lazım. Onun için isterseniz deprem niye oluyor, neden oluyor? Bu ülkenin niye bir anlamda kaderi bu deprem? Onu bir anlatmakla, konuşmakla başlayalım.

Ali Babacan: Doğru. Yani milyonlarca yıldır bu coğrafyada depremler olmuş ve uzunca bir süre daha olmaya devam edecek. Önce bu gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor. Dünyada çok kıymetli bir coğrafyaya sahibiz. Tarihçilerin, siyaset bilimcilerinin dünya coğrafyasında adeta yüzük taşı diye nitelendirdiği çok gerçekten göz bebeği gibi korumamız gereken bir ülkemiz var, vatanımız var. Ama bu aynı zamanda depremin sık olduğu bir yer. Dolayısıyla bu gerçeği kabul edip ona göre hazırlık yapmak gerekiyor. Peki hazırlığı nasıl böyle üç beş başlıkta sayarsak, yani hangi başlıklar altında ele alabiliriz hocam? Yani deprem hazırlığı ya da deprem sonrası yönetimi artık daha büyük resme baktığımızda şöyle üç beş başlıkta sayacak olursak en önemli konular neler odaklanmamız gerekiyor?

Naci Görür: Evet, şimdi önce halkımız şunu bilmeli ki, Türkiye'de göreceli olarak deprem olmayan yer hemen hemen yok. Yani biz Türkiye'de nereye gidelim ki bu depremden uzaklaşmış olalım dedikleri zaman genellikle bazı yerler biraz daha sakin olabilir ama Türkiye'de öyle bir yeri kolay kolay bulmak mümkün değil. Bu demektir ki Türkiye'de her kentin depremle karşı karşıya kalması, fayların deprem yineleme periyodu dolduğu zaman kaçınılmaz.

Haritaya bakarsak, deprem haritasına, AFAD'ın yaptığı, META'nın yaptığı canlı fay haritasına, diyelim ki İç Anadolu bölgesi göreceli olarak biraz daha sanki deprem tehlikesi azmış gibi gelir. O Konya-Türkiye yörü falan.

Ali Babacan: Ben Ankara'dayım, işte fay hatları ya yukarıda ya aşağıda diye biz biraz daha rahat oturuyoruz.

Naci Görür: Yani Ankara'ya yakın kesimler öyle düşünülür. Ama biliyorsunuz yakında da yine Konya'da bir deprem oldu. O bölgelerde de yine canlı faylar söz konusu ama kimi yerlerde daha yoğun, fayların mevcudiyeti daha yoğun. O nedenle işte demin sizin dediğiniz gerçekliği kabul etmek lazım ki bizim ülkemiz bir deprem ülkesi.

Aslında Alp-Himalaya dağ kuşağının üzerinde yer alan bir ülkeyiz biz. Yani asıl bu deprem kuşağının bir anlamda göbeğindeyiz. Burada deprem olmaması anormal. Yani bu Alp-Himalaya dağ kuşağı genç bir orojen, dağ kuşağı.

Ali Babacan: Alp dağlarından başlayıp da Asya'ya uzanan dağ hattı.

Naci Görür: Onun için yani bu kaçınılmaz bir şey. Şimdi biz bunu kabul edelim. Aynen Japonya gibi. Şimdi ben sanmıyorum ki Japonlar ya nereye kaçalım, nereye gidelim? Hangi ülkeye göçmen olarak gidelim derdi yoktur herhalde onlara. İmkanları da yok. Hayır buna gerek de duymuyorlar. Yani bulunduğu yer belli, şartları belli. Bu şartlara rağmen biz nasıl yıkılmadan yaşayabiliriz? Nasıl insanlarımızın can güvenliğini sağlarızın bilincinde. O şekilde oluyor. Biz ülkemizde de aynı şeyi yapmak zorundayız, durumundayız. Ve gerçekten depremi durduramayacağımıza göre, her depremde de binleri, on binleri toprağa veremeyeceğimize göre halk olarak, yönetim olarak, yöneticiler olarak bizlerin kendi ülkemizdeki her yerleşim alanını deprem dirençliği, depremde yıkılmayacak, deprem olduğu zaman minimum zararla o depremi atlatacak yapılanmaya sahip olmamız lazım.

Şimdi başlıklara gelince, şimdi önce bugünkü karşılaşılan problemleri düşünerek diyorum ki, deprem kentleri, bu her kent için ayrı ayrı da olabilir. Çünkü kentlerin özellikleri de farklı. Yani nasıl bir depremle karşı karşıya kalacakları, ne kadar etkileyecekleri, hangi deprem etkisinin orada nasıl farklılık yapacağını da aşağı yukarı söyleyebiliriz. Ama belki o yasa yapıcı açısından zor olabilir. Yani her kente bir deprem yasası olmayabilir. Bütün ülke çapında bir deprem yasasına özellikle sahip olmak lazım. O yasa da kentleri depreme hazırlamada geçerli olacak bir yasa. Yani benim kanaatime göre, ben yasa bilmediğim bir konu olduğu için ama özel bir yasa olmalı. Yaptırım gücü de tartışmasız biraz otoriter bir yasa olmalı. Ve elbette ki adil olmalı, kucaklayıcı olmalı, devletin şefkatini göstermeli, o yönlerine bir şey demiyorum. Ama böyle fazla misamahkar, böyle fazla tartışmalı, oraya buraya çekecek nitelikte olmamalı. Bunu niye söylüyorum? Söz gelimi, bana diyorlar ki: ‘ya hocam sen evinizin deprem performansını ölçtür diyorsun. İşte biz 5 daireyiz veya 10 daireyiz, 8'imiz evet diyoruz, 2 kişi de bizim burayı ölçmeye gerek yok diye hiçbir şey yapamıyoruz’ diyor. Yani bunun gibi onu diyorum.

Ali Babacan: Ya çocuk çıkarsa başıma ne iş açar?

Naci Görür: Yani bu tür şeyler depreme hazırlık kentlerinde veya kentleri depreme hazırlık yasası olduğu zaman bence bunlar çözülmüş olmalı. Bu iş kolay olmayabilir, zor olabilir ama bu sizler gibi siyasetçilerin, ülkeyi yönetmeye soyulmuş devlet insanlarının bir işi bizim düşüneceğimiz konu değil. Böyle bir yasa olmalı. Şimdi bu yasayı söyledikten sonra Türkiye'de o yok. Muhakkak ve muhakkak her kentin bir mikrobölgeleme çalışmasının olması lazım. Şimdi ben şöyle hayret ediyorum. Bütün kentlere baktığınız zaman çoğu veya benim konuştuğum yetkililer ‘bizim mikrobölgeleme çalışmamız’ var diyor. Halbuki o mikrobölgeleme değil. Yani diyelim üniversitelerden oradan buradan böyle bazı makaleleri alıp cut-paste yani kes ve yapıştır şeklinde bir rapor yapıp ciltleniyor, koyuyor raflara işte bu bizim mikrobölgeleme çalışması.

Mikrobölgeleme çalışması özellikle sondaj verilerine, cofizik verilere, yeraltı jeolojisine, aletsel çalışmalara dayalı uzun süreli ciddi bir iştir. Yani bak bu 99 depreminin ilk arifesinde JICA firması Japonya'nın buraya geldiğinde mikrobölgeleme çalışmaları yapıldığında ben de o zaman belediyede belli ölçüde yani biraz bizimle konuşuyorlardı, fikirlerimizi de alınıyordu. O zaman biz bir ilçenin mikrobölgeleme çalışması, ben hatırlıyorum ihaleye çıkılıyordu, 20 milyon dolar gibi rakamlar gerektiriyordu. Yani ciddi bir iş. Yoksa şimdi her ilin bu cumhurbaşkanlığı, her ilde bir risk azaltma planı yapın diye resmi gazetede çıkıp gönderildiği zaman İRAP diye, İl Risk Azaltma Planları. Bütün iller İRAP yaptı. Ama bu mümkün değil yani. İRAP'ı yapabilmek için mikrobölgelemeden daha fazla şey yapmak lazım. Ama şimdi her ilin İRAP'ı var. Yani böyle oturup 3 kişi, 5 kişi yazacak bir şeyse o da yazıldı. Nitekim RAF'lara konuldu o değil.

Ali Babacan: Mikrobölgelemenin sağ çalışması gerekiyor.

Naci Görür: Evet. Şimdi dolayısıyla mikrobölgeleme çalışmasını yaptığınız zaman yapmak da yetmiyor. O kentin yönetimini, yönetim esaslarını, karar mekanizmalarını, kentin gelişimini, mekan kullanımını, bütün onların temelini de o mikrobölgeleme verileri oluştururmalı. Yönetmelik ve yasalarla ona bağlanmalı.

Ali Babacan: Mikrobölgelemede temel veri kaynağı zemin etüdü değil mi hocam?

Naci Görür: Yani sadece zemin etüdü değil. Sadece mesela arz edeyim şöyle. Ama dediğim anlaşıldı değil mi? Yasal olarak da ona bağlı olmalı. Yani ben diyelim ki…

Ali Babacan: İlk başta bahsettiğiniz çerçeve yasanın mikrobölgelemeden hareket ederek bütün şehir planını oluşturması.

Naci Görür: Evet. Ben mesela bakan olduğumu düşün, gelip de belediye başkanına, benim partimin belediye başkanı, ‘ya kardeşim bak burada şu bölge güzel, o bölgede 300 tane konut yapalım’ dediğim zaman belediye başkanı bilgisayarına girip o mikrobölgelemede verilerine göre bakarsa, o mikrobölgeleme verileri de diyorsa eğer ‘sen burada bina değil çivi bile çakamazsın çünkü deprem etkisini 5 misli en az büyütür. Olsa olsa yeşil alan olur’ diyorsa Bakan’a ‘hayır yapamayız efendim. Burada ancak yeşil alan yaparız’ demem lazım.

Ali Babacan: Genelde böyle ya burası güzel denilen alanlar hocam düz.

Naci Görür: Evet.

Ali Babacan: Haffiyatı kolay. Yani toprağı yumuşak. Maliyeti düşük yerler. Ama o yerlerde zemin açısından da en riskli yerler yani. Gevşek zemin çünkü.

Naci Görür: İşte onun için söyledim.Mikrobölgeleme esaslı yönetim doğanın özellikle afeti, depremi öngördüğü şekilde esaslara göre minimum hasarı verebilecek, maksimum güveni sağlayacak konumlara göre o yasanın çalışması lazım. Şimdi mikrobölgelemeyi de çok kısa söyleyeyim. Çoğu kez onu insanlar bir zemin etkisi olarak düşünüyor. Zemin etki de onun bir parçası. Şimdi deprem olduğu zaman biliyorsunuz yerin altından yani en az 10-15 kilometre, 5 kilometre, 20 kilometre alttan geliyor. Yani ilk fay kırıldığı zaman alttan bu dalgalar yayılıyor. Şimdi bu dalgalar önce kilometrelerce görece daha sağlam kayaların içinden hareketle geliyorlar. Çünkü yerin altındaki kayalar daha serttir, kompakttir, gözeneği yoktur, suyu falan yoktur falan yani muhkem sağlam kayalardır. Bunların üzerine geldiğin zaman yeryüzüne yakın yerde bizim inşaat yaptığımız 0-30 metre arasına inşaatçılar zemindir. Yerbilimciler bizler demeyiz ama onlar zemindir. Gevşektir, tanelidir yani hafif şeylerdir. Şimdi deprem dalgaları zemine geldiği zaman karakterleri değişir. O zemin deprem dalgalarını süzer, aynen süzgeç gibi. Kimi dalgaların periyodunu, genliğini onu bunu değiştirir, zararsız hale getirir. Kimisinin de etkisini.alabildiğince artırır.  Söz gelimi zemin, bulunduğun yer çok yumuşak, böyle taneli vesaireyse bir bakarsın ki orada es dalgalarının hızı azalır, yavaşlar, genliği artar, başlar orayı sallamaya. Çok fazla şiddetli bir deprem neden olur, yıkıma neden olur. Kimi yerlerde ise dalgaların hızlı geçmesini sağlar, göreceli olarak çabuk geçtiği için zararı orada azaltır. Veya o dalgalar zeminle rezonansa girerler, o rezonans binanın rezonansıyla uyuşursa, aynı sallımıyla binayı gereğinden fazla sallar, hallaç pamuğu gibi atarlar, yıkarlar.

Yani mikrobölgeleme dediğim sadece zemin değil, litolojiyi bileceksin. O zeminin içinden geçen, diyelim ki es dalgalarının hızının değişimini bileceksin, ‘pe’ dalgalarının hız değişimini bileceksin, yeraltı suyunu bileceksin, basıncını bileceksin, kırığını bileceksin, heterojenin tersini bileceksin. Yani çok boyutlu bir çalışma bu. Bunu bizim yer bilimcilerin de önemli bir kısmı kavrayamıyor. Ve zaten bu zemin etütleri, bak bunu söyleyeceğim, inşaatçılar beni affetsinler, bugün bizim gördüğümüz, alıştığımız zemin etütleri cidden zemin etütü değil yani. Yani kimisi çok iyi yapıyordur, kabul. Saygı duyuyorum, onu bir şey demiyorum. Benim de çok bildiğim konu değil. Ama gördüğüm bir takım zemin etütleri binalar için yapılıyor. Emin olun numune almayı bile beceremiyorlar. Aldıkları numuneler bile kabul edilmeyecek nitelikte olduğu için, diyelim zeminin kilini, bilmem neyini, her şeyini kaybediyorlar, sadece kumunu alıp getiriyorlar. Çünkü zemin numune alma işinde bazı ince malzemeleri kaybediyor. O daha sadece kum geliyor, onu da bakan adam bu kumlu zemin diye ona göre hesabını kitabını yapıyor. Halbuki yani inşaatçı yerinde zemin o zemin değil. Yani numune almasından tutun, bu işin değerlendirmesine kadar.

Ali Babacan: Kuyular açılıyor, karotlar çıkarılıyor. Ama karotların temsili karotlar olması.

Naci Görür: Aynen öyle. Karot almayı beceremiyoruz o karotlar da, gerçek karotlar değil.

Ali Babacan:  99 depreminden önce bir bina yapmıştık da biz özel sektördeyken kendimize. İstenmemesine rağmen onların hepsini yaptırmıştık, oradan az çok aklımız kalmış. Bir sürü kuyu açtırmıştık. Şimdi beton harme projesi çizecek, iyi de neye göre çizecek proje? Zemini bilmiyoruz, zemini bilmiyoruz. O zaman mikrobölgeye falan bırakın, zemin etidi zorunlu bile yok yani.

Naci Görür: Yani çok göstermelik zemin etidi yapılıyor. En önemli olmasına rağmen.

Ali Babacan: Aradık zor bulduk o işi yapanları da. Kuyular kazıldı bir sürü, karotlar çıkarıldı, o karotlar teste gönderildi falan filan. Beton harme projesi de ona göre oluşmuştu o zaman. Bir tane bina tabii Türkiye'de.

Naci Görür: Şimdi konuya gitmek için belki Arıntıyon'a geliriz. Demek ki bu mikrobölgeleme çalışması yapılacak. Artık kentin fiziki gelişimi, büyümesi, binası nerede kaç katlı yapılacak? Nerede düşey mimari esas? Nerede sıvılaşma olur? Asla oraya bina yapmayacaksın. Nerede fay geçiyor? Onun üzerine yapı yapmayacaksın gibi... Yani yöneticiminin karar vereceği bütün veriler, bilgiler o mikrobölgeleme yazılımıyla karar verici mekanizmanın önüne gelecek. Kenti ona göre yönetecek. Yönetmelikler ve yerel yasalar da ona göre olacak. Bunlar da o dediğim deprem yasasının içinde yerini alacak. Ve hükümet kimse buna müdahale edemeyecek. Yani ben İçişleri Bakanı'yım. Ben bilmem şu şeycilik bakanıyım. Bu böyle olacak. O yok. Oranın yasası o. Ana yasası o. Mikrobölgeleme olacak.

Ali Babacan: Yani yasa diyecek ki mikrobölgeleme şöyle şöyle yapılır.

Naci Görür: Tabiatın kendisi olacak.

Ali Babacan: Ve yapılaşma ve şeyi planlarda onun gerektiğini gibi yapılır. Aslında bir cümle o kısmı yani. Emredici bir hüküm yani.

Naci Görür: Tamam ama onu sizler daha iyi yapacaksınız.

Ali Babacan: Ben de hukukcu değilim de epey bir yasa çıkarttığımız için zamanında yani.

Naci Görür: Şimdi ben anlamadığım için yani izah edebiliyor muyum meran mı diye anlatıyorum. Şimdi bu iş olduktan sonra kentin yöneticisi beni düşünür. Mesela İstanbul'u ben depreme hazırlıyorum. Veya Malatya'yı veya Elazığ'ı. Şimdi bir şey şu. Benim bölgemin tehlikesi nedir? Yani ben depremi sadece konuşuyorum. Yani iklimdi, yağıştı, onu demiyorum yani. O ayrı. Tehlike analizi nedir benim bu kentimin? Ben valiyim veya belediye başkanıyım. Bu deprem olduğuna göre oradaki faiz sistemi. Onu bütün ayrıntılarıyla inceleyeceğiz. MTA mı inceler? Üniversite mi inceler? İhale yaparsınız, özel sektör mü inceler? Ne yaparsanız yapın ama o fayın enini, boyunu, kentinize uzaklığını, o fay deprem üretirse ne kadar deprem üretir? Kapasitesi ne? Ne kadar sıklıkta üretir? Tekerrür periyodu ne? Veya bu fay hangi fay sistemleriyle ilişkili? Onlardan aktarma stres alabilir. Stres dediğim de fayın geçtiği kayaları kırma gücü. Yani ekstra kuvvet nereden alabilir? Gibi o fayın bütün özelliklerini inceleyeceksin. Yani kentin belediye reisi, valisi de bunu bilmek zorunda. Bu bilgiyi, bu veriyi bir tehlike analizi, deprem tehlike analizi olacak. Bunlar daha gelmedi ki hazırlamaya. Bakın altyapıda neler lazım. Üçüncüsü, yani üçüncü demiyorum, öbürlerini de sayacağım. Bir diğeri de ondan sonra. Başkan bilecek ki bu tehlike gerçekleşirse benim kentimi nasıl etkiler? Kenti etkilemek yani şöyle bir lafla olmaz. Biz hep öyle oluyoruz. Oo çok etkiler ya, yıkar ya. Allah Allah göstermesin neler neler olur. O değil. Bilimsel bilimsel. Kentin bileşenlerini, yani ona işte sayacağız onu. Diyelim ki halkı, altyapımı, yapı stokumu, çevre ve ekosistemimi ve ekonomimi ne kadar nasıl etkiler, ne kadar zayiat verir. Bunu da öyle kaşı gözü karartarak, böyle tahmin ederek değil. Bilimsel yöntemlerle, sayısal olarak çalışarak bunları önüne koyacaksın. Yani deprem gelirse bana vereceği zarar bu. Peki ne yapalım? İşte geçiyoruz diğer aşamaya. Deprem gelmeden önce bu benim kentimin bileşenlerinin alacağı riski şimdiden azaltayım. Yani ‘şu kadar evim yıkılacak’ denildi değil mi? O zaman o evimi yıkılmayacak hale getirmeye çalışmalıyım. Veya ‘şu kadar insanım ölecek’ denildi değil mi? E insanım ölmesin diye önlem alayım gibi önlemler almaya başlayacaksın. Ve o zaman göreceğiz ki deprem geldiği zaman, olduğu zaman deprem geçecek. Ne bizim günlük yaşantımızda bir değişiklik olacak, ne bir afetle karşılaşacağız, minimum hasarla belki geçeceğiz. Buna bir örnek, işte iki örnek. Biri Türkiye'den, bizde 6 Şubat depremleri oldu. Evet büyüktü, istediğin kadar abart ama minimum 60.000 kişi öldü. Bu depremden çok daha büyük deprem 9.5, 2022'de oluyor Şili falan tarafında 7 kişi öldü. Veya ölmüyor bile. Bu tesadüf değil, bu hep yaşanan bir şey.

Ali Babacan: Hatta onun bile özeline gidiyorlar.  Nasıl olur da 7 kişi ölür? Nasıl olur da 10 kişi ölür? Nerede hata yaptık?

Naci Görür: Biz ülke olarak her depremde, böyle büyük depremlerde 10.000'ler, orta boyutlukta depremde yüzler. Yani yıkımın olmadığı depremlerde insanlarımızı eğer kaybedersek bize yakışmayan bir durum bu. Yani Türk milletine bu dünyada milletler camiasında emin olun başımızı dik tutamayız. Böyle bir şey kabul edilemez, edilemez ya. Bu engellenebilir bir şey, bunun örnekleri var. Peki bir devletin de en önemli görevi insanlarının can güvenliğini sağlamaktır ya. Devlet bunun için var Allah aşkına. Yani bu işi halletmemiz gerekiyor.

Ali Babacan: Hocam bundan sanırım 3-4 sene önce, 2019 diye hatırlıyorum yanlış hatırlamıyorsam. Bu Pazarcık merkezli bir depremin olabilmesiyle alakalı ve deprem sonrasının simülasyonuyla ilgili AFAD mühendisliğinde bir çalışma yapıldığını biz öğrendik.

Naci Görür: 2019…

Ali Babacan: 2019 değil mi? Doğru hatırlıyorum. Ve orada o senaryo aynen anlatılıyor. Yani Pazarcık merkezli bir deprem ki Pazarcık'ta oldu gerçekten. Yani senaryonun çalışılmasından yaklaşık işte 4 sene sonra oldu deprem. Belli ki belli dönemlerde de bu işle ilgili bir gayret var. Hani bir hazırlık gayreti var. Ama o hazırlık gayretinin fiili hazırlığa da dönüşmeyle ilgili sıkıntılar görüyoruz. Siz onu takip edebildiniz mi o dönemde? AFAD’ın yapmış olduğu çalışma yani nasıl oldu bu simülasyon sonucundaki bulguların ne kadarıyla ilgili tedbir alınabildiği ne kadarıyla alınamadığı? Çünkü ben o çalışmayı önemli gördüm. Tam da dediğiniz şekilde ‘Evet böyle bir şey olabilir’ diye ‘Peki olduğunda ne yaparız ne olur?’ gibi belli ki bir çaba olmuş. Daha sonra da gerçekten büyük felaket başımıza geldi.

Naci Görür: Şimdi bu gelen deprem yani böyle ani olan, bilinmeyen bizi gaflet içerisinde bağlayan bir deprem değildi. ‘Bağıra bağıra geliyorum’ diyen depremdi.

Ali Babacan: ‘Kaza geliyorum demez’ler halk arasında.

Naci Görür: Bu bağrıdı ve bu depremin geleceğini bizler söyledik. Yani AFAD'ın yaptığı o bir şey, tatbikat. Onu bırakalım. Ama bilim dünyası yani bu depremin geleceğini devamlı söyledi. Yani benim yüzlerce videom var. Maraş'taki halk da biliyor, oradaki halk da biliyor. Depremden önce ‘Maraş'a dikkat edin edin’ diye diğer dilimizde tüy bitti. Yani bu biliniyordu. Halk da biliyordu. Yerel yönetimler de biliyordu.

Ali Babacan: Biz de bir Kahramanmaraş kongresi yapmıştık, ilk kongremizi ve oradaki benim kongre konuşmamda önemli bölüm deprem ve depremin özellikle Kahramanmaraş'ta çok yıkıcı olabileceği, zeminin sıkıntılı olduğu ilgili bir konuşmam var. Ve o konuşmayı bir otelde yapıyorum. Otelde kongremizi yapıyoruz.

Naci Görür: Depremden önce değil mi?

Ali Babacan: Depremden önce. Yani depremden bir sene, bir buçuk sene önce. Ve o konuşmayı yaptığım otel yıkıldı. Hatta yakın bir arkadaşımızın kardeşi birinci kattaydı ve vefat etti o. İki kişi bile çıkmadı o otelden yani. Dolayısıyla bilinmeyen tahmin edilmeyen bir şey değil.

Naci Görür: Deprem biliniyordu geleceği. Aynen şimdi İstanbul'a hazırlıklı olalım İstanbul veya Marmara depremi geliyor dediğimiz gibi. Aynı olay devam etti. Yani o zaman devam etti. Bunlar söylenildi. Şimdi böyle bir durumda yerel yönetimlerin ve merkezi yönetimin behemahal bilim dünyasının verdiği bu alarmı, bu uyarıyı ciddiye alıp gerekli önlemleri alması lazım. Ama bu depremin oluşu, kayıplar vs. bakınca bu önlemlerin yeterince olmadığını, bu işin pek ciddiye alınır olmadığını gördük. Yani öyle anlaşılıyor. Yani uluslararası makalelerde de öyle. Yazılan çizilen de öyle. Nitekim AFAD'ın verdiği son raporda AFAD'ın bu siz nasıl bu 6 Şubat depremlerine ait raporu yazmışsınız ya. AFAD'da öyle bir rapor yazdı. O raporu incelerseniz o raporda da AFAD neden bu kadar yıkımın fazla olduğunu, ne kadar can kaybının fazla olduğunu çok gerçekçi bir gözle söylüyor. Yani bu sadece önlem alınmakla da değil. Yani bu deprem alarmı süresince yeterince hassas olunmamakla, yeterince bu işe riayet edilmemekle, yeterince gözetimin, denetimin olmadığı konunun ciddiye alınmadığını da gözleri önüne seriyor. Hatta yeri gelmişken söyleyeyim bir uluslararası makale Nature dergisinde yayınlanan bir makalede de bu aynı şekilde eleştiriliyor. Yani dünyada bu işi biliyor ediyor. Şimdi eğer biz bu işleri ciddiye alsaydık Maraş'tan önce, yani depreminden önce biz uyarıları verdiğimiz zaman gereken kimi şeyleri yapsaydık emin olun az bir zaman değildi. Biz bu kadar kayıp vermeyebilirdik. Yani 60 bin kişi değil de belki 3-5 bin kişi verecektik. Yani bu böyle ya buna inanmamak diye bir şey yok ki. Bütün dünyada örnekleri böyle yani. İşte önlem alacaksın yani.

Ali Babacan: Mesela Kahramanmaraş'ta ki ben depremden sonra 2-3 kere gittim. Yani şehrin bir kısmında çok az hasar var ama bir kısmı ya yıkıldı ya ahır hasar. Ve burada tamamen tam da dediğiniz mikro bölgeleme sorunu var. Yani belli ki şehrin bir kısmında jeoloji ve zemin daha uygun bir kısmında değil. Ama genelde ben bakıyorum şehirlerde daha sağlam, daha yapılaşmaya müsait deprem açısından olan yerler biraz daha tepeler ve biraz daha daha hafriyatın zor olduğu yerler, işte daha sağlam, sert zeminler, şunlar, bunlar. İşte bu, bu tam da dediğiniz gibi yasal çerçeve ve hukuki zorlama olmaz ise işin ekonomisi kolaya doğru yönlendiriyor insanları. Yani düz zemin olsun, toprak yumuşak olsun, hafriyat hemen ilk günde bitireyim falan filan. Onun için burada düzenleme çok önemli, düzenleme çerçevesi. Yani yasa ve ona bağlı düzenlemeler. Yani aslında kural bazlı bir yönetimden bahsediyoruz burada. Yani kuralları açık hale getirmek, kuralları bağlıca hale getirmek. İşin temelinde bu var, yani afet yönetiminde de bu, başka konularda da bu. Yani kural bazlı yönetim gerçekten pek çok konuda olduğu gibi burada da temel unsurlardan bir tanesi.

Naci Görür: Şimdi bir de bu bölge için eğer konuşuyorsak, o sonra depreme hazırlanma işini konuşacağız, onu unutmayacağız ama bu bölgede şimdi Sayın Başkanım şöyle düşünelim, eğer bir bölge deprem yapısı itibariyle özellikle çok aktif fay zonlarının örgüsünün olduğu bir yerse yoğun olarak bu bölge size böyle altın tepsiyle uygun yerleşim alanları sunmaz. Burası bir deprem hattı.

Ali Babacan: Biraz uzak durmak lazım.

Naci Görür: Hayır, şimdi eğer yok duramıyorum ağabeyciğim dersen, diyeceksen, ben mecburum istiyorum illa burada yapmayı, o zaman özel bir yöntem, özel mekanizma, özel teknik, özel bilgi onu kullanacaksın. Burada özel teknoloji olacak, özel mühendislik olacak, özel mimari tasarımı olacak, özel inşaat malzemesi olacak, özel planlama olacak. Yani bu özelliklerle ve sen orada bir yapı yaptığın zaman, bir kentleşme yaptığın zaman o kentin de diğer kentlerden farklı bir özelliği olacak. Çünkü tamamen fay örgüsü üzerinde orayı sen geliştirmişsin. Belki orada başka kentlerdeki gibi 20 katlı evler olmayacak, varsın olmasın canım. Şart mı yani Hatay'da da 15 kat olsun? Bu nasıl bir mantıktır ya? Burası bir deprem zonu diye sen algılatırsan, insanlara söylersen, belki de orada bütün evler 2-3 katlı olmak mecburiyetinde olacak. Belki de öyle olsun demiyorum ama burada sen ağır inşaat diyelim, beton arma değil de, belki çelik ev yapacaksın, belki bu tür hafif karkastan veya ne bileyim ben, ahşap bir takım yapılar yapacaksın. Yani belki de oradan vazgeçeceksin, orayı bırakacaksın, tarım alanı veya sanayi alanına dönüştürüp o insanları daha uygun yere taşıyacaksın. Çözüm bu, insanları ölüme terk edemeyiz ki. Diyelim ki başka yerde inşaatın metrekaresi 10.000 lira. Aynı 10.000 lirayla orada metrekare inşaat yaparsan olmaz, olmaz ya. Belki orada 20.000 vereceksin, belki 30.000 vereceksin. Yani demek istediğim bugünkü çağda bilim ve teknolojide bir takım şeyler var. Bizde inşaat mühendisleri, mimarlar harikalar yaratırlar. Deprem dirençli binalar yaparlar. Ona göre zemin iyileştirirler. Şimdi bir zemin diyelim ki kötü bir zemin var, onun altında asıl sağlam zemin var. Senin binayı kazıklı temel yaptın ama o çürük zeminin içinde kazıklar kaldı. Bir anlamı yok ki. Birçok yerde öyle. Yani sen sağlam kayaya inmedikçe onun anlamı yok ki o kazığı. Ama müteahhit inmiyor. Niye? Çünkü maliyet artar diyor. Yani bunun gibi onu yapmamak lazım.

Ali Babacan Hocam ben bir kahve ikram edeyim. Sade mi alırsınız?

Naci Görür: Sade.

Ali Babacan Sade tamam. Kahveyle daha sonra devam edelim.

Naci Görür: Teşekkür ederim.

Ali Babacan Bundan 20 sene oldu galiba. Ben bir Yeni Zelanda'ya gitmiştim. Yeni Zelanda'da zamanda yapılmış tarihi eserler var. Fakat aynı zamanda depremde çok sık olduğu bir bölge. Ve ne yapmışlar o tarihi eserlerin? Temelle inmişler. O zeminle tarihi eserin arasına, o tam taşıyıcı dikey kolonların arasına çok özel darbeyi emici ve yayıcı malzemeler koymuşlar.

Naci Görür: Deprem söndürücüler.

Ali Babacan: Evet. Dolayısıyla o koskoca tarihi eserler, koskoca binalar aslında adeta arabanın süspansiyonu gibi malzemelerin üzerinde. Yani deprem alttan gelse bile o süspansiyon onu emiyor ve binalar duruyor. Dolayısıyla yapılacak çok şey var ama bilmek gerekiyor, bilerek hareket etmek gerekiyor. Ve kurallı hareket etmek gerekiyor. En önemlisi o. Kanun, kural. Ve kurallarında tam uygulanması gerekiyor. Yoksa kural bana işliyor, sana işlemiyor. O zaman büyük adaletsizlikler de oluyor yani. Hem maddi adaletsizlikler, sosyal adaletsizlikler hem de Allah korusun işte can kaybı. Yani birileri ölüyor, birileri yaşıyor. Mesela ben ilk Tokyo'ya gittiğimde, ta öğrenciyken baktım binalarda, hani resimleri biz tek çiviyle asarız ya baktım bunlar resimleri duvarlara dört tarafından tutturmuşlar. Çünkü o kadar depremle yaşamaya alışıklar ki sallanıp duruyor binalar. Resimlerin dört kaşısından tutturmuşlar. Bina sallansa bile bir şey olmuyor yani. Eşyalar fazla yer değiştirmiyor. Şu bu. Yani deprem gerçeğini kabul etmek, varlığını bilmek, bilimsel olarak çalışmak ve kurallı bazda hazırlanmak ve Allah korusun deprem olduktan sonra da bunun hızlı çözümlenmesi için devlet mimarisinin altyapısının, altyapı derken yani kurumsal anlamda sağlam olması. Biz de bunlarla alakalı önce bir 17 Ağustos 2021'de yani bundan tam iki sene önce bir afet eylem planı yayınlamıştık parti olarak. Burada tek tek tek pek çok hususu deprem öncesi, deprem anı ve sonrasıyla alakalı. Ve tam da bahsettiğiniz bir yasal, özel bir yasal çerçeveyi oluşması gerektiğine vurgu yapmıştık. Bir de mutlaka yani Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı yani bakanlık seviyesinde bu işin ele alınması.

Şu anda AFAD biliyorsunuz İçişleri Bakanlığı'nın altında bir kurum halinde. Eskiden doğrudan başbakanlığa bağlıydı. O da bu işi biraz zorlaştırdı diye biz okuyoruz. Çünkü yani doğrudan başbakanıysa başbakan, cumhurbaşkanıysa cumhurbaşkanı yani siyasi iradenin en tepesine doğrudan bağlı bir afet yönetim birimi gerekiyor ki diğer birimlerle koordinasyonu sağlayabilsin. Yoksa İçişleri Bakanlığı'nın altındaki bir birimin diğer bakanlıklarla koordinasyon sağlaması devlet hiyerarşisinde mümkün olmuyor. Ciddiye alınmıyor yani. Bugün AFAD Başkanı'nı tutup da bir başka bakanla falan ‘ya senin bakanın gelsin konuşsun’ falan deniyor yani. İçişleri Bakanlığı'nda dünya kadar işi var. Yani günlük asayişle mi uğraşsın ne bileyim başka işlerle mi uğraşsın yoksa memleketin deprem hazırlayımına mı uğraşsın değil mi İçişleri Bakanlığı yani. Dolayısıyla şu andaki devlet mimarisinde organizasyon şemasında bu AFAD'ın yerinin yanlış oluştuğunu da biz düşünüyoruz açıkçası. Mesela eskiden başbakanlığa bağlıydı. Ve başbakanlığa bağlı kurumlar da diğer bakanlıkların koordinasyonunu yapma konusunda doğal bir hiyerarşi sistemi içinde öngörülürdü. 2018'den bu yana öyle değil. İşte buradaki çağrılarımızdan bir tanesi de yani bir bakanlık seviyesinde bu işin olması ve mutlaka şehircilikle de entegre edilmesi. Yani şehircilik ve AFED yönetimi bakanlığıyla ve yeni bir çerçeve yasayla kural bazlı bir yönetim. Yani işe oralardan başlamak gerekiyor. En azından yasal çerçeve, işin hukuk zemini ve devlet yapısı açısından. Ama siz de dediniz gibi hani dediniz ya bileşenler yani önce vatandaşlarımızın bilinçlendirilmesi vatandaşlarımızın farkındalığı herhalde en önemli konu. Çünkü siyaset biraz da hani toplumun gerçekleriyle yürüyen bir iş. O toplum gerçeklerin de işte deprem konusunda daha iyi herhalde hazırlamak gerekiyor.

Naci Görür: Şimdi biz bu işlerin bir bakanlık nezdinde olması gerektiğini bakanlık adı altında olması gerektiğini savunuyoruz. Yani bir AFED bakanlığı dedik biz de öyle. Çünkü onu şimdi konuşmuyoruz. Bizim konumuz değil ama yani yakın bir zamanda bizi iklim de vuracak. Zaten vurmaya başladı. Yani o ayrı bir konu. Biz şimdi depremi konuşuyoruz.

Ali Babacan: Onu da hemen bir parantez açayım. Bizim Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı oradaki önerimizde. Yani Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı. Çünkü iklim değişikliği son derece önemli. Tabii apayrı bir konu ama yani bu tür uzun vadeli meselelerde siyasi iradeyi güçlendirmek için devlet şemasının, organizasyon şemasının o şeyle bakılması lazım. Mesela su değil mi? Çok önemli yani. Yani bir su yönetimi idaresi. Çünkü tek bir damla su Türkiye'de çok kıymetli olacak. Tam çölleşme kuşağındaydı maalesef. Yani dünyanın bir çölleşme kuşağı var bu iklim değişikliğiyle beraber gelen. Türkiye'nin üzerinden geçiyor o kuşak. Yani böyle bir coğrafyada tek bir damla suyun kıymetini bilen bir su yönetimi perspektifinde gerekiyor. O ayrı bir başlık gerçi ama. Bütün bu gerçekleri dikkate alan bir devlet mimarisi oluşması gerekiyor.

Naci Görür: Şimdi bir bakanlık olursa yani bu bakanlığa da doğrusu ihtimam gösterilir. İşte gerekli bütçeler verilir. İyi kadrolar, liyakatlı kadrolar oluşturulursa ama bir özelliği olmalı, bu bakanlık elbettekurulduğu hükümetin, siyasetin içerisinde olacak ama bir anlamda tutum ve davranışı itibariyle siyaset üstü bir bakanlık konumu olmalı. O nasıl olur onu bilmiyorum ama iktidara göre değişen bir bakanlık sistemi değil.

Ali Babacan: İşte o ancak kanunlu.

Naci Görür: İşte kanunla olacak.

Ali Babacan: Yani kanun bağlıcı olacağı için, yani kanunun emredici hükmü ki o şöyle oluyor, tabiikanun çıkması için mecliste çalışma yapılıyor. Niye böyle olması gerektiğini ve kanunla siyasete çerçeve giydirmiş oluyorsun.

Naci Görür: Evet, işte o çok önemli.

Ali Babacan: Yani o siyasete çerçeve giydirdiğiniz anda kanunla hukuki zeminde o zaman aslında günlük siyasetin etkisinden de korumuş oluyorsun.  Kanun hükmü…

Naci Görür: Evet evet evet. Çünkü bir iktidar gelir bunu yapar öbürü yapmaz. Halbuki biz bunu bütün ülkenin deprem dirençli hale gelmesi için bu siyaset üstü bir anlayışla bu işi yerel yönetimlerle birlikte halk içine alarak yapacak

Ali Babacan: Muhtarlar dahil olmak üzere.

Naci Görür Evet. Şimdi biz orada işi yani böyle başlığı yazarak halk anlasın diye kolaylaştırdım ben. Şimdi 6 bileşeni deprem dirençli yapacak. Ve bu işin mal sahibi halk olacak. Halk bunu kendine mal edecek. Bunu üstlenecek, gönüllü üstlenecek. Bunu hiçbir zaman hükümetlere, partilere vermeyecek. Hatta halk hangi partiyi tutuyorsa tutsun yine partisini başının üzerine alsın ama o partisine de desin ki; ‘Bu depreme ülkeyi hazırlama noktasında en ufak bir yalpalamayı görürsen seni sandığa gömerim.’

Ali Babacan: Zaten millet sahip çıkarsa siyaset ona uymak zorunda kalır.

Naci Görür Çok güzel laf.

Ali Babacan: Çünkü millete rağmen siyaset olmayacağı için.

Naci Görür: Olmaz. Aynen öyle.

Ali Babacan: Millet sahip çıkınca siyaset ona uyar.

Naci Görür: Sizin vasfınızla halka bir daha sesleniyorum. Bu işe siz sahip çıkacaksınız. Aksi halde çoluk çocuğumuzu, neslimizi, torunumuzu bugün, yarın, gelecekte biz her depremde kurban vermeye hazır olacağız. Bu kabul edilebilir bir şey değil. İçimiz yanıyor. Onun için halktan da öyle büyük bir özveri de istemiyoruz. Buna sahip çıkın. Neyle sahip çıkacak? Oylarıyla. Oylarıyla, talepleriyle. Talep. Talep etsinler yani. Diyelim sizin gibi bir parti başkanını gördüğü zaman, ‘ya sayın başkanım lütfen bizim köyümüzü, ilimiz, ilçemizi deprem dirençliği yapacak şeylerde bize yardım edin.’ Böyle yapın desin. Sadece o ya.

Ali Babacan: Ya da soracak siyasetçiye. Sen depremle ilgili ne düşünüyorsun? Anlat bakalım. Hazırlığın nedir? Programın nedir?

Naci Görür:  Yani o kadar Allah aşkına. Şu gün, şu gün o orman kesilirken, madenci falan, ağaç kesilirken halkın gösterdikleri direncin onda birini bu konuda göstersin. Göstersinler. Şimdi biz bugün vali ve belediyeler kentleri idare ediyor. Demokratik ülkede doğrudur. Ona herhangi bir sıkıntı yok. Ama vali ve belediye başkanının deprem nedir? Nasıl olur? Neden olur? Deprem tehlike analizi, fay tehlike analizi nedir? İşte deprem olduğu zaman deprem nasıl yönetilir? Bu işi nasıl koordine edilir? Nasıl birine bir iş verilir? O işi nasıl denetlenir? Nasıl gözetilir? Gibi yani o işleri bilecek, belli bir kültüre sahip olacak bir yönetim lazım. Bir de yönetim sistemi lazım. Yani vali veya belediye başkanı keyfi olarak kendi yetkisi, kabiliyetine bağlı olarak onu yap, bunu yap değil de bizzat yönetim sisteminin öngördüğü, empoze ettiği şeyleri yapmak zorunda kalacak. Bu da tabii yine o baştan söylediğimiz yasa ve yasanın içinde yönetmeliklerle bu yerel yönetime de girmiş olacak. Bunu niye diyorum biliyor musunuz? Yani kimi yöneticiler depremi bir ceza gibi algılıyorlar. Ben şimdi depremi salt, gerçekten doğanın bir olayı bilmeden, etmeden onu ciddiye almayan bir yönetimle bir kenti depremi hazırlayamam. Yani mümkün değil. Bu düşüncede olan kimse de yönetici olmasın ya lütfen. Çünkü yüz binlerce insanın canı görüyor.

Ali Babacan: Belediye başkanı olarak diyor benim suçum yok diyor. Evet. Halk yoldan çıktı, Allah da ceza verdi diyor. Yani kendi suçunu sorumluluğu vatandaşa yükleme. Yani onu duyduk. Yani inanın akıl alacak gibi değil.

Naci Görür: Dolayısıyla yani bu 21. asırda, bu bilim çağında, bunlar hakikaten bizim topluma yakışmıyor. Şimdi demek ki yönetim sistemini bir düzenleyeceğiz. Birincisi bu, yasa ve bu kültürle. Bir. İkinci ışık halk. Şimdi halkımızı çok seviyoruz. Halkımız için her şeyimizi feda edebiliriz. Vatansever insanlarız, güzel. Ama bir de halka serzenişte bulunuyoruz, demin bulunduğumuz gibi. Halkı küçümsemiyoruz, halka kızmıyoruz. Halkı karşımıza almıyoruz. Ama bizi anlasınlar istiyoruz. Yalvararak söylüyoruz. Gelin bu işe siz sahip çıkın. Bunun için bir halk eğitimi lazım. Anaokulundan başlayalım. Okullarda bunu anlatalım. Televizyonlarda resmi programlar olsun, mecburi programlar olsun. Kamu spotları olsun. Deprem parkları olsun. Gezici otobüsler olsun. Deprem simülasyonları olsun. Bugün Japonya ne yapıyorsa deprem tatbikatları olsun. Bu tatbikatlar bugün bizim yattığımız gibi 3 itfaiye ayrı bir yerde ateş yak değil. Halk da içinde olsun. Halkı etkileyecek şekilde biraz zekice bazı programlar olsun. Yani bunlar non-stop olacak. Üç günde, beş günde olmaz. Eğitimle anlatalım, anlatalım, anlatalım. Çünkü deprem kültürü çocuktan, anneden, babadan, aileden geçiyor. Yani o öğretmekle kazanılmıyor. Çocuk onu böyle yaşamı içerisinde onu fark ediyor, görüyor. İklim kültürü gibi ya. Yani Erzurumlu'nun kış gelmeden önce zahiresini hazırladığı gibi. Kimse de onu zorlamıyor. ‘İlla bak kış geliyor’ diye. Çünkü biliyor. Öyle doğmuş, büyümüş, görmüş. Yani belki şu anda biraz dünya değişiyor ama yani kış geldiği zaman neler hazırlanacak, neler yapılacak, nasıl olacak diye. Veya Erzurum'da her tarafı camlı, cemaatkenli binalar yapıp içinde oturalım demiyordur herhalde. Yani her şeyde, her kentin bir kültürü, bir adabı ve bir örfü var yani. Bu aileden gelen bir şey. Biz bu halkı deprem güvenli, dirençli yapmalıyız. Yoksa halk, hükümet, devlet ne yaparsa yapar onu deler. Onu deler. Yani nasıl? Arkanı dönünce kaçak katı da çıkar. Senin evinde diyelim ki balkon olmazsa emin ol bu kaçak balkon da yapar. Alt katı kira vermek için kolon da keser. Biz örneklerini gördük. 1999 depreminde yıkılacak evi yıkmadan badana boya yaptı, askere, öğrenciye kiraya verdi. Yani ben o insan kötüdür demiyorum. Bilmiyor, bilinçsiz, bilinçsiz. Anlamıyor ne yaptığını. Onu yaparak insanları ölüme terk ettiğini, olası bir depremde orada insanların ölümle karşı karşıya kalacağını bilmiyor. Onun için halk eğitimi, iki. Kentleri depreme hazırlamada.

Üçüncüsü de altyapı. Bunu uzatmadan kolay anlaşılsın diye bugün dönsünler Güneydoğu'ya baksınlar. Yol yok. Köprü yok. Doğru dürüst havaalanı yok. Kanalizasyon şebekesi patlamış. İçme suyu şebekesi patlamış. Kanalizasyonla içme suyu birbirine karışmış. Hastane yok. Doğru dürüst itfaiye çalışmıyor. Ev yok. Yani altyapının tümü tahrip olmuş. Hatta bana yazıyorlar, Sayın Başkanım burada var, diyor ki hocam keşke ölseydik depremde. Kurtulmuş, sevinemiyor. Bu durumda, bu altyapıda. Onun için altyapıyı da Allah aşkına ya. Deprem dirençliği yapmak o kadar zor değil. Bak ekonomik olarak kabul ediyorum. Para meselesi derseniz o hükümetin bulacağı bir çözüm ama yani altyapı bugün mühendisler olarak, bilim adamları olarak olası bir depremde hangi yolun, hangi borunun neyin nasıl kırılıp kırılmayacağı biliniyor. Deprem gelmeden önce onları da yapabilirsin, güçlendirebilirsin. Mesela bugün İSKİ'nin yaptığı gibi. Şimdi biz belediyede, İSKİ'de bu işi yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla altyapıyı deprem gelmeden önce oturacaksın, yapacaksın. Her belediye kendi altyapısını, her belediyedeki su işleri kendi altyapısını elden geçirir ya. Nerede sağlam değilse orayı da sağlamlaştırırsın. Bugünkü teknoloji müsait. Bunu yaparsın. Etti üç.

Dördüncüsü de yapı stoku. Yapı stoku dediğin zaman zaten kentsel dönüşüm falan bizim bildiğimiz bir iş. Yani hangi evler olası depremde yıkılır, özellikle bak tahrip olur demiyorum. Özellikle göçük yapıp insanların ölümüne yüzde yüz neden olur veya yüzde doksan, o yerlerin sayısı bellidir. Bugün İstanbul'da da belli, doksan sekiz bin bina diyorlar. Her yerde bunu belediye, valilik emin olun bilir ne kadar ne olacağını. Bu evleri deprem gelmeden önce ya güçlendirirsin ya yıkar yeniden yaparsın. Şimdi bu mümkün. Bizim hükümetimiz bile yani işte bak bu Güneydoğu'da ben üç sene içerisinde altı yüz bin yer yapacağım dedi. Yapılıyor ya üç sene. Biz üç seneden vazgeçtik, ülkeyi yirmi senede gelin hazırlayalım. Yapabilirsin. Yani bu işleri deprem gelmeden önce yaparız. Mesela bazı rezerv alanlarında konteyner ve prefabrik yerler koruz. Halka ‘eviniz çürük, hadi çıkın dışarı gidin biz evinizle ilgileneceğiz’ diyemezsiniz. Veya üç bin lira kirayla da onları göndermeye çalışırsan bu iş yürümez. Çünkü kiralar uçtu gitti. Ama sen böyle rezerv alanlarında insanlara dersen ki şimdi sizi burada misafir edeceğiz. Bir buçuk sene oturun. Evinizi deprem dirençli yapalım. Tekrar evinize geçin. Herkes düğün bayram gelir bu işi yapar. Ha bu işin ekonomi yönünü o ayrı. Belki sizinle daha konuşabilirsiniz, birtakım şeyler söyleyebilirsiniz.

Ama sonuç olarak biz konutların özellikle stratejik konutların yani depremde çöküp %90 çok büyük bir ihtimalle insanların ölümüne neden olacak konutları deprem dirençli yapabiliriz. Şimdi diğer konutlar nedir dediğiniz zaman onu fazla düşünmüyoruz yerbilimci olarak. Neden? Şimdi bir konut depremde istediği kadar tahrip olsun, sahiplerini içinden sağ çıkmalarına müsaade ediyorsa bize göre en başarılı konuttur. Yani onun için bütün konutları mı yıkarız? Hayır öyle bir şey değil. Yani onun yöntemleri var, bilimsel yöntemleri. Dolayısıyla bu konut işlerini de geçti etti dört.

Beşincisi çevre ve ekosistem. Şimdi ekosistemi peki millet anlamıyor. Ekosistem sağlıklı yaşam koşulları. Yani bir yerde hava tertemiz ise, su şırıl şırıl akıyorsa, mikrop yoksa, hava mis gibi çekiyorsan ciğerlerine, ağaç varsa, böcek varsa, kelebek varsa, kuşlar ötüyorsa o ekosistem pırıl pırıldır, yaşama uygundur. Onu kirletme, yok etme. Deprem de onun işte en büyük tehdit edenidir. Felaketi yaratan deprem. Deprem sırasında çevre felaketi müthiş. Milyonlarca ton atık çıkıyor. Kimyayı madde çıkıyor. Parlayıcı, patlayıcı madde çıkıyor. Bunları hele bilinçsiz götürür gömersen, uluslararası bertaraf etmezsen, yani özel membranlarla sarıp bunları toprağa karışmayacak, suya karışmayacak şekilde yapmazsan, o zaman işte hastalık alabildiğine yayılıyor. Kanserojen şeyler oluyor. Dolayısıyla bu işleri daha şimdiden deprem gelmeden o kentte, benim kentimde olası o analiz yaptığı zaman biliyor. Bu deprem olduğu zaman kaç binan yıkılır. Bundan da ne kadar atık çıkar, molos çıkar. Ben bu molosları nereye?

Ali Babacan: Dökülme yeri.

Naci Görür:  Öyle, onu nasıl hazırlarım? Yaparım. Deprem gelmeden önce işin ne kardeşim? Yap ya, yap. Niye yapmıyorsun yani? Bir de eğer imkanın varsa, bazı böyle şirketler vardır, üretim testleri vardır, hızlı bir şekilde ona bazı eklemeler yaparak kapasitesini artırırsın. Mesela geri dönüşümle tabii tutabilirsin. Yani sadece demir falan değil, şimdi çimentonun bile geri dönüşümünden her şeyini yapıyorlar. Plastikleri yapıyorlar, çocuk bahçeleri yapıyorlar, parkları yapıyorlar. Her neyse, onu şimdiden planlaman lazım.

Son geldik altıncı maddeye, o da ekonomi. Şimdi ekonomiyi de uzatmaya gerek yok. Bugün bizim ekonomimiz, Türkiye'nin hiçbir kentinde deprem hazır değil. Deprem dirençli değil, maalesef değil. Ve benim edindiğim intiba depreme nasıl hazırlanacağını da yeterince bilmiyorlar. E şimdi bugün Güneydoğu'da bakın ekonominin çarkları durdu. Anadolu'nun kaplanları 11 ilde bak suskun, bitti. Yani ekip kaybettiler, ekipman kaybettiler, pazarı kaybettiler, rekabeti kaybettiler, ihracatı kaybettiler, malzeme gelişini kaybettiler. En önemlisi zaman kaybettiler ya. 50 sene sonra onlar kendine gelir. Dünya nereye gider o zamana kadar? E halbuki o bölgedeki iş dünyası bu depremi ciddiye alıp hazırlık yapamaz mıydı? Bu kadar zarara uğramazdı. Emin ol bu kadar ben bacaların tütmeyeceğini, bilmem çalkların duracağını düşünmüyorum yani. Olmayacaktı ama yapmadılar.

Şimdi aynı şey İstanbul Marmara Bölgesi için. Ben burada hep onu söylüyorum. Marmara Bölgesi'nde ekonominin çarkları durursa, Marmara Bölgesi ekonomik olarak çöker, onunla da kalmaz, Türkiye'nin tümünü de dizüstü çöktürür. Türkiye ekonomik olarak dizüstü çökerse, hele hele bu ekonomik krize yakın bir dönemde olursa, Türkiye'nin siyasi bağımsızlığı da tehlike altına girer. Bu işin şakası yok. Şimdi dolayısıyla yani depreme hazırlık deyince sayın başkanım bu altı başlık altında, o önceki hazırlık, yasa, mikrobölgeleme, tehlike analizi falan işte risk analizleri, bunların hepsi yapılabilir şeyler. Bunların hepsini yapabilecek insanlarımız var, nitelikli insanlarımız var, bilim insanlarımız var, mühendislik hizmetlerimiz var. Ve böyle her depremde kolay kolay yıkılmayacak, bu işi becerecek inşaat teknolojilerimiz var, inşaat mühendislerimiz, mümerlerimiz, hocalarımız var. Yani hakikaten var yani. Dolayısıyla biz ne yok derseniz bana, söyleyeyim size siyasi irade yok. Siyasi irade de de şunu kastediyorum, sürekli sürdürülebilir. Zaman zaman böyle inip çıkan söylemlerle değil. Devamlı benim senin haberin olmadan bile tıkır tıkır hedefe ilerleyen, çalışan non-stop bir iradeye ihtiyacınız var.

Ali Babacan: Bu 99 Ağustos ve Kasım depremlerinden sonra, hatırlarsanız önce 2000 Kasım, arkasında 2020 Şubat'ta çok büyük ekonomik depremler yaşadı Türkiye. Şubat 2001 krizi meşhur, o dolar kurumunun kat kat arttığı, 20 tane bankanın battığı krizler. Bu ekonomi tarafı çok önemli. Yani bahsettiğiniz gibi işin mikro ekonomi tarafı, yani sanayi tesislerinin, atölyelerin, mümkün olunca az hasar görmesi ve depremden hemen sonra da ayağa kalkıp çalışmaya devam edebilmesi kısmı var. Bir de bu Türkiye'nin depreme hazırlanması ve deprem sonrası hasarların giderilmesiyle alakalı daha makro bazda, makro ekonomik bazda yapması gerekenler var. 99 depreminin yararlılığını sarmak için tabii Türkiye'nin çok ciddi döviz ihtiyacı ortaya çıktı. Yani milli gelirin üzerindeki etkisi çok yıkıcı oldu. Marmara depremi olduğu için, tam da dediğiniz gibi 99, sanayi tesislerin de çok etkiledi. Üretim aksadı ve o yıl Türkiye'nin ekonomisi de küçüldü. Yani gayri sahip yurt dışı hasarda daralma oldu. Mesela bu sene o olmayacak. Yani Şubat 2023'te deprem olmasına rağmen daralma olmayacak. Çünkü depremin etkilendiği bölgelerdeki sanayinin Türkiye'deki toplam ekonomik büyüklüğüne oranı daha küçük. Ama Marmara öyle değil. Dolayısıyla olası bir Marmara depremi, İstanbul depremine hazırlıkta sanayinin de buna hazırlanması, sanayi tesislerin de, yani hem büyük tesislerin, orta ölçekli küçük atölyelerin hepsinin aynı konutlar gibi depreme hazırlık hale getirilmesi çok çok önemli.

Ama bütün bu tabloda nihayetinde büyük o ekonominin genel dengesi dediğimiz bir tablo var. Yani bu yatırım tasarruf açığı dediğimiz ya da ödemeler dengesi dediğimiz, ülkenin genel döviz ihtiyacının da hesaplandığı bir genel denge. Yani ne olursa olsun bakıyorsunuz ki Türkiye'nin depreme hazırlanmasıyla ilgili makro bazda da çok iyi hazırlıklar gerekiyor. Yani makro ekonomik bazda. Çünkü para tutuyor bu işler. Hele hele yeni inşaat maliyetleriyle hesap ettiğinizde, yani bugün basit bir okul yurdu yapayım diyorsunuz, 500-600 dolara mal oluyor. Yani sonuçta işte odalar, yataklar, masalar, sandalyeler yani. Böylesine yüksek inşaat maliyetinin olduğu bir dönemde de bunun uzun vadeli ve uygun maliyetli finansmanın son derece önemli. Yoksa iş dönüyor dolaşıyor, bunu yapalım bunu yapalım ama para olmayınca hiçbirisi olmuyor. Aynı galiba Napolyon muydu? Savaşta işte niye kaybettik, ne oldu falan filan. Bir barutumuz bitmişti diyor, gerisini sayma diyor. Barut bitince gerisini say, şimdi para olmayınca yok yani her şey duruyor. Nihayet adım atsanız para bu işlerle alakalı. İşte inşaat makinesi çalışıyor, kendisi zaten döviz. Mazot yakıyor, döviz. Dolayısıyla işin finansmanı da son derece önemli ve normal şartlarda, normal devlet bütçesiyle bu finansmanın sağlanması da asla mümkün olmaz. Olmuyor da şu anda yani. Onun için de zaten bugüne kadar bu işlerde gerekli adımlar atılmadı, atılamadı. Daha çok işte dönüşüm dediğimiz sistem var. Ya da TOKİ'nin bedava devlet arazisine bina yapıp, arazi maliyetini işte sıfıra kattığınız zaman toplam konutun değeri bir şekilde sıfır arazide karşılanmış oluyor. Ya da dönüşüm yapıyorsunuz. Dönüşümde de özellikle merkezlerde bir rant olacak ki dönüşüm olsun. Bu rantı da ya daha dikey mimarlığı yapıyorsunuz ya da başka boş alanlarda da yine devlet arazisine, bedava araziye yapmak da sağlıyorsunuz. Şimdi bunlar ancak Türkiye'nin kendi iç imkanlarıyla ve sisteme taze kaynak girişi olmadan yapılan işler. Türkiye'nin toplam sistemiyle taze kaynak girmeden yaptığınızda da başka alanlarda gerekli olan kaynakları buraya harcamış oluyorsunuz. Bunun da sınırları oluyor ister istemez yani. Öyle 3 sene, 5 sene bırakın 20 seneyi yani bu hızla 50 senede bitmez. 100 senede bitmez bu işler yani. Hani şu son yılların bir hızına bakın. Depremin hazırlık hızına bakın Türkiye'nin. Aynı hızı devam ettirin. Ne kadar iş yapılması gerekiyor bitmez.

Bunun için gelişmiş ekonomilerin pek çoğunda olan bir konut finansman sistemi var. Konut finansman kurumlarını içeren bir sistem. Amerika'da 3 tane var. Japonya'da bir tane var. Almanya'da bir tane var. Bu sistemi biz Türkiye için önemli görüyoruz. Yani bu seçimlerde başarılı olsaydık hemen kuracaktık bunu. Ama şu anda biz ne yaptık? Bütün bu çalışmalarımızı hükümete gönderdik. Bütün hazırlıklarımız ne var ne yoksa cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı yapsa bütün bakanlara. Dedik ‘burada çözümler için pek çok şey var umarım istifade edersiniz’ dedik. Bu konut finansmanı kurumu sistemi ve akış şu şekilde planlıyoruz. Sizin de hani görüşünüzü almak için belki olumlu olumsuz görüşleriniz olabilir diye. Sistemin tam merkezinde bu büyük ve tek bir tane kurum oluyor. Ancak Amerika gibi dünyanın en büyük ekonomisi olduğunuzda 3'e kadar çıkabiliyor sayısı ama o kadar yani daha fazla olmuyor. Ve bu kurumlar hem hisse ile hem de hazine arasında sermayelendiriliyor. Sermayesi, hazine arası ya da doğrudan nakit sermaye oluyor. Dolayısıyla bir sermaye koyuyorsunuz. Ama asıl işi tek tek bankaların kullandırdığı konut kredilerini alıp paketleyip yurtdışı ve yurtdışı piyasalarda sağlam teminatlı bir finansal enstrüman olarak satış ile gerçekleşiyor. Yani diyor ki bu konut finansmanı kurumu örnek veriyorum.  ‘Benim Bursa'da toplam 100 bin konutluk bir proje paketim var. Bunun içerisinde iri ufaklı daireler şunlar bunlar. Ve bu paketin standartlaştırılmış ürünü olarak işte diyelim ki 15 yıl vadeli yıllık şu kadar getirisi olan bir finansal enstrümanı satlağa çıkarıyorum’ diyor. Ve buradan para akmaya başlıyor dünyadan. Ve bu gelen finansmanı da bankalara plas ediyor. Bankalarda direkt konutun finansmanını kullandırıyor. Yani işin özü bu. Bir bakıma finansman toptancılı yapan bankaların hani bir manavlar vardır bir de toptancı hal vardır ya. Yani bankaların toptancısı gibi düşünmek lazım bu konu. Bu sistem konut piyasası gelişen ve hızlı büyüyen pek çok büyük ekonomide olan bir sistem. Şu anda Türkiye'de yok.

