Sık Sorulan Sorular

Teşkilatlanma çalışmaları

Bulunduğum ildeki/ilçedeki teşkilatlanma çalışmalarına katkı sağlamak istiyorum. Bunun için ne yapabilirim?

Partimiz yeni kurulduğu için teşkilatlanma çalışmalarına da kısa süre önce başladık. Her il ve ilçede güçlü il ve ilçe başkanlıkları kurmayı planlıyoruz.

Yerel teşkilatlanma çalışmaları sırasında, bize bugüne kadar destek veren, gönüllü olma taleplerini ileten vatandaşlarımızın katkılarına ihtiyaç duyuyoruz.

Teşkilatlanma konusuyla ilgili görevlilerimiz il ve ilçe ziyaretleri öncesinde, bu il ve ilçelerden bize ulaşan paylaşımları da değerlendirip gerektiği takdirde teşkilatlanma konusunda destek vaad eden vatandaşlarımızla iletişime geçecekler.

Bu konudaki görüş ve düşüncelerini bize bundan sonra da Bize Yazın üzerinden iletebilirsiniz.

Üyelik ve Bağışlar

Partiye nasıl üye olabilirim? Online üyelik mümkün mü?

Demokrasi ve Atılım Partisi'ne üyelik başvuruları online olarak yapılmaktadır.

Üyelik başvurusu sırasında izlenecek yöntemle ilgili notlar aşağıda sunulmaktadır:

  1. Öncelikle cep telefonu numaranızı yazarak sistem tarafından size giriş kodu gönderilmesini bekleyin.
  2. Cep telefonunuza gelen kodu yazarak sisteme giriş yapınız.
  3. Ekranda görüntülenen veri giriş alanlarını kimlik belgenizdeki bilgilere göre eksiksiz olarak giriniz.
  4. Sizin için düzenlenecek parti kimlik kartında kullanılmak üzere renkli bir fotoğrafınızı yükleyiniz.
  5. Üyelik başvurusu ilk ödemesi ile üye aidatının ödemesini yapınız. (Parti kurulma aşamasından sonra banka hesaplarının açılmasını takiben online ödeme için gerekli altyapı kurulacaktır. Bu aşama öncesinde yapılan üyelik başvuruları için ödeme ile ilgili yönlendirme yapılacaktır.)

Üyelik başvurusunda bir kereye mahsus olmak üzere en az 20 tl tutarında giriş; en az 120, en fazla 1200 tl tutarında yıllık üyelik aidatı ödenmesi gerekmektedir.

Üyelik başvurusunda eksik veya yanlış bilgi girilmesi veya fotoğraf yüklenmemesi durumunda üyelik onayı değerlendirilecektir.

Üyelik başvurusu eksiksiz bir şekilde tamamlandıktan sonra başvurunuz onaya sunulacak ve onaylanmasını takiben e-Posta ile size bu yönde bilgilendirme yapılacaktır.

Online başvurunuz tamamlanıp onaylanma sürecinden sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilecek ve üye kimlik kartınız adresinize gönderilecektir.

Başka bir partide kayıtlı üye olmanız durumunda, Siyasi Partiler Yasası gereği üyeliğinizin gerçekleşmesi mümkün değildir.

Başka bir partide kayıtlı olup olmadığınızı öğrenmek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız.

Partiye Kimler üye olabilir?

Anayasa ve 2820 s. Kanun uyarınca;

On sekiz yaşını dolduran, medeni ve siyasi hakları kullanma ehliyetine sahip bulunan her Türk vatandaşı, bir siyasi partiye üye olabilir.

Başvuruda bulunan kişinin başka bir siyasi partide üyeliğinin bulunmaması, parti tüzük ile programlarını kabul etmesi ve üyelik aidatı ödemeyi taahhüt etmesi gerekir.

Parti Üyeliği Mümkün Olmayan Kişiler Kimlerdir?

2820 sayılı Kanun uyarınca;

1) Başka bir siyasi partide üyeliği olanlar

2) Hakimler ve savcılar, Sayıştay dahil yüksek yargı organları mensupları

3) Devlet memurları (Kamu kurum ve kuruluşlarının işçi statüsünde olmayan görevlileri)

4) Yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri

5) Silahlı Kuvvetler mensupları

6) Yükseköğretim öncesi kurumlarda öğrenim gören öğrenciler

7) Kamu hizmetlerinden yasaklılar

8) Basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar

9) Taksirli suçlar hariç beş yıl ağır hapis veya beş yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkûm olanlar

10) Türk Ceza Kanununun ikinci kitabının birinci babında yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini aleni olarak tahrik etme suçundan mahkum olanlar

11) Terör eyleminden mahkum olanlar

Siyasi partilere üye olarak kaydedilemezler.

Not: Yükseköğretim elemanlarının ya da öğrencilerinin siyasi partilere üye olmaları mümkündür.

Daha önce başka bir partiye üye olmuştum. Ancak üyeliğimin devam edip etmediğini bilmiyorum. Bunu kontrol etme imkanım var mı?

Eğer daha önce herhangi bir siyasi partiye üye olup olmadığınız konusunda tereddüt ediyorsanız Yargıtay'ın siyasi parti üyeliğiyle ilgili sayfalarına bağlanıp bunu sorgulayabilirsiniz.

https://vatandassipar.yargitaycb.gov.tr/proxyYargitay/portal_baslangic.uyap

Üye aidatları nasıl ödenir?

Üyelik aidat ödemelerinizi, aşağıdaki yollardan birisi ile gerçekleştirebilirsiniz:

Kredi kartı ile online olarak

Banka havalesi ya da EFT yolu ile

Demokrasi ve Atılım Partisi'ne bağış yapmak istiyorum? Bunun kuralları nedir?

Siyasi partilere yapılacak bağışların üst limiti, ilgili mevzuata göre 2023 yılı için kişi başı 221.591,95 TL olarak belirlenmiştir.

Partimize bağışı web sitemiz üzerinden online yapabilmeniz mümkündür. 

Bağışlar üç yöntemle yapılabilmektedir. Bunlar kredi kartı ile, banka havalesiyle ve sms gönderilerek telefon hatları üzerinden yapılan bağışlardır.

Bağış Yapın düğmesini tıklayarak bağışlarınızı bize iletebilirsiniz.

Genel konular

Parti çalışmalarıyla ilgili düzenli bilgi almak istiyorum. Ne yapabilirim?

Web sitemizi yakından takip etmenizi öneririz. Ayrıca ana sayfamızın sonunda Gelişmelerden haberdar olmak istiyorum düğmesini tıklayıp ad, soyad ve e-Posta adresinizi girerek bu talebinizi bize iletebilirsiniz.

Çalışmalarımızdan bilgi almak isteyen vatandaşlarımıza düzenli aralıklarla göndereceğimiz bültenlerle bilgilendirme yapacağız.

Demokrasi ve Atılım Partisi'nin önemli konulardaki görüşlerini öğrenmek istiyorum. Bununla ilgili metinlere nasıl ulaşabilirim?

Ana sayfamızda partimizin önemli konulardaki görüşlerine yer veriyoruz. Ayrıca parti programının tümünü topluca bir PDF dosyası olarak indirmeniz de mümkündür.

Parti Web Sitesinde hangi bilgiler var?

Web sitemizi sık aralıklarla güncelliyoruz. Sitede hangi bilgilerin olduğunu ana sayfamızdan ve menü başlıklarından görebilirsiniz.

Ayrıca Sizinle Birlikte Büyüyoruz başlığı altına kaydettiğimiz metinde de web sitemizde neler olduğunu kısa notlar halinde paylaştık. O metni tıklayarak da web sitemizde hangi bilgilerin olduğunu görebilirsiniz.

İletişim

Gönüllü olmak için alibabacan.com.tr sitesi üzerinden başvurdum. Kısa bir cevap gönderdiler. Ama daha sonra bir haber çıkmadı. Ne zaman gönüllü olarak katkı sağlamaya başlayacağım?

alibabacan.com.tr adresini yayına aldığımızda çok sayıda gönüllü başvurusu aldık. Bu başvuruların her birine ayrı ayrı mesajlar göndererek bilgilendirme yaptık. Gönüllü başvurularını özellikle teşkilatlanma aşamasına gelindiğinde yoğun bir şekilde değerlendireceğiz.

Ayrıca farklı ihtiyaçlar ortaya çıktığında da bu paylaşımlara başvurmayı öngörüyoruz.

Bize Yazın veya Gönüllü Olun başlıklarından destek taleplerini ileten tüm vatandaşlarımıza teşekkür ederiz.

Parti kurucusu Ali Babacan ile telefonla veya parti merkezine gelerek bizzat görüşmeyi arzu ediyorum. Nasıl randevu alabilirim?

Bize Yazın başlığı üzerinden bize ulaşan bazı destekçilerimiz Sayın Ali Babacan ile görüşme talebinde bulundular. Ancak partileşme aşamasında yaşanan yoğunluktan dolayı bu talepleri karşılamak maalesef mümkün olamamıştır.

İlerleyen dönemlerde Genel Merkez'de güçlü bir altyapı oluşturulduğunda parti yöneticileriyle görüşme ayarlama imkanı oluşacağını düşünüyoruz.

Bize özel görüşme taleplerini ileten vatandaşlarımızın bu durumu anlayışla karşılayacaklarını ümit ediyoruz.

Telefonla ulaşmaya çalışıyorum. Ama bir yetkiliyle görüşmem mümkün olamadı. Size nasıl ulaşabilirim?

Kayıtlarımızın düzenli tutulması, vatandaşlarımızdan gelebilecek öneriler ve taleplerin zamanlıca değerlendirilebilmesi için tercihimiz bize web sitemiz üzerinden ulaşılmasıdır.

Bununla birlikte yakın bir zamanda telefon numaralarımızı web sitemiz üzerinden duyuracağız.

Demokrasi ve Atılım Partisi'nin bir çağrı merkezi var mı? Yoksa, kurulması planlanıyor mu?

Henüz Çağrı Merkezimizi açmadık. En kısa sürede Çağrı Merkezimizi kullanıma sunacağız.

Teknik konular

Web sitesi ile ilgili görüşlerimi web yöneticilerine iletmek istiyorum. Yazabileceğim bir e-posta adresi veya web’de bir uygulama varsa ve bana iletirseniz memnun olurum.

Bize her türlü dilek, temenni, şikayet ve görüşlerinizi Bize Yazın düğmesini tıklayarak iletebilirsiniz.

Web sitemiz üzerinden alınan bu başvurular ilgili birimlerimiz tarafından değerlendirilmekte ve gerektiğinde paylaşımda bulunan vatandaşlarımıza geridönüş yapılmaktadır.

Kayıtların sağlıklı tutulması ve elektronik ortamda saklanabilmesi için ilke olarak e-Posta ile başvuruda bulunulmasını önermiyoruz. 

Web sitesinin güvenliği nasıl sağlanıyor?

Web sitelerinin güvenliğine, diğer özel ve kamu kurumları gibi biz de azami dikkati gösteriyor, bu konuda gerekli önlemleri titizlikle alıyoruz.

