3 Aralık 2025
Ali Babacan 3 Aralık 2025
Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli yöneticileri, milletvekillerimiz,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve bu salonda bizleri izlemekte olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor;
Yeni Yol Grup’unun haftalık grup toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Bugün 3 Aralık, Dünya Engelliler Günü.
Bugün, toplumumuzun önemli bir kesimi için, bir kez daha düşünme, bir kez daha hatırlama günüdür.
Engelli vatandaşlarımız, ne yazık ki sistematik bir ihmalin gölgesinde yaşamlarını sürdürüyorlar.
Eğitimde eşit fırsatlara erişemiyorlar. İstihdamda hak ettikleri yerlere ulaşamıyorlar.
Sağlık hizmetlerinde ise karşılaştıkları zorluklar yaşam kalitelerini düşürüyor.
Şehirlerimiz, yaşadığımız mekanların çoğu engelli erişimine uygun değil maalesef.
Oysa, bu saydıklarımın hepsi, birer “temel hak” meselesi.
Evet: Eğitim, sağlık, istihdam, erişebilmek, ulaşabilmek bunların tamamı insan hakkı meselesidir.
Biz biliyoruz ki:
Engelli bireylerin önündeki engeller, aslında toplumun topyekûn önündeki engellerdir.
Onların yaşamını kolaylaştırmadan, gerçek bir sosyal devletten söz edemeyiz.
Her yaştaki engelli vatandaşımızı, toplumsal hayata bağlayacak bir eğitim sistemi kurmak zorundayız.
Her engelli vatandaşımızın sahip olduğu becerileri, çalışma hayatında değerlendirmek zorundayız.
Bakın, engellilerimiz için kanunla belirlenen yüzde 3 istihdam şartı var. Bunu hepiniz biliyorsunuzdur sanırım.
İktidar, özel sektörü bu kanunla zorluyor. Belli sayının üzerinde çalışanı olan şirketler engelli istihdam etmek zorunda ve bunu uygulamayanlara da ciddi cezalar var.
Ancak devlet kurumlarında bu kurala uyuluyor mu? Hayır.
Vatandaşlarımızla konuşuyoruz. Bize dert yanıyorlar.
“Sınavları kazandık, notlarımız da yüksek… Ama bir türlü sıra bize gelmiyor” diyorlar.
Kamu kuruluşlarındaki bu yüzde 3 kontenjan çoğu kurumda doldurulmamış durumda.
Ben buradan açıkça söylüyorum: Kanunun gereğini yerine getirin!
Devlet önce kendi kanununa uyacak ki, sonra özel sektör ve toplumla birlikte engellilerin hakkını güvence altına alacak.
Biz bu garabete son vereceğiz.
Çok iyi biliyoruz ki; özgür ve zengin Türkiye’nin yolu, sosyal adaleti sağlamaktan geçiyor.
Sosyal adalet mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz arkadaşlar.
“Yardım eden değil, yardımcı olan devlet” anlayışıyla hareket edeceğiz.
Ve hep birlikte başaracağız inşallah.
Engelsiz Türkiye’yi birlikte inşa edeceğiz.
Bu vesileyle, TBMM çatısı altında Engelli Bireylerin Sorunlarını Araştırma Komisyonu’nun kurulmasına vesile olan ve bu komisyona önemli katkılar sunan milletvekillerimiz Elif Esen ve İrfan Karatutlu’ya teşekkür etmek istiyorum.
Meclis’te ender rastlanan bir şekilde, bizim önergemizin, iktidarın uğradığı bir oylama kazasıyla kabul edildi ve komisyon öyle kuruldu.
Bu oylama Mecliste yeterli sayıda milletvekilleri olmadığı için, engelleyemedikleri için bu komisyon kurulmuş oldu ve böylesine de hayırlı bir çalışmaya vesile oldu.
Bu komisyonlarda çalışmalarında başarılar diliyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Geçtiğimiz Pazartesi günü 2026 bütçesinin Komisyon görüşmeleri tamamlandı.
Önümüzdeki Pazartesi gününden itibaren Genel Kurul 14 gün boyunca, kesintisiz bir biçimde bütçeyi görüşecek.
Bütçedeki ödenmesi planlanan faiz rakamlarına şöyle bir bakalım…
İşte o zaman, hükümetin kimin derdiyle dertlendiğini açıkça bir şekilde görürsünüz.
Faiz lobileriyle mi dertleniyorlar;
Yoksa fakir fukaranın, garip gurebanın derdiyle mi dertleniyorlar?
2025 bütçesinde 2 trilyon 53 milyar olan faiz ödemeleri, 2026 bütçesinde 2 trilyon 742 milyar liraya çıkartıldı.
Yıllara sair faiz ödemelerine şöyle bir bakalım Allah aşkına.
[Grafik-7]
Bakın, burada yıl yıl son 20 yılın faiz ödemeleri görünüyor.