Tabii bunun için öncelikle şu bankaların ve konut finansman sisteminin bir başlaması gerekiyor. Çalışması gerekiyor. Türkiye'de o növe oluştu. O çekirdek oluştu. Yani şu anda bankaların da çok ciddi bir miktarda konut kredisi var. Ve bunlar en sağlam alacak cinsi. Yani bankaların bir bilançolarına bakın. Bankalarda en az fre veren, en az batık oranı olan ve en sağlam alacakları şu anda bizim bankalarımızın konut kredileri. Dolayısıyla mesela bankalar diyelim ki ellerindeki örnek veriyorum. 10 milyar dolarlık konut kredisini bu kuruma aktardıklarında, bu kurumda o kredilere dayalı standart finansal üniforma dünyaya ihraç ettiğinde ne oluyor? 10 milyar dolar dünyadan buraya geliyor. Buradan da bankalara gidiyor. Bankalar elindeki konut kredisini bir bakıma devretmiş oluyor. Yerine 10 milyar dolar taze kaynak geçiyor. Sonra ne yapıyor bankalar? Bu 10 milyar doları konut kredisi olarak kullandırıyor. Oradan tekrar alacak senetlerini topluyorlar mı milletten? Bunu tekrar buraya getiriyorlar. Bu kuruş tekrar çıkıyor. Bir 10 milyar dolarım daha var diyor elimde diyor. Yani 10 milyar dolarlık varlığım var diyor. 10 milyar doları tekrar uluslararası piyasada sunuyor. Uluslararası piyasada bir 10 milyar daha gönderiyor. Böylece 10 milyar, 20 milyar, 30 milyar gibi sürekli uzun madeni ve daha uygun maniyetli finansman üretmek mümkün oluyor. Buradaki asıl temel espri bunlar varlığa dayalı menkul kıymeti olduğu için. Bir hazine bonusu diyorsunuz. Hazine bonusunun hiçbir teminatı yok. Hazine Bakanı bir imza atıyor o kadar. Ama burada karşısında bir gayrimenkul var. Sağlam bir alacak şekli yani. Ödemezse gayrimenkul var. Ödemezse teminatı var. Teminatlı alacak olduğu için genelde bu kurumların çıkarttığı borçlanma enstrümanları ya da genel anlamda hisse senedir olabiliyor, hisse veya borçlanma enstrümanları hazinenin kendi başına yapacağı finansmandan daha da ucuza mal olabiliyor. Dolayısıyla devletin gidip de sağdan soldan borç para bulup o borç parayla hadi ben şunu yapayım bunu yapayım demesindense böyle bir mekanizma, bankaları da işin içine katan ve sürülebilir bir finansman modelinin biz Türkiye için artık zamanının geldiğine inanıyoruz.

2006 yılına kadar Konut kredisi Türkiye'de pek yaygın değildi. Yani hani taksit taksit de ev almak. Ama 2006'da benim çıkarttığım bir ‘Mortgage yasası’  var yani konut finansmanı yasası. O yasa çıktıktan sonra o piyasa genişlemeye başladı. Faizlerin makul olduğu dönemlerde çok hızlı çalışıyor sistem. Yani faizler makul olduğu dönemde gerçekten insanlar ev alıyor ve banka finansmanıyla bunu alıyor. Ama faizler yükseldiği zaman sistem biraz yavaşlıyor. Bugünler o sistemin yavaşladığı günler. Çünkü faizler yüksek ve makul şartlar ortaya çıkmıyor. Bir de zaten şu anda bankalara fazla kredi kullandırmayan diye talimat gitmiş durumda bugünlerde. Dolayısıyla sistem fazla çalışmıyor. Ama genel makro dengeler sağlandıkça sistem makul ve rasyonel bir çerçeveye oturduktan sonra asıl Türkiye'nin depreme hazırlanmasının en önemli finansman kaynağını biz burada görüyoruz. Bu konutlar için.  Ama burada küçük ve orta boyutlu iş yerler için de bunları uygulamak mümkün. 100 metrekarelik konutla 200 metrekarelik atölyenin finansman modeli çok birbirinden farklı değil. Onun için işin ekonomisi de çözüldüğünde bu işler hızlanır diye düşünüyoruz açıkçası.

Naci Görür:  O zaman hükümetin mesela ne bileyim ben diyelim ki biz şimdi sırf bir yer bilimci olarak böyle düşündüğümüz bilimsel bir takım şeye işte o zaman bu konut veya yapı neyse finans modeli de devlet tarafından oluşturulursa biz ülkemizde bu kentsel veya depreme dayanıklı dirençli kentleşmeye yönelebiliriz demektir yani.

Ali Babacan: Tabii ki. Asıl yöntem bu. Çünkü bu inşaat yapmak Türkiye ekonomisinde cari açı artan bir unsur. Çünkü inşaat yapmaya başladığınızda kazmayı vurma tabiri vardı ya ‘kazmayı vurduk’ diye yani temel atmaya başlıyorsunuz, ilk hafriyata başlıyorsunuz, hafriyatta kullandığınız kepçe döviz, onun yaktığı mazot döviz. Dolayısıyla taze döviz girişi olmadan ülkeye depreme hazırlamak sadece ve sadece cari açı artırıyor ve ekonomik krizleri tetikleyebiliyor. Deprem bir vuruyor, arkasından gelen ekonomik kriz ayrıca vuruyor. 1999'da öyle oldu yani. 1999 depremi bir vurdu, arkasından 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizi ayrıca vurdu. Çünkü ekonominin daralması ve o depremin hasarının giderilmesiyle ilgili o döviz ihtiyacı Türkiye'de o zaman ödemeler dengesi krizini oluşturdu. 20 tane banka battı yani çok şaka maka değil. Ve biz o zaman onu devraldık yani ben ekonomi bakanı olarak o zaman o hasarı devraldık. Tamamen yıkılmış bir finans sistemi, 20 tane batık banka. Tekrar rehabilite ettik, ekonomiyi ekonomik depremlere hazır hale getirdik. Onun için 2008-2009 ekonomik krizden Türkiye etkilenmedi. Niye etkilenmedi? Çünkü bankaları sağlam hale getirdik, bankaların bilançolarını sağlamlaştırdık.

Bir stres testi diye bir şey vardır. Onu çok sessiz bir şekilde her bankaya her ay stres testi yaptık. Yani stres testi şu demek, bilgisayar simülasyonunda her bankanın bilançosuna şoklar veriyorsunuz. Aynı deprem simülasyonu yapar gibi. Diyelim ki işte şu şiddette bir faiz artışı olursa bankanın bilançosu ne kadar etkilenir? Şu şiddette kur artarsa bankanın bilançosu ne olur diye. O stres testleriyle beraber bankaların bünyesini ekonomik depremlere hazır hale getirdik. Onun için 2008-2009'da dünya kasıp kavruldu biliyorsunuz. Yunanistan battı, İtalya, İspanya. Zaten Amerika'da patladı ilk kriz, morgaç kriz diye patladı. Türkiye'ye teğet geçti ama nasıl teğet geçti? Tabi orası hiç konuşulmuyor. Yani nasıl teğet geçti? Çünkü o 2001-2002'den aldığımız tecrübe ve ondan sonra yaptığımız güçlendirme ile Türkiye ekonomik depremlere daha hazır hale getirdi. 100 yılda bir olan o 2008-2009 dünya ekonomik krizi Türkiye'ye teğet geçti. Ama böyle kendiliğinden bu olmadı yani. Allah bizi korudu. Doğru tabii ki bizim inancımız şudur, tedbir alırız. Tedbir bizden, takdiri Allah'tan deriz ama önce tedbir alacaksın. O tedbirin alınmış olması çok önemli.

Mesela o Mortgage yasasını çıkartmamız, Mortgage yasası bütün Amerika'daki krizi tetikleyen unsurlardan arındırılmış sağlam bir yasa olarak ortaya konulması çok önemli.  Yasa lazım dediniz ya mesela ekonomik depremler için biz önce yasal düzenlemelerle başladık. Bankacılık yasası çıkarttık, TMSF yasası çıkarttık, konut krizi yasası çıkarttık ve bütün bu çıkan yasal çerçeveyi baz alan hani siyaset üstü dediniz tam da bazı kurumlar bağımsızlık hale getirdik işte. Bazıları zaten bağımsız, bazıları TÜİK gibi biz bağımsız hale getirdik falan. Derken yani ülkenin uzun vadeli menfaatleri için kural bazlı bir yönetim anlayışı. Yani gelip geçici siyasi rüzgar bugün burada nesil bunu yapayım, yarın öbür tarafta nesil bunu yapayım deyince daha uzun vadeli bir bakışla bu gerçekleşti. Yani nasıl zamanında Türkiye bunu başardıysa yani ülkenin finansal yapısı, ekonomik depremlere hazır hale getirildi ise Türkiye'nin altyapısı ve üst yapısı, şehirlerimiz depremlere hazır hale getirilebilir. Bu mümkün yani ama tam da dediniz 6 konunun hepsi birbirinden önemli. Yani 6 konudan birisi olmasa olmaz. Sizin o bahsettiğiniz 6 var ya yani ‘ya 5'ini yapsak yeter’ olmaz. Yani altıda altı yapmak gerekiyor ki…

Naci Görür:  Ekonomiyi söylemedik, o devletin işi diye. Mesela bugün uygulanan iki şey de var. Yani işte biri mesela diyelim KIPTAŞ şu anda uyguluyor. Siz müracaat ettiğiniz zaman alıyor, inceliyor. Neyse, bir takım formaliteler var. Öyle çok komplike değil. Diyor ki yani senin evini şu oranda küçülecek. Yani kendi teklifi.

Ali Babacan:  Bir kısmı alacağım diyor, satacağım diyor. O parayla da bunu yapacağım diyor.

Naci Görür:  Aynen öyle. O öyle bir konut. O zaman yani sen 90 metrekare verip 75'e razı olursan, ben olsam olurum 15 metrekarem az olsun ama deprem güvenli olsun. Biri de işte belediyeleri özellikle. Yani üç kat, beş kat yerde bir kat daha fazla ver veya iki kat. O müteahhide gitsin, öyle yapılsın diye. Belki bunlar da yani güzel yöntemler. İşte bu mühendisler özellikle inşaat ve mimarlar bunu kontrol etmeli. Yani belki her yerde olmaz bu kat artışı. Ama uygun yerde, kimi yerde, belirli sınırlı altında bu da yapılır. Böylelikle içten bir şey sağlanabilir.

Ali Babacan:  Yapılabilir. Bu mutlaka yapılır. Çalıştığı yerlerde olabilir bu modelin. Ama çalışmadığı yerlerde çok olacak.

Naci Görür:  İşte o dediğiniz büyük model.

Ali Babacan:  Bir de bu bahsettiğim modelin en önemli şeyi, sadece proje bazında mikrobazda değil de, yani TOKİ'de, KİPTAŞ'da öyle değil de, asıl büyük makrobazda baktığımızda ülkenin toplam ödemeler dengesi. Yani ülkede döviz krizi çıkartmayacak şekilde bu işin yönetilmesi gerekiyor. Çünkü depreme hazırlık demek eşittir ülkeye taze döviz girişi.

Naci Görür:  Peki Sayın Başkanım böyle bir projeye buna ne isim verirsiniz?

Ali Babacan:  Biz buna ne dedik? Konut Finansmanı Kurumu kurulması gerekiyordu. KFK diye de isim verdik.  Büyük ve bir tane kurum.

Naci Görür:  Öyle diyelim. Mesela Konut Finansmanı Kurumu. Şimdi bunun bir yasası diyelim. Yasaya bağlı olduğu zaman. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti, benim gönlümden geçen, ben eminim ki benim halkımın da bu söylediğimde aynı şeyleri düşünüyor olabilirler. Büyük çoğunlukla bildiğim için. Türkiye Cumhuriyeti Devleti diyorum bakın. Özellikle hükümetleri demiyorum. O değişebilir. Yani bu yasanın efektif olarak Türkiye'yi deprem dirençli hale getirmesi belki 3-4 tane iktidarı değiştirecektir. Belki de bir iktidarı, belki de iki iktidarı. Onun için yani parti ismi konuşmadan doğrudan doğruya.

Ali Babacan:  Bunu koyuyorsunuz zaten sistem dönmeye başlıyor. Kurallarını ama iyi koymak gerekiyor.

Naci Görür:  Bu yasa Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin en önemli bir hedefi haline gelsin. Yani bir sürü hedefimiz olur ama biz mesela terörle de mücadele ediyoruz. Öyle de böyle de. Ülkenin bir hedefi var değil mi? Türkiye'yi deprem hazırlamada en önemli hedeflerin başına oturttursa bu. Prensip olarak. Ve o zaman büyük bir heyecan da yaratır. Halktan da büyük bir destek alır. Ve herkes de taşın altına elini koyar. Çünkü nihayet bizim ırkımızın, soyumuzun, çoluk çocuğumuzun ya geleceğe güvenle bakması, taşınmasıdır ya. Gerçek beka sorunu bu gerçekten. Yani bir sürü siyasetçiler beka meka diyor ama yani asıl işte bu.

Ali Babacan:  Biz seçimden önce bütün bu hazırlıkları yaptık. Yani bunun gibi 23 tane eylem planı hazırladık. Her alanda yani. Yargı reformu da var 198 maddelik. İklim değişikliği de var. Eğitim var 500 maddelik eğitim. Yüksek öğretim var. Temel haklar var 354 madde. Tamamını hazırladık. Ve seçimde diyorduk ki ‘eğer biz iktidar olursak bunları’ yapacağız. Fakat seçimi kaybettik. Seçimden sonra ne yaptık? Hükümet kurulduktan hemen sonra ben bunlardan bir set yaptım. Ve Sayın Cumhurbaşkanı'na, Cumhurbaşkanı Yardımcısına, bütün bakanlara gönderdim. Ve bu setin en üstüne de deprem raporumuzu koydum. Yani kapağı açınca ilk deprem raporu çıkıyor. Çünkü en öncelikli konunun bu olduğunu düşünerek şu anda. Ve bir kapak mektubuyla dedim ki biz bunları çalıştık. Bunlar hani millet için yapılan çalışmalardır. Evet bir siyasi parti koordinat etmiştim ama çalışmalara katkı her kesinden olmuştur. Burada akıl teli vardır. Alın teli vardır. Emek vardır. Göz nuru vardır. Umarım ki istifade edersiniz diye. 600 milletvekiline gönderdim yine birer set. Ama 23 eylem planı en üstüne deprem raporunu koydum. Çünkü en acil konumuz yani. Çünkü vakti olmuyor. Çünkü kaybettiğimiz her bir can çok kıymetli. Yani sayılara dökünce iş basitleşiyor. İşte 50 bin mi? En az 50 bin mi? Yok 100 bin mi? Acaba daha mı fazla diyoruz? Bunlar korkunç şeyler yani. Bir tek hayatını kaybeden vatandaşımız bile can. Ve o çok çok kıymetli yani. Parayla falan ölçülmez, mukayese edilmez. Bunlar umarız ki yapılırız diyoruz. Biz bu bilgileri paylaşıyoruz, yaptık, çalıştık. Sadece biz derken parti olarak değil, herkes katkı verdi. Yani bizim ekonomi ve finans eylem planımız var. Burada mesela Türkiye'nin en kıymetli iktisatçılarının emeği var. Bunların çoğu bizim partilimiz falan da değil yani. Ama sağ olsunlar kime ‘alo’ desek geliyorlar. ‘Ya biliyoruz ki siz Türkiye için çalışıyorsunuz, gayretleriniz var’ diyorlar. ‘Biz de ne kadar katkımız olabilirse verelim’ diyorlar. O şekilde hazırlıyoruz. Yani şey değil, bir parti koordinasyonu ama partizan çalışmalar değil. Yani ideolojik gözlük falan da yok burada. Burada öncelik Türkiye, öncelik milletimiz. O şekilde çalıştık, çalışıyoruz.

Ama bilerek çalışmak çok önemli. Yani işi bilenlerle çalışmak. Türkiye'de birçok konuşanlar var, bir de iyi bilenler var. İşte o iyi bilenleri yakalayıp, o iyi bilenlerle çalışmak ve o bilime saygı, yani mutlaka çalışmaların temelinde bilim olması, akla dayanması, rasyonaliteye dayanması çok çok önemli. Bu şekilde de çalışmaya devam edeceğiz. İnşallah ülkemiz bir gün, bu deprem coğrafyasında olan ülkemiz, bir gün hep bahsettiğimiz, örnek verdiğimiz ülkeler gibi depreme daha hazır, insanların kendi can emniyetinden, mal emniyetinden daha güvenli bir şekilde yaşadığı bir ülke olur diye ümit ediyoruz. Ama sadece ümit etmiyoruz, sadece dua etmiyoruz, bir de gayret de ediyoruz. Ben tekrar çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.

Naci Görür:  Ben teşekkür ederim.

Ali Babacan:  Çok faydalı oldu. Hem böyle daha yakından tanışmış, görüşmüş olduk.

Naci Görür:  Sağ olun.

Ali Babacan:  Hem de benim için çok ufku açıcı oldu.

Naci Görür:  Sağ olun. Sağ olun. Ben de iki cümle sonuç söyleyeyim.

Ali Babacan:  Tabii ki, buyurun.

Naci Görür:  Şimdi çok teşekkür ederim, yani çağırdığınız, davet ettiğiniz için. Şimdi ben çok umutlanıyorum, yani umudum arttı gerçekten. Yani bir farkındalık görüyorum. İnsanlar artık bu depreme insanlarımızı kurban vermeyelim, artık bu işi bitirelim düşüncesi içerisindeler. İşte böyle sizler gibi iktidara oynayan, gelmek için uğraşan siyasi topluluklar da bu işi bu kadar ciddiye aldılarsa, alıyorlarsa, biz gerçekten umutlanıyoruz. Yani biz çünkü hep böyle dışarıdan bakınca sesimizi duyan yok. Biz bize konuşuyoruz. Sanki bir şey olmuyor gibi geliyor ama o doğru değil. Yani halkım da biraz, çünkü bana da öyle diyorlar. Benim iki buçuk milyona yakın takipçim var, yazıyor. ‘Hocam siz konuşuyorsunuz ama onlar öyle işte’ falan diye böyle doğru olmayan bir takım şeyler veya düşüncelerini söylüyorlar. Şimdi diyelim ki yani iş öyle değil. Bizim siyaset dünyamızda, siyasi partilerimizde bu işin farkında ve ciddi hazırlıkları var. Yani o farkındalığa gelmişiz. Bu bizim için bir umut olmalı inşallah.

Ve özette şunu hiç unutmayalım. Yani bu ülkede, köyün müdürü de söyledi Kandilir Hasathanesi'nin. Bu ülkede her an, her zaman, her an 7 ve üzerinde deprem olabilir. Onun için deprem nerede olacak, ne zaman olacak, bizim burada olur mu, olmaz mı? Ay korkuyoruz, vay siz konuşmayın falan bunlardan vazgeçelim. Bu ülke bir deprem ülkesidir. Depremi de durduramayacağımıza göre, depremde çoluk çocuğumuz ölmesini istiyorsak, gelin el birliğiyle, gönül birliğiyle, muhalefeti, hükümeti siyaset üstü bir politikayla, sizin dediğiniz yöntemlerle de dahil bu ülkeyi, depremi hazırlayalım. Böylelikle insanlarımız da mutlu olacaktır, umutlu olacaklardır. İnşallah, ben umutlandım şahsen, bir yere gideceğiz diye düşünüyorum.

Ali Babacan:  İnşallah. Tekrar çok teşekkür ederim, sağ olun.

Naci Görür:  Ben teşekkür ederim, sağ olun.

 

 

 

 

 

 

 

18 Ağustos 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Habertürk TV'de Enine Boyuna Programı Açıklama

Hülya Hökenek: Çok teşekkür ederim efendim. Faruk Aksoy'la birlikteyiz.

Faruk AksoyMerhabalar hoş geldiniz.

Hülya Hökenek:  İlk dilimde Sayın Başkan'la birlikte olacağız, Sayın Babacan'la. İkinci dilimde de yaklaşık iki saat kadar Sayın Başkan'la olacağız. Merak ettiğimiz her şeyi soracağız. Sizlerin de merak ettiklerini elbette soracağız Sayın Babacan'a. Sonrasında da yine klasik el neboyunanın o tartışma masasıyla devam edeceğiz. Biz bugün Sayın Başkan'dan böyle manşetlerde bekliyoruz. Çok tartışmalı bir seçim süreci geçirdi Türkiye. Ve o seçim sürecini geride bıraktık. İttifaklar arası bir seçimdi tabii. Altılı Masa, sürekli o buluşmalar. Buluşmalardan sonra başlıklar. Şimdi bakıyorum gerçekten çok tartışıldı. Hepsini konuşacağız ama ben böyle bir sonuçtan başlayayım istiyorum. Yani sonuca nasıl gelindiğinden başlayayım istiyorum. Çünkü malum yerel seçim de var önümüzde. Biz sizi seçim sonrası epey bir sessiz gördük. Ben sessizliğinizin nedenini sorarak başlamak istiyorum.

Ali Babacan: Seçim sonrası seçim kampanyası dönemindeki gibi tabii yoğun bir propaganda ve yoğun bir gönüllüm olmadı. O doğru. Ama seçim sonrası kendi iç değerlendirmemizle ilgili çok ciddi mesai harcadık. Ve harcamaya da devam ediyoruz.

Hülya Hökenek: Nasıl bir sonuca vardınız?

Ali Babacan: Hem teşkilatlarımızı dinliyoruz. Hem genel merkezimizde grup grup detaylı derinlemesine analizler yapıyoruz. Hem de dış gözlemcilerin Türkiye'yi nasıl değerlendirdiğini ve bizimle ilgili neler düşündüklerini soruyoruz. Yani bir iç ve dış istişare döneminin tam ortasındayız şu anda. Haklısınız seçimden bu yana ben galiba iki üç kere bizim genel merkezde bir açıklama yaptım. Yaklaşık bir ay önce bir canlı yayın, yine bir başka haber kanalında bir canlı yayınım oldu. Ama seçim dönemindeki kadar yoğun bir şekilde ortalarda değiliz. O doğru. Ama şunu söylemek lazım biliyorsunuz her seçimden sonra 90 günlük veya bazıları 100 günlük bir hükümete açılan kredi dönemi olur. Yani yeni hükümet kurulur. Yeni bakanlar görevlendirilir. Ve ‘dur bakalım bunlar ne yapacak? Acaba düzgün işler yapılacak mı? Acaba sorunların çözümüyle ilgili...’

Hülya Hökenek: 90 günün tamamlanmasını mı bekliyorsunuz? Gözler bir izleme mi var yani öyle bir süreç mi?

Ali Babacan: Şöyle hükümet açısından böyle. Yani hükümet açısından ve hükümeti destekleyen kitleler açısından böyle. Ama muhalefet açısından da çok önemli bir iç muhasebe ve dış muhasebe dönemi. Yani biz bir bakıma hem vatandaşlarımızın en azından vatandaşlarımızın yüzde 52'sinin yönetime, hükümete açtığı kredi süresinin tamamlanmasını bekliyoruz. Hem de bundan sonraki yerel seçim ve daha sonraki yerel seçimle ilgili partimizin stratejisini, duruşunu, odaklanmamız gereken konuların çok detaylı bir analizini yapıyoruz. Şu anda ağırlık olarak çalışmalarımız bunlar.

Hülya Hökenek: Bütün seçim sürecine geleceğiz. Biz Faruk'la böyle kurgularken, çalışırken neler oldu, neler yaşandı? Altılı masa, sonrası, mütabakat metni, bundan haberiniz oldu mu olmadı mı olduğu zaman ne hissettiniz? Bunların hepsine geleceğiz. Fakat bu ekonomi yönetimi bir şekilde ekonomiyi devraldığında sizin bir açıklamanız oldu. Eleştirel bir açıklamaydı. Biraz ben oraya dönerek oradan başlayayım istiyorum. Orada izlemediniz mesela. Şimdi izliyoruz dediniz ama orada izlemediniz. Eleştirel bir açıklamaydı. Sayın Mehmet Şimşek, sizin bir dönem yol arkadaşınızdı. Ekibi de yakınen tanıyorsunuz. Ben o eleştirileri sormak isterim. Bugün ekonomi yönetimine nasıl bakıyorsunuz?

Ali Babacan: Aslında hem Cevdet Yılmaz hem Mehmet Şimşek benim yakın çalışma ekibimde oldular. Sık görüştüğümüz, sık buluştuğumuz arkadaşlar idi. Ne zaman benim hükümette olduğum dönemde. Dolayısıyla bu iki ismin ekonomi yönetimiyle ilgili görevler alması açıkçası ilk başta bizde de iyimser bir en azından zan oluşturdu. Acaba dedik dur bakalım acaba bu arkadaşların önü açılacak mı? Bu arkadaşlara gerçekten bir siyasi güç verilecek mi? Bunu bir izleyelim dedik. Fakat ilk bir ayda yapılanlar ve Merkez Bankası'nın attığı adımlar, Merkez Bankası'nın atmadığı adımlar, Merkez Bankası'yla ilgili görevlendirmeler, Merkez Bankası dışındaki ekonomi birimleriyle ilgili hiçbir değişikliğin bugüne kadar yapılmaması bizim tabii ki eleştirimiz hususlardı. Mesela ben en son ekonomiyle ilgili açıklama yaptığımda demiştim ki ‘sadece başkanı değiştirmekle olmaz. Orada bir kadro var o kadronun da değişmesi lazım’ demiştim. Daha sonra üç tane başkan yardımcısı daha görevlendirdi mesela. Ama aynı zamanda demiştim ki ‘Sayın Erdoğan elini Merkez Bankası'ndan çekmedikçe, Merkez Bankası bağımsız çalışmadıkça bu ülkede enflasyon düşmeyecek’ demiştim. Hala aynı noktadayım.

Hülya Hökenek: Şu anda aynı noktada mısınız?

Ali Babacan: Tabii ki, tabii ki.

Hülya Hökenek: Yani şu an Merkez Bankası'nın üzerinden Sayın Cumhurbaşkanı'nın elini çekmediğini mi düşünüyorsunuz? Şu anda aynı noktada mısınız?

Ali Babacan: Hayır, hayır. Kesinlikle yani. Şu anda Cumhurbaşkanı'ndan icazeti almadan Merkez Bankası'nın adım atması mümkün değil. Eğer öyleyse çıksın yeni Merkez Bankası Başkanı...

Faruk AksoyYani faiz arttırımına gidiyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda herhalde ‘Yani ben varsam faiz arttırılamaz. Bir daha böyle olmaz. Böyle düşünen arkadaşlarla yol yürümeyeceğiz’ demişti. Merkez Bankası şimdi yeni yönetimde, yeni dönem faiz arttırımına gidiyor. Bunu Cumhurbaşkanı'na sorarak mı yapıyorlar?

Ali Babacan: Yani Sayın Erdoğan'dan habersiz Merkez Bankası'nın böyle bir adım atabilmesi mümkün mü?

Hülya Hökenek: Tamam ama Sayın Erdoğan'ın politikasının tersi bir durum değil mi mesela bu? Çelişmiyor mu işte faiz arttırımı mesela? Yani buradan bakıldığında sizin tezinizi çürütmüyor mu bu?

Ali Babacan: Tam tersine. Çünkü Sayın Erdoğan seçimlerden önce ne demişti? ‘Ben iş başında olduğum sürece, ben iktidarda olduğum sürece faiz artmaz ancak düşer’ demişti. Aynı zamanda ne demişti? ‘Biz seçimi kazanacağız ve enflasyonu tek haneye düşüreceğiz’ demişti. Ama bunların hepsi aslında bir aldatmaydı. Yani seçimlerden hemen sonra para politikası kurulunun ilk toplantısında faiz artmasına izin vermesi seçimden önce verdiği taahhütle tamamen ters bir konu. Yine Merkez Bankası'nın en son açıkladığı enflasyon raporunda ne dedi Merkez Bankası? ‘Enflasyon 2024'ün ortasına kadar artmaya devam edecek. Ta 2025 sonunda bile tek haneye inmeyecek’ dedi. Oysa Erdoğan ne demişti? ‘Bana oy verin biz enflasyonu tek haneye indireceğiz’ demişti. Dolayısıyla aslında seçimden önce büyük bir aldatmaca oynandı. Yani bunu zaman içerisinde daha iyi göreceğiz. Seçimden önce gerçekten yalanlar söylendi. Seçimden önce montaj videolar gösterildi. Farklı toplum kesimleri farklı uydurma ve doğru olmayan yanlış bilgilere maruz tutuldu. Onun için ben ilk akşamda söylemiştim hala söylüyorum ‘evet Erdoğan bu seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.’ Çünkü aldatarak kazanılan seçim helalinden kazanılmış bir seçim değildir.

Ekonominin düzelmesi enflasyonun düşmesi sadece ve sadece Merkez Bankası ile mümkün değil ki. Enflasyon düşecek ya da işte düşürmeye çalışacak deniyor değil mi? Ne zaman? Ta 2024'ün sonunda hatta 2025'in sonunda bile %15 hala. Peki bu enflasyonu kim ölçüyor? TÜİK. TÜİK'in ölçtüğü enflasyonun gerçek enflasyon olmadığını herkes biliyor. Bakın şu son 6 aydır açıklanan enflasyon rakamları bilmiyorum.

Hülya Hökenek: Belli grafikler getirmiş Sayın Başkan. Yönetmenimiz Saniye’den rica edeyim yakınlaştırabilirsek eğer.  

Ali Babacan: Bakın bu ENAG'ın yani Bağımsız Bir Araştırma Kuruluşu'nun açıkladığı enflasyon. Bu da mavilerde TÜİK'in açıkladığı enflasyon. Sürekli TÜİK'in açıkladığı enflasyonun 2 misli 2,5 misli gerçek enflasyon var. Gerçek hayatta enflasyon var. Çarşıya pazara giden bütün vatandaşlarımız bunu görüyor.

Faruk AksoyENAG'ın açıkladıkları mı doğru rakamlar diyorsunuz şu anda?

Ali Babacan: Çarşının, pazarın hissettiği ve vatandaşlarımızın hissettiği enflasyon ENAG'ın rakamlarına daha yakın rakamlar.

Faruk AksoyYalnız biraz önce söylediğiniz şeyi tam olarak ben kavrayamadım. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı seçimden önce savunduğu ekonomi politikalarını değiştirmiş gibi görünüyor. Hatta açıklama yaptı Sayın Şimşek göreve gelirken ‘biz artık teslim ediyoruz’ dedi ve ‘kabul ediyoruz’ dedi. Şimdi siz hala müdahale ettiğini söylüyorsunuz.

Hülya Hökenek: Hatta rasyonel özür dilerim Faruk katkı olsun diye biraz açalım. Yani rasyonel ekonomi politikaları mesela Sayın Şimşek bunu çok kullandı. Bu ekonomi politikalarıyla rasyonel zemine oturması ve öyle bir anlayışla sürecin aşılacağı da söylendi. Zaman da verildi.

Faruk AksoyŞu andaki ekonomi yönetimi seçimden önce Sayın Cumhurbaşkanı'nın mesela Nebati dönemi ve şimdiki dönem. Galiba bir fark var. Cumhurbaşkanı şu anda herhalde Sayın Şimşek'e bu işi bırakmış gibi görünüyor ama siz aksini mi söylüyorsunuz?

Hülya Hökenek: Ve tekrar şu da hani böyle bütüncül olsun. Sizi yine burada ağırlamıştım ben. Hatırlıyorsunuz. Bu üçüncü ağırlamamız. Ben yani şahsım adına moderatör oldum. Doğru siz moderatördünüz. Yine burada gazeteci meslektaşlarımız vardı. Size o zaman sormuştuk. Ekonomi yönetimini, ekonomiyi eleştirdiniz ve size demiştim ki bugün siz yönetimi devralsanız. Çünkü Ali Babacan ekonomiyle özdeşleşiyor. Ve siz o zaman böyle bir kurtarıcı olarak görülüyordunuz. Ekonomi yönetimini bugün devralsanız ne zaman bu ülke rahatlar? Rasyonel zeminden o zaman bahsetmiştiniz. Ve minimum bir ya da maksimum bir iki yıldır vermiştiniz. Yanlışım varsa düzeltin.

Ali Babacan: ‘Enflasyon tek haneye iner’ demiştim.

Hülya Hökenek: Bugünde enflasyonun 2024 sonu 2025 gibi tek haneye inmesi ve ülke rahatlamasından bahsediyorlar…

Ali Babacan: 2025 sonu için Merkez Bankası'nın açıkladığı rakam %15, yani 2025 sonunda dahilde tekhaneli enflasyonu Merkez Bankası gözü kesmiyor açıklayamıyor.

Faruk AksoyBugünkü rakamlara bakınca %15, eğer bunu tutturabilirlerse inanılmaz bir başarı olur gibi geliyor.

Ali Babacan: Hangi enflasyon, tam onu anlatmaya çalışıyorum. Bakın, şu TÜİK'in enflasyonu ayrı, ENAG’ın enflasyonu ayrı. Yani belli ki TÜİK enflasyonu olduğundan zaten düşük açıklıyor. Yani siz enflasyonun düşük görünmesini istiyorsanız illa Merkez Bankası'nın bu kadar uğraştırmanıza gerek yok. TÜİK'e talimat verirsiniz, düşürsün biraz daha aşağı diye, TÜİK düşürebilir. Şimdi TÜİK başkanı değişti mi? O günden bugüne değişmedi. TÜİK yönetiminde bir değişiklik oldu mu olmadı mı? Bugün bütün dünyada artık itibari zedelenmiş ve gerçek rakamları, gerçek enflasyonu açıklamayan bir TÜİK varken enflasyonu düşüreceğim diyorsunuz. Enflasyon hedefleri açık olsun ama hangi enflasyon? Biz vatandaşın enflasyonundan bahsediyoruz, biz vatandaşın karşı karşıya kaldığı zamlardan bahsediyoruz.

Faruk Aksoy: Çarşıdaki pazardaki rakamlardan bahsediyorsunuz yani…

Ali Babacan: Çarşıdaki pazardaki gerçek tablodan bahsediyoruz. Evine en ufak bir gıda alışverişi yapan, şöyle bir ekmek, peynir, zeytin alan herkes biliyor ki bir yıllık enflasyonun öyle %47 falan olması hikaye. Böyle bir şey yok. Üstelik...

Hülya Hökenek: Yanlış nerede? Mesela nerede yanlış yapılıyor? Yanlış nerede mesela? Siz bize onu söyleyin, deyin ki yani arkadaşlar bugün seçimi biz kazandık, ben ekonomiden sorumluyum, bir ittifak paybaşıyım. Bakın şurada yanlış yapıldı, yani yeni dönem için söylüyorum, şu iki iki buçuk aylık izleme için söylüyorum.

Ali Babacan: Şöyle, şu anda Türkiye'nin ekonomisi sadece ekonomi yönetimiyle düzelmez. Çünkü hukuk, adalet eğer düzgün değilse bir ülkede gelir ekonomiyi vurur. Eğer eğitim sistemi düzgün çalışmıyorsa gelip ekonomiyi vurur. Dolayısıyla biz Türkiye'yi yönetmenin tamamına talibiz. Ve seçimlerden önceki bütün hazırlığımız da DEVA Partisi olarak da içinde bulunduğumuz grupta Türkiye'yi yönetmeye talip. Sadece ekonomiye talib değil. Çünkü ekonomide siz ne yaparsanız yapın kendi başına o alanda diğer alanlar ekonomiyle ilgili destekleyici, ekonomiyi besleyici politikalarla donatılmazsa orada başarılı olmak mümkün değil.

Kaldı ki şu anda sadece bakın Merkez Bankası'ndaki değişikliklerden bahsediyorum. Mesela BDDK Merkez Bankası Başkanı önceki başkanı enflasyonun patladığı dönemde, Merkez Bankası Başkanı olan insanı tuttular BDDK'nın başına da atadılar. Değil mi? Yani BDDK'nın aldığı kararlar en az Merkez Bankası kadar önemli şu anda. Yani eğer mesele para politikasını ya da kredi politikasını sıkmak ya da geliştirmekse BDDK'nın da en az Merkez Bankası kadar elinde enstrümanlar var. Merkez Bankası'ndaki başkan tuttu, BDDK başkanı yaptılar. Ne anladık? Merkez Bankası burada ne kadar çaba gösterirse göstersin eğer BDDK onunla aynı çizgide destekleyici adımlar atmazsa bu iş olmaz. Enflasyon falan düşmez bu ülkede. Bunların hepsi bir bütün. TUİK, dürüst bir şekilde, şeffaf bir şekilde, açık bir şekilde enflasyonu ölçmezse ne yaparsanız yapın zaten söylenenler bir yalan dünyası.

Faruk Aksoy: Bu söyledikleriniz daha iyi anlaşılsın ya da biz de tam olarak anlayalım diye bir şey hatırlatacağım size. Gazeteci arkadaşlarımız vardı seçimden önce bir toplantı yaptınız. Ben de gelmiştim o toplantıya. Sonra o toplantıda o günkü ekonomik şartlar onlar da sorduk, konuştuk. Ben size o gün demiştim ki Sayın Cumhurbaşkanı ile siz uzun yıllar birlikte çalıştınız. Fakat Sayın Cumhurbaşkanı 2012-2013'ten bu yana farklı bir siyaset, farklı bir söylem içinde. Ve Türkiye'de o tarihten bu yana epey işler karışmış durumda. Yani Türkiye'de ciddi problemler yaşandı. Şimdi ekonomiye dair açıklamalarınıza bakıyorum. Diyorsunuz ki sadece Merkez Bankası Başkanını değiştirmek ya da Hazine Maliye Bakanını değiştirmek bir kadroyu değiştirmekle olmuyor. Bir bütün olarak Türkiye'ye bakılıyor. Siz şunu mu diyorsunuz? O günde söylemiştiniz. 2013 yılında, 2012-2013 yılında belki de Sayın Cumhurbaşkanı'nın o zaman Başbakan'dı. Yani o süreçte ayrılması gerekiyordu. O toplantıda söylemiştiniz.

Ali Babacan: 3 dönemi dolmuştu. Evet, 3 dönem dolmuştu.

Faruk Aksoy: Ayrılması gerekiyordu demiştiniz. Şimdi bugün şunu mu diyorsunuz bize? Sayın Cumhurbaşkanı seçildi ve bu ülkeyi yönetiyor. Ama o yönettiği müddetçe hangi kadroları nereden kim değiştirirse değiştirsin, Türkiye'de işler yoluna girmez mi? İddianız bu mu? Bunu mu söylüyorsunuz?

Hülya Hökenek: Ve üzerinde de 2023'te bir tweet atıyorsunuz yine şöyle 25 Nisan'da. Diyorsunuz ki ‘seçime kadar Sayın Mehmet Şimşek'in isminden istifade ederler. Ancak günü geldiğinde gereken alan açılmayacaktır. Biz bu zihniyeti iyi tanıyoruz’ diyorsunuz. Ve siz bugün de o gereken alanın açılmadığına ve açılmayacağına inananlardansınız. Sanırım aynı yerde duruyorsunuz.

Ali Babacan: Kesinlikle kesinlikle… Evet. Bakın ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Üstelik Cumhurbaşkanı'nın veya Başbakan'ın öyle tek imzayla aklına eseni yapabileceği bir dönemde değil. İlgili Bakan'ın ya da Başbakan Yardımcısı'nın yani benim imzamı olmadan hiçbir adımın atılmadığı, atılamadığı bir dönemde ben bir görev yaptım. Ama nasıl yaptım? Bütün ekonomi birimlerine ehil ve dürüst insanları getirerek yaptım. Nasıl yaptım? Sadece ekonomide değil aynı zamanda ilk başmüzakereci olarak Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'nin reformlarına öncülük ederek bunu yaptım. 2005-2008 hatırlarsanız benim hem Hazine Bakanı olduğum daha sonra aynı zamanda Dışişleri Bakanı ile beraber Avrupa Birliği Başmüzakerecisi oldum. Yani Avrupa Birliği Bakanı olduğum dönem ve eğer biz o dönemde Avrupa Birliği reformları çerçevesinde her alanda ama her alanda yani 33 fasılda ilerleme göstermeseydik, Türkiye'yi her alanda daha yüksek standartlara ulaştıracağımızın planını programını yapıp o plan program çerçevesinde adımlar atmasaydık o dönemin ekonomik başarısı bu kadar büyük olmazdı. Yani o dönem biliyorsunuz Türkiye tarihinde tescil edilmiştir. Yani hele hele o 2002-2007 toplam faktör verimli dediğimiz çok sıhhatli, çok sağlıklı bir büyümenin, kaliteli bir büyümenin gerçekleştiği bir dönemdir. Ama o dönem eş zamanlı olarak sadece ekonomide değil pek çok alanda iyi adımların atıldığı dönemdir.

Dolayısıyla biz DEVA Partisi'ni kurduğumuz günden itibaren ne yaptık? O Avrupa Birliği tecrübemizde de ekonomi yönetici tecrübemizde de nasıl 33 fasıl varsa Avrupa Birliği'nde biz de tam 23 eylem planıyla Türkiye'nin her alanında ama her alanında yapılması gerekenleri hazırladık. Ha şunu da söyleyeyim seçimlerden hemen sonra hemen 1-2 hafta sonra hükümet kurulduktan sonra ben ne yaptım? Bu eylem planlarından Sayın Cumhurbaşkanı'na, Cumhurbaşkanı yardımcısına ve bütün bakanlara birer set gönderdim. Kapak mektubuyla beraber dedim ki burada bir göz nuru var, elemeği var, akıl teri var. Umarım ki buralardan istifade edersiniz icraatınızda dedim. Daha sonra 600 milletvekiline gönderdim. Şimdi bütün oda ve borsa başkanlarına bunları gönderiyoruz. Diyoruz ki bizim varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun diyoruz. Bütün bu elemeğe, göz nuru, akıl teri çalışmamızı icranın başında olan, yasamada olan ve aynı zamanda da sivil toplumun başında olan insanlara gönderiyoruz ki. Bir sonraki seçime kadar, bir sonraki seçime kadar hiç olmazsa bunları uygulamayın.

Hülya Hökenek: Geri dönüşler alıyor musunuz böyle. Yakın çalışma arkadaşlarınız da var sonuçta en nihayetinde belli kurumların başında.

Ali Babacan: Tabii ki ben o eski çalışma arkadaşlarımızdan bakan olanları zaten aradım tebrik ettim. Hayırlı olsun dedim. İşiniz kolay değil biliyorum.

Hülya Hökenek: Sayın Meme Şimşek'i aradınız mı?

Ali Babacan: Aradım tabii. Cevdet Yılmaz'ı aradım. Başka bakanlar da vardı. Hukukumuz ne oldu? Düzgün işler yapabileceğine inandığım insanlar var şu anda kabinede. Fazla değil. 4-5 kişi. Daha önce tanıdım yani.

Faruk Aksoy: Diğerleri düzgün işler yapmazlar anlamına mı geliyor bu?

Ali Babacan: Hayır diğerlerini tanımıyorum dedim ya. Ama bu arkadaşlar düzgün iş yapma çabasında olabilecek arkadaşlar. Ama hangi şartla kendilerine alan açılırsa, imkan tanınırsa, kendi kadrolarını kurabilirlerse, eğer kendi kadrolarını kuramazlarsa, daha önceki o rasyonelite dışı dönemden gelen kadrolarla çalışmaya mecbur bırakılırlarsa, başarı mümkün değil. Kaldı ki dediğim gibi sadece ekonomiyle de olmayacak. Bugün Türkiye'nin diyelim ki hukuk ve adalet konusunda Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği ve aynı zamanda Avrupa Konseyi standartlarını hedefleyen bir reform çabası olmadan mümkün değil. Biliyorsunuz Türkiye'de bir yargı reformu gerekiyor değil mi? Bakın yargı reformuyla ilgili biz hazırladık. Burada 10 numaralı bir eylem planı bu. Burada 198 tane adım var. Avrupa Birliği çalışmalarıyla alakalı ve Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarında bir yargı sistemine sahip olması ile ilgili. Her şey var burada. 198 tane atılacak adım. Adalet Bakanı'na da gönderdim bunu. Dedim ki tanımıyorum kendisini ama dedim ki yani mektupta umarız ki istifade edersiniz. Umarız ki bunlar faydalı olur.

Hülya Hökenek: Siz şimdi ekonomide çok önemli bir noktadaydınız. Çok uzunca bir dönem Adalet ve Kalkınma Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yol arkadaşıydınız. Şimdi ben merak ediyorum mesela o telefon görüşmesinde Sayın Cevdet Yılmaz'la, Sayın Mehmet Şimşek'le konuştuğunuzda o konuşma kısa bir konuşma olmamıştır diye düşünüyorum.

Ali Babacan: Yok kısa kısa. Çok kısa. Yani bir iki dakikalık konuşmalar. Hayırlı olsun. Tebrik ediyorum. Sizlerin kabinede yer almanıza sevindim. Ama işiniz zor. Allah kolaylık versin. Bu kadar.

Faruk Aksoy:  Bunu ekliyorsunuz. ‘İşiniz zor’ diye ekliyorsunuz yani.

Ali Babacan: Zor olduğunu, zor olacağını biliyoruz. Çünkü zaten ekonomi berbat bir durumda. Bakın, emekli maaşlarının geldiği noktaya bakın. En düşük emekli maaşı değil mi? Temmuz'da da zam vermediler. 7.500 lira ile devam ediyor.

Hülya Hökenek: Şimdi yine zam bekleniyor galiba. Bir ara zam... İşte 10.000 lira olabileceği en düşük emekli maaşının konuşuluyor ama... Büyük bir şey yok.

Ali Babacan: Umut, vaat ama bir şey yok.

Hülya Hökenek: Yani bilemiyoruz.

Ali Babacan: Bütün maaşlar arttı biliyorsunuz 1 Temmuz'da ama en düşük emekli maaşına zam yapılmadı. 7.500 lira devam ediyor. Bakın şu açlık sınırı artıyor. Bu TÜRK-IŞ’in ilan ettiği açlık sınırı. Bu da en düşük emekli maaşı. Makas getikçe açılıyor. Yani en düşük emekli maaşıyla açlık sınırı arasındaki makas getikçe açılıyor. Aynı şey asgari ücret için de geçerli. Üstelik asgari ücret 1 Temmuz'da arttırıldı değil mi? Bakın, açlık sınırına bakın, asgari ücrete bakın. Açlık sınırı durmadan artıyor. Asgari ücreti arttırıyorlar. Ama hemen bir süre sonra makas açılıyor. Asgari ücret artıyor, bir ay sonra asgari ücret gene açlık sınırının altına iniyor.

Hülya Hökenek: Bir dejavu yaşanıyor, bir sarmal var diyorsunuz.

Ali Babacan: Kesinlikle. Sonra kur korumalı mevduat değil mi? Kur korumalı mevduat o kadar berbat etti ki ekonomik dengeleri. Sadece 2 ayda yaklaşık 400 milyarlık bir kur korumalı mevduat için kur farkı ödenecek. Ve bu farkın tamamını şimdi Merkez Bankası'na ödetiyorlar. Merkez Bankası bu parayı nereden buluyor? Para basıyor. Para basarak ne oluyor? Bütün vatandaşlarımızın cebinden, sizlerin Türk lirası cinsinden geliri olan, sabit geliri maaşı olan memuru, işçisi, emeklisi fark etmiyor. Herkesin gelirinden alıyorlar, para basıyorlar çünkü enflasyon yoluyla. Herkesin satın alma gücünü düşürüyorlar. Bankada parası olan kur korumalı mevduata para yatırmış, insanlara onu yönlendiriyorlar. Ve üstelik rakamlar gizli ancak tahmin ediyoruz 400 milyar mesela. Açıklamıyorlar yani. Şimdi bu rakamları veriyorsunuz. Bu zihniyetle, bu ekonomi yönetimine ancak ne olur? Orta direk çöker. Ki Türkiye'de şu anda orta direk çöktü. Ne var? Az sayıda zengin, çok sayıda yoksul, görevi yoksul ya da aşağı yoksullar. Yani rahmetli Özal’ın tarif ettiği orta direk, orta kesim Türkiye'de çökmüş durumda.

Faruk Aksoy:  Sayın Babacan bunların hepsini seçimden önce bir buçuk yıl boyu aralıksız konuştuk, tartıştık. Siz de Habertürk başta olmak üzere birçok televizyon kanalına konuk oldunuz ve bunları anlattınız.

Ali Babacan: Hepsini anlattık.

Faruk Aksoy:  Sonra biz Türkiye olarak sandığa gittik. Hem de iki kere gittik ve siz kaybettiniz. Bunları anlatıyorsunuz. Bunları son derece doğru grafikler olarak, rakamların hepsi doğru getiriyorsunuz. Bunları gösteriyorsunuz. Ama millet şöyle diyor. ‘Millet İttifakı'nın değerli üyeleri. Biz Recep Tayyip Erdoğan'a oy vereceğiz’ diyor ve gitti oy verdi. Niye böyle oluyor? Bu anlattığınız şeylere bu halk niye inanmıyor?

Ali Babacan: Şöyle tabii bu vatandaşlarımız kimin hangi anlattığına ne kadar inanıyor ne kadar inanmıyor. Bunu tabii seçim sonucuna bakarsanız söylüyorum ben bunu. Yoksa öyle bir iddiam yok. Yani 6 parti beraberce seçime gittik. Ve ikna edebildiğimiz vatandaşlarımızın yüzdesi %48'e kaldı. Yani %48 inandı yani.

Hülya Hökenek: Ali Bey Sizce doğru muydu? Altılı masa doğru muydu? O proje doğru muydu?

Faruk Aksoy:  O proje doğru muydu?

Ali Babacan: Yani şu açıdan şimdi bu dünyada otoriterleşen rejimlerin değişmesi için güç birliği gerekiyor. Yani iyi çalışan demokrasilere baktığımızda ya da bizim gibi orta halde demokrasilere baktığımızda otoriterleşen bir rejimin değişmesi için bir güç birliği gerekiyor. Bu güç birliği oluşturan ülkelerde bazen bu güç birliği başarılı oluyor. Bazen başarısız oluyor. Bazen de seçimi kazanıyor ülkeyi yönetmeye beceremiyor. Dolayısıyla biz tarihin doğru zamanında ve doğru yerde durduğumuza kesinlikle inanıyoruz. Çünkü biz demokrasiden yana tutum aldık. Otokrasiden yana değil. Çünkü biz Avrupa Birliği standartlarında Avrupa Konseyi standartlarında bir hukuk düzeninden bir yargı düzeninden tarafa tutum aldık.

Hülya Hökenek: Bugün olsa aynı formülün içinde bulunurdum diyorsunuz o zaman değil mi? Altılı masa noktasında. Yani altılı masa ittifakının bir önemli paydaşıydınız. Bugün olsa yine o formül içinde bulunurdum diyorsunuz.

Ali Babacan: Sonuçlara bakıp da ondan sonra dönüp değerlendirmek genelde tarihçilerin yapmamak istediği bir şey. Yani sonuçlara bakıp tekrar geçmişe doğru kararları gözden geçmek. Tarihçiler pek bunu yapmıyor. Siyaset bilimciler yapıyor ama tarihçiler yapmıyor. Açıkçası geçmişe doğru baktığımızda çok iyi hazırlıklar yaptık. Yani anayasa değişikliğimizi hazırladık. Hhükümetin elinde hiçbir şey yoktu, hala yok değil mi? Sayın Erdoğan diyor ki yeni anayasa diyor elinde bir maddelik bir şey yok. Biz 84 maddelik anayasa değişikliği hazırlığımızı yaptık. Ne yaptık? 2300 maddelik ortak politika metnimizi hazırladık. Hem de tam mutabakatla yaptık. Biz bunları yaptığımızda hükümetin elinde hiçbir şey yoktu. Çok sonraları bir seçim beyanamesi açıkladılar. Yani seçim beyanamesindeki açıkladıkları dişe değer şeylerin hepsi bizim zaten yazdığımız, ilan ettiğimiz şeyler. Dolayısıyla entelektüel hazırlık program ve kadro olarak biz çok daha hazırdık. En azından DEVA Partisi olarak çalıştık.

Hülya Hökenek: Ama seçimi kaybettiniz. Net.

Ali Babacan: Seçimi kaybettik, evet.

Hülya Hökenek:  Siz seçimi biz kaybetmedik, kazanamadık diyenlerden misiniz yoksa biz seçimi kaybettik ve kazanamadık diyenlerden misiniz? Yani siz de Sayın Kılıçdaroğlu öyle dedi ya, sayın Kılıçdaroğlu öyle söyledi cümlesi şu, kaybetmedik ama kazanamadık dedi.

Ali Babacan: Anladım şimdi, tamam şimdi daha iyi anlatayım. Ya şöyle sonuçta %48'de kaldı. Yani ikna edebildiğimiz, bize destekleyen vatandaşlarımızın sayısı iktidara almamız için eksik kaldı. Peki ama bunda hiç bizim suçumuz yok mu? Yanlışımız yok mu? Tabii ki var.

Hülya Hökenek: Neden kaybettiniz mesela? Lütfen bunları bir açıklayın şimdi. Çok uzun süre sessiz kaldınız.

Ali Babacan: Erdoğan aldattı, montaj videolar gösterdi. Dar toplum kesimlerine yalan yanlış böyle bilgi pompaladılar. Aynı Brexit'te olduğu gibi, aynı Trump'ın seçimlerinde olduğu gibi. Bunların hepsini yaptılar. Onun için helalden kazanmadılar ama biz de...

Faruk Aksoy:  Halk buna inandı mı diyorsunuz bunlara? İddianız buysa bunlara. Anadolu halkının her fırsatta bir irfanından falan bahsediyorsunuz. Bütün siyasiler böyle söylüyor. Hayır yani toplum böyle diyor. Ama bir taraftan da diyorsunuz ki işte topluma bazı siyasiler yanlış bilgiler verdi ama toplum ona inandı diyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi? Aynı zamanda sosyoloji açısından da.

Ali Babacan: Şöyle bunu nasıl yaptığınıza bağlı. Şimdi özellikle mesela birkaç örnek vereyim. Balıkesir değil mi? Bizim Balıkesir milletvekili adayımız seçildi Burak Bey. 15 Mayıs'ta yani 14 Mayıs'ın hemen ertesi günü Ankara'da toplandığımızda dedi ki ‘Benim aklım durdu dedi. Çünkü dedi bir dezinformasyon kampanyası yapmışlar sadece Balıkesir'de. Eğer bunlar seçimi kazanırsa, Millet İttifakı seçimi kazanırsa bunlar Çanakkale Köprüsü'nü yıkacak ve İzmir'e Yunan bayrağı dikilecek. Ve insanlar buna inanmıştır.’ Dedı. Ve bunu seçime böyle birkaç hafta kala yaptılar. Bunu düzeltme, imkanı olmayacak…

Faruk Aksoy:  Köprüyü yıkacaklar ve Yunan bayrağı dikecekler. Böyle bir söylenti ben ilk kez duyuyorum yani.

Ali Babacan: Çünkü oraya özel. Çünkü oraya özel. Kim neden çok korkuyor? Bir başka örnek Afyon bizim Hatice Hanım daha önce AK Parti'de de milletvekilliği yaptı. Üniversite mezunu bir mezunlar grupları var 400 kişilik Whatsapp grubu. Ve bu gruba bir arkadaşları şunu yazmış. ‘Millet İttifakı kazanırsa Sivas'a artık pasaportla gitmek zorunda kalacağız. Çünkü ülke bölünecek.’ Ya diyor benim diyor üniversite mezunu arkadaşlarının buna inanı verdi diyor. Çünkü öyle malzemeler kullanıyorlar ki. Ve o kadar hedefli toplum kesimlerinde o kadar detaylı ve onların korkacağı şeyleri gösteriyor. Birkaç hafta kala birden psikoloji değişiyor. Tabi ki %100 değil vatandaşımızın ama seçimi kazanmaya yetecek bir oranda insanları etkiledikleri anda iş değişiyor.

Hülya Hökenek: Bu mesela yüzde kaçını oluşturuyor?

Ali Babacan: Trump'ın kazanmasının aynı metodu bu. Brexit'teki aynı metotlar bunlar. Kritik zamanlama. Seçime 2-3 hafta kala. 2-3 hafta kala seçilmiş dar toplum kesimlerine en çok korkacakları şeyleri gösteriyorsunuz. Korkutuyorsunuz. Şöyle bir sarsıyorsunuz onları. Zaten 3-5 puan değiştiği zaman seçimin sonucu değişiyor.

Hülya Hökenek: Ali Bey şöyle masadan kalkanlar oldu. Seçim 2. tura. Özür dilerim seçim 2. tura.

Ali Babacan: Ben ona geleceğim şimdi. Tam ona geliyorum.

Hülya Hökenek: Seçim 2. tura geldiğinde. Yani bir ittifak denkleminde söylem değişikliği oldu. Tabi. Bir mütabakat oldu. Mütabakat metninin ne olduğunu biz sonra Sayın Ümit Özdağ'dan öğrendik. Mevzu şu. Ben bu seçim neden kaybedildi? Yanlışlar neydi? Geriye dönüp baktığınızda böyle oturup konuştuğunuzda kurma ekibinizle, il başkanlarınızla. Şimdi sahada olduğunuzu da biliyorum. Çok gözükmüyorsunuz, sessiz duruyorsunuz ama sahadasınız yerel seçimler için. Onu da biliyorum. Takip de ediyorum zira ama gözükmüyorsunuz. Bu da ilginç. Bunu sorduğumda siz hemen mesela montaj videolarını söylediniz. Ben biraz altılı masayı bir deşim istiyorum. Size dair de çok eleştiriler vardı. Hepsini soracağız biz Faruk'la ama öncelikli olarak.

Ali Babacan: Şimdi Faruk Bey o kısma biraz girince ben de girmek zorunda kaldım. Tam da bahsettiğinize geleni. Peki biz nerede hata yaptık? Biz 6 parti olarak bu ülkeyi uyum içerisinde yöneteceğimizle alakalı. Yani kavgasız, gürültüsüz tam bir uyum içerisinde yönetebileceğimizle alakalı gerekli güveni vatandaşlarımıza vermedik. Veremedik.

Hülya Hökenek: Gerekli güveni.

Ali Babacan: Gerekli güveni veremedik.

Hülya Hökenek: Buradan bir çatışma çıkar.

Ali Babacan: Yani bu 6 parti uyum içerisinde sorumsuz bir şekilde, tam bir mutabakat içerisinde bu ülkeyi yönetebilir konusunda gerekli, yeterli güveni veremedik.

Faruk Aksoy:  Yurttaş size inanmadı bu anlamda.

Ali Babacan: Yani inananlar %48'e kaldı diyelim. Yani rahatlıkla bir 5-10 puanını daha ikna edebilir idik, rahatlıkla. Yani işte her bir puan dediğimiz yaklaşık 600 bin kişilik bir seçmen kitlesi. Yani 600 bin kişilik seçmen kitlerini ikna ederek gittiğinizde 1 puan, 1 puan, 1 puan hemen dengeler değişebiliyor. Yani bu konuda maalesef o güveni oluşturamadık. Yani yazılı belgelerle ortaya koyduk, şimdiye kadar demokrasi tarihimizde yapılmayan bir işi başardık. Yani bu oluşturduğumuz ki benden başka pek gösteren de yok artık bunlar ama bu anayasa metniyle, ortak politikalar metniyle ilk defa yazılı olarak taahhütlerimizi ortaya koyduk. Ama bu yazılı taahhütlerin gerektirdiği ortak dil, uyum bunu maalesef vatandaşlarımıza ispat edemedik.

Hülya Hökenek: Ali Bey o kadar önemli bir şey söylediniz ki şimdi, bakın yaklaşık 3 ay oldu. Sessizliğinizde böyle bozuyorsunuz, çok önemli bir şey söylediniz. Ya bu altılı masa formülü demokrasi adına, Türkiye demokrasisi adına önemli bir gelişmeydi. Ben burada vardım, varım, yarın da var olabilirim. Eleştiri yaparken altılı masaya, şunu da sizi de biliyorum eleştiri de gelişimi beraberinde getirir, önemlidir. Siz diyorsunuz ki bir çatışma görüntüsü çıktı demeye getiriyorsunuz. Bir güven veremedik demeye getiriyorsunuz. Burada mesela en temel olay neydi mesela? Sayın Akşener'in masadan kalkması mı? Yoksa zaman zaman o 6 partinin liderlerinin yaptığı birbirinden habersiz farklı açıklamalar mı?

Faruk Aksoy: Kadrolarınızın net olmaması mı? Kamuoyuna en azından bakanlar kurulunuz hakkında eğer seçim alırsanız kim olacaklar? Nasıl bir yönetim olacak? Bunlar tam anlatılamadı mı?

Hülya Hökenek: Ya da mesela Sayın İmamoğlu'nun sürekli masada olması, isminin Sayın Mansur Yavaş'ın masada olması, Sayın Kılıçdaroğlu ya da son güne kadar liderin açıklanmaması mı? Güven vermedik demek çok önemli bir siyasi öz eleştiri.

Ali Babacan: Yeterince. Yeterince. Yeterince veremedik

Hülya Hökenek: Yani tamam onu şimdi diyorsunuz. Bence öyle. Tabii. Bu güven veremedik demek şöyle bir algı. Çatışma çıkar buradan. Kim hangi bakanlığı alacak? Yani herkesin bir şekilde bir iktidar savaşı olabilir orada. Bu algı toplumda oluştu demek ki. Bunu neye bağlıyorsunuz güven veremedik derken? Bir taraftan 6'lı masada Türkiye demokrasisi için önemli diyorsunuz. Diğer taraftan da güven veremedik derken, spesifik bize örnek verebilir misiniz olaylar nezdinde?

Ali Babacan: Şimdi spesifik örnekler tabii bizim eski ortaklarımızla ilgili ya da kendimize ilgili pek çok olumsuz değerlendirmeyi de içerecektir. Bir de bir prensim var. Yani partimizdeki eski yol arkadaşlarımıza da ya da bu 6'lı masadaki o eski yol arkadaşlarımıza da bu ayrılıklardan sonra ben hiç olumsuz bir şey kullanmıyorum. Olumsuz yorumlar yapmıyorum.

Hülya Hökenek: Konuştunuz mu? Görüşüyor musunuz?

Ali Babacan: Yani şöyle görüşüyor muyuz? En son bayramda bir telefon trafiği oldu. Bayramda telefon trafiği yaptık.

Faruk Aksoy: Ama hükümetle ilgili eski yol arkadaşlarınız hakkında konuşuyorsunuz tabii. Yani onlarla ilgili eleştiri yapıyorsunuz doğal olarak.

Ali Babacan: Ama onlar iktidar ya. Memleket meselesi.