Sitemizdeki verilerin korunması için teknik altyapımızı güçlü kurduk. Bununla birlikte sürekli testler yapıp güvenliğin üst düzeyde sağlanıp sağlanmadığını kontrol ediyoruz.

Ayrıca, ziyaretçilerimizle karşılıklı etkileşim içinde olduğumuz menü başlıklarında, siteye kayıt yapılması öncesinde telefon üzerinden doğrulama kodu gönderiyor, bu şekilde başvuruların kötü amaçlı kişiler tarafından sitemize karşı olumsuz kullanımlarının önüne geçmeyi amaçlıyoruz.

Ziyaretçilerimizden bu konuda uzman olanların önerileri olursa bunları öğrenmekten memnuniyet duyarız. Bu konudaki görüş ve düşüncelerinizi de bize her zaman yazabilirsiniz.

DEVA Partisi’nde nasıl bir yapılanma var?

“Bizim kurucularımızın önemli bir kısmı daha önce siyaset yapmamış, ilk defa bizimle beraber siyasete başlayan insanlar. Kadromuz herhangi bir partinin devamı ya da herhangi bir partiden ayrılmış bir kadro değil. Tamamen yeni oluşturulmuş bir kadro. Deva Partisi, çok geniş temsil gücü olan bir kurucu heyetle ve gönüllülerle beraber kuruldu.

30 yaşın altında 16 kurucumuz var. Bu, diğer partilerle kıyasladığımız zaman çok yüksek bir oran. Gençlerimiz mevcut siyasi düzenin tümünü reddediyorlar, yepyeni şeyler görmek istiyorlar. Parti tüzüğümüzde kadınlar için yüzde 35’lik bir kota var. Genel Merkez Başkanlık Kurulumuza baktığımızda 20 Genel Başkan yardımcımızdan 7’si kadın. Hem Genel Merkez Yönetim Kurulunda, hem de Genel Merkez Başkanlık Kurulunda yüzde 35 kotamızı tutturmuş durumdayız. Kuruculara baktığımızda 27 kadın kurucumuz var. Bundan önceki bütün siyasi partilerin kuruluşuna bakın. Bu kadaryüksekorandakadınkurucusuolanbaşkabirpartiyepekdenkgelmezsiniz. İlkdefabirsiyasi partide engelli kotasını biz getirdik. Partimizin yönetim kademelerinde yüzde 1 engelli kotamız var.

Deva Partisi’nin 90 kişilik kurucular kurulunun ortak düşüncesi, ortak paydası ne ise bu parti o. Herkesin farklı konularda düşünceleri olabilir. Farklı konularda kendi eğilimleri olabilir, ama partimizin amacı bir mutabakat zemini ve ortak payda oluşturmaktır. Bizim kurucularımıza baktığınızda, daha önceki geçmişlerine de baktığınızda, siyaset yelpazesinin her kesiminden insan var. Biz parti programımızı da, tüzüğümüzü de ortak bir payda yakalamak üzere oluşturduk. Dedik ki: Eğer bu ortak paydayı biz oluşturursak ve partinin programı, politikaları bu 90 kişinin ortak paydasını yakalayan politikalar olursa, bu bir sonraki aşamada toplumumuzun da farklı kesimlerinin üzerine mutabakat kurabileceği bir zemin haline gelir.”

DEVA Partisi’ni siyasi yelpazenin neresinde konumlandırıyorsunuz?

“Siyasi yelpazenin tam ortasında ana akım bir partiyiz. Bizim başlattığımız bu siyasi hareket siyasi yelpazenin tam ortasında ve ana akım bir siyasi hareket. Nasıl nehrin gövdesi, ana akımı olursa, bizim de amacımız siyasi yelpazenin ortasında ve ana akım bir siyasi hareket olmak.

Ana akım bir siyasi hareketin hiç kimseyle gerginleşme, kutuplaşma lüksü olamaz. Biz bir tarafı karşımıza alıp bu taraftayız sen bu taraftasın diyemeyiz. Bizim partimizin kuruluşunda böyle bir şey yok. Biz herkesle diyalog kurmak isteriz. Tabii ki diyalog kurmak isteyen herkesle. Biz hep kapısı açık, kulağı açık dinleyen taraf olacağız. Herkesle her şartta konuşmaya hazır olacağız. Yeter ki muhataplarımız da konuşmaya hazır olsun. Türkiye'nin ihtiyacı bu. Türkiye'nin ihtiyacı bir başka sıradan muhalif parti değil. Siyasi yelpazenin kıyısında köşesinde bir siyasi parti de değil. Ülkenin içinde bulunduğu şartlar bize ciddi bir sorumluluk yükledi. Bir toplumsal sorumluluk ve ahlaki sorumluluk yükledi. Onun için bu yolu seçtik.”

Türkiye şu anda oldukça ağır koşullar altında, buradan çıkış mümkün mü?

Gerçekten şu anda ülkenin şartları çok kötü. Bu iktidar başta olduğu sürece bu şartlar maalesef kötü olmaya devam edecek, hatta muhtemelen daha da kötüleşecek. Çünkü sorunların temelinde güvensizlik ve kötü yönetim yatıyor.

Ancak bu durum çıkışın zor olduğunu göstermiyor, aksine çok kolay. Ülkemizin yeniden ayağa kalkması, yüksek refah seviyesine yeniden ulaşması, hak ettiği özgürlük iklimine yeniden kavuşması, hak ettiği demokrasiye kavuşması inanın çok kolay. Çünkü Türkiye’nin çok büyük bir potansiyeli var. Türkiye’nin ekonomisi, küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alıyor. Bu potansiyeli açığa çıkartmanın yolu gençlerden, kadınlardan ve iyi yönetimden geçiyor.

Dürüst ve işin ehli insanların işin başında olduğu, şeffaf, fırsat eşitliğine dayanan, adaleti gözeten iyi bir yönetim anlayışıyla bu ülkenin ayağa kalkması çok kolay.

DEVA Partisi olarak ittifaklara nasıl bakıyorsunuz?

“Biz yeni bir siyasi partiyiz ve şu anda kendi kimliğimizi inşa ediyoruz. Kendi özgün siyasi kimliğimizi, başka hiçbir siyasi partiye benzemeyen yepyeni bir siyasi parti kimliği inşa ediyoruz şu anda. Bunu inşa ederken bizim herhangi bir ittifaktan bahsetmemiz çok büyük hata olur. Biz halkımızın üzerinde ittifak kuracağı bir siyasi partiyi inşa etme aşamasındayız.

Şu an gündemimizde ittifaklar yok. Seçim şartlarında ittifak kararları alınır. Şu aşamada ittifaklardan bahsedersek özgün kimliğimiz olamaz.”

'Güçlendirilmiş parlamenter sistem' derken ne kastediyorsunuz?

Yola çıktığımız ilk gün, daha 9 Mart’ta tüm Türkiye’ye Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi vaat ettik. DEVA Partisi olarak güçlü, uzun vadeli ve istikrarlı yönetim sistemi tesis etmeyi amaçlıyoruz. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi hayata geçirmeyi bir kez daha taahhüt ediyoruz. Aziz milletimiz müsterih olsun, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimiz, 90’lı yılların sistemi değildir. Biz güçlü hükûmet, güçlü meclis ve güçlü yargıyı esas alıyoruz. Gelin, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi tek tek anlatalım.

Birincisi, Cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olmasını sağlayacağız. Partili bir cumhurbaşkanı tarafsız olamaz. Diğer partileri karşısına alan bir Cumhurbaşkanlığı makamı düşünülemez.

İkincisi; bakanlara daha çok yetki ve daha çok sorumluluk vereceğiz. Bakanlıkları ve devlet kurumlarını güçlendireceğiz. Yürütme yetkilerini aşağı kademelere doğru delege edeceğiz.

Üçüncüsü; yerel yönetimleri güçlendireceğiz. Yerelin sorunları en iyi yerelden çözülür. Yerel yönetimlere daha çok yetki vereceğiz.

Dördüncüsü; Meclisimizi güçlendireceğiz. Meclisimiz, yürütmeyi, yani hükûmeti etkin bir şekilde denetleyebilecek. Meclis’teki muhalefet partilerinin bilgi edinme yollarını işlevsel hale getireceğiz. Gazi Meclisimizi, iktidar partisinin uzantısı olmaktan çıkartacağız.

Beşincisi; sivil toplumu güçlendireceğiz. İfade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıracağız. Konuşan, tartışan, soru soran, hakkını arayan bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz. Sivil toplumu kanun yapım süreçlerine daha etkin bir biçimde dahil edeceğiz.

Altıncısı; hukuka ve adalete olan güveni ayağa kaldıracağız. Anayasa Mahkemesine yapılan atamalarda Meclisimizin nitelikli çoğunluğunu söz sahibi kılacağız. Böylece tek bir parti veya ittifak, Yüksek Mahkeme heyetini tek başına şekillendiremeyecek. Yargı mensuplarının özlük haklarını güvence altına alacağız. Yargının tarafsız ve bağımsız çalışması, yargıya olan güveni artıracak.

Genç işsizliği konusunda ne düşünüyorsunuz?

İçinde yaşadığımız ağır koşullar gençler bakımından 'ev genci' diye bir tanım ortaya çıkardı. Bu ifade ne eğitimde ne de çalışma hayatında olan gençleri tanımlıyor. Resmî istatistiklere göre, her 100 gençten sadece 31’i çalışıyor. Ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı da yaklaşık yüzde 30 seviyesinde.

Gençler iş aramaktan umudunu kesmiş, çünkü nasıl olsa iş bulamacağını düşünüyor. KPSS’ye girenler, "nasıl olsa beni mülakatta elerler" diyor. "Ancak torpili olan devlete giriyor" diyor. Özel sektörün zaten durumu belli. Dolayısıyla Türkiye'de okulda da işte de olmayan, üstelik pandemi koşulları sebebiyle ağırlıklı olarak vaktini evde geçiren bir ev genci kitlesi oluştu.

Gençlerimiz artık geleceğe umutla bakamıyor. İmkânı olan gençlerimiz kendi geleceklerini başka ülkelerde aramaya başladılar. Kendi ülkelerinde kendileriyle ilgili bir ümit görmüyorlar. Bu, ülkemizin bütün bu süreçte yaşadığı belki de en derin sendromdur.

Ülkemizin ivmesini ve büyüme dinamiğini yakalayacak, ülkemizi teknoloji, bilim, yenilikçilik konusunda alıp ileriye yaşıyacak pırıl pırıl gençler olduğunu biliyoruz.

Kovid-19 aşısı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Aşının kesinlikle çok önemli bir tedbir olduğunu düşünüyoruz. Bu konudaki bilgilerin ve görüşlerin hükûmetten değil, bilim insanlarından alınması gerektiğine inanıyoruz. Bilim insanlarına göre, aşıları yaptırmakta büyük fayda var.