Şöyle baktığınızda yıllar boyu neredeyse grafikte göremeyeceğiniz kadar düşük faiz ödemeleri varken bütçede, ki bu Türkiye ekonomisinin en parlak olduğu dönemlerdir. Daha sonra partili taraflı cumhurbaşkanının göreve gelmesiyle, 2017’deki sistem değişikliğinden sonra ve Merkez Bankası'nın bağımsızlığı elinden alındıktan sonra faiz ödemeleri hızla artmaya başlıyor.
Ve geldiğimiz noktada bakın, bu yıl 2 trilyon. Gelecek yıl 2 trilyon 700 milyarlık bir faiz ödeneği var.
Peki, bu 2 trilyon 700 milyarlık faiz ödeneğine karşı bütçede sosyal yardımlara ne kadarlık bir rakam ayrılmış, 2026 bütçesinde? Sadece 917 milyar.
Yani sosyal yardımların tam üç misli faiz ödeneği var bu 2026'nın bütçesinde.
Başka bir ifadeyle, toplumun yardıma muhtaç en yoksul kesimlerine ayrılan ödenek, zaten parası olup faize yatıranlara ödenecek rakamın sadece 3’te biri.
Ülkemiz, sosyal devlet olmaktan her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor.
Yoksulluk arttı, fakir fukaralık diz boyu.
Emeklimiz, asgari ücretlimiz sadakaya, fitreye muhtaç oldu.
Diyanet'in fetvası var biliyorsunuz bu konuda “verilebilir” diye.
“Kiramızı ödeyemez haldeyiz!” diyorlar; sokağa atılmaktan korkuyorlar.
Ülkemizin yarınları, tutulmayan vaatlerle kararıyor.
Milletimizin umudu, yıllardır ertelenen sözlerle tüketiliyor.
Ve bugün Türkiye, refah yolunda ilerlemek yerine; giderek daralan bir darboğazın içinde sürükleniyor.
Dar ve sabit gelirli milyonlar, enflasyonun ağır yükü altında ezildi, ezdirildi.
Gelir adaletsizliği tarihinde görülmemiş seviyelere ulaştı.
Türkiye; üç kuruşla hayatta kalmaya çalışanların ülkesi oldu.
Koskoca ülke adeta Survivor setine döndü.
Bu tablo bizi kahrediyor.
Çarşıya, pazara, markete, manava gittiğimizde, sebze meyvenin kiloyla değil artık taneyle satıldığını görüyoruz.
Bir zamanların bolluk ülkesi, oldu yokluk ülkesi.
Her gün ama her gün, insanımızın onurunu, haysiyetini ayaklar altına alan bir durumla karşı karşıyayız.
Orta direğin yok oldu arkadaşlar. Rahmetli Özal'ın bir dönem çok önemsediği orta direk artık tamamen çöktü.
Yoksul insanların oylarıyla ayakta kalabileceğine inanan bir iktidarla şu anda biz mücadele ediyoruz.
Yoksullaşan halkı kendine bağımlı kılmaya çalışan, vatandaşın başını kaldırmasına bile imkân vermeyen, bu ortamdan siyasi nema elde etmeye çalışanlarla biz şu anda bir mücadele veriyoruz.
Emekli maaşlarının geldiği şu duruma bir bakın:
Açlık sınırı, TÜRK-İŞ'in rakamı bu: Kasım ayında 29.828 TL
En düşük emekli maaşı: 16.881 TL
[Grafik-12]
Şu aradaki makasa bir bakın arkadaşlar, aradaki makasa; Açlık sınırı nasıl artıp gidiyor? Ve emekli maaşlarımız, asgari emekli maaşımız nerede? Neredeyse açlık sınırı asgari emekli maaşının iki katına çıkmış durumda.
Açlık sınırının yarısı bile maaş alamıyor emeklilerimizin kahir ekseriyeti.
Türkiye'de şu anda 16 milyondan fazla emeklimiz var, ama maaşı 25 bin liranın üzerinde olan sadece 640 bin kişi var arkadaşlar bakın. Sadece 640 bin emeklimizin maaşı 25 binin üzerinde.
Durum gerçekten içler acısı.
Yıl sonu yaklaşırken, asgari ücret hesapları da artık gündemde.
Daha rakam masaya gelmeden hedefler, projeksiyonlar şöyle açtığınızda televizyonları, internet sitelerinde artık sürekli asgari ücret konuşuluyor ve rakamlar havada uçuşuyor.
Söyledik, söylüyoruz:
Bakın bu yılın başında, 2025 başında asgari ücret ilk defa “gerçekleşen”, insanların yaşadığı enflasyon oranında değil, “beklenen” enflasyon oranına göre belirlendi.
Beklenen enflasyon dediğimiz, iktidardakilerin yazdığı bir rakam. Tahmin olarak ortaya koyduğu bir beklenti sadece.