Faruk Aksoy: Eski çalışma arkadaşlarımla ilgili çok fazla şey yapmıyorum diyorsunuz ya.

Ali Babacan: Ama şöyle onlar iktidardalar ve yanlış şeyler yapıyorlar. O memleket meselesi. Burada bir memleket meselesi yok. Burada eski bir beraber çalışma hukuku var. Ama beraber yani onun memlekete olumsuz bir şeyi yok.  Ama öbür tarafta yani hükümet tarafında onlar iktidar ve yanlış yapıyorlar. Yanlış yapacaklar da. Yani ben oradaki düşünceyi, zihniyeti, kural tanımazlığı iyi bildiğim için başarının gelmeyeceğini gayet iyi biliyorum. Yani kural bazlı yönetim olmadıktan sonra, şeffaflık olmadıktan sonra, hesap verebilirlik olmadıktan sonra başarılı olmak mümkün değil. Yani ben kural koyayım ve koyduğum kurala da uyuyalım. Böyle bir düşünce yapısı yok şu anda. Sayın Erdoğan'ın böyle kural koyalım ve kurala hep beraber uyuralım. Öyle bir dünyası yok. Kuralı vesayet olarak görüyor. Kendini bağlayan şeyleri olarak görüyor. Ben aklıma geleni yapmalıyım diyor. Dolayısıyla orada başarısızlık oluyor. Memleket meselesi.  Dolayısıyla onları tabii ki konuşacağız. Çünkü bu ülke hepimizin yani. Yanlış işler yapıyorlar ve biz onu daha iyi yapmaya talibiz, adayız. Yani orada bambaşka bir dünya.

Hülya Hökenek:  Oraya geleceğim Sayın Başkan. Şimdi güven meselesine bir gelelim. Yani bu çok önemli bir şey. Yani tabii. Şimdi öyle bir siyasi iklim yaratıldı ki orada. Doğru mu? Yani biz 6'lı masayı ve ittifak denklemini konuşurken bizim böyle beklentimiz çoktu. Yani bir kere bu ülkede ciddi bir sıkıntı var. Ekonomi meselesi gündemde. Ekonomik kurmaylarını görmek istiyoruz. Her parti kendi ekonomi kurmayını öne çıkartıyordu. Her parti kendi programıyla. Orada o paydaşların birliği çok net görülmedi. Doğru mu? Siz mesela neden güven meselesi dediniz? Yeterince güven veremedik dediniz. Ne oldu? Yani nerede hata yapıldı?

Ali Babacan: Tam da o söylediğiniz sebeple. Yani her partinin farklı kadroları var. Yarın altı partiden, altı kafadan ayrı ses çıkmasın. Dolayısıyla önce politikalarda uzlaşalım. Hatta adayımız belirlenmeden önce bunları yapalım ki aday, cumhurbaşkanı adayı sorulara cevap verirken ya da ülkeyle ilgili iddialarını ortaya koyarken sadece kendi dağarcıyla konuşmasın. Altı partinin mutabık olduğu zemin üzerinden konuşsun dedik mesela bu çok önemliydi. Burada yine bütün bu politikaları yazılı hale getirmemizin en önemli sebeplerinden birisi de kişilerden bağımsız hale getirmekti. Buraya diyelim ki biz bir ekonomi politikası yazmışız, hukuk adalet politikası yazmışız. Yarın adalet bakanı kim olursa olsun altı partinin ortak, mutabık kaldığı yapacağı reformlar bunlardır. Bunları ilan ettik biz. Yani kişilerden ve isimlerden bağımsız hale getirmeye çalıştık ki güven olursun diye. Bunları yapmasaydık zaten yüzde 48 bile hayaldi ben söyleyeyim. Yani yüzde 48 bile alamazdık yani öyle bir şey bile mümkün olmazdı.

Hülya Hökenek:  Sayın başkan bugün Mehmet Şimşek'in bir ismi var. Siz bugün ekonomi yönetimini bugün bugünün Türkiye'sinde ben sayın Şimşek'in bir algısı var batıda da değil mi? Yani olumlu bir algısı var. Sizin olumlu bir algınız var. Kişilerden bağımsız ekonomi açısından söylüyorum tırnak içinde yani kişilerden bağımsız nasıl düşünülebilir bugün bugünkü sistemde? Yani Türkiye'yi iyi tanıyorsunuz. Türkiye toplumunu iyi tanıyorsunuz. İsmin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Ekonominin kaptanı kim olacak diye soru sorduğumuzda total cevaplar veriliyordu.

Ali Babacan: Ama o isimler nasıl oluştu? O isimler nasıl o algı nasıl yerleşti? Önce onu bir analiz etmek lazım değil mi? Şimdi Sayın Şimşek 2007'de bizim sisteme dahil oldu. Hatta Sayın Erdoğan'la Londra'da ben tanıştırdım kendisini.

Faruk Aksoy: Siz daha önceden tanıyordunuz.

Ali Babacan: Daha önceden tanıyorduk tabii. Erdoğan'la Londra'da şöyle bir üçlü buluştuk. Daha sonra dedim.

Hülya Hökenek:  İngiltere'de Londra'da buluştunuz. Sayın Erdoğan'la Sayın Şimşek'i tanıştırdınız.

Ali Babacan: 2007'den önce oluyor bu. Ve aslında biz kendisine önce bir Merkez Bankası Başkanı yapmaya çalıştık. Belki hatırlarsınız o günleri. Daha sonra o günkü Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer bir şekilde uygun görmedi. Ondan sonra 2007 seçimleriyle beraber biz Mehmet Bey'i siyasi sisteme kattık. Seçimlerden sonra da bakan oldu. Yani 2007'de sisteme girdi. Ve Sayın Erdoğan'la da ben tanıştırdım. Ama o isimler o kredibilite nasıl oluşuyor? Onu bir tabi analiz etmek lazım. Biz yıllarca ne yaptık? Ekonomik programlarda çalıştık. Yani ekonomik programlar yaptık, açıkladık. Trenin raylarını döşedik. Ondan sonra trenin o raylarda ilerlediğini de dünya aleme gösterdik. Ve programla çalıştık. Şu anda Türkiye'nin bir ekonomik programı yok. Açıklanmış program yok. Bunca zam yapıldı. Bu kadar vergi arttırıldı. Merkez Bankası'na insafsızca para bastırılıyor şu anda hala. Kur farkında Merkez Bankası'na bastırmaya başladılar.

Hülya Hökenek:  Hafize başkan İki saat toplantı yaptı. Soruları cevapladı. Bütün gazetecileri programı açıkladı. Bir yol haritasını açıkladı. Açıklamadı mı? Bilmiyorum.

Faruk Aksoy: O zaman Sayın Şimşek şu anda yanlış mı yapıyor? Sayın Babacan şu anda Mehmet Şimşek yanlış yolda mı?

Hülya Hökenek:  Varsa yanlışımızı düzeltin algı olarak.

Ali Babacan: Şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ekonomik programı yok ben onu söylüyorum.

Faruk Aksoy: Şimdi de mi yok?

Ali Babacan: Evet. Varsa işte arkadaşlar çıksın açıklasın bizim ekonomik programımız şudur desinler.  Şu anda yok.

Hülya Hökenek: Açıkladıkları neydi peki? Ben merak ediyorum.

Ali Babacan: Açıkladıkları sadece bir enflasyon raporu. Enflasyon raporu da bizim zamanımızda başlayan bir rapor. Önceden öyle bir şey de yoktu. Yani Merkez Bankası'nın periyodik olarak çıkıp kendi enflasyon tahminiyle ilgili hesap verebilirlik çerçevesinde tahminlerini açıklaması ve o tahminler çerçevesinde enflasyonla mücadele için kendi görev alanında neler yapacağıyla ilgili.

Faruk Aksoy: Ya şu anda rezervleri artırma, sıkı para politikası, önce boş kasaya para koyma ve tabi bunlar yapılırken de ciddi anlamda piyasaya zam. Yani burada bu derin geçiş sürecinde sizin teklifiniz neydi ki başka ne yapabilirdiniz? Mesela siz yönetime gelseydiniz ya da İYİ Parti'nin ekonomi bakanı olarak düşünülen Bilge Yılmaz, Sayın Yılmaz gelseydi mesela. Siz Mehmet Şimşek'ten, Sayın Şimşek'in bugünkü ekonomi politikaları dışında sihirli bir değneğiniz mi vardı? Gerçekten ne yapacaktınız hikayeden?

Ali Babacan: Bakın, şu ana kadar açıklanan sadece Merkez Bankası'nın faiz artışı ve vergiler ve zamlar. Ama bunların hepsinin bir büyük ekonomik programın parçası olması lazım. Yani sizin bütçe hedefiniz olması lazım.  Sizin yapısal reformlarla ilgili bir yapılacaklar listeniz olması lazım. Bir taahhüt listeniz olması lazım. Sizin BDDK kanalıyla ve Merkez Bankası kanalıyla makro ihtiyari tedbirlerle alakalı bir vizyonunuzun olması lazım. Bir ekonomik program, bütün koskoca bir çerçeve. Merkez Bankası bunun bir kısmı sadece. Maliye Bakanlığı'nın vergiyle ilgili yaptıkları iş sadece bir kısmı. Bankacılık ayrı bir kısım. Yapısal reformlar ayrı bir kısım. Bütün bunların birbiriyle konuşan, birbiriyle uyumlu bir şekilde tasarımı ve gerçekçi hedefler bazında yapısal reformlarla beraber ilan edilmiş haline ekonomik program denilir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ekonomik programı yok. Dikkat ederseniz Cevdet Yılmaz da ne dedi? ‘Bir orta vadeli program üzerinde çalışıyoruz’ dedi. ‘Eylül ortası gibi açıklamayı düşünüyoruz’ dedi. Değil mi? Demek ki neymiş? Yeni yeni bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Peki bu ekonomik program açıklanınca bakacağız. Bu gerçekçi mi? Bu tutarlı mı?

Faruk Aksoy: Siz onu bekliyorsunuz. Yani bir ekonomik program açıklanacak Cevdet Yılmaz tarafından ya da Şimşek tarafından.

Ali Babacan: Bunu Cevdet Yılmaz koordine ediyor.

Faruk Aksoy: Ondan sonra tam olarak değerlendireceksiniz. Bu ülkenin bir ekonomik programı var ya da yok diyeceksiniz.

Ali Babacan: Şu anda Cumhurbaşkanlığı'na yardımcı olarak Cevdet Yılmaz, orta vadeli programın koordinasyonu o yapıyor. Hazine Maliye Bakanlığı'yla ilgili pek çok konu var tabii ki ekonomik program. Ama aynı zamanda Ticaret Bakanlığı'yla ilgili konular olacak. Ne bileyim sağlıkla ilgili konular olacak. Bu olacak yani. Mesela sosyal güvenlik değil mi? Şimdi çalışma bakanlığıyla ilgili bir konu var. Sosyal güvenlikle devasa bir açık var. Koskoca kara delik oluşmuş durumda. Bu ekonomik programın parçası olması lazım. Siz mesela sosyal güvenlikle ilgili bir şey duydunuz mu? Mesela şöyle bir reform yapıyoruz. Şöyle bir yenilik yapıyoruz.

Faruk Aksoy: Siz bu programdan bahsederken Sayın Babacan size yöneltilen eleştiriyi söyleyeyim. Şöyle deniyor ‘Ali Babacan ekonomisi, Ali Babacan politikaları batılı politikalardır.’ Tam halkın anlayacağı şekilde söyleyeyim. ‘Daha çok IMF yanlısı politikalardır. Daha çok finans çevreleri, küresel finans çevrelerini işte Londra'yı, New York'u mutlu eden, onların güdümünde gelişen ekonomi politikalarıdır.’ Neden bunu söylüyorum biliyor musunuz? Şimdi yayın bitecek. Sizinle olan kısım bitecek. Ve Profesör Ümit Kocasakal konuk bu akşam, muhtemelen şu söyleşimizden bir sürü alıntı yapacak ve ağır eleştiriler getirecek. Şimdi siz ekonomi politikalarınızı gerçekten batılı bir anlayışla, batıya mahkum bir halde mi planlıyorsunuz? Türkiye'nin bağımsızlığını halel getiren politikalar mı uyguluyorsunuz? Bunları mı vaat ediyorsunuz? Bu ciddi eleştiriliyor sizin açınızda. Bu çok geniş bir soru biliyorum ama.

Ali Babacan: Bunun bir kısmı, ben açıkça söyleyeceğim biraz sert kaçabilir ama, bir kısmı cehalet, bir kısmı da siyasi muhalefet. Yani bir kısmı siyaseten bu şekilde değerlendiriyor, bir kısmı da gerçekten bilmediğinden yani. Hiç kusura bakmasınlar ama. Dolayısıyla o dönemde bizim yaptığımız çalışmalar ve ekonominin geldiği nokta, bakın en azından şu hazinenin borcundan belli. Bakın hazinenin borcu benim ekonomi yönetiminin başında olduğum dönemde nasıl gidiyor? Hazinenin borcu. 2018'de Sayın Erdoğan, ekonomist, alanı ekonomi olan Erdoğan'ın tek imzayla ülkeyi yönetmeye başladığı dönemden itibaren nasıl gidiyor? Ülkenin borcunu makul seviyede tutmak mı? Yerlilik, millilik yoksa ülkeyi içeriye dışarıya boşlandırarak gidip kapı kapı Suudi Arabistan'dan, Katar'dan, Birleşik Arap Emirlikler'den bir ülkenin cumhurbaşkanına kredi dilenerek ülkenin ekonomisini yönetmeye çalışması mı millilik yerlilik?

Faruk Aksoy: Buna bir cevapları var. Sayın Babacan'ın bu savunmasına bir cevapları var. Hükümet şunu söylüyor, diyor ki Sayın Babacan bu rakamları verebilir ama 2013 yılından 2023 yılına kadar, bugüne kadar Türkiye çok acayip süreçlerden geçti. Türkiye'ye dışarıdan ciddi saldırılar oldu. Türk ekonomisine kumpas kuruldu. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı bile ekonominizi çökerteceğim diye demekler verdi. Sayın Babacan'ın birlikte çalıştığı odaklar, bak aynen böyle cevap veriyor Sayın Babacan, hükümet cenabı. Diyor ki Sayın Babacan'ın daha yakın durduğu o çevreler Türkiye'ye yaklaşık olarak 10 yıldır kurmadıkları kumpas kalmadı. İşte o tablonun sebebi odur diyorlar.

Ali Babacan: Yani bu tablonun, şimdi bu tabloya bakın dikkat edelim, borcun düşük olduğu dönem, patlayıp gittiği dönem. 2008-2009 ekonomik krizi, küresel ekonomik krizi dünyanın 100 yılda gördüğü en büyük krizi. Yani şöyle böyle diyorsunuz da 2008-2009'da yaşanan kriz 100 yılın en büyük kriziydi. 100 yılın en büyük krizi niye Türkiye'yi tehdit geçti? Çünkü biz ne yaptığımızı gayet iyi biliyorduk. Biz sadece ve sadece milletin yanında durduk. Yok şunun yanında durmuş, bunun yanında durmuş. Sadece milletin yanında durduk. Ve zaten bütün o ortaya koyduğumuz çaba ne oldu? Türkiye'nin milli gelirinin artmasını beraberinde getirdi.

Hülya Hökenek:  Pandemi de unutmayalım burada. Pandemi de önemli.

Ali Babacan: Ve üstelik bütün bu süreçte de vatandaşlarımızın gelir dağılımının düzelmesini beraberinde getirdi. Hatırlayalım. Yani insanlar maaşlarıyla çok rahat bir şekilde taksi de hemen araba alabiliyorlardı. Konut kredilerinde ve konut kredisiyle ev sahibi olmakta çok ciddi artış olmuştu. Hem otomobil sahipliğinde hem ev sahipliğinde...

Faruk Aksoy: Çok başarılı bir dönemdi Türkiye için. Bunu herkes kabul ediyor.

Ali Babacan: Ama o başarılı bir dönemin nihayetine faydalanan bir halk değil mi? Vatandaşlarımızın istifade etmedi mi?  

Faruk Aksoy: Ama onu ‘ben yaptım’ diyor Sayın Cumhurbaşkanı.

Ali Babacan:  E yapsın yani o zaman. Onu ben yaptım diyor. E yapsın elin tutan var. Elin tutan var. İşte Babacan gideli tam 8 sene olmuş. 8 senede istediğini yapabilirdi. Hele hele şu son 5 yıldır tek imzayla aklına gelen her şeyi yapabiliyor.

Faruk Aksoy: Siz de diyorsunuz ki ben yaptım. Ben de ısrarla diyorum ki o zaman millet bu kadar ciddi bir ekonomik kriz yaşarken o dönem bunu yapmış olan Sayın Babacan bu millet ittifakının içinde bu milletin şöyle değerlendirmesi gerekmez miydi? Bize Türkiye tarihinin en güzel ekonomik dönemlerini yaşatan o dönemin bakanı şimdi bir partinin genel başkanı ve bu ittifakın içinde. O zaman biz ona oy verelim. Yine bize aynı güzellikleri yaşatsın. Böyle düşünmesi gerekirdi.

Hülya Hökenek:  Öyle bir şey yok. Ama bir dakika. Diyor ki Sayın Babacan bir ittifak denklemi vardı. Ben tek başıma değildim. Ben sonuçta bir bileşenin içindeydim. O bileşenin içinde olduğum için de o bileşende yeteri kadar güven vermedi. Bazı açıklamalarıyla belki de. Bazı tavırlarıyla birlikte. Sayın Babacan şöyle bir şey yapalım. Reklam diyeceğim.

Ali Babacan:  Olur. Başkalarından duyduğu iddiasına diyeyim. İddialara cevap. Bir de bu enflasyon bakımı değil mi?

Faruk Aksoy: Bunları muhtemelen siz de duydunuz tabii. Size de geliyordur yani o söylenenler her şey.

Ali Babacan:  Yani ne yapalım cehaletinden konuşanlar var. Bir de siyasi olarak bizi karşıt olduğu için böyle saçma sapan eleştirenler var. Çünkü rakamlar onu söylemiyor. TÜİK'in gerçek enflasyonu ölçtüğü dönemde. Enflasyon yıllarca tek hane devam etmiş bu ülkede bakın. Aynı zamanda bu dönem Merkez Bankası'nın bağımsız olduğu dönem. Hani ben yaptım diyorsunuz ya. Evet ben benim başımda olduğum ekip yaptı. Benim başımda olduğum ekonomi yönetimi bunlara gerçekleşti. Ama yine sadece ekonomiyle değil Avrupa Birliği süreciyle de oldu bu iş. Ya bakın 34 yıllık enflasyonu iki haneye indirdik. İki yılda sürekli pardon düzeltiyorum. Tek haneye indirdik. Tek hane demek yani %10'un altına indi enflasyon. Ve yıllarca %10'un altına seyretti. Ne zaman ki Merkez Bankası'nın bağımsızlığı elinden alındı. Ne zaman ki Erdoğan laf dinlemiyor bunlar dedi. Laf dinleyen Merkez Bankası başkanını koydu. Enflasyon patladı gitti rakamlar o kadar açık ki.

Hülya Hökenek:  Bir reklam arası verelim ama reklamdan sonra Sayın Babacan. Epey bir zamanımız var efendim.

Ali Babacan:  Objektif değerler hakkımızı teslim ediyor. Ben o konuda çok rahatım müsterihim. Ama reklamdan sonra.

Hülya Hökenek: Yani bir şekilde ittifak görüşmelerini elbette konuşacağız. Sonrasında mütabakatı konuşacağız. CHP liselerinden seçime girmenizi de çok eleştirildi. Onları da konuşacağız. Sorularımız çok Sayın Babacan bizimle birlikte. Ama kısa bir reklam arası efendim. Ardından buradayız öyle mi?

Hülya Hökenek:  Şimdi aslında yani biz bu yayını yapıyoruz ama bu yayına başlayana kadar son 2 gündür işte Sayın Babacan bizim konuğumuz olacak dediğimizde kendi yakın o çevremizden, çemberden, sosyal medyadan birçok insanın merak ettiği çok temel bir mesele var. Seçim sonuçları, yani ne düşünüyor, niye bu kadar sessiz ve sahada mı, alanda mı diye. Ama en fazla merak edilen konulardan bir tanesi de bu ittifak oluşma süreci. Oradaki tartışma, o masadaki konuşmalar onlar tabii çok hani merak ediyor, hep soruyorduk sizlere. İdeolojik çizgilerin belirlenmesi ya da bir ortaklık üzerinde mi duruluyordu yoksa mesela orada şunlar konuşuluyor muydu? Şu bakanlık, şu kadar milletvekili, bunların hiç birinin konuşulmadığı bir süreç yaşandı. Bunu biliyorum, yok diyeceğinizi de biliyorum. Ama şöyle bir şey oldu ardından, siz 15 milletvekili aldınız. Bir grup yok parlamentoda ama bir 15 milletvekiliniz var. Bu da Cumhuriyet Halk Partililer tarafından çok eleştirildi biliyorsunuz, seçim sonrası. Cumhuriyet Halk Partisi listesinden girmiş olmanız da çok eleştirildi, onu da söyleyeyim. Bir tepki vardı, bunun nedeni neydi? Siz bunu niye oturtuyorsunuz mesela?

Ali Babacan:  Aslında bu seçimi kaybetmemizden sonra biz bu eleştirileri duyduk. Seçime doğru giderken kimse eleştirmiyordu. Seçime doğru giderken tam tersine birlik beraberlik içerisinde ve tam bir demokrasi ittifakı içerisinde aslında biz gidiyorduk. Yani bir otoriterleşen bir yönetime karşı demokrasiyi savunan partiler grubu ve bu partiler tabii ayrı ayrı partiler. Yani 6 ayrı parti, biz aynı masaya oturduk diye birbirimize benzedik değil. Biz sadece seçimle ilgili bir ittifak oluşturduk ve seçimden sonra ülkeyi beraberce nasıl yöneteceğimizi ve ne yapacağımızı yazılı hale getirdik. Yani farklı farklı ortakların ortak bir zeminde buluşup o ortak zemin üzerinden ülkeyi ve demokrasiyi yeniden inşa projesiydi aslında bu. Yoksa biz hani beraber oturduk diye biz şu partiye benzeyelim, bu partiye duruşumuzu değiştirelim. Böyle bir şey yok, bizim duruşumuz hiç değişmedi ve bizim iddialarımız duruyor. Bakın şu DEVA’nın iddiaları bunlar.

Hülya Hökenek: Ama Sayın Sadullah Ergin çok eleştirildi mesela isim vermek gerekirse. Sizce neden eleştirildi?

Ali Babacan:  O tabii ayrı bir konu yani ben bir şey anlatayım. Bakın şu DEVA’nın iddiaları şu altılı masada mutabık kalabildiğimiz konular. Yani aradaki farka bakın. Bizim bu iddialarımız devam ediyor, değişmeyecek. Ve inşallah biz bir gün bu ülkeyi yöneteceğiz. İktidara talibiz biz. Onun için çalışıyoruz. Biz bir düşüncelik kuruluşu değiliz. Biz bir vakıf değiliz, dernek değiliz. Biz STK'da değiliz, biz bir siyasi partiyiz. Ve bu ülkeyi yönetme iddiasıyla ortaya çıkmış bir siyasi partiyiz. Evet ortak listelerde girdik. Çünkü hani CHP içinden belki bir miktar eleştiri daha çok da CHP'yi destekleyenlerden eleştiri geldi. Ortak listeyle girilmiş olmasına. Ama ne zaman geldi? Seçimi kaybettikten sonra geldi. Çünkü seçimden önce herkes görüyordu ki mecliste çoğunluğu sağlamanın en önemli yollarından bir tanesi ortak listelerle girmekti.

Hülya Hökenek: Hayır seçimi kaybettikten sonra gelmedi Sayın Babacan. Öncesinde çok geldi. Mesela belli isimlerde doğru mu? Yani sıralamalarda mesela Sayın Ankara.

Ali Babacan:  Şimdi ortak metoda gelmedi. Ama ya CHP listesinden niye bu isim aday oldu diye. Evet Saldağ Ergin'le ilgili de eleştiri bize geldi. Başka isimlerle ilgili başka partilere geldi. Sanırım başka isimlerle ilgili iyi partiye eleştiri geldi. Şöyle böyle. Ama sonuca baktığımızda, sonuca baktığımızda ki ben bunu daha önce de söyledim. Yani biz seçimde evet başarılı olamadık. Seçimi kaybettik. Bunun kendimiz açısından muhasebesini yaptığımızda biz kendi seçmenimizin tamamını CHP'ye evet deme konusunda ikna edemedik. Tamamını edemedik.

Faruk Aksoy: Kendi seçmeninizi edemediniz.

Ali Babacan:  Normal şartlarda DEVA Partisi'ne oy verecek insanların bir kısmı CHP'ye oy vermedi. CHP'ye evet demedi.

Faruk Aksoy: Bunu seçimden önce fark ettiniz mi?

Ali Babacan:  Fark etti değil. Ben bunu ilan ettim hatırlarsanız yine Habertürk'te. O zaman neden? Habertürk'te Fatih Altay'la yaptığımız programda ben bunu söyledim. Hatta sanırım 3'te 1, 3'te 2 gibi bir oranda ben. Tahminim dedim.

Faruk Aksoy: O zaman kendi logomuzla gitmeniz gerekmez miydi?

Ali Babacan:  Ama buna rağmen ortak liseyle girildiğinde daha çok milletvekili çıkacaktı. Çünkü Matematik bunu söylüyordu. Ve sonuçta ne oldu? Evet biz bütün seçmenimizi kanalize edemedik. Ama sonuçta adayımızın olduğu illerin tamamında CHP'nin çok ciddi oy artışı oldu. Ne zamana göre? 2018 seçimlerine göre. Bakın birkaç örnek vereyim.

Faruk Aksoy: Size göre sizin oyunuz kaç bu seçimde?

Hülya Hökenek: Bir dakika CHP'nin oy artışını mesela siz kendinize mi bağlıyorsunuz?

Ali Babacan:  CHP'nin Türkiye genelindeki oy artışı %2,5 değil mi? 22.8'den 25.3'e düşmüş. %2,5 Türkiye genelinde 2018'e göre oy artışı var. Peki bizim adaylarımızın olduğu illerde CHP'nin oyu ne kadar artmış? Değil mi?

Hülya Hökenek: O illeri sayalım mı?

Ali Babacan:  Mesela Kahramanmaraş. Kahramanmaraş'ta Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu %9,5'muş. %16,3'e çıkmış. 6.8 puanlık artış var. Ve CHP'nin bir milletvekili vardı. Şimdi iki milletvekili oldu. Ama biri bizim arkadaşımız. Yani biz getirdiğimiz oyun karşılığı bir milletvekili almışız oradan. Yoksa %10'u geçmesi mümkün değil ki. Kahramanmaraş'ta CHP'nin %10'u geçmesi vaki değil yani.

Faruk Aksoy: Sayın Babacan şimdi partiler kendi logosuyla girmediği müddetçe % kaç oy aldıklarını bilmeleri tam olarak mümkün değil.

Ali Babacan:  Tam olarak mümkün değil. Ama il bazında analiz ettiğimizde ortalama CHP'nin oyu %2,5 artıyorsa. Bizim adaylarımızın olduğu illerde iki buçuğun çok üzerinde artışlar varsa, bu bizim adayımızın getirdiği artı faktör. Mesela bir başka örnek verelim değil mi? Siirt. Siirt'te bir önceki seçimde CHP'nin oyu %2.1. Bizim adayımız, il başkanımız birinci sıradan aday. Ve CHP istedi bunu bizden. Bakın o 15 artı 5'tü ya bizim 20 milletvekillik bir aday. Daha sonra dediler, Iğdır ve Siirt'de bizden isim istediler. İki il başkanımızı da onlar teklif etti. Biz de tamam dedik. Siirt ve Iğdır'ı, il başkanlarımızı CHP birinci sıradan listeye koydu. CHP'nin oyu %2 idi, %8'e çıktı Siirt'te.

Hülya Hökenek: Ama diyorsunuz ki siz 15 ile bakıldığında, bu 15 ilde biz de vekil çıkardık. Ve burada Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu daha düşüktü. Bizle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu yükseldi diyorsunuz.

Ali Babacan:  Türkiye genelinde iki buçuk puanlık artış var. Ama bizim adaylarımızın olduğu illerde çok ciddi artış var. Mesela bir başka örnek verelim mi? Rize. Rize'de 46 yıldır CHP milletvekili çıkaramıyordu. Kendi adayları kazandı ama kendi adayları kazandıktan sonraki ilk açıklaması ne oldu? Bizim Hasan Karal, Rize'yle arkadaşımız biliyorsunuz, İstanbul'da milletvekili var. ‘Hasan Karal'ın desteği olduğu için ben burayı kazandımi dedi. Kaç kere konuşmasına söyledi. Yani gidip orada bizim Hasan Karal'ın Rize'de CHP'nin adayının yanında görünmesi, yanında destek olması Rize'de 46 sene sonra CHP'nin bir milletvekili çıkartmasına büyük destek verdi.

Hülya Hökenek: O zaman DEVA’nın zararı değil, çok ciddi bir katkısı oldu diyorsunuz buradan bakıldığında. Bu eleştirileri nereye oturtacağız o zaman?

Ali Babacan:  Yani şunu diyemeyiz, CHP'nin işte ne kadar oyu var Diyelim ki pardon şuradan hemen bakalım Türkiye genelinde yüzde 25.3 oyu var değil mi? Bu 25.3 puanlık oyun ‘şu kadarı bizimdir’ dersek onun hesabı çok zor. Onu söylüyorum zaten. Ama bu istatistiksel analizde ne yapılır? Bir önceki bir sonrakine bakılır. Girdelere bakılır. Girdelerin münferit etkilerine bakılır. Yani baya bu konu benim yani şeyde çok matematikten fena değil yani.

Hülya Hökenek: Şunu söyleyeceğim bununla bağlantılı olduğu için şöyle bir ifadeniz var okuyacağım hemen. ‘Kendi kitlemizin tamamını CHP listelerine taşıyamayabiliriz.’

Ali Babacan:  Ben bunu Kemal Bey'e de söyledim.

Hülya Hökenek: Bir okuyayım. ‘Dürüst olmak zorundayız dedik. Onlar da doğaldır dediler. İşin matematiği ile psikolojisinin farklı olmasının sebebi bu. Sonuçta işin toplam muhasebesini yapınca herkes için yararlı olduğuna inandık. Arkadaşlarıma herkes 3-4 hafta bağrına taş basacak. Psikolojik tarafına baktığımızda kazan kazan sonucuna ulaşacağız’ diyorsunuz. Bu ifadeler bu ittifakın biraz da aslında bakıldığında bir sentetik ittifak olduğunu mu gösterir? Neden? Bunu söylüyorum. Arkadaşlarıma herkes 3-4 hafta bağrına taş basacak. Psikolojik tarafına baktığımızda kazan kazan sonucuna ulaşacağız dedim. İfadelerini kullandınız. Ya bu seçmene ne söyler sizce? Yani CHP seçmeni açısından ne söyler? Siz bir taraftan da diyorsunuz ki biz birçok meselede ortaklaştık. Yani çünkü samimiyet de gerekir bazı meseleler. Demokrasi böyledir yani. İnsan hakları böyledir. Adalet böyledir. Samimiyet gerekir. Ekonomi daha teknik bir şey. Buradan bakıldığında Türkiye'nin içinden geçtiği önemli meseleler var. Yani demokrasi adına siz de söyleyiniz. Bu seçmene ne söyler sizce? Yani psikolojik olarak ne söyler? İttifakın ne kadar güvenilir olduğunu gösterir? Yani siz kendiniz söylediniz ya biraz da böyle sentetik olur mu acaba?

Ali Babacan:  Şöyle aslında seçim kampanyasında ben defalarca söyledim. Hatırlatmak belki iyi bu noktada. ‘Bakın biz 6 parti olarak geçmişimiz konuşmaya başlarsak anlaşmamız mümkün değil. Ama biz ülkenin yarınları üzerinden mutabık kaldık. Ne yapacağımız üzerinden mutabık kaldık’ dedim defalarca hatırlarsanız. Fakat her ne kadar biz mutabık kaldık ve bütün bu yarınlarda yapacaklarımızı yazılı olarak da taahhüt etmiş olsak da vatandaşlarımızın bir kısmında tabii geçmişin izleri duruyor. Yani o geçmişin izleriyle de o kimlik kaygısıyla da insanların oy verme davranışı değişebiliyor. Yani biz tabii siyasetçiler olarak önden gitmek zorundayız. Yani liderlik yapmak zorundayız. Ülkeye yön, yol göstermek zorundayız. Bunu yaparken de vatandaşlarımıza da bunu iyi anlatmamız lazım. Şimdi bu gerçekten eğer Türkiye'de sistem değişecekse, Parlamenter Sisteme geçilecekse bu ancak güç birliğiyle olacak bir şey. Yarın anayasayı değiştirmemiz gerekecek değil mi Parlamenter Sistem için? Anayasa öyle %51 ile de değişmiyor.

Faruk Aksoy: Hala o iddianızı devam ettiriyor musunuz parlamenter sistem konusunda?

Ali Babacan:  Bugün olmaz yarın.

Faruk Aksoy: Ama seçimde dediniz ki ‘bu seçimde yapılacak bu seçim aynı zamanda cumhurbaşkanlığı sisteminin de oylanacağı bir seçimdir.’ Dediniz.  Millet İttifakı bunu böyle söyledi. Seçim yapıldı, Cumhur İttifakı tarafı kazandı ve partili cumhurbaşkanlığı sistemi de onaylanmış oldu sizin seçimden önce söylediğiniz...

Ali Babacan:  Biz başka partilerde olabilir, benim hiç öyle bir ifadem olmadı.

Faruk Aksoy: Hayır hayır, sizin değil. Millet İttifak, mesela ben Sayın Akşener'den bunu çok duydum. Yani ben söylemeyi bilmiyorum. Cumhurbaşkanlığı sisteminin de aynı zamanda oylanacağı bir seçimdir bu dedi defalarca. Bu o anlama mı geliyor? Artık bu sistem devam mı? Yoksa siz yine bir gün ben parlamenter sisteme geçmek için bütün mücadelemi vereceğim mi diyorsunuz?

Ali Babacan:  Bizim parlamenter sistem çalışmamız Altılı Masalı'nın çalışmasından çok daha eski bir çalışma. Bizim bütün bu çalışmamızı bakın ne zaman ortaya koymuşuz? 4 Ekim 2021'de ortaya koymuşuz parlamenter sistem çalışmamızı. Bunun eki olarak anayasa değişikliğimizi hazırladık, DEVA Partisi'nin aslında, bu iddiamızdan vazgeçmeyeceğiz. Sonuna kadar.

Faruk Aksoy: Bir daha böyle bir ittifakın içinde yer alır mısınız?

Ali Babacan:  Biz demokrasi için mücadele edeceğiz. Tek başımıza kalsak da demokrasi için mücadele edeceğiz. Çünkü gerçek anlamda Türkiye'de demokrasi hakim olmadan, insanların fert fert kendini güçlü hissettiği bir Türkiye'ye biz ulaşmadan bu ülkenin ekonomisi de düzelmez, hukuk adaleti de düzelmez, eğitim de düzelmez. Önce insan demek zorundayız. Ve bu da ancak ve ancak demokrasiyle mümkün. Ama demokrasi talebi de daha çok orta sınıflardan gelir biliyorsunuz. Orta direktir. Şimdi orta direği çökertiyorlar. Çökerdikçe de dedim ya yoksul kesim var, Göreli yoksullar bir de çok yoksullar. Bu tarafta vatandaşlarımızın kair ekseleri bu tarafta toplanıyor. Bugün asgari ücretle geçinen herkes aşırı yoksulluk içerisinde yaşıyor. Bugün asgari emekli maaşı alan 7500 liraya alan emeklilerimizin hepsi aşırı yoksulluk içerisinde yaşıyor. Ve onlara ne yapıyorlar? Özellikle maaş almayan yoksul kesime koliler, paketler, destekler. Bunu da parti üyeliğine bağlıyorlar mı? Yani diyorlar ki ‘sen AK Parti'ye üyeysen bu yardımı alırsın. Bak biz gidersek gelecek partiler size vermez.’ Kesinlikle böyle bir şey söz konusu değil. Hak eden bütün vatandaşlarımızın o hakkıdır zaten sosyal destek almak. Ama bu orta direğe çökertme projesi. Ben eskiden ya bu komplo teorisi falan diyordum. Bazıları diyordu ki ya galiba bu Erdoğan kasıtlı olarak orta direğe çökertiyor. Çünkü orta direğe çökertti zaten zenginler iktidardan bir şekilde nefalanıyor. Yoksullar da mecbur kalıyor iktidara. Dolayısıyla demokrasi talebi ülkede azalıyor. İşte biz o demokrasi talebini hep canlı tutacağız. İnadına inadına canlı tutacağız. Ve orta direğe yeniden ayağa kaldırmak için, orta sınıfı yeniden ayağa kaldırmak için de her türlü çabayı sonuna kadar.

Hülya Hökenek: Yani şimdi siz önümüze bir seçim var Ali Bey. Yerel seçimler var. Yerel seçimin dinamiği farklıdır biliyorsunuz.

Ali Babacan:  Doğru ama bu bir durak. Demokrasi yolculuğunda duraklar var. Şimdi genel seçim durağımız oldu. Bir yerel seçim durağımız olacak. Daha çok duraklar olacak yani.

Hülya Hökenek: Yolunuz uzun. Yani onu biliyorum. Bir hedefiniz var. O da doğru. Sisteme dair eleştirilerinizi biliyoruz. Bu da tamam. Şimdi biz bir adım adım gidelim. Daha epey bir süremiz var. Cumhuriyet Halk Partisi seçim bitti. Seçim bittikten sonra yaklaşık iki buçuk, üç ay oldu. Biz şu güne kadar CHP'de değişim tartışmasını gündeme getiriyoruz. Niye? Çünkü bir değişim meselesi var. Bir de değişime direnenler var. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani siz bunu nasıl izliyorsunuz?

Ali Babacan:  Çarşıda, pazarda, sokakta gördüğüm, yani halkın kair ekseniyetinde pek ilgilendikleri bir konu değil gibi geliyor bana. Ve bizim de sadece bir siyasi partinin kendi iç meselesidir. İnşallah kendileri için hayırlı kararlar verirler diyoruz. O kadar. İlk iç meseleleri. Yani onunla ilgili bir yorum yapmam çok doğru olmaz. Ama şunu hiç unutmamamız lazım. Hani bu birliktelik eleştirildi ya. Hele hele seçimi kaybettikten sonra CHP'yi destekleyen medyadan, yorumculardan, köşe yazarlarından. Ya ben aklım durdu ya.

Hülya Hökenek: Niye?

Ali Babacan:  Nasıl şiddetli böyle, yani bize değil mi? Diğer beraber olan partilere. CHP bunlarla niye beraber oldu? Niye bunları yanına taşıdı? Taşımak zorunda mıydı? Niye bu kadar milletvekili verdiler şu bu?

Faruk Aksoy: Buna ne cevap veriyorsunuz mesela gerçekten? Niye bu kadar milletvekili verdiler, eleştirisi haksız?

Hülya Hökenek: CHP'nin oyları arttı diyor sayın babacan.

Faruk Aksoy: Kazanılmamış bir seçim. Bu arada Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi partilerin tamamı öyle ya da böyle sağ ve türevleri. Yani muhafazakardır, demokrattır, islamcıdır. Bütün bu geleneklerden gelen partiler bunlar. Sizin partinizde muhtemelen. Yani Cumhuriyet Halk Partisi seçmeni de diyor ki, yani bizimle bir kere doku uyuşmazlığı olan bu partiler bizimle ittifak yaptılar, 35-40 tane milletvekili aldılar ve seçimi kazanamadık, Sayın Cumhurbaşkanı da seçim sonuçlarıyla dalga geçiyor diyorlar. CHP seçmeni burada haksız mı?

Ali Babacan:  Şimdi seçmeni biraz ayırmak lazım çünkü CHP seçmeni...

Faruk Aksoy: Yazarlar diyelim, yorumcular diyelim.

Ali Babacan:  Yani bu sesi çok çıkanlardan geliyor. Yoksa biz bu süreçte aslında CHP seçmeni ile DEVA Partisi arasında da çok enteresan bir farkındalık ve birbirini tanıma tanışma süreci yaşandı. Biz de bundan memnun olduk. Gittiğimiz bütün mitinglerde, illerde bundan da memnun olduk. Ama sesi çok çıkanlar diyelim, ben onlara şimdi soruyorum, o sesi çok çıkanlara. CHP kendi başına bugün herhangi bir seçime girip Türkiye genelinde, Türkiye'nin tümü için kazanması mümkün mü ya? Ya siz hayal mi görüyorsunuz? Bu ülke öyle bir ülke mi yani? Bu ülkede toplumun, ekseyretin zırhlı bir yer var.

Hülya Hökenek: Sayın Başkan kendi başına girmedi ki Cumhuriyet Halk Partisi. Siz zarar etmedi diyorsunuz mesela.

Faruk Aksoy: Zaten kazanamaz tek başına diyor CHP herhangi bir seçim kazanamaz.

Ali Babacan:  Yani hayal yani. Bunu görünce anlamak lazım. Dolayısıyla ne olması lazım? Ancak ve ancak daha büyük bir üst tema, daha büyük bir üst başlıkta, birlikteliklerle ancak bu iş olur. Bu gerçeği görmeleri lazım. İşte yerel seçim geliyor, hadi İstanbul'da, Ankara'da desinler ki ‘biz kendi adayımıza çıkacağız ve kazanacağız’. Öyle diyorlar. Hadi yapsınlar o zaman.

Hülya Hökenek: Siz ne yapacaksınız yerel seçimde?

Ali Babacan:  Böyle bir şey mümkün mü ya?

Hülya Hökenek: Olmayacak mısınız? Bu İstanbul İttifakı'nın içinde olmayacak mısınız?

Ali Babacan:  Hiçbir parti destek almayacak. Her parti kendi adayını çıkaracak.

Faruk Aksoy: Kim kazanır o zaman? AK Parti mi kazanır?

Hülya Hökenek: Siz diyorsunuz ki o zaman AK Parti kazanır. Hadi buyursun kazansınlar bakalım tek başına İstanbul'da. Şimdi şöyle bir şey var.

Ali Babacan:  AK Parti kazanır felan demiyorum.  

Hülya Hökenek: Kim kazanacak o zaman Sayın Babacan?

Ali Babacan:  Bunları kime söylüyorum? Bunlara o sesi çok çıkan ve bizi, Ali Babacan'ı ve DEVA'yı seçimden bugüne kadar kıyasaya eleştiren... ‘Bunlar’ falan diyorlar ya. O kadar aşağılıcı ifadeler kullanıyorlar ki. Ben şimdi AK Parti'ye oy veren seçmen var ya, Erdoğan'ı desteklenen seçmen. Diyor ki şu anda ‘Allah bizi korumuş’ diyor ya. Demek ki bu zihniyet orada duruyor. Bu damar orada duruyor. ‘Zamanında Erdoğan'a karşı bayrak açmış. Burada bu işler yanlış kardeşim diye çıkıp DEVA Partisi'ni kurmuş. Ali Babacan'a bunu söyleyenler... CHP'nin içinde olduğu bir ittifak kazandıktan sonra demek ki bize neler neler yapardı diye... ‘ Onu düşünüyor şimdi AK Partili seçmen. İnanın, bu kimlik ve o dar ideolojik bakış var ya o orada olduğu sürece iflah olmaz.

Hülya Hökenek: Siz ne yapacaksınız? Yerel seçimlerde nasıl bir tavır alacaksınız?

Ali Babacan:  Biz ne yapıyoruz şimdi yerel seçimlerle alakalı?

Hülya Hökenek: Mesela İstanbul İttifakı içine yer alacak mısınız yerel seçimlerde?

Ali Babacan:  İstanbul İttifakı'nın ne olduğunu bilmiyoruz ki.

Hülya Hökenek: Şöyle, Sayın İmamoğlu bir açıklama yaptı o zaman. Ben gittim toplantıya. Sen de o toplantıdaydın.

Ali Babacan:  Ama şöyle de o belirleyici olan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi'nde niyahi vereceği kararlardır. Onların karar yapısında sanırım yetkide parti meclisinde olması lazım. Cumhuriyet Halk Partisi'nin parti meclisi karar verir bunlara yani.

Hülya Hökenek: DEVA Partisi'ne nasıl bir karar verir? İstanbul seçimlerinde, mesela yerel seçimlerde. İstanbul'da Ekrem İmamoğlu aday gösterildi. Sayın Ekrem İmamoğlu Belediye Başkanı. Mesela siz bir ittifak denklemi içinde yer almanın, bu böyle bir kapı aralanacak mı? Kapılar çalınacak mı karşılıklı? Yoksa destek vermeyecek mi siz? Ne yapacaksınız? Kendi adayınızı mı çıkartacaksınız? Nasıl olacak?

Ali Babacan:  Şimdi tabii asıl işin prensibi ve normali her partinin kendi adayıyla, kendi iddiasıyla seçime girmesi. Yani ana tercih bu. Ana seçenek bu. Ama biz ne yaptık? Biz şu anda bütün il ve ilçe başkanlıklarımıza dedik ki siz kendi ilinizde veya kendi ilçenizde. Ne düşünüyorsunuz? Bizim kendi teşkilatımızdan, kendi içimizden ilçe belediye başkanı adaylı olarak isimler kimlerdir? Kimleri öneriyorsunuz? Ya da partimiz dışında olup da partimizden aday yapabileceğinizi düşündüğünüz isimler kimlerdir? O ilçede ya da 30 büyükşehirde 51 il belediyesinde biz seçimlerde ne yapalım? Ne öneriyorsunuz diye biz bütün teşkilatlarımıza genelge gönderdik. Bugün itibariyle hatta bugün.

Faruk Aksoy: Onların cevaplarını bekliyorsunuz.

Ali Babacan:  Ve onlara da 4 Eylül'e kadar süre verdik. 4 Eylül'e kadar dedik ki arkadaşlarımıza siz bize yazın. Yani yazın ve yazılı olarak raporlarınızı verin. Biz bütün Türkiye tablosuna bakacağız. Ondan sonra da yerel seçim stratejimizi netleştireceğiz.

Hülya Hökenek: Biz bu yayını erken yapmışız. 4 Eylül'de sonra bir daha yaparız.

Ali Babacan:  Yerel seçim bir durak. Yani bir durak. O kadar hızlı gelip geçecek ki. Yani yerel seçim dediğimiz, sayılı günde çabuk geçiyor. Bunları konuşacağız. Kampanya başlayacak, bitecek. Belediye başkanları değişecek, değişmektedir.

Hülya Hökenek: Pazarlıklar olur mu acaba? Yani mesela bazı ilçeler, bazı iller nezdinde yine böyle... Milletvekilliği sayısı gibi.  Genel seçimde oldu milletvekilliği sayısı gibi.

Ali Babacan:  Biz bugüne kadar hiçbir siyasi partiyle bu konularda en ufak bir temasla bulunmadık. Ne genel başkanlar seviyesinde...

Hülya Hökenek: Yerel seçimler diyorsunuz, ben genel seçimde diyorum. Yani aynen genel seçimde herhalde milletvekili konusunda uzlaştınız. Görüşmeler yaptınız.

Faruk Aksoy: Mesela bu 15 milletvekiliniz var ya, bu 15 milletvekilini Sayın Kılıçdaroğlu size ‘Sayın Babacan, biz size Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu ittifakın en büyük partisi olarak 15 milletvekili verelim mi?’ dedi. Yoksa siz ‘bizim talebimiz şurada, şurada, şurada, şurada şu kadar vekildir mi dediniz?’ Yani buna göre bir sayı konuşulmadı mı?

Ali Babacan:  Ben onu birkaç yayında anlattım ama tekrar anlatayım.

Faruk Aksoy: Yani yerelde de bu olabilir mi? Mesela İstanbul'da şu ilçede İYİ Parti belediye başkan adayı çıkarır ama Büyükşehir'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayını destekler gibi. Aslında bu, mesele bu.

Ali Babacan:  Mayıs seçimlerinde nasıl geliştiğini ben anlatayım. Biz 1300 tane aday adayımızı mülakata tabi tuttuk. Ben kendim 8 gün üst komisyon başkanı olarak87 seçim bölgesinde ve 600 tane ismin sıralamasını %95 oranında bitirdim. Kiminle beraber? 7-8 kişilik üst komisyonumuzla beraber. Tam o noktada Cumhuriyet Halk Partisi'nden bize bir haber geldi. Dediler ki ‘evet Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şansımız iyi görünüyor ama mecliste çoğunluğu sağlayamıyoruz. Mecliste çoğunluğu sağlayamazsak istikrar konusunda sıkıntı olabilir.’ Peki ne yapacağız? Ortak listeden girelim. Bize teklif Cumhuriyet Halk Partisi'nden geldi. Ve bize hesaplar getirdiler, sundular. Dediler ki artı 32 tane milletvekili oluşuyor. Bunu biliyorum.

Faruk Aksoy: Bunu biliyorum. Sayıyı da onlar mı verdi?

Ali Babacan:  Artı 32'yi onlar söyledi. Yani DEVA Partisi artı diğer iki partiyle beraber toplam 32 milletvekili daha çıkarıyoruz. Toplam havuz büyüyor ve siz de kazanıyorsanız biz de kazanıyoruz…

Faruk Aksoy: O zaman CHP'li yorumcuların sizi eleştirmesi pek doğru değil. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yönetimin eleştirmeleri gerekiyor bunu söylüyorsunuz. Eğer eleştiri yapacaklarsa...

Ali Babacan:  Bizim üzerimizden daha çok Sayın Kılıçdaroğlu'nu vurmaya çalışıyoruz. Yani biz cephaneyiz, bizi cephanede kullanıp Kılıçdaroğlu'nu vurmaya çalışıyoruz. Ama biz arada hasar görüyoruz yani sorun orada. Şimdi biz de hesap ettik. Biz de kaç bulduk sayıyı? 30. Ve sadece DEVA'nın katkısını 18 bulduk. Sadece DEVA'nın katkısı 18 milletvekili. Yani CHP ile ortak liste olduğunda şunu da düşündük. Şimdi diyelim ki biz buna hayır dedik. Ve mecliste çoğunu da kaybettik. Bugün bize ne diyeceklerdi? ‘Bu DEVA var ya DEVA Zaten bunlar biraz kendini beğenmiş. Burunları havada. Hiçbirini de kabul etmediler. Ve kendileri de kaybetti, bizi de kaybettirdi. Meclisi de kaybettik.’

Hülya Hökenek: Size hep böyle eleştiriler mi geliyordu? Burunları havada zaten bunlar kendini beğenmiş eleştiriler mi geliyordu?

Ali Babacan:  Yani arada söyleyenler oluyor yani. Biz bağımsız ya, yürürüz ya. Bazıları böyle iş birliğiyle beraber olalım falan filan. Ya biz ayrı bir partiyiz diyoruz ya. Biz ayrı partiyiz, kendi yolumuza yürüyoruz. Ve bize dikkat edin. Bu iş birliği hep teklif bize geldi yani. Biz gitmedik hiçbir partiye bir iş birliği teklifi götürmedik bugüne kadar.

Hülya Hökenek: Siz hayal kırıklığına uğradınız mı Sayın Başkan?

Ali Babacan:  Partimiz kuruldu, ilk Sayın Kılıçdaroğlu geldi ziyaret etti. Daha sonra bir iki yere görüştük. Daha sonra ilk defa bir akşam yemeğine davet etti falan. Bizim bir yolumuz var, bizim bir çizgimiz var.

Hülya Hökenek: Geleceğiz, konuşacağız, zamanımız var. Ben şunu çok merak ediyorum. Siz bir hayal kırıklığı yaşadınız mı? Şöyle ki. Sayın Kılıçdaroğlu. Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağla bir mutabakat yapmış. Hatta aralarında yaptığı mutabakat sonra ortaya çıkıyor. Mutabakatın içeriği. Sayın Kılıçdaroğlu'nu yalanlamıyor. Evet Akif'le yayın yapmıştı arkadaşımız. Siz bu konuda hiç yorum yapmadınız. Ben hiçbir yerde rastlamadım. Sen rastladın mı?

Ali Babacan:  Çünkü o olaydan sonraki ilk canlı yayın da onun için.

Hülya Hökenek: Hayır, sosyal medyanız var.

Ali Babacan:  O olaydan hemen önce bir canlı yayınız olmuş. Ondan sonraki ilk canlı yayınız ilk defa soruluyor bana.

Hülya Hökenek: Ama bir dakika, size ilk defa soruluyor ama siz çok önemli bir paydaşsınız. Mesela siz sessiz kaldınız. Bir sosyal medyanız var, kaç milyon takipçiniz var. Hayal kırıklığı yaşadınız mı mesela? Ve seçimin ikinci turundaki o söylem değişikliği size ne düşündürdü? Onu da söyleyeyim.

Ali Babacan:  Yani bir, 14 Mayıs ile 28 Mayıs arasındaki o duruş ve söylem değişikliğini biz kaygıyla takip ettik. Kaygıyla, öyle diyeyim. Çünkü bir hat değişimi meydana geldi. Ve o güne kadar ki oluşturan çizgi, o demokrat bakış, O kuşatıcı, kucaklayıcı bakış, 14 Mayıs'a 28 Mayıs arasında biraz hat değiştirdi. Eş zamanlı olarak da Ümit Özdağ'yla.

Faruk Aksoy: Kaygıyla baktığınız zaman ayrılmadınız.

Ali Babacan:   Ama artık 14 Mayıs seçimleri bitmiş artık.

Faruk Aksoy: Bu ülkelerden sapma var deyip mesela biz böyle konuşmamıştık da diyebilirdiniz.

Ali Babacan:   Ama bizim ortak metinler var ya biraz da ona güveniyoruz. Hepsine altına imza atmışız. Bir tarafta 6 imzalı bir sürü şey var, bir müktesebat oluşmuş. 1,5 yıllık beraber çalışmış olmanın bir hukuku oluşmuş ve müktesebat oluşmuş. Hepsi imzalı, hepsi yazılı. Bir tarafta da iki seçim arasında bir son bir gayret. Acaba birinci turda böyle oldu ama ikinci turda değiştirebilir miyiz dengeyi diye bir gayret. Biraz kaygıyla izledik. Benim o iki seçim arasında da televizyon programlarım oldu hatırlarsanız. Çok da oralara girmedik. Çünkü bir birlik beraberlik ortak adayımızdı. Çünkü Kemal Bey hala bizim ortak adayımız. Biz desteğimizi çektik falan zaten hani öyle bir şey mümkün değil. Olmaz doğru değil. Akitleşmemiz var şu var bu var. O Ümit Özdağ ile yapılan o protokol sonradan ortaya çıkan protokolün var,  ben tabii üzüldüm yani. Çünkü şeffaflık, açıklık önemli. Yani hele hele bu ortak hareket eden ortaklık akti üzerinde yürüyen partiler ve şahıslar için bu çok daha önemlidir.

Hülya Hökenek: Bugün olsa 6'lı masa içinde Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile yine bir paydaşlık yapar mısınız? Bu mutabakat metnini öğrendikten Sayın Ümit Özdağ 3 bakanlık ve 1 müsteşarlık verdikten sonra. Yani bunun yalanlamadığı için böyle söylüyorum Sayın Mehmet Akif. Yapar mısınız merak ediyorum.

Ali Babacan:   Şöyle bir tarafta tabii 6 partinin bir mutabakatı var. Sapa sağlam imzalanmış. Şeffaf, açık, deklar edilmiş. Bir tarafta da bir başka bir gizli anlaşma var. Şimdi bunun tabii uygulama günü geldiğinde ne olurdu bilmiyorum. Bu ayrı bir koca bir soru işareti. Uygulama günü geldiğinde ne olurdu bilmiyorum. Çünkü burada bir işin ağırlık merkezi var. Hukuk var. Öbürü de iki seçim arasında apar topar böyle alelacele panik halinde yapılmış bir iş var yani. Dolayısıyla bu taraftaki ağırlık, bu taraftaki duruş herhalde orada olup bitenden çok daha şey basardı. Uygulama günü geldiğinde ve bütün bunlar hayata geçirmeye başlandığında ben öyle bir şahsi kanaatim var. Ama şu var ki yani gerçekten bizim o Türkiye'de insan odaklı oluşumuz, yani bu ülkeyi bu vatanı seviyor olmamız apayrı bir şey. Ama bir de yani milliyetçiliği işte ırkçılıkla karıştıran bir tutum apayrı bir şey yani. Dolayısıyla burada bizim bir anlayışımız var.

Hülya Hökenek:  Nasıl olacaktı o zaman mesela? Yani seçim kazanılsaydı nasıl olacaktı o zaman? Daha seçim kazanılmadan yeterince güven veremedik meselesinin biraz karşılığı mı bu o zaman?

Ali Babacan:   İşte bahsettim ya. Yani bu partiler bir arada uyum içerisinde bu ülkeyi yönetebilir mi? Konusunda ikna edebildiğimiz vatandaşlarımızın yüzdesi 48'de kaldı. Eksik kaldı yani. Yetmedi. Yani o 50 barajını açmamıza yetmedi. Ama şu değil. Tabii ki bunlardan biz şimdi ders çıkarıyoruz, muhasebe yapıyoruz, iç muhasebe yapıyoruz. Dışarıdan bizi gözlemleyenler çok kıymetli. Siyaset bilimciler, sosyal bilimciler. Ben iki gündür İstanbul'dayım. İstanbul'da kaç ayrı grupla ayrı ayrı oturuyorum. Tek tek ya da gruplar halinde konuşuyorum ediyorum. Bunlar tamamen şey yani küçük gruplar ki insanlar istediği gibi konuşsun. Eleştirsinler ya ‘şurada yanlış yaptınız kardeşim’ desinler yani. Çünkü kalabalık olunca biraz insanlar çekiniyor.

Hülya Hökenek:  Ama cevap vermiyorsunuz mesela. Böyle bir mütabakat var diyorsunuz, üzüldüm diyorsunuz. E şeffaf olması gerekirdi Sayın Kılıçdaroğlu'nu diyorsunuz. Ama bugün mesela Sayın Kılıçdaroğlu'yla öbür tarafta da koca bir altılı masanın mütabakatı var diyorsunuz.

Ali Babacan:   Hepsi şeffaf. Altılı masada gizli hiçbir şey yok.

Hülya Hökenek:  Tamam siz diyorsunuz ki ama bu hayal kırıklığı yaratmış olabilir. Ama ben size soruyorum bugün yine böyle bir mütabakat olsa altılı masa etrafına toplanır mısınız diyorum. Ve Sayın Kılıçdaroğlu çünkü burada önemli bir kurgusu var. Orada sessiz kalıyorsunuz.

Ali Babacan:   Çok tabii farazi bir şey yani şu anda bir şey söylemek zor ama güven çok önemli. Güveni böyle tuğla tuğla inşa ediyorsunuz. Hani aynı bir evi yapmak vakit alır ama bulduğu zerreleri yıkmak kolay. Güven öyle bir kavram. Yani diyelim ki bir senede yaptığınız evi iki günde yerle bir edebiliyorsunuz. Güven öyle bir kavram. Bunların hepsi bizim için önemli. Ama dediğim gibi bakın iş birlikleri genelde işsiz sahi ve konjonktürel şeyler. Esas olan bizim için DEVA Partisi. DEVA'nın duruşu ve Türkiye'nin yarınlarıyla ilgili bizim hayallerimiz ve hedeflerimiz. Bizim için esas bu. Ve bununla uyuşmayan bununla uyum içerisinde olmayan biz hiçbir şeyin içinde olmayız.

Faruk Aksoy: Peki size bir şey söyleyeceğim. Tam da uyum içinde olup olmadığını gerçekten merak ettiğimiz bir başlık ve önemli bir başlık. Şimdi Millet İttifakı içerisindeyken altılı masada bulunan siyasi partiler arasında sizi çok iyi gözlemlediğimi düşünüyorum 1- 1,5 sene. Yani toplantılarınız, açıklamalarınız, tavırlarınız, bütün genel başkanlar. DEVA Partisi özellikle İYİ Parti'nin aksine, yani daha sonra ortaya çıkan bir mutabakatta bir güven zedelenmesi olmuş, bu belli. Ve Ümit Özdağ'ın milliyetçiliğini biraz da ırkçılık olarak değerlendiriyorsunuz. Ama masada İYİ Parti'yle de çok ayrı düştüğünüz bir Kürt meselesi, Kürt sorunu başlığı vardı. Mesela ben DEVA Partisi'ne özellikle baktım, siz Kürt sorunu hakkında o masada çok cesur çıkışlar yaptınız. Yani sağ taraftan gelen bir parti, hatta Cumhuriyet Halk Partisi'ni de geçen bazı konuşmalar, bazı vaatleriniz oldu. Aslında sizin tutumunuzla, yani demokratik tutumunuzla DEVA Partisi olarak İYİ Parti arasında ittifak halindeyken, masadayken de büyük çelişkiler vardı.

Hülya Hökenek:  Bir de üzerine Sayın Ümit Özdağ'ın partisiyle mutabakatta eklenince, nasıl olacaktı gerçekten? Şimdi sizin hayal kırıklığınız şu. Hayal kırıklığınız, sayın başkan çok büyük olmalı hayal kırıklığınız gerçekten.

Faruk Aksoy: Yani seçimden sonra diyelim, seçimden sonra siz seçimi alsaydınız, mesela bir sürü başlık vardı o zaman. Hani şimdi onları konuşmanın sırası değil ama işte ana dilde eğitim, başka başlıklar vs. vs. Mesela ben size bunları o toplantıda sormuştum hatırlayın. Şimdi seçimi kazanmış olsaydınız, bir tarafta İYİ Parti, öyle değil mi? Bir tarafta siz, sizin vaatleriniz var, söylemleriniz var. Siz de o zaman o hükümetin birleşeni olacaktınız. Burada İYİ Parti, yani bunun böyle gitmeyeceğini bence siz de anlamıştınız herhalde.

Hülya Hökenek:  Sayın Babacan çok büyük bir hayal kırıklığı uğramış.

Ali Babacan:   Niye yaptık? Çünkü bu DEVA'nın hazırlığı değil mi? Diğer partilerin de kendi iddiaları var. Ve bunlar ayrı ayrı şeyler.

Hülya Hökenek:  Ama demokrasinin tarifi nedir Sayın Babacan?