Türkiye’ye gelen aşının miktarı, bu konudaki en önemli sorunlardan birisi. Çünkü bilim insanlarına göre, bir ülkenin salgın hastalıktan korunması için nüfusunun en az yüzde 60’ının iki doz aşı olması gerekir. Yani 84 milyon nüfuslu Türkiye’nin yüzde 60’ı 50 milyon vatandaş demektir; iki doz aşı da 100 milyon aşılama anlamına gelir. Aşının etkinlik süresinin 6 ay olduğu düşünüldüğünde, 2021 yılının tamamı için 200 milyon doz aşıya ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz.

Ne var ki açıklanan rakamlar tutarlı görünmüyor: Yetkililer Aralık ayında 10 milyon, Ocak’ta 20 milyon doz aşının geleceğini söyledi ama ilk seferde hepi topu 3 milyon doz geldi. Örneğin Yeni Zelanda kendi nüfusunun 5 katı, Kanada ise kendi nüfusunun 9 katı aşı tedarik ediyor. Avrupa’da 300 milyon, başka ülkelerde 100 milyon doz gibi rakamlar söz konusu. Dolayısıyla ilk olarak ülkemizdeki aşı miktarının çok hızlı bir şekilde artırılması mutlaka gerekiyor.

İkinci önemli nokta ise aşının adil dağıtımının esas olmasıdır. “Tanıdığı olan aşı oluyor, tanıdığı olamayan olamıyor” gibi torpil riskine ya da aşının pahalı satılması gibi konulara çok dikkat etmek gerekir. Bir üniversite rektörünün “Ben Avrupa’da üretilen bir aşının ikinci dozunu oldum” demesi insanlarda soru işareti oluşturdu. Yani bazı vatandaşlarımız aşı bulamazken bazı insanlar nereden, nasıl buluyor ve hangi tedarik kanalıyla Türkiye’ye getirtiyor?

Aşıyı yaptırabilenler ve yaptıramayanlar diye iki sınıf vatandaş oluşması ülkemize çok büyük zarar verir. Hükûmetten aşının adil dağıtımı için şeffaf bir sistem oluşturmasını bekliyoruz.

DEVA Partisi’nin finansal kaynağını nedir?

“Partimiz kurulduktan hemen sonra bir banka hesabı açtık. Web sitemize girince bir bağış yapın butonu var. Bu butona basınca da bir banka hesap numarası çıkıyor. Bağış yapmak isteyen vatandaşlarımız da oraya bağış yapıyor. Yasa gereği bir kişi yıllık en fazla 66.800 Liralık bağış yapabiliyor bir partiye. Oraya uyarı konuldu, bu rakamdan daha fazla olmasın diye. Kredi kartı ile bağış imkânını da sağladık. Partinin geliri tamamen vatandaşlarımızın bağışları. Seçime gireceğiz; o seçim sonucundan sonra Hazine’den yardım almaya başlayacağız. Şu anda partimizin finansmanı tamamen vatandaşlarımızdan gelen bağışlardan sağlanıyor.”

DEVA Partisi bugün iktidar olsa hemen yapacağı üç icraat ne olur?

“Üç konu var; özgürlük, yargı ve kurumlar.

Bu özgürlük ortamını oluşturmak tamamen siyasi irade meselesi. Bir parmak şıklatmaktır o kadar. Gazetecilerimiz, köşe yazarlarımız bundan sonra özgürsünüz. İstediğinizi yazın. Şiddeti teşvik etmedikten sonra, nefret pompalamadıktan sonra, evrensel hukuk kuralları çerçevesinde özgürce yazın, çizin. Biz artık size karışmayacağız. Bu kadar basit. ‘Düşünce suçu ’sebebiyle hapiste kim varsa çıksın. Birinci konu bu. Özgürlük yoksa, hukuk yoksa, ekonomi olmaz.

İkincisi yargı meselesi. Yargının bağımsız çalışması. Yargıda tabi yapısal ve derin sorunlar var ama yönetim tarzı üslubu da çok önemli. Yargıdaki sorunların en az yarısının çözülmesi bir parmak şıklatmak kadar kolay. Diyeceksiniz ki, arkadaşlar biz artık iktidar olarak yargıya talimat vermeyeceğiz. Telefon açmayacağız. Size not göndermeyeceğiz. Pusula göndermeyeceğiz. Evrensel hukuka bakın. Anayasaya bakın. Kanunlara bakın. Bir de vicdanınızın sesini dinleyin, istediğiniz gibi karar verin. Bunu dediğinizde zaten onlar da işlerini iyi yapmak isterler. Yapısal sorunlar ise yani yargının bağımsız ve tarafsız olamaması; bunları anayasal değişikliklerle çözmek gerekiyor. Yapısal taraf biraz daha vakit alır.

Üçüncü konu da kurumlar. Merkez Bankası, BDDK, SPK ve diğer benzer birimler ki bunların iç yapısını düzeltmek çok kolay. Biz defalarca yaptık. Yine yaparız. Kurumları tekrar kurum olarak ayağa kaldırmak demek iç çalışma kurallarını, geleneklerini, kültürlerini oluşturmak, bunlara saygı duymak. Ve bir de düzgün insanlar atayacaksınız o kadar. Milletini seven, halkını seven çok çalışan, alın teriyle, bileğinin gücüyle çalışan, şahsi menfaatler peşinde olmayan, bu ülke için iyi şeyler yapmak isteyen insanları hemen göreve getireceksiniz. Bir aydır bunun süresi, daha uzun değildir.”

DEVA Partisi medya özgürlüğü konusunda ne düşünüyor?

“Televizyon kanallarının, gazetelerin ve haber sitelerinin önemli bir bölümü iktidar partisinin kontrolüne girdiği için ve tamamen iktidardan yana yayın yaptıkları için önemli ölçüde izleyici kaybına uğradılar. Şu andaki gazetelerin tirajlarına bakın, şu andaki televizyon kanallarının izlenme oranlarına bakın. Bir de güvenerek izliyor mu insanlar, ona bakın. Türkiye’deki toplam televizyonların erişim sayısıyla YouTube’un erişim sayısı aşağı yukarı eşitlendi, çok yakın. Neredeyse günde bir defa televizyon izleyen insan sayısıyla YouTube’da video izleyen insan sayısı birbirine eşit.

Siz bir tarafı tek ses haline getirdiğinizde insanlar doğruları, gerçekleri başka alanlarda aramaya başlıyorlar. İnsanların bir kısmını sürekli olarak etki altında tutabilirsiniz, bu mümkün, ama insanların tümünü sürekli olarak etki altında tutmak mümkün değildir. Mutlaka alternatif mecralar oluşur, işin doğal akışında oluşur. Bu alternatif mecralar yaygınlaştıkça, iktidarın bu mecraları kontrol altına alma isteği de artıyor. Şimdi bu alternatif mecralar yaygınlaşıyor diye onları da kontrol altına almak ve tekelleştirmekle ilgili ağır düzenlemeler getiren bir kanun çıkarttılar. Televizyonlar, gazeteler yetmedi, şimdi sosyal medyayı da daha fazala nasıl sıkıştırabiliriz, sosyal medyadaki en ufak adımı nasıl suç haline getirebiliriz, suç unsuru olarak tanıtabiliriz; şu anda bunun çalışmalarını yapıyorlar.

Türkiye’nin uluslararası sıralamalarda geldiği yerlere bakın: Bütün demokrasi sıralamalarında en aşağı sıralara doğru iniyoruz, demokrasi kalitesinde aşağı doğru iniyoruz, hukukun üstünlüğü sıralamasında aşağı doğru iniyoruz, özgürlükler sıralamasında aşağı doğru iniyoruz, medya özgürlüğü sıralamalarında aşağı doğru iniyoruz. Şöyle diyelim: Otokratikleşme eğilimlerinin oldukça yüksek olduğu ve otokrasi trendinin kötüye doğru gittiği bir ülke Türkiye. Ancak unutmayalım ki, kötünün kötüsü var. Ülkemizde en azından hala seçimler yapılıyor. İşte geçen sene seçim oldu memlekette. Bana soruyorlar, demokrasi ne durumda diye. Ben de diyorum ki ölmedi, nefes alıyor. Yani hala hayatta, ama hasta, çok hasta.”

Tutuklu yargılamanın genel uygulama haline gelmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

“Tutuklu yargılanmanın prensip haline gelmesi asla kabul edilemez. Tutuklu yargılamanın şartları kanunda açık; ancak mahkeme kararlarına baktığımızda maalesef buna uyulmadığını, keyfi tutuklamaların sıkça yapıldığını görüyoruz. Tutuklu yargılamanın alternatifi olan adli kontrolle ilgili pek çok metot var. Bu işler ile ilgili artık teknoloji de çok ilerledi gelişti. Bugün tutukluluğun istisnai bir işlem olması lazım. Tutuksuz yargılanmanın, olması gerektiği gibi asıl süreç olması lazım.

Bunun yöntemi bulunabilir. Yeter ki o irade olsun, yeter ki bizim yargımız bağımsız çalışabilsin. Güçler ayrımı Türkiye'de tam işlemediği için yargıya olan güven de çok düşmüş durumda. Bu olmayınca da yapılan her türlü yargı işlemine maalesef kuşkuyla bakılıyor. İnsanlar tutuklanıyor kuşkuyla bakılıyor, insanlar serbest bırakılıyor yine kuşkuyla bakılıyor. Acaba niye serbest bırakıldı, acaba ne tür ilişkiler çalıştı orada. Hukukun üstünlüğü ilkesi egemen olmadan, ülkemizin hiçbir alanda toparlanması mümkün değil. Sorunlar sadece büyüyecek, ekonomik sorunlar da büyücek, toplumsal sorunlar da büyüyecek. İnsanların bu ülkeye aidiyet hissi azalacak.”

İktidarın AİHM kararlarına uyma konusunda direnç göstermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarının bağlayıcılığı var. Türkiye Avrupa Konseyi'nin üyesi ve Avrupa Konseyi’nin pek çok mekanizmasının uygulanacağına ilişkin imza atmış, uluslararası taahhütte bulunmuş bir ülke. Dolayısıyla AİHM kararlarının Türkiye'deki yargı sisteminin üzerinde bir bağlayıcılığı var. Şimdi ‘Ben bunu tanımıyorum, dinlemiyorum. Avrupa zaten bizim düşmanımız. Onlar bizim hayrımızı istemezler ’tutumu kabul edilebilir bir tutum değil. Ya sistemden tamamen çıkacaksınız; “Bu değerler, bu ilkeler bana dar geldi, beni çok bağlıyor. Evrensel nitelikte bir insan hakları yaklaşımı, demokrasi anlayışı, hukukun üstünlüğü... bunlar bizim için önemli değil. Çıkalım bu sistemden tamamen, kapatalım ülkeyi, bildiğimiz gibi yönetelim” diyeceksiniz ya da kararlara uyacaksınız. Sistemden çıkış da bir tercih ama ülkenin sonunda gireceği karanlığı da görmek lazım. Dolayısıyla bizim uluslararası yükümlülüklerimiz önemlidir. Hiç kimse kendini hukukun üstünde, kuralların üstünde görmemeli. Öyle olduğu anda ülke bir felaketten başka bir felakete sürüklenir.”