İşçimizin enflasyondan doğan hakkı %45 civarındayken, bu sene başında sadece %30 bir artış yapıldı asgari ücrette.
Asgari ücretlimizin geçen seneden %15’lik bir alacağı var.
Bunu bir kenara yazın.
Az önce açıklanan Kasım enflasyonundan sonra artık kesinleşti, bu yılın enflasyonu da %30’un üstünde olacak.
“Enflasyon %30 küsur” diyorlar ama bakıyorsunuz konut enflasyonu %50, eğitimde %66 bugün açıklanan rakamlar.
Geçen seneden 15 alacak var mı? İşçimizin alacağı var. Bu sene de enflasyon %30 civarında bitecek mi? 30.
15’e 30’u ekleyin. Kaç etti? 45.
Pazartesi günü açıklandı. “Ekonomi %3,7 büyüdü” diyorlar.
E büyümeden de demek ki; asgari ücretlimizin bir refah payı var. %5’te en azından oradan bir refah payı gelmesi lazım asgari ücretlimize.
45’e, 5 de refah payını ekleyin, 50. Hesap çok basit.
Geçen seneden alacak 15. Bu senenin enflasyonu 30, 5’te refah payı, %50 ediyor. Bunun haricinde yapılan her hesap kul hakkı doğurur arkadaşlar.
Yani, asgari ücretteki artışın en az %50 olması lazım.
Çok basit hesap.
%50’den az bir artış, hakka da vicdana da sığmaz.
Şunu da vurgulamak isterim ki, bu yüzde 50 hesabı TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarından hareket ederek yapılmış bir hesap.
Peki, TÜİK'in rakamlarına güveniyor muyuz? Hayır.
Çünkü TÜİK artık şeffaf değil. Eskiden açıkladığı ürün fiyatlarını TÜİK artık açıklamıyor.
“Enflasyon rakamı budur, isterseniz inanın” diyor.
Biz ne diyoruz?
“Doğru hesaptan kaçmaz. Hesabına güveniyorsan, ürün fiyatlarını açıkla, insanlardan saklama” diyoruz.
Yıllardır TÜİK çarşı pazarın fiyatını açıklarken, ona göre enflasyonu hesap ederken, niye şimdi çarşı pazar fiyatını açıklamıyor?
Diyor ki “Enflasyon bu, inanın”.
E bütün emekli zamları buna göre veriliyor. Memur maaşları buna göre belirleniyor. Asgari ücret buna göre hesaplanıyor.
Milyonlarca insanın hakkı olan bir rakamın nasıl hesaplandığını gizlemek bu devlete de TÜİK'e de Türkiye Cumhuriyeti'ne de yakışmıyor.
Bir başka önemli konu da değerli arkadaşlar, asgari ücretle ilgili Temmuz ara zammı.
Bakın, bu ülkede enflasyonun çok düşük olduğu yıllarda bile 1 Temmuz’da mutlaka bir ara zam verilmiştir. 2025'te bu ara zam da verilmedi.
Unutturulmaya çalışılıyor.
[Grafik-11]
Bakın ara zam, ara zam da verilmediği için açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki fark nasıl açılmış durumda, şu hale bakın.
Yılbaşı’nda artıkları asgari ücret ancak kıl payı açlık sınırını yakalamış iken, hemen ocak ayından itibaren makas oluşmaya başladı. Ve açlık sınırı şu anda 30 bine yaklaşmış iken asgari ücret 22 bin. Halbuki temmuzda verilecek ara zamla bu makasın tekrar kapatılması gerekirdi. Yapmadılar.
O kadar söyledik. Yahu enflasyonun %6-7’ye düştüğü yıllarda biz bu ara zammını veriyorduk da enflasyonun %40 olduğu 30 olduğu yıllarda siz nasıl ara zam vermezsiniz ya?
Nasıl 12 ay boyunca sabit bir ücretle insanların geçinmesini beklersiniz?
%50 zam yapılsa bile arkadaşlar bakın, dönelim şuraya, %50 zam bile ne oluyor biliyor musunuz? Ancak açlık sınırını yakalıyor. %50 zam.
Peki diyeceksiniz ki ne oluyor? Niye bu hesap böyle?
Çünkü bu açlık sınırını TÜRK-İŞ hesap ediyor ama TÜFE'yi TÜİK hesap ediyor.
TÜRK-İŞ'in açlık sınırı hesabıyla TÜİK'in enflasyon hesabı arasında da fark var.
Onun için %50 TÜİK hesaplı zam bile açlık sınırını zor yakalıyor.
[Grafik-11]
Hesap kitap kalmadı arkadaşlar inanın berbat ettiler.
Bu büyük ve güzel ülkenin ekonomisini mahvettiler ve memlekette orta direk çöktü.
Orta sınıf kalmadı.
Bakın, şu anda Türkiye'deki servet dağılımı berbat bir duruma geldi.