Ali Babacan:   Anlaşabildiğimiz kadarı burada yazılı.

Faruk Aksoy: Şu kadar anlaşabildik, bizim için daha bu kadar diyor.

Ali Babacan:   Yani 84 maddede anlaşabildiğimiz kadarı da bu demokrasinin tanımı. Ama bizim tanımımız bundan daha geniş bir tanım, DEVA olarak. Başka partilerin de başka tarafa doğru genişleyen tanımları olabilir. Ama biz ne yaptık? Bu ortak belgelerle ki benden başka bunu gösterip çıkaran yok seçim öncesinde de seçim sonrasında. Çünkü bunlar önemli, yazı önemlidir, akitleşme önemlidir. Her partinin kendi iddiaları olabilir ama bizim diyelim ki 30 Ocak itibariyle mutabık kalabildiğimiz sadece 2300 madde. Yani biraz kinayeli söylüyorum sadece 2300 madde. Ya bu 2300 maddeyi biz bir uygulayalım, Türkiye kanattan uçar zaten. Türkiye'de oluşacak o iklim, o iklim ve Türkiye'de oluşacak o refah ve yarınlara doğru özgüvende bakış, Kürt meselesiymiş, Alevi meselesiymiş, bunları zaten Türkiye'ye aşar geçer.

Faruk Aksoy: Bunları AK Parti'de bulduğunuz, geçmiş dönemdeki uyguladığınız politikalarla bakarak mı söylüyorsunuz?

Ali Babacan:   Önemli olan Türkiye'nin özgüveni, tabii ki.

Faruk Aksoy: Ama çok şey değişmedi mi? Hem Türkiye'de hem dünyada, hem bölgede?

Ali Babacan:   Bakın ben AK Parti'nin ilk kurucu 70 kişisinden birisiyim. AK Parti'nin parti programını redakte eden 3-5 kişilik küçük bir grubumuz vardı, ben onun da içindeydim. Yani partinin fikri...

Faruk Aksoy: Çekirdeğin, çekirdeğin ben diyorsunuz.

Ali Babacan:   Çekirdeğin, çekirdeğin ben AK Parti'nin. Ama tabii orada bir ideal ortaya koyduk biz. Ve onu yazarken AK Parti'nin kurulduğu o günlerde biz Kürt meselesinin açık açık adını koyamadık. Çünkü o gün konjonktür ona müsait değildi yani. Tam ne olduğunu bile yazamadık yani. Ama sonra ne oldu? Türkiye'nin kendi özgüveni geldi. Türkiye'nin artık insanı önceleyen, insan varsa devlet insan için vardır. Bakışının hakim olduğu bir dönemi yakaladık. AK Parti'nin kurulduğu gün biz programımıza yazabilir miydik? Biz geleceğiz ve Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı açıyoruz.

Hülya Hökenek:  Ama hepsi oldu. Hepsi o dönem yaşandı.

Ali Babacan:   Hayır dakika bir gol bir parti kapatırlardı yani. Yazamazdık böyle bir şey parti programına.

Hülya Hökenek:  Evet ama hepsi yaşandı.

Ali Babacan:   Ama nasıl yaşanıyor? Bakın bizim şu vardı, biz bunları yapalım. Gerçekten Türkiye'de önce bir demokrasiyi bir ortaklaşabildiğimiz kadarıyla inşa edelim. Türkiye biraz refaha kavuşsun, biraz özgüveni yapalım. Bunlar tamamen özgüven meselesi. Eğer ülke olarak özgüveniniz varsa o özgüvende çözemeyeceğiniz sorun yok. Başka ülkelerle ilişkileriniz bile düzeliyor kendinize güveniyorsanız. Ya ne olacak gidiyorsun, ne yapabilir ki bana diyorsun ona göre davranıyorsun ülkeye. Ama öbür türlü korktur. Bak şu ülkeden bir şey gelir mi, şuradan bir şey gelir mi, şurada düşman falan filan. Önemli olan güçlenmek ve o özgüvene sahip olmak. Özgüvene sahip olunca ne olacak? TRT Şeşli'ye başladı, şimdi TRT Kürdü diye hala yayın yapan bir televizyon kanalı var.

Faruk Aksoy: Bayağı genişledi, bayağı büyüdü, içeriğe zenginleşti.

Ali Babacan:   Bu gayet normal değil mi? Şu anda herkes bunu normal görmüyor mu Türkiye'de?

Hülya Hökenek:  Meselenin adını koyarak tartışmaya başladık. Meseleye Kürt meselesi dedik. Daha önce Güneydoğu sorunu diyorduk, meselenin adını koyamıyorduk.

Ali Babacan:   Tabii ki. CHP'nin tabanı var, kendi kimliği var, İYİ Parti'nin kendi kimliği şöyle böyle falan tamam. Bunların hepsi tamam. Ama iktidar olup da uygulamaya başlayınca başarıdan başarıya gittiğim sürece diğer bütün o gözümüze büyüttüğümüz konular böyle küçülmeye başlıyor. Ben bunu yaşadım ya. Yani yaşadım. Hem de Türkiye'nin en başarılı altın yıllarında Dışişleri Bakanı olarak yaşadım. O dünyanın her yerinde böyle dik yürüdüğümüz, kimseden para direnmediğimiz, gidip Yunanistan'da biz Yunanistan'a kredi teklif ettik ya. Yani o günkü Başbakan Papandreou ki eski Dışişleri Bakanı olduğu için oradan da dostluğumuz vardı. Gittim ben tam krizin ortasında dedim ki ya bakın ilişkilerimizin tarihi açısından sizin için kolay olur zor olur bilmiyorum ama biz buradayız komşu olarak. Bir ihtiyacınız varsa ne olur söyleyin dedim. Bizim imkanlarımız da geniş. Yani destek olabiliriz, finansal destek olabiliriz diye söyledim kendisine. Daha sonra ne oldu? 3 sene sonra, daha doğrusu bundan 3 sene önce bir uluslararası toplantıda ki bizim o eski Dışişleri Bakanlarından oluşan bir grubumuz var. Demokrat zihniyeti olan iyi işler yapmış.

Faruk Aksoy: Whatsapp grubu mu bu?

Ali Babacan:   Değil değil, fiziksel olarak da bir araya geliyoruz ara ara. Yani 30 ülkeden 30 Dışişleri Bakanı ama bunların hep ortak özelliği iyi işler yapmış ve demokrat kişiliği olan insanlar yani özelliği bu. Daha sonra Papandreou tuttu o 3 sene önceki o toplantı dedi ki ‘ya dedi Ali ben başbakanken geldi en zor dönemimizde bana finansman teklif etti.  Ve çok etkilendik’ dedi yani. ‘Tabii alamadık şartlar bizim iç siyaset onu kabul etmiyordu ama çok etkilendik’ dedi.  Bir komşudan böyle en zor durumda böyle. Ya bakın nereden nereye ya?  Yunanistan’a krediyi teklif eden Türkiye'den yani IMF'e kredi açan ben imzaladım onu. Şimdi atıyor tutuyor değil mi? IMF falan. Ya IMF'in son taksitini ben önerirdim ben bastım ya. IMF'in IMF kredi açma anlaşmasını ben imzaladım.

Hülya Hökenek:  Tamam da. Burada siz imzaladınız da Sayın Cumhurbaşkanı ile birlikteydiniz. Orada bir ekip vardı değil mi en nihayetinde istişare içindeydiniz konuşuyordunuz.

Ali Babacan:   Bunların hepsini ben başlattım. Orman yangını çıkıyor birbirimize yardım ediyoruz uçak düşüyor yardım ediyoruz. ‘Şimdi krizleri var ben gideceğim Papandre'ye bu teklifi yapacağım’ dedim. Bir sorun var mı? Çünkü adam başbakan bizim de başbakanımız var şimdi bizim başbakanından habersiz bir başka ülkenin başbakanına olmaz doğru değil yani. Daha farklı konularda biz yürüdük gittik sormadık.

Hülya Hökenek:  Bu altın çağı dediğiniz çağlara bakıyorum o dönemi yaşadık sizlerle birlikte yaşadık.

Ali Babacan:   En iyi cep telefonu almanız kolay oldu. Kaliteli arabaları kolay aldınız değil mi?

Hülya Hökenek:  AB süreci demokrasinin biraz da böyle şaha kalktığı diyeyim meselelerin adını koyarak konuştuğumuz. Çözüm meselesi pamuklara sarıp sarmaladığımız süreç ekonomik açıdan bakıldığında da böyle çok sıkıntı çekmediğimiz bir süreç. Yani bunları yaşadık hep bunları anlatırken siz de tebessümle anlatıyorsunuz. Bu süreci özlemle anlatıyorsunuz. Şimdi demokrasi varken bu demokrasi vurgusunu çok fazla yapıyorsunuz. Özgürlük, demokrasi, insan hakları, adalet, hukuk vurgusunu yapıyorsunuz. Ben de buradan şunu demek istiyorum. Faruk'un sorusuna tekrar döneceğim. Böyle bir flashback hemen İYİ Parti ile çok anlaşmazlık oldu. Çok belliydi çok belliydi. Su yüzüne böyle zaman zaman çıkan çıkmayan zaman zaman kurmaylar ekibiyle oluyordu. Belliydi. Ardından mesela bu mütabakat metni çıktığında siz aldatıldığınızı çok ciddi bir böyle hayal kırıklığı yaşadığınızı düşündünüz mü? Ümit, özdame sesli olduğunda. Ya ben şimdi buradayım ama zorunlu olduğum için buradayım. Yani bu ittifak denklemi içinde ben niye buradayım dediniz mi? Hiç düşündünüz mü böyle bir şey? Merak ediyorum. Tam zıttı çünkü söylemlerim. Tabii.

Ali Babacan:   Ya şöyle tabii o ilk 14 Mayıs'ı kaybedince. Yani 14 Mayıs'ta bir sefer meclis alternatifi ortaya çıktı ve kaybettik. Cumhurbaşkanlığında da seçimlerde yine işte Erdoğan Kılıçdaroğlu'dan daha fazla oy aldı. Evet 51'i geçemedi. 51'i bulamadı ama arada fark oluştu. Dolayısıyla orada hani ne derler bir şeye düşen bir şeye sarılır. Tam atasözünü hatırlamıyorum şu anda ama.

Faruk Aksoy: Denize düşen yılana sarılır. Öyle mi? Böyle derler.  Yani hatırlamadınız mı yoksa benim söylemem misiniz?

Ali Babacan:   Yok gerçekten hatırlayamadım yani.

Faruk Aksoy: Ben yoksa bir hata mı yaptım diye de düşündüm bir anda. Yani tam bir hata olmasın.

Hülya Hökenek:  Denize düşen yılana sarılır.

Ali Babacan:   Ama bu duruma çok da uymadı galiba.

Hülya Hökenek:  Bence ilk aklınıza gelen odur.  Hani şöyle bir şeydir ya, ilk mağazaya gidersin, bir şeye bakarsın, o aklında kalır. Biraz o sıkışıklık.

Ali Babacan:  O sıkışıklık.  Zaten iki seçim arasında iki hafta süre var. Birinci seçimin sonucuna baktığımızda bu bazı temalar etkili olmuş insanların üzerinde, değil mi? Bazı temalar etkili olmuş. Peki o temalarda acaba bu tarafı nasıl takviye edebiliriz? Kimi yanımıza alırsak hani o temalardaki eksikler giderilir falan filan. Türü belki şeyler olabilir ama bunların hiçbirisini biz Sayın Kılıçdaroğlu oturup konuşamadık yani.

Hülya Hökenek:  Bu çok ilginç değil mi? Konuşamamak çok enteresan değil mi mesela?

Ali Babacan:  Ama o kadar hızlı akıyordu ki her şey yani. Ama şu oldu bakın, onu yanlış anlaşılmasını istemem. Yani iki kişiyle yani Sinan Oğan ve Ümit Özdağ, iki kişiyle görüşme yapıp yapmama konusunu Sayın Kılıçdaroğlu altın masaya getirdi. Yani o seçimi kaybettiğimiz günün ya akşamı ‘Bunlarla da bir temas kursak iyi olur diye düşünüyorum. Ne dersiniz’ diye bizlere sorduk açıkçası.

Hülya Hökenek:  Ne dediniz?

Ali Babacan:  Yani itiraz eden olmadı.

Hülya Hökenek:  Siz etmediniz mi?

Ali Babacan:  Hayır temas kurma diyoruz ama daha. Protokol imzalayalım şunu yapalım değil, temas kurma. Yani bunlarla bir görüşme, bir temas kurma.

Faruk Aksoy: Bunu söylemiş Sayın Kılıçdaroğlu.

Ali Babacan:  Altı partiyiz tamam. İşte daha sonra şey de oldu. İki Büyükşehir Belediye Başkanımız da bir şekilde yönetim yapısına entegre edildi. Ve bunların hepsini konuşa konuşa yaptık. Şimdi bu iki isimle de hani konuşalım bir temas kuralım mı diye bizlere sordu açıkçası. Onun hakkını teslim etmemiz lazım. Ve itiraz eden olmadı yani. Biraz daha cepheyi genişletebilir miyiz? Bu 14 Mayıs'a 28 Mayıs arasında ikinci tura giderken daha geniş bir cepheyle bu ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimine gitse gitsek gitmesek onları konuştuk. İtiraz eden olmadı yani.

Hülya Hökenek:  O zaman çok şaşırmadınız bu mütabakattan ama metinden dolayı şaşırdınız.

Ali Babacan:  Şöyle bir tabi mutabakatın bir açıklanan kısmı var. Bir de daha sonradan ortaya çıkan. 2. metin var.. 2. bir yazılı metin var. Şimdi mesela şu da oldu. Bizim altılı masada bir iki kere bazı konularda ya şimdi bunları açık açık yazacağız açıklayacağız falan acaba hani daha farklı bir başka bir şey de mi olsa bir de kendi aramızda bir ortak anlayış metni mi olsa falan diye bir iki defa gündeme geldi. Mesela ben onlara hep karşı çıktım. Olmaz dedim. Bu gizli anlaşmaların er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Bunlar çok taraflı işler. Yani iki kişi arasında bile tam güvenemezsiniz. Gizli dersiniz de bir gün ortaya çıkar. Tamamen zaman meselesi bu. Yani zaman uzadıkça da ortaya çıkma ihtimali çoğaldır.

Faruk Aksoy: Yalnız siyasette bazen böyle böyle acayip hesaplanmayan gelgitler var. Belki bu söyleyeceğim şey sizin hoşunuza gitmeyecek ama belki sizin siyasi hayatınızda da var. Mesela Tayyip Bey'in cumhurbaşkanlığına adaylı döneminde sizin de Sayın Gül için destek arayışında olduğunu söylendi.

Ali Babacan:  Ben söyledim.

Faruk Aksoy: Siz söylediniz. Partiler içinde de hani bu mesela ortada bir genel başkan var ama bir başka isim içinde aynı parti içerisinde çalışma da yapılabiliyor. Şimdi belki Kılıçdaroğlu'nun Özdağ'la mutabakat yapmasını da belki hani böyle bir şey olarak değerlendirebilir.

Ali Babacan:  Bakın orada özellikle iktidar yanlısı medyadaki yorumcuların ellerinde konuşma notları dağıtılıyor benim anladığım kadarıyla. Çünkü eş zamanlı olarak farklı farklı kanallarda bakıyorum herkes aynı şeyleri söylemeye başlıyor. Benim tahminim öyle bir konuşma notu dağıtılıyor. Mesela yine son birkaç haftadır bu dediğiniz konu iktidar yanlısı medyada konuşma notlarında olan bir konu.

Faruk Aksoy: Ben gerçekten hiç rastlamadım. Ben şimdi Ümit Özdağ konusu açılınca her siyasi aktörün kendi siyasi hayatında muhakkak şeyleri var. Yani gizli anlaşmaları, gizli görüşmeleri bir sürü bir sürü.

Hülya Hökenek:  Bu başka bir şey ama mutabakat içeriği, metin içeriği.

Ali Babacan:  Olduğu inkar edilen bir şey. Şimdi gizlinin türleri vardır. Ben şimdi Avrupa Birliği Bakanlığı yaptım, Dışişleri Bakanlığı yaptım. Yani gizlinin çeşitleri vardır. Açıklanmamak üzere şeyler vardır. Sorulduğu zaman açıklanmak üzere tutulan konular vardır. Şimdi o konuyu mesela ne yapıyorlar? Yalan bir şekilde sürekli bu haftalarda sürekli döndürüyorlar. Çok basit. Diyorlar ki gitti Ali Babacan Erdoğan'a imzayı attı. Dikkat edin izleyin. Ondan sonra gitti Gül'ün aday olmasını çalıştı. Şimdi tamamen bir kronoloji yalanı söylüyorlar. O gün neydi? Sayın Gül bir sefer AK Parti'nin kurucusu mu? AK Parti'nin ilk Başbakanı mı? Başbakanı. AK Parti'nin ilk Cumhurbaşkanı mı? Cumhurbaşkanı. Yabancı birisi değil ki. Uzaklarda birisi de değil yani. Sayın Gül'ün cumhurbaşkanlığı fikri böyle 7-8 gün içerisinde gündeme gelip sonra gündemden düşen bir konuydu. Ve o dönemde ben bunu iyi olacağını düşündüm. Ve o görüşmelerin içerisinde yer aldım. O gündemden düştükten sonra Sayın Erdoğan'ın adaylığı açıklandı kendi açıkladı. Ve birinci tercih olmayınca yani Sayın Gül ile ilgili konu gündemden düştükten sonra ikinci tercih olarak Sayın Erdoğan’ı o zaman destekledim.  Ne diyorlar? Açsınlar baksınlar tarihleri. Diyor ki önce attı imzayı Erdoğan’a, ondan sonra döndü Gülü destekledi’ diyor. Öyle bir şey değil. Ki Gülün aday olması durumunda ben ne yapacaktım? Hemen partiden istifa edip Sayın Güle destek verecek bir yapıda devam edecektim. Ama olmayınca ikinci tercihim o gün benim için Erdoğan’dı, Erdoğan’a imza attım. Bu kadar tutarlı bir şey. Üstelik o gün ben AK Parti grup toplantısında yokum. Grubun yarısı belki benim o görüşmelerde olduğumu biliyor o gün itibariyle. Bir gizli tutulan gizli saklı şey vardır birde sorulduğunda açıklanacak şey vardır.

Faruk Aksoy: Seçim kampanyası boyu liderler birbirlerine çeşitli şeyler söylediler, baya ağır ithamlarda bulundular. Mesalar Sayın Cumhurbaşkanı önce ‘Bay Kemal’ diyordu, sonra ‘Bay Bay Kemal göndereceğiz’ diyordu. Size ‘Bebecan’ soyadınızdan şey yaptı felan buna alındınız mı?

Ali Babacan:  Yo tam tersine bence özellikle gençlerimiz bunu duymaktan çok mutlu oldu muhtemelen. Çünkü bu ülkenin gençlerine yaşı ne olursa olsun, eğer birikimi ve becerisi müsaitse ağır sorumluluklar verirse bile nasıl başarıyla o yükün altından kalkabildiklerini ben ispat etmiş oldum Türkiye’de. O dönemde gerçekten de genç bir yaşta 2001-2008 krizinin dibindeki bir ülkenin ekonomisini yönettim. 20 tane banka batıktı. O bankaların çözümlemesi dahil, o ülkenin bataklıktan çıkartılmasının başında oldum. Güzel şeyler yapıldığı dönemde de o işin başında olmaktan her zaman gurur duyarım ben yani. ‘Bebecan’ dedi bilmen ne dedi, çocuk bezi sat felan dedi. Çocuk bezi satanlar anlının akıyla kazanıyor ya. Helalından kazanıyor çocuk bezi satanlar. Acaba o sizin etrafınızdaki o çok zenginler anlının akıyla mı kazanıyor yoksa sizin devlet imkanlarının sağladığınız alandan mı nemelanıp para kazanıyorlar. Alın terinin kıymetini unuttu ondan kaynaklanıyor.

Hülya Hökenek:  ‘Görünmediğim halde işin göbeğindeydim’ cümlesi size aitmiş. Doğru mu?  Sayın Gül meselesiyle ilgili.

Ali Babacan:  İşin içindeydim ama o gün tabii ilan edilip konuşulan konular değil. Ama saklanmıyordu da sorana da anlatılıyordu. Dedim ya bunun çeşitleri vardı diye. O Konuşma notlarından akıyor şimdi cep telefonunuzdan ben anlıyorum. Diyorum ya bu çok organize oluyor diye. Çok organize, organize olanlardan cep telefonunuza geliyor.  Doğru o ifade benim ama kronoloji yalanını söylemeden doğruyu söylesinler. Çünkü takvim ortada, olayla ortada.

Hülya Hökenek:  Biz ‘doğrusu nedir? ’ diye size soruyoruz sonuçta meselenin içinde olan önemli bir aktör olduğunuz için.

Ali Babacan:  O günkü her şey basın kaydında. Bütün her şey basın kaydında ve kronolojide yani.

Hülya Hökenek:  İki sorum olacak size. Bu tepki çeken SİHA çıkışınız oldu. Ne oldu sonrasında? Yani bir açıklama yaptınız. Çok ciddi bir tepki çekti. Bu SİHA- IHA meselesi nedir?

Ali Babacan:  Orada da ciddi bir dezinformasyon... Tam da benim Davos'ta olduğum haftaydı. Ve arkamdan epey bir atıp tuttular yani organize genel konuşma noktaları dağıtıldı her şey.

Hülya Hökenek:  Ne demek istediniz orada?

Ali Babacan:  Aynı cümleden. Bakıyorsunuz. 5 tane ayrı haber kanalında geçiyor falan filan. O kadar organize yani.

Hülya Hökenek:  O da mı organize? O da organize. 

Ali Babacan:  Çünkü bu iletişim kampanyasını iktidar bütün bu kendine bağlı sopayla ya da havuçla yönettiği kanallar var biliyorsunuz. Bazılarını tehdit edip yönetiyor. Bazılarını da güzellikler yapıp yönetiyor. Zaten devlet kanalları ellerinde. Yani bir şey hazırlanıyor. Bir senaryo bir replik. Herkese dağıtılıyor. Ben dışişleri bakanıyken o dönemde Türkiye'nin farklı operasyonları varken İHA ve SİHA konusundaki eksiğimizi çok içim parçalanarak yaralanarak yaşadım. Yani o günlerde başka bir ülkeye İHA SİHA konusuna bağlı olmak o zaman Amerikalılardan kullanıyorduk. Daha sonra hatırlarsanız ben ayrıldıktan sonra İsrail ile Heron anlaşması falan yaptı hatırlıyorsanız Heron. Onlar da İHA SİHA falan yani hatırlarsınız onları. Yani kendi milli kapasitemizin olmamasının acısını ben dışişleri bakanı olarakyaşadım. Dolayısıyla bu konuda kendi milli kapasitemizin artması, kendi İHA'mızın SİHA'mızın ve başka alanlarda da kendi savunma teknolojimizin ve savunma imkanlarımızın güçlenmesiyle ben ancak gurur duyarım. Bu ülkenin güvenliği çok önemlidir. Hele hele Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafyada güvenliği sağlamak en önemli konulardan birisidir. Ama bunu yaparken benim dediğim sadece neydi? Bir firma yapmasın 5 firma yapsın. Buna dayanamadılar yani. 5 firma yapsın deyince buna dayanamadılar.

Faruk Aksoy: O firmanın en önemli aktörünün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın damadı olmasının etkisi var mıydı bu söylediğinizde? Yani onun için mi özellikle söylediniz?

Ali Babacan:  Ya zaten o bana bir soruldu, bir programda soruldu. Ben de soruya cevap olarak bunu söyledim. Ve o soru içinde de ben soru sorulurken öğrendim yani.

Faruk Aksoy: Yani Selçuk Bayraktar Cumhurbaşkanı'nın damadı. Yani bunu siz başka firmalarda yapsın derken bunu mu kastetmiyorsunuz?

Ali Babacan:  Ama sadece o konu değil ki pek çok konuda biliyorsunuz. Yani damat olması şart değil. Başka firmalarda alanlar açılıyor. Deniyor ki sadece sen yap bunu deniyor. Ona para kazandırılıyor yani.

Hülya Hökenek:  Ali Bey siz iktidara gelseniz onlarla çalışmaya devam eder misiniz Baykar Holding ile?

Ali Babacan:  Türkiye için taş üstüne taş koyan herkesin başımızın üstünde yeri var. Yani kesinlikle. Biz Baykar'la da çalışırız. Çünkü özellikle babalarıyla ilgili. Piyasada gerçekten yani o sektörde çok olumlu şeyler... Rahmetli oldu babaları. Yani çok güzel şeyler söyleniyor. Çok saygın, dürüst bir işçinden olduğu söyleniyor. Hani bu ülkeyi çok seven, vatanı seven bir insan olduğu söyleniyor. Babalarıyla ilgili gerçekten çok olumlu şeyler var. E o babadan o iş yapma kültürü ama tabii bu işte siyasetle ticaret iç içe geçmeye başlayınca... Ateşle barut. Ateşle barut yan yana gelince kazanmaz.

Hülya Hökenek:  Sayın Başkan son 4 dakikamız ortak grup kuruldu. Gelecek ve Saadet ile ortak grup kuruldu. Gelecek ve Saadet. Siz katılmadınız. O konuda da ısrarlısınız. Metsiniz. Geldiğiniz gelenek çok farklı değil ama bir yerde ayrışıyorsunuz. Ayrıştığınız yerde önemli. Oranın bir altını çizin istiyorum ben.

Ali Babacan:  Gelenek derken ben Ali Babacan olarak... Evet ben AK Parti'nin kurucuyum ama daha önce hiç siyasetim yok. Yani eğer hani kökler AK Parti'de olmak bir ortak noktaysa... Tamam ama bu sadece Ali Babacan. Ama bizim partimizin çok geniş bir insan kaynağı yapısı var. Yani şu anda 700'ün üzerinde ilçe başkanımız var. 81 ilde örgütlüyüz. Yani ve genel merkezimizde de teşkilatlarımızda da çok geniş bir insan kaynağı profili var. Yani çok heterojen bir yapımımız var. Dolayısıyla Ali Babacan da AK Parti'den, Ahmet Davutoğlu da AK Parti'den. E bunlar... Ama biz ayrıyız. Yani kişi olarak ayrıyız, parti olarak da apayrıyız. Dolayısıyla yani illa birlikte olmak... Biz ne yaptık? Bütün teşkilatlarımıza sorduk. Teşkilatlarımızın kair ekseriyeti ya biz şu ortak listeydi, şuydu buydu. Yani bizim zaten kendi kimliğimizle ilgili son aylarda biraz arada kaynama söz konusu oldu. Yani bunun üzerine bir de tekrar ortak gruptu işte birleşmeydi falan filan. Dediler ki bizim teşkilatlarımız ve genel merkezimizde kair ekseriyeti. ‘Ya önce bir kendimize bir girelim. Yani bu ortak listelerden seçime girmiş olmanın oluşturduğu bir travma var. Bizim öncelikle o travmanın şöyle bir üzerinden aşmamız gerekiyor. Kendi kimliğimizi ortaya koymamız gerekiyor. Bir kendimize gelmemiz gerekiyor. DEVA olarak tekrar vatandaşlarımızın karşısında biz buradayız. Hazırız ve bu ülkeyi yönetmeye talibiz diye duruşumuzu ortaya koymamız gerekiyor. Ondan sonra çok ileri safhalarda işbirlikleri hangi konuda, hangi temada nasıl işbirlik olur?

Hülya Hökenek:  Yerel seçimlerde de olabilir herhalde.

Ali Babacan:  Yerel seçimlerle ilgili biz henüz bir şey demiyoruz.

Faruk Aksoy: Yerel seçimler henüz belli değil.

Hülya Hökenek:  Belli değil ama siz partinin genel başkanısınız. Nihayetinde burada bir şey de tahvil edebilirsiniz, öngörünüz olabilir. İttifak denklemi içinde...

Ali Babacan:  Başka partiler ne yapıyor bilmem. Ama ben teşkilatımızın görüşünü almadan ve genel merkezdeki karar organlarımızda konuyu konuşmadan hiçbir temel konuda bir açıklama yapmam. Yapmadım bugüne kadar. Başkaları yapıyor olabilir. Ya bu işte Babacan'ın partisi, o söyler, diğerleri yapar. Biz öyle çalışmıyoruz. Başkaları öyle çalışıyor olabilir yani.  Teşkilat görüş içindir. Yani oradan görüş gelir ama karar organları genel merkezdedir. Yani onu da ayrımlı iyi yapmak gerekiyor. Dolayısıyla teşkilatımızın görüşü ve karar organlarımızın eğilimi almadan ben hiçbir temel konuda hiçbir açıklama yapmam.

Hülya Hökenek:  Sayın Başkan siz bundan yaklaşık yarım saat 40 dakika kadar önce hadi bakalım buyurun ittifak olmadan İstanbul'u CHP kazansın dediniz mesela. Yani. Şimdi bu mesela şöyle bir şey. Hayır. İttifak olmadan, ittifak denklem olmadan, HDP'nin desteği olmadan…

Ali Babacan:  Türkiye genelindeki bir seçim söyledim. Onu hemen düzelteyim de çünkü nüanslar var. Bir, Türkiye genelinde yapacak bir genel seçimde dedim. Mümkün değil dedim. İki, Ankara ve İstanbul için dedim mümkün değil. Başka illerde olabilir. Başka illerde olabilir. Bu bir gözlem. Bakın bu bir gözlem. Bu biz CHP'yle işte şunu yapacağız bunu yapacağız demek değil yani. Ben şahsi gözlemimi ortaya koyuyorum. Bir karar da söylemiyorum. Sadece bir gözlemimi, şahsi bir gözlemimi ortaya koyuyorum yani. Dolayısıyla epey bir nüans var. Dolayısıyla yanlış anlaşılma açısından.

Faruk Aksoy: Vakit daraldı herhalde. Ben şunu söyleyeceğim. Her konuğumuza, siz genç bir siyasetçisiniz. Türkiye'de gerçekten siyasetin damarları epey kurudu. Yani genç siyasetçiler, lider adayları epey epey azaldı. O anlamda, doğrusu ben sizi umutla izliyorum. Siz ve sizin gibi siyasetçileri. Her türlü soruları soruyoruz ama ülkemiz adına bir şey bekliyoruz.

Hülya Hökenek:  Bir de bu çok güzel. Her türlü soruyu sorabilme özgürlüğü. Sayın Babacan da gerçekten hepsine tek tek sabırla cevap veriyor. Bu önemli. Çok önemli ve çok belirleyici.

Faruk Aksoy: Türkiye'de parti fark etmiyor. Parti fark etmiyor. Yani AK Parti'den, CHP'den, DEVA'dan, İYİ Parti'den, ülkeye umut verecek siyasetçileri, genel başkanları gerçekten yürekten alkışlayarak takip ediyorum. Her türlü de irdeliyorum. Son bir şey. Seçimden sonra yine size yönelik yapılan bir size değil, diğer 4-5 bileşene CHP dışındaki diğer partilere, yani meclis başkanlığı için bile bir araya gelmediler. Bize destek vermediler. Bunu CHP'den çok duydum. CHP'li kurmaylardan, hatta seçmenden. Seçimden sonra da meclis başkanlığı için bile CHP'ye destek vermemeniz doğru bir tutum muydu?

Ali Babacan:  Şöyle, birincisi biz Kemal Bey'le telefonda konuştuk bu konuları. Hem de en az iki kere konuştuğumuzu hatırlıyorum, birincisi. Yani bizim bir kendimizin aday çıkartmasıyla ilgili bir konu vardı. Bir de acaba iki veya üç parti bir ortak aday çıkarabilir miyiz diye bir konu vardı. Biz bunun istişaresini Kemal Bey'le yaptık. Yani Kemal Bey bizim kendi adayımıza çıkacağımızı biliyor idi, bir. İkincisi, üçüncü turda CHP'den bize talep geldi. Dediler ki, iki tur yaptık ama bu üçüncü turda bizim adayımıza destek verir misiniz diye. Biz de tamam dedik ve destek verdik.  Ama başta da konuşarak yaptık.

Faruk Aksoy: Seçmen öyle görmüyor. Seçmen biraz da aynı zamanda futbol tribünü gibi. Yani taraftar çünkü. O partiyi tutuyor, ona oy veriyor. Sizden şunu bekliyor. Kaç milletvekiliniz var, 15 milletvekiliniz var. Size şöyle bakılıyor. Tamam DEVA Partisi kocaman bir parti, yeni kuruldu, yol alıyor, ilkeleri var falan. Ama bu 15 milletvekili CHP'nin verdiği vekil diye bakıyor seçmen. Dolayısıyla bir vefa borcu gibi. Öyle görüyor. Yani Cumhuriyet Halk Partisi. Bunu açıkladınız, anlıyorum ben. Seçmen psikolojisinden bahsediyorum. Seçimden sonra da şunu istiyorlardı.

Ali Babacan:  Sesi çok çıkanlar dedim ya. Ama seçimden sonra da şunu istiyorlardı.

Faruk Aksoy: Bakın benim sesim de çok çıkıyor. Seçimden sonra da şunu beklediler sanırım. Yani hiç istisnasız, tartışmasız bizim meclis başkanımıza destek vermeleri gerekir diye düşündü CHP. Onu söylüyorum.

Ali Babacan:  Yani şöyle, ben başta da söyledim. Bizim hiç kimseye hiç bir borcumuz yok. Kazandığımız her şeyi hakkımıza kazandık. Ve bu bazda biz anlaştık. Anlaşmayla girdik.. Biz gidip kendimiz istemedik ki. Başkaları istemiş olabilir. Bakın karıştırılıyor bu işler.

Hülya Hökenek:  Teklif oradan geliyor bir kere. Yani sayı oradan geliyor. Teklif oradan geliyor. Artı 32.

Ali Babacan:  Yani gidip daha önce CHP'den böyle talepte olan partiler olmuş olabilir bakın. Bazen de bu bilgiler yayılıyor hemen DEVA’ya bulaşıyor. Bizim öyle bir talepimiz olmadı. Biz gidip bir şey istemedik. Onlar bize teklif etti. Onlar bize bu ortaklığı teklif etti. Biz de hesap kitap yaptık ve orta bir noktada anlaştık. Ondan sonra seçime girdik ve hakkımıza da aldık. Böyle bir borç istesiniz falan bizim yok yani. Yoksa olmaz bu yani. Çok şükür ben siyasete bakıp girdim girelim. Hiç kimseye ne para borcu ne minnet borcu. Çok şükür. Onun özgüveniyle biz başımız dik, alnımız açık geziyoruz Türkiye'nin her yerinde. Borçlu olmak çok kötü bir şey ya. Kimseye ne minnet borcumuz var ne de başka türlü borcumuz var. O kadar rahatız yani. Seçim kampanyamızı yaptık bitirdik. Partimizin kasasına verip parayla bitirdik yani. Öyle eksiğe falan düşmedik ki.

Hülya Hökenek:  Son bir dakika Sayın Başkan. Çok fazla soru var. Özellikle mütabakat ve Sayın Ümit Özdoğan meselesi de son dakika olarak girildiği için üzerine. Siz diyorsunuz ki ben tabii ki çok üzüldüm. Bir hayal kırıklığına elbette uğradım. Metnin içine bakıldığımda yani mütabakat metni açısından onlar konuşulduğunda. Ama Sayın Kılıçdaroğlu altılı masaya öyle bir teklifte bulundu. Temas edebilirim, temas kurabilirim. Sayın Ümit Özdoğan Zafer Partisi ile ilgili.

Ali Babacan:  Doğru doğru. Bize bilgi verdi ve itiraz eden olmadı.

Hülya Hökenek:  Altılı masanın içinde kimse itiraz etmedi diyorsunuz.

Ali Babacan:  Evet. Yani temas kurmak. Bu ikisiyle ilgili. Yani iki seçim arasında bakın. 14 Mayıs'ta 28 Mayıs arasında. Ümit Özdoğan ve Sinan Oğan…

Hülya Hökenek:  Sayın Kılıçdaroğlu'ndan geldi bu teklifte.

Ali Babacan:  Yani o fikri o açtı altılı masada. Açtı fikri, ya böyle bir şeyler düşünüyoruz dedi hani dedi bu ikisinin de bir temas şu bu falan filan.

Hülya Hökenek:  O gün o masada açık çek verildi mi? Buyurun siz gidin görüşün, bir ittifak paydaşı da olabilir, biz size hiçbir şekilde o anlamda karışmıyoruz dendi mi?

Ali Babacan:  Yani şöyle ben ticarette de siyasette de kimseye açık senet ya da açık çek vermedim yani. Ticarete açık çek, açık senet verilmez. Siyasette de verilmez yani. Böyle bir şey yok. Senedin çekin şey olur, tarih olur, rakam olur, öyle olur.

Hülya Hökenek:  O zaman kendinizi çok aldatılmış hissediyorsunuzdur diye düşünüyorum.

Ali Babacan:  Ya şöyle ben dedim ya o içinde bulunan şartlarda yani iki seçim arasındaki sıkışmışlığın bir sonucu olduğunu anlıyorum ama üzüldüğümü de söylüyorum. O kadar söyleyeyim. Bir de Faruk Bey'in o dediği hani genç siyasetçiler önemli. Hani kuruyor falan dediğinizde inanın öyle değil. Yani bakın şimdi DEVA Partisi'nde öyle isimler var ki bakın teşkilatlarımızda ve genel merkezde. Çok değil. Birkaç sene sonra onlar DEVA ile beraber siyasete başlamış ve Türkiye'de çok saygın, işi bilen, dürüst ve siyasete artık kendini adamış ve bu ülkeyi daha iyi yönetme iddiasıyla ortadan çok sayıda isim duydunuz ve duyacaksınız inşallah. Yani öyle kurma falan yok. Yeter ki gençlerin önünü açalım. Yeter ki siyasete hiç girmeyen insanların önünü açık tutalım. Yani biz mesela bütün teşkilatta da şart koştuk. Dedik ki en az %50'si dedik siyasete hiç girmemiş insanlardan bu teşkilatlar kurulacak dedik. Bizim genel merkez. Yani ilk kurucu heyete bakın. GMHK'ya bakın. Çok sayıda siyasete ilk defa bizimle başlamış arkadaşlar var. Bunların bir kısmı ya bu galiba bana göre değil çok karışıkmış bu iş diyor. Ama tutunanlar var ya o tutunanlar da çok güzel şimdi isimler geliyor yetişiyor hepsi yani. Dolayısıyla yani gün gelir biz de artık yaşlanmış kategorisine gireriz ama bizden sonra gelenler bu bayrağı alır götürür yani. Ama zaman akıyor zaman durduramıyorsunuz.

Faruk Aksoy: Bir soru bir cümlelik. İsveç'i çünkü Avrupa Birliği ile müzakerelerde bulundunuz dışarıyı biliyorsunuz. İsveç'in Türkiye tarafından NATO'ya kabul edilmesi iyi bir gelişme mi?

Ali Babacan:  Biz öncelikle NATO'nun genişleme perspektifini destekliyoruz parti olarak. Ancak İsveç'in terörle mücadele konusunda Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate alan bir çizme gelmesi gerekiyor. Ama o şartla.

Hülya Hökenek:  Ama orada çok hassas davranmıyorlar.

Ali Babacan:  Kur'an-ı Kerim sayfalarının yakılmasıydı şuydu buydu. Yani o konularda da yani şu var. Avrupa Birliği'nde de bu esastır ki ben baş müzakereciyken de dışişleri bakanıyken söyledim. Bakın ifade özgürlüğü tamam, gösteri özgürlüğü tamam ama özgürlük demek başkasının kutsalına hakaret. Başkasının kutsalına saygısızlık değildir. Bu Avrupa konseyinde de Avrupa Birliği'nde de özgürlüklerin bir çerçevesi vardır. Başkasının kutsalına saygısızlık ya da hakaret onun dışında da buna da müsamaha edemezsiniz. Bu bir özgürlük olarak değerlendirilemez diye benzer pek çok konuda zamanında duruşumuzu ortaya koyduk. Dolayısıyla bu konularda da sağlam durmamız gerekiyor. Yani bizim şu andaki müttefiklerimizden NATO müttefiklerimizden ve ilerideki müttefiklerden beklentimiz Türkiye'nin güvenlik kaygılarının kendi kaygıları gibi ki NATO'nun meşhur bir anlaşma maddesi vardır biliyorsunuz. Biz hepimiz hepimiz birimiz için maddesi denir ona. Bir ülkenin güvenlik kaygısı ve bir ülkeye tehdit bütün NATO'ya tehdittir. Terör de bir güvenlik tehditidir. Bu terör tehdidiyle ilgili bizim kaygılarımızı anlayan paylaşan ve bizim yanımızda duran müttefikler olması lazım.

Hülya Hökenek:  Sayın Başkan süremiz doldu. Çok teşekkür ediyoruz.

Ali Babacan:  Ben teşekkür ediyorum.

Hülya Hökenek:  Sorularımıza içtenlikle cevapladığınız için çok teşekkür ediyorum. Yerel seçimlerle ilgili bir mesajınız var mı? O da 4 Eylül'den sonra herhalde Eylül ayında belki yine sizinle birleşebiliriz.

Ali Babacan:  Tabii bizim teşkilatlarımızdan bir görüşleri alalım ama onlar sadece görüş yoksa teşkilatlar karar vermez. Ama genel merkezimizdeki niyahi değerlendirme karardan sonra ama tabi işin doğal olanı her partinin kendi adaylarıyla seçime girmesi. Yani iş birliktelikleri istisnaidir, konjonktüreldir. Yani ama asıl kaide her partinin kendisinin seçime girmesidir.

Hülya Hökenek:  Peki Sayın Ali Babacan, DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan konuğumuzu merak edilenleri sorduk. Çok teşekkür ediyorum efendim.

Ali Babacan:  Ben teşekkür ediyorum, sağ olun.

Hülya Hökenek:  Katıldığınız için teşekkürler. Sorularımızı içtenlikle cevapladığınız için.

Ali Babacan:   İki saat daha buradasınız benim anladım kolay gelsin size.

Hülya Hökenek:  Şimdi eline boyunanın o klasik masasını kuracağız. Faruk Aksoy yine benimle birlikte olacak. Dr. Ali Haydar Fırat, Nasuh İkgüngör, Prof. Dr. Ümit Kocasakallı. Biz devam edeceğiz eline boyuna. Süremiz uzun, gece uzun. Sayın Babacan'a tekrar teşekkürler.

 

 

19 Temmuz 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Cüneyt Özdemir Programı Açıklama

Genel Başkanımız Ali Babacan, Cüneyt Özdemir'in sorularını yanıtladı

Cüneyt Özdemir: O gece ilginç anlar yaşandı. İmamoğlu ile Mansur Yavaş çıktılar seçim sonuçları tam net değil bakıyoruz dediler. O sırada siz neler yaşıyordunuz? İlk turun kaybedildiğini ne zaman fark ettiniz?

Ali Babacan: Aslında ilerleyen saatlerde biraz veriler farklı farklı yerlerden farklı kompozisyonla önümüze geldi. Biliyorsunuz bir Anadolu Ajansı’nın yayınladığı veriler vardı bir Anka'nın yayınladığı veriler vardı. Bunlar ayrı ayrı kaynaklardan geliyordu. Anadolu ajansı ile Anka tam tersi bir kompozisyon ortaya koyuyordu. Yani Anadolu Ajansı iktidarı çok daha önce gösterirken a Anka'da tersini gösteriyordu. Ama bir noktada bir dengelenme sağlandı tabii o arkada ne oldu ne bitti oralarını tabii bilemiyoruz yani. Bu Anka'nın haber kaynakları ile bilgi kaynakları ile ilgili bir konu.  Ama saatler gece yarısına doğru yaklaştığında sonuçlar az çok belli olmaya başladı. Ondan sonra nasıl bir açıklama yapalım bu gece hangi mesajı verelim diye hemen hızlı bir koordinasyon sağladık ve o gece arka arkaya kısa kısa açıklamalarla vatandaşlarımızı bilgilendirdik ve hemen ikinci tura çalışmaya başladık yani.

Cüneyt Özdemir: Birinci turun kazanılacağı çok büyük bir şeydi bir hava vardı. O kaybettiğinizi anladığınız anda aranızdaki hava neydi ne konuşuldu? Moraller nasıldı onu merak ediyorum.

Ali Babacan: Tabii çok ciddi bir moral bozukluğu vardı. Çünkü baktığımız takip ettiğimiz pek çok araştırmada az bir farkla belki birkaç puan daha fazla farkla Sayın Kılıçdaroğlu önde görünüyordu pek çok araştırmada. Bir de mitingler yapmıştık o mitinglerdeki katılım gerçekten çok coşkuluydu. Yani Kayseri'de şimdiye kadar yapılmış en geniş katılımlı miting oldu. Bursa'da muhteşem bir miting oldu. Yani mitinglere katılım ve mitinglerin coşku seviyesi de aslında şimdiye kadar görülmemiş düzeydeydi. Zaten fark da biliyorsunuz %48 -52 diye neticelendi. Yani biz o desteğin yüksek olduğunu bekliyorduk ama %50'den fazla çıkacağını ümit ediyorduk. Olmadı %48'de kaldı nihayetinde ikinci tur açısından söylüyorum bunları tabii.

Cüneyt Özdemir: Sonrasında liderler görüşmelerinde neler konuşuldu hangi konular gündeme geldi? Millet ittifakı o gece dağıldı diyebilir miyiz?

Ali Babacan: Yani öyle bir şey olmadı çünkü sonuçta biz ortak adayımız olan Sayın Kılıçdaroğlu'na destek vermeye devam ettik. Bunu kamuoyuna açık programlarla halk buluşmalarıyla veya televizyon programları ile kürsü konuşmalarıyla kampanyamıza sonuna kadar devam ettirdik yani. Evet, meclisteki aritmetik aleyhimize sonuçlanmış oldu 14 Mayıs gecesi ama 28 Mayıs'ta Sayın Kılıçdaroğlu'nun bu ikinci turda kazanabilmesi ile ilgili de her türlü gayreti ortaya koyduk.

Cüneyt Özdemir: Meral Akşener hiç ben size demiştim dedi mi?

Ali Babacan: Yani çok o açıklıkta bir ifadesi olmadı. Ama tabii herkes bir miktar hayal kırıklığı vardı üzgünlük vardı. Gayet doğal çünkü beklemediğimiz bir sonuçtu. Yani şu da anlaşılıyor ki muhtemelen kamuoyu yoklamaları araştırmalar biraz daha maliyet meselesi olduğu için daha çok merkezler ağırlıklı yapılıyor. Kırsala çepere pek çıkılmıyor yani. Örneklenmeler pek kırsaldan çeperden alınmıyor. En azından yüz yüze olan görüşmeler açısından bunu söylüyorum. Zaten seçim sonuçlarına baktığımızda merkezlerde büyük şehirlerde aslında kazanan biz olduk. Küçük şehirlerde ve kırsalda kazanan Erdoğan oldu. Fakat kırsalın ve küçük şehirlerin oyları toplamda ya da oy dağılımı daha baskın oldu yani.

Cüneyt Özdemir: Nerede hata yaptık diye sordunuz mu? Yani Kılıçdaroğlu aday olmasaydı sonuç farklı olabilirdi ya da şurada şunu şöyle yapsaydık farklı olurdu dediniz mi? Kendiniz bunun muhasebesini nasıl yaptınız?

Ali Babacan: Şöyle biz çok dikkatli ve aşama aşama bir aday tespit süreci gerçekleştirdik. Şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir iş ortaya koyduk. Ortak politikada dokümanı oluşturduk. 2300 madde ile vatandaşlarımıza sözlerimizi sıraladık ve hepsi gerçekçi hiç aldatmadık hepsi yapılabilir şeyler oldu. Anayasa değişiklik paketimizi hazırladık 84 maddelik. Bakın iktidarın hala yeni bir şeyi yok. Yeni anayasa deyip duruyorlar da ellerinde hiçbir şey yok. Dolayısıyla biz bunu da hazırladık. Zihni hazırlık ve program hazırlığı açısından bugüne kadar görülmemiş bir hazırlığı gerçekleştirdik. Ama nerede hata yaptık dersek herkes işaret parmağını önce kendisine çevirmek zorunda. B planımız hiç olmadı. Hep kazanacağımıza göre hazırlandık. Ne olur diye bir planımız olmadı yani bir B planımız olmadı. Bir de kırsala köylere çepere küçük şehirlere daha fazla ağırlık vermemiz gerektiğini de şu anda söylüyorum yani. Fazla belki merkezlere odaklandık nüfus çoğunluğu orada diye ama o kırsalın gerektirdiği ilgiyi belki göstermedik gösteremedik yani. Dolayısıyla bundan sonra yapılması gereken en önemli konu evet merkezler tabii ki önemli nüfus yoğunluğu oralarda ama hiçbir vatandaşımızı ihmal etmemek her vatandaşımızın kapısını çalmak en küçük ilçe belde köye kadar uzanıp insanlarımıza doğruları anlatmak ve yanlışları işaret etmek. Çünkü biz yanlışları açıkça göstermezsek birkaç tane televizyon kanalından insanlara sürekli doğru olmayan bilgiler pompalanıyor. Ciddi bir propaganda makinesi var şu an hükümetin elinde. Ve bunu maalesef siyahı beyaz diye gösterecek şekilde bir çizgi ile bazı vatandaşlarımız üzerinde etkili olabiliyorlar bunu görebiliyoruz yani. Şu anda baktığımızda Türkiye tablosuna aslında düzelen hiçbir şey yok Cüneyt Bey. Sizinle ilk programımızı yaptığımızda Deva partisinin o ilk kuruluş günlerinde pandemi yasaklarının olduğu günlerde problemlerden bahsetmiştim değil mi? Türkiye'de özgürlüklerle ilgili sorunlar var demiştim, hukuk adalet sorun var demiştim. Ekonomik kriz zaten o zaman da vardı hala evreler değişerek devam ediyor. Yani Türkiye'nin sorunları aynen devam ediyor hiçbir şey çözülmedi. Çözülemeyecek de.

Cüneyt Özdemir: Mehmet Şimşek şu anda ekonominin başında. Merkez Bankası’nda tecrübeli bir isim var. Mehmet Şimşek’le siz yıllarca yan yana çalıştınız. Beğenmiyor musunuz bugün yaptığı işleri? Sizin dediğiniz noktaya gelmedi mi?

Ali Babacan: Aslında hem Mehmet Şimşek hem de Cevdet Yılmaz Cumhurbaşkanı yardımcısı benim yakın çalışma ekibimde olan arkadaşlar. Zaten bu iki görevlendirme bizim yaptığımız etkili muhalefetin de bir sonucu olarak görüyorum ben açıkçası. Yani tekrar doğrulara dönmenin ya da doğrulara dönüyormuş gibi bir görüntü oluşturmanın bir sonucu olarak görüyorum ama maalesef arkadaşlarımız sadece vitrinde. Kendi ekiplerini henüz kuramadılar. Merkez Bankası başkanı evet görevlendirildi ama başka hiçbir değişiklik yapılmadı Merkez Bankası’nda. Dolayısıyla kadrolar eski kadrolar. Daha dün faiz düşsün faiz artırmamaya imza atan para politikası kurulu şimdi faiz artsın diye imza atıyor. Şimdi bunun neresine güvenebilirsiniz? Çünkü talimata açık bir Merkez Bankası olduğu sürece Merkez Bankası bağımsız olmadığı sürece enflasyon asla düşmez. Türkiye'de ne zaman biz Merkez Bankası’nı gerçekten bağımsız çalıştırdık enflasyon tek haneye indi ve oralarda devam etti. Hatırlayın enflasyon %8 olunca yükseldi diyorduk. 2 puan artış nereden geldi diyorduk tekrar düşürmemiz lazım enflasyonu diyorduk. Şimdi rakamlar öyle bir boyutta ki bağımsız ENAG %108 açıklıyor, TÜİK %38'e açıklıyor. Arada 70 puan fark var. Yani o kadar farklı bir noktaya geldik ki işler gerçekten çok üzülüyoruz. Mesela sadece ekonomide değil bakın ilk programımızda sizinle özgürlüklerle başlamıştık. Siz bana ekonomi sormuştunuz ben ilk özgürlüklerle başlamak zorundayız demiştim. Seçimden sonra ne oldu? Merdan Yanardağ şu an tutuklu yargılanıyor değil mi? Bu ne demek? Aslında tek bir gazeteci üzerinden bütün medyaya ayar vermek demek başka bir şey değil. Hukukçularımız bütün dosyasını inceledi baktı. Gözaltına alınmayı bırakın yani ya da tutuklu yargılanma böyle bir şeyler yok o dosyada. Bunu gerektirecek bir durum yok. Ama hükümet ne diyor nasıl Osman Kavala için iş dünyasına 'bak kafamı bozmayın sizi içeri bir atarım kimse de kurtaramaz' bir kişi üzerinden iş dünyasına nasıl ayar veriyorsa seçimden sonra da yine medyaya tek bir kişi üzerinden aslında ayar veriyor. Dolayısıyla özgürlüklerle ilgili medya özgürlüğü ile ilgili ifade özgürlüğü ile ilgili durumda hiçbir değişiklik yok. Aynı baskı ortamı devam ediyor. E hukuk adalet diye bir şey var mı? Yok.

Cüneyt Özdemir: Ekonomiye baktığınız zaman mesela siz farklı ne yapacaktınız? Üç aşağı beş yukarı aynı şeyi yapmayacak mıydınız? Yani mesela yarın faiz artırımı demiştiniz faiz artırımı yaptılar. Muhtemelen yarın da faizi artıracaklar. E Mehmet Şimşek'in çeşitli kamudaki genelge yayınladığı şeyi sıkmak istiyor. Daha ortadoks politikalara döndü. Bir de yakın arkadaşınız olduğu için mesela siz daha farklı ne yapardınız? Yapılmayan ne ekonomide şu anda?

Ali Babacan: Öncelikle yapılmayan en önemli ne biliyor musunuz? Seçimden önce söylediklerinin tam tersini yapıyorlar. Yani insanları aldattılar. Seçimden tam 3 hafta önce Erdoğan ne dedi? 'ben iktidarda olduğum sürece faiz artmaz sadece iner' dedi. 3 hafta sonra faizi artırdı. Ya da koskoca billboardlar astılar Türkiye'nin her yerine doğalgaz bedava diye. Manşet o doğalgaz bedava. Altta küçük küçük yazılar. Doğalgaz bedava diye seçim kampanyası yaptılar seçimden hemen sonra akaryakıta yakın tarihimizin en büyük zamlarını yaptılar tüp gaz dahil. Yani insanları aldattılar montaj videolar gösterdiler. Olmayan şeyleri var gibi anlattılar. Dolayısıyla ben hep söylüyorum Erdoğan kazandı ama helalinden kazanmadı. Oysa biz insanları hiç aldatmadık. Yapacaklarımızı yazdık. Bakın DEVA Partisi olarak ben hep gösteriyorum bu artık böyle 23 fasiküllük bir ansiklopedi haline geldi. Bütün hazırlıklarımızı yaptık hepsi gerçekçiydi. Hiç popülizm yok burada. Ve 6 partinin ortak politika dokümanına da tek bir cümlelik popülizm ifadesi olmadı. Biz de itiraz ettik başka partiler de itiraz etti. Tek tek böyle popülist gayretler oldu ama ortak politika metnine bunlar girmedi. Dolayısıyla biz kazansaydık hiç kimseyi aldatmamış bir şekilde ülkeyi yönetecektik. Ne söz verdiysek onu yapacaktık. Bir de en önemlisi Merkez Bankası’nın bağımsızlığı bakın şu anda temel problemimiz enflasyon. Şu anda Türkiye ekonomisinin başındaki en büyük bela 1 numaralı bela enflasyon. Bu enflasyonu düşürmenin tek haneye indirmenin tek yolu Merkez Bankası’nı bağımsız yapmak. Bir defalık faiz artışı iki defalık faiz artışı bunu kurtarmaz. Bugünlük belki geçici sonuç alırsınız saman alevi gibi ama hemen söner ve geriye kül kalır. Burada Merkez Bankası gerçekten bağımsız olmadıktan sonra Sayın Erdoğan ellerini Merkez Bankası’ndan çekip oraya baştan aşağı düzgün bir kadro göreve getirmedikten sonra bu ülkede enflasyon düş-me-ye-cek. İmkânsız. TÜİK bunu düşmüş gibi gösterebilir gerçek enflasyon asla düşmez. Tarihimizde sabit 34 yıl boyunca bu ülkede enflasyon iki haneydi 3 haneydi. Ne zaman düştü tek haneye? 2004'te. Niye düştü? Biz Merkez Bankası'nı gerçekten bağımsız çalıştırdık. Ve 2015 16'ya kadar da bu böyle devam etti. Ne zaman ki ben ayrıldım kadrolarımızı uzaklaştırdılar sistemden kendi sadece talimata uyan aslında işi bilmeyen kadroları sisteme yerleştirdiler enflasyon iki haneye çıktı üç haneye çıktı. Şu son 50 yıllık siyasi tarihimize bakın Merkez Bankası bağımsız enflasyon tek hane, Merkez Bankası talimatla yönetiliyor enflasyon iki tane üç hane. Bu kadar basit. Bunu yapmadan enflasyonu düşüremeyecekler. Ve enflasyon en modern hırsızlık yöntemi. Önce enflasyon yoluyla vatandaşların cebinden çalıyorlar arkadan maaş artışlarını bir güzellik gibi olumlu bir müjde güzellik gibi anlatıyorlar. Burada esas olan enflasyonu düşürmek yani yoksa enflasyon nereden geliyor kök kelime İngilizce inflate yani şişirmek. Balonun şişmesi gibi bir şey. Rakamlar şişiyor şişiyor fiyatlar önce şişiyor arkadan maaşlar şişerek onu yakalamaya çalışıyor. Ama hiçbir zaman da gerçekten yakalayamıyor. Dolayısıyla geniş kitleler sabit gelirli düşük gelirli bütün milyonlarca insanımız emeklimiz işçimiz memurumuz hepsinin satın alma gücü düşüyor. Enflasyon aslında direkt gidiyor satın alma gücünü vuruyor yani yok maaşım artmış diye sevinmenin bir anlamı yok.

Cüneyt Özdemir:  Ali Bey aslında seçimin bir kazananı da sizsiniz. Çünkü 15 milletvekili çıkardınız ve herkes de bunu büyük bir başarı olarak görüyor. Şöyle de bir iddia ortaya atıldı bir DEVA Partili 'ticaret böyle yapılır işte' demiş bir gazeteciye. Bu doğru mu? Siz böyle mi düşünüyorsunuz? Bu cümleyi eden siz misiniz ya da biliyor musunuz kimin böyle bir cümle ettiğini?

Ali Babacan:  Öyle bir şey basında çıktı ama bizim arkadaşlarımızdan mıdır siyasi kadromuzdan mıdır siyasi kadro dışındaki çeper kadrodan mıdır bunu bilmiyorum. Ama bizim bütün bu süreçte dikkat ettiğimiz neydi niye biz bu kararı verdik niye ortak listelerden seçime girdik çünkü CHP geldi bize dedi ki cumhurbaşkanlığını kazanma ihtimalimiz görünüyor ama mecliste çoğunluğu sağlayamıyoruz. Her parti ayrı ayrı listelerle girerse D'Hondt sisteminde o küsuratlı oyların hepsi araya gidiyor ve meclis çoğunluğunu sağlayamıyoruz. Meclis çoğunluğunu sağlamamızın tek yolu ortak liste ile girmek diye getirdiler bize hesaplar sundular. Dediler ki ya herkes kendi kendine girecek, cumhurbaşkanlığını kazansak bile mecliste çoğunluğu kaybedeceğiz ve zor yöneteceğiz bu ülkeyi ya da tek listeden gireceğiz istikrarlı bir şekilde yöneteceğiz. Ve biz de hesap yaptık gerçekten hesaplar doğru yani ayrı ayrı seçime girildiğinde herkesin milletvekili sayısı düşüyor. Ama ortak bir listeyle girildiğinde toplam milletvekili sayısı artıyor. Bizim hesaplarımızda da aynı sonuçları gördük. Dolayısıyla bizim önümüzde iki tane seçenek vardı ya kardeşim biz anlamayız DEVA'yız diye kendi listelerimizle gireceğiz diye inat edebilirdik. Sonuçta da ne olurdu mecliste çoğunluk kaybedilmesinin sebebi olarak gösterilebilirdik. İşte DEVA Partisi ayrılık yaptı birlik beraberlik içinde hareket etmedik. Ayrı listelerle seçime girdi kendileri de kaybetti CHP'ye de kaybettirdi. Bütün muhalefet kaybetti. Bizi bunlarla suçlayacaklardı bugün ayrı listelerle girseydik. Biz teklif götürdük ısrar ettik kabul etmediler. Kendileri de kaybetti CHP'ye de kaybettirdiler Türkiye'ye de kaybettirdiler diye suçlanacaktık bugün. Yani önümüzde iki tane tercih vardı. Ya gerçekten güç birliği yapıp ortak listelerle meclis çoğunluğunu sağlama gayretine girecektik ya da Türkiye bizim için önemli değil iktidar bizim için önemli değil biz kendimize bakarız diye DEVA Partisinin önceliklerini savunuruz deyip gidebilirdik. Ama bizim bütün kararımız önce Türkiye kararı. Önce DEVA mı önce Türkiye mi dediğinde önce Türkiye dedik. Ha kendi hesaplarımızda da DEVA Partisinin toplama yani ortak listelere girildiği anda +18 tane milletvekili katkıda bulunacağı ortaya çıktı. CHP'nin rakamlarında da aynı şeyler ortaya çıktı. CHP bize getirdi dedi ki DEVA, Gelecek ve Saadet ile aynı listeden girersek + 32 milletvekili oluşuyor toplamda. Biz hesap ettik biz de + 30'u bulduk gerçekten. Ama sadece DEVA'nın katkısında 18'i bulduk. Yani bütün bu hesaplarda CHP'nin de hesabında bizim de hesabımızda + 30 kadar milletvekili oluşurken ve bu +30 içerisinde DEVA'nın katkısının 18 olduğu bütün simülasyonlarda ortaya çıkmışken bu şekilde bir anlaşma yapmamız baştan CHP ile seçime girmemiz ve ondan sonra bu sonucu almamız doğal bir sonuç yani. Yoksa burada bir aldatan aldanan meselesi yok. Sadece Türkiye için güç birliği yapıp daha fazla milletvekili çıkarıp mecliste etkin olma gayreti var. Bundan ibaret yani. Programın başında ben kısaca izledim biliyorsunuz CHP içerisinde büyük bir tartışma var. Bir genel başkanlık tartışması var ve Sayın Kılıçdaroğlu'nu hedefleyen destekleyen bir grup da var. Parti dışında medyada da var. Biz aslında Sayın Kılıçdaroğlu'nu vurmak için kullanılıyoruz. Yani adeta DEVA Partisinin 15 milletvekilini cephane haline getirelim Sayın Kılıçdaroğlu'nu onunla vuralım. Yoksa eleştirilerin özüne indiğimizde baktığımızda aslında gerçek hedef biz değiliz. Hedeflenen Sayın Kılıçdaroğlu onu da gayet iyi görüyoruz izliyoruz. Sağduyu sahibi herkes de bunu görüyor yani.