DEVA Partisi olarak İstanbul Sözleşmesi için ne düşünüyorsunuz?

“Biz, DEVA Partisi olarak kadına yönelik şiddetle mücadelede Türkiye’nin imza attığı bütün uluslararası anlaşmaların arkasındayız. İstanbul Sözleşmesi kesinlikle muhafaza edilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi kapsamında yapılan bir sözleşmedir. Biz Avrupa Konseyi’ne tam üyeyiz. Bu anlaşma 2011'de yapıldı. Bu anlaşma kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesine dönük uluslararası bir sözleşme. Herkesin okumasını istiyorum bu sözleşmeyi. Yanlış yapmışız denilen ne var? İnsanı merkeze alacak şekilde bakmanız lazım. İstanbul Sözleşmesi, tamamen kadını şiddetten korumaya odaklı bir sözleşme. Bu ülkede her gün bir başka kadın cinayetiyle uyanıyoruz. Yazıktır, günahtır. Fakatı, aması yok bu işin.

İnsanların yaşam tarzı şöyle veya böyle olabilir. İstanbul Sözleşmesine karşı argümanları tersten okuduğunuzda; bir insanın yaşam tarzı farklıysa şiddeti hak ediyor diyebilir misiniz? İnsan insandır, hukuk karşısında herkes eşittir. Hayat tarzı farklı diye şiddete yumuşak bakan, kapıyı aralayan bir yaklaşım olamaz. Bazı toplumsal kesimlere İstanbul Sözleşmesi bağlamından koparılıp anlatılıyor. Dar tabanlarında farklı bir algı oluşturup kutuplaştırıcı ve ayrımcı bir siyaset güdüyorlar. İstanbul’da ev sahipliği yaptığımız, üyesi olduğumuz bir kurumun metni bu. Eğer tartışılması gereken bir madde varsa, 9 yıl sonra hata fark ettiyseniz, Avrupa Konseyini çağırırsınız toplantıya, dersiniz ki ‘bu maddenin şurası yanlış olmuş gelin beraberce biz bunu değiştirelim.”

DEVA Partisi olarak tarikatlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

“Tarikatlar bu coğrafyanın yüzlerce yıllık geçmişinden bugüne gelen bir kültür, bir gerçek. Biz insanlarımızın inançlarının, ibadetlerinin tam bir özgürlük çerçevesi içerisinde olması gerektiğine yürekten inanıyoruz. İnanç hürriyeti, inancının gereğini yapma hürriyeti, ibadet hürriyeti, aynı zamanda örgütlenme hürriyeti, bunlar çok temel hürriyetler ve partimizin programında bunlarla ilgili bizim görüşümüz çok net. Öte yandan yakın tarihimizde de gördüğümüz gibi bu tür yapılanmalarla ilgili de çok yanlış örnekler de var, dolayısıyla vatandaşlarımızın dikkatli olması lazım. Bu yapılarda iyi niyetli, gerçekten bir tasavvuf bakışıyla yapılan çalışmalar konusunda diyeceğimiz hiçbir şey yok. Hürriyetler çerçevesinde, özgürlükler çerçevesinde bakılması gereken bir konudur bu. Ama yanlış örneklerden de toplum olarak ders almamız gerekiyor ve dikkat etmemiz gerekiyor. Bu yapıların daha şeffaf daha açık bir şekilde faaliyet göstermeleri ve de daha denetlenebilir olmaları gerekiyor. “

Din ve siyaset ilişkisi konusunda düşünceleriniz nedir?

“Temel ilkelerimizi partimizin kuruluş gününde açıkladık. Dinimizin kutsallarını günlük siyasete alet etmeyeceğiz, siyasi amaçla asla kullanmayacağız dedik. Bizim kurucularımız toplumun her kesiminden gelen insanlardan oluşuyor. Ortak değerler, aynı zamanda ortak ahlaki değerler etrafında, evrensel ahlaki değerler etrafında buluşmuş bir ekibiz.

Dinimizin de değerlerine baktığınızda, evrensel kabul edilmiş değerlerle büyük bir örtüşme var. Konuştuğunuzda doğruyu söylüyorsanız, bu dünyanın her yerinde iyi bir ahlaki duruştur. Peygamberimiz henüz Peygamberlik görevi kendisine verilmeden Muhammed-ül Emin olarak biliniyordu. Emin bir insan olmak o günün toplumunda da çok önemliydi. İslamiyet henüz daha gelmeden emin bir insan olmak önemliydi. Biz biraz böyle bakıyoruz. Biz dinimizin kutsallarının siyasete alet edilmesine, oy toplamak için kullanılmasına karşıyız. Belli kesimlerin dini hassasiyetlerini istismar ederek o kesimlerin oyunu almaya çalışmaya da karşıyız.

Eğer İslam dini bir siyasi yapıyla çok özdeşleştirilirse, o zaman o siyasi yapının bütün hataları dine mal olmaya başlıyor. Benden daha Müslüman yok diye ortaya çıkan bir siyasetçi her türlü hatayı, her türlü yanlışı yapıyorsa; yani israf varsa, yolsuzluk varsa, yalan varsa o zaman ne oluyor? Dine zarar vermeye başlıyor. Kimsenin dinimize zarar verme hakkı yok.

Türkiye’de inanç özgürlüğünü, inandığı gibi yaşama özgürlüğünü, ibadet özgürlüğünü çok önemsiyoruz. Devleti yönetirken tüm vatandaşlarımıza, hangi dine hangi mezhebe mensup olduğuna bakmadan, etnik kökenine, aidiyetine bakmadan aynı yakınlıkta olmayı çok önemsiyoruz. Zaten bu durum Anayasa’daki laiklik ilkesinin de bir gereğidir. Biz geçmişte olduğu gibi belli bir yaşam biçimini dayatan laiklik anlayışını değil, ö“zgürlükçü bir laiklik” anlayışını savunuyoruz. Devlet dahil kimsenin kimseye inanç ve yaşam biçimi dayatamayacağı bir laiklik anlayışı bu. Bu açıdan baktığımızda da herhangi bir dinin ya da mezhebin bakış açısının devlet yönetimine sadece hukuk değil hiçbir açıdan hâkim olmasını da doğru bulmuyoruz. Devlet yönetiminin tamamen evrensel bir bakış açısıyla yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama bu evrensel bakış açısının da her bir vatandaşın inanç, inandığı gibi yaşama ve ibadet özgürlüğünü de garanti altına alması gerektiğini savunuyoruz.”

Mustafa Kemal Atatürk’e nasıl bakıyorsunuz?

Tarihle ilgili bütün şahsiyetler, kişilikler mutlaka o günün şartlarında ve tarihin akışı içerisinde ele

alınmalı. Mustafa Kemal Atatürk bu Cumhuriyetin kurucusudur. Bugün Türkiye'nin bir toprak bütünlüğü varsa, Türkiye'nin bu zor coğrafyada göreli bir istikrarı varsa, bu Cumhuriyetin temellerinin sağlam atılmasının bir sonucudur. Bu temelleri de Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları atmıştır. Bu ülkenin uzun vadeli istikrarının, bu ülkenin bu coğrafyadaki sağlam duruşunun en önemli kaynaklardan bir tanesi Mustafa Kemal Atatürk'ün zamanında kurduğu Cumhuriyettir. Ülkemizin kutuplaştırıcı her türlü sorunu geride bırakıp geleceğe bakması lazım. Her kesimden insanımızla, hep birlikte müreffeh ve demokratik bir Türkiye geleceği etrafında

kenetlenmemiz lazım.”

DEVA Partisi Kayyumlar hakkında ne düşünüyor?

“Hükümetin hiçbir yargı kararına bağlı olmadan, bir belediye başkanını görevden alıp yerine atanmış bir kişiyi koymasına, ilkesel olarak karşıyız. Bağımsız ve tarafsız yargı yaptığı soruşturmada ciddi suç unsurları bulduysa yargı kararı kesinleşmese bile hâkim tedbiren belediye başkanının görevden almasını talep edebilir. Bizim mevzuatımızda açık bir konu var; seçilmiş bir sürü belediye meclis üyesi var, onlardan biri geçici olarak niye düşünülmüyor da hükümetin tek taraflı atadığı bir kişi oraya kayyum başkan olarak atanıyor? Bunlar ciddi soru işaretleri.

Seçilmiş bir belediye başkanı demek bazı yerlerde arkasında 5 bin kişinin, bazı yerlerde 500 bin kişinin, bazı yerlerde 5 milyon kişinin bulunmasıdır. O kişinin arkasında bir toplumsal irade vardır. Eğer bunu alışkanlık haline getirirseniz seçimleri anlamsızlaştırırsınız. O zaman Türkiye’nin bazı bölgelerinde insanlar artık sandığa gitmemeye başlar. Eğer sandığı anlamsızlaştırırsanız o zaman başka yöntemler, başka çıkış yolu aramaya başlar insanlar. Tam da terör örgütünün istediği sonuca doğru götürür memleketi bu iş. Yarın bunun propagandasını yaparlar bölgede. Demokrasi diyordunuz, hak diyordunuz ne oldu? Seçimde oy kullandınız da ne oldu? Verdiğiniz oylar ne oldu?

Bizim yapmamız gereken bu ülkenin vatandaşlarının seçime inanması, seçimlerin sonucuna güvenmesini temin etmektir. Katılımcı ve çoğulcu demokrasi budur, aksi halde seçim anlamsızlaşır.”

DEVA Partisi Kürt meselesinde ne diyor?

“Kürt sorunu, tamamen demokrasi, insan hakları ve özgürlükler çerçevesinde ele alınmalı. Bu konudaki tavrımızı programımızda açıkça belirttik. DEVA Partisi olarak, vatandaşlarımızın taleplerinin rahatlıkla tartışılacağı demokratik zemini inşa etme ve onların özgürlük alanlarını genişletme yükümlülüğümüz ve sorumluluğumuz var. Ülkemizin huzuru ve barışı için ‘ama’sız, pazarlıksız bir anlayışla haklar ve özgürlükler konusunda açık bir tutumla yaklaşmak ve bunları tanımak zorundayız. 'Hakkını vermek ’bile yanlış bir cümle. Zaten onun hakkı. Devlet olarak sen o hakkı tanıyacak ve garanti edeceksin.

Biz bu konuya tamamen hak ve özgürlükler açısından bakıyoruz. Yani insanlarımızın temel hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşaması ve bunun da garantörünün devlet olması, devletin bu teminatı vermesi gerektiğine inanıyoruz. Böylece terör örgütünün elinden tüm istismar alanlarını çekip almalıyız. Bu hak ve özgürlüklerin olduğu gibi tanınması, hiçbir pazarlığa malzeme yapılmaması gerekir. Bazen vatandaşlarımızın hakları terör ile aynı pakete konuyor, harmanlanıyor, pazarlık konusu yapılıyor. Bunlara kesinlikle karşıyız. Daha önceki dönemlerde bu oldu. Yani örgütle müzakereler zeminine çekildi biraz bu iş. Hakları terör meselesiyle pazarlık haline getirdiğinizde, örgüt dönüp vatandaşlarımıza diyor ki, 'Ne hakkınız varsa onu ben sağladım. Silahlı mücadele vermesem bunları da göremezdiniz ’diyor. Niye ellerine böyle bir enstrüman verelim ki? Türkiye’nin geleceğinde PKK gibi anakronik bir örgüte yer yok.