Nüfusun yüzde 1’i arkadaşlar, en zengin yüzde 1’i; Türkiye'deki bütün servetin yüzde 40’ına sahip. Düşünebiliyor musunuz?
En fakir yüzde 50, toplam servetin sadece yüzde 4’üne sahip. Rakamlar ortada.
Arka arkaya, arka arkaya yıllar boyu bu yüksek faiz politikası Türkiye'deki servet dağılımı bozdu.
Bu haksızlık, adaletsizlik, servet dağılımını bozdu.
Haksız kazanç, yolsuzluk, hırsızlık; o menfaat şebekesi, gelir dağılımını, servet dağılımını bozdu bu ülkede.
Gerçekten yazık oluyor bu güzel ülkenin insanlarına.
Hep söylüyorum, tekrar edeceğim:
En tepedeki %5’in zenginleşmesi için, geri kalan %95’ten fedakârlık bekleyemezsiniz!
TÜİK'in kendi rakamı, kendi rakamı son yıllarda Türkiye'de geliri artan sadece %5. %95’in geliri ya sabit ya düşmüş.
Büyüme dedikleri sadece %5’e yarayan bir büyüme. Öyle bir ekonomik model uyguluyorlar şu anda. Geriye kalan %95’in büyümeden aldığı bir pay, bir istifade yok.
Adalet duygumuzu yok edip bu ülkenin ekonomiyi düzeltemezsiniz!
Elinizi vicdanınıza koyacaksınız, asgari ücrete öyle karar vereceksiniz!
Tabii ki burada işverenlerin durumunu da düşünmemiz lazım.
İşverenler de perişan.
Sanayi artık üretmiyor, ihraç edemiyor.
Tesisler tek tek kapanmaya başladı.
Yüksek faiz, bu Merkez Bankasına yersiz müdahale yüzünden bu patlayan faizler sanayicimizi, KOBİ’mizi, esnafımızı da çok kötü vurdu. Onlar da artan maliyetlerden çok şikayetçi.
Dedim ya, bütün dengeler altüst olmuş durumda.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi pazartesi günü bir garabete daha şahit olduk. Plan Bütçe Komisyonu'nda pat diye bir önerge verdiler. Belli sayıda kamu görevlisinin maaşlarına zam yapıverdiler.
Peki bu maaş zammını kim aldı diye bakıyoruz. Ağırlıklı olarak ekonomi yönetimindeki bürokrasi.
Ya ayıp denen bir şey var ya.
Sen ekonominin başında ol, yöneten heyet olarak ve plan bütçeye son dakikada kendi maaşını artıracak bir önerge getir. Bu hak mı ya?
Bütçeyi hazırlayanlar kendi maaşlarını son dakikada artırıyorlar. Hesap bu bakın.
Bu tamamen plansızlık, savrukluk, adaletsizlik.
Artış bekleyen bir sürü gruplar var. Akademisyenler, hekimler, hepsinden talep geliyor bize.
Topyekûn bir düzenleme olmadan, kamuda maaş adaletini sağlayan topyekûn bir düzenleme olmadan, çalışanla emekli arasındaki maaş dengesini korumadan yapılan her iş, atılan her adım adaletsizliği bozar. Başka da hiçbir işe yaramaz.
Bakın arkadaşlar,
Enflasyonla mücadele 3 ayrı politika alanında eşgüdümlü adımlarla ancak olur.
Bunlar ne yaptı şimdiye kadar?
Enflasyona, bir sefer enflasyon, kendi patlattıkları enflasyon ha. Başkası getirir de memleketin başına enflasyonu sarmadı. Kendi elleriyle patlattılar enflasyonu.
Ne zaman yaptılar bunu? O 2018-2023 yılları arasında Damadın ekonominin başında olduğu dönemlerde. Daha sonra gelenleri saymıyorum. Ağırlıklı o dönemdir enflasyonun patlaması.
Enflasyonu patlattılar. Sonra tuttular, 2023'ten sonra yeni bir ekonomi yönetimini işin başına getirdiler.
Ne yapıyor bunlar?
Faizi artırayım, vergileri artırayım, maaşları bastırayım;
Enflasyon düşsün diye bekleyeyim.
Üç yıl oldu ya, düşmüyor. A %30.
Biz zamanında 34 yıllık enflasyonu, yüksek enflasyonu 2 yılda tek haneye indirdik. Tam 12 yılda tek hanede tuttuk. Yapamıyorlar şimdi.
Yapamazlar.
Çünkü hani kamunun tasarrufu? Hani ihale kanunu? Hani sektörler bazında yapısal dönüşüm? Hiçbiri yok.
Gerçekten enflasyonla mücadele etmek istiyorsanız yolu bellidir.
Kemer sıkmak istiyorsanız bunu işçiden, memurdan, emekliden değil; önce devletin harcamalarından başlatın. Enflasyon öyle düştü bu ülkede.