Cüneyt Özdemir:  Ali Bey seçimler bitti siz mesela şu anda hem Kılıçdaroğlu'nun yanında hem CHP'nin yanında mı hareket edeceksiniz yoksa artık biz bir siyasi partiyiz girdik herkes aldı milletvekilini artık bundan sonra bizim dünya görüşümüze göre anayasa değişikliği ile ilgili bir şey gelir ona göre tavır alırız. İlla CHP ile İYİ Parti ile ortak hareket etmeyiz mi diyorsunuz? Orayı çok merak ediyor herkes.

Ali Babacan:  Şimdi zaten CHP ve İYİ Parti beraber hareket edecek mi etmeyecek mi orada bir soru işareti var. Onunla ilgili biz bugüne kadar net bir açıklama duymadık. Şu anda aslında her parti için bir muhasebe dönemi. Biz de yoğun bir şekilde kendi iç malzememizi yapıyoruz. Nerede durduk doğru yerde durduk mu? Sonuçlara bakınca bundan sonra ne yapmamız gerekiyor çok yoğun bir iç istişare sürecinden geçiyoruz şu anda. Bütün teşkilatlarımızla beraber 81 il 766 ilçede yoğun bir istişare dönemindeyiz. Biz 15 milletvekilimizi 81 ilde görevlendirdik. Bizim 81 ilimizin milletvekili var şu anda çünkü 15 milletvekilini tüm Türkiye'de görevlendirdik. Arkadaşlarımız bu yaz içerisinde en az iki defa üç defa illerini ziyaret edecekler. Bütün ilçe teşkilatlarımızla görüşecekler. Hem durum tespiti hem önerilerle ilgili beyin fırtınaları yapılacak ve DEVA Partisinin bundan sonra ağırlık vereceği konularla ilgili bir karar vereceğiz. Partimizin programı ortada. Parti programımızdan taviz vermeyiz. Orada sapasağlam bir omurga duruyor. Altın değerinde bugün geçerli. Mart 2020'de ne ise bugün geldiğimiz Temmuz 2023'te aynı değerde olan bir parti programımız var ama bundan sonra odaklanmamız gereken seçmen grupları nedir? Odaklanmamız gereken söylem nedir? Vatandaşlarımızı daha çok hangi konularda aydınlatmamız gerekiyor hangi konularda daha çok ikna etmemiz gerekiyor? Tabi en önemlisi umut umut. Şu anda Türkiye genelinde %48'de yani muhalefeti destekleyen seçmende ciddi bir üzgünlük var kızgınlık var ama benim en çok da endişe ettiğim bir gözlem umutsuzluk var. İşte biz umudu tekrar yeşillendireceğiz umudu tekrar ayağa kaldıracağız. Çünkü evet seçimi kazandılar ama helalinden kazanmadılar. Onun için de yönetemiyorlar yönetemeyecekler de. Türkiye'deki sorunlar sadece ve sadece büyüyecek. Ve şu son Körfez turuna bakın Erdoğan'ın. Yani biz evet ihracattan memnun oluruz Türkiye daha çok ihracat yapmalı evet, savunma sanayi ürünlerimizi de daha çok ihraç etmeliyiz, evet Türkiye'ye daha çok yatırım gelmeli ama gidip de kapı kapı dolaşıp para dilenmek kredi dilenmek Türkiye'ye yakışmıyor. Biz bunu hiç yapmadık. Ben yıllarca başbakan yardımcılığı yaptım ekonomi bakanlığı yaptım dışişleri bakanlığı yaptım. 13 yıl hükümetteydim gidip de tek bir ülkeden tek bir kuruş para talebimiz olmadı. Biz ne yaptık? Mal satalım size dedik gelin bize yatırım yapın dedik. İki talebimiz oldu. Gidip de ya bize biraz para verin paramız bitti Merkez Bankası’ndaki dövizi tüketti bizim damat falan demedik. Onun için buna ben üzülüyorum. Yani şu andaki dış ilişkilerin düştüğü duruma da üzülüyorum ülkenin geneline de ama en çok da üzüldüğüm ve çalışmamız gereken konu umudu tekrar ayağa kaldırmak. Bütün arkadaşlarımız çalışıyor.

Cüneyt Özdemir:  Bu konuda da size bir eleştiri var o da sizin cenahtan. Şöyle bir eleştiri deniliyor ki; DEVA AK Parti'ye bir alternatif olacaktı ama ne zaman ki CHP'nin listelerine girdi alternatif olmaktan çıktı. Önümüzde yerel seçimler var siz DEVA Partisi olarak seçimlere kendi adayımızı mı koyacaksınız yoksa yine İYİ Parti'nin CHP'nin adaylarını mı destekleyeceksiniz? Son olarak bunu sorayım.

Ali Babacan:  Şöyle bizim şu anda Türkiye'de kendi listelerimizle ve kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas yani 81 ilde 923 ilçede kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas. Biz ne dedik teşkilatlarımıza? Bütün il başkanlarımızı Ankara'da topladık dedik ki bakın her ili ve her ilçeyi çalışın. Bizim temel duruşumuz kendi adaylarımız ama herhangi bir ilde ya da ilçede eğer başka partilerle bir işbirliği modelitesi olursa ya da kuvvetli isimler bazlı aday bazlı bir çalışmada düşünülebilirse bununla ilgili önerilerinizi bize söyleyin dedik. Dolayısıyla biz ne yapacağız? Önce teşkilatlarımızdan bu konuyla ilgili görüşleri çalışmaları alacağız yereli dinleyeceğiz çünkü yerel seçim. Yani yerelin sesini dinlemeden karar vermemizi ben doğru görmüyorum. Önce onları dinleyeceğiz ve arkasından da nihai kararlarımızı vereceğiz. Bütün Türkiye'de şu anda çalışıyoruz. Ve şu anda ülkemizde gittikçe derinleşen ve çoğalacak sorunların çözümünün bu hükümetle mümkün olmayacağını defalarca anlatacağız. Evet ilk seçimde olmadı 14 Mayıs ile 28 Mayıs'ta %48'i %53 54 55 yapamadık. Ha belki de şu oldu vatandaşlarımız baktı dediler ki 6 tane parti var ama acaba birlikte uyum içerisinde yönetebilecekler mi? Mesela bu da yerelden şu anda çok duyduğumuz bir konu. Tamam 6 parti bir araya geldiler ama yönetebilecekler mi? Ha şu var biz doğru yerde durduğumuzu düşünüyoruz yani tarihin doğru yerinde durduk. Çünkü bir tarafta kutuplaştırma vardı germe vardı biz mahalleler arasındaki duvarları yıkacak ve insanları bir araya getirecek bir modelle seçime gittik. Bir tarafta öfke vardı nefret vardı biz sevgiyle seçime gittik. Bir tarafta adaletsizlik hukuksuzluk vardı biz adalet ve hukuk diye seçime gittik parlamenter sistem diye seçime gittik. Şu andaki sistem gittikçe otoriterleşen yönetim tarzı Türkiye için doğru değil fayda getirmeyecek dedik. Demokrasiden yana tutum aldık dolayısıyla biz doğru yerde durduk ama durduğumuz yeri vatandaşlarımıza yeterince iyi anlatamadık. Vatandaşlarımız da ne dediler? Yani burada bildiğimiz bir şey var bu tarafta da 6 partiden oluşan yeni bir şey var. Acaba uyum içerisinde yönetebilecekler mi diye sorular oluştu. Dolayısıyla nihai noktada bir grup vatandaşımız dedi ki yine de ben bildiğimden yana tercihimi koyayım ama iktidarı destekleyenler içinde dahi iktidarın aslında sorunları çözeceğine inanmayan bir kitle var. Yani evet destek verdim ama seçimden sonra yaptıklarına bakın arkadaş diyor yani olacak şey mi diyor yani.

Cüneyt Özdemir:  Aynı şeyi ama muhalefet için de söylüyorlar. Seçimden sonra şu yaşananları görüyorsunuz. Siz konuyu açtığınız için ben özellikle soruyorum yoksa bir başka partinin iç meselesini sormak istemiyorum. Ama diyorsunuz ki CHP'de Kılıçdaroğlu'nu vurmak için bizi kullanıyorlar. Biz buna karşıyız asıl hedef Kılıçdaroğlu. Siz tecrübeli bir siyasetçisiniz. Yıllarca devlet içinde kaldınız parti kurdunuz kendiniz çıktınız. Zaman zaman meydanlarda hainlikle suçlandınız ama hiçbir zaman da yolunuzdan vazgeçmediniz. CHP'de bugün yaşananlara baktığınız zaman sizce vazo kırıldı mı? Bu noktadan sonra CHP aynı şekilde devam eder mi yoksa bölünür mü? Bu girişimler başka bir yere evrilir mi ne düşünüyorsunuz?

Ali Babacan:  Bunlar tabii CHP'nin kendi iç meseleleri sizin de dediğiniz gibi. Çok müdahil olmak istemeyiz. Her parti kendi iç muhasebesini yapıyor kendi iş değerlendirme süreçlerini yaşıyor ama bizim için önemli olan nedir bütün bu süreçte CHP Sayın Kılıçdaroğlu'nun önemli gayretiyle bir helalleşme sürecine girdi. Çok geniş kesimleri kucaklama gayretine girdi. Farklı mahallelerden olan insanlarla bir araya gelip konuşma buluşma gayretine girdi. Biz bu gayreti çok kıymetli görüyoruz. Fakat seçimlerden sonra gördük ki CHP'yi destekleyen yorumcular köşe yazarlarının önemli bir kısmında aslında böyle bir gayret yokmuş. Yani ne dediler Sayın Kılıçdaroğlu'na? Niye bunlarla beraber oldun niye bunları yanına aldın. Bizim için önemli olan nedir şu anda ana muhalefet partisi olan CHP'nin kucaklayıcı ve o helalleşme felsefesini devam ettiren bir çizgi izlemesidir. Büyük resme baktığımızda biz bunu görüyoruz. Ama onun haricindeki her şeyi CHP'nin kendi iç meselesidir artık kendi iç süreçlerini mi yaşarlar kongrelerimi yaparlar biz tabii ki iletişim içerisinde oluruz herkesle. 6 parti bir arada çalıştık beraber çalışmış olmanın bir hukuku da var. Daha kolay ve açık diyalog kanalları var. Bu ilişki zeminin diyalog zeminin her zaman için sıcak durması faydalıdır demokrasimiz için faydalıdır. Siyasette ben hep diyaloğu önemsedim, işbirliğini önemsedim dolayısıyla bu diyalog ve işbirliği çerçevesinde kıymetli olduğunu düşünüyorum ama şu anda bizim için daha önemli öncelik DEVA Partisi'nin özgün kendi kimliğini şöyle bir sağlamlaştırıp vatandaşlarımıza da iyi bir iletişimle anlatmak. Bizim şu andaki temel önceliğimiz bu. Çünkü artık iktidar hükümeti kurdu çalışmaya başladı çuvallıyorlar daha da çuvallayacaklar. Biz seçime hazırlanacağız sadece yerel seçime değil asıl bundan sonraki genel seçim için daha da iddialı bir şekilde hazırlanacağız yani. Çünkü Türkiye'de önemli bir demokratik denetime ihtiyaç var. Yanlışa yanlış doğruya doğru diyecek düzgün siyasetçilere ihtiyaç var dürüst siyasetçilere ihtiyaç var. Sözüne güvenilen doğru yerde duran korkmadan düşündüğünü söyleyen siyasetçilere ve siyasi partilere korkunç ihtiyaç var. Dolayısıyla DEVA Partisini kurduğumuz günkü ihtiyaç neyse bugünkü ihtiyaç aynen hatta daha da büyümüş şekilde yerinde duruyor. Bakın sivil toplum konuşamıyor. Sivil toplumdan konuşmaya çalışanları hemen eziyorlar sildiriyorlar. Paranın gücü çözmüyor. Türkiye'nin en büyük sermayesine sahip İnsanların oluşturduğu derneklere bakın vakıflara bakın hükümet karşısında çok zayıflar konuşamıyorlar. Medyanın önemli bir kısmı baskı altında. Ya konuşamıyor ya da hükümetin arzu ettiği neyse ise onu söylüyor. Dolayısıyla burada çıkıp açık bir şekilde yanlışa yanlış doğruya doğru diyecek siyasi partilere ihtiyaç var. DEVA Partisi'nin kuruluş amaçlarından en önemlisi bu. Muhalefette olduğumuz sürece korkmadan alnımız açık başımız dik yanlışa yanlış doğruya doğru diyeceğiz. İktidar olduğumuz zaman da zaten kadrolarımız hazır her şeyimiz hazır kolları sıvayıp hemen çalışmaya başlayacağız. Çünkü Türkiye'nin bu tablosuna bakıp bunları yapmak bizim için bir vicdani sorumluluk ahlaki sorumluluk bir toplumsal sorumluluk. Bu sorumluluktan kaçamayız. Yani memleketin sorunlarına sırt dönüp bize ne diyemeyiz yani. Onun için çalışıyoruz daha çok çalışacağız.

Cüneyt Özdemir: Ali Bey çok çok teşekkür ederim yayına katıldığınız için. Başarılar dilerim çok teşekkürler.

Ali Babacan: Ben teşekkür ederim sağ olun iyi günler.

14 Temmuz 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın KRT TV'de Stüdyo Ankara Programı Açıklama

Ali Babacan KRT TV'de Stüdyo Ankara programına konuk oldu

Elif Doğan Şentürk: Hemen sıcağı sıcağına vakti de iyi değerlendireceğiz. Ekonomi diyeceğiz o kadar çok ekonomi başlığı var ki önümüze çıkan. Özellikle seçim sürecinde ortak politikalar metni çok kalın bir kitapçık vardı. Onun içerisinde sorunlar ve çözüm önerileri vardı. Şimdi bir anda karşımıza bir sabah uyandık ve vergilerle zamlarla uyandık. Ama direkt aklımıza şu geliyor yani itibardan tasarruf olmazsın sözleri ama fatura vatandaşa kesildi. Neden vatandaş ödeyecek bu borcu? Yeni vergiler yolda deniyor üstelik. Daha yine öyle bir sabaha uyanacağız. Herkesin aklında bu sorular da var. O gün nasıl gördünüz sabah uyandığınızda? Bekliyor muydunuz?

Ali Babacan:  Aslında olanların hiçbirisi bizim için sürpriz değil. Çünkü ülkeyi yöneten zihniyetin ekonomi politikaları ile alakalı ve daha geniş çerçevede de hukukla adaletle ilgili tutumunu ve iş tutuş şeklini son 5-6 yıldır çok yakından izlediğimiz için olanların hiçbirisi bizim için sürpriz değil. Burada şöyle baktığımızda sorunun sadece su üstündeki kısmı aslında ekonomi. Iceberg'in ucunu sadece görüyoruz sorunlar yumağında. Asıl şöyle bir suyun altına baktığımızda Türkiye'deki hukuksuzluğu adaletsizliği, şeffaf olmayan yönetim anlayışını, kurumsal yapıların çökertilmesini, ehliyet ve liyakatin tamamen devre dışı bırakılmasını görüyoruz maalesef. Seçimden sonra yeni hükümet kurulunca herkes gibi biz de dedik ki şöyle bir izleyelim bakalım. Çünkü hükümet üyelerine bakanlara baktığımızda daha önce beraber çalıştığım benim çalışma ekibimde olan birkaç isim de var biliyorsunuz. Dedik bakalım bu arkadaşlar az çok işi bilen arkadaşlar ama önleri açılacak mı? Acaba kendi kadrolarını kurabilecekler mi? Acaba kurumsal yapılarla alakalı köklü değişiklikler olacak mı diye. Yaklaşık bir aylık bir izleme sürecinden sonra gördük ki maalesef bu yeni görevlendirmeler sadece ve sadece vitrinin önüne konulan profiller. Arka plandaki kadrolarla ilgili hiçbir değişiklik yok. Bir bakan bir Merkez Bankası Başkanı bir Cumhurbaşkanı yardımcısından oluşan 3 kişilik kadronun dışında köklü hiçbir değişiklik yok. Üstelik Merkez Bankası Başkanı BDDK başkanı yapıldı. Enflasyonun patladığı dönemde Merkez Bankası’nın başında olan insan şu anda BDDK başkanı. Yani bütün bankaları düzenleme ve denetleme ile sorumlu. Merkez Bankası bütün kararlarını para politikası kurulu ile alır. Oylama yapılır orada. Oylama açıklanmaz ama oylama ile karar alır. Bu oylama yapan insanlar aynı insanlar. Başkan yardımcıları aynı meclis üyeleri aynı. TÜİK değil mi? yani düşünün ki ülkenin resmi istatistik ajansı enflasyonu yüzde 38 açıkladı. Haziran sonu itibariyle yıllık enflasyonu. Bağımsız araştırma kuruluşu ENAG yüzde 108 açıkladı. Bu kadar büyük bir fark olabilir mi? Yani devletin kurumu 38 diyor bağımsız araştırma yüzde 108 diyor. 70 puan arada fark var neredeyse 3 kat fark var. Dolayısıyla kurumsal yapılarda hiçbir düzelme görmüyoruz maalesef. Ehliyet ve liyakat konusunda vitrindeki birkaç ismin değişikliği haricinde henüz derinlere doğru inen bir kadro değişikliği de görmüyoruz. Ve yine istişare değil mi karar mekanizmasındaki en önemli unsur. Ekonomideki en önemli istişare mekanizması devlet yapısında ekonomik ve sosyal konseydir. Anayasal bir yapıdır anayasanın gereğidir. Ama ekonomik sosyal konsey bugüne kadar toplanmadı. Yani sosyal taraflar dinlenerek sosyal tarafların görüşü alınarak derdi yaşayandan dinleyerek bu kararlar alınmadı. Ne yaptılar baktılar bütçede devasa bir açık olmuş. E biz bu açığı nasıl kapatırız? Vergi salalım. Bütçe açığı kapatmanın iki önemli yolu vardır. Gelirleri artırmak ve giderleri azaltmak. Giderleri azaltmak yani tasarruf yönünde tek bir tekbir görmedik. Bir atasözü var biliyorsunuz iğneyi kendinize çuvaldızı başkasına batırın diye. Çuvaldızı biliyorsunuz çok kalın şeydir. Ben ilkokul ve ortaokul yıllarında çok çuval ağzı bağladım o çuvaldızı iyi bilirim. İp geçirirsiniz çuvalın ağzını onunla bağlarsınız. Yani iğneyi kendinize çuvaldızı soruna başkasına. Şu anda hükümetin kendine iğne falan batırdığı yok. Dolayısıyla bu iş tutuş tarzıyla son bir buçuk aylık hükümet dönemi biliyorsunuz hiçbir düzenleme yok hiçbir ders alma yok yani. Ve üstelik bakın dolar kuru değil mi? Bakın seçime kadar tuttular tuttular seçim tarihine kadar 20'nin altında tutmak gayretine bakalım 1 Ocak’ta başlıyor bu grafik 20'nin altında tutma gayretine bakın 1 Ocak’tan başlıyor bu grafik bir ocaktan seçime kadar. Vatandaşlara dediler ki 'o kadar iyi yönetiyoruz ki döviz kuru çok stabil. Kuru tuttular tuttular seçimden hemen sonra patlattılar 26 lirayı geçti dolar.%30 delegasyon var. Yani bu vatandaşlarımıza gerçeği söylemek değil. Sayın Erdoğan ne yaptı? Seçimlerden 3 hafta önce mitinglerde ne dedi? Ben iktidarda olduğum sürece faiz asla artmayacak dedi. Sadece inecek dedi. Seçimlerden tam 3 hafta sonra Merkez Bankası tarihinin bir defada en yüksek faiz artışını yaptı. 6,5 puanlık bir artı. 8.30'dan 15'e çıkardı. Dolayısıyla bu seçimi kazandılar ama helalinden kazanmadılar. İnsanları doğruları göstermediler. Madem kurun olması gereken yer 26 lira niye seçimden önce bunu o tarafa doğru bırakmıyorsunuz. İyi iyi gösterip sonra kötüye gidiyorsunuz. Niçin insanlara faiz artmayacak deyip de seçimlerden hemen sonra faiz artırıyorsunuz? Sadece bu ekonomi tarafı bir de biliyorsunuz montaj videolar gösterdiler insanlara yalan söylediler. Onun için hep söylüyorum evet kazandılar ama helalinden kazanılmış bir seçim değil bu. Erdoğan için AK Parti içinde helalinden kazanılmış bir seçim değil.

Zeynep Gürcanlı: Özellikle metropollerde düştü. O da biraz ekonomi ile bağlantılı diye tahmin ediyorum ama şunu sormak istiyorum ki çok yakındınız iktidara 6'lı masa olarak. Çok küçük bir farkla Cumhurbaşkanlığı Cumhur ittifakına gitti. Eğer kazanmış olsaydınız siz ekonomide önemli rollerden birini üstlenecektiniz ve belki de en önemli insanlardan biri olacaksınız ekonomide. Ne yapardınız? Ne olursa olsun siz geldiğinizde de o ekonomik kriz orada olacaktı. Siz ne yapardınız? Vergisiz bunu çözebilir miydiniz?

Ali Babacan:  Biz ne yapardık? İşte bu DEVA külliyatında ne yazıyorsa bunların hepsi bizim hedefimiz. Bunların önemli bir kısmı da ortak mutabakat metnine girdi biliyordur. Bizim yapacağımızın hepsi burada ama ekonomi politikası bağımsız bir alan değil. Yani ekonomi dediğimiz alan pek çok politik olayla direkt etkileşim içerisinde. En önemli alanda belki hukuk ve adalet. Çünkü sürdürebilirlik olmadan şeffaflık olmadan bir fırsat eşitliği olmadan ekonomide başarılı olmak mümkün değil. Yani gizli kapaklı örtülü bir yönetim tarzıyla başarılı olamazsınız. Yapacağınız ilk işler hemen ama hemen ilk 90 gün içerisinde ne var ne yoksa yazdık. Önce hukuk adalet konusunda ben her gün süreç başlatmak her yer telefonu dâhil. Yani önce insanlara Avrupa konseyi ve Avrupa Birliği standartlarında bir hukuk hedeflerinizi göstereceksiniz. Hemen bu olmaz yani ilk 90 günde yapacaklarımız olur 180 gün 360 gün ama birkaç yıllık bir program içerisinde bunu yapacağım diyeceksiniz ve ülkeyi bir sokacaksınız. İnsanlar bunun gerçekten gerisini geldiğini görecek. Bizim Avrupa Birliği sürecinin o  2004 2005'ten itibaren Avrupa Birliği sürecinin ekonomi üzerindeki olumlu etkisi böyle oldu. Öngörülebilirlik getirerek sadece bugün yaptığınızı reformlar değil daha sonra yapacağınız reformlarında yol haritasını ortaya koyarak öngörülebilirlik getirmek gerekiyor. Ve biz bunu yazdık buraya. 354 kalemlik temel haklar eylem planı. 198 maddelik yargı reformu eylem planı koyduk. Avrupa Birliği’nde bugüne kadar yapılan her türlü reformlar çok daha ileri reformları biz buraya hazırladık. 10 nolu reform adil yargı. 198 adım. Avrupa Birliği ve Avrupa konseyinde bugüne kadar yapılmış bütün reform çabalarının daha ötesinde. Onları da içeren ama çok daha ötesinde. Hemen buradan başlardık biz derhal yani. Hukuk adalet. Aynı zamanda kurumlar... Ben hep söylüyordum kurumları bir ayda ayağa kaldırmak mümkün. Bir ay geçti aradan bir buçuk ay geçti hükümet kurulalı niye hala TÜİK başkanını değiştiremedi? Bağımsız araştırmanın yüzde 108 diye gösterdiği enflasyonu hala hiç utanmadan sıkılmadan 38 diye açıklayan TÜİK'in başkanı niye hala değişmedi? TÜİK de o kadrolar niye değişmedi neyi bekliyorlar? Demek ki memnunlar. Yani emrediyoruz enflasyonu düşük açıklıyor. Kurumları hemen ayağa kaldırmak gerekiyordu. Kurumların ayağa kaldırılması da yasal düzenlemeleri ufak tefek şeyler olabilir ama öncelikle kadrolar. Yani dürüst ve işin ehli kadroları koymak gerekiyordu. Sadece 1-2 başkanı değiştirmek değil komple kadroyu değiştirmek gerekiyordu. Ve biz bunların hepsini hazırlamıştık hepsi elimizin altında hazır. Çünkü bütün ekonomik sorunların aslında köküne indiğinizde evet hukuk adaletle ilgili konular var ama kurumsal yapıların örselenmesi de bir başka önemli sorun Türkiye'de. Ekonomi tarafındaki konularda diğer kurumlarda ama ekonomi tarafındaki kurumlardan örselenen itibaren yitiren en önemli kurumlardan birisi Merkez Bankası. Merkez Bankası’nın bağımlılığı esas. Yani Merkez Bankası bugün faizi şöyle yapmış böyle yapmış hiçbir anlamı yok. Çünkü eğer yarın Merkez Bankası talimatla yine saçma sapan işler yapabilirse yine olmaması gereken yönde adımlar atabilirse bugünkü attığı adımın hiçbir kıymeti yok ki. Ancak o kurumun gerçekten olması gerektiği gibi yasasında da hala yazdığı gibi siz bağımsız yaparsanız enflasyonu düşürürsünüz. İstatistikler o kadar açık ki. Bakın Türkiye'de tam 34 sene enflasyon 2 haneli 3 haneli gitmiş. Ve bu süre içerisinde Merkez Bankası bağımlıymış. Yani hükümetler talimat vermiş Merkez Bankası para basmış hükümetler talimat vermiş o günü kurtarmak için ne gerekiyorsa Merkez Bankası onu yapmış ve enflasyonu hiç düşmemiş. 34 yıl iki nesil neredeyse. Ne zaman ki Merkez Bankası bağımsız oldu ne zaman ki ehil insanlar iş başına getirildi ancak ondan sonra Türkiye'de enflasyon tek haneye indi. İlk tek haneli görüşmesi 2004 yılıdır biliyorsunuz.

Zeynep Gürcanlı:  Sizin nasıldı Merkez Bankası başkanı ile ilişkiniz o dönemde?

Ali Babacan:  Biliyorsunuz biz 2002 Kasımda hükümet kuruldu. Zaten bir Merkez Bankası başkanı vardı. 3 tane kilit başkan yardımcısı vardı. Ve bunlar baktık teknik donanım olarak gayet iyi insanlar. O zaman Erdoğan bana çok baskı yaptı at şunu kurtuluşundan diye. Ben dedim ki bağımsız bir, ikincisi bunlar teknik olarak doğru insanlar ki Süreyya Serdengeçti idi o zaman Merkez Bankası Başkanı. Üç biz güven kazanmalıyız. Teknik olarak işi bilen ve piyasalarında itibar gösterdiği insanları biz gelir gelmez görevden alırsak bu rasyonalitenin dışına çıkışın ilk adımı olur. Çok yanlış olur. Ama o zamanki fark neydi? Ben imza atmadan Merkez Bankası başkanı değiştirmek falan mümkün değildi. Yani Erdoğan tek imza ile o zaman bir şey yapamıyordu. Önce bir ilgili bakan imzalıyordu ondan sonra o ikinci imzayı atıyordu. Bazen üçüncü imza ile cumhurbaşkanının imzası gerekiyordu. Bazen bakanlar kurulu kararı gerekiyordu. Mesela Merkez Bankası Başkanı bakanlar kurulu kararı ile değiştiriliyordu. 25 bakalım başbakan ve cumhurbaşkanının imzasıyla. Öyle kolay değildi kafasına estiği gibi hemen her şey...

Yıldız Yazıcıoğlu: Bir de ilk cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezerdi  onu da hatırlayalım. AK Parti iktidarı geldiğinde. Bir Sezer faktörü vardı.

Ali Babacan:  Dolayısıyla ben ne yaptım? 5 yılı tam dolduruncaya kadar Süreyya abi ile çalışmaya devam ettim. Ve onlara da gerçekten bağımsız çalışacak bir alan açtım. Mesela hazine müsteşarı İbrahim Çanakçı idi o zaman. Ben Mart ayında görevlendirmiştim. Kanunu açın bakın der ki hazine müsteşarı para politikası kurulunda oturabilir der. Fakat bizim İbrahim Bey bir gün bir saat bile orada oturmadı. Çünkü dedi ki ben hazine müsteşarıyım hükümete bağlı çalışıyorum. Hükümete bağlı çalışan insan eğer gider de orada oturursa kanuni hakkı olduğu halde bu kurulun rahat çalışmasını engeller. Hükümet bir baskı aracı olarak görülür. Dolayısıyla bana izin verin ben oraya katılmayayım dedi. İbrahim Bey 11 yıl hazine müsteşarı oldu bir kere Merkez Bankası’nın para politikası kuruluna katılmadı. Bakın ne kadar hassas kanuni hakkı olduğu halde yapmadı. Çünkü kanunun bir dili var ama bir de ruhu var. Oradaki rol nedir bağımsızlıktır. Niye Merkez Bankası bağımsız olacak. Çünkü Merkez Bankası günlük popülizm rüzgârına kapılmadan sadece ve sadece vatandaşın cebindeki paranın değerini koruyacak. Merkez Bankası’nın işi bu. Başka bir şey değil yani. Aksi halde ben arada bir gösteriyorum biliyorsunuz 200 lira gösteriyorum her gösterdiğimde değeri daha da düşüyor. Bakın gene göstereyim bunu çünkü durmadan değeri düşüyor. Bu para ilk çıktığı gün 2009'da tedavüle girdi 200 lira 134 dolar ediyordu. Bugün 7 küsur dolar ediyor biliyor musunuz 8 dolar bile etmiyor. 134 dolar nerede 7 küsur dolar nerede. 8'in altında şu an bunun değeri. Ne zaman ki Merkez Bankası bağımlı oldu ne zaman ki Sayın Erdoğan dedi ki ben ekonomistim benim olanım ekonomi bağımsızlık falan anlamam laf dinlemiyor bunlar dedi laf dinleyen insanları getirdi o günden itibaren Türkiye'de enflasyon 2 haneli 3 haneli devam ediyor. O kadar basit ki şu son 50 yıllık 60 yıllık tarihimize bakın Merkez Bankası gerçekten bağımsız çalışırken enflasyonun tek hane Merkez Bankası hükümetlerden talimat alırken enflasyon 2 hane 3 hane. Ve şu anda yaşadığımız sorunun özünde bakın enflasyon. Diyoruz ki maaş artışları değil mi emekli maaşı memur maaşı asgari ücret. Niye artıyor niye bu kadar çok artıyor o zaman. Niye bu kadar çok artıyor? Çünkü enflasyon var enflasyon artmış gitmiş enflasyonun arkadan yakalamaya çalışan maaşlar var ama hiçbir zaman yakalayamıyor yakalayamayacaklar. Yani satın alma gücü sürekli düşüyor. Çünkü yüksek enflasyon dönemlerinin kaderi budur. Önce enflasyon bir artar bütün hayat pahalanır insanların satın alma gücü düşer ondan sonra hükümetin gönlünden ne koparsa verdiği maaş zamları ile o satın alma gücünün telafi etmeye çalışır. Çalışır diyorum çünkü telafi edemiyor. Son 5-6 yıldır bakın satın alma gücünü yapılan maaş zamları telafi etmiyor. Türk lirası cinsinden kazanan Türk Lirası cinsinden maaşı olan sabit gelirli olan bütün vatandaşlarımız bundan 4-5 sene 6 sene öncesine göre mukayese ettiğimizde eski satın alma gücü yok.  Yani eskiden cep telefonu daha rahat alıyordu şimdi daha zor oluyor ya da hiç alamıyor. Eskiden bir arabayı taksitle falan alıyordu şimdi alamıyor. Eskiden mesela bir daire almak çok zor değildi ulaşılabilir bir hedefti insanlar için hani Mortgage kredisi ile şununla bunla ama şimdi insanlar için çoğu insan için bir hayal oldu.  Dolayısıyla aslında enflasyon en modern hırsızlık aracı ve bunu da Merkez Bankası'nın bağımsız olmasını elinden almakla üretmiş oluyorsunuz. Mesela son bir hafta önce açıklanan çok vahim bir karar kur korumalı mevduatın kur farkını artık hazine değil Merkez Bankası ödeyecek dediler değil mi? Kısmen hazine kısmen Merkez Bankası ödüyordu. E zaten bütçe açığı var hazinede para yok. Dediler ki bunu da Merkez Bankası ödesin. Peki, Merkez Bankası parayı nereden buluyor? 

Yıldız Yazıcıoğlu:  Para basıyor muhtemelen değil mi?

Zeynep Gürcanlı: Gösterdiğiniz o 200 TL dahil hepsi yepyeniler.

Ali Babacan:  Evet, evet burada var mı bilmiyorum. Rahmetli Özal’ın açıklamaları vardı ama sanırım buraya koymamış arkadaşlar. DÇM hatırlarsınız çok eski belki ama hatırlamayabilirsiniz yani DÇM aynı KKM gibi şu andaki kur korumalı mevduat gibiydi ve bunu uzun yıllar uyguladılar. Uzun yıllar Türkiye’de enflasyon yüksek seyretti ve rahmetli Özal günün birinde çıktı basın toplantısı yaptı. Benim daha çocukluk yılları hatırlıyorum onu. Dedi ki, bu dedi kur korumalı mevduat o günkü adı DÇM kendisini uyanık zannedenlerin dalaveresidir dedi. Bu ülkede de eğer enflasyon yıllarca 10 yıllarca yüksek seyrettiği ise en önemli sebeplerinden birisi de budur dedi. Ve ben bunu kaldırıyorum dedi. Gençlere de vasiyetimdir dedi. Sakın ha bir daha bir ülkeyi yanlış bir yola sokmayın dedi. Bakın döndük dolaştık oraya 40 sene sonra rahmetli Özal’ın aman bir daha yapmayın diye vasiyet ettiği bir hatayı bugünkü hükümet yaptı. Kur korumalı mevduat diye. Ve büyük bir sosyal adaletsizlik yani düşünün ki bunun felsefesini bankada parası olan kur artınca mağdur oluyor. E onlar mağdur olmasın, kur artarsa kur farkını ödeyelim. Ya bir dakika şimdi siz mazot artınca gübre artınca yem fiyatı artınca dolar sebebiyle çiftçiye diyor musunuz ya çiftçim sen mağdur oldun dolar kuru arttı. O yüzden mazota gübreye yeme daha fazla para ödüyorsun. Ben sana kıyamam kur farkını sana ödeyeyim diyor mu hükümet?

Yıldız Yazıcıoğlu:  Hatta tam tersine ev sahibi isyanda yani hayat artıyor ama ev sahibi kirasını %25’ten fazla artıramıyor. Emlak vergisi ise %65 arttı.

Ali Babacan:  Yani eğer mesela düşünün ki bir dairesi var ve o dairesinin parasıyla geçiniyor ev sahibi. E hükümet diyor mu ya sen mağdur oldun. Bu kur arttı. Dolayısıyla kur farkı kadar senin kiran düştü. Ben sana şu kira farkını ödeyim diyor mu hükûmet? Böyle bir şey var mı? Kime diyor bunu? Sadece bankada parası olana diyor, inanın akıl alır gibi değil. Bu sosyal adalet falan da değil. Bilmiyorlar bilmediklerinin de farkında değiller. Hele hele bu kur korumalı mevduatın bütün kur farkını Merkez Bankasından ödemeye başladıktan sonra bu artık bir spirale girmiştir bakın. Buradan söylüyorum, gerçek enflasyon yukarıya doğru bir spiral, yani yüksek enflasyon yüksek kur, yüksek enflasyon yüksek kur artık bu birbirini besleyen bir dinamik haline gelmiştir. Çünkü enflasyon para basacaklar para bastıkça dövizin değeri düşecek, dövizin değeri düştükçe o kur farkını kapatmak için tekrar para basacaklar. Yani bu bitmeyen bir döngüye girdi şu anda ve şu andaki enflasyon inanın bu yılın en düşük enflasyonu. Mukadder bu artacak artmak zorunda çünkü merkez bankası para basmak zorunda.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Yani çok karamsar şeyler söylediniz.

Ali Babacan:  Ama gerçeği söylemek zorundayım.

Elif Doğan Şentürk: Yeni açıklama yaptı enflasyona yönelik işte tek haneye indireceğiz diye.

Ali Babacan:  Rüyasında göremez. Yani şu andaki politikalarla rüyasında bile göremez. Çünkü merkez bankasını ne zaman ki bağımsız yapar, ne zaman ki elini ayağını çeker, ne zaman ki sadece bir başkan değiştirerek değil, oradaki bütün kadro, ehil, dürüst işi bilen insanlardan oluşur ve gerçekten bağımsız çalışır. O zaman enflasyonun inmesi ile ilgili bir şans olur. Yoksa mümkün değil olmaz.

Elif Doğan Şentürk: Şimdi bugün bir kulis haberi de vardı. Gazeteci Nuray Babacan’ın ve diyor ki bakan Şimşek, ekonomi alanında daha net önlemler alınmasından yana ama işte yani her şeyin kitabına göre yapılmasını istiyor ama diyor siyaset ve hayatın gerçekleri öyle değil diye eklemiş. Şimdi burada şöyle bir bilgi var, Para Politikası Kurulu toplantısında yeniden faiz artırımına gidilecek ama bunun 20 olarak yani işte kimse 20 puanı geçmesini beklemiyor diyor. 20 olsa da sizce ne olur?

Ali Babacan:  Bakın faizin nerede olduğu mesele değil, mesele merkez bankasının bağımsız olması. Çünkü bugün Erdoğan 15’e onay verir, 15 yaparlar, yarın 20’ye onay verir vermez bilemiyorum, 20 yaparlar ama mesele Sayın Erdoğan’ın onayını almadan merkez bankasının karar alamaması. İşin özünde bu var. Yani merkez bankası sadece ve sadece şu vatandaşın cebindeki paranın değerini korumakla yükümlü bir kurum. Kanun da açık yazıyor kanunda. Diyor ki, birinci önceliği fiyat istikrarıdır diyor. Yani paranın değerini korumak diyor Merkez Bankası’nın birinci önceliği bu. Merkez bankasının işi şu paranın değerini korumak, gerisi hükümetin işi. Yani hükümetin gelir dengesini sağlayabilmesi, hükümetin bankalarla alakalı ve diğer konularla alakalı doğru kanunlar çıkarması, doğru kararlar alması ama sadece merkez bankası değil, TÜİK’in de BDDK’nın da TMSF’nin de SPK’nın da gerçekten bağımsız çalışabilmesi ve dürüst ehil insanlar tarafından yönetilmesi çözüm burada yani. Yoksa çözüm faiz 3 puan aşağıda olmuş 5 puan aşağıda olmuş. Hepsi bunların nasıl biliyor musun yani bohça yırtılıyor bir yana koyuyorsunuz. Öbür tarafı yırtılıyor bir yama daha koyuyorsunuz. Yani yamayla bu işin düzelmesi mümkün değil. Yani gerçekten hükümet ilk kurulduğunda ben biraz ümitlendim. Dedim ki ya hah dedim, bizim çok yakın çalışma ekibimizde olan ve işi bildiğini düşündüğüm arkadaşları ekonomiyle ilgili kilit 2 noktaya getirdi. Tamam. Ve ümitle bekledim, dikkat edin, ben ilk bir ay hiç konuşmadım ya. Yani bir görelim bakalım. İlk defa böyle bir şey yapıyorum, ilk defa bir yayına çıkıyorum. Bir basın toplantısı yaptık ekonomiyle ilgili geçen pazartesi ama ilk defa böyle soru cevaplı bir program yapıyorum. Çünkü bir kredi açmamız gerekiyor diyor.  Ve şunu da yaptım, bakın hükümet kuruldu hemen hemen ertesi hafta ne yaptım? Şu bizim eylem planlarından bir set güzel bir kutu yaptırdım ve Sayın Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı yardımcısına, bakanlara, bakan yardımcılarına ve 600 milletvekiline gönderdim. Bir de kapak mektubu yazdım. Dedim ki burada el emeği var, göz nuru var, akıl teri var, alın teri var. Belki istifade edersiniz belki uygulamalarınızda ufuk açıcı şeyler bu çalışmadan çıkarırsınız diye hepsine de gönderdim.

Zeynep Gürcanlı:  Bunlar hep iyi niyet.

Ali Babacan: Evet, yani hepsi iyi niyet çünkü yeni kurulmuş bir hükümet, hepimiz kredi açmak zorundayız. Yani baştan ön yargıyla olmaz diyemedim. Çünkü vatandaşlarımız büyük bir kredi açtı %52 oy vererek Sayın Erdoğan’a. E onu da görmemiz lazım. Onu da anlamamız lazım. Biz de o krediyi açtık ama bugüne kadar ekonomi alanında o açtığımız kredi maalesef işlemiyor olmuyor. İzleyeceğiz, bakacağız belki kadrolar değişir. Belki kurumsal yapıyla ilgili... İnşallah. Ama reçeteler burada reçeteleri biz herkese gönderdik. Yani biz vatandaşlık sorumluluğumuzu yerine getirdik. Dedik ki varlığımız dedik, milletimizin varlığına armağan olsun dedik, bütün çalışmaları gönderdik, belki istifade edersiniz dedik. Göreceğiz, bunlar okuyacaklar mı, ne kadar istifade edecekler göreceğiz, bakacağız.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Şimdi bu bir aylık döneme ilişkin ilk tespitleriniz vitrin tespiti oldu. Elif’in sorusu üzerine de faiz, %20 de olsa merkez bankasının para politikası faizi hayal kuruyor Cumhurbaşkanı dediniz enflasyonun tek haneye düşmesi konusunda bence bu tespitte oldukça altı çizilmesi gereken bir tespit. Şunu sormak istiyorum, hani demin böyle elinizde de bir hortum benzetmesi yaptınız ya bir sarmala girdi Türkiye enflasyon faiz politikası ve yarattığı döviz kuru yüksekliği ki döviz kuru ibresi de yukarı doğru tırmanıyor az önce gösterdiğiniz. Şimdi bu işaretiniz itibariyle aslında bir hortum oluşuyor sarmal nedeniyle. Bu hortum biraz halkın cebinden işte vergilerle parayı alıyor da hani bu sermaye transferi aslında yaşıyor Türkiye. Öyle görünüyor. Bu nereye gidiyor. Özellikle de bugünlerde Körfez sermayesiyle de bu işbirliği adımları. Ya bu hortum vatandaşın cebinden alıyor da nereye gidiyor?

Ali Babacan: Bu TÜİK’in rakamları TÜİK. Henüz makyajlamamışlar. Biz de doğru diye varsayıyoruz. Bakın milli gelirden pay. İş gücünün yani alın terinin payına bakın bir de sermayenin payına bakın. Bu iş gücünün payı 2019’dan 2022’ye kadar 4 yılda %35’ten %26’ya düşmüş, tam 9 puan düşüş var. Sermayenin aldığı pay %47 den %55 e çıkmış. Yani işçiden alın teriyle çalışan sabit gelirli vatandaşlarımızın milli gelirden aldığı pay düşmüş. Zaten parası olanın milli gelirden aldığı pay yükselmiş TÜİK’in rakamında bu var. Yani bütün bu kötü yönetimin faturasını ağırlıklı olarak geniş halk kitlelerine ödeten bir uygulama içerisindeler şu anda. Çok geniş vergiler var şunlar var bunlar var. Ha şu olur bakın. Bütçe açığı olduğu zaman ve bütçe açığı planlananın üzerine çıktığı zaman ki ben tam 11 tane bütçeyi hazırlayan ekibin başında oldum. Plan bütçe komisyonundan 11 tane bütçeyi kendimi geçirdim. Ve her defasında bütçe yaparken ve yaptıktan sonra bütçe açığıyla ilgili gerekli tedbirler aldık. Yani bütçe açığını planlarsınız ondan daha fazla bir noktaya doğru giderse bütçe açığı ya ilave gelir tedbirlerle ya da tasarruf tedbirleriyle bunu kapatırsınız. Şu ana kadar tasarrufla ilgili hiçbir şey yapmadılar. Ben oraya özellikle vurgu yapıyorum. Hiçbir tasarruf şey yok çünkü itibardan tasarruf olmaz. Bol bol para harcamaya devam ediyor. TL’nin itibarı maalesef maalesef yerle bir oluyor. Şimdi bu ama hangi şartlarda yani biz bunun hangi şartlarda? Bağımsız çalışan bir merkez bankası varken biz hükümet olarak o zaman bunları yaptık. Merkez bankası bağımsız iken...

Paramızın değeri sürekli düştüğü için bütçenin artık fazla bir anlamı yok açık açısından. Yani şimdi ne yaptılar mesela? Son 2 haftadır yaptıkları ve bugün işte meclislerde bütün bunları konuşup kapatacak kabul edip. Bütçe açığı 600 milyar olarak yılbaşında ön görmüşlerdi. 600 milyarlık bir bütçe tam rakamları size söyleyeyim. Yanlış olmasın. Yılbaşındaki bütçe açığı 659 milyar idi. Bir ek bütçe götürdüler. Giden ek bütçe ek bütçe 1 trilyon 119 milyar. Ama gelir gideri denk bir ek bütçe gönderdiler meclise. Ve bu ne demek? 659 milyarlık bütçe açığı değişmeyecek demek ama eş zamanlı olarak cumhurbaşkanının borçlanma etkisini 3 katına çıkarttılar. 2 trilyon 181 milyara çıkardılar. Şimdi bütçe açığı madem değişmeyecek 659 milyar da kalacak siz niye Cumhurbaşkanının borçlanma yetkisini 3 misline 2 trilyona çıkarıyorsunuz? Demek ki kendileri de inanmıyor. Demek ki bütçe açığı nasıl artacak ve biz borçlanmak zorunda kalacağız, ne olur ne olmaz Cumhurbaşkanının borçlanma etkisini 3 katına çıkaralım ki, bu artacak bütçe açığını ancak borçlanarak kapatacağız demek bu yani. Yoksa siz niye borçlanmanın tavanını artırıyorsunuz ki? Eğer bütçe açığınız artmayacaksa kendinize güveniyorsanız niye borçlanma tavanını artırıyorsunuz? Dolayısıyla bir çelişkiler yumağı. Yani buradaki yük hem enflasyon olarak hem de faiz olarak direkt vatandaşın sırtına. Bu vergiler açık bir şekilde vatandaşa vergi salmak suretiyle vatandaşı olumsuz etkiliyor. Enflasyonda örtülü bir şekilde para basarak vatandaşlarımızın tamamının gelirini düşürerek...

Elif Doğan Şentürk: Merkez Bankası başkanı geldi işte Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, nasıl bir sınav veriyor sizce yani mesela Maliye Bakanı işte bir tasarruf tedbiri açıklamadı veya açıklayamadı mı öyle mi sormak gerekiyor? Nasıl bir sınav veriyor sizce? Hep hani bağımsızlığından bahsediyorsunuz ya Merkez Bankasının ama yeni isimler geldi.

Ali Babacan: Biliyorsunuz yeni yapıda bütçe doğrudan cumhurbaşkanına bağlı. Eskiden maliye bakanının imzasıyla ödenekler serbest bırakılırdı. Şu anda Cumhurbaşkanı doğrudan kendine bağlı bir birimle bütçe harcamasını yapıyor. Dolayısıyla maliye bakanının aman şunu harcamayalım ben imza etmiyorum, bu kadar paramız yok diyecek bir şeyi yok. Yani yukarıdan şuna şu kadar harcıyorum, buna bu kadar harcıyorum diye tek imzayla harcamaya yetkili bir Cumhurbaşkanı var. Eskiden bakın Cumhurbaşkanı da Maliye Bakanı imza etmeden tek bir kuruş para harcayamazdı.  Hazine bakanı ayrıydı hazine bak hazine. Bu harcamanın finansmanını bulmadan maliye ödeneği serbest bıraksa bile nakdi vermezdi. Dolayısıyla fren vardı, el freni vardı. Onun için boşuna bana o zaman fren ali demiyorlardı. Yani herkes gaza basıyor. Yani korkunç bir popülizm. Şimdi eğer zamanında biz o tasarrufu sağlamasak zamanında dikkat etmesek zamanında bütçe açığının artmasını önleyecek tedbirler almazsak bu ülkenin ekonomisi düzelmez ki şu anda içinde bulunduğumuz duruma benzer bir durum çok çabuk oluşurdu.  Ama eğer 11 yıl boyunca, yani benim ekonominin başında olduğum 11 yıl boyunca eğer enflasyon hep kontrol altında kaldıysa, bu ülkede bütçe açıkları hep kontrol altında kaldıysa bunun en önemli sebebi kurumsal yapıların güçlü olması ve bir kişinin kafasına göre iş yapamaması. Yani en önemli sebepler bunlar. Yani yapısal şeyler bunlar.

Zeynep Gürcanlı:  Daha fazla zam bekliyor musunuz vergilere? Çünkü cumhurbaşkanının yetkileri de arttırıldı bir yandan da. 2 ya da 5 katına kadar çıkarma yetkisi verildi Cumhurbaşkanına. Bu da bir hazırlık mı size göre? Yani biz bir gece uyandık, bütün hijyen malzemelerinden işte telefonlara otomobillere her şeye vergiler, tabana yayılan bir vergi sarmalı sizin deyiminizle girdik. Bunun devamında gelecek işaretlerini görüyor musunuz?

Ali Babacan: Ya şöyle şimdi enflasyonu kontrol altına alacak bir yapısal değişikliği yapmadan yani merkez bankası gerçek anlamda bağımsız hale gelmeden ekonomideki hasar devam edecek. Hasar büyük olacak. Bu hasarı telafi etmenin de hükümet açısından en kolayca 2 yolu vergi salmak ve enflasyon üretmek. Ama vergi salmak tabii biraz şey oluyor çok gürültülü oluyor yani. Meclis devreye giriyor herkes işte vay efendim hükümet vergiyi artırdı falan filan ama enflasyon üretmek öyle olmuyor. Enflasyon daha sesli bir şekilde üretiliyor. Üstelik Sayın Erdoğan çok rahatlıkla başkalarını suçlayabiliyor enflasyonla alakalı. Mesela seçimlerden sonra ya Bayburt ya Gümüşhane konuşmasında dedi ki, ya bu enflasyonun suçlusu olarak hırsızları gösteriyor. Kimse o hırsızlar. Bu hırsızlar diyor bu enflasyonun sebebi gibi laflar etti. Yani tam cümlesini hatırlamıyorum ama. Dolayısıyla enflasyon zaten o bahsettiğim 34 yıllık dönemde yani 1990’larda 80’lerde hep canavar olarak adlandırılıyordu. Hatırlarsanız karikatürlerde hep enflasyon canavarı çizerlerdi. Çünkü nedir bu enflasyon? Hükümetin hiç alakası olmayan bir konu, bir canavar çıkmış gelmiş, yani hükümet ne yapsın elinde değil ki hükümet ancak o canavarla mücadele ediyor. Tamamen aldatma insanları ya tamamen düzenbazlık. Buldu getirdi arkadaşlar bu arada Özal’ın sözünü evet işte bu DÇM harekâtı diye o kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir falan filan çok önemli değil. Dolayısıyla şu anda da yani enflasyonun sebebi biziz diye Sayın Erdoğan’dan bugüne kadar bir açıklama duydunuz?  Hayır. Enflasyonla mücadele edeceğiz diyor ya arkadaş bu enflasyon nasıl oluyor bir anlat bakalım ya. Kim üretiyor bu enflasyonu yani. Niye yıllarca bu ülkede enflasyon tek hanedeydi de şimdi yüksek? Onu bir anlat hele. Kuru soğan depolarını hedef gösteriyor. Yeri geliyor dış güçleri yeri geliyor bilmem işte bu hainler falan.

Yıldız Yazıcıoğlu:  İkinci el araba satanlar hedefte. TOGG vadedildi örneğin seçim döneminde. O konuda ne düşünüyorsunuz yani somut, marketler ev sahipleri.

Ali Babacan: Tek suçu olmayan hükümet enflasyon konusunda. Kendilerinin hiçbir suçu yok fakat herkes suçlu enflasyon konusunda. Dolayısıyla bundan sonra benim beklediğim, benim beklediğim bütün bu yanlışların vergi, çünkü acıtan bir şey yani onu şimdi seçimden hemen sonra yaptılar yerel seçimler var. Bundan sonra kolay kolay vergi tarafına gitmezler. Ama göreceksiniz gerçek enflasyon, gerçek enflasyon üzülerek söylüyorum, bu ülkenin vatandaşı olarak içim acıyarak söylüyorum, artacak ve artmaya devam edecek. Yapamayacaklar yani. Çünkü Merkez Bankasını o kurumu gerçekten bağımsız yapmadan enflasyon düşmeyecek. Olmadı, yapamadılar, yapamayacaklar yani. Dolayısıyla yerel seçimlere kadar ben çok şey yapmam yani yeniden vergi mergi hani çünkü bir kere yaptılar. Bir kere insanlar ya gerekiyormuş falan der de siz ikinci üçüncü vergi artışı yaparsınız ama... Şu gösterdiğim paranın değerini işte 8 doların altına inmiş bu inebilir daha aşağı inebilir. Ha bu kuru bir yerlerde tutmaya çalışırlar ama hayat pahalılığı artar. Dolayısıyla yapısal tedbir almadan enflasyonu düşürmek mümkün değil. Ha Körfez ülkelerinden 3 milyar 5 milyar 10 milyar dolar gelmiş o da çözmez. Bu da yine atasözü ‘dökme suyla değirmen dönmez’ değil mi? Şimdi dökme suyu getiriyorlar bir kova 5 milyar dolar döküyorlar değirmen bir tur dönüyor, öbür ülkeden gidiyorlar, 3 milyar dolar getiriyorlar, bir kova daha döküyorlar, değirmen bir tur daha dönüyor. Nereye kadar? Bir de bu borcu verenler herhalde ya arkadaş nereye...

Elif Doğan Şentürk: Faiz mesela ne ödenecek ne olacak onları biliyor muyuz?

Ali Babacan: Tamamen karanlık tek bir açıklama yok. Tek bir açıklama yok. Bakın biz 11 yıl boyunca tek bir ülkeden ikili anlaşmayla borçlanma yapmadık. Hiçbir ülkenin ayağına gidip borç istemedik. Böyle borçlanma olmaz. Çünkü böyle gidip de siz bir ülkeden borç isterseniz o ülkeden yarın emir alacak bir mağduriyet içine de düşmüş olursunuz. İlişkinin şekli değişir yani çünkü ne demiş? Veren el alan elden üstündür. Veriyor size borç veriyor. Demek ki siz de daha onun daha üstün olduğunu kabul ediyorsunuz. Üstelik yalvar yakar bir kere de istemiyorsunuz. Bir değil, 2 değil, 3 değil. Bakanları gönderdi arkadan kendisi gidecek. Ya inanın bu ülkenin vatandaşı olarak ben üzülüyorum biz bu hale düşmemeliydik ya. Ya biz nasıl borçlandık bakın yıllarca tam 11 sene hazinenin başında olan birisi olarak söyleyeyim, nasıl borçlandık? Tabii ki devlet borçlanacak eski borcu ödemek için de borçlanırsanız bütçe açığı için de borçlanırsınız. Ama nasıl borçlanırsınız o ay diyelim ki 3 milyar dolar borçlanma ihtiyacınız var. Biz hep ihaleye çıktık. Bizim dedik bu ay 3 milyar dolar ihtiyacımız var ya da 3 milyar TL ihtiyacımız var. Fark etmez. Bize bu parayı en ucuz kim getirirse biz ondan borçlanacağız dedik. 3 milyar ihtiyaca karşı geldi 5 milyar geldi 10 milyar geldi 15 milyar. Şimdi teklif geliyor ve faiz geliyor. Teklif geliyor, faiz geliyor. Bütün onların içerisinden en uygun maliyetleri aldık bu kadar bize yetti, teşekkür ederiz dedik geri gelen teklifleri gönderdik. Böyle böyle bu ülkede faiz düştü. Hani diyor ya faizleri %4 onda 6’ya kadar düşürmüştük diye ya onu benim hazine bakanı olduğum dönemde bunu biz yaptık ve bu şekilde yaptık. Hiçbir ülkenin ayağına gidip borç istemedik tek bir kuruş istemedik. Tam tersine başka ülkelere biz borç verdik IMF’e borç verme anlaşması imzaladık. Onun için bu şekilde yürütmeleri mümkün değil. Dökme suyla bu değirmen dönmez. Yani ekonominin o deliklerini yamamayacaksınız yani yepyeni bir önce sağlam bir sistem kuracaksınız. Havuzun deliğini kapatacaksınız. Ondan sonra gelen paranın anlamı olsun. Havuzun delikleri açıkken bohçada yırtıklar varken ne kadar para gelirse zaten akıyor gidiyor bir işe de yaramıyor. Keşke işe yarasa ama işe de yaramıyor gelen para. Bu hain darbe teşebbüsünün arkasında olduğunu iddia ettikleri ülkenin de ayağına gidip bu borcu istiyorlar. Diyecekler ki biz yanlış biliyormuşuz. Yani Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu işle hiçbir alakası yokmuş, özür dileriz diyecekler. Çünkü sizi itham altında bıraktı. Ya da o ülkenin sizden gerçek bir özür dilemesi lazım. Üstelik özürle telafi edecek bir şey değil. Yani neredeyse demokrasimiz elden gidiyordu ya. Yani Allah korusun bu kadar şehit verdik bu kadar gazi. Yani böyle ülke uçurumun kenarından döndü demokrasi açısından şimdi. Dolayısıyla bu böyle basit bir şey değil yani. Ama hiçbir şey izah etmek zorunda da hissetmiyor kendisini yani o kadar da rahat ki. Bugün bunu yapıyor yarın bunu yaparım diyor ve bir izahat da yok. Açıklamada yo.

Zeynep Gürcanlı:  Bir takım değerli kurumlarımızın stratejik kurumlarımızın satışının söz konusu olabileceği de konuşuluyor. Yani öyle bir ihtimal görüyor musunuz sizde?

Ali Babacan: Yani çok karanlık gidiyor her şey. Bakın bu kadar mesela borçlanılıyor o belli ama kimden ne kadar borç aldıklarını açıklamıyorlar, faizi açıklamıyorlar. Bu işin maliyeti nedir açıklamıyorlar. Bunun karşısında bir teminat, bir yükümlülük oluşuyor mu başka bilmediğimiz bir yükümlülük? Bazı şeyler teminat gösteriliyor mu mesela aynı o Duyun-u  Umumiye gibi Osmanlı dönemi.. Bunları bilmiyoruz. Tamamen karanlık. Bir süre sonra ‘bu borçları ya arkadaş biz ödeyemiyoruz bari alın şunu’ diye borçlar karşılığında bir özelleştirme yapılır mı, yapılmaz mı bilemiyoruz bunları. Tamamen karanlık götürüyorlar. Ya o dönemdeki özelleştirmeleri hatırlayın hani Metin Kilci özelleştirme dairesi başkanıyken rahmetli Unakıtan dönemi canlı yayın araçları gelirdi 20 25 kameranın önünde özelleştirmeler açık artırmayla yapılırdı. Şeffaf açık millet birbirini yerdi ve gerçek değerini bulur ondan sonra yapılırdı. Şu andaki özelleştirmeler öyle değil yani. Gerçek anlamda ihale gerçek anlamda yarışma falan yok. Yani tamamen örtülü kapalı yürüyor. Onun için bunların hiçbirisini bilmiyoruz. Onun için de bu şüphe tabii ki içimizde hep duruyor. Ya bir şey oluyorsa ya bu memleketin gerçekten başı büyük derde girecek işler bugünden yapılıyorsa bugünden altına imzalar atılıyorsa bilemiyoruz.

Elif Doğan Şentürk: Hemen şu iddiayı da sorayım, ben bugün Amerika’dan çok önemli bir iddiayı bu. Şimdi herkesin gözü işte iktidarın dış politikada peş peşe aldığı kararlar yaptığı manevralar diyelim belki de bir iddia vardı, İsveç’in NATO üyeliğinin. 11-13 milyon dolarlık IMF kredisi karşılığında onaylanacağı öne sürüldü. Bir Amerikalı gazetecinin bugünkü iddiasıydı bu. Böyle bir şey olabilir mi? Yani IMF’yi nasıl görüyorsunuz bu anlamda. İşte IMF’siz IMF sözünü de de hatırlatarak.

Ali Babacan: Tabii bu İtalya ben şu anda duyuyorum yani ne kadar doğrudur, ne kadar değildir bilmem. Ama Türkiye’yi yani 10 senelik bir aradan sonraki 2013’te biliyorsunuz IMF’ye olan en son borç taksitini ben ödemiştim. Merkez bankasının ödeme terminallerinden son taksidin enter tuşuna ben basmıştım.  Tam 10 sene sonra eğer Türkiye’yi yeniden bir IMF yoluna sokarlarsa bu ülke için büyük yazık olur. Yani bunun olmayacağına ben inanmak isterim. Kaldı ki bu kadar keyfi pazarlık yani biliyorsunuz bu İsveç’in şimdi NATO üyeliği karşısında neler isteniyor bir bakalım. İsveç’in terörle mücadelede gerekeni yapması ki o doğru bir talep. Yani bizim yani NATO üyesi olan bütün müttefiklerinden beklediğimiz terörle mücadelede sapa sağlam durmaları ve NATO’nun o meşhur hepimiz birimiz, birimiz, hepimiz için maddesinin sadece dış saldırılara değil, terör tehdidine karşı da geçerli olması. Yani o çok önemli. Gerçekten NATO müttefiklerimizin bu konuda sağlam durması lazım. Şimdi İsveç NATO üyesi olsun peki karşısında ne istiyor Türkiye? Bir, terörle mücadelede gereğini yap diyor değil mi? İkincisi savunma sanayi ama sadece İsveç’le ilgili ki İsveç’in biliyorsunuz saha firması var bu özellikle savaş uçakları falan da var. Sadece İsveç meselesi değil aynı zamanda Amerika’dan bu F 16 uçağı satışıyla ilgili bir rahatlama bekleniyor. Üç, Türkiye’nin Avrupa Birliği süreciyle ilgili bir yeni süreç temenni ediliyor. Dört, eğer böyle bir şey varsa yani bilemiyorum o biraz artık herhalde diplomaside tamam talep edersiniz isterseniz ama makuliyet çerçevesinde olması lazım.