Devlet, terörle mücadelesini verir. Ne gerekiyorsa onu da yapar. Her türlü enstrümanını kullanır. Terör örgütü ile devlet mücadele edecekse adam akıllı eder. Devletin elinde askeri gücü vardır. İstihbaratı vardır. Diplomasi kullanılır. Uluslararası ilişkiler kullanılır. Her şey kullanılır. Ve terörle mücadele gerektiği gibi yapılır. Ama bu konuyu bu ülkenin topraklarında doğmuş büyümüş bizim kendi vatandaşlarımız olan insanların hakları ve özgürlükleri ile aynı çerçeveye koymak, aynı potaya koymak, bunu al ver meselesi yapmak; biz buna kesinlikle karşıyız. Biz bu konuya çok açık bakıyoruz. İlkeli olduktan sonra, prensipler üzerinde hareket ettikten sonra ve değerlerinizi sağlam bir noktada tuttuktan sonra hiçbir şeyden korkmayın. Bir devlet kendi vatandaşından korkmaz. Biz bundan yanayız ve inanın Türkiye’deki ortam çok rahatlar. Çok çok rahatlar. Yeter ki kendine güvenen bir yönetim olsun. Yeter ki iktidar korkularla yönetmesin ülkeyi. Gelecek ümidiyle insanlar iktidarı desteklesin.”

Parti olarak, Ali Babacan olarak HDP'ye bakışınız nedir?

“Biz hukuk devletinden yana olan bir siyasi partiyiz. Eğer bir siyasi parti Anayasanın ilgili maddelerine ve siyasi partiler yasasına göre kurulduysa, seçim yasalarına göre seçime girip şu anda mecliste temsil ediliyorsa, yapacak bir şey yok. Halkın iradesine saygı duymamız gerekir. Eğer suç unsuru taşıyan konular varsa yargı da bağımsız ve tarafsız bir biçimde bunun gereğini yapmalıdır.

Şu anda Türkiye’deki siyasetin bir ötekileştirme ihtiyacı var. İktidara şunları sormak lazım: Geçen seneki haziran yerel seçimlerinden önce kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ın TRT’ye, bir devlet kanalına, çıkartılıp konuşturulmasını nasıl izah edecekler? Tam seçim öncesi İmralı'yla temasa geçip de İmralı‘dan destek mesajları, mektuplar ortaya koymaya ne diyeceksiniz? Burada HDP’den bahsetmiyoruz. PKK terör örgütünden bahsediyoruz. İşine gelince PKK terör örgütü ile bu tür ilişkiler, işine gelmeyince bir partiyi öteleme iteleme.

Tutarlı olmak ve milletin iradesine saygı duymak lazım. Hukuk devletine yakışır biçimde hareket etmak lazım. Terör örgütüyle de sonuna kadar mücadele etmek lazım. En ufak bir taviz olamaz burada.”

Suriye meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Dış politikada en önemli güç, sözün gücü. Bu, itibarla gelen bir güç. Eğer doğru yerde durduysanız sözleriniz kıymetli hale geliyor. Biz bunları yaşadık. İyi bir diplomasi geleneğimiz var. İyi diplomasi, ekonomik başarı ve siyasi iradeyle birleştiğinde Türkiye’nin inanılmaz bir gücü oluştu. Biz pek çok konuda arabuluculuk yaptık. Daha sonraları, o itibar maalesef çok kötü kullanılmaya başlandı. Darlaştırılmış siyasi ve ideolojik amaçlarla kullanılmaya başlandı. Özellikle de yakın coğrafyada kullanıldıkça aleyhimize işlemeye başladı. Bizim en önemli prensibimiz başka ülkelerin iç siyasetine karışmamaktı. Eğer iç siyasete müdahil olursanız, hele hele göstere göstere müdahil olursanız bunun olumsuz sonuçlarının olması kaçınılmazdır. Dar bir ideolojik amaçla ülkenin çıkarlarını riske atıyorsanız bunun masaya yatırılması lazım.

Suriye’de bizim yapacağımız sınırlarımızı ve çıkarlarımızı korumak. Sınırları korumanın yolu biraz ötesinden hat çekmekse yapmak zorundayız. Bize karşı Suriye içinde birçok grup oluştu. İnsani açıdan baktığımızda, ilave göç akımları olduğunda halkın korunması, sağlık ve eğitim gibi ihtiyaçlarının görülmesi için de bir güvenli alan oluşturulması önemlidir. Ama ‘Türkiye’nin bunun ötesinde gizli bir ajandası var ’algısı olursa yalnızlaşırız.”

Suriyeli sığınmacılar hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Suriye’de iç barış ve güvenlik sağlanmadan; Suriye sürdürebilir bir yönetim sistemine kavuşmadan Türkiye’deki Suriyelilerin kendi ülkelerine dönmeleri mümkün değil. Ne insanlık gereği mümkün, ne de uluslararası hukuk karşısında mümkün. Bu ancak gönüllü bir geri dönüş olmak zorunda. Bu hem insanlık gereği, hem uluslararası hukuk gereği. Bu gönüllü geri dönüş de, ancak Suriye’de şartların normalleşmesiyle mümkün. Biz bu normalleşme sürecine katkı vermeliyiz.

Burada ülkemizin uzun vadeli çıkarlarını esas almanız lazım ve bölgemizin bir an önce barışa, huzura kavuşması için bir hedef koymanız lazım. Tüm bölge için nihai stratejik bir planınızın olması lazım.

Burada yine çözüm diplomasiden geçiyor, çözüm uluslararası siyasi diyalogdan geçiyor. Ama diplomasiyi kim yapacak? Diplomasiyi yetkin, tecrübeli diplomatlar yapacak, diplomatlara alan açacaksınız. Bizim şu anda en önemli insan kaynağı hazinemizin birisi de Dışişleri Bakanlığı’dır. Ben iki yıl Dışişleri Bakanlığı yapma onurunu yaşadım, orada çok ciddi bir insan kaynağı birikimi vardır. Fakat şu anda oradaki insan kaynağı birikimi atıl vaziyette tutuluyor. Dar bir çevrenin, birkaç kişinin dürtüleriyle, rövanşlarıyla, kızgınlıklarıyla, hınçlarıyla yürütülen bir dış politika var şu anda. Böyle çözüm üretemezsiniz, böyle sonuç alamazsınız.”

DEVA Partisi olarak hükümet sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Türkiye’nin bu sistemle, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile devam etmesi mümkün değil. Biz onun için güçlendirilmiş parlamenter sistem diyoruz. Eskiye dönüş şeklinde değil. Çünkü eski sistemin de bir sürü problemi vardı.

Güçlü parlamenter sistem partimizin kurumsal taahhüdüdür. Biz güçlendirilmiş bir parlamenter sistemden yanayız. Yani Cumhurbaşkanının ağırlıklı olarak temsili yetkilere sahip olduğu, tarafsızlığıyla bütünleştirici ve güven verici işlevinin bulunduğu, güçler ayrımının olduğu, denge kontrol mekanizmalarının gayet güzel tasarlandığı ve parlamentonun da sistemin tam merkezinde olduğu, parlamentonun yasama ve aynı zamanda denetleme gücünü de kullanabildiği bir sistemden yanayız. Bunun ana kodlarını, ana esaslarını parti programımızda açık bir şekilde ortaya koyduk. Ve yeni bir anayasa çalışması için de startı vermiş durumdayız. Türkiye’nin yepyeni bir anayasaya ihtiyacı var.

Şunu da vurgulamak gerekir ki, bazen suçu sistemde aramak kolay bir çıkış oluyor. Aslında Türkiye iyi yönetilirdi de işte bu sistem yüzünden kötü gidiyor; öyle değil. Hem sistem güzel olacak, hem de yönetim tarzı, üslubu çok çok önemli. Yani demokrat bir üslupla, demokrat bir tarzla, başkalarını dinlemeye, başkalarının görüşünü almaya açık bir tarzda Türkiye’nin yönetilmesi gerekiyor.

Önemli olan burada güçlü bir parlamento, sistemin tam merkezinde olan bir parlamento ve gerçekten demokrasinin, parlamento yoluyla iyi işletilmesi. Demokrasi seçimden seçime gündeme gelen bir konu değildir. Demokrasi yaşayan bir süreçtir. Seçim oldu, seçim sonucunu gördük tamam. Demokrasinin kapısını kapat, böyle bir şey olmaz. Canlı tutulması lazım. Sürekli halktan, tabandan görüş alınması lazım. Bunun da en meşru, en makul zemini iyi işleyen demokrasilerde parlamentodur. Bir de çoğulcuysa eğer, çoğulcu bir demokrasiyse, sadece 50+1'i düşünmezsiniz. Sadece size oy verenleri düşünmezsiniz. Bütün toplumu düşünürsünüz. Öbür türlü çoğunlukçu demokrasi oluyor. 50+1'den hareket ederseniz bu toplumda ayrışma ve kutuplaşmaya sebebiyet

veriyor.”

Akademik özgürlük konusunda ne düşünüyorsunuz?

“Susturulmuş akademisyenlerden iyi bir bilimsel çalışma beklenemez. Akademisyenler ülkenin en kıymetli varlıkları. Eğer özgür düşünce diyorsak, bilim diyorsak, bilimsel üretim diyorsak bunu akademisyenler yapacak. Baskı altına alınmış, susturulmuş bir akademisyenden iyi bir bilimsel çalışma bekleyemezsiniz.

İyi bilimsel çalışmalar ancak özgürlüğü yaşayan, rahat düşünebilen, sınırsız düşünebilen, ruhu, beyni ya da vicdanı hiçbir şekilde kısıtlanmamış insanlar tarafından üretilir. Eğer üniversitelerimiz dünya sıralamalarına girsin diyorsak, bilimsel makale sayısı açısından dünya sıralamalarına girmek istiyorsak, Türkiye’de dünyaca bilinen bilim insanları olsun istiyorsak, Türkiye’den bu topraklardan yetişmiş daha çok Nobel ödüllü insanlar olsun istiyorsak, akademisyenler en çok özgür bırakmamız gereken insanlar doğrusu. Bırakalım istediklerini düşünsünler, istediklerini söylesinler. Fikir zenginliğinden korkmamak lazım. En ufak bir eleştirel görüşü virüs olarak görmek, öyle yaklaşmak açıkçası bu ülkeye yazık etmek demek.”

Kadınların siyasete katılımı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Kadına ve kadının tercihlerine saygı bizim çok temel bir ilkemizdir. Bunu sadece toplumun belli bir kesimi için söylemiyoruz, Türkiye’deki bütün kadınlar için söylüyoruz. Kadınların kendi tercih ettikleri hayat tarzı neyse biz onun garantisiyiz.

