22 Ekim 2025
Ali Babacan- 22 Ekim 2025
Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve şu anda bizleri bu salonda bizleri izlemekte olan değerli katılımcılar, konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor;
Yeni Yol Grup’unun haftalık gurup toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin hemen başında, son seçimlerde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına seçilen Sayın Tufan Erhürman’ı tebrik ediyor, görevinde başarılar diliyorum.
Bu seçimlerde, demokratik olgunluğunu ve kendi geleceğini tayin etme kararlılığını bir kez daha ortaya koyan Kıbrıs Türk halkını gönülden kutluyorum.
Bizim için Kıbrıs, milli bir davadır. Kıbrıs Türkü’nün iradesi, kimliği ve egemenliği, hiçbir şart altında tartışmaya açılmayacak temel ilkelerimizdir.
Türkiye, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da garantör ülke olma sorumluluğuyla, Kıbrıs Türk halkının güvenliği ve refahı için kararlılıkla çaba göstermeye devam edecektir.
Seçim sonuçları, Ada’da çözüm perspektifinin yeniden canlandırılması için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
Çözüm konusunda Türkiye’nin ilkeli bir tutum ortaya koyması ve yapıcı bir rol üstlenmesi hem kendi ulusal çıkarlarımız hem de bölge istikrarı açısından son derece önemli olacaktır.
Biz, Kıbrıs Türk halkının dünyaya kendi sesiyle konuşabildiği, kendi kimliğiyle tanınabildiği bir geleceği hedefliyoruz. Hakkaniyetli ve kalıcı bir çözüm istiyoruz.
Nihai çözüme ulaşıncaya kadar KKTC’nin uluslararası alanda görünürlüğünü artırmak, doğrudan ticari ve kültürel temsil kanallarını çeşitlendirmek için çalışmaya devam etmek gerekir. Bu çaba, sadece savunmacı değil, proaktif bir Kıbrıs politikasının parçası olmalıdır.
Bazıları diyor ki; “ya Türkiye acaba çok mu karışıyor?”
Biz değerli arkadaşlar; Kıbrıs'ta uluslararası hukukun gereği olarak bir garantör ülkeyiz. Kefiliz.
Uluslararası garantör olmanın sorumlulukları var.
Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye arasındaki ilişkilerin hep özel bir yeri vardır.
Özel bir yeri olmaya da devam edecektir.
Biz inanıyoruz ki, Doğu Akdeniz’de istikrarın yolu, çok taraflı ve hakkaniyetli bir düzen kurmaktan geçer.
Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması meselesinde, Kıbrıs Türk Halkı’nın, Ada’nın tümü üzerinde söz sahibi olması Türkiye’nin de Kıbrıs Türklerinin de çıkarına olacaktır.
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ve Kıbrıs Türkü’nün dışlandığı hiçbir masa, kalıcı çözüm üretmeyecektir. Bu gerçek görmezden gelinerek, ne kalıcı bir barış tesis edilebilir, ne de bölgesel istikrar sağlanabilir.
Bu vesileyle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kumar, uyuşturucu ve kara para ile anılan bir yer olmaktan çıkmasını;
Akdeniz’de hukukun egemen olduğu bir fırsatlar ülkesi olarak anılmasını gönülden temenni ediyorum.
KKTC, Türkiye ile iyi bir koordinasyon içinde, her türlü sorununu çözecek güçtedir.
Değerli arkadaşlar,
Gazze’de iki yıldır süren yoğun çatışmaların ardından, geçici de olsa bir ateşkes mutabakatına varılması, insani yardımların ulaşmaya başlaması ve Gazze’nin yeniden inşa sürecinin önünün açılması memnuniyet vericidir.
Birleşmiş Milletlerin yanısıra, Türkiye, Mısır ve Katar gibi ülkelerin şu ya da bu şekilde sürece dahil olması, bölgesel diplomasi kanallarının işlemesi, barış yolundaki adımlar için bir umut oluşturmuştur.
Ne var ki, ilk günden bu yana ateşkes ihlalleri devam ediyor.
Gazze kaynaklı haberlere göre, ateşkesin ilanından bu yana, İsrail tam 80 tane askeri saldırı gerçekleştirdi.
Bakın, ateşkes ilan edilmiş o günden bugüne.
Ateşkesin ilan edilmesinden bu yana 97 Filistinli kardeşimiz öldü. 230'un üzerinde yaralı var.
İnsani yardım taşıyan tırların sayısı, yakıt ve diğer lojistik ikmal akışı hedeflenen düzeylere ulaşmadı. Geçiş kapıları hâlâ ya kapalı ya da kısıtlanmış durumda
Bu tablo, ateşkesin çok çok kırılgan olduğunu ve güvence altına alınması gerektiğini bize gösteriyor.
Hatırlarsanız ilk gün söylemiştim. “Ateşkes sonrası İsrail’in yeniden saldırıya geçmesinin önünde hiçbir engel yok” demiştim.
”Bu anlaşmada uluslararası garanti mekanizmaları yok, sadece Trump’ın ve Netenyahu’nun verdiği sözler var” demiştim. “O sözlere güvenmek mümkün değil. O sözlere güvenip adım atmayın” demiştim.
“Mazlumun kaderi, zalimin iki dudağı arasına bırakılamaz” demiştim.
İşte sonuç: Ateşkesten bu yana 97 Filistin’i kardeşimiz daha öldü…
Bazıları susabilir. Ama biz susmayacağız!