İhalelerdeki savrukluğu bitirin.
Devletin kaynaklarını verimsiz projelere gömmeyin.
Kamuya yük olan lüksten feragat edin.
Orta direği çökertmeyen, adaletli bir yük paylaşımı kurun ve mutlaka sağlam, adil bir vergi sistemini getirin.
Gerçekleşmiş enflasyon orada dururken, insanların cebini yakarken, tutup da ileriye doğru yazdığınız bir enflasyon rakamı kadar insanlara zam verip “işte bununla yaşayacaksınız” demeyin.
Bu adaletsizliktir.
Yapılan, üretilmiş bazı rakamlarla toplumsal gerçeğin üzerini örtmeye çalışmayın.
İnsanların ömründen ömür, cebinden para çalmaktır; kul hakkına girmektir kul hakkına.
Emeğiyle, alın teriyle yaşayan milyonlar artık bu masalları dinlemek istemiyor.
O yüzden söylediğimiz net: Asgari ücret, hedeflenen değil gerçekleşen enflasyona göre belirlenmelidir, büyümeden refah payı verilmelidir, Temmuz’da ara zam yapılmalıdır.
Nokta.
Gerisi laf kalabalığıdır.
Gerisi milleti oyalamaktır, başka bir şey değildir.
Değerli arkadaşlarım,
Ne dedik? Geri adım yok!
Milletimizin yüzü gülene kadar;
İnsanımız refaha erene kadar;
Bu yozlaşmış zihniyetten kurtulana kadar; geri adım yok!
Biz bu adaletsizliğe son vereceğiz.
Bizim kitabımızda “Altta kalanın canı çıksın” diye bir şey yok.
Türkiye, sahip olduğu imkanlarla, bu yoksulluk girdabını hızla tersine çevirebilecek güce sahiptir.
Hedefimiz, Türkiye’de tek bir ailenin bile yoksulluğun pençesine düşmemesidir.
Bu nedenle, yoksul yurttaşlarımıza “asgari gelir desteği” sağlama sözünü verdik.
Bu sözümüzün de arkasındayız.
Asgari gelir desteği ne demektir?
Parti programımızda da yer aldığı gibi aile bazlı, vatandaşlarımızın gelir ve geçim durumunu baz alıp, bu geliri asgari bir seviyeye tamamlayacak farkın devlet tarafından ödenmesidir.
Bakın ne yapacağız:
Çok basit, bir ailede kaç kişi var? O ailenin minimum geçinmesi için asgari gelir ihtiyacı ne kadar? Bunu yazacağız bir kenara.
Peki, bu aileye toplam ne kadarlık bir gelir giriyor?
Onu da toplayacağız, yazacağız bir kenara.
Aradaki farkı devlet karşılayacak arkadaşlar.
Yani ihtiyaç olan rakamla mevcut gelir arasındaki farkı devlet kapatacak.
“Asgari gelir desteği” sistemi bu.
Şimdi bakıyoruz başka partilerden, başka isimlerle ama aynı proje gündeme getiriliyor. Ana Muhalefet Partisinin son programına da baktım. Nihayetinde bu projeye yer vermişler ama başka bir isimle vermişler.
Tescil patent falan derdinde de değiliz. Hiç önemli değil. Yeter ki herkes millete hizmet için bir şeyler yapsın. Önemli olan bu.
Ama biz hazırız.
Kısacası vatandaşlarımızın yoksulluğa, sefalete, terk edildi bir Türkiye'ye razı olmayacağız ve inşallah az kaldı, sağlam adımlarla Türkiye'yi bir bu kâbustan inşallah hızla uyandıracağız, iyileştireceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Pazartesi günü 2025 yılı üçüncü çeyrek büyüme oranı açıklandı: %3,7.
Ama bu büyüme rakamlarıyla ilgili hemen hemen tek bir olumlu haber aslında savunma sanayimizden geliyor.
Biliyorsunuz Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü, bu Stockholm başka Stockholm ha, karıştırmayın. Bugünlerde tartışılan başka bir şey var. O değil.
Bu, Stockholm Araştırma Enstitüsü'nün ilk 100 savunma sanayi şirketi içerisine, Avrupa'daki en büyük 100 savunma sanayi içerisine 5 Türk firması girdi.
Gerçekten gurur duyuyoruz.
Öte yandan tarım sektörüne baktığımızda da tam %12,7 oranda küçülme var arkadaşlar.
“Türkiye büyüdü” diyorlar ama tarımda neredeyse yüzde %13’e varan bir küçülme var, daralma var.
Geçenlerde büyük bir gıda zincirinin CEO'su açıklama yaptı; “Bu gidişle marketlerde rafa koyacak ürün bulamayacağız, gıda ürünü bulamayacağız Türkiye'de” dedi.
Alarm zilleri çalıyor.