Kadınları siyasete katmak için büyük gayret gösteriyoruz. Partimizde yüzde 35 cinsiyet kotası bulunuyor fakat hedefimiz eşitlik. Bizim hedefimiz; kadınların hayatın her alanında engellenmeden yer alabilmesi, ekonomik ve sosyal hayata katılımlarının artırılması, eşit fırsatlardan yararlanması ve eşit muamele görmesidir. Biz DEVA Partisi olarak buna inandığımız için parti programımıza “parite” hedefi koyduk. Pariteyi parti programıyla deklare eden ilk olduk.

Kadınlar, partimizin her kademesinde asli unsur olarak yer alıyor. Partimizin 90 kurucusunun 27’si; 50 kişilik Genel Merkez Yönetim Kurulumuzun 18’i; Genel Merkez Başkanlık Kurulumuzda bulunan 20 genel başkan yardımcımızın ise 7’si kadın.

Hakiki bir başarı için etkin pozisyonlarda kadınların yer alabilmesi, engellenmemesi, desteklenmesi ve hatta motive edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için de oturup beklemiyoruz, bilakis kadınları alıkoyan sebepleri azaltacak teşvikler ve çalışmalar yapmaya devam ediyoruz.

Erkeklerin domine ettiği bir alanda, kadınların siyasette başarılı olmasını sağlamak gerçekten kolay bir iş değildir. Özellikle küçük yerleşim merkezlerine gittikçe kadınların siyasetten çok korktuğunu görüyoruz. Kadınların mücadelesine destek vermeyi ise ödev ve görevlerimiz arasında sayıyoruz. Siyasette etkili kadınların sayısı çoğalmadıkça Türkiye’deki kadın meselelerinin çözümünün zorlaştığını biliyoruz.

Unutmayalım; siyaset sadece erkeklere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.

Nasıl ki bir kuş tek kanatla uçamazsa toplumun da hak ettiği refah seviyesine ulaşabilmesi için iki kanada ihtiyacı vardır. Bir ülke ancak kadın ve erkeklerin eşit fırsatlara ulaştığı ve birlikte çalıştığı durumda gelişebilir.

DEVA Partisi dış politika konusunda ne düşünüyor?

“Dış politika dar ideolojiyle yürütülen bir alan olamaz. Ülkenin topyekûn çıkarı neyse dış politika odur. Programımızın dış politika bölümünü üç eski Dışişleri Bakanlığı müsteşarımızın ve 6-7 çok deneyimli büyükelçimizin görüşlerine başvurarak, düşünce kuruluşları ve çok iyi üniversitelerimizden çok donanımlı akademisyenlerimizden oluşan 20-25 kişilik bir ekip yazdı bir araya gelerek yazdı. Programımızın dış politika bölümü bir ortak akıldır, çok sağlam bir duruştur. Ortak akıl çok önemli bir ilkedir, ister dış politika olsun, ister ekonomi olsun, ister iç siyaset olsun.

Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez. Yani mütekabiliyetten anladığımız şu olmamalı: Onlar yanlış yapıyor, biz de burada yanlış yaparız. Böyle bir şey kabul edilemez. Ne yapılmalı? Bunların hepsi müzakere yoluyla ve karşılıklı konuşarak, ama ortak ilkeler, değerler etrafında müzakere ederek bunların hepsi çözülebilecek konular. Yeter ki biz önce kendimizi güçlü hissedelim ve hiç kimse de Türkiye’yi bir tehdit olarak görmesin; bakın bu da çok önemli. Yani biz iç siyasete böyle tabiri caizse biraz moral vermek, gaz vermek adına söylediklerimiz, Türkiye’de şu anda yönetimin söyledikleri, yaptıkları dışarıdan bakıldığında bir tehdit unsuru olarak görülebiliyor ve başka ülkeler Türkiye’yi bir tehdit unsuru gördüğü anda olacak işler olmaz hale gelebiliyor.”

İktidarın sık sık kullandığı “üst akıl, dış güçler bize, ekonomimize saldırıyor, bize operasyon yapılıyor” açıklamalarına nasıl bakıyorsunuz?

“Türkiye’ye yapılan ekonomik operasyonun en büyüğü kötü yönetim, akıl dışı, bilim dışı, rasyonalite dışı ve tamamen popülizme dayalı ekonomi uygulamalarıdır. Ben adına politika bile diyemiyorum, çünkü politika değil, birbiriyle tamamen tutarsız adımlar. Operasyonun en büyüğü kötü yönetim.

Siz bünyenizi sağlam tuttuktan sonra dışarıdan ne yaparlarsa yapsınlar etkisi olmaz. Bünye zayıf ki ekonomi dalgalanıyor. 2008-2009 ekonomik krizinde bütün dünya dalgalanırken, yanı başımızdaki Avrupa Birliği’nde çöküş yaşanırken, Yunanistan iflas etmişken, İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya, hepsi borç ödeme güçlüğü çekerken Türkiye sapasağlam ayaktaydı. 2010’da biz yüzde 8,4 büyüdük, 2011’de bir yüzde 11.2 daha büyüdük; nasıl yaptık? O zaman kötü yönetilseydi, Avrupa’daki krize benzer krizi de Türkiye yaşardı. Ondan sonra o gün hükümet çıkar derdi ki, ya ne yapalım, bütün Avrupa, işte dış dalga geldi bizi de vurdu ne yapalım? İşte dış güçlerin oyunu. O kadar kolay ki dışarıya suçu atmak. Siz önce kendi ödevinizi yapın, bünyenizi sağlamlaştırın, savunma mekanizmalarını kurun, ondan sonra dışarıdan kim ne operasyon çekerse çeksin. Suçu niye başkasına atıyorsunuz ki? Siz gol yiyorsunuz, ondan sonra vay işte bize gol attılar. Golü yeme canım, sağlam dur.

Türkiye'nin yaşadığı problemlerin temelinde yönetim krizi var, Türkiye kötü yönetiliyor. Kötü yönetimin en önemli unsurlarından biri yetkin, ehliyet, liyakat sahibi insanların, gerçekten işi bilen ve aynı zamanda dürüst olan insanların sayısının devlet yönetimi yapısında hızla azalmış olması. 2011 seçimlerinden sonra, yani üçüncü dönemden itibaren liyakatten öte sadakat ön plana çıkmaya başladı.

Bir diğer önemli neden de kararların istişare yapılmadan, temel kurumlar işletilmeden tek bir merkezden alınması. Dar bir çevre ve nihayetinde tek bir karar makamı, tek bir kişi tarafından pek çok önemli kararın verilmesi. Böyle tek bir merkezden, tek bir merciden yönetilemeyecek kadar büyük bir ülke Türkiye. Bu kadar büyük bir ülkeyi böyle yönetmeye çalışırsanız ne olur? O ülke gittikçe küçülmeye başlar, daralmaya başlar.”

DEVA Partisi bugün iktidara gelse IMF'yle masaya oturur mu?

“Türkiye’nin öncelikle doğru bir ekonomi programına ihtiyacı var. Yani orta vadeli en az üç yılı kapsayan detaylı bir ekonomi programına ihtiyacı var. Önce biz düzgün işler yapacağımızı, ekonomi ile ilgili kurumları tekrar ayağa kaldıracağımızı ortaya koyacağız ki, güven sağlayacağız ki kaynağı sağlayabilelim. Kaynak illa IMF'den gelmek zorunda değil. Bugün Türkiye güvenilebilir bir ülke olsa piyasalarda eksi faizle para var. Ben o eksi faizli parayı alırım. Ama bunun için güvenilir, itibarlı bir ülke olmamız lazım. Güven ve itibar olmayınca ekonomi yönetiminin işi çok zor.”

Siz “itibardan tasarruf olmaz” sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Devletin gücü gösterişten gelmez, sözünden gelir. İsraf haramdır değil mi? Şu anda Türkiye’deki tablo ne, yani israf yoktur diyebiliyor musunuz? Bugün eğer ekonomi bu hale geldiyse bunun en önemli sebeplerinden birisi de israftır. Yani itibardan tasarruf olmaz derken her alanda israf çoğalmıştır Türkiye’de. Halbuki devletin öncelikle örnek olması lazım. Devletin gücü gösterişten gelmez, devletin gücü sözünden gelir, itibarlı olmaktan gelir. İstediğiniz kadar paranız olsun, istediğiniz kadar askeri gücünüz olsun, eğer itibarınız yoksa bunun değeri sınırlıdır. Ama sözün gücü önemlidir, yani söylediğiniz eğer etkili oluyorsa, hiç silah kullanmadan, para kullanmadan dünyada sonuç alabiliyorsanız, savaşan tarafları barıştırabiliyorsanız, kadınların, çocukların, sivillerin ölmesi için sadece sözle, diplomasiyle müdahale ederek olaya hâkim olabiliyorsanız, dünyanın belki ekonomide sıralamada 17’nci, 18’inci ülkesiyken etkinlikte, sözün gücünde ilk 3’e girebildiyseniz budur sonuç. Biz bunu bir dönem yaptık. Ekonomik ve askeri gücümüzün çok daha üzerinde bir etki alanı oluşturduk dünyada.”

Yolsuzlukla mücadele konusunda ne düşünüyorsunuz?

“Yolsuzlukla mücadele şeffaflıkla sağlanır. Bir ülkenin yönetiminde şeffaflık çok temel bir ilke. Bunun hemen yanında da kural bazlı yönetim geliyor. Kamu İhale Yasası ilk çıktığı günden bu yana 180’den fazla değişikliğe uğramış. Kaldı ki şu anda yapılan işlerin çoğu normal ihale şartlarıyla değil de sıra dışı bir kanun maddesi var, o maddeye göre yapılıyor.

Türkiye'de şu anda siyasetin finansmanını sağlayan, yolsuzluk diye ya da israf diye tanımladığımız alanın aşağı yukarı üçte ikisi imar rantlarından oluşur. Zaten inşaat sektörü ilerlerken sanayinin durması, buradaki kontrolsüz ve kuralsız dağıtılan ranttan oluşmuştur.

Bu bir gerçek ama bunların hepsini ben bugün söylemiyorum. Bakın 5 sene önce söylediğimiz konular bunlar. 5 senedir mesele yaptığımız konular. Çok uğraştık, maalesef olmadı. Elimize fırsat geçtiği ilk anda yapılacak iş ve kamu yönetiminde ve siyasetin finansmanında şeffalık ve siyasi etiğin sağlanması. Şeffaflık ve yolsuzlukla mücadele stratejisi, kanun maddeleri hepsi hazır. Yeniden mücadele etmek için hazırız.”

DEVA Partisi geçiş garantili oto yollar ve köprüler hakkında ne düşünüyor?