Zeynep Gürcanlı:  Mecliste DEVA Partisi olarak İsveç’in NATO üyeliği gelecek. Artık o açıklandı. DEVA Partisi olarak siz ne düşünüyorsunuz, nasıl bir oy vereceksiniz?

Ali Babacan:  Bu gelecek ama hemen gelmeyecek çünkü bugün meclis kapanıyor. Meclisi ancak normal şartlarda 1 Ekim’de açılırsa meclis 1 Ekim’den sonra gelecektir komisyona görüşülecektir. Ve bu meclisin tatil döneminde aslında karşı taraflara sadece İsveç’e değil çünkü Amerika’da var işin içinde bir miktar da Avrupa Birliği var. Eğer Avrupa Birliği süreciyle ilgili gelişme olursa taraflara da bir bakıma bir süre tanınmış oluyor. Yani siz bunları bunları yapın bizim de işte meclisimiz var. Tabii meclisimizin nasıl bir meclis olduğunu herkes biliyor ama ortada bir tiyatro var. Dolayısıyla yani gerçekten hani demokrasinin tam işlediği ülkelerdeki çalışan meclisler gibi değil maalesef yani onu biliyoruz. Ona göre milletvekili profili oluşturuyor iktidar tarafından ona göre mesela 1 Mart tezkeresini reddeden meclis değil bu meclis. Yani bu meclis başka bir meclis. Dolayısıyla orada da bir şey var ama her ülkede yapıyor bunu yani çok da şey yapmıyorum her ülke bazen işte meclisini mazeret olarak gösteriyor. Biz isterdik ama diyorlar, meclisimiz vardır falan tamam. Dolayısıyla o gün ne kadar bakalım ne olacak, İsveç neler yapacak bunu biz de bekleyeceğiz tabii ama bizim de Türkiye olarak yani İsveç’ten beklentimiz mutlaka ve mutlaka bu terörle mücadele konusunda eksik bırakmasınlar. Müttefiklik ruhuna uygun davransınlar biz bunu bekleriz. Ha diğer konularda tabii önemli.

Elif Doğan Şentürk: Evet devam ediyoruz sevgili izleyiciler. Şimdi artık dış politikadan aslında dışarıdan içeriye geçiş yapıyoruz. Çünkü hepsi birbiriyle ilişkili de gidiyor. Ekonomi de elbette bir ayağını oluşturuyor dışarıdaki ilişkilerin. En son işte İsveç dedik. Meclise ne zaman gelecek? Ekim'de artık nasıl ilerleyecek süreç? Mesela Milliyetçi Hareket Partisi nasıl yönde bir tavır alacak? Az çok biliyoruz aslında daha önceki söylemleri ama Sayın Babacan’a da soruyoruz, tabii siz ne yönde oy kullanacaksınız diye Zeynep Gürcanlı sormuştu. Şartlara göre yani hani o zamanki ya neye göre?

Ali Babacan: Ne yapıp yapmadığını izlememiz gerekecek ama şu var tabii biliyorsunuz yani biz NATO'nun açık kapı politikasını destekliyoruz. Nato'nun genişlemesini destekliyoruz. Yani müttefik olarak içinde olduğumuz bu ittifak sisteminin genişlemesinden yanayız ve Türkiye olarak hem Baltık ülkelerinin hem doğu Avrupa’nın NATO'ya üye olmasına da hep destek verdik ve hep öncü rol oynadık. Ve Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde dikkat ederseniz, Baltık ülkeleri ve Doğu Avrupa ülkeleri Türkiye’ye hep güçlü destek verdi. Yani bizim o taze NATO desteğimizin bir bakıma bir karşılığı olarak da onlar bize taze Avrupa Birliği desteği verdiler o dönemde. Dolayısıyla bu NATO'nun genişlemesi bizim desteklediğimiz bir unsur. Ama başka ülkeler de var mesela Bosna Hersek var dimi? Yani Balkanlara mesela bakmamız gerekiyor. Balkanlarda istikrar çok çok önemli yani Türkiye için önemli. Avrupa'nın genel istikrarı için de önemli. Yani balkanlarda da biraz perspektifle bakmak gerekiyor. Yani Balkanlarda da isteyen iradesi irade ortaya koyan ülkelerin NATO üyesi ve Avrupa Birliği üyesi olmasını da biz destekleriz Her 2 isimle. Ama tabii Türkiye’nin zaten çok eski bir hakkı bu artık. Yani Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilgili bu angajmanı Avrupa Birliği süreci nihayetinde üye olması Türkiye’nin bir hakkı ama üye olalım ya da olmayalım bizim hep duruşumuz Avrupa Birliği konusunda o standartları yakalamak. Yani vatandaşlarımızı şu andaki Avrupa Birliği üyesi olan ülkelerdeki standartlara ulaştırmak. Asıl bizim derdimiz bu. Üyelik nihayetinde bir siyasi karar. Biliyorsunuz ben ilk baş müzakereciydim. 2005-2008 arasında 33 faslın tamamını 2 tur tarama yaptık. Binlerce kişilik heyetler kurdum o zaman. Brüksel’e o heyetler gitti geldi gitti geldi. Hem Avrupa Birliği müstahzaratını öğrendik hem kendi bulunduğumuz noktayı onları anlattık. Aradaki farkları bulduk. Aradaki farkların ne zaman, ne kadar süreceğini, nasıl kapatılacağını, yol haritalarını hazırladık. Hepsi hazır hazırız. Ya bütün bunların aslında geri plana baktığımızda bütün bizim tecrübemiz. Yani o Avrupa Birliği sürecinin tecrübesi de o 33 fasılla ilgili tecrübemiz de bunların hazırlanmasında büyük ışık tuttu bize büyük yardımda bulundu.  Dolayısıyla bütün bu süreçte biz uluslararası işbirliğini önemsiyoruz. Yani ülkelerin birbirlerine açık ve birbirleriyle işbirliği halinde olmasının bizim genelde desteklediğimiz bir kavram. Dostların çoğalması, düşmanların azalması bizim desteklediğimiz bir kavram. Dolayısıyla genel prensibimiz bu parti olarak da bu ama İsveç’le ilgili konuda dediğim gibi bakalım sözler yerine gelecek mi? Tabii detayları çok bilemiyoruz, göremiyoruz. Özellikle terörle mücadelede için işin dış istihbarat boyutu var, dış politika boyutu var.  Yani buralarda her şeyde çok açık olmuyor. Bazen kapalı olarak götürmesi de gerekiyor yani. Şimdi ekonominin tam tersine bu işlerde işin hani devlet sırrı kavramı var ona da saygı duymamız lazım. Güvenlik söz konusuysa. Dolayısıyla oralarda yerine gelecek mi gelmeyecek mi bakalım ama eğer İsveç yani bütün üzerine düşeni yerine getirirse yani pek sorun göremeyebiliriz. Ama çok erken bir şey söylemek için çok erken. Yalnız bu tabii şu da var, bu hani Kur’an ı Kerim’i yakma meseleleri falan. Şimdi bunlar da önemli konular yani. Ben dışişleri bakanıyken de Avrupa Birliği baş müzakerecisi iken de hep söyledim. Çünkü pek çok konu gündeme geliyordu. Ya düşünce özgürlüğü tamam, ifade özgürlüğü tamam ama bu başkalarının kutsalına hakaret anlamına gelmiyor. Yani eğer mesele başkalarının kutsalına hakaret ise bu düşünce özgürlüğü içerisinde bunu değerlendiremeyiz diye bütün Avrupa ülkelerinde yaptığım konuşmalarda hep bunları söyledim. Ya da mesela nefret suçu değil mi? Bu bir özgürlük alanı kardeşim diyemeyiz yani bu bir suçtur. Dolayısıyla Avrupa Birliği 'deki ülkelerden dostlarımızdan ve İsveç’ten de bizim beklentimiz bu nefret suçuyla mesele orada sağlam bir duruş ortaya koymaları. Mesele başkasının kutsalına hakaret ise başkalarının kutsalına dönük eylemlerle insanları eğer siz incitiyorsanız bu doğru bir şey değil.  Yani bunları ifade özgürlüğünün düşünce özgürlüğünün içinde değerlendirmemiz mümkün değil. Ben bunu Avrupalı dostlarımıza defalarca söyledim. O kadar çok konu yaşadık ki yani bu süreç içerisinde.  Dolayısıyla o konuda da biraz daha bizlerin hassasiyetlerini ve bizlerin kutsalına saygı göstermelerini dikkat etmelerini bekleriz.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Şunu sormak lazım, nokta atışı soralım size şöyle ki, şimdi siz DEVA Partisi olarak diyorsunuz ki ekime kadar bir bakalım koşullar ne noktaya geldi ona göre İsveç’i değerlendireceğiz. Ama biz şuna tanıklık ettik. Litvanya'daki NATO zirvesinin sabahında uçakta çıtayı Avrupa Birliği üyelik müzakeresine kadar yükselten bir Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Hatta bizim sorularımız şu oldu, tabii diplomasiyle izleyen insanlar olarak. Hani neden daha somut gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi ya da Amerikan kongresinde takılacak f 16 yerine daha somut f 35’de ki haklarımızın geri alımı gibi hamleler değil de hani çıtayı bu kadar niye yükselttik dedik. 12 saat geçmeden ama zirvenin günü yani biz zaten Ekim’e kalmasını bekliyorduk ama sanki hani hemen geçecekmiş gibi İsveç’e hemen onay verilecekmiş gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan bir fikir değişikliği yaptı. Ve hemen onun öncesinde de bir hafta öncesinde de Reuters haber ajansının Bilal Erdoğan’la ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan oğluyla ilgili bir haberi söz konusuydu. Eşzamanlı olarak Amerika’da ve İsveç’te bir inceleme yapıldığı iddiasını Reuters haberleştirmişti ve Türkiye’de bu haber erişime de engellendi diye de hatırlatalım. Sizce bu 12 saatlik hızlı dönüş nasıl oldu? Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ne söylendi de sabah çıta bu kadar yüksekte iken birden gece yarısı standart çıktı. Türkiye onay verdi dedi?

Ali Babacan: Öncelikle Türkiye’nin onayı şartı bir onay. Yani o orada bir nüansı ortaya koymak lazım. Yoksa iş olmuş bitmiş değil yani daha hükümet süreci var. Arkasından da bizim parlamento sürecimiz var. Şartlı bir onay ama bir Türkiye iyi niyetle ortaya koymuş oldu. Fakat buradaki tutum değişikliği ilgili en önemli faktörü ben Sayın Erdoğan’la Sayın Biden arasındaki telefon görüşmesi ve arkasında yüz yüze görüşmeye bağlıyorum. O yüz yüze görüşme tabii yine kapalı kapılar ardından baş başa olduğu için devlet kayıtlarına giriyor mu girmiyor mu bunları bilmiyoruz. Biz yapardık yani ben baş başa bir görüşme yapsam bir başka dışişleri bakanıyla anında arkadaşları çağırdım yazdırırdım, devlet kayıtlarına girsin, gizli ibaresiyle ki devlet hafızasına eklensin ve bizden sonra gelecek arkadaşlara dönüp baksınlar ne olmuş diye yani kopukluk olmasın diye. Bunları tabii bilemiyoruz ama buradaki en önemli hani oyun değiştirici faktörün Sayın Erdoğan’ın Sayın Biden ile görüşebilme fırsatını bulması. Ve bunu da Biden dikkat ederseniz, seçildiği günden bu yana hep kullanıyor. Hatırlayalım seçildi. Ekim'de seçim oluyor tabii Amerika’da. Göreve gelme Ocak başı oluyor. Seçildikten sonra Erdoğan aradı bir tebrik edeyim diye çıkmadı telefona. Başkan oldu çıkmadı. Ne zamana kadar? Ta ki Ermeni soykırımı ile ilgili iddiaların olduğu 1915 olaylarının yıl dönümünden bir gün önce 23 Nisan, 23 Nisan, 24 Nisan tarihinden bir gün önce sözde soykırım iddialarının yıl dönümünden bir gün önce aradı ve dedi ki, ‘biz bununla ilgili bir tanımaya yakın bir tutum alacağız. Haberiniz olsun’ dedi. Ekim'de seçiliyor, Nisan'da ilk telefon görüşmesi ve telefonda söylediği bu. Dolayısıyla Biden yönetimi bu Erdoğan’la görüşüp görüşmeme kozunu kullanıyor. Ve maalesef bunun da sonuçlarını görüyoruz. Ya bu noktaya getirmemek lazım işleri.

Zeynep Gürcanlı:  Siz hükûmette oldunuz. Amerikan başkanıyla görüşmek bu kadar önemli midir hakikaten kişisel olarak ya da devlet yönetimi açısından?

Ali Babacan: Bakın dikkat edin, şöyle bir kronolojiye bakın, mesela Trump da bunu kullandı. Biden daha çok kullanıyor. İşlerin bu noktaya gelmemesi lazım. Yani Türkiye’nin bir ağırlığı var yani Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ağırlığı var. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmanın bir ağırlığı var. Yani nereden nereye bakın. Ben dışişleri bakanıyken Obama çıktı ilk ziyaret turunda Türkiye’ye geldi biliyorsunuz. O geldi yani çıktı geldi, 3 gün kaldı. Mecliste konuşma yaptı hatırlayın. Türkiye'nin itibarının zirvede olduğu bir dönemde siz sağlam durun itibarlı olun millet size zaten gelir. O sizi arar. Bunları yaşadık. Hani hiç yaşamamış olsak bu konuları bilmiyor olsak neyse de yaşadık.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Bu arada Biden başkanlığı bitecek hiç Beyaz Saray’da ağırlanmadı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı.

Ali Babacan: Evet, ama onu şimdi yapabilirler bakalım tabi müzakereler ne oluyor, arka perde de ne var bunları bilemiyoruz. Ama bundan sonra yapabilirler. Yani ben onu öngörüyorum hani sırada o olabilir. Ama tabii arkada ne alınıyor ne veriliyor bunları bilemiyoruz fakat ben hani Dışişleri Bakanlığı yapmış 8 yıl bu ülkenin Milli Güvenlik Kurulu üyesi olmuş bir insan olarak şu süreci özellikle bu İsveç dahil ama bu f 16’lar şunlar bunlar bu konuyla ilgili şöyle bir kronoloji hatırlatmak istiyorum, bakın yanlış nereden başladı? Bu S400 F35 bütün bu hani S400 aldık onlar F35 vermeyiz dediler falan filan bunun geçmişine baktığınızda aslında ilk sorun bu Page füzeleriyle alakalı sorun. Olayın başlangıcı o. Oradan düğme yanlış iliklendi. Nasıl yanlış iliklendi? Suriye rejimi Türkiye için bir tehdit unsuru olarak algılandığı dönemde hatırlarsanız 3 tane NATO bataryası Türkiye'de konuşlandırıldı Suriye sınırları boyunca. Ve biz o dönemde dedik ki ya bakın bunlar emanet olmamalı. Bizim kendi milli sahibi olduğumuz PAGE bataryaları olmalı dedik. Yani niye biz sizden bunu emanet alalım ki parası neyse veririz. Yapmadılar. Vermediler. Emanet konuşlandırdılar ondan sonra Suriye rejimi Türkiye için bir tehdit olarak artık algılamadı. Çünkü Rusya gelip de Suriye’ye yerleşip rejimi kontrol altına alınca o tehdit ortadan kalkmış oldu Türkiye’yle alakalı. Bataryalar tek tek söküldü, götürüldü. Şimdi bu tabii doğru değil yani müttefiklik ruhuna da uymuyor. Ya biz parası neyse verelim diyoruz niye emanet veriyorsunuz ya burası NATO sınırı değil mi? Kusura bakmayın bu Türkiye’nin güney sınırı aynı zamanda NATO'nun güney sınırı. Biz güney kanat ülkesiyiz NATO'da yani kanat ülkesi diye tabir edilir. Niye vermiyorsunuz bize bunu? Yok veremeyiz. Bu bir yanlış ama tuttu hükümet bir başka yanlış yaptı. Gitti Ruslardan S400 füze sistemini aldı. 2 buçuk milyar dolar para vererek üstelik. Ya bu sistem bizim genel savunma sistemimizle entegre olabilecek teknik olarak uyumlu bir sistem değil. Üstelik bu S400’lerin asıl teknolojisi batıdan gelecek saldırılar ya da batıyla karşı karşıya gelince kullanılmak için bir teknoloji yani. Suriye’den gelebilecek zaten Rus yapımı. Tehdide karşı yine Rus yapımı böyle bir şey yok böyle bir mantık yok yani. Sırf inat. Ha buna da biz sadece kamu alımı ihalesiz bir alım olarak bakılmış mıdır o kadar da artık yani saçma sapan bir işe girmişler midir onu da bilmiyorum. 2 buçuk milyar dolar iyi iş, büyük alışveriş falan filan. İnşallah öyle bir karanlık işler de yoktur arkasında. Sırf bunun içinde yapılmamıştır diye ümit ediyorum yani. Çünkü ne de olsa para dönüyor, satın alıyorsunuz, falan filan ihale yok, şu yok bu yok. İnşallah öyle bir şey yoktur diye ümit ediyorum. Şimdi dolayısıyla bu alınınca tabii NATO üyesisiniz ve böyle bir şey yapıyorsunuz. Bu sefer ne oldu? F 35 sisteminden Türkiye çıkartıldı. Çünkü Türkiye 4 kurucu ülkeden birisiydi biliyorsunuz. Teknolojinin sahibi olan projeye katkı veren 4 ana ortaktan birisiydik biz ve tamamen sistem dışı bırakıldık F35’ler konusunda. 1 Milyar 450 bin dolar da para harcadık biz f 35 projesine. O para da orada gömülü duruyor. Parasını verdiğimiz plakasını aldığımız, ruhsatını aldığımız yani basitleştirerek söylüyorum çünkü uçağın bir sahip olma belgesi var. Uçağın sahibi olma belgesini aldık. Parasını ödediğimiz için uçakları alamadık.

Zeynep Gürcanlı:  Parayı da vermediler.

Ali Babacan:  Şimdi onu ona saydırmaya çalışıyorlar, değil mi? Ya f16’yı verin o parayı da ona sayın diye. Şimdi bizim f35 iddiasından vazgeçmemiz çok büyük bir hata. F35’ten niye vazgeçiyor Türkiye? Yani bunu hükümet açıklıyor mu? Biz niye vazgeçtik diyorlar. Niye F16’ya düşüyorsun ya F16 ta benim çocukluğumda burada Ankara’da üretilen bir uçak değil mi? Ankara'da üretiyorduk biz bu F16’ları yani ta 40 sene önce.  Ben hatta o fabrikayı o çocukluk merakı lisedeyken fabrikayı gezmiştim. Bir tane test uçuşunu izlemiştim falan F16 orada üretiliyordu, uçuyordu falan. 40 sene önce ben çocukken. 40 sene sonra dolaşıyor Amerika’dan F16 alsak.  Aynı kur korumalı mevduat gibi nasıl 40 sene önce sarıyor ekonomide burada da bantı 40 sene..  Tabii şu var F35 ile ilgili teknik sorunlar da var. Onları da biliyorum takip ediyorum çünkü. Teknik sorunlar var, imalat sorunları var, hâlâ çok uzadı proje yani hala kazalar oluyor falan duyuruluyor, duyurulmuyor oralarda sorunlu bir proje hala yani.  Sorunlu ya da değil olsun madem F16’dan sonraki bir sonraki aşama bu teknolojide ya biz işin içinde olalım, sorunlar varsa sorunlardan da öğrenelim değil mi? Oradaki sorunlardan da biz tecrübe ederiz niye sorun çıkıyor, ne oluyor, niye uçak düşüyor falan.

Zeynep Gürcanlı:  Çok ciddi bir istihdamdı. Biz 900 küsur parçasını biz üretecektik sonra o üretimde başka ülkelere kaydırıldı.

Ali Babacan: Şimdi dönüp dolaşıp F16’yı koparabilmeyi başarılı olarak da iç kamuoyunu anlatabiliyorlar yani. F35 ne oldu? Biz nerede ve F35 uçaklarımız parasını verdiğimiz F35 uçaklarımız nerede? Niye hükümet onu istemiyor, niye bunu talep etmiyor? Tamam, acil çözüm için F16 gerekiyorsa onu da alalım ama F35’lerimize ne oldu? Ben buradan soruyorum. Niye bunun peşine düşmüyor hükûmet? Yani. Dolayısıyla bakın düğme bir yanlış iliklenince Patriotlar yani bu gerçekten bizim yani Avrupalı müttefiklerimizin de Amerika’nın da büyük hatası var bu işte. Onlar ya düğmeyi yanlış ilikledi fakat bu hükümette tuttu o yanlışı bir başka yanlışla düzeltmeye başladı. Madem patriot vermiyorsunuz ben de S400 alırım. Ya onu yapmıyor ki kardeşim ne yapıyorsun?

Yıldız Yazıcıoğlu:  Ben sorumu tekrar daha açık sorayım o zaman. Şimdi bir Bilal Erdoğan iddiası vardı NATO zirvesi öncesi. Ondan önce de Trump döneminde ki ilk kez Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na aptal olma ifadesi yazılı bir mektup gelirken Trump, açık açık twitter'dan bir mal varlığı tehdidi de üstü kapalı gösterdi, kongrede yaptı. Şimdi dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesiyle ilgili iddiaların uluslararası politikanın adeta bir parçası haline geldiği ve iddiaların konuşulduğu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ali Babacan: Yani siz de söylüyorsunuz iddia. Arkasındaki nedir bilemiyoruz. Yani arkasındaki gerçekleri bilmeden de kimseyi itham altında bırakmakla doğru değil. Ama şu anda ülkenin yönetim sisteminin zaten en büyük zafiyet tam bu noktada. Yani parlamentonun zayıflatıldığı, hukukun, adaletin tamamen ayaklar altına alındığı ve tek bir kişinin 2 dudağı arasında yönetilen bir ülkede tek kişi üzerinden o ülkeye yön verilme riski olur her zaman. Çünkü herkes bilir ki yargı kardeşim bunu benden istiyorsun ama bizde kanunlar böyle yargı var. Hadi canım sen de derler değil mi? Ne yargısı ne kanunu sen zaten aklına geleni yapıyorsun, istediğini yapıyorsun ne kanununu derler değil mi?  Ya da efendim ama meclisimiz var. Ya öyle de sen istediğini meclisten geçirebiliyorsun zaten milletvekili profilini oluşturuyorsun. Dolayısıyla zaten bu sistemi bizim eleştirmeniz parlamenter sisteme mutlaka Türkiye’nin geçmesi lazım diye iddiamız ve bütün bu seçimden önce ya Millet İttifakı içerisinde parlamenter sistemden yana duruşumuzun en önemli sebebi tam da bu dediğiniz riskler. Yani ben risk diyorum çünkü gerçi bilemiyoruz yani. Burada önemli olan Türkiye'de güçler ayrımı ve denge kontrol mekanizmaları, denge kontrolü. Denge kontrolü neyin dengesi neyin kontrolü? Ülkeyi yönetme gücünü elinde tutanlara karşı bir dengeleme ve onu kontrol. Yani denge kontrol dediğimiz bu demokrasilerde. Güçler ayrımı nedir? Tamam, hükümet bunu yapar ama bağımsız yargımız var der denetler. Meclisimiz vardır hem denetler hem de yasama işini bağımsız yapar. Güçler ayrımının özü bu yani. Bütün bu iddiamız bütün bu çabamız aslında tam da bunun içindi. Yani sistemi değiştirmeden de çok zor bu. Yani Türkiye’de mevcut anayasa geçerli olduğu sürece bütün ülkeyi yönetme erki tek bir kişinin içerisinde denetimsiz, kontrolsüz, tek bir kişinin elinde olduğu sürece bu tek kişi üzerinden tehditle veya teşvikle yani koskoca ülkeyi etkileyebilirsiniz. Bu da doğru bir şey değil yani. Onun için tam demokrasi diyoruz. Onun için güçler ayrımı diyoruz. Onun için parlamenter sistem diyoruz.

Elif Doğan Şentürk: Şimdi mecliste gelelim o zaman artık siyaset de diyeceğiz biraz. Grup kurma aşamasından mı başlamak gerekiyor şimdi meclis şöyle iddialar halen devam ediyor işte sizin demokrat partiden 3 CHP’den 2 vekil almak için görüşmelerimizin devam ettiği Demokrat Parti böyle bir durum yok dedi sorduğumuzda. Saadet ve Gelecek Partisi grubunu kurdu, yer almadınız o grup içerisinde. 5 milletvekiline ihtiyacınız var. Nasıl o 5 milletvekilini, nereden alacaksınız ya da nasıl ilerleyecek süreç? Grubu nasıl kurabileceksiniz?

Ali Babacan:  Şimdi şöyle grup olmak tabii önemli. Yani mecliste grubunuz olduğunda daha çok kürsü hakkınız oluyor ve meclis kürsüsündeki görünümünüz artıyor. Yani en önemli avantajı bu ama grup olmamakta dünyanın sonu değil. Çünkü mecliste sizlerde biliyorsunuz yakından takip ediyorsunuz gidiyorsunuz, geliyorsunuz. Evet, bir mecliste kürsüde konuşmak var. Bir de basın toplantısı odası var ve orada da bir kürsü var, oradan da konuşabiliyorsunuz. Ve orada konuşmak için grubunuz olması şart değil yani üstelik gündemi iyi yakalarsanız etkili bir şeyler söylerseniz yeni proje şeklinde ya da hatalara işaret şeklinde. Mecliste yapılan basın toplantıları bayağı gündem olabiliyor. Biz geçen dönem biliyorsunuz tek bir milletvekiliyle Mustafa Yeneroğlu ile bayağı bir görünürlük sağladık. E şimdi 15 milletvekilimiz var ve bunların hepsi kendi alanlarında çok iyi arkadaşlar. Yani bazılarının çok iyi siyaset tecrübesi var bazılarının başka alanlarda tecrübesi var. Geldiler siyasete bizimle beraber başladı arkadaşlarımız.  Dolayısıyla biz bu çok yani etkin muhalefeti ve demokratik denetim görevimizi grup kurmadan da yapabiliriz. Grup olmasını tabii arzu ederiz. Yani onun katacağı artılar vardır ama biz sadece gruba odaklanıp yani sadece işin hani hukuki şekli kısmına bakıp asıl partimizin uzun vadeli hedeflerine uzun vadeli duruşuna zarar getirecek bir adımı hemen apar topar seçimden sonra atmak istemedik. Böyle bir grupla alakalı yani grupla alakalı, şimdi Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi ile bizim hiçbir görüşmemiz olmadı bu konuda. Fakat enteresan bu konudaki haberler daha çok hükümet yalnız basından çıkıyor. Bugün basın ücretlerine baktım geldim. Şimdi işte bugün birkaç kere Ahaber, haber yapmış DEVA partisi Demokrat Parti ile görüşüyor, Cumhuriyet Halk Partisi görüyor, külliyen yalan. Şimdi. Hükümeti destekleyen medya. Yani zaten hükümet seçimi almış işte %52 ile kazanmışsınız, dönüyorlar, dolaşıyor hala bizimle uğraşıyorlar dikkat edin. DEVA ne yapacak, DEVA ne yapacak?  Grup kurdu kuracak kurdu. Şimdi demek ki bizdeki potansiyeli iyi görüyorlar. Hatırlayın seçim gecesi Sayın Erdoğan çıktı Kısıklı'daki evinin önünde ya konuşmasının 2. dakikasında benden bahsetti. Ya seçimi kazanmışsın dimi %52 almışsın ama kafa burada. Niye? Çünkü ülkenin yarınları ile ilgili gerçek ve büyük bir potansiyelin burada olduğunu görüyor. Gerçek rekabetin DEVA’dan geleceğini gayet iyi görüyor. Onun için uğraşıyor, uğraşmaya da devam edecekler. Çok çirkin ifadeler kullanıyor. Bunlar şöyle yaptı, böyle yaptı falan da filanda diye.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Bu ifadenin birini hemen soralım. Cumhuriyet Halk Partisine yönelik olarak 3 siyasi partiye hatta 4’ü de Demokrat Partiydi sizleri işaret ederek ‘Tokatçılık’ ifadesini kullandı. Milletvekili listesinde yer almanız konusunda. Buna Temel Karamollaoğlu ve Ahmet Davutoğlu, bu ilk grup konuşmalarında hatta yanıt verdiler her ikisi de Erdoğan’a. Sizin buna yanıtınız nedir?

Ali Babacan: Şimdi ben daha önce de defalarca yanıt verdim. Hatta 14 Mayıs ve 28 Mayıs arasında da çok yanıt verdim. Şimdi bu süreç biliyorsunuz yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin listelerinden seçime girme Milletvekili listeleri verilmesine yaklaşık bir hafta 10 gün kala Cumhuriyet Halk Partisi tarafından bize getirilen bir teklif. Yani biz gidip de onlara bunu görmedik. Onlardan bir talebimiz olmadı. Onlar dediler ki, bakın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmamız daha yakın görünüyor. Yani orada Sayın Kılıçdaroğlu Erdoğan'a göre biraz daha yukarıda çıkıyor, biraz daha yüksek çıkıyor anketlerde fakat meclis tarafına baktığımızda 6 parti ayrı ayrı kendi içlerinden geldiği girdiği anda biz mecliste çoğunluğu sağlayacağız dediler. Bize bununla geldiler yani dediler ki Cumhurbaşkanlığını alıyoruz ama meclisi de sıkıntımız var. Ve bize simülasyonlar gösterdiler. Dediler ki bakın ayrı ayrı girdiğimizde çıkaracağımız milletvekili sayısı şu ama beraber tek listeden girersek çıkaracağımız milletvekili sayısı şu. Ve kendi çalışmalarında Saadet, Gelecek ve DEVA’nın toplam milletvekili sayısına+ 32 tane katkıda bulunduğunu söylediler bize kendi çalışmalarında. Biz de simülasyon yaptık. Biz de+ 30 milletvekilini bulduk kendi çalışmamızda. Çünkü D'Hondt sistemi biliyorsunuz ayrı ayrı partiler girdiğinde o küsurat oylar büyük partiye gidiyor ya da bizim açımızdan çöpe gitmiş oluyor. Yani işimize yaramıyor. Diyelim ki 0.75 milletvekili oradan çıkarmışız, yarım milletvekili oradan, işe yaramıyor. Ama diyelim ki CHP’nin bir buçuk milletvekiliyle bizim yarım milletvekilini D'Hondt sistemi göre tek listeye koyduğunuzda 2 tane milletvekili çıkıyor. Öbür türlü bire düşüyor sayı. Ve seçim sonucunda da aslında biz bunlara bakın, önemli ölçüde gördük. Şuradan hemen size birkaç tane örnek vereyim.  Tabii rakamlar olmadan konuşmak biraz şey olabiliyor. Toplamda 2018 seçimlerine göre Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyu %2 buçuk artmış toplamda. Biz neye bakıyoruz DEVA milletvekillerinin DEVA adaylarının olduğu illerde ne olmuş diye bakıyoruz. Bak birkaç tane örnek göstereceğim, çok uzatmadan, yani mesela diyelim ki bizim Kahramanmaraş’tan 2. sırada aday bizim arkadaşımız. İl başkanımız. Kahramanmaraş'ta Cumhuriyet Halk Partisi 2018’de %9 buçuk almış. Bu seçimde %16. 3 almış. Yani oylarında 2 kata yakın artış var ve bir milletvekili iken 2 milletvekili olmuş CHP ve ikincisi de bizim arkadaşımız ama oyları da artmış. Türkiye genelinde 2 buçuk puan artış var. Maraş'ta 6. 8’lik artış var. Geçelim diyelim ki Gaziantep. Şimdi Gaziantep’te %15’ten % 20’ye çıkmış, CHP’nin oyu %5. 3 artış var. Üçüncü sıradaki bizim il başkanımız ve CHP’nin milletvekili sayısı +1 artmış. Yani hem 5 puan artış var Türkiye ortalamasının üzerinde bir artış var. Milletvekili sayısında da artış var. Bizim kendimiz açısından bunları söylüyorum. Mesela diyelim ki milletvekili çıkarmadığımız bir il adayımız var ikinci sırada mesela Şanlıurfa. İkinci sıradaki bizim arkadaşımız. Seçilemedi. %3.5’ten %8’e çıkmış Şanlıurfa'da CHP’nin oyu 3 buçuktan sekize. Mesela Diyarbakır Diyarbakır’a bakıyoruz. Bizim adayımız ikinci sırada. Ali İhsan Merdanoğlu. Diyarbakır'da CHP’nin oyu% 2’den %8’e çıkmış ve Diyarbakır’dan CHP bir tane milletvekili çıkardı. Bizim arkadaşımız seçilemedi ama CHP’nin milletvekili seçildi. Dolayısıyla bizim adayımızın olduğu illerde CHP’nin oylarında ortalama 2 buçuğun daha üzerinde artış var ve çoğu ilde de +1 milletvekili oluşmuş durumda. Yani şöyle bir tabloya baktığımızda biz bunu sonuçlardan görüyoruz. Mesela Siirt bizim adayımız birinci sıra CHP bizden istedi dediler ki ya sizin Siirt il başkanınız çok iyi çok da seviliyor. Bizim o ilk anlaşmamızda olmamasına rağmen sonradan teklif ettiler. Sizin Siirt il başkanınızı 1. sıraya koyalım mı? Dediler. Baktık olur dedik yani zor seçilmesi çünkü Siirt’in sosyal dokusu farklı ama Siirt’te CHP’nin oyu%2’den %8’e çıktı. Bizim il başkanımız 1.sırada.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Yani siz bu artış uyarınca mı CHP’ye borcumuz yok yönünde bir duruş sergiliyorsunuz?

Ali Babacan: Yani biz adayımızın olduğu hemen hemen her ilde CHP'nin ciddi bir oy artışı var. Ortalama Türkiye ortalamasının 2. Buçuğunda daha üzerinde puan artışı var ve+ 1de milletvekili çıkmış durumda çoğu yerde bir o. İkincisi de yani dediğim gibi baştan söylediğim gibi bu karşılıklı anlaşma ve rızayla başlayan bir süreç. Yani bizim gidip hani rica minnet istediğimiz bir süreç değil.

Elif Doğan Şentürk: Siz kendi logomuzla yani alacağız demiştiniz ya hani ilk açıklamanız öyleydi. Sizin o süreçten sonra Cumhuriyet Halk Partisi mi size bizim listemizden girin diye bu teklifi Cumhuriyet Halk Partisi verdi?

Ali Babacan: Tabi tabi. Bakın başka partiler başka şeyler yapmış olabilir, bazen karıştırılıyor. Yani bizim sıkça karıştırıldığımız partiler var biliyorsunuz. Başka partiler başka şeyler yapmış olabilir, onları bilmiyoruz ama bizim hiçbir talebimiz olmadı. Teklif onlardan geldi. Hatta teklif onlardan gelince ben Sayın Kılıçdaroğlu ile oturdum, konuştum dedim ki, bakın bizim açımızdan ciddi bu işin sıkıntıları olur. Yani matematiği anlıyorum. Mecliste çoğunluğu sağlamak için böyle bir şeyin gerektiğini de anlıyorum, tamam ama yani birincisi bizim DEVA markamızı bu incitecek DEVA markamızı yıpratacak bir süreç olacak. Çünkü biz bu kadar hazırlandık. Şimdiye kadar yaptığımız en büyük reklam kampanyasını yapıyoruz. O hafta hatırlayın. Yani çok büyük para harcadık reklama ve bizim hazineden bir kuruş gelirimiz yok. Tamamen bağışlarla dönen bir sistemimiz var. DEVA diye gireceğiz diye dünyanın reklam parasını harcıyoruz hatırlayın. Billboardlar bütün Türkiye genelinde. Yani internette dünyanın reklamları çok ciddi reklam kampanyasının ortasındayız ve bize diyorlar ki ya bizim listemizden girin. Bakın bizim şeyimizi etkiler. Yani kendi marka markamızı etkiler. Teşkilatlarımıza biz bunu anlatmakta güçlük çekeriz bir, ikincisi DEVA’ya oy verecek insanların tamamını taşıyamayabiliriz. Yani böyle bir söz de veremeyiz. Çünkü DEVA Partisinde normal şartlarda oy verecek insanların bir kısmı bir kısmı hepsi değil, yani tamamen yok olmaz ama bir kısmı yani CHP ye evet demeyebilir. Bunu ben size dürüstçe anlatmak zorundayım. Yani bunların hepsini söyledik, hepsini konuştuk. Ve ondan sonra rakamlar üzerinde durduk. Ondan sonra illeri konuştuk ve karşılıklı rızayla ve anlaşarak bunu yaptık. Yani dolayısıyla bu karşılıklı rıza ve karşılıklı yapılan bir anlaşmayla oluşan bir sonuç. Dolayısıyla bunun içindir ki biz söylüyoruz yani biz hani talep eden biz olmadık. Teklif geldi. Ama bunu niçin yaptık? Şu anda mesela biz teşkilatlarımızla sürekli istişare toplantıları yapıyoruz. Geçen hafta 81 il başkanımız Ankara’ya geldi gitti gruplar halinde 3 gurup halinde hepsini dinledik. Mesela ortak logoyla ortak listeden seçime girmiş olmanın teşkilatlarımız üzerindeki etkisini yani anlatamam. O kadar üzgün arkadaşlarımız. Diyorlar ki ya o kadar hazırlanmıştık diyorlar. 53 tane il başkanımız bizim aday adayı olmak için istifa etti. 53 ilde birden kendi seçileceklerine inanıyorlardı bakın. 53 il başkanı niye istifa ediyor? Ben aday olacağım ve kazanacağım diye istifa ediyor değil mi? 75 tane ilçe başkanımız bize bildirilen sayı aday olmak için istifa etti pozisyonunda. Bu kadar hazırlanıyorduk. Reklam yapıyoruz bir yandan ve şu anda teşkilatlarımızı en çok üzen konu ya diyorlar ki ‘keşke kendi logomuzla gitseydik.’ Niye yaptık bunu? Baktık ki gerçekten tablo doğru. Gerçekten herkes ayrı ayrı sevip girdiğinde milletvekili sayısı düşüyor. Düştüğünde de biz meclis çoğunluğunu sağlayamıyoruz. Bu gerçeği CHP de gördü bize anlattı, biz de bu gerçeği gördük ve biz şu hesabı yapmadık ya kaybedersek demedik. Kazanacağız diye hareket ettik. Yani kazanmak için karar verdik biz. Ya kaybedersek ne olurun hesabını hiç yapmadık. Yani gemileri yaktık ve bu seçimi kazanacağız diye aldık bütün kararlarımızı.  Karar alırken şöyle önce Türkiye mi DEVA mı ikilemi yaşadığımız her anda önce Türkiye dedik. Yani bunun partimiz üzerinde olumsuz etkisinin olacağını biliyorduk. Yeni kurulan partiyiz. 3 buçuk yıllık bir emek var, 81 il başkanımız var, 766 tane ilçe başkanımız var. Pırıl pırıl kadrolar, bunların çoğu siyasete iktifa başlamış, heyecanlı arkadaşlar ve biz ilk seçimde bir başka partinin Cumhurbaşkanı adayıyla başkalarının listelerinden girdik. Yani bu büyük bir fedakârlık bizim açımızdan. Yani evet 15 milletvekilimiz var ama hani parti kimliği açısından kurumsal yapımız açısından da çok ciddi bir risk aldık yani onu da ortaya koymak lazım. Bizim için de çok zor bir karar oldu.

Zeynep Gürcanlı: Ayrı girseydiniz 15’ten fazla milletvekili olabiliyor muydu, olur muydu yani onu da hesaplamışsınızdır.

Ali Babacan: Ayrı girseydik bizim de milletvekili sayımız daha az olacaktı CHP’nin ki de daha az olacaktı. Çünkü CHP bize zaten onun hesabını getirdi dediler ki bakın ayrı ayrı geldiğimizde hepimizin milletvekili sayısı düşüyor. Ama beraber geldiğimizde toplam 32 milletvekili sayısı artıyor. Bizim de artıyor. Sizin de artıyor. Herkesin artıyor. Bize bu hesabı sundular. Baktık biz de hesap yaptık onlar 32 buldu, biz de 30 bulduk gerçekten. Sadece DEVA’nın katkısını 18 bulduk bakın bizim kendi çalışmamızda. Yani sadece mesela diğer hiçbir parti girmese sadece CHP ile DEVA ortak liseden girse toplamda+ 18 milletvekili oluşuyordu bizim hesapta. Yani CHP'nin hesaplarıyla çok yakın çıktı bizim hesaplarımızda. Dolayısıyla bu şey değil yani. Yapmasaydık ne olurdu? Yapmasaydık şu eleştiri olacaktı yani diyeceklerdi ki siz ayrılık yaptınız, işbirliğini kabul etmediniz. Hem CHP’ye kaybettirdiniz hem kendiniz kaybettiniz hem de Millet İttifakı sizin yüzünüzden meclise daha az milletvekili çıkarttı diyeceklerdi bize bunu. Yani bu sefer de onu yaşayacaktık. Bugün de onun eleştirisi altında olacaktık. Niye ayrılık yaptınız? Niye burnunuzun dikine gittiniz? Niye bu işbirliği teklifini kabul etmediniz. CHP geldi size ortak liste teklif etti de bakın hem hep beraber daha fazla milletvekili çıkacaktık da siz niye bu teklifi reddettiniz? Niye biz DEVA’yız dediniz. Bugünler de biz bununla eleştiriliyorduk, ben biliyorum yani. Dolayısıyla şöyle ya da böyle bir karar vermemiz gerekiyordu ama karar vermede şu var biliyorsunuz, tarihçilerin şey yoktur. Yani tarih biliminde geçmişe doğru gidip ya şöyle olsaydı, sonucu ne olurdu böyle bir şey yok. Yani tarihçiler ne yapar bunu atar bunu bir görürsünüz ama bundan sonraki kararlarınızda bu bilgi ışığında alırsınız.

Zeynep Gürcanlı:  İşte onu soracağım. Ben şimdi ona geliyorum. Şimdi 9 aya kadar bir yeni seçim var, bir fedakârlık yaptık diyorsunuz kendi adınıza logomuzdan vazgeçtik, Cumhurbaşkanı adayımız dan vazgeçtik. Bunun da amacı kazanmaktı. Kazanmayı düşünerek girdik dediniz. Şimdi bir seçim daha var.

Ali Babacan: Demokrasi kazansın dedik parlamenter sistem kazansın dedik. Şöyle ya da böyle yani sistem değişsin dedik. Bizim amacımız sistemi değiştirmek ve bunun için kendimiz belki yaralandık berelendik dedim ya gemileri yaktık. Çünkü kazanmaya odaklandık ya kazanamazsak hesabını hiç yapmadık.

Zeynep Gürcanlı: Yerel seçimde de aynı hesap olacak mı? Tam olarak bunu sormak istiyorum. Çünkü şimdi de görünen yine bir ittifak olmadığı takdirde büyük şehirlerin şu anki şu an muhalefette olan CHP demiyorum, muhalefette olan büyük şehirlerinde açıkçası tekrar iktidar kesimine gitme ihtimalinin çok büyük olduğu hele ki seçmemdeki yılgınlığa da düşünürseniz, bütün kamuoyu araştırmaları bunu gösteriyor. Benzer bir süreç yaşar mıyız yerel seçim içinde? Bu ittifakın belki ittifak adı altında değil, yardımlaşma, dayanışma, işte başka isimlerle görecek miyiz biz yerel seçimde?

Ali Babacan: Biz yerel seçimle ilgili şunu yaptık, 81 il başkanlığımızdan dedik ki siz bütün ilçelerimizle konuşun. İnsan kaynağı envanterinizi gözden geçirin. Ve bize öneriler getirin. Yani biliyorsunuz, 30 tane Büyükşehir Belediye Başkanı var. 51 tane büyükşehir olmayan belediyenin il belediye başkanı, 922 tane ilçe belediye başkanı var, 300’ün üzerinde belde belediye başkanı var ve 10 binlerce meclis üyesi var.  Seçilecek yani.  Burada çok geniş bir şey var yani genel seçim gibi değil. Genel seçimde bir Cumhurbaşkanı seçiliyordu 600 tane milletvekili için. Burada çok geniş bir yelpaze var ve 81 il 922 ilçe falan filan. Dedik ki, arkadaşlarımıza siz gidin ilçe başkanlarınızla konuşun, il yöneticilerinizle konuşun ve bize öneri getirin. Yani örneğin biz Tekirdağ’da yerel seçime nasıl girmeliyiz? Hakkâri’de yerel seçime nasıl girmeliyiz? Mesela diyelim ki tamamen örnek veriyorum Samsun’un bir ilçesi. Bu ilçe de çok iyi bir isim var. Yerel seçimler biliyorsunuz parti tamam ama önemli isimler çok önemli. Yani iyi bir isim sevilen iyi isimler hangi partiden olursa seçimi kazanmaya yakın olabiliyor. Mesela diyelim ki Samsun’un şu ilçesinden çok iyi bir isim var. Ve biz burada bu arkadaşla bu seçimi alırız mesela. Ama deyin ki işte başka bir ilde şöyle şöyle, mesela bir işbirliği modelitesi olursa şu şu partilerle daha iyi sonuç alabiliriz diye biz bunu şimdi teşkilatlarımıza sorduk. Teşkilatlarımıza dedik bunu çalışın, biz sizden 81 tane rapor istiyoruz ama 81 raporu sadece 81 il için değil, aynı zamanda bütün ilçelerle ilgili. Bu raporlar gelecek bakacağız. Yani şu anda kategorik olarak şöyle yaparız, böyle yaparız demek istemiyorum bugün itibariyle. Ama şu var ki, teşkilatlarımız bu genel seçimlerde kendi logomuzla girmemiş olmanın verdiği ağır bir travma yaşıyorlar. Çok üzgünler, haklılar arkadaşlarımız pırıl pırıl arkadaşlar hepsi yani büyük bir heyecanla hazırlandılar ettiler sonra DEVA’nın o kadar broşürler bastırdık. Yani billboardlar şunlar bunlar. DEVA damlasını anlatmak için insanlara DEVA markasını yerleştirmek için çok büyük gayret yani. Hem emek hem para harcadık. Ama seçim pusulasını insanlar açtığı DEVA yok orada. Yani bunun getirdiği bir travma yaşıyoruz Biz şu anda teşkilatlarımıza. Çok haklı arkadaşlarımız. Bunun da etkisiyle raporları alacağız, bakacağız yani tabii esas nedir? Bu esas her partinin kendisinin seçime girmesidir. Esas odur yani. Yani esas ana senaryo, ana senaryo her partinin kendi adayları kendi listesine girmesi ama teşkilatlarımızdan işbirliği modelleriyle ilgili teklifler gelirse bunlar da dikkate alacağız. Ama onlar teklif etti diye hemen olması olmayabilir yani. Çünkü bu işin karşı tarafı var. O karşı taraflar ne düşünür, ne yapar bunları bilemiyoruz.  Yani şu anda biraz erken bir aşamadayız. Ama ana senaryo, ana senaryo her partinin kendi logosuyla ve kendisinin seçime girmesidir.

Zeynep Gürcanlı: Ama sizin kategorik olarak da reddetmediğinizi de görüyorum yani en azından bölgesel bazda işbirliklerin yani ya da şey var  gibi.

Ali Babacan: Yani tabii bu bölge bölge çok değişiyor olabilir işler ama bizim için asıl olan teşkilatlarımızın o ilde ve ilçelerdeki kendi öz güveni. Bizim için o esas yani o öz güvenini biz görürsek ve iyi de isimler olursa yaparız.

Elif Doğan Şentürk: İstanbul il başkanınızın size yönelik sözleri oldu Sayın Babacan. Yani nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne dedi işte hatta diyor ki, mesela parti içi demokrasi diyor, AK Parti'de daha fazlaydı. İşte sizinle istişarenin olmadığını..  Evet böyle ifadeleri oldu ve istifa süreci nasıl?

Ali Babacan: Ben prensip olarak bugüne kadar ayrılan arkadaşlarımızın ardından tek bir kelimelik beyanatta bulunmadım. Çünkü ayrılan arkadaşlarımızın her birisinin az ya da çok emeği vardır, hakkı vardır partimizde. Kısa ya da uzun çalışmışlardır, az çalışmışlardır çok çalışmışlardır ama ben kimsenin arkasından bugüne kadar tek bir kelime görüş beyan etmedim. O prensibi de bozmayım şimdi.

Yıldız Yazıcıoğlu: Şimdi o zaman şunu soralım, az önce dediniz ya teşkilatlarımız travma yaşıyor. Cumhuriyet Halk Partisi de bir travma yaşıyor. Özellikle CHP seçmen tabanı bir travma yaşıyor. Çünkü hani ifade ettiniz ya bizim önümüze veriler geldi, 14 Mayıs’taki meclis çoğunluğunu sağlamak, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu önde görünüyordu. 2 türlü travma var. Birincisi neden fatura sadece Kemal Kılıçdaroğlu'na çıkmış gibi de tartışılıyor? Hatta Kemal Bey de bunu ima eden bunu ifade eden açıklamalarda bulundu grup konuşmalarında. Birincisi bu ikincisi de CHP seçmeni de şöyle bir travma yaşıyor, yani biz 4 siyasi partiyi daha listemize aldık ve biz özellikle birtakım illerde Çankaya gibi ilçelerde CHP seçmeni olarak partimize tırnak içerisinde sadakat gösterdik ama işte daha sağ, daha muhafazakâr milletvekillerini de içinde barındıran siyasi partileri meclise biz taşıdık. CHP seçmeninin travmasına ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun yalnız bırakıldığını düşünüyor musunuz? Faturanın Kemal Bey’e sadece çıktığını düşünüyor musunuz?

Ali Babacan: Ben CHP'nin seçmenini de çok iyi anlıyorum ama tabii biz ne yapacağız önce herkes işaret parmağıyla kimi göstereyim derken önce kendini göstermesi lazım. Kendini değerlendirip kendi özeleştirisini yapması lazım. Önemli olan o. Bu açıdan baktığımızda hep kazanmaya odaklandık biz. Kaybedersek ne olurun hesabına hiç girmedik. Arkadaşlarımıza da söyledik 6'lı masada da birkaç kere dinlendirdik. Çalışmalarımızda en az üç kere dedim ki bakın konuşurken yaparken ya kaybedersek deyip kararlar alırsak dedim masada doğru olmaz. Kazanacağız ve kazandıktan sonra ne yapacağımızın kararını masada almamız lazım. Kararlılıkla ilerlememiz lazım yoksa tereddüt içerir vatandaş görür hisseder insanlar. Belki de b planı yapmalıydık bilmiyorum kendi açımızdan baktığımızda.

Elif Doğan Şentürk: Tam da öyle bir soru var aslında. Yani diğerini göz ardı etmek stratejik bir hata değil midir diye. Hani siz kazanmak üzerine hesap yaptık diyorsunuz ya deniliyor ki kazanmak üzere hesap yapmak, diğerini göz ardı etmek, stratejik bir hata değil midir? Ve bunu göz ardı ettiğiniz için de hani bir pişmanlık var mı? diyecektim ki bir b planı derken neyi kastettiniz?

Ali Babacan: Aslında kaybetmeye hiç hazırlamadık. Yani belki de orada bir hatamız oldu bilmiyorum yani. Hani kaybedersek ne olur? DEVA olarak da hiç o hesaba girmedik. Yani 6’lı masada da öyle konularda ben bizzat şey yaptım yani kazanırız ve ona göre karar almalıyız diye. Yani olabilir, yani hani kaybedersek ne olur kaybedersek nasıl bir şey olur? Yani bunun bir hazırlığı. Kaybettiğimiz durumda işte hangi parti ne yapar, ne eder bunları yapmadık. Çok düşünmekte istemedik belki de. Düşünmemiz gerekiyordu yani.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Peki hesap nerede şaştı? Yani şimdi Kemal Kılıçdaroğlu'nun kendisi hep hesap uzmanı sizin de rakamlarla aranız iyi, yani tüm bu veriler yukardayken hesap nerede şaştı?

Ali Babacan:  Seçime doğru giderken araştırmaları hep beraber gördük değil mi çok sayıda araştırma şirketinin sonuçları açıklandı. Fakat sonuçta aslında ne oldu? Büyük şehirlerde yani merkezlerde aslında Erdoğan kaybetti. Biz kazandık ama şehir nüfusu küçüldükçe ve kırsala gittikçe Erdoğan'ın oyu yükseldi ve bizim desteğimiz azaldı. Yani mesela ilk 10 şehre bakın ilk 10 şehirde biz ilerdeydik Erdoğan gerideydi mesela. Seçim sonucu da öyleydi. Burada şu olabilir aklıma şu geliyor araştırma şirketleri anket yapanlar ister istemez çok kırsala belki ta kırsal köylere falan filan gidemiyorlar insanlarla konuşmak için. Daha çok merkeze yakın yerlerde bu araştırmalar bu örneklenmeler yapılıyor. Ve merkezler de kolay ulaşılan ve anketörlerin kolay dolaştığı yerlerde ama telefon anketi ile kırsala ulaşabiliyorsunuz. Telefonda eğer doğru örneklendirme yaptıysanız kırsala da ulaşabiliyorsunuz. Bir o aklıma geliyor bir de şunu yapamadık. Öncelikle şunu söyleyeyim biz tarihin doğru zamanında doğru yerde durduk. Demokrasiden yana durduk haktan adaletten yana durduk orada benim asla bir pişmanlığım yok. Özgürlüklerden yana bir tutum aldık. Bir taraf baskı zulüm özgürlük kısıtlayıcı bir şekilde iş yaparken yolsuzluğun gittikçe çoğaldığı bir ekonomi yönetimi varken ülkede  biz bu tarafta temiz siyaset dedik siyasi etik yasası dedik, parlamenter sistem dedik, 84 maddelik anayasa.. Dolayısıyla tarihin doğru zamanında doğru bir noktada durduk ama bu duruşumuzu vatandaşlarımıza tam olarak anlatabildik mi? hayır. Özellikle belki merkeze daha iyi anlattık ama gidip de köy köy kırsalda mesela vatandaşlarımızı ikna edebildik mi oralarda zafiyetimiz oldu. Bizim için DEVA için de bir zafiyetti belki Millet İttifakının geneli için de zafiyetti bu. Dolayısıyla çok eskiden beri kırsalda teşkilatları yoluyla o iletişim ağını kurmuş olan Erdoğan oralar üzerine daha çok etkili oldu. Oralardan daha çok oy aldı. Belki de bizim merkezler tamam ama gidip kolları sıvayıp köylerde daha çok dolaşmamız gerekiyordu muhalefet olarak yani.

Zeynep Gürcanlı: Kampanyada da bir sıkıntı yok muydu bu anlamda? Çünkü biz hepinizi bir arada gördük. Yani çok az dağıldı. 6 tane liderdiniz artı 2 tane de Cumhurbaşkanı adayı var. Yani toplam 8 kişiden bahsediyoruz ama biz sizi yani bütün bu 6’lı masa liderlerini Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de, büyükşehirlerde hep bir arada gördük. Yani o mitinglerde. Bu da bir hata olabilir mi dağıtmamak?

Ali Babacan: Aslında bu kampanyada 8 kişinin bir arada olduğu 3 miting vardı. İzmir İstanbul'da ve son Ankara. Onun haricinde bir arada değildik hatta biz şunu yaptık kampanyanın ilk başında CHP ile iki noktada ortak heyet oluşturduk kendi inisiyatifimizde. Yani DEVA olarak biz, yani dedim bu koordinasyon gerekiyor. Hem kitle iletişim yani reklam kampanyası açısından hem de saha çalışması açısından bir koordinasyon gerekiyor. Dolayısıyla biz iki tane ortak çalışma grubu kurduk CHP ile. Aralarda başka partiler de katıldı buna. 1. grubumuz diyelim ki tamamen reklam filmleri kampanyanın stratejisi konusunda yakın çalıştı arkadaşlarımız. 2. grupta da saha çalışmalarımız. Mesela CHP'nin saha çalışmaları ile ilgili dedik ya Kemal Bey nerelerde mitingler yapacak siz bizim nerelerde hangi noktalarda olmamızı tercih edersiniz dedik mesela. Onlar dedi ki mesela örnek veriyorum Zonguldak'ın şu şu ilçelerinde iyiyiz ama şu ilçelerde zayıfız. Mesela ben dedim ki Çaycuma’ya giderseniz çok iyi olur. Ben gittim Çaycuma’da bugüne kadar yapılmış en geniş mitingi yaptık. Ama aynı gün 3-4 tane büyük şehirde başka partilerin mitingi varken bizim Çaycuma mitingimiz çok haber olmadı mesela gibi. Ya da mesela dediler ki bu Kocaeli mesela Gebze sanayi bölgesi oralarda zayıfız. Program yapar mısınız dediler gittik oralarda programlar yaptık. Onları konuşarak yaptık. Ve birbirimizin eksiğini tamamlayacak bir şekilde CHP ve Sayın Kılıçdaroğlu'na desteğin daha az olabileceğini düşündüğümüz ve bizim daha çok etkili olabileceğimizi düşündüğümüz alanlarda gittik çalıştık. Ben de öyle yaptım genel başkan yardımcılarımız da yaptı. Teşkilatımız da bunu gerçekleştirdi ama takdir edersiniz ki büyük illerdeki ana mitingler diyelim ki o gün üç dört tane miting olmuş diyelim ki Erdoğan miting yapmış diyelim ki Sayın Kılıçdaroğlu bir yerde yapmış onlar daha çok haberdeler ama bizim Gebze’deki programımızı akşam haberlerinde görmediniz mesela. Dolayısıyla şunu da dedik hangi mitinglerde benim Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber olmamı istersiniz. Çalışın bize dönün dedik. Sanırım 4-5 tane il dediler. 6'lı olmasa da 4 5 ilde hatırladığım kadarıyla Sivas'ta Kayseri'de Balıkesir'de beraberdik ve bu onlardan gelen talep üzerine oldu. Yani dediler ki mesela Balıkesir mitinginde beraber olsanız iyi olur. Çünkü biz oranın sosyal dokusunu iyi görüyoruz diye. Sayın Karamollaoğlu senin Davutoğlu yaptı bunu biliyorsunuz. Farklı farklı illerde beraber oldular dolayısıyla sürekli beraber değil nerede ne gerekiyorsa onu yaptık. Ben münferiden de çok program yaptım. Her günüm sabahtan akşama kadar gece yarısına kadar doluydu yani. Dop dolu bir kampanya yürüttük. Ama dediğim gibi ihmal ettiğimiz kitleler oldu ulaşamadığımız insanlar oldu. Yani bu %48 i %55'e doğru itemedik yani. Sonuç böyle. Biz de üzüldük hem üzgünüz hem kızgınız. Ya bu işin tabii keşkesi olmuyor yani ama şu var biz şimdi bakınca şöyle, Türkiye’deki siyasi tabloya iktidarın ne yaptığını ve ne yapacağını gayet iyi kestiriyoruz. Ne yaptığını da gayet iyi biliyoruz. Türkiye'deki siyaset tablosuna muhalefetin her şeyine bakıyoruz. Yani eğer bugün DEVA Partisi diye bir parti olmamış olsaydı, biz bugün hemen sıfırdan kolları sıvar yeni bir DEVA Partisi kurardık. Çünkü Türkiye’nin şu andaki tablosuna baktığımızda bizim için siyasette olmak bir ahlaki mecburiyet, bir toplumsal mecburiyet, bir vicdani mecburiyet. Ya bu ülkenin bu kadar kötü yönetilmesine bu kadar büyük problemlerine sırtımızı dönüp gidemeyiz yani. Hani bu işleri hiç yapmayan bir insan belki der ki ya zaten anlamadığım bir iş ben ne yapabilirim ki der. Ya da gider hayatını başka ülkede arayabilir ya da ne bileyim kendi içine gömülür. Aman gölge etmesinde ne olursa olsun bu hükümetler falan. Öyle yapamayız biz. Üstelik bugün bakın sivil toplum meslek örgütleri önemli ölçüde sindirilmiş durumda. Yani çok parası olanın sözü geçmiyor artık Türkiye’de. Yani eskiden TÜSİAD bunlar bir açıklama yapardı bayağı siyaseti sarsarlardı. Şu anda Türkiye’nin en büyük para sahiplerinin siyaset üzerinde bir etkisi yok.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Belki Osman Kavala'nın hapiste olması bir örnek teşkil ediyordur.

Ali Babacan: Örnekler öte bir kişi üzerinden tüm iş dünyasına ayar verme. Ya bu ne demek? Osman Kavala hadisi nedir? Bak kafamı bozmayın, sizi bir içeri atarım, kimse kurtaramaz.

Zeynep Gürcanlı: Ya da Merdan Yanardağ...