Çünkü Türkiye'nin arkadaşlar bir tarım politikası yok. Türkiye'de ürün bazlı bir planlama yapılmıyor.
İşte Çukurova'da karpuz tarlada sürülmedi mı Sadullah Bey? Sürüldü.
Narenciye, Mersin'de dallarda kalmadı mı? Kaldı.
Süt veren inekler kesilmiyor mu? Ali İhsan Bey. Süt veren inekler kesiliyor.
Şap hastalığı geldi vurdu. Maliyetler artıyor ama destek yetersiz.
Enflasyonun en önemli sebeplerinden birisi bu arkadaşlar. Bakın gıda enflasyonu, gıda OECD'de en yüksek. Niye bu kadar gıda enflasyonu yüksek Türkiye'de?
Asgari ücret yüksek. Emeklinin maaşı çok. Gidiyorlar bol bol alışveriş ediyorlar. O bol para da gıda fiyatlarını yükseltiyor öyle mi?
Ekonomi yönetimindeki kafası böyle çalışıyor.
“Emekli maaşını bastıralım, asgari ücreti bastıralım, bakın fiyatlar düşecek.” Hey yavrum hey! Siz bu ülkeyi anlamamışsınız ya! Bir Türkiye'ye gelin önce.
Önce bir Türkiye'ye dönün. Ayaklarınız bir Türkiye'de yere bassın da ondan sonra bu ülkeni yönetmeye çalışın.
Bakın arkadaşlar, gıda enflasyonunun sebebi işte burada: 2026'nın bütçesi faize ödenen 2 trilyon 742 milyar, 2026 şu anda mecliste görüşülüyor. Tarım desteği 168. Şu farka bakın ya.
Faizi kim alıyor? Parası olan alıyor değil mi?
Parası olana sen 2 trilyon 700 milyar öde. Çiftçiye 168 milyar öde.
E elin çiftçisi devletinden destek alıyor. Niye Türkiye'ye başka ülkelerden sığır geliyor, et geliyor?
Niye mısır ithal ediyoruz, pamuğu ithal ediyoruz?
Çünkü o ülkelerin devletleri çiftçisine destek veriyor. Maliyeti düşürüyor. Onun için ucuz oluyor.
E siz tutup da tarıma destek vermezseniz, maliyetler yükselirse ve yüksek faizle de çiftçi tekrar vurulursa, işte gidip bu ülkeyi ithalata mecbur kılarsınız.
Tarımsal destekler acilen artırılmalı, acilen.
Gübrede, yemde, tohumda, elektrikte, mazotta kayda değer artışlar vermek gerekiyor.
Uygun şartlarda finansman gerekiyor çiftçiye.
Ve değerli arkadaşlar, tarım liseleriyle ki bizim de programımızda bakın tarım liseleriyle gençleri tarımda, toprakta tutmak zorundayız.
Gerekirse toplum yararına çalışma modelleriyle hiçbir ürünü tarlada, dalında bırakmamak zorundayız.
Sulama.
Bakın, İbrahim Bey bizim Genel Başkan Vekilimiz. Biliyorsunuz 11 yıl Hazine Müsteşarlığı yaptı, hesap etti. Dedi ki; 1 trilyon 300 milyar Türkiye'deki bütün sulama projelerini tamamlamak mümkün, diye bir hesap getirdi.
Hatırlatalım, faiz 2 trilyon 700, sadece 1 yılda, Türkiye'deki bütün sulama projeleri, barajlar, göletler, isale hatları, damlama, yağmurlama, topla, topla, topla, topla 1 trilyon 300 tutuyor ya.
2026'da faiz ödenenin yarısıyla Türkiye'deki bütün su sorunu çözülüyor.
Ama iş bilenin, kılıç kuşananın.
İklim değişikliği var, kuraklık var. Her gün alarm zilleri. “Şu ildeki barajlarda su bitti. Şu ildeki barajlarda doluluk oranı %10, %5.”
Çukurova'da iki nehrin aktığı ovada nehirler kuruyor ya.
Çevre ve Su Yönetimi beraber olmadıktan sonra arkadaşlar bu iş düzelmez.
Tuttular, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı inatla, ısrarla bir arada tutuyorlar.
Ya şehircilik dediğin, inşaat demek, rant demek.
O da büyüyor ha ekonomide o da büyüyor. Ama aynı bakanlığa sen çevreyi de verirsen çevre unutulur.
Su işlerinin ayrı yönetilmesi lazım. Ve mutlaka Çevre ve Su İşleri Bakanlığının ayrı bir kurum, güçlü bir kurum olması lazım. Tek bir suyun bile kıymetinin bilindiği bir yönetim sistemi lazım Türkiye'de.
Değerli arkadaşlar;
Bakın dert bitmiyor.
6 Şubat depremleri olalı neredeyse üç yıl oldu.
Bir yılda 650 bin konutu yapacağım diyen Sayın Erdoğan değil miydi?