“İster üçüncü köprü olsun ister yeni havalimanı olsun ister Osman Gazi Köprüsü olsun; bunlar Türkiye’nin ihtiyacı olan projeler. Biz bu büyük projeleri destekliyoruz ve ülkenin ihtiyacı olduğunu

düşünüyoruz. Ancak bu projeler ihale edilirken şeffaf süreçler işlemedi. Daha çok davet usulü; sen, sen, sen gel bize teklif ver yapıldı. Dolayısıyla rekabet oluşmadı. Bu projeler pahalıya mal oldu. Sadece yapılırken değil aynı zamanda yıllara sari ödemeleri açısından da maliyeti çok yüksek projeler oldu.

Mutlaka masaya yatırılması gerekecek bu projelerin. Ancak şu var ki, devlette devamlılık esastır, yani sözleşme hukuku önemlidir, sözleşme hukukunun tek taraflı kararlarla bozulması da ayrı bir hatadır. Burada yapılması gereken, usulüne uygun meşru yollardan bu süreçlerin tekrar sorgulanmasıdır, tekrar bir bakılmasıdır, tekrar incelenmesidir. Eğer usulde yapılan hatalar açık bir şekilde ve ilgili denetim organları veya yargı tarafından ortaya konulursa, o zaman yine hukuk çerçevesinde ne yapılması gerekirse, bu projeler hakkında da yapılır. Yani projeler doğru, ama maliyetler çok yüksek.

Kamu-özel ortaklığı model olarak doğru bir modeldir. Bu alanlarda mutlaka özel sektörün bir şekilde devreye girmesi gerekiyor. Fakat siz ihale sürecini açık, şeffaf yapmazsanız, ihaleleri geniş katılımla yapmazsanız, koskoca, milyarlarca dolarlık projelerde ihale şartnamelerini birkaç hafta sadece şöyle bir gösterip kapatıp ondan sonra birkaç firmayı davet usulü ile çağırırsanız, işte o zaman orada rekabet oluşmaz, rekabet oluşmayınca da çok yüksek rakamlara mal olur projeler. Model doğru, ama uygulamadaki niyet çok önemli, yani buradaki niyetin halis olması lazım, iyi olması lazım, mümkün olduğunca ucuza mal edilmeye çalışılması lazım bu projelerin. Oralarda da kuşkusuz sorunlar var.”

DEVA Partisi olarak özelleştirilmelere nasıl bakıyorsunuz?

“Özelleştirmede mutlaka rekabeti, fırsat eşitliğini ve yarışmayı devam ettirecek bir perspektif şarttır. Eğer tekel durumundaki bir kurumu devletten alıp özel sektöre verip ona da özel para kazanma alanı açıyorsanız, bunun adı özelleştirme değildir. Bunun adı başka bir şeydir. Fırsat eşitliği ile rekabetle yapılması lazım. Şu anda dünyada özellikle teknolojide en başarılı kuruluşların hepsi özel sektör. Teknolojide en başarılı 20 şirket arasında bir tane devlet kuruluşu var mı? Yok. Tamamı özel sektör. Çünkü özel sektörün dinamizmi çok önemli. Fırsat eşitliği ve rekabetle yürütmeniz lazım ki özel sektör çalışsın. Kimseye iltimas yapılmayacak ve kurallar içerisinde yarışılarak en iyisine ulaşacak. En iyi nedir? En iyi hizmeti, en iyi malı, en ucuza üretip halka sunmaktır. Devletin amacı bunun olmasını sağlamaktır.”

DEVA Partisi olarak ekonomideki sorunları nasıl çözmeyi planlıyorsunuz?

“Ekonomiyle ilgili kurumların ayağa kalkması 1 aydır. Ama ondan sonra ileriye doğru, en az 3 yıllık bir ekonomik program gerekir. Para politikası, maliye politikası, makro ihtiyati tedbirler, yapısal reformlar, ondan sonra da onun icrası başlar.

İyi bir ekip geldi, güvenilir bir ekip geldi ve bu ekonomik programla bu ülke toparlar diye kanaat oluştuğu anda zaten yatırım da gelmeye başlar, piyasa canlanır. O güven ışığını bulduğu anda yatırımcı hemen yatırım yapmaya başlar. Geleceği öngörüp bugünden doğru adım atan insanlardır yatırımcılar. Gelecekte düzelme sinyalini gördükleri anda bugün yatırım başlar, bugün istihdam başlar.”

“Bazıları diyor ki, şartlar çok zor. Öyle değil. Şu an dünyada likiditenin en bol olduğu bir dönemdeyiz ve eksi faiz var. Yani bu şartlarda para akar, oluk-oluk akar. Yani sermaye sorunu, finansman sorunu olmaz, kendi iş dünyamızı da ben iyi tanıyorum. Parası olan, imkânı olan bile yatırım yapmıyor şu anda. Gelecekle ilgili güven şart. Bugün tamamen yönsüz bir ekonomi yönetimi var. Böyle bir ülkeye kim niye yatırım yapsın?”

DEVA Partisi olarak ekonomiye ilişkin temek yaklaşımınız ve ilkeleriniz nedir?

“Bizim önem verdiğimiz ekonomide ana ilkeler var; nedir? Ekonomi yönetiminde öncelikle kurumları önemsiyoruz ve kuralları önemsiyoruz ve aynı zamanda hem özel sektörün etkili olmasını, özel sektörün gerçek anlamda rekabet içerisinde işini yapması gerektiğini düşünüyoruz, ama devletin de düzenleyici ve denetleyici rolünün, gücünün de olduğu gibi ortada olmasını önemsiyoruz. Yani fırsat eşitliği burada çok çok önemli. Böyle kayrılmış özel şirketler oluşturmak ya da zenginler türetmek, böyle bir şey bizim ekonomik modelimizde yok.

Şu anda dünyanın yepyeni örneklere ihtiyacı var, yepyeni modellere ihtiyacı var. Mutlaka toplum güçlü olmalı, bir ülkenin özel sektörü de güçlü olmalı, ama devleti de güçlü olmalı. Şimdi güçlü devlet, güçlü özel sektör, güçlü toplum ve bunlar arasındaki dengeleri iyi kurabilmek son derece önemli. Yani devlet hepsinden güçlü olsun ve devlet her şeyi herkes için yapsın, böyle bir şey de söz konusu değil. Yani bu özelleştirmeye karşı olanlara peki ne yapacaksınız diye sorduğunuzda, cevapları nedir?Her şeyi devlet mi yapsın?

Şimdi bu sosyal devletse eğer ve çalışanların da güçlü olmasını istiyorsak, kuşkusuz sendikalaşma hakkı ve sendikalaşmanın gereği olan grev hakkı da işçilerde tabi ki olmalı ve biz bunu bakın açık açık parti programına yazan az sayıda partiden birisiyiz. Yani sendikalaşmayı teşvik edeceğiz diyoruz parti programımızda. Sendikalaşma oranı çok düşük Türkiye’de, bunun artması gerektiğini düşünüyoruz. Eğer çalışan kesim sivil yapılanmayla kendi haklarını toplu bir şekilde koruyamazsa, o zaman ezenin olduğu, ezilenin olduğu bir tablo görürsünüz, bu da yanlış. Yani her bir toplum birimini ayrı ayrı güçlü kılmak burada çok önemli. Yani güçlünün güçsüzü ezdiği bir tablo asla asla görmek istemeyiz.”

Deva Partisi’nin büyüme stratejisi nedir?

“Sloganımız: Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme.

Ekonomide gerçekçi olmak lazım. Kısa vadede yapılması gerekenler var, bir de daha orta, uzun vade için yapılacak hazırlıklar var. Kısa vadede yapılması gereken en önemli konu, Türkiye’nin bir an önce eksiye düşmüş döviz rezervini ve artan cari açığını taze döviz kaynaklarıyla telafi etmek. Bu acilen yapılmazsa bu kriz derinleşir.

Orta, uzun vadede de ise Türkiye için en önemli konular nedir? Öncelikle insan kaynağımızın daha iyi yetişmesi, daha yetkin bir insan kaynağı olması; daha yüksek katma değerli üretime hazır bir iş gücü; bu son derece önemli. Girişimciliğe önem vermek, yenilikçiliğe önem vermek. Dijital dönüşüm ve teknolojiyi ekonomik programın tam da ortasına oturtmak.

Her alanda ne yapılacağıyla ilgili zihnimiz çok net: yatırım, üretim, ihracat.

Yatırım derken; sanayi yatırımı, insan kaynağına yatırım. Üretim derken; ürün üretimi, kaliteli hizmet üretimi. İhracat derken; hem ürün, hem hizmet ihracatı. Başka bir çıkışı yok Türkiye’nin, büyümenin en önemli formülü burada. Bizim büyümemizdeki en önemli sloganımız şu: Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme. Türkiye’nin kendine has, dünyanın gerçeklerini gören ve kendine özel dikilmiş, böyle kaliteli bir şekilde dikilmiş, en iyi terziler-ustalar tarafından dikilmiş bir elbiseye, bir ekonomik programa ihtiyacı var. Bunun içinde sosyal boyutu da olacak, ekonomik rasyonalitesi de olacak. Özel sektörün dinamizmi olacak, rekabetin getirdiği verimlilik de olacak. Ama hepsinden öte, sosyal koruma, sosyal güvenlik, sosyal destek, bütün bunların da çok güzel kurgulandığı, iç içe entegre bir şekilde kurgulandığı bir yapının da bu ekonomik modelin içinde olacağı bir anlayış. Hepsi programımızda var.”

Türk Lirasına itibar ve güven kazandırmak için ne yapılmalı?

“Türkiye döviz açısından çok sıkışmış durumda. Bir yandan Merkez Bankası sürekli para basıyor, Türk Lirası üretiyor ve ancak bütçe açığını öyle karşılıyor. Ama para bastıkça, bunun karşılığında döviz yoksa paranın değeri düşüyor; bunu gördük, yaşadık. Değerinin çok çok düştüğü bir Türk Lirası var şu anda karşımızda.

Türkiye’nin öncelikle kendisine çekidüzen vermesi lazım. Öncelikle düzgün bir ekonomik programı ortaya koyması lazım, kurumlarına güveni inşa etmesi lazım. Bugün Merkez Bankamız başta olmak üzere bağımsız kurumların birçoğu maalesef önemli ölçüde kredibilitesini yitirdi. Günlük iç siyaset neyi gerektiriyorsa bağımsız kurumlar teknik olarak doğru olup olmadığına bakmadan talimatı yerine getirmek zorunda kalıyorlar. Kurumlarımızın güvenirliliği de maalesef çok çok aşınmış durumda.”

Türk Lirasının değer kaybının nedenleri ve çözüm önerileri ile ilgili 10 maddelik bir açıklama paylaştık;

  1. 1)  Tutarlı, teknik kalitesi yüksek ve güven veren orta vadeli bir program katılımcı bir anlayışla hazırlanmalı ve kararlılıkla uygulanmalı.

  2. 2)  Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, bağımsız ve etkin bir biçimde kullanılmalı.

  3. 3)  Merkez Bankası rezervlerini güçlendirecek her türlü dış finansman imkanını değerlendirme konusunda azami çaba gösterilmeli.