Ali Babacan: Dolayısıyla çok çok büyük sayılarda yapmak gerekmiyor yani. Bir tane yapınca o yüzlerce binlerce kişi hükümete göre … Ama biz rahatız. Yani biz, yani açıkça doğru bildiğimiz her şeyi konuşuyoruz. Hiçbir şeyden korkmuyoruz, çekinmiyoruz, özgürüz, kimseye borcumuz yok söylediğim gibi. Yani kimseye ne bir minnet borcumuz ne bir şeyimiz yok, çok rahatız yani ve tek borcumuz bu millete doğruları söylemek, doğruları anlatmak yani. Ve bunu da yapmak şu anda o kadar büyük bir görev o kadar büyük bir vazife ki bu ülke için yani yanlışa yanlış demek doğruya da doğru demek. İşte, bunu da başarmalıyız. Şimdi hükümet kuruldu değil mi? Yani hükümet kurulunca mesela diyelim ki ekonomi tarafında 2 arkadaşımız tanıyoruz. Öbür tarafta dış politika, güvenlik tarafında benim bildiğim daha önceden hukukumuz olan 2-3 insan var mesela. Yani onlar ya bu arkadaşlar iyi arkadaşlar ben biliyorum şimdi bunlar yani mesela birkaç tanesini aradım, tebrik ettim şeyi hükümet açıklandıktan sonra. Dedim ya sevindim dedim hani sizin orada olmanız ama yeter ki dedim sağlam durun. Doğrular için mücadele verin. Yani şimdi sağlam durun doğruların mücadelesini verin. Önemli olan o. Dolayısıyla bu yani doğruya doğru diyeceğiz. Doğru bir şey yapıldıysa takdir edeceğiz. Yani Türkiye’deki klasik muhalefet anlayışı her şey yanlıştır. Biz her şeye karşıyız. Yani öyle de olmamalı. Yani bizim üzerimize düşen sorumlu muhalefet anlayışı doğru bir şey gördüğümüzde gerçekten ya bu iyi oldu tamam takdir ediyoruz demek ama yanlışlara da yüksek sesle bu olmaz kardeşim yanlış yapıyorsunuz, doğrusu da budur diye koymak. Sadece yanlış yapıyorsunuz deyip hiçbir zaman durmuyoruz. Mesela ben pazartesi günü basın toplantısında ne yaptım? Şunlar şunlar yanlış dedim ve doğrusu şudur diye sıraladım. 20 tane madde sıraladım şunu yapın, şunu yapın, şunu yapın, şunu yapın, daha fazlası bütün buralarda var, çalışılmış bakın. Hatta gerekirse dedim bizim elemanlarımızı göndereyim eğer dedim hani yazılanı anlamıyorsanız biz arkadaşlarımızı gönderelim anlatsınlar yani buna da varız. Yeter ki bu ülke bir an önce iyileşsin tek amacımız bu.

Elif Doğan Şentürk: Devam edelim, sevgili izleyiciler. DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan’la konuşuyoruz. Sorularımızı yönetiyoruz. Seçim öncesi ve sonrası önemli konu başlıkları birikti zaten. Şimdi en son reklama giderken efendim, küskünlük, kırgınlık… Bütün bunlar seçmene yansımış durumda. Nasıl ikna edilecek, tekrar seçmen?

Ali Babacan: Bu bizim Millet İttifakı olarak daha da önceki adıyla 6’lı masa olarak aslında başardığımız en önemli konu şu oldu, mahalleler arasındaki duvarları aşağıya doğru indirdik. Çok farklı kesimler insanların bir araya gelip bu ülkenin yarınlarında buluşabileceğini yarınlar için ortak hedef ve hayallerinde buluşabileceğini de aslında tüm topluma göstermiş olduk. Yani bunu ben başlı başına Türkiye için çok büyük bir kazanım olarak görüyorum. Yani öbür tarafta bir kutuplaştırma, ayrıştırma siyaseti varken bu tarafta buluşma, birleşme ve helalleşme siyaseti vardı.  Yani onun için de tarihin doğru zamanda doğru yerde durduğumuzu ben inanıyorum. Yani bana sorsanız kavga mı, gürültü mü, ayrıştırma mı yoksa birlik mi, beraberlik mi, kardeşlik mi, helalleşme mi? Ben bu tarafta durmayı tercih ederim. Ülkem için tercih ederim yani ve en şiddetli ihtiyacımız ülke olarak. Öbür taraf seçimi kazanmak için toplumun bir kısmı tamamen itti ötelendi biz ise farklı kesimlerin bir arada siyaset yapabileceğini, toplumumuza göstermeye çalıştık. Fakat şuna üzüldüm seçimlerden sonra yani CHP ye ve Sayın Kılıçdaroğlu'na destek veren basın kuruluşlarından yorumculardan bir kısmı hatta önemli bir kısmı öyle bir söylem, öyle bir tavır içerisine girdiler ki yani adeta ‘ya siz bu partileri niye yanınıza aldınız ki bunlarla işiniz neydi? Niye beraber oldunuz ki? Bak zaten faydaları da olmadı’ gibi bir tutum almaya başladı. Bunu ben çok zararlı görüyorum. Ülkemiz açısından çok zararlı görüyorum. Yani buradaki bir arada olma gayretini aslında hiçe sayıp zaten yanlış yaptınız. Zaten bir arada olmamalıydınız. Niye bunlarla beraber oldunuz? Niye bu masayı kurdunuz? Niye şu şu şu partileri yanınıza aldınız ki onlar zaten sizden ayrı gibi, yani toplumda derinlerde olan bu mahalleler arasındaki aslında duvarların yeniden yükselmesiyle alakalı bir ortam oluşturuyorlar şu anda Türkiye’de. Bunun ülkemize bir faydası yok. Gerçekten çok yazık oluyor ve bu ayrışma aslında toplumumuzda istenen bir ayrışma değil. Bugün üniversite kampüslerine gidin. Ya 18, 20, 25 yaşında gençlerimiz bir aradalar. Böyle ayrılık falan yok. Ayrışma gayretleri de yok istemiyorlar da böyle bir şey. Yani herkes birbiriyle arkadaş falan. E bakıyorsunuz bir apartmanda oturan komşulara şimdi bunlar yani gözüne batırmak için, ‘bak şu şöyle bunun kimliği şu, ha senin alttaki komşunun söylemiş, haberin var mı?’ Falan filan demek doğru bir şey değil yani. Biz hep beraber Türkiye’yiz. Onun için biz bu ülkeden asla umudumuzu kesmiyoruz asla. Ve bir olma, beraber olma, iş birliği, siyasi diyalog bunu çok önemsiyoruz. Partiler arasındaki diyalogu önemsiyoruz. Partiler arasındaki işbirliğini önemsiyoruz. İttifak olur olmaz. Bu yerel seçimlerde işbirliği olur olmaz. Ben ondan bağımsız söylüyorum. Yani siyasi partilerin birbirleriyle konuşuyor olabilmesi aslında topluma ya biz hepimiz biriz, beraberiz, birbirimizi konuşuruz. Ha siyasi iddialarımız farklı olabilir, hedeflerimiz birbirinden biraz farklı olabilir. Farklı iddialarla vatandaşlarımızın karşısına çıkmış olabiliriz ama hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız ve hepimiz biriz, beraberiz aslında. Yani seçimlerde kim kime oy verdi ya AK Parti'ye oy vermiş MHP’ye oy vermiş CHP’ye oy vermiş. Başka partilere ya da Saadet Partisi’nin seçmeni DEVA Partisi’nin seçmeni, biz hepimiz Türkiye’yiz. Ya bunu bu sefer her zaman aklımızda tutmamız lazım ve bu ruhla çalışmamız lazım. Bu ülke çok büyük bir ülke. Ya inanın bu kadar kötü yönetilmesine rağmen hâlâ ayakta kalan bu kadar ekonomi üzerinde tepinilmesine rağmen her türlü yanlışın yapılmasına rağmen hâlâ batmayan bir ülke hâlâ. Bakın elektriğimiz yanıyor değil mi bu kadar kötü yönetime. Rezervler inmiş eksiye, herhalde bugünlerde 48 50 milyar dolardı rezervler ona rağmen elektriklerimiz yanıyor falan. Bu kadar kötü yönetime rağmen yine işte yalvar yakar olsa da 3,5 kuruş Türkiye’ye para gelebiliyor. Bu ülkenin büyüklüğünden ve aslında potansiyelinin büyüklüğünden kaynaklanan bir şey. Dolayısıyla biz ülkemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Ve sonuna kadar meşru demokratik siyaset içerisinde bu mücadeleyi vereceğiz. Bu demokrasi için mücadele. Ha evet, bu seçimde vatandaşlarımızın %48’i bizim önerdiğimiz modele ikna oldu. Tamam, ne yapacağız? Buradaki hatalarımız neydi, eksiklerimiz neydi? Güven oluşturmadaki hatalarımız neydi? Nerelerden güven kaybettik? Yaptıklarımızın hangisi vatandaşlarımızdan tarafından takdir edildi ama nerelerde hatamız oldu? Bunların muhasebesini çok açık yüreklilikle yapmak zorundayız. %52’yi de anlamak zorundayız. Belki de en önemlisi o. Yani vatandaşlarımızın %52’si çoğu da bütün bu problemlerini göre göre bu iktidarın yaptığı yanlışların farkında ola ola bilerek yine de desteği oraya verdiler. Şimdi bu aslında bizim eksiğimiz bizim hatamız. Biz bir yerde hata yaptık yani. Şimdi soruyorsunuz, seçimlerden sonra da araştırmalar yapılıyor biliyorsunuz. Ülkenin gidişatından memnun musunuz? Bu ülkenin sorunları çözülür mü? Öyle %52 falan memnunum demiyor. Ülkenin sorunları çözülür diyen bir %52 yok yani ama vatandaşımız oraya oy verdi. Bu bizim hatamız. Demek ki biz bu ülkenin sorunlarını çözme konusunda yeteri kadar güven oluşturamadık. Yani 6 parti bir arada bunlar bu ülkeyi iyi yönetir ve bu işi becerir güvenini oluşturamadık. Bunu niye oluşturamadık, ne oldu? İşte bunların muhasebesini çok iyi yapmamız lazım. Yoksa kime oy verirse versin herkes bizim vatandaşımız ve ülkemize biz güveniyoruz. Bu ülkeyi çok seviyoruz ve bu ülke inanın çok çabuk ayağa kalkacak çok çabuk. Çünkü bu ülkenin vatandaşları bu ülkeyi çok seviyor. Yani her türlü fedakarlığı yapmaya hazır bir 85 milyon insanımız var. Yani en büyük gücümüz bizim insanımız. Gençlerimiz değil mi? Yani bunların iyi farkında olmamız lazım. Hayal kırıklığını anlıyorum, kırgınlığı, üzüntüyü hepimizde var o hepimizde var. Ya keşke olsaydı ne güzel olurdu diyorduk. Hani sordunuz ya programın başında kazansaydınız ne yapardınız diye, ya o kadar güzel hazırlanmıştık ki hani ekipler hazır kadrolar hazır. Yani Merkez Bankasıyla BDDK ile pırıl pırıl hazır ekip ama o olmadı. Ama bunun olmamasının yani bir numaralı sorumlusu biziz. Ha şu da var, baştan da söyledim, Erdoğan kazandı ama helalinden de kazanmadı, insanları doğruyu söylemedi, doğruyu anlatmadı, yanılttı. Söz verdi, yapmadı yapmıyor. Yani şunu yapacağım dedi yapmıyor, yapmayacağım dedi yapıyor. Öyle de bir gerçek de var karşımızda. Yani elinde bütün medya gücü onda değil mi? TRT’yi kullanıyor. Hoyratça kullanıyor TRT’yi Anadolu Ajansını kullanıyor. Yani son dakika da seçime 2 hafta 3 hafta kala yalan yanlış bir sürü videolar yaydılar. Tam bu şey metodudur Cambridge Analytica metodudur biliyorsunuz. Brexit'te kullanılan Trump'ın seçiminde. Seçime 2-3 hafta kala yalanları pompalıyorsunuz onun doğru öyle olmadığını, doğru olmadığını ispat edene kadar zaten seçim geliyor geçiyor. Ondan sonra da ne diyor? Ama montaj mama montajı ama şu ama bu diyor yani. Var mı var diyor. Ya olur mu sen milyonlarca kişiye olmayan bir videoyu gösteriyorsun ondan sonra ama şu ama bu deyip geçiveriyor. Tam şey metodu bunlar yani o Brexit'te ve Trump seçiminde Cambridge Analytica metotları bunlar.  Bakın birkaç örnek vereceğim çok enteresan ya bizim Balıkesir’deki adayımız. Ya diyor ki bu arkadaş ya Boğaziçi mezunu, Harvard mezunu bir arkadaş bizim Balıkesir’den seçilen milletvekilimiz.  Ya diyor insanlar diyor CHP kazanırsa Çanakkale Köprüsü yıkılacak. Buna inandılar diyor. CHP kazanırsa İzmir’e Yunan bayrağı dikilecek. Buna inandılar diyor. Aklımı yitirecektim diyor ya gidiyoruz, kapı kapı dolaşıyoruz herkesin elinde bu videolar herkesin dilinde bu söylemler. Ya bak görüyor musun Çanakkale köprüsünü? Adamlar gelecek yıkacaklar. Tabii Balıkesir için çok önemli değil mi? Afyon'da bizim Afyon’daki arkadaşlarımız diyorlar ki eğer CHP kazanırsa Sivas’ta pasaport gerekecek. Niye? Çünkü ülkeyi bölecekler ya bunlar CHP gelecek bölecek. Bunlar zaten teröristlerle beraber değil mi? Bunların amacı vatanı bölmek değil mi, vatan bölünecek, Sivas’tan öte. Buna insanlar inandı. Üstelik üniversite mezunlarından oluşan 400 kişilik whatsapp grubunda bizim arkadaşımız orada bunlar tartışılıyor ve inandılar benim arkadaşlarım diyor. Üniversite mezunu arkadaşlarım diyor. Yani seçime böyle özellikle şey döndü biliyorsunuz son birkaç haftada döndü iş yani. Öyle bir şey yoktu. Biz sahada da bunu görmüyorduk. Anketlerde de böyle bir şey görmüyorduk. Birkaç haftada dönüverdi. Whatsapp grupları Whatsapp. Whatsapp grupları çok etkili yani. Çünkü Twitter aleni bir şey, Facebook’a herkes bakıyor ama whatsapp gruplarından yayılan yalanlar çünkü whatsapp grubu demek bir kapalı bir sosyal halka. Yani ya arkadaş ya akraba ya komşu işte yani bir şey yani bir sosyal ve içindeki insanı az ya da çok tanıyor. Ve bir kişiden geliyor, 4 kişiyi daha alıyor. Yani whatsapp şimdi ona inanıyor. Yani öbür taraf siz ne derseniz ya benim arkadaşımdan geldi, benim kendi üniversite mezunlarından birisi gönderdi bunu diyor yani. Şimdi çok içten bir ses geliyor ve bu yanlış yalan şeyi yayıyor. Dolayısıyla bunlar baya bir etkili oldu. Dolayısıyla bunları yaparak seçim kazanmak hem siyasette de ticarette de biliyorsunuz helalinden kazanmak diye bir şey var. Bunları yaparak seçim kazanıyorsanız, helalinden kazanmadınız bitti. Ama biz dosdoğru olduk ya yani yanıltıcı hiçbir şey söylemedik insanlara. Ortak politika metninde bakın o kadar ince eleyip sık dokuduk ki bütçeye sığdıramayacağımız hiçbir şey bizim ortak politika metnimize girmedi. Partilerin bir sürü projesi vardı. Dedik yani ya bir parti dedi ya biz dedik bütçeye sığmaz bu yani tamam ama yani kendi partinin müstakil vadi olabilir ama ortak politika metni biz bunu koyamayız yani. Çünkü bu devletin parası buna yetmez. Para basacak halimiz de yok. Dolayısıyla kazansaydık ortak politika metnindeki her şey bütçeye rahatlıkla sığacak gerçekçi şeylerdi.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Helalinden kaybettiniz diyelim o zaman. Hani karşı taraf helalinden kazanmadı diyorsunuz ama siz helalinden sonuç itibariyle seçim kaybedildi. CHP seçmenine işaret ettiniz ya.. Peki, şurada hata yok muydu yani? Örneğin ittifak içinde ittifak modeli, yani Saadet Partisi, Gelecek Partisi DEVA’nın bir ayrı listesi olması meselesi. Burada hem seçim öncesinde hem de seçim sonrasında şimdi meclisteki grup tartışmasında da bizim aldığımız izlenim bilgiler 2 tarafın kurmaylarının da söylediği sanki burada hep bir Saadet, DEVA logosu ve çatısı hangi parti olacak çekişmesi var. E Gelecek sanki 2 tarafı da kabullenmiş gibi. Hem bunu sormak istiyorum, oradaki durum nedir? Bu bir hata mıdır seçim döneminde hem de şunu soracağım, devamında Gelecek Partisiyle nihayetinde bir birleşmeye öngörüyor musunuz?

Ali Babacan: Şimdi öncelikle şunu söylememiz lazım ki Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi ayrı ayrı siyasi partiler ve böyle %100 her konuda hemfikir partiler değil. Yani parti programlarına da baktığınızda söylemelere de baktığınızda bazı konularda nüanslar var, bazı konularda koskoca ayrılıklar var. Dolayısıyla biz bu süreci hep işbirliği gözünden baktık. Ama şunu da söyleyeyim, yani her 2 partide hem Saadet Partisi de hem Gelecek Partisi de bizim hani yakın olduğumuz, sevdiğimiz insanlardan oluşan partiler bunlar yani hani.  Dolayısıyla verdikleri karara da saygı duyuyoruz. Daha sonra grup kurmalarına da saygı duyuyoruz, bu faydalıdır, meclis içinde demokrasi içinde faydalıdır. Ancak seçim öncesi bu üçlü ittifak ise ittifak modeli bize önerdiğinde ve ortak 3 parti ortak bir logoyla girsin diye önerildiğinde bu öneri Saadet Partisi'nin logosu altında olmalı diye önerildi. Biz onun üzerine dedik ki o zaman bir araştırma yapalım. Yani bu 3 partiden hangisinin logosuyla olursa bu iş daha çok destek toplayacak diye. Yani bizim araştırmamızda da Saadet Partisi'nin araştırmasında da DEVA’nın logosu altında girildiğinde bir miktar daha yüksek çıkıyordu destek. Yani orada bir sinerji oluşuyordu. Dolayısıyla hani rakamlar da bunu gösteriyordu. Ama öte yandan da Saadet Partisi'nin de haklı bir gerekçesi oldu dedi ki, ya biz hani 50 yıllık bir geleneğiz yani 20 yıllık bir siyasi partiyiz. Yani bir başka partinin logosu altında seçime girmemiz bizim kurumsal yapımız açısından da duruşumuz açısından da yapabileceğimiz bir şey değil dediler. Ona da biz saygı duyuyoruz ama hani aynı ya da benzer gerekçeler bizim için de geçerli. Dolayısıyla biz yani böyle geniş ittifak içerisinde daha küçük bir grup olarak ve onu da bir başka parti içerisinden seçime girmeyi bizim kendi sistemimiz yani teşkilatlarımız ve genel merkezimizde bu model kesinlikle kabul görmedi.  Dolayısıyla seçimden önce bunu yapmadık. Seçimden sonraki ortak grup modeli de benzer bir teklif şeklinde geldi bize. Biz şeye çalıştık hani dördüncü bir parti tüzel kişiliği olup da diğer partiler o parti tüzel kişiliğine, milletvekilleri verseler işte diyelim ki işte 7,7,7, 21 kişilik bir grup kurulsa o modeli bir konuştuk, 3 genel başkan olarak toplandık ya bir akşam. Dedik ki, tamam, bunu konuştuk ama dönelim partilere de sonra soralım. Şimdi Saadet Partisi ilk çalışmayı bitirdi. Döndüler biz kesinlikle olmuyor. Bizim arkadaşlarımız kabul etmiyor bunu dediler yani dördüncü bir tüzel kişiliği. Bir gün sonra da bizim kendi iç istişare süremiz bitti. Bizde de kahir ekseriyeti arkadaşımız dediler bu hani anlaması zor anlatması zor. Dördüncü bir parti tüzel kişilik kurulacak 3 parti oraya verecek. Karmaşık doğal değil. Organik değil diye arkadaşlarımızın kahir ekseriyeti bunu kabul etmedi. Dolayısıyla ben o akşam zaten Sayın Karamollaoğlu bana bir önceki gece gelip anlatmıştı kendilerindeki durumu, yani bu modelin kabul görmediğini. Ben kendisini aradım dedim abi bizim arkadaşlarımıza dedim şimdi yeni bitti bizim raporlama yeni geldi illerden ve genel merkezden. Kahir ekseriyeti de bizim arkadaşlar aynı sizinkiler gibi düşünüyor, yani olmuyor. Daha sonra da Sayın Davutoğlu'nu aradım ona da dedim ya bu model dedim, bizde kabul görmedi olmuyor yani. Daha sonra da onlar 2 parti görüştüler. İşte Saadet'in grubu Saadet altında bir grup kurmak ve Gelecek Partili milletvekillerinin Saadet Partisine geçip grup kurma ama bir yandan da Gelecek Partisinin kendi tüzel kişiliğini ve kimliğini de devam ettireceği bir model üzerinde uzlaştılar. Ben hayırlı olsun diyorum kendileri için. Dediğim gibi grup kurulması kıymetlidir. Onların mecliste grup olarak var olmaları da kıymetlidir. Etkileri mutlaka artacaktır. Yani münferit parti olmaktansa ortak bir grupla mecliste olduklarında kendileri için hayırlı olsun diyorum. Bizim onlarla olan diyaloğumuz devam eder, sıcak yakın ilişkilerimiz hep devam eder ama bizim bugün itibariyle bu 2 partinin haricinde başka hiçbir partiyle bu konularda bugüne kadar büyük görüşmemiz olmadı. Böyle zemin yoklaması bile olmadı. Zaten meclis kapandı bugün sanırım bu saatlerde belki de kapandı ya da kapanıyor olması lazım. Bir Ekim’de tekrar açılacak. Dolayısıyla bu yaz aylarında şöyle herkes bir kendisine gelsin, herkes muhasebesini yapsın. Yani biz grup kurmayı tabii ki arzu ederiz ama bu doğal olmalı. Yani zorlama olmamalı. Böyle bir mühendislik eseri gibi görülmemeli. Yani gerçekçi, sahici bir şey olmalı yani eğer grup kuracaksak böyle bir şey olmalı ve kurmasak da 15 milletvekilimiz adeta grupmuş gibi bir çalışır. Orada hiçbir sorunumuz olmaz. Şunu da yaptık, biz 15 milletvekilimizi 81 ille görevlendirdik. Dolayısıyla bizim şu anda aslında 81 ilde milletvekilimiz var. Yani bazı arkadaşlarımızla 3 4 il yüküne göre bazı arkadaşlarımızla 8 10 il vererek dedik ki siz bu illeri ayda bir defa ziyaret edeceksiniz. En az ayda bir defa. Diyelim ki örnek veriyorum, bizim Adana milletvekilimiz Sayın Sadullah Kısacık sadece Adana’nın değil aynı zamanda Osmaniye’nin aynı zamanda Konya’nın aynı zamanda Karaman’ın Milletvekili artık. Mesela Kahramanmaraş Milletvekilimiz İrfan Karadutlu, deprem bölgesi milletvekili ve kendi yerini Kahramanmaraş’ı bir Malatya’dan bir Adıyaman’dan ayırt etmeyecek şekilde oraların milletvekilliğini yapacak. Yani diğerleri diğer milletvekilleri bir tek kendi için çalışıyorsa bizim arkadaşlarımız bazen 4, bazen 8, bazen 10 il için çalışacaklar. Bütün o illerin sorunlarını meclise getirecekler, meclise dillendirecek o illerle ilgili projeleri anlatacaklar, çözüm önerilerini ileri sürecekler. Bir o görevi verdik. Milletvekillerimize bir de 17 bakanlığı 15 milletvekilimize paylaşırdık. Yani bizim 15 milletvekilimiz 17 bakanlığı yakından takip edecek. Meclise gelen yasalar açısından, komisyonlarda görüşülen teklifler açısından veya o bakanlığın icraatı, günlük icraat açısından takip edecek. Mesela diyelim ki Hasan Karal İstanbul milletvekilimiz hem doğu Karadeniz’den sorumlu ama hem de tarım Bakanlığından sorumlu. Yani bir bölgesel sorumluluk verdik milletvekillerimize. Bir de tema sorumluluğu

Zeynep Gürcanlı: Milli eğitim bakanlığını izleyen milletvekiliniz, acaba Yusuf Tekin’in bu karma okullar konusundaki çıkışı hakkında ne düşünür, siz ne düşünürsünüz?

Ali Babacan: Ya şöyle bunlar tabii eğitimle ilgili ne varsa öncelikle geniş bir istişare den mutlaka geçmeli. Yani ve mümkün olduğunca toplumsal mutabakat zemini aranmalı. Yani eğitimde böyle. Ben istedim oldu dediğinizde doğru değil. Yani doğru değil, iyi istişare edilmeli. Toplumsal mutabakat zemini mutlaka aranmalı. Vatandaşlarımızdan gelen talepler iyi incelenmeli. Dolayısıyla sistemin tam detayını ben şu anda bilmiyorum. Sadece yüzeysel olarak bu karma dediğiniz şey mi? Sadece kız okulları olsun falan diye mi?

Zeynep Gürcanlı: Kız okulları ama yani sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir anayasası var ve bir laiklik ilkesi orada duruyor.

Ali Babacan: Yani ya bunu şimdi dediğim gibi yani toplumsal mutabakat zemini oluşturmak çok önemli. Toplumsal mutabakat arayışı çok önemli. Burada bir anayasa var. Bunu yani isteyen vatandaşlarımız olabilir ama karşı olan da çok geniş kitleler olabilir. Tüm bunlara bakmak lazım. Yani dediğim gibi eğitimle ilgili her şey çok, bazen yüzeysel tartışılıyor. Yüzeysel tartışınca yanlış yerlere gidiyor. Yani bizim eğitim eylem planımız bizim en son yayınladığımız. Ve en çok vaktimizi alan eylem planı oldu ve en çok maddeli oldu. Yani 500 tane madde var. Eğitim eylem planında çetrefilli konular toplumsal talepler oluyor. Bazen bu talepler haklı oluyor ama yani hukuk çerçevesinde, anayasa çerçevesinde bakmak gerekiyor meseleye. Ama en önemlisi bunu iyi iletişimini ve mutabakat arayışı. Yani ben istedim oldu dememek. Yani bunlar önemli konular.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Efendim ama bu talepler biraz şöyle algılanıyor, yani tarikatlar ve cemaatlerin talepleri gibi algılanıyor ki, İstanbul Sözleşmesi’nde örneğin siz parti olarak Danıştay’da, Cumhurbaşkanlığı kararının aleyhine davacı bir partiydiniz. Şimdi dolayısıyla tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması sürecinde olduğu gibi kız çocuklarıyla ilgili bu tartışmanın yeniden gündeme getirilmesi de ki daha önce de gündeme taşınmıştı defaten. Bu tırnak içerisinde Türkiye nüfusuna oranla azınlık konumundaki birtakım tarikatların talebi gibi yansıyor. Özellikle de bugünlerde tabii menzil tarikatındaki bir vefat nedeniyle de özellikle menzil tarikatı da gündemdeki Adıyaman’da menzil köyüne baktığımızda tamamen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasıyla bağdaşmayan bir harem selamlık bir köyde görüyoruz orada. Alican Uludağ’da dün izlenimleri ile videoya aktardı. Meslektaşımızı da burada anmış olalım. Yani şimdi hani menzil istedi İsmail ağa cemaati istedi ve hükümet yapıyor gibi İstanbul Sözleşmesi’nin ardından. Böyle bir endişe duyuyor toplum. Özellikle Türkiye’nin seküler değerlerine kıymet veren kesimler böyle bir endişe duyuyor. Siz bu menzil tartışmasıyla birlikte bu endişelere nasıl bakıyorsunuz?

Ali Babacan: Ya şöyle, bizim parti programımız bu konuda çok açık. Ya inanç hürriyeti ibadet hürriyeti ve inançlar doğrultusunda örgütlenme hürriyetine biz değer veriyoruz. Bu Avrupa hukukunda da böyle, Avrupa Birliği'nde de böyle Avrupa Konseyi çerçevesinde böyle. Ama aynı zamanda şeffaflığa da çok önem veriyoruz yani gerçek neyse kayıtların o şekilde olması. Yani hiçbir şeyin karanlıkta olmaması yani bu da bir başka önem verdiğimiz ile. Ve bizim zaten bu temel haklar eylem planımıza 354 maddelik eylem planımıza baktığımızda bu konularda da bu hususlar çok açık şekilde yazılmış durumda. Hatta ilk açıkladığımızda epey bir gürültü de çıktı yani bu konularla ilgili. Çünkü biz yasakçı zihniyete karşıyız. Yasakçılığa ama yapılan ne varsa da bunun mutlaka şeffaf ve denetime açık objektif denetime açık olmasını da son derece önemsiyoruz.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Sizi daha iyi anlayabilmek istiyorum bu konuda. Cemaat ve tarikat yapılarına temelde karşı değilsiniz İnanç örgütlenmesi olarak ama nasıl denetlenecekler? Peki, nasıl bir şeffaflık olacak?

Ali Babacan:  354 maddelik bu artık fasikül olmaktan çıktı kendi başına bir cilt tek tek tek tek böyle buralarda yani çok detaylı konu. Yani Avrupa’da da çok tartışılan. Tüzel kişilik dahil. Yani biz burada şeffaf tüzel kişilikten bahsediyoruz. Yani dernek ya da vakıf olarak açıkça şeffafça denetlenebilir bir şekilde örgütlenmesi gerektiğinden burada bahsediyoruz. Yani seçenek onların olsun ama ya dernek olsunlar ya vakıf olsunlar. İsmi konuşsun diyoruz. Dolayısıyla dernek ise dernek statüsünde devletin izlemesi denetlemesi. Vakıfta vakıf statüsünde devletin izlemesi denetlemesi ama bu derneklerin ve vakıfların da mevcut dernek vakıflardan farklı yani dini boyutu olan bir örgütten olduğu açık olsun diyoruz. Yani o da geçsin orada. Yani şey bu yani yasakçı değil özgürlükçü ama aynı zamanda da devletin düzenleme ve denetim fonksiyonun da sapasağlam işlediği yapılardan. Biz burada bahsediyoruz. Çok çok çalıştık bunları. Yani bütün Avrupa sistemini inceledik. Hep Avrupa diyorum çünkü orada 27 ülkenin ortak müktesebatı olduğu için 28 gerçi şimdi İngiltere çıkınca 27 oldu. Yani orada bütün bunlar o kadar tartışılmış ki her ülke içerisinde bizim yaptığımız tartışmaları neleri, neleri yaşamışlar. Hepsini geçmişte tecrübe etmişler ve nihayetinde bir ortak hukuk çerçevesinde buluşmuşlar ve şu anda işliyor, yürüyor. Bizim bu işin koordinasyonu yapan Mustafa Bey de biliyorsunuz Köln Üniversitesi mezunu hukukçu. Yani Avrupa tarafını da iyi biliyor zaten Bayburtlu. Yani Türkiye’de de işler nasıl gidiyor iyi biliyor. Tabii sadece o değil, burada 200 hukukçu arkadaşımızın emeği var. 200 hukukçu arkadaşımızın sadece partili de değil, yani başka şey. Yani biz bunu bugünün Türkiye’si için değil bakın ta 50 sene sonra Türkiye’sinde geçerli bu çalışma. Yani hani bazen şey olur ya kazarsınız böyle altın her zaman altındır. Yani 5 bin sene önce de altındır bugün de altındır. Hatta eskidikçe kıymetlenir tarihi anlamı olur.  Bu çalışmalar inanın altın değerinde çalışmalar. Ha buradaki 354 maddenin 45 tanesini çok tartıştı insanlar ilk açıkladığımızda. Diğerinin hepsini bıraktılar oraları yorumladılar. Kampanya döneminde biz bazı maddeleri aldılar, vurdular bizi. Asla vazgeçmeyeceğiz yani burada neyse o. Çünkü bu altın değerini hiçbir zaman yitirmeyecek. Bugün kıymetini anlamayanlar yarın anlayacaklar. Dolayısıyla bu konulardaki bakışımız hem özgürlükçü. Ama şeffaflığa, devletin düzenleme ve denetlemesine de çok çok önem veren .. Çünkü yasaktır dediğinizde aslında karanlığa itiyorsunuz. Denetimsiz ve keyfi alanlar oluşturuyorsunuz yani. Serbest olsun şeffaf olsun açık olsun. Doğru hesaptan kaçmaz ki.

Elif Doğan Şentürk: Şu anki işleyiş nasıl denetim diyorsunuz ya hani denetlenebilir olması gerektiğini söylüyorsunuz ama şu an ne gibi riskler?

Ali Babacan: Şu anda şey yok. Şu anda bu cemaat ya da tarikatlarla ilgili kanunları açın bakın hiçbir şey yazmıyor yok yani. Orada bir şey yok. Orada hani hiçbir şey yazmıyor yani bunu nedir? Nasıldır öyle bir şey yok, düzenleme de yok. Denetleme yok yani çünkü şey yok yani hukuken mevzuatta kabul edilmiş yapılar değil yani. Sosyal boyutu var ama tüzel kişilik olarak mevzuat olarak baktığınızda kanunlarda bir karşılığı yok yani. Zaten sorun da biraz oradan kaynaklanıyor yani ve onun için derinleşiyor onun için büyüyor. Yani dedim ya biz buraya ta 50 sene sonra bile geçerli olacak çözümleri...

Zeynep Gürcanlı:  Çok yakın zamanda bunu yaşadık işte bir kendisine cemaat diyen bir yapının işte teslim almaya kadar ne istedilerse verdik sözünü de hatırlatmak da lazım burada. Teslim almaya kadar kendilerinde o cüreti buldular. Benim korkum işte sizin bu özgürlükçü yaklaşım dediğiniz andan itibaren taleplerim bitmeyeceği ve bu taleplerin giderek fazlalaşacağı.

Ali Babacan: Bu tek başına değil. Şimdi şunu şimdi özgürlükçü yapıyorsunuz ama bu eylem planlarından bir tanesi. Fakat öbür eylem planımızı da açıp baktığınızda ne diyor? Rekabet diyor, eğer ticari işleri varsa bunların dimi rekabet olacak. Yani özel para kazanma alanı falan açılması olmayacak yani. Hani dokunulmaz denetlenemez bir alan olmayacak yani herkes rekabet hissiyle hareket edecek. Bir başka eylem planımıza açıp bakıyorsunuz ne diyor? Ehliyet liyakat diyor. Yani devlette işe alımlarda mülakatı ortadan kaldıracağız diye. Ha bu arada Sayın Erdoğan’ın sözü vardı biliyorsunuz, mülakatı kaldıracağız diye. Ben şimdi merakla bekliyorum. Ne zaman kaldıracak diye yapamazlar yani. Söz verdi bakın ama yapmayacak işine gelmeyecek çünkü. Çünkü kendi kadrosunu oluşturma, kendisi gibi düşünenlerden devlet kadrolarını oluşturma farklı yapılardan gelen taleplere cevap verebilme değil mi? Onları yapamayacak şimdi mülakatı kaldırdığı anda. Biz ne dedik burada? Mülakatı kaldıracağız dedik. Sadece burada yazmadık. 6 partinin ortak politika dokümanında da yazdık, mülakatı kaldıracağız diye. Şimdi devlette siz ehliyet liyakati esas aldığınızda mülakatı kaldırdığınızda yazılı sınav dediğinizde zaten devlet kurumlarına böyle topluca bir yerlerden nüfusta söz konusu olmayacak. Hak eden gerçekten gelecek yani. Hiçbir grubun bir yoğunlaşması, bir o kurma hâkim olması gibi şeyler olmayacak. İşte FETÖ'nün yaptığı bu oldu yani bazı kurumlara girdiler hâkim oldular ondan sonra akıl dışı işler yapmaya başladılar. Başka önemli konu, yargının bağımsız çalışması, tarafsız çalışması hepsi bir paket çünkü yani. Şimdi bu tür yapılara aidiyet mecburiyeti mecburiyet diyorum bakın biraz da şundan kaynaklanıyor ya bu ülkede hukuk yok, adalet yok. Bir gün başım derde girerse beni koruyacak kollayacak birisi olsun. Bu insanlarda bir ihtiyaç. Çünkü ben gidersem mahkeme kapılarında sürünürüm ama bir aidiyetim bir mensubiyetim olursa bana sahip çıkarlar. Beni kollarlar kurtarırlar, korurlar. Şimdi bu ihtiyacın olmaması lazım. Normalde her ferdin Türkiye’de tek başına güçlü olması lazım. Ben yargıya güveniyorum, adalete güveniyorum. Başıma bir iş gelirse giderim hızlı bir şekilde adalet yerine gelir diye güvenmesi lazım sisteme. E şimdi kamuda yükselme değil mi terfi üst düzey atamalar. Şimdi burada gerçekten ehliyet, liyakat, çalışsa, gerçekten hak eden istediği yere gelse yine aidiyet mensubiyet mecburiyeti azalır. Çünkü ben hiçbir yere ait olmasam da bir fert olarak başarılı olursam genel müdür olabilirim. Hak ederim Daire Başkanı olabilirim diye inanır insanlar. Ama bakıyorlar ki ancak bir aidiyet mensubiyet falan varsa illa bu tarikat cemaat anlamda söylüyorum, başka başka gruplar da var yani. Her şey var yani şimdi illa bir yere ait olma mecburiyeti hissediyor insanlar. Yani bir yere ait oluyor ki işe gireyim, bir yere ait oluyorum ki yükseleyim, bir yere ait olayım ki hakkımı kimse yemesin diye. Şimdi bütün bunların hepsi paket. Dolayısıyla bütün bunları eş zamanlı olarak yaptığınızda aslında sistemin tamamını adil şeffaf bir sistem olarak kuruyorsunuz. Hem özgürlükçü tam bir özgürlük alanı ama hem de devletin tam da yapması gerektiği denetim ve düzenleme görevini gerçekten yapabildiği bir sistemden bahsediyoruz. Ve bunu er geç yapacağız bakın er geç yapacağız. Er ya da geç kafaya koyduk bu işi çalışacağız. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ha Ali Babacan gider başkası gelir önemli değil. Çünkü bizim partimizin de kendi kuralları var. Yani belli bir süre içerisinde parti kadrolarının değişmesi var tüzüğümüzde ama ilkelerimiz duruşumuz değişmeyecek. Onun için DEVA’dan çok korkuyorlar. Bakın ya seçim bitti. Şöyle bir bakıyorum, haber özetlerine hepsini izleyemiyorum ama ya her 2 taraftan da yani hem hükümeti destekleyen taraftan hem muhalefet sabah akşam DEVA konuşuluyor. Ya arkadaş 600 milletvekilinden 15’i sadece DEVA’nın. Herkes bizimle uğraşıyor.

Yıldız Yazıcıoğlu:  İYİ Partiyle ikinizin de merkez sağda olma iddiasından mı kaynaklanıyor bu? Yani merkez sağ boşluğunu çünkü AK Partide dolduramıyor diyerek konuşuluyor.

Ali Babacan: Biz bugüne kadar kendimize merkez sağ edemedik. Bugüne kadar demedik. Ama bugünlerde de bunun yoğun bir istişaresini yapıyoruz. Yani siyaset bilimcilere, sosyal bilimcilere ve parti içerisinde yoğun bir istişare sürecindeyiz şu anda. Biz bugüne kadar sadece ilkelerimizi ortaya koyduk. Ama biz şuyuz kendimizi bir alanda kategorize etmedik şimdiye kadar yapmadık. Sadece ana akım partiyiz dedik. Çünkü baktık ki bizim parti üyelerimiz CHP’ye oy vermiş, gelmiş üyemiz olmuş. % 20’si bizim üyelerimizin 2018’de CHP’ye oy vermiş insanlar. %30’u Ak Parti’ye oy vermiş insanlar. %10’u HDP'ye oy vermiş insanlar. Gelmiş bizim resmi üyemiz olmuş, ıslak imzayla imza edip Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığı parti üyeliği kütüğüne ismini yazdırmış. Dolayısıyla biz ne yaptık ne dedik kendimize biz ana akım partiyiz dedik ama dedik ilkemiz, duruşumuz budur. Yani özgürlükçüyüz ama tam demokratik özgürlükçü, özgürlükçü ve demokratik. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği standartlarında bir demokrasi istiyoruz bir hukuk düzeni istiyoruz bu ülkede dedik.

Zeynep Gürcanlı:  Avrupa Konseyinde Parlamenterler meclisinde hangi grupta olursunuz Ali Bey DEVA olarak?

Ali Babacan: Aslında bu şöyle Avrupa parlamentosunda bu gruplar daha şey, daha keskin. Ben de arkadaşlarımıza dedim ki bu istişare sosyal bilim istişare tam da bunu dedim. Bakın dedim şimdi, Avrupa Parlamentosu’nun bir yelpazesi vardır, yeşiller vardır, sosyalistler vardır. Avrupa Parlamentosu da daha şeydir bu AKKPM’den öte, Avrupa Parlamentosu bir de orada ki ülkenin bir de seçilerek falan geliyorlar ya oralara. Biz neresinde olmalıyız bu yelpazenin yani bunu ya da bunu söylemeli miyiz? Mesela AK Parti kuruldu, seçimi kazandı hala söylememişti bir şey. Ta ki Avrupa Birliği’yle o İPP biliyorsunuz ‘European Populares’ partiyiz. Muhafazakâr etiketi sonradan konuldu. Parti kurulduğunda böyle bir şey yoktu. AK Parti kurulduğunda. Seçimi kazandığımızda da yoktu. Sonradan ya acaba bizim kimliğimiz neydi? Bir çalışalım, öyle falan dendi. Ondan sonra işte bir çalışan bir grup arkadaş ya galiba muhafazakâr demokratız. O zaman o zaman tabii Müslüman demokrat da denemiyor çünkü malum o dönem onu söyleyemiyorsunuz. Parti kapatma sebebi olabilir başlı başına o dönemin şartları. Nasıl MÜSİAD’ın müstakil iş adamları diye kurulduğu gibi bu da muhafazakâr demokrat diye bir kimlik oluşturuldu o zaman. Ama bugünlerde onu kullanmıyorlar dikkat edin AK Parti onu kullanmıyor. Yani, çünkü özellikle MHP ortaklığı MHP ile ortak olmak AK Parti’yi aldı başka bir yerlere doğru götürdü yani. Bir köşeye sıkıştı, şimdi oradan çıkamıyor. Onun için AK Parti eriyor. Yani unutmayalım bu seçimlerde tam %7 oyu düştü Ak Parti’nin yani. İttifak olarak kazandılar çoğunluğu ama Ak Parti’nin kendi başına oy düştü. Yani Erdoğan ancak ortaklarının sayısını çoğaltarak. %52 alabildi ve son dakika biliyorsunuz yani. Biz Sayın Kılıçdaroğlu'nu ortak aday olarak açıkladık hemen bir hafta içerisinde dikkat edin, şöyle bir basın arşivini tarayın hatırlıyorsunuzdur da apar topar Yeniden Refah apar topar işte bu Hüda-Par, DSP yani böyle bir şey oluşturdu apar topar yani. Ve ancak o modelle 52’yi alabildi yoksa alamayacaktı.

Elif Doğan Şentürk: Şimdi artık noktalıyoruz yavaş yavaş ama bugün mecliste hani kapanıyor dediniz. Dün emekli ekran başındaydı hatta bugün bile acaba ek bir zam gelecek mi diye özellikle MHP liderinin sözlerinden sonra o bekleyiş daha hâkim oldu. Siz şimdi geçmişteki görevlerinizi de işte bütçeyi biliyorsunuz o mali tabloyu biliyorsunuz olamaz mıydı mesela ek bir emekliye bir müjde ya da işte seyyanen bir ek zam olamaz mıydı?

Zeynep Gürcanlı:  Ya da şöyle sormak lazım, cumhurbaşkanının kendi maaşına kendi yetkisiyle %40 oy zam verdiği bir ortamda emeklilere %25 nasıl reva görüldü?

Ali Babacan: Kaldı ki en düşük emekli maaşı 7.500 de değişmiyor yani. Şimdi burada öyle bir hale geldi ki iş hem emekliler arasındaki denge bozuldu hem de çalışan emekli arasındaki denge de bozuldu. Çünkü biz yıllarca hem emeklilerin kendi arasında bir hakkaniyet, bir adalet olsun diye hesap kitap yaptık, ona göre ayarladık bu işleri hem de çalışanla emekli olan yani çalışırken maaşı ne emekli olunca maaş ne? Bunların hepsi bozuldu. Bütün bu dengeler şu anda altüst. Çünkü emeklilik sistemiyle ilgili artık uzun vadeli bir aktüeryal hesap yapan yok şu anda. Bitti. Kimden ne talep gelirse ve seçimi kazanmak için ne gerekiyorsa. Ama zaten hükümet para basmak diye bir kapıyı açmış. Para yetmeyince merkez bankasına para bastırma yoluna zaten girmiş. O yola girdikten sonra maaşlara zam yapmanın önünde hiçbir engel yok ki. Ya ne olacak ki? Hatta çok enteresan benim tam bakan olduğum aylarda bir televizyon programı yapıyoruz. Onu bulmuş geçen arkadaşlar gösteriyor. Bunu anlatıyorum diyorum ya eskiden zam vermekten kolay bir şey yok. Nasılsa zammı veriyorsun? Ondan sonra diyorsun, Merkez Bankasına bas parayı dağıt. Ama basılan para enflasyonist olduğu için hemen birkaç aya kadar o verdiğiniz zaman gene eriyor gidiyor yani. Yani biz Merkez Bankasının bağımsız bir şekilde çalıştırana kadar Türkiye’de zaten düzen öyleydi. Onun için hiçbir zaman enflasyon düşmedi. Onun için sürekli enflasyon, maaş artışı, enflasyon, maaş artışı. Ama sonuçta herkes kaybetti. Şu anda tam öyle bir döneme girdik. Yani bu maaş zamlarını falan konuşuyoruz ama ya bu yapılan zamların hepsi birkaç aya kadar eriyecek. Anlamı kalmayacak.

Zeynep Gürcanlı:  Bu söylerken emekliler bir kenara koyuldu yani bir de onu da söylemek lazım. Hani hem para basıyorlar? Emeklileri gözden mi çıkardılar. Yani ben onu düşünüyorum. Yani siz artık yaşlandınız iş gücünde değilsiniz gidin bir köşede, yani kuru ekmek kemirin ve ölün mü diyorlar nedir bu?

Ali Babacan: İnanın tutarlılık yok, bir bütünlük yok çünkü şu anda bu ülkenin bir ekonomik programı yok. Ben pazartesi günkü basın toplantısında da söyledim bakın, dedim ki ya bu vergiler geldi ama bir ekonomik programı yok ki. Yani siz bu vergileri getirerek neyi hedefliyorsunuz? Nihai hedefiniz nedir? Nihai uzun hem bu yılın hem gelecek senelere. Çünkü bu işler yıllara sâri hesap edilmesi gerekiyor. Sizin hedefleriniz nedir? Enflasyon hedefiniz nedir? Büyüme hedefiniz nedir, bütçe nedir? Bir de ekonominin genel dengesi denen bir çalışma olur.  Yıllarca çok sağlam çalışmalar yaptık biz yani ekonominin genel dengesi denen bir çalışma vardır. Bütün bunlar yani maliye politikası, para politikası, gelirler politikası, yapısal reformları da içine alacak şekilde bir genel denge kurarsınız. Bunların hiçbirisi yok şu anda. Ve bakıyorlar bütçede açık var ne yapalım? Vergi alalım. Kimden alalım? Ya bu arabalar zaten liste fiyatından da yukarı satılıyor. Demek ki talep de var. Demek ki insanlar bu arabaya madem bu kadar para veriyor, bir tane daha MTV daha ödesin ya ne olacak? Motorlu taşıtlar vergisi bir daha ödeyiversin. İnanın bu kadar basit şeyler ya cep telefonu. Oo zaten herkesin cebinde en son model telefon ne olacak bir 20 bin TL ödese ne olacak dışarıdan gelenlere sal vergiyi. Şimdi böyle olmaz. Kurumlar vergisini %25’e çıkardılar. Finansal kuruluşlar için 30’a çıkarttılar. Şimdi katma değer vergisinin 8’den 10'a, 18’den 20’ye çıkardılar tam da başta bahsettiğiniz temizlik ürünlerini de 8’de 20’ye çıkardılar. En temel temizlik ürünü temel ihtiyaç bunlar yani. Şimdi biz yıllarca yıllarca %33 ile devraldığımız kurumlar vergisini %20 ye indirdik. Yani insanlar dedi ki bak bu vergi düşüyor. Gelir vergisinin üst diliminin 45’ten 35’e indirdik. Katma değer vergisinin çoğu üründe 18’den 8’e indirdik. Gıdada giyimde sağlıkta ve eğitimde zaten insanların en çok para harcadığı temel ürünler bunlar. Rahmetli Özal getirdi KDV’yi ilk 1 Ocak 85 ki ben lisedeyim ama kendi şirketimizin defterlerini ben tutuyorum o zaman. Daha bilgisayar falan da yok. Kebir yevmiye defteri onun için iyi hatırlıyorum. 1 Ocak 85 oran kaç %10. Bir hükümet geldi onu 12 yaptı. Hükümet geldi 15 yaptı, bir hükümet geldi 17 yaptı, bir hükümet geldi 18 yaptı. Biz çoğu üründe 18’den 8’e indirdik ama zaten ÖTV’nin de olduğu ürünlerde de 18’de tuttuk. Çünkü 18’e alamazsın zaten ÖTV alıyorsun. Mesela benzinde ÖTV var, üzerinde de 18 KDV var. Yani KDV’yi 8’e düşürüp ona ÖTV ekleyebilirsiniz ama o da başka şeyler doğuruyor. Dolayısıyla mecburi zaten verginin yüksek olduğu ürünlerde 18’de bıraktık ama kahir ekseriyeti vatandaşlarımızın geneli için KDV’yi 8’e indirdik. Ve bir kuruş vergide kayıp yaşamadık vergi tahsilatında. Sürümden kazandık. Çünkü vergide sürümden kazanmak denen bir kavram var. Oranları çok yükselttiğinizde illa daha fazla vergi toplayacağınız anlamına gelmiyor. Orada bir eğri vardır, şöyle meşhur bir eğri. Yani oranları daha doğrusu şöyle çalışıyor. Yani oranları artırdığınız zaman vergi geliri artar, onun bir optimum noktası vardır daha fazla arttırırsanız düşer çünkü insanlar kayıt dışına kaçar ya da ekonomik faaliyeti öldürürsünüz. Ekonomik faaliyeti öldürünce zaten vergi toplayamazsınız. Yani bunu yıllarca yaptık, uyguladık.  Bütün yatırımcılara bu ülkede vergiler düşüyor, bakın dedik. Onun için milyarlarca dolar yatırım geldi Türkiye’ye. Ama şimdi tuttular, tam tersine çevirdiler hepsini. Katma değeri artıyor. Katma değer vergisi artıyor, kurumlar vergisi artıyor. Şu artıyor, bu artıyor. E bugün böyle demek ki para yetmedikçe bunlar daha çok vergi artıracak diye düşünen yatırımcı bu ülkeye yatırım yapar mı? Ya gider verginin daha düşük olduğu ya da vergilerin düşeceği ülkeye yatırım yapan insanlar. Daha çok vergi öleceğini bildiği bir ülkeye yatırım mı gelir Allah aşkına? Yani çok çok yanlış, çok yanlış. Yani nereden bakarsak bakalım dedim ya bir kredi açtık şöyle bir aylık bir kredi hükümete ama bu yanlışlar olduktan sonra artık dedik bunları çıkalım hem açıklayalım hem de doğruların ne olduğunu söyleyelim.

Elif Doğan Şentürk: Ama galiba fatura maliye bakanına çıkacak gibi görünüyor bu süreçte de özellikle çünkü ya başarısız oldu denilecek ya da izin verilmiyor belli ki hani adım atmasına buradan da onu anlıyoruz. Emekli konusunda özellikle çok fazla sorulduğu için onu dile getirdim ben de. İstenirse yapılabilirdi. Noktalıyoruz artık. Çok kısa bir yanıt alalım.

Ali Babacan:  Tabi ki buna bir şey yoktu. O kadar basit bu işler önemli olan adalet ve hakkaniyet. Yani bu maaş ayarlamalarında adalet ve hakkaniyet. Yani adalet dediğimiz nedir? Kesimler arasında adalet hakkaniyette hak edene hakkını vermek. Şimdi bu 2 tane önemli ilke var. Şimdi bunu bunların yani resmin bütününü inanın gören yok. Bir ekonomik program yok. Emeklilik dediğimizde aktüeryal, hesap böyle bir şey yok şu anda. Yamalı bohça. Yani söktükleri yırtıkları yamaya yamaya yamaya gidiyorlar. Onun için olmuyor. Ama biz hala bekleyeceğiz. Umarız ki düzgün bir ekonomik program oluştururlar, ilan ederler, yapabilecekler mi göreceğiz. Merkez bankası hâlâ bağımlı. Bakın başına kim gelirse gelsin talimatla çalışıyor Merkez bankası. Merkez Bankası Başkanı çıksın desin ki ben bağımsızım. Biz gerçekten doğru olanı yapıyoruz, desin göreyim. Yapamazlar yani. Para Politikası Kurulu üyeleri geçen ayda aynı ekipti bu ay da aynı ekip. Şimdi geçen ay faiz düşük kalması gereken diyen ekip döndü bu ay faiz yükseltti. Faizin yükselmesinin de gerekçelerini yazdı. Hiç mi mesleğinize saygınız yok ya yaptığınız işe hiç mi saygınız yok? Bir ay önce dediğinizin tam tersine u dönüşü yapıyorsunuz. Çünkü niye? Kendi iradeleri değil, talimat ne geliyorsa onu yapıyorlar. O gün talimat öyleydi onu yaptılar. Onu gerekçelendirme çalıştılar. Onun altını doldurmaya çalıştılar niye faiz düşük ve bugün faiz artırmak zorunda kaldılar. Şimdi onun altını doldurmaya çalışıyorlar.

Elif Doğan Şentürk: Kadronun değişmesinin pek bir anlamı kalmıyor aslında bu durumda.

Ali Babacan: Kadro değişecek ve bağımsız olacak. Yani bu başka türlü çok zor düzelmez. Allah korusun daha kötüyü, daha kötüyü, daha kötüyü görürüz yani.

 

.  

10 Temmuz 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Ekonomideki Son Gelişmelere Yönelik Basın Açıklaması

10 Temmuz Ali Babacan’ın Ekonomideki Son Gelişmelere Yönelik Basın Açıklaması
 
 
Basın kuruluşlarımızın değerli temsilcileri,
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizi izleyen değerli vatandaşlarımız,
 
Bugünkü toplantımız vesilesiyle aramızda olan değerli konuklar,
 
Partimizin değerli mensupları,
 
Hepinizi saygıyla selamlıyor,
 
Güncel ekonomik ve finansal gelişmeleri değerlendirmek üzere düzenlediğimiz toplantıya hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Partimizin kuruluşundan bu yana, bu salonda çok sayıda açıklama, çok sayıda duyuru yaptık.
 
İktidara, yanlış politikalarını düzeltmesi için uyarılar yaptık.
 
Vatandaşlarımızın huzuru ve refahı için yapılması gerekenlerin çoğunu yine bu salonda açıkladık.
 
Açıkladık ki; hiç değilse iktidar hatalarından vazgeçsin.
 
Açıkladık ki; hiç değilse yanlışlar düzeltilsin, eksikler tamamlansın.
 
Bugün yine bu gündemle karşınızdayım.
 
Seçimlerin ardından 1,5 ay geçti. 
 
Yeni kurulan hükümetin icraatını yakından takip ettik ediyoruz. Gelişmeleri iyi niyetle izliyoruz. 
 
Hükümetin kurulmasıyla beraber kabinede birkaç ismin olması gerçekten ülkemiz adına bizleri umutlandırdı ve o arkadaşlarımızın özellikle daha önce ekonomi tarafında ekonomi yönetiminde bulunan arkadaşlarımızın kabinede olması Türkiye genelinde bir iyimserlik havası da oluşturdu. 
 
Ancak şu son döneme baktığımızda son haftalara baktığımızda bu arkadaşlarımızın önünün pek açılamadığı bu arkadaşlarımızın icraatlarıyla alakalı aklındakilerini düşüncelerini tam da hayata geçirmediklerini geçiremediklerini görüyoruz takip ediyoruz.
 
Nihayetinde ekonomi tarafında bir iki ekonominin dilinden anlayan insanın olması ya da Merkez Bankası başkanının değişmesi tabi ki ülkenin ekonomisinin düzelmesi için yeterli adımlar değil. 
 
Bunun çok daha ötesinde adımlar atmak gerekiyor. Yapılacak daha çok iş var ve biraz sonra bu konularla alakalı hem durum tespitimizi hem de tavsiyelerimizi hem kamuoyuyla hem de hükûmetle paylaşacağız. 
 
Bir buçuk aydır izliyoruz. Acaba geçmişten ders çıkarılır mı; sağduyulu, dengeli adımlar atılır mı diye bekledik ve açıklamalarımızı da hep erteledik bugüne kadar. 
 
Ama bugün bakıyoruz ki, durum acil…
 
Acil diyorum çünkü büyük hatalar yapılıyor ve bu hataların ceremesini milletimiz çekiyor.
 
Özellikle 2017 sonrasında uygulanan hatalı politikaların daha da artarak devam etmesi, vatandaşlarımızın büyük bir yoksulluğa, sefalete düşmesine sebep oluyor.
 
Sayın Erdoğan ve ekibi; kâh gece yarısı kararnameleriyle, kâh yasal düzenlemelerle, zam üstüne zam yağdırıyor. Vergi üstüne vergi ekliyor. 
 
Bir yandan sözüm ona “müjde” deyip maaşlara zam yapıyor;
 
Diğer yandan tüm o müjdelerin bedelini yine vatandaşlarımıza dönüp acı reçeteler ile ödetiyor.
 
Seçim öncesindeki, fütursuz, akıl dışı uygulamaların bedelini, seçim sonrasında yine dar gelirli, sabit gelirli vatandaşlarımızdan tahsil ediyor. 
 
Enflasyonla mücadele etmek yerine, enflasyonu katmerleyecek adımlar atıyorlar.
 
Defalarca söyledim: Yapmayın dedim! Daha kötü olacak, yapmayın dedim!
 
Değerli arkadaşlar bir ülkenin bütçesinde dengesizlik oluştuğunda tabi ki o dengesizliği kapatacak tedbirler gerekir. 
 
Bu tedbirler nedir? Gelir artırıcı tedbirler veya gider azaltıcı tedbirlerdir. Çok basit bir matematik bu. 
 
Yani bütçe açığınız büyüdüyse harcamalarınızı kısmanız lazım gelirlerinizi artırmanız lazım.
 
Şu ana kadar ki alınan tedbirlerin hepsi harcamaları artırıcı yöndeki adımlar. 
 
Veya vergilerle vergileri artırarak bütçe açığını azaltma çabası. 
 
Bugüne kadar tek bir tasarruf tedbiri duymadık. Elleri hiç tasarrufa gitmiyor.
 
Ya biz devlet olarak şunu şu kadar harcıyoruz. Burada biraz israf var. Harcamaları frenleyelim, şu israfa son verelim niyetiyle atılmış tek bir adım bugüne kadar duymadık. 
 
Hani bir söz vardır; iğneyi kendine çuvaldızı başkasına diye. Bunlar durmadan çuvaldızı millete batırıyorlar kendilerine bakıyoruz hiç iğne miğne yok. En ufak bir tasarruf tedbiri yok.
 
*****
 
Değerli basın mensupları, kıymetli arkadaşlarım,
 
Geçtiğimiz 1,5 aylık süreye şöyle bir baktığımızda görüyoruz ki, Sayın Erdoğan seçimlerden önce vatandaşlarımıza gerçekleri söylemedi. 
 
Seçimlerden hemen önce “Bu kardeşiniz işbaşında oldukça faiz artmayacak, düşmeye devam edecek” diyen Erdoğan, seçimlerden hemen sonra Merkez Bankasının bugüne kadar bir defada yaptığı en büyük faiz artışının önünü açtı.
 
Merkez Bankası faizi % 8,5’dan %15’e çıktı.  
 
Bakın Erdoğan seçimlerden 3 hafta önce, 21 Nisan’da ne söylemiş, seçimlerden 3 hafta sonra ne yapmış. İzleyelim:
 
Sayın Erdoğan, siz meydanlarda verdiğiniz sözü Ankara’ya dönünce unuttunuz.
 
Faiz artmayacak inecek dediniz faiz artışının önünü açtınız. 
 
Seçim dönemi atıp tuttunuz, sonra bir daha ardınıza bakmadınız. 
 
Şimdi size soruyorum:
 
Bu halkı aldatmak değildir de nedir? 
 
“Nas var, bize ne oluyor?” dediğiniz için Allah’tan af dileyecek misiniz acaba?
 
Ya da, “Kusura bakmayın, sizi yanılttım” diyerek vatandaşlarımızdan özür dileyecek misiniz?
 
“Nas mı, faiz mi?” Diye soran siz değil misiniz?
 
Evet arkadaşlar, hepsi kendi açıklaması.
 
*****
 
Bakın, bir de grafik göstereceğim size:
 
Şu grafiğe bir bakın. 
 
1 Ocak’ta başlıyor 28 Mayıs’a kadar. Yani seçimlerimn 2. Turuna kadar doalr her ne hikmetse 20 liranın altında.
 
Seçim öncesi her türlü numarayı yapıp Dolar kurunu baskı atında tutuyor. 
 
Kur 20 liranın altında duruyor. Sözüm ona bir istikrar gösterisi yapıyor. Seçim kampanyası var ya. Bak kurda istikrar. Yalancı bir istikrar ama. 
 
Biliyor ki, kur artışından vatandaşlarımız rahatsız oluyor. Kur artınca, A’dan Z’ye her şeye zam geliyor.
 
28 Mayıs’a kadar her türlü numarayla dolar kurunu tutuyor.
 
Sonra ne oluyor? Ekranda belli. Döviz kurunu bırakıveriyor. 
 
Dolar 20 liradan çıktı şu an 26 liraya.
 
Artış tam % 30. 
 
Ve bu 1 ay içerisinde oldu arkadaşlar. 1 ay içerisinde tam %30’luk bir kur artışı var. %30 luk bir devaüasyon var.
 
Şimdi size soruyorum. Bu da halkı aldatmak değil de ne?
 
Seçimden önce doları 20 lira gösterip seçimden sonra 26 liraya salıvermek ne?
 
Aldatmak değil mi?
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Evet Erdoğan seçimi kazandı. Ama helalinden kazanmadı. 
 
İnsanları aldattı. Montaj videoları gerçek gibi gösterdi. Devletin tüm imkanlarını sadece kendisine ve partisine kullandırdı.
 
Adil olmadı. Şeffaf olmadı. 
 