Üç yıl geçti, daha tamamlanmadı ve bu konutlar çok çok pahalıya mal oldu. Kış, yağmur, çamur var hâlâ insanlar konteynırda.
Ev eşyası sözü verildi değil mi insanlara?
O gün yıkılmak üzere olan ya da hasarlı binalara millet girip de evindeki eşyaları kurtarmaya çalışmasın, diye o günün ilgili bakanı çıktı dedi ki; “merak etmeyin” dedi.” Biz depremzedelere ev eşyası desteği de vereceğiz” dedi. Ses var mı üç yıldır? Tık yok.
Unutuldu. Unutturur zannettiler.
Ama biz burada hatırlatıyoruz. Başlarına başlarına da vuracağız.
Öyle söz verip seçimden önce hatırlayalım, mayıs seçimlerinden önce 2023 söz verip, desteyi alıp cebine koyup ondan sonra verilen sözleri unutmak diye bir şey yok. Bunlar hızlandırmalı ve verilen sözlerde tutulmalı.
Değerli arkadaşlar,
Uzunca bir süredir kamuoyunda büyük bir beklentiye dönüşen 11.Yargı paketi bugün TBMM Adalet Komisyonunda görüşülmeye başlanacak, 14:30’da.
31 Temmuz 2023 tarihinde Covid salgını nedeniyle yapılan yasal düzenlemenin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ve bunun giderilmesi gerektiğini defalarca ifade ettik.
Ancak, bu yargı paketinde de “infazda eşitlik” ilkesini tam anlamıyla sağlayacak bir düzenleme göremedik.
Bu kürsüden bir kez daha iktidara sesleniyorum:
Eğer hakkıyla bir düzenleme yapmak istiyorsanız “Anayasal düzene karşı kalkışma suçu” şöyle bir kenara koyun ama diğer suçlar arasında ayrım yapmayın. “İnfazda eşitliği” böyle sağlayın.
11.Yargı paketinin komisyon ve genel kurul çalışmaları sırasında eksik bırakılan hususları tamamlayın ve başından bu yana dile getirdiğimiz “Cezada adalet, infazda eşitlik” ilkelerini teklifin metnine de ruhuna da hâkim kılın.
Bu yönde atacağınız adımlara arkadaşlarımız destek vereceklerdir.
Öte yandan, hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, infaz yasamızın böyle yamalı bohçaya dönmesinden biz de rahatsızız.
Günü geldiğinde meclisin de bu dönemi bitmeden yeni bir infaz yasası yapmak ve bunu tüm paydaşlarıyla görüşerek meclisten bir uzlaşıyla geçirmek de adaletin, hakkın gereğidir.
Değerli arkadaşlar,
Kış geldi, okullar yeniden açıldı, velileri bir telaş sardı.
Artan fiyatlardan, okula öğrenci göndermenin ne kadar pahalı hale geldiğinden bahsetmiyorum bu sefer.
Gıda enflasyonundan, beslenme çantasına koyulacak bir meyvenin, bir sandviç için kaç para olduğundan da bahsetmiyorum.
Her geçen gün artan kırtasiye maliyetlerinden, servis ücretlerinden, kitap parasından da bahsetmiyorum.
Ama asıl velileri saran şu andaki telaş, karanlık telaşı arkadaşlar.
“Çocuklarım, bu karanlıkta okula nasıl göndereceğim?” “Evladımın güvenliğinden nasıl emin olacağım?” telaşı.
Vatandaşa insanca yaşamı çok görenler;
Zehirlenme endişesi duymadan yiyip içmeyi, kira ödeme endişesi duymadan barınmayı çok görenler;
İnsanlara güneşi de çok görüyor.
İstanbul'da aralık sonunda çocuğunu okula göndermek isteyen bir vatandaşımız, güneşin doğması için aşağı-yukarı saat 8 buçuğu beklemek zorunda.
Ankara'da gün doğumu 8'i geçiyor.
Bakın arkadaşlar,
Zaten güvensiz sokaklarda, çocuklar karanlıkta okula gidiyor;
Bir yanda sokak hayvanlarıyla mücadele ederlerken, diğer yandan “Acaba şu karanlık sokaktan biri çıkar mı” endişesi yaşıyorlar.
Artık bu inada son verin.
Bu da damattan kalan bir uygulamadır.
Bunun da tekrar normale dönmesi lazım.
Türkiye'nin komşu ülkelerde olduğu gibi, özellikle de Avrupa'da olduğu gibi normal bir saat düzene tekrar dönmesi lazım.
Bu ülke sadece sizin çevrenizdekilerden şoförle çocuklarının okulu getirilip götürüldüğü, servisle okullara gidip gelen çocuklardan ibaret değil.
Bu ülkenin milyonlarca evladı toplu ulaşımla, uzun yollar yürüyerek okula gitmesi gerekiyor. Bunu da dikkate alın.