  4. 4)  Dövize yapılan, şeffaflıktan uzak, hedeflenen etkileri sağlamakta başarısız müdahaleler derhal durdurulmalı.

  5. 5)  Tüm bankaları, fayda ve risk analizlerine dayanmadan, piyasa gerçeklerinden uzak parametrelerle kredi vermeye zorlamaktan derhal vazgeçilmeli.

  6. 6)  Bütçe birliği, bütünlüğü ve disiplini sağlanmalı, mali kural hayata geçirilmeli.

    1. 7)  Tasarruflara yönelik keyfi uygulamalara başvurulmamalı, Merkez Bankası yedek akçeleri harcanmamalıdır.

    2. 8)  Kamu yatırımları ve Kamu Özel Sektör işbirliği uygulamaları şeffaflığı, katılımcılığı, yerindeliği ve etkinliği esas alan bir anlayışla yürütülmelidir.

    3. 9)  TÜİK’e güçlü bir bağımsızlık kazandırılmalı ve yayınladığı istatistiklerin kalite ve güvenilirliği en üst düzeye çıkarılmalıdır.

    4. 10)  Tek bir kişinin kararlarına bakılan keyfi yönetim bitmeli, kurumsal yönetim anlayışı yönetim süreçlerine hâkim olmalıdır.

    Bu açıklamayı hazırlayan ekip dünyanın en derin krizinde olan ülkesini üç ayda toparlar, ayağa kaldırır. Uluslararası tecrübesi olan bir ekipten bahsediyorum. Bu konuda mütevazı olmayacağım, iddialı olmak zorundayım. Şu anda bırakın Türkiye’yi, dünyada iktisat konusunda, finans konusunda en iyi ekiplerden birisi partimizde.”

DEVA Partisi ekonomide getirilen çeşitli yasaklar hakkında ne düşünüyor?

“Davul çala çala geliyor birkaç yıldır; bu içe kapanma işi, yani Türkiye’yi kapatıp küçülterek yönetmek. Yasaklamaktan kolay bir şey yok! Ama dikkat edin, yasakların dozunu kaçırırsanız ülkede kaçakçılık başlar, karaborsa başlar; bunları Türkiye yaşadı. Özal öncesi, dönemde bütün sınır illerimiz kaçak mal cennetiydi. Rahmetli Özal ne yaptı? Geldi ekonomiyi dışa açtı, yasakları kaldırdı, kaçak kalmadı Türkiye’de, yasakların getirdiği haksız kazanç kalmadı, herkes alnının teriyle kazanmaya başladı. Özal öncesi en kötü ürünlerin en pahalı satıldığı ülkeydi Türkiye. Döviz trafiğini kapat, mal trafiğini kapat; bu Özal öncesine götürür Türkiye’yi. 70’li yılların zihniyeti, o askeri rejim zihniyeti; kapat, yönet.

İktidar birçok konuda olduğu gibi ekonomide de yasakları alışkanlık haline getirdi. Ekonominin kötü yönetildiğini, işlerin iyi gitmediğini söylemek bile yasak oldu. Bugün akademisyenler gazeteciler bankacılar konuşamaz gerçekleri söyleyemez oldu. Gerçekleri söyleyenler ise işlerinden oldular.”

Hükümet ekonomideki sorunları Koronavirüs salgınına yükleyip sorunlardan kurtulabilir mi? Ekonomimize etkisi nedir?

“Türkiye pandemi başlamadan önce zaten ciddi ekonomik sorunlarla boğuşuyordu. Türkiye’nin ekonomik büyümesi 2019 yılında yüzde 0.9. Bakın yüzde 1 bile büyüyememiş ülke. Bütçe açıkları, faizler ve borç yükü artmaya başlamış, ekonomide istikrar kaybolmuştu. Hızla fakirleşmeye başlamıştık. Türkiye kendi eliyle çıkarttığı, kendi eliyle ürettiği bir ekonomik krizin içine zaten düşmüştü.

Türkiye çok zayıf bir finansal ve ekonomik bünyeyle bu pandemiye yakalandı. Merkez Bankamızın rezervi erimişti. Merkez Bankasının bir zamanlar 136 milyar dolarlık rezervi zaten 85-90 milyar dolara, net rezerv 25-30 milyar dolara inmişti. Hatta bazı hesap metotlarıyla baktığımızda rezervin eksi olduğunu zaten görüyorduk, bu koronavirüs öncesindeydi. Salgın öncesinde işsizlik, genç işsizlik yüzde 27’yi bulmuştu, tarihi yüksek genç işsizlik oranını biz yüzde 27 olarak bu kriz öncesinde gördük. Dolayısıyla Türkiye’nin durumu gerçekten kolay değil. Ama aşılmayacak da hiçbir kriz yok, biz en kötü krizleri yönettik.”

Dijital dönüşüme bakışınız nedir?

“Türkiye’de bu alanda bir politika başkanlığı kuran ilk ve tek partiyiz. Konuya verdiğimiz önemin en net göstergesi budur. Ekonominin her alanında ürün ve hizmet verimliliğini, kaliteyi ve rekabetçiliği arttıracak, nitelikli işgücü istihdamını geliştirecek, sosyal fayda sağlayacak ve sosyal maliyetleri düşürecek bir teknoloji dönüşüm programını hayata geçirmek, partimizin öncelikli hedeflerinden birisidir. Dijital ekonomiye yönelik politikalarımızın amacı, yerli dijital çözüm üreten firmalarımızı alanlarında rekabetçi olmalarını sağlayacak şekilde desteklemek, bu firmalarla iş birliği içinde geleneksel şirketlerimizin dijital dönüşümünü hızlandırmak ve küresel dijital şirketlerle eşit şartlarda rekabet ortamı sağlamaktır.”

Dijital dönüşüm için temel alanlar olarak neleri görüyorsunuz?

“Gerek kamunun gerekse mevcut sektörlerimizin dijital dönüşümünü elzem buluyoruz. Dijital anket ve geri bildirim platformu kurarak vatandaşlarımızın görüş ve önerilerini alacak, gerçek anlamda katılımcı demokrasiyi oluşturacağız. Kamu alımlarında, ihale şartnamelerine ve önemli sözleşmelere internetten üzerinden erişimi sağlayacak, ihaleleri online yayınlayacağız. Kamuda şeffaflık ve hesap verebilirliği tesis edeceğiz. Her vatandaşımızın elektronik imzaya kolayca erişmesini ve sistemi rahatça kullanmasını sağlayacağız. Böylece kamu işlemlerini ıslak imzasız, mühürsüz ve kâğıtsız hale getireceğiz. Tapu, noter, ipotek ve ekspertiz verilerini blok zincire taşıyacağız. Kredi işlem süreleri kısalacak, anlaşmazlıklar ve davalar azalacak.‘ ’Dijital-TL mevzuatını çıkaracağız. Aşırı regülasyondan boğulan finansal teknoloji şirketlerinin kısıtlarını kaldıracağız. Alternatif ödeme sistemlerinin, kitle fonlamasının ve dijital kredi kanallarının önünü açacağız. ’ ‘Teknolojiyi kullanarak uzaktan sağlanan tıbbi hizmetlerin kapsamını genişletecek, sağlığı vatandaşın ayağına götüreceğiz. Millî Eğitim Bakanlığı’nın müfredat içeriklerini dijitalleştirecek ve internete koyarak fırsat eşitliğini sağlayacağız.”

 

Teknoloji politikalarınızın temeli nedir? Özgürlüklere nasıl bakıyorsunuz?

“Teknoloji düzenlemelerinde temel hak ve özgürlükleri, etik değerleri ve tüm paydaşların yararını esas alacağız. Geniş toplumsal istişareden, dünyayla koordinasyondan ve yerli girişimcimizin önünü açmaktan şaşmayacağız. Teknolojiyi sadece kullanan değil, geliştirip dünya çapında iş yapan bir ülke olacağız. Yapay zekâ, büyük veri, nesnelerin interneti ve blok zincir gibi alanlarda sadece dünyanın ayak izlerini takip etmeyeceğiz, sıçrama modeliyle teknolojideki en gelişmiş seviyeyi hedefleyeceğiz. Kamunun ve şirketlerimizin yapay zekâ uygulamalarını teşvik edeceğiz. Mevcut sektörlerimizdeki dijital dönüşüme sürücüsüz araç, akıllı ev ve giyilebilir teknoloji ile destek vereceğiz. Ulusal yapay zekâ etik çerçevesini belirleyecek ve dünyadaki standart belirleme çalışmalara katkı sağlayacağız. Türkçemiz’in dijital işlenmesi için gerekli kaynağı ayıracağız.”

Türkiye’de teknolojiye erişim çok pahalı değil mi?

“Gençlere ve erken aşama girişimcilere interneti ücretsiz yapacağız. İnternet erişimi ve bilgisayar, tablet, oyun konsolu gibi dijital cihazlar üzerindeki aşırı vergileri indireceğiz. Yerel yönetimler ve sektör oyuncularıyla birlikte çalışarak her evin geniş bant internet hizmetine kavuşmasını sağlayacağız. Her öğrencimiz ve öğretmenimizin eğitim teknolojisini ücretsiz ve etkin kullanabilmesini sağlayacağız. Bu konuyu ekipman, yazılım, geniş bant internet bağlantısı ve kolay kullanım kılavuzlarını içeren kapsamlı bir perspektifle ele alacağız. Tüm okulları en iyi teknolojik altyapıya kavuşturacağız.”

Girişimciliğe nasıl yaklaşıyorsunuz?

"Kolaycı rantın kapısını kapatacak, alın teri ve akıl teri ile kazancın önünü açacağız. Paranın ölü yatırımlara değil, yeni girişimlere (start-up'lara) akmasını sağlayan bir ekonomi kuracağız. Start-up kanunu çıkaracağız. Böylece hızlı büyüyen şirketlerin hukuki statüsünü, mali yükümlülüklerini ve teşviklerini gerçekçi bir çerçeveye oturtacağız. Erken aşama girişimcilerimize kamu alımlarında öncelik vereceğiz. Özel sektörün yeni girişimlerden ürün veya hizmet almasını cazip hale getireceğiz. Elini taşın altına koyan özel sektör oyuncuları ile kamunun eş-finansman yapmasını teşvik edeceğiz. Girişimcilerimizin izin, ruhsat, teşvik ve eğitim programları gibi tüm ihtiyaçlarını karşılayan tek bir merkezi birim kuracağız. Girişimcilik alanında kamudaki yetki karmaşasını kaldıracak ve yalın bir yapıya geçeceğiz. Teknopark ve ARGE merkezi teşviklerini mekanla sınırlamayacak, tüm Türkiye’yi teknopark yapacağız. Kamuda açık inovasyonu benimseyeceğiz. Girişimciler e-devlet koduna bağlanıp uygulama geliştirebilecekler, vatandaşa hizmet verebilecekler. Kamunun elindeki sağlık, trafik, meteoroloji gibi verileri kişisel verilerin mahremiyeti çerçevesinde yerli girişimcilerin kullanımına açacak ve büyük veri alanında ilerlemelerini sağlayacağız.