İşte bunun için diyorum ki, helalinden kazanmadı. 
 
Sözüm ona “benim alanım ekonomi, ben ekonomistim” dedi, bir tez uydurdu, ve şimdi de koskoca ülkeyi o akıl dışı tez uğruna yıkıp geçiyor.
 
Ben bir kere daha tekrar edeyim:
 
Yüksek faiz sonuçtur, sebep Erdoğan’dır.
 
Yüksek enflasyon sonuçtur, sebep Erdoğan’dır. 
 
Yüksek döviz kuru sonuçtur, sebep Erdoğan’dır. 
 
Çünkü siz Allah’ın verdiği aklı kullanmazsanız, ilimle bilimle bu ülkeyi yönetmezseniz sonu böyle hüsrandır. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Yine bu 1,5 ayda gördüğümüz bir başka hazin tablo…
 
Ehliyet ve liyakat iddiaları da boş çıkmış durumda.
 
İtibarı sıfırlanmış Merkez Bankası’na yeni bir başkan atanırken, eski Merkez Bankası Başkanı BDDK’nın başına getirildi. 
 
Bankacılık düzenlemeleri yapmakla görevli, en az merkez bankası kadar önemli bankaları denetlemekle yükümlü olan BDDK’nın başına, enflasyon patlarken Merkez Bankası’nın başında olan kişi getirildi.  
 
Merkez Bankası’nda da başkan değişikliği dışında hiçbir değişiklik yok. Başkan yardımcıları ve para politikası kurul üyeleri aynen yerinde duruyor bakın.
 
Sonuçta ekonomi yönetiminde yapılan nedir? Bizim yakın çalışma ekibimizde olan zamanında iki arkadaşın birinin Cumhurbaşkanı yardımcısı birinin bakan olarak görevlendirilmesi bir de Merkez Bankası başkanının değişmesi.
 
Onun haricinde bugüne kadar eski tas eski hamam. Bu aynı kişiler Merkez Bankasındaki para politikası kurulu üyesi insanları kastediyorum. Başkan değişti de para politikası kurulu duruyor. Başkan yardımcıları duruyor, meclis üyeleri duruyor.
 
Bu aynı kişiler daha dün faiz insin diye imza atarken, birden dönüp faiz artsın diye imza attılar. 
 
Soruyorum şimdi: Bir ay gibi kısa bir sürede 180 derece dönen, zıt değerlendirme, öngörü ve reçetenin altına imza atan bu kişilerin mesleklerine hiç mi saygıları yok yahu? Hiç mi mesleki ahlaktan nasiplerini almadılar?
 
Ben gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum.
 
Aynı isimler, birbirinin tamamen zıttı iki karara imza atıyor. Ancak, bedelini hepimiz ödüyoruz bedelini millet ödüyor. 
 
Bunu sakın ha hafife almayın. Bu basit bir şey değil.
 
Bu devlet kurumlarının nasıl çökertildiğinin devlet kurumlarının nasıl işlemez hale getirildiğinin en önemli göstergelerinden bir tanesi. 
 
1,5 ayda gördüğümüz bir başka net mesaj da şu: 
 
Şeffaflık vaadi sözde kaldı ve hatta eskisinden de geri gitti.
 
Bakın, Meclise sevk edilen ek bütçe ile 1 trilyon 119 milyar liralık ek ödenek talep edilerek, buna karşılık aynı miktarda gelir öngörülüyor. 
 
Ek ödenek ne demek? Yani bütçede para yetmiyor daha fazla harcayalım demek. Rakam ne kadar? 1.1 trilyon TL.
 
Bunun karşılığında da diyorlar ki bir o kadar bizim gelirimiz olacak ilave gelir. 
 
Bu ne demek? Yıl başında öngörülen bir bütçe açığı var. 659 milyar liralık bütçe açığı. Yılbaşındaki ilk çıkan bütçede 2023 bütçesindeki açık 659 milyar. 
 
Yani bu ek bütçe yemeği ise sunarken diyorlar ki bu ek bütçenin gelir gider tarafı dengeli.  Dolayısıyla zımnen ne diyorlar? Bizim bütçe açığımız artmayacak 650 milyarda kalacak. 
 
Öyle olmayacak, kendileri de biliyor. Böyle olmayacağı çok açık. 
 
Bu tutarın çok üzerinde olacağı da açık. 
 
Nitekim, Meclise sunulan bir diğer teklifte, yasa teklifinde de Cumhurbaşkanının borçlanma yetkisini üç katına çıkarmayı hedefliyorlar. 
 
Sizin bütçe açığınız madem artmayacak siz borçlanma limitini niye yükseltiyorsunuz? 
 
Niye borçlanıyorsunuz madem paraya ihtiyacımız olmayacak diyorsunuz. 
 
Borçlanma için limitin çıkarıldığı rakam da tam 2 trilyon 181 milyar. Yani 659 milyarlık bütçe açımız var diyorlar ama Cumhurbaşkanı 2 tirilyon 181milyar kadar borçlanabilirsin. 
 
Bunu da meclis yasa olarak belirlesin diyor.
 
Eğer bütçe açığı değişmeyecekse, borçlanma limitinin 3 katına çıkarılmasının gerekçesi nedir? Biz bir açıklama duymadık bugüne kadar.
 
Her şey kapalı örtülü. 
 
Simsiyah örtülerin altında tutuluyor her şey. Açıklamıyorlar. 
 
Burada da bir samimiyet, şeffaflık yok.
 
Ayrıca; ek bütçe dışında Meclise sunulan torba yasayla da, ilgili idare bütçelerine çok yüksek tutarda ödenek eklemeye Cumhurbaşkanı yetkili kılınıyor. 
 
Yani bu ne demek? Kardeşim meclisten çıkan bütçe ne olursa olsun anlamam. Ben daha sonra kafamı eseni yapacağım demek.
 
O zaman mecliste bütçe tahsisi şu bakanlığa şu kadar bütçe bu bakanlığa bu kadar bütçe bunu niye yapıyorsunuz? Meclisi o zaman niye yoruyorsunuz bununla? 
 
Madem kafanıza göre her şeyi daha sonra değiştirme yetkisini de alıyorsunuz.
 
Burada da Meclisin by pass edilmesi söz konusu. Soruyorum Nerede şeffaflık? Nerede samimiyet? Nerede denetim?
 
“Bütçe hakkı meclisindir” ilkesine ne oldu?
 
Ta 1215’ten gelen bir ilkedir arkadaşlar bu. Milattan Sonra 1215 yılından gelen bir ilke. “Bütçe hakkı meclisindir“.
 
Burada ne yapıyorlar bu yasal düzenlemeyle? Bütçe hakkı Cumhurbaşkanının kendisinindir, hak kendinindir. Kafasına eseni yapabilirini şu anda mecliste düzenlemelerle sağlamaya çalışıyorlar. 
 
Bu hafta bunlar görüşüleceği için meclis genel kurulunda özellikle işaret ediyorum. 
 
TBMM’deki 600 milletvekili arkadaşlarımıza da özellikle bu mesajları buradan iletiyorum ki neye evet dediklerini neye hayır dediklerini görsünler bilsinler. 
 
Bunlar her türlü ilkeyi çiğneyip atıyor. Kural tanımıyorlar. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Hâl böyle olunca, şeffaflık olmayınca enflasyon başta olmak üzere TÜİK verilerine güvensizlik daha da artıyor. 
 
TÜİK ile ilgili bir şey duymadık bir kadro değişikliği duymadık. Yok.
 
Siz TÜİK verilerine güveni artıracak adımları atmazsanız olmaz. 
 
Haziran sonunda TÜİK’in açıkladığı yıllık enflasyon % 38, ENAG’ın Bağımsız Enflasyon Araştırma Kuluşunun açıkladığı enflasyon % 108. 
 
İnsaf. 
 
Arada tam 70 puan fark var. Öyle 1-2 puan değil. 
 
Bu nasıl bir enflasyondur ki TÜİK ölçüyor 38 diyor ENAG ölçüyor 108 diyor. 
 
Gerçekten tam bir kepazalik.
 
*****
 
Yetmedi;
 
Gizli kapaklı, arka kapı döviz satışlarını açıklamak, şeffaflaştırmak bir yana dursun seçimlerden sonra bu uygulamayı aynen devam ettiler.
 
Gerçekten çok yazık.
 
O hükumet kurulunca ki o bu ülkenin vatandaşı olarak içimizde beliren o umut ışıkları maalesef hızla sönüyor. 
 
Meşhur “128 Milyar, 130 Milyar Dolar nerede” meselesi katmerlendikçe katmerleniyor. Ve inatla bu hatadan vazgeçmiyorlar.
 
Arka kapıdan cayır cayır cayır döviz satmaya devam ediyor. 
 
Siz bunu niye açıklamıyorsunuz?
 
Ben tam 13 yıl kabinede oldum, 11 yıl bu ekonominin başında oldum. 
 
Bütün bu süre içerisinde topu topu merkez bankasının 8 milyar dolarlık satış yönünde müdehalesi olmuştur doğrudan müdehalesi. Ve bunun hepsi aynı gün şeffaf olarak açıklanmıştır. 
 
13 yılda 8 milyar dolar satılıyor şeffaf açıklanıyor bu 128 130 olarak markalaştığı için söylüyorum. En son baktığımızda rakam 250 milyar doları geçmişti arka kapı satışları. 
 
Arka kapı satışları 250 milyar doları geçmiş siz bununla ilgili tek bir açıklama yapmıyorsunuz. 
 
Bu döviz rezervi size babanızdan miras kalmadı.  Kendi malınız mülkünüz de değil. Bu milletin döviz rezervi. 
 
Ne yapıyorsunuz, kaça satıyorsunuz, ne zaman satıyorsunuz, ne kadar satıyorsunuz söyleyin şunu. 
 
Doğru hesaptan kaçar mı? 
 
Bir diğer kritik mesele:
 
Açıklandığı ilk gün hatırlarsanız gece yarısı açıklandı sabahleyin ben Polatlı Ticaret ve Sanayi Odasındaydım. Orada bir konuşma yapıyordum. Dedim ki bu kur korumalı mevduat için “Bu bir Devleti batırma projesi” dedim. 
 
Bu devleti batırma projesiyle ilgili şu ana kadar hiç bir planlama duymadık. Bu proje devam mı edecek ne olacak? Bitirme planı var mı? Çıt yok. 
 
Hatırlayalım; rahmetli Özal’ın “Kendini uyanık sananların bulduğu dalavere sistemi” dediği, bir proje bu. Yine rahmetli Özal’ın “enflasyonun ana sebebi” olarak ilan ettiği ‚gençlere nasihatimdir aman bir daha böyle yanlışlara girmeyin‘ dediği ve sona erdirdiği sistemdir bu.
 
Tekrar uygulamaya başladılar. Korkunç bir maliyeti var bu ülkeye ve bunun ne olacağı ile ilgili de en ufak bir açıklama yok. 
 
Bu kısa adı KKM olan Kur Korumalı Mevduat konusunda da kalıcı bir çözüm planı açıklamadıkları yetmiyormuş gibi, bakın bir de tutup ne yaptılar:
 
Hazine’nin yaptığı KKM ödemeleri, Merkez Bankası yapacak dediler.
 
Bu iki açıdan büyük bir yanlış, yanıltma ve çelişki anlamına geliyor:
 
Yani hazinenin ödediği KKM kur farklarını bundan sonra Merkez Bankası ödesin.
 
Merkez Bankası parayı nereden bulacak? Merkez Bankası parayı nereden bulur? 
 
Evet, para basacak arkadaşlar para basacak. Cayır cayır para basacak.
 
Peki Merkez Bankası para bastıkça bu ülkede enflasyon artmayacak mı?
 
Yıllarca bu millet bu yüksek enflasyonun bedelini ödemedi mi bu ülkede?
 
Niye tam 34 yıl boyunca bu ülkede enflasyon 2 hane 3 hane seyretti? 
 
Hep bu tür saçma sapan uygulamalar yüzünden bu enflasyon düşmedi. 
 
Yani, KKM ödemelerini yapabilmek için Merkez Banksı enflasyon yaratacak.
 
Enflasyon en adaletsiz vergidir, milyonların cebinden çalmaktır. 
 
Ve bunu bakın bilerek yapıyorlar kararla yapıyorlar. 
 
Öyle ya ne yapalım enflasyon arttı biz de ne olduğunu anlamadık falan değil yani.
 
Hazine değil Merkez Bankası ödeyecek dediğiniz anda bu ben enflasyon üreteceğim demek.
 
Yani milyonların cebinden enflasyonla alacaklar, bankada parası olan bir avuç insana Kur Korumalı Mevduat hesaplarının kur farkı olarak ödeyecekler. Özü bu. 
 
İkincisi; bu adım rasyonel politikalara dönüş ve şeffaflık vaadiyle tamamen çelişmektedir. 
 
Siz daha, Merkez Bankası’nın kur korumalı mevduat için bugüne kadar yaptığı ödeme miktarını bile açıklamamışken; Hazine’nin ödemelerini de Merkez Bankasına transfer etmek, rakamları gizlemek ve karartmaktır. 
 
Bu da kendi sözlerinizle tam bir çelişkidir.
 
*****
 
Ve kıymetli arkadaşlar;
 
Gördüğümüz bu tablo, iktidarın ülkemizin karşı karşıya olduğu ekonomik sıkıntılarla ilgili hiç bir hazırlığının olmadığını gözler önüne sermiş durumda.
 
Yok. Siz bugüne kadar bir ekonomik program duydunuz mu? 
 
Hiç bir şey ortada. Sadece rast gele adımlar var.
 
Para bitti Merkez Bankasına dön bas, bütçe tutmuyor vergi sal. 
 
Böyle bir şey mi olur?
 
Bir bütüncül ekonomik program olmadan Merkez Bankasına dön para bas, 
millete vergi sal. Peki bu nereye gidiyor? Sizin hedefiniz nedir? Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Nihayete ulaşmaya çalıştığınız hedef nedir? 
 
Bu yıl sonunda hangi bütçe hedefine ulaşmaya çalışıyorsunuz? Enflasyon hedefiniz nedir bu yıl ile alakalı?
 
Bu kadar karşılıksız para basacağınızı ilan edip hala enflasyonun düşeceğini nasıl iddia edersiniz?
 
Kendi elleriyle yarattıkları ekonomik krizden, sözüm ona çıkmak için attıkları adımlarla da, yine dar ve sabit gelirlilerin sırtına yeni yükler eklediler.
 
Eskiden kaşıkla verdiklerini kepçeyle alıyorlar diyorduk ama artık verdikleri inanın çay kaşığıyla verip kepçeyle almaya döndü şu anda.
 
İnatla ve ısrarla, orta direği yok etme adımlarını sürdürmeye devam ediyorlar. 
 
Bilerek ya da bilmeyerek ama attıkları adımın sonucu orta direği çökertmek.
 
Hatta geçen sene birkaç istişare toplantısında bunu dillendirenler oldu. Dediler ki ya acaba demokrasi talebi orta sınıftan gelir ya acaba özellikle mi orta direği çökertiyorlar bunlar demokrasi talebini bu ülkede iyice azaltmak için diye. 
 
Böyle komplo teorileri anlattılar bana. Ben de olur mu dedim ya bu ülkeyi yapılacak en büyük hainliktir bu. Kim yapabilir kim aklının ucundan geçirebilir böyle bir şeyi diye cevap verdim onu söyleyenlere.
 
Buldukları tek çözüm; düşük ve orta gelirli vatandaşların vergi yükünü artırmak oldu. Üstelik alım gücünü azaltacak vergi artışlarına da yöneldiler.
 
Haksız rant gelirlerini vergilendirmeyi aklına dahi getirmediler bugüne kadar. Tüm vergi yükünü zar zor hayatını idame ettirmeye çalışan düşük gelirli sabit gelirli vatandaşın sırtına yığdılar. Olan bu.  
 
Bakın gerçi son 3-4 gündür basında yoğun olarak işleniyor ama ben toplu olarak şu son alınan kararların kısa bir özetini yapayım size. 
 
Ne yaptılar? 
 
· 2023 yılında tahakkuk ettirilen motorlu taşıtlar vergisi tutarı kadar ek motorlu taşıtlar vergisi getirdiler. Yani bu yılki MTV’yi ikiye katladılar. 
· Bu araç sahiplerinden vatandaşın bineceği 1 tane araba.  Ne istiyorlar ben anlamıyorum. Dönüyor dolaşıyorlar otomobil ÖTV’si dönüyor dolaşıyorlar otomobil MTV’si. 
 
Başka ne yaptılar?
 
· Akaryakıta ilişkin maktu ÖTV tutarlarının üretici fiyat endeksine göre güncellenmesine karar verdiler. Yani vergi artışını otomatiğe bağladılar. Zammı otomatiğe bağladılar. Artık karar almalarına da gerek yok. 
 
ÜFE’ye göre akaryakıtın üzerindeki vergi tıkır tıkır tıkır tıkır artacak. Otomatik zam. Yine bakın araç sahipleri  Bakıyorlar hala bu millet arabaya biniyor demek ki parası var. Biraz daha alalım biraz daha alalım.‘
 
· Maktu harçları %50 oranında artırdılar.
 
· Yurt dışından getirilen telefon harcı tam %228 artırdılar.
 
· Tüketici kredilerinden alınan banka ve sigorta muameleleri vergisi (BSMV) 5 puan artırılarak yüzde 15’e çıktı. Bu ne demek? Yani burada da fiili bir faiz artışı oldu. 
 
Yani vatandaşımız bankadan tüketici kredisi çektiğinde vergi dahil ödeyeceği faiz şu anda artmış durumda. 
 
Hani ne oldu? İktidarda olduğu sürece faiz artmayacaktı düşecekti değil mi?
 
Üstelik vergi artışıyla vatandaşa olan maliyeti yükseltiyor.  
 
· %18’lik KDV, %20’ye; %8’lik KDV ise % 10’a çıktı.
 
Tabi bu 2 puan gibi geliyor ama 8’lik vergi 10’a çıkınca % 25 vergi artışına denk geliyor. 
 
Yani en temel ihtiyaçlarda %8’lik vergi öderken %10 ödemeniz ne demek?  O alışverişte ödediğiniz verginin aslında %25 oranında artması demek. 8 lira yerine 10 lira ödüyorsunuz hesap basit. 
 
Daha da yetmedi. Çok temel ihtiyaçlar sabun, şampuan, deterjan, dezenfektan, ıslak mendil, tuvalet kağıdı, kağıt havlu, kağıt mendil ve peçetede bakın hepsi temel ihtiyaç günlük ihtiyaç % 8’den % 20’ye çıkarttılar. 
 
2,5’e katladılar vergiyi.
 
Dün marketlere giren arkadaşlarımız görmüşlerdir. Raflar boş. Millet aman KDV artmadan önce tuvalet kağıdı alayım.
 
Tuvalet kağıdı sırası oluştu memlekette. Tuvalet kağıdı alayım diye insanlar kuyruğa giriyor zam gelmeden ne olur ne olmaz alayım diye. 
 
Siz bu kafayla enflasyonu nasıl düşüreceksiniz?
 
Evde ihtiyaç olsun olmasın aman ben zamlanmadan alayım bir şeyler satın alayım pisikolojisine bu milleti soktuktan sonra bu ülkede enflasyonu nasıl düşüreceksiniz?
 
Hey yavrum hey. İş biliyoruz diye ortalarda dolaşıyorlar. 
 
· Kurumlar vergisini %25’e çıkarttılar.  Finansal kuruluşlar için %30 yaptılar.
 
Bakın arkadaşlar biz sapasağlam bir ekiple tam işi bilen bir kadro ile tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olduk. 
 
Kurumlar vergisini %33 ile teslim aldık %20 ile bıraktık. 
 
25-30'a çıkarttılar tekrar.
 
Gelir vergisini %45'ten 35'e indirdik üst dilimini. Üstelik bunların yaptığı gibi dilimleri değiştirmeyerek gizli vergi de almadı kimseden. 
 
Şimdi maaşlar artıyor vergi dilimlerine dokunmuyorlar. Bu ne demek? Fiilen yüzde olarak daha çok vergi alıyorlar milletten. Bu o demek.
 
Maaş artış yüzdesine siz bu vergi dilimlerinin payını artırmanız lazım. Yoksa fiilen vergilerin yüzdesini artırmış oluyorsunuz. 
 
Bilmeyenler bilsin duymayanlar duysun diye söylüyorum bunları.
 
*****
 
Katma değer vergisi. İlk 1 Ocak 85'te yürürlüğe girdi. Ben daha liseye giderken bizim işletmemizin defterlerini tuttuğum için o tarihi çok iyi hatırlıyorum. 1 Ocak 1985. 
 
Oran kaç? %10. 
 
Sonra geldi bir hükümet 12 yaptı. Biri geldi 15 yaptı. Bir başkası geldi 17 yaptı. Bir başkası geldi 18 yaptı. 
 
Biz ne yaptık? 
 
Pek çok temel ürüne gıda da giyim de eğitimde ve sağlıkta arkadaşlar 18'i radikal bir kararla 8'e indirdik. 
 
Bazı maliyeci arkadaşlarımız dedi ki 'aman başbakan yardımcım ne yapıyorsun ne ediyorsun gelirler düşer.' ben de dedim ki bakın vergide sürümden kazanmak diye bir tabir vardır. 
 
Özellikle bazı sektörlerde vergi oranından bağımsız olarak zaten insanların gönül rahatlığıyla ödeyeceği bir vergi oranı vardır. 
 
Siz bunun üzerine salsanız bile o tahsilatı yapamazsınız. 
 
Ve ne oldu? KDV'yi %18'den 8'e indirdik bir kuruş gelirlerde düşüş olmadı. Kurumlar vergisini indirdik 33'ten 20'ye gelir düşmedi. 
 
Sürümden kazandık sürümden. Vergide de sürümden kazanmak diye bir tabir vardır. 
 
İşte biraz alanı ekonomi olanlar kendine ekonomist diyenler bu kavramları bilse ülkenin başına bunlar gelmez. 
 
Ve arkadaşlar ne yaptık? Türkiye'yi yatırımlar için daha cazip bir ülke haline getirdik. Vergilerin düşme trendinde olduğu, kurumlar vergisinin düşüş trendine girdiği, katma değer vergisinin düşüş trendinde olduğu bir ülke haline getirdik Türkiye'yi. 
 
Onun için bu ülkeye harıl harıl yatırım geldi onun için istihdam arttı bu ülkede işsizlik düştü. 
 
Şimdi tam tersine son 4-5 yıldır yani bu partili taraflı Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi başladıktan bu yana dikkat edin trend sürekli yukarı. Hiçbir vergi düşmüyor. 
 
Bütün vergiler sürekli artıyor. Bu ne demek? 
 
Bu hükümet iş başında olduğu sürece bu artış devam edecek. Yatırımcının okuması budur. 
 
Ya bunlar sıkıştıkça millete vergi salıyor sıkıştıkça vergi salıyor. 
 
Yatırımı istihdamı engeller bu tutum. 
 
Sözün özü istikrar olmayınca vergide istikrar olmayınca bunlara çözüm bulamazsınız.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar iktidar şu anda dar gelirlinin, sabit gelirlinin elinde ne varsa gözünü oraya dikmiş durumda.
 
Gözünü zar zor geçinen vatandaşın cebine dikti.
 
Hukuku askıya aldı, ekonomiyi deneme tahtasına çevirdi ve ekonomimizi ülkeyi sert bir duvara tosladı.
 
Ve çareyi evladının temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan vatandaşlardan daha çok vergi almakta buldu.
 
Çareyi, her gün canını riske atarak canla başla çalışan kuryenin iaşesine göz dikmekte buldu. 
 
Çareyi, sabahtan akşama çalışıp zar zor kirasını ödeyebilen çalışanların sırtına yıkmakta buldu. 
 
Ulaşımdan, temizlik malzemelerine her şeyin vergisini fiyatını artırmakta buldu.
 
Vergi artınca nihai satış fiyatı artmıyor mu? 
 
Peki bu vergi artışlarıyla önümüzdeki 1-2 ay içerisinde doğacak enflasyonun sebebi kim? Yine bu kararı alanlar yine bu hükümet.
 
KDV’yi daha da katmerleştirdiler. 
 
Değerli arkadaşlar ülkem adına gerçekten çok üzgünüm, ama çok da kızgınım.
 
İnanın bana, çözümün ne olduğunu bilmesem, daha evvel iki büyük krizi çözen ekibin başında olmasam, bu kadar öfkeli olmam.
 
Ama bile bile, göz göre göre, vatandaşlarımızın daha da yoksullaştığı yoksullaştırıldığı süreç yaşıyoruz şu anda.  
 
Bile bile vatandaşlarımızın açlığa mahkum edildiği bir süreç yaşıyoruz. 
 
Göstermelik iyileştirmelerle, göz boyamanın ötesine geçemezsiniz.
 
Göz boyayım derken de, işte böyle ağır vergilerle, vatandaşın gözünü çıkartırsınız.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
3 sene evvel demiştim:
 
Bu iktidar kaynaklarını kendi yakın çevresine ve zenginlere ayırdığı için halka “acı reçete” kesiyor.
 
Bakın hâlâ devlet kaynaklarının israfıyla ilgili tek bir adım atılmadı. 
 
Kamudaki kara delikleri kapatmak için tek bir plan yok.
 
Külliyenin günlük masrafı okuyorsunuz değil mi gazetelerde. 10’un üzerinde şu anda. Bunu aşağı çekmeyle ilgili bir plan yok.
 
Araç, uçak ve makam saltanatından bir tasarruf yok.
 
Bunların hepsi bir yana, sanki enflasyonu patlatan kendileri değilmiş gibi, maaşlara zam yaparak her gün bir müjde verme derdindeler.  
 
Maaşlara zamla meseleyi çözeceklerini zannediyorlar. 
 
Mesele böyle çözümez arkadaş. Mesele enflasyonla mücadeleyle çözülür. 
 
Mesele fiyat artışlarını azaltıp enflasyonu makul noktaya çekmekle çözülür. 
 
Bile bile enflasyonu patlatan öbür eliyle de maaş zammı verip müjde açıklayan bir hükumetin bu zihniyetin bu ülkenin sorunlarını çözme şansı olmaz. 
 
Seçimlerden önce en düşük memur maaşını 22 bin liraya yükselteceklerini vadetmişlerdi.
 
İyi de biraz önce grafiği gösterdim bu geçen süre içinde kurlarda ve enflasyonda sanki hiç artış olmamış gibi davranıyorlar. 
 
Sizin o gün verdiğiniz sözle bugünkü rakam yeni kura göre hesaplayın zaten yüzde 30. Dolar karşısında erimiş durumda.  
 
Bu vaadi 11 Mayıs’ta vermişlerdi. O tarihten bu yana maaşlarda ciddi bir erime söz konusu.
 
Gelelim emeklilerimize… 
 
Maalesef emekli vatandaşlarımız önemli ölçüde kendi hallerine terk edildiler.
 
En düşük emekli maaşı 7500 lirada tutuldu, artış yapılmadı.
 
Yahu arkadaş, siz herkesin maaşını güncelliyorsunuz da, en düşük maaşı alan emeklilerimizi niye mağdur ediyorsunuz?
 
Diğer emeklilere yapılan yüzde 25’lik artış, çalışan memurların maaşlarındaki artış gerçekten şöyle bir bakın denge kalmadı.
 
Çalışan memurların kendi içindeki maaş dengesi alt üst oldu.
 
Emekliler ile çalışan memurlar arasında maaş dengesi yerle bir oldu.
 
Tamamen sistem yerle bir edildi.   
 
Ciddi adaletsizlikler ortaya çıktı. Çalışma huzuru ve barışı, kamudaki kariyer sistemi çökertildi.
 
Seçim kampanyasında muhalefete, “faizi artırmaktan, IMF’ye gitmekten başka çözümleri yok” diye iftira atan, kara propaganda yapan Erdoğan’ın ilk işi faizi artırmak hemen arkasından da kapı kapı dolaşıp bazı ülkelerden döviz istemek döviz dilenmek oldu.
 
Sayın Erdoğan’a soruyorum: Daha düne kadar hain darbenin arkasındaki güç dediğiniz ülkenin kapısına tekrar tekrar gidip borç istemek hiç ağır gelmiyor mu?
 
Diğer Körfez ülkelerinden tekrar tekrar borç isterken aklınıza hiç şu gelmiyor mu?
 
“Borç alan, emir alır”. 
 
Hiç düşün müyor musunuz?
 
Ülkeler arası ikili anlaşmalarla alınan borçlar, o ülkenin itibarına faydalı olmaz. 
 
Hangi ülkeden borç alıyorsanız o ülkeyle olan siyasi ilişkilerinizi etkiler elinizi zayıflatır. 
 
Bakın arkadaşlar bu borç anlaşmaları var ya bunlar da kamuoyunun bilgisi ve denetimine açık ve şeffaf olmak zorundadır. 
 
Siz bugüne kadar bu körfez ülkelerinden ne kadar borç aldınız? Hangi şartlarda aldınız. Borç alırken ne tür anlaşmalar yapıyorsunuz? Ne kadar faiz ödüyorsunuz? Teminat olarak acaba bir şey gösteriyor musunuz? 
 
Bunları niye açıklamıyorsunuz?
 
Daha önce de benzer anlaşmalar yapılmıştı. Bu anlaşmalar kapsamında bu güne kadar Türkiye ne kadar borçlandı?  Ne kadar faiz ödedin?
 
Bunların cevabı yok. 
 
Şeffaflık, öngörülebilirlik ve hesap verebilirlik vaatlerinizde samimiyseniz, bunları derhal ama derhal açıklayın.
 
Sizin yanlışlarınızın bedelini bu millet ödüyor.
 
Bu anlaşmaları bilmek milletin hakkı. 
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
Kıymetli arkadaşlar,
Sevgili vatandaşlarım,
 
Biz DEVA Partisini kurduğumuzdan beri sadece yanlışları eleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda çözüm önerilerimizi de açık ve net bir şekilde ortaya koyuyoruz.
 
Türkiye klasik muhalefet anlayışı nedir? Şu yanlış bu yanlış. 
 
Biz bunu bozduk bu geleneği değiştirdik. 
 
Her konuda çözüm ortaya koyduk hem de detaylı. Tarihleri tespit edilmiş takvime bağlanmış bütçesi hesap edilmiş çözümler ortaya koyduk.
 
Bugüne dek tam 23 tane eylem planı hazırladık. Seçimlerden sonra bu eylem planlarından birer set ben bütün hükumete gönderdim.
 
Sayın Cumhurbaşkanı’na gönderdim, Bakanlara, Bakan yardımcılarına ve 600 milletvekiline gönderdim. 
 
Çözümleri herkesin masasının üzerine koyduk. Hiçbir şey yapamıyorlarsa hiç bir şey bilmiyorlarsa şu bizim eylem planlarımızın sayfalarına göz ucuyla baksalar, onların yarısını yapsalar inanın Türkiye kanatlanır uçar. 
 
Çözüm nerede diye çalışın edin ama bizim burada hazır çözümlerimiz var. 
 
Biz ne yaptık? Bütün bu çalışmaları yaptık ve dedik ki ‘Varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun‘ dedik. 
 
Ve hükumetin kurulduğu günlerde hemen bu çalışmaları yaptık. 
 
Değerli arkadaşlar bakın 1 nolu eylem planı değil mi tarım.
 
Ben daha dün Konya'nın Çeltik ilçesindeydim. 
 
Orada oturduk tarımla uğraşan vatandaşlarımızla derin bir sohbet ettik. 
 
Şu yanlışa bakın, TMO fiyat açıklamış arpa fiyatı buğday fiyatı. Çiftçi ‘tamam benim malım al‘ diyor. Diyor ki ‘randevu alamıyorum.‘ 
 
E paraya ihtiyacı var. Kızı evlenecek oğlu evlenecek düğün mevsimi değil mi?
 
Ne yapıyor? TMO'nun açıkladığı fiyatın çok daha altında malını piyasaya satmak zorunda kalıyor. 
 
Şu anda tüm Türkiye'de böyle bir vahim durum yaşanıyor. 
 
Ya siz arpa fiyatı buğday fiyatı açıklayıp da o fiyattan alım yapmazsanız o açıkladığınız fiyatın bir değeri kalır mı bir anlamı kalır mı? 
 
Biz yıllarca bu işi yaptık. Her yıl oturduk TMO ile. Bak arkadaş öyle bir fiyat açıklayacaksın ki çiftçinin getirdiği malı son kilosuna kadar basıp parayı alacaksın. 
 
Devlet dediğin bunu yapar. 
 
 
Fiyat açıklıyorsan o fiyattan malını getirene basıp peşin para alırsın. Ya da hiç fiyat açıklama. Ben beceremiyorum yokum burada da yani. 
 
Sulama sorunu bakın buraya yazdık 1 nolu eylem planında. 2 sene oldu neredeyse.
 
En önemli sorun değil mi Konya başta olmak üzere pek çok ilimizin sorunu.
 
Bu yapılabilir arkadaşlar bu tamamen öncelik meselesi. 5 yılda bu ülkenin bütün tarımsal sulama projelerini tamamlayabilirsiniz. Hesabını kitabını yaptık. Ama öncelik meselesi. 
 
Siz devletin kaynaklarını nereye ayıracaksınız? ‘Bankada parası olan dövizi olan insanlar aman kur arttıkça siz mağdur olmayın. Ben sana devlet olarak bu kur farkını ödeyeyim. Size yazık olmasın mı?‘ diyeceksiniz yoksa aynı kur farkından etkilenen gübresi ile mazotuyla elektriği ile bütün maliyetleri artan çiftçimizin yanında mı olacaksınız? 
 
Bu hükümetin tercihi belli. Parası olanın yanında çiftçinin yanında değil.
 
Üstelik fiyat açıklayıp o fiyattan alım yapmamak milleti aldatmak değil mi? Böyle bir şey olur mu bir devlet bunu yapar mı hükümet bunu yapar mı?
 
Ben buradan hükûmete bir kez daha sesleniyorum:
 
Her zaman söylediğimiz gibi; hukuk olmadan, adalet olmadan, eğitim olmadan, rasyonel dış politika olmadan, ekonomi DÜ-ZEL-MEZ.
 
Olmayacak.
 
Dönüp siz bu temelleri sağlamlaştırmadan bu ülkenin ekonomisini yapamayacaksınız beceremeyeceksiniz. Düzeltemeyeceksiniz.
 
Hukuk olmadan, adalet olmadan, eğitim olmadan ağzınızla kuş tutsanız ekonomiyi düzeltmeyi beceremezsiniz!
 
Yeni Anayasa çağrılarından önce mevcut Anayasa’ya, Anayasa Mahkemesi Kararlarına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarına bi uyun hele. 
 
Her şeyden daha önemlisi, güven olmadan ekonomi düzelmez.
 
Bakın şimdi çok kısa özet bir reçeteyi buradan anlatacağım hükümete. Özet hap gibi. Öyle uzun tedavi falan değil hap. 
 
Ne yapması gerekiyor şu anda hükümetin? 
 
Biliyorum dinliyorlar kelime kelime dinliyorlar. Çünkü bu tür toplantılarda yaptığım açıklamalarda yaptığım kullandığım bir kelimeyi cımbızlayıp Sayın Erdoğan sık sık konuşmalarında dillendiriyor değil mi? 
 
Demek ki dinliyor takip ediyor.
 
Onun için ben şu andaki hükümete kulağını açıp şu anda söyleyeceklerimi dinlemesine özellikle tavsiye ediyorum.
 
Ne yapacağız? Yanlışları söyledik de ne yapacaklar nasıl olacaklar, nasıl düzelecek bu iş?
 
Anayasanın gereği olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’i derhal toplayın. Unutmayın; istişare mekanizmalarını işletmezseniz asla isabetli kararlar alamazsınız. 
 
Şu ana kadar siz hangi istişare mekanizmasını işlettiniz? Şöyle oturup da masa etrafında öyle yüzlerce kişi salona topla konuş çık git. Öyle değil. 
 
Masaya oturacaksın kolları sıvayacaksın icabında ceketi çıkaracaksın ülkenin cumhurbaşkanı olarak. 'Ya arkadaş sizin derdiniz ne bir anlatın. Bize tavsiyeniz ne? Ne yapalım?
 
Bir buçuk aydır böyle bir şey yaptınız mı?
 
İşte ekonomik sosyal konsey anayasal bir kurum arkadaşlar anayasa değeri var. Ve en geniş istişare mekanizması. 
 
Niye toplamıyorsunuz? Bir an önce toplayın ve sosyal tarafları dinleyin.
 
Ve derhal ama derhal kapsamlı bir ekonomik program açıklayın. 
 
Böyle iş tutarlılığı olan rakamsal hedefleri olan gerçekçi. 
 
Bakın, gerektiğinde yeri gelir Merkez Bankası parasal sıkılaştırma yapabilir. Yeri gelir, maliye politikalarında sıkılaştırma yapılabilirsiniz ancak; bunların hepsi şeffaf bir şekilde açıklanan kapsamlı bir ekonomik programın gereğiyse anlamlı olur.
 
Bu para politikası ve maliye politikasındaki ancak ve ancak güçlü yapısal refomlarla desteklenirse bir anlamı olur. 
 
Yoksa hiç bir faydası olmaz.  Geriye büyük bir hasar kalır.
 
Şu andaki hükumetin bir ekonomi programı yok.   
 
Soruyorum: Yaptıklarınızın bir bütünlük içinde anlamı var mı? Son işte 3-4 gündür kararnameler, şimdi mecliste yasalar şunlar bunlar. Bunlar bir bütünlük içeriyor mu yoksa sadece siz yırtıkları delikleri mi yamamaya çalışıyorsunuz?
 
Unutmayın. Yamalı bohçayla ekonomi yönetilmez. 
 
Yırtıkların sebebini ortadan kaldırmazsanız; bir tarafı yamayayım derken, diğer taraftan bohçayı patlatırsınız. 
 
Devam ediyorum; tavsiyeler devam ediyor. 
 
Kurumları güçlendirin. Sadece birkaç isim değişikliği yetmez, her kademede yetkin dürüst insanların önünü açın onlara yer verin.  
 
Bütçede, Türkiye Varlık Fonu’nda, KİT’lerde, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinde ve kamu bankalarında ötelenen ve gizlenen açıkları şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşın.
 
Biz zamanında kanun çıkarttık. Hazine borçları ile ilgili ayda bir yayınlanan muntazam bir raporu kanun gereği haline getirdik şeffaflık olsun diye. 
 
Ve niye borçlanıyor bu ülke. Bu gelen borç nereye gidiyor? 
 
Vatandaş şöyle açık şeffaf bir şekilde ayda bir temiz bir rapor olarak görsün diye yaptık bunu. 
 
Ama şimdi bir sürü halının altına süpürülen konular var. Yok varlık fonuydu yok koşullu hükümlülüklerdi falan filan derken devletin durumunu göremiyorsunuz. 
 
Bu devletin gerçek durumu nedir açıklanan rakamlara bakıp da anlamak mümkün değil. 
 
Bir başka önemli tavsiye; şu devleti batırma projesi olan bundan sonraki enflasyonun da en önemli sebeplerinden birisi olacak olan kur korumalı mevduatı da bir plan dahilinde artık sonlandırın.
 
Tasarrufa Külliyeden başlayın. Cumhurbaşkanlığı envanterindeki uçakları ve araçlarınızı azaltın. 
 
Kamu görevlilerinin çok yerden maaş almasına son verin. 
 
Yolsuzluğun, haksızlığın ve vurgunun kaynağı haline gelmiş olan kamu alımları mevzuatını kamu ihale mevzuatını tümüyle çöpe atıp yepyeni Avrupa Birliği sistemine uygun bir kamu ihale mevzuatını getirin Türkiye’ye. 
 
İnanın çok kolay. 
 
Avrupa birliği ile müzakerelerde 33 fasıldan bir tanesi kamu alımlarıdır. 
 
Şu an 27 üye ülke artı ikili anlaşmalarla Avrupa Birliği ile çalışan çok sayıda ülke bu mevzuatı bire bir uyguluyor. 
 
Avrupa birliğine üye ülkeler yatırım yapamıyor mu? Kamu alımı yapamıyor mu? Hiç bunlar ihale yapmıyor mu?
 
Niye korkuyorsunuz, neden çekiniyorsunuz? Şeffaf ve kural bazlı bir ihale sistemini neden Türkiye'ye getirmiyorsunuz?
 
Devam ediyorum; 
 
Kaynakları “Kanal İstanbul” gibi rant projeleri için değil; GAP, DAP, KOP ve DOKAP kapsamındakiler başta olmak üzere tarımsal sulama projelerinde kullanın. 
 
Bakın yaz aylarındayız. İnanın yazık oluyor. 
 
Milyarlarca dolarlık tarımsal ürün şu anda Türkiye’de susuzluktan düşük verim olduğu için ekonomiye kazandırılamıyor. Her şeyin başı su.
 
Devam ediyorum;
 
Şeffaflık iddianızda samimi olmak için yolsuzluk, rüşvet ve yasal olmayan yollarla yurtdışına çıkarılan kamu kaynaklarının geri getirilmesi sürecini başlatın.
 
Bilmiyorsanız anlatalım.
 
Biz TMSF'yi nasıl kurduk. O 1990'larda batan banka patronlarının yurt dışındaki mal varlıklarını nasıl Türkiye'ye getirdik anlatalım hepsini metodunu. 
 
Basit şeyler bunlar.
 
Bilen arkadaşlarımızı gönderelim hemen teknik ekiple birlikte gitsinler. Yaptık çünkü.
 
Ve siyasi etik yasasını hemen çıkarın. Siyasi etik yasasını.
 
Varlık Fonu gibi paralel Hazine uygulamalarına derhal son verin.
 
Sözde değil özde şeffaflığa TÜİK hesaplarından başlayın. 
 
TÜİK’in kadrosunu derhal değiştirin ve TÜİK gerçek enflasyonu ne ise onu açıklasın. 
 
Bu ülkeye doğruları söyleyen bir istatistik kurumuna ihtiyaç var. Talimat da gerçeklerin üzerini örten değil. Çıkıp doğruları bağımsız bir şekilde açıklayan bir istatistik kurumuna bu ülkenin ihtiyacı var.
 
Ve şeffaf olmayan yöntemlerle kamu harcaması yapılmasına son verin. 
 
Mali disiplin iddianızda samimiyseniz, bunun yolu “Mali Kural”dır. 
 
“Mali Kural“ uygulamasını hemen hayata geçirin.
 
Tüm kurumları Meclis ve Sayıştay denetimine açın.
 
Doğru hesaptan kaçmaz. Yaptığınız doğruysa niye denetimden kaçıyorsunuz ki.
 
Niye bu kurumlara sayıştayın girmesine izin vermiyorsunuz? 
 
Yaptığınız iş doğruysa gelin bakın deyin. Denetleyin, bizim işimiz sağlam deyin. 
 
Milletin sofrasındaki ekmekten, banyosundaki temizlik malzemelerinden, cebindeki telefondan, artık elinizi çekin.
 
İmar planlarında oynamalar yaparak oluşan rantları kapsamlı ve etkili bir biçimde vergilendirin.
 
Yoksa bu ülkedeki kaynak dağılımını asla düzeltemezsiniz. Kaynaklar verimsiz yerlere gitmeye devam eder. 
 
Olmaz. 
 
Beyana tabi gelir unsurlarının kapsamını genişletip, dolaylı vergilerin ağırlığını azaltın. 
 
Kayıt dışılıkla etkin bir şekilde mücadele ederek, kayıt dışılığı OECD ortalamasının altına indirin ki bu mücadeleden elde edilecek kaynakları toplumun en kırılgan kesimlerini desteklemek için kullandırabilin. 
 
Kamu borçlanmasında ve kamu garantilerinde kur, faiz, likidite, re-finansman ve kredi risklerinin basiretli biçimde yönetimi için daha bağlayıcı ilke ve kurallar getirin.
 
Kural olmayınca olmaz arkadaşlar. Kural olmayınca mümkün değil. 
 
Açık şeffaf, kural bazlı bir yönetim zihniyeti yönetim anlayışı olmadan bu ülkenin sorunlarını çözemezsiniz. 
 
Son olarak tüm bunları yapmak için gün bugündür. Yarına ertelemeyin.
 
Bu milletin artık daha fazla bekleyecek sabrı yok. 
 
Bu ülkenin, bu milletin, daha da derin bir yoksulluğa gömülmesine sebep olmayın.  
 
Bu politikalardan bu sefalet üretecek politikanızdan vazgeçin!
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Sözlerimi 20 Kasım 2020 günü yine bu salonda yaptığım konuşma ile sonlandırmak istiyorum. Bakın ne demişim:
 
“Yangın büyük. Belki söndürmeye çalışıyorsunuz ama geride bir enkaz var. Tedbir almazsanız, yangın tekrar çıkacaktır. 
 
Biz uyarılarımızı ve tavsiyelerimizi, bu ülkede yeniden yangınlar çıkmasın, insanlar yeniden yoksulluğa mahkum olmasın, mevcut kriz daha da derinleşmesin diye açıkça ve samimiyetle söylüyoruz. 
 
Daha önceki uyarılarımıza dikkat etmediğinizde, ülkeyi ne hale düşürdüğünüzü, herhalde artık açık bir şekilde görüyorsunuz.”
 
Tarih Kasım 2020. Temmuz 2023’de değerli arkadaşlar bugün itibariyle yangın maalesef daha da büyük. 
 
Ağır bir yıkım söz konusu. 
 
Sayın Erdoğan 8 Temmuz günü Bayburt’ta 6 Şubat depremlerinin ülkemiz ekonomisine maliyetinin 104 milyar dolar olduğunu söyledi değil mi?
 
Hatırlayalım damat-kayınpeder el ele gizli saklı satılan ilk etapta satılan döviz 130 milyar dolardı.  250’yi de geçti.
 
Yani neredeyse tarihin en büyük depremlerinden birisinin oluşturduğu hasardan daha büyük bir yıkım yanlış ekonomi politikasıyla bir ülkede gerçekleştirilebiliyor. 
 
Tüm bu tablodan anladığımız, Sayın Erdoğan’ın 2017’den beri süregiden yönetiminin ekonomimizde oluşturduğu yıkımın bedeli, tarihimizin en ağır depremlerinden daha büyük.
 
Değerli arkadaşlar hükumet daha yolun başında. Şurada 1 buçuk ay oldu. Her zaman ama her zaman hatalardan geri dönmek mümkündür. 
 
Önemli olan açıkça biz hata yaptık evet bunlar yanlış oldu deyip hatadan dönmeyi ve doğruları yapma erdemini gösterebilmektir. 
 
Bugün ben burada bu toplantıyı niçin yapıyorum derseniz bir, durum acilleşti. Sorunları tespit etmek ve teşhis etmek için şu anda kritik bir dönemece geldik. İki, yanlışlardan dönmek için ve doğruları yapmak için hükumetin vakti var. 
 
Reçeteler de burada. Bilmiyorlarsa açıp bakabilirler. 
 
Burada bir ekonomi programının ötesinde çok daha kapsamlı bir hazırlık var. 
 
Burada bir 5 yıllık kalkınma planından çok daha derin bir çalışma var. 
 
Bunu sadace bizim DEVA Partili arkadaşlarımız oturup hazırlamadı ki Türkiye’de konuyu en iyi bilen o konunun uzmanı kim var kim yoksa hepsinin katkısı var hepsinin... 
 
Mesele hukuksa var, eğitimse var, sağlıksa var, dış politikaysa var. 
 
Biz evet DEVA Partisi olarak bu çalışmaları kordine ettik. Yayınladık ama içerik tam bir Türkiye içeriği. 
 
Siyasi görüşü ne olursa olsun bu ülkeyi seven bu ülke için her türlü fedakarlığa hazır bir ekibin oluşturduğu çalışmalar bunlar. 
 
Yol yakınken istifade edin diyorum yol yakınken bakın ki hatalardan ülkemiz dönsün ülkemiz doğru politikalarla yönetilsin. 
 
Değerli arkadaşlar sözlerime burada son verirken, değerli basın mensubu arkadaşlarımızın bugünkü gündemimizle ilgili soruları varsa o sorulara da cevap vermeyi arzu ederim. 
 
Çok teşekkür ediyorum.
 
 
 
 
26 Haziran 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kurban Bayramı Mesajı

Ali Babacan Kurban Bayramı Mesajı


Ülkemizin her bir köşesindeki,

Dünyanın dört bir yanındaki saygıdeğer vatandaşlarım;

DEVA teşkilatının çok değerli mensupları, kıymetli yol arkadaşlarım;

Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, bayramın ülkemiz için, İslam Alemi için ve tüm insanlık için hayırlı gelişmelere vesile olmasını temenni ediyorum.

Yarın arife günü. Tüm hacı adaylarının Arafat vakfesinde yapacakları duaların ve hac ibadetlerinin kabul olmasını diliyorum.

Bayramlar; paylaşmanın, dayanışmanın, yardımlaşmanın zamanıdır.

Bayramlar; birbirimize ulaşmanın, kucaklaşmanın, barışmanın zamanıdır.

Bayramlar; kaybettiğimiz sevdiklerimizi hatırlamanın, şükrün ve muhasebenin zamanıdır.

Tüm bu duygularla, Kurban Bayramı’nı huzurla ve sağlıkla geçirmemizi temenni ediyorum.

*****

Değerli vatandaşlarım;

Bundan 1 ay önce genel seçimlerle ilgili takvimi tamamladık.

28 Mayıs gecesi yaptığım ilk açıklamada, seçim sonuçlarını çalışma arkadaşlarımla beraber kapsamlı bir şekilde değerlendireceğimizi söylemiştim.

Evet; 28 Mayıs’tan bu yana partimizin tüm kademelerinde seçim sonuçları üzerinde titizlikle çalışıyoruz.

Son 1 ay içerisinde Genel Merkez Yönetim Kurulumuzu iki kez yüz yüze, bir kez dijital ortamda topladık.

Kurucu arkadaşlarımızla küçük gruplar halinde değerlendirmeler yaptık.

İl başkanlarımızla dijital ortamda toplandık. Her ilimizde, il yönetimleri ve ilçe başkanları ile yapılan değerlendirmelerin raporlarını aldık.

Önümüzdeki süreçte partimizin çalışmalarını hangi alanlara yoğunlaştırmamız gerektiğini, hatalarımızı, eksiklerimizi masaya yatırdık.

Bayramdan hemen sonraki hafta il başkanlarımızla gruplar halinde 3 gün sürecek kapsamlı toplantılar yapacağız.

Yerel seçimler ve sonrasıyla ilgili hazırlıklarımızı, partimizin yetkili organlarında detaylı bir şekilde değerlendirmeye devam edeceğiz.

15 milletvekilimiz ve tüm genel merkez kurul üyelerimizle beraber 81 ilimizi, 922 ilçemizi adım adım tarayacağız.

Hem vatandaşlarımızı dinleyeceğiz hem de güzel ülkemiz için yaptığımız çalışmaları milletimize anlatacağız.

*****

Bir hususun da özellikle altını çizmek istiyorum.

2017’deki Anayasa değişikliğinden bu yana, seçimleri kazanmak için partiler arası ittifaklar ve iş birliği modelleri önem kazandı.

Partimiz de 6 partili bir ittifak modeliyle seçimlere girdi. Anayasa metninden, ortak politikalar metnine kadar, siyasi tarihimizde hiçbir seçimin öncesinde görülmemiş bir hazırlığın altına imzamızı attık.

Bu belgeler tam bir bilgi hazinesidir. Alın teridir, göz nurudur, akıl teridir.

Öte yandan, seçim tarihi yaklaşırken yapılan analizlerde şunu gördük: 6 parti kendi listesiyle seçime girdiğinde, ittifakımız mecliste çoğunluğu sağlayamıyordu. D’Hondt sistemi, ittifak içindeki partileri daha da yakınlaşmaya zorluyordu.

İşte o anda bizim için çok zor olan bir kararı verdik ve seçime ortak listelerle girdik.

6 partiyle yaşadığımız tüm bu süreçte, sık sık şu ikilemi yaşadık: “Milletimizin menfaati mi, partimizin menfaati mi?”

Ve ne zaman bu ikilemi yaşasak, tercihimizi hep milletimizden yana kullandık. Kazanan Türkiye olsun dedik.

Bedeli ne olursa olsun, özgürlük, adalet, hukuk ve demokrasiden yana sağlam duruşumuzu asla bozmadık.

Sonuçta, kendilerine ulaşıp da ikna edebildiğimiz vatandaşlarımızın oranı %48 oldu.

Evet, seçimleri kaybettik. Ancak bizim Türkiye’yi kaybetmeye tahammülümüz yok.

İşte tam da bu nedenle biz buradayız ve dimdik ayaktayız.

*****

Değerli vatandaşlarım,

Biz; sandıktan kendi payımıza ne çıktığının farkındayız.

Seçimin ardından üzerimize düşen sorumluluğun da farkındayız.

Vatandaşlarımız bu seçimlerde, DEVA Partisi’ne “demokratik denetim” yapma görevini vermiştir. Bu görevi en iyi şekilde yapacağız.

Her zaman söylediğim gibi; biz alışılageldik siyasi partiler gibi olmayacağız.

Asla çizgimizden şaşmayacağız.

Doğruya doğru demekten de gocunmayacağız.

“Vay efendim iktidara destek olmuşlar” falan filan…

Biz milletimizin hayrına olan her şeyi açık yüreklilikle destekleyeceğiz.

Şunun da bir kere daha altını kalınca çizeyim; bu ülkenin en etkili muhalefet partisi de biz olacağız.

Hatalı gördüğümüz ne varsa söyleyeceğiz. Hatalardan, yanlışlardan dönülmesi için canla başla mücadele edeceğiz.

Haksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında yüksek sesle haykıracağız.

Üstelik, artık Meclis çatısı altında güçlü varlığımızla daha da etkin bir muhalefet ortaya koyacağız.

Eksik ne varsa tamamlanması için, somut önerilerimizi paylaşmaya devam edeceğiz.

Partimizi kurduğumuz ilk günden bu yana, nasıl ki hem sorunları tespit edip hem de eylem planlarıyla çözüm önerilerimizi net ve somut bir şekilde ilan ettiysek, yine aynı şekilde çalışmaya devam edeceğiz.

Milletimizin huzuru ve zenginliği için var gücümüzle çalışacağız.

Çok çalışacağız, daha çok çalışacağız.

*****

Şimdi değerli yol arkadaşlarıma seslenmek istiyorum;

Tüm bu süreç sonunda bir kere daha göğsümü gere gere DEVA Partisi’nin kurucularından olduğum için onur duyduğumu belirtmek istiyorum.

Seçim döneminde yorulmadan, büyük bir azimle 81 ilimizde, 700’ü aşkın ilçemizde aktif bir şekilde sahada yer alan DEVA’lıların arkadaşı olmaktan onur duyuyorum.

Seçimin ardından yapılan tüm haksız saldırılara göğüs geren, hepsini büyük bir olgunlukla sineye çeken yol arkadaşlarımla çalışmaktan gurur duyuyorum.

Biz, büyük ve güçlü bir aile olduk. İyi ki DEVA Partisini kurduk. İyi ki mücadelemizi tüm ülke sathına yaydık.

Sağ olun, var olun.

Bakın, özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.

Eğer biz 9 Mart 2020 tarihinde DEVA Partisi’nin kurmamış olsaydık, Mayıs seçimlerinden sonra ülkemizin şu andaki haline bakar, siyasetin geldiği noktayı değerlendirir ve derhal bugün DEVA Partisi’ni kurma kararı alır, kollarımızı sıvar ve hemen çalışmaya başlardık.

Bundan sonra; çok daha büyük bir azimle, çok daha güçlü şekilde, ülkemizin dört bir köşesinde aynı coşkuyla çalışmaya devam edeceğiz.

Unutmayalım; medyanın baskı altında tutulduğu, sivil toplumun sindirildiği, adaletin ayaklar altına alındığı, yoksulun daha yoksul olduğu bir Türkiye’de DEVA Partisine her zamankinden daha çok ihtiyaç olacak.

Çünkü bu iktidar, hukukun üstünlüğüne saygı göstermeyecek. Bu iktidarın kurumların güçlendirilmesi diye bir derdi olmayacak. Bu iktidar şeffaf, hesap vermeye hazır, kural bazlı bir yönetim anlayışını hiçbir zaman benimsemeyecek.

Çünkü Sayın Erdoğan’ın zihin dünyasında bu kavramların yeri yok.

Bu iktidar iş başında olduğu sürece, ülkemiz içine düştüğü orta gelir tuzağından asla kurtulamayacak.

*****

Değerli vatandaşlarım;

Her ne kadar ülkenin Cumhurbaşkanı, seçim gecesi ve ardından yaptığı bazı konuşmalarda topluma öfke, nefret ve hiddet mesajları iletse de…

Bizim hayalimizdeki Türkiye birilerinin kazandığı, birilerinin kaybettiği bir ülke değildir.

Biz var gücümüzle 85 milyonun birlikteliğini sağlamak, güçlü millet olmanın sorumluluğunu yerine getirmek için buradayız.

Umutsuzluğa yer yok.

Hiçbir zaman uzlaşıdan, istişareden, ortak akıldan, birlikte çalışma kültüründen vazgeçmeyeceğiz.

Diğer siyasi partilerle olan diyalog ve iş birliği zeminini her zaman sıcak ve güçlü tutacağız.

Doğru yoldan şaşmayacağız.

Biz, Ferhat’ın dağları delmesi kadar zor ve uzun bir işimiz olduğunun gayet iyi farkındayız.

Tam demokrasiye olan sevdamızdan asla vazgeçmeyeceğiz.

Hiçbir güçlük bizi yıldıramayacak.

Partimiz, tam demokrasinin “mihenk taşı” olmaya devam edecek.

85 milyonun her birinin bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşı olması için mücadeleye devam edeceğiz.

Demokrasi için, adalet için, hukukun üstünlüğü için, hak ve özgürlükler için başlattığımız bu mücadeleyi sonuna kadar kararlılıkla sürdüreceğiz.

Korkmayacağız, yılmayacağız.

İdeallerimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Unutmayın; bizim gücümüz haklılığımızdır. Haklı olmanın verdiği güçle dimdik ayakta duracağız.

Biz tarihin doğru tarafında yer aldık. En ufak bir şüphemiz yok.

Hakça mücadele ettik.

Unutmayın, ticarette de siyasette de “helalinden kazanmak” diye bir tabir vardır.

Nedir helalinden kazanmak?

Helalinden kazanmak, doğruyu söyleyerek kazanmaktır.

Helalinden kazanmak, kimseyi aldatmamaktır.

Montaj videolarla, iftiralara, yalanlarla seçim kazanmak, “helalinden kazanmak” değildir.

Kamu malını, kamu imkanlarını, 86 milyonun hakkını sadece kendisi için, kendi partisi için kullanarak seçim kazanmak, helalinden kazanmak değildir.

Devletin, milletin sahip olduğu basın yayın organlarını neredeyse tamamen kendisine tahsis ederek, kamu kurumlarını seçime alet ederek seçim kazanmak, helalinden kazanmak değildir.

Seçimlerden hemen önce meydanlarda, “Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselemez. Faiz devamlı düşecektir” deyip, seçimlerden hemen sonra faiz artırmak, helalinden kazanmak değildir.

Kısacası, kul hakkına girerek seçim kazanmak, helalinden kazanmak değildir.

Biz ise tertemiz bir seçim kampanyası yürüttük.

Konuşunca doğruyu söyledik. Yapamayacağımız hiçbir söz vermedik.

Şimdi ise, partimiz kuruldu kurulalı dosdoğru çalışmış olmanın verdiği huzurla yeniden milletimizin karşınızdayız.

Bizim kimseye en ufak bir borcumuz yok.

Hiç kimseyi aldatmadık. Hep doğruları söyledik.

Kazandığımız her şeyi de anamızın ak sütü gibi helalinden kazandık.

Bugün, seçimi helalinden kazanmış başı dik, alnı açık 15 milletvekilimiz var.

Seçim kampanyası boyunca kimseyi aldatmayan, yalan söylemeyen, iftira atmayan, kul hakkına girmeyen, kamu malını kullanmayan, dosdoğru çalışan güçlü bir teşkilatımız var.

Evet, seçimi kazanamadık. Bunun için gereken öz eleştiriyi de muhasebeyi de yapmaktan kaçınmıyoruz, kaçınmayacağız.

Ancak şunu gönül rahatlığıyla ifade ediyorum ki, biz hiç kimsenin hakkını yemedik.

Bunun içindir ki, içimiz rahaat, gönlümüz ferah.

*****

Bugün, umutsuzlukla yaşayan vatandaşlarımıza da özellikle seslenmek istiyorum.

Maaşına aldığı zam, daha bankadan çekmeden eriyen çalışanlarımıza seslenmek istiyorum.

Hayallerini ülkedeki krize feda eden, kazandığı üniversite için ailesinden uzak kalıp kirasını ödeyemeyen öğrencilere seslenmek istiyorum.

Yaz tatilini dünyadaki akranları gibi keyifle geçirmek yerine, okul harçlığını çıkarmak için çalışarak geçiren gençlere seslenmek istiyorum.

Geçtiğimiz senelerde rahatça aldığı kurbanını bu sene alamayan esnaf kardeşlerime seslenmek istiyorum.

Bayram sofralarını küçülten, baklavadan bile tasarruf etmek zorunda bırakılan emeklilerimize seslenmek istiyorum.

Kendinizi yalnız hissetmeyin. Kendinizi terk edilmiş hissetmeyin.

Biz buradayız. Burada sizler için çalışan, hepiniz için gece gündüz çalışan birileri var. DEVA Partisi var.

Demokrasilerde sandık elbette önemlidir. Ancak hiç şüpheniz olmasın ki, DEVA Partisi iki sandık arasındaki dönemde de özgürlük ve zenginlik için her türlü çabayı göstermeye devam edecektir.

DEVA Partisi, kuruluş felsefesi ve kendine özgü siyasi duruşuyla yoluna devam edecek ve Türkiye’yi saplandığı bu cendereden çıkarmanın mücadelesini verecektir.

Bu ülke bizim, bu ülke hepimizin.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor; bir kez daha Kurban Bayramı vesilesiyle sağlık ve mutluluklar diliyorum.

Kalın sağlıcakla.

 

 

 

28 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Seçim Sonrası Açıklama


28 Mayıs
Seçim Sonrası Açıklama


Kıymetli yol arkadaşlarım,

Ekranları başından ve sosyal medya hesapla