Evet, değerli arkadaşlar,
Şimdi de bu salonda bizlerle olan gençlere seslenmek istiyorum:
(Gençler burada Başkanın yanında sloganları) Siz öndesiniz, biz sizin arkanızdayız.
Eminim çoğunuz buraya bin bir zorlukla geldiniz.
Bazılarınız, ay sonunda cebinde kalan son kuruşu hesaplayarak buraya geldi, farkındayım.
Hoş geldiniz.
Bu ülkenin asıl sahipleri sizlersiniz hoş geldiniz!
Siz buraya arkadaşlar, bir grup toplantısına değil, aslında çalınmış yarınlarınızı aramaya geldiniz.
İktidardakiler, “En değerli varlığımız gençler” dediler, sonra diplomalarınızı değersiz kıldılar.
“Yarınlarımızsınız” dediler, sonra yarınlarınızı elinizden aldılar.
En verimli çağınızda sizi kendi kavgalarının kurbanı ettiler.
Biz ise hazırız.
Size, “amcasının şirketini”, “dayısının koltuğunu” değil; kendi kurduğunuz finansal özgürlüğü vaat ediyoruz.
“KYK yurdunda sıra beklemeyi” değil; ihtiyacı olan her öğrenciye barınma imkânı sunmayı, kendi evinde özgürce yaşamayı vaat ediyoruz.
“Borçla askerlik” yapmayı değil, profesyonel orduya geçmeyi ve eşit vatandaşlığı vaat ediyoruz.
“YÖK dayatmasını” değil; dünyanın en iyi üniversiteleriyle yarışan özgür kampüsler vaat ediyoruz.
“İş beğenmiyorsun” lafını işitmeyi değil; beğeneceğiniz işi ve maaşı vaat ediyoruz.
“Biraz daha sabredin” deyip yıllarca bekletmeyeceğiz sizi; hemen değişim vaat ediyoruz.
“Baskı” değil; özgürce konuşabildiğiniz bir Türkiye vaat ediyoruz.
“Bu düzen böyle gider” değil; bu düzeni kökünden değiştirme sözü veriyoruz.
Biz, gençlerin yanında değil, gençlerin önümüzde yürümesini aruz ediyoruz!
Sizin arkanızda duruyor, size güç veriyoruz!
Korkmayın! Vazgeçmeyin! Tereddüt Etmeyin!
Omuz omuza verip, özgür, adil ve zengin bir Türkiye'yi hep beraber inşa edeceğiz!
Değerli Arkadaşlar,
Ekonomik krizin milletimizi yiyip bitirdiği şu dönemde;
Vatandaşlarımızla yaptığımız her sohbette;
Hep aynı ortak duygu karşımıza çıkıyor.
Pazarda esnafla konuşurken, bir kahvede çiftçiyle otururken, bir ev hanımıyla dertleşirken, bir gençle göz göze geldiğimizde, o ortak duyguyu artık çok net hissediyoruz.
İnsanlar bize güveniyor!
Diyorlar ki: “Gönlümüz sizinle.”
Diyorlar ki: “Yolunuz açık olsun.”
Diyorlar ki: “Kurtarın artık…”
İnsanlarımız değişim istiyor;
Yönetimde ahlakı, ehliyeti, adaleti istiyor.
Ve en önemlisi, ülkenin sorunlarını çözebileceğimiz yürekli insanlar istiyor.
Biz işte gerçekten böylesine önemli bir güce ve imkana sahibiz arkadaşlar.
Milletimiz bize güveniyor.
Bu ülkenin yeniden ayağa kalkacağının en güçlü işareti de budur. Güven, inanç.
İnsanımızın çektiği sıkıntıları çok iyi biliyoruz.
Gecesini gündüzüne katan emekçiyi;
Aza kanaat ederek yaşamaya çalışan emekliyi;
Çocuğunun yarınlarını düşünen ana-babayı;
Tarlasında alın teriyle geçinmeye çalışan çiftçiyi;
İş bulamadım ama yılmak yok diyen gençleri…
Her birini yüreğimizde hissediyoruz.
Ve biliyoruz ki;
Zorlukları aşmanın yolu, birlik olmaktan geçiyor.
Biz bir olursak, birlikte mücadele edersek her şey mümkün!
Çözümün sesi de, sözcüsü de bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Bizde bahane olamaz, mazeret olamaz.
Çok çalışacağız, geri adım atmayacağız.
Hep beraber başaracağız inşallah.
Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Omuz omuza, yürek yüreğe, hep birlikte Türkiye’yi hak ettiği yarınlara taşıyacağız.
Ve şuna inanıyoruz:
Allah doğrunun yardımcısıdır.
Her an dosdoğru çalışacağız.
Niyetimizi de sapa sağlam tutacağız.
Sözlerime bu duygular ile son verirken, hepinizi tekrar sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun, Var olun.