Mazlumun yanında dimdik duracağız!
Zulmü asla normalleştirmeyeceğiz!
Her bir haksızlığa karşı sesimizi yükselteceğiz.
Her bir adaletsizliği ifşa edeceğiz.
Her bir mazlumun yanında, ama her zalimin karşısında duracağız!
İnsani yardım kesintisiz olarak ulaştırılmadan,
Ateşkes güvence altına alınmadan,
Uluslararası garantiler sağlanmadan,
Ve de en önemlisi,
Katiller yargı önünde bir bir hesap vermeden,
Bu konuyu asla kapatmayacağız.
Unutmayalım, gerçek zafer, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen bir Filistin Devleti kurulduğunda kazanılacaktır. Bunu sürekli tekrar edeceğiz.
Çünkü bu hedefi gevşetmeye çalışanlar var.
Bu hedefi yumuşatmaya, sulandırmaya çalışanlar var.
Bunda gayet iyi farkındayız.
Filistin için koyduğumuz hedeflerden ve Filistin davasının temel parametrelerinden asla vazgeçmeyeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Sayın Bahçeli’nin bir yıl önce yaptığı gurup konuşmaları ile gündeme gelen süreçte, artık uzunca bir dinleme sürecini, komisyonun uzunca bir dinleme egzersizini de görmüş durumdayız.
Henüz kamuoyuna detaylı bilgilendirme bile yapılmamışken, bu sürecin çok önemli olduğunu söyledik ve hemen ilk haftalarda dedik ki; “başarı ihtimali %5 bile olsa biz gideriz o %5'lik ihtimali destekleriz” dedik.
Bugüne kadar da bu desteğimizi sürdürdük. Yeri geldi uyardık, yeri geldi eleştirdik, yeri geldi tavsiyelerimizi, önerilerimizi masaya koyduk; ama genel hatlarıyla hedeflerin ve yöntemin doğru olduğunu çekinmeden ifade ettik.
Grubumuzun üç milletvekiliyle temsil edildiği komisyon bugüne kadar önemli dinlemeler yaptı. İçeriğine katılalım ya da katılmayalım, komisyonun dinlediği misafirleri de, ifade edilen görüşleri de, bu görüşlerin demokratik bir olgunlukla kayda geçirilmiş olmasını da kıymetli bulduk.
Bu komisyonun artık nihai bir rapor aşamasına geçmesi gerekiyor. Gecikiyoruz arkadaşlar. ”Hayırlı işle acele ediniz.” Bizim düsturumuz bu.
Bu rapor örgütün fesih ve tasfiyesiyle ilgili bir hukuk çerçevesi oluşturacak.
Bu raporun, artık devlet birimlerinin yaptığı çalışmaların da masaya konulmasıyla beraber komisyon tarafından ele alınması gerekiyor.
Bir sonraki aşamada ise, komisyonun adında ve görev tanımında belirtildiği üzere; demokrasi, temel haklar ve özgürlükler konusunda bir perspektif vermesini önemli buluyoruz.
Zaten komisyonun yaptığı dinlemelere baktığımızda ağırlıklı olarak konular bu konular.
“Örgütle ilgili ne olacağı, nasıl olacağı?” teknik bir konu, güvenlik birimlerinin çalışması gereken bir konu ve onların nihayetinde komisyonun masasına getireceği bir konu.
Ümit ediyoruz ki, önümüzdeki dönemde komisyonun iktidar kanadı, çoğulcu demokrasinin ve katılımcılık anlayışının gereğini yapar. Umarız ki, bugüne kadar sürdürülen mutabakat arayışı komisyonda, bundan sonra da devam eder.
Öte yandan, önemle vurgulamak isterim ki,
Son derece hassas bir süreçten geçmekteyiz.
Siyasi partilerin çok özenli hareket etmesi gereken bir dönemdeyiz.
1000 yıllık kardeşlikten bahsederken, barış dilini hâkim kılalım derken, herkesin sözüne, sloganına dikkat etmesi gerekir.
Toplumumuzun geniş kesimlerini rahatsız edecek, toplumun sinir uçlarıyla oynayacak söz ve hareketlerden kaçınmak gerekir.
Kusura bakmasınlar, hiç kimse bizim ne polisimize ne de askerimize “düşman” diyemez. Dedirtmeyiz.
Diyenler karşısında bizi bulur.
Görevinin başında olan, aldığı talimatın ve kanunun gereği olarak görevini yapan polisimizden düşman diye bahsedilmesi sorumlu bir dil olmaz, barışın dili olamaz.
1000 yıllık kardeşlikten bahsederken, polisimizi ya da askerimizi düşman diye kodlayan bir dil kabul edilemez.
Geleceği böyle mi kuracağız Allah aşkına!
Bu sözler, bir siyasi partinin yasal izin alınarak düzenlenmiş bir yürüyüşünde ifade edildi ise, öncelikle bu siyasi partinin yönetiminin itiraz etmesi, gerekirse parti içinde bir soruşturma yürütmesi ve bunun sonuçlarını da kamuoyuna ilan etmesini beklerdik.
Şu ana kadar böyle bir gelişmeden haberdar değiliz.
Eğer mesele, barışın dili, kardeşliğin diliyse, sorumluluk dili herkes için geçerlidir.
Değerli arkadaşlar,
Ülkemizde büyük bir ekonomik kriz var.
Ülkemizde geçim derdi var, geçim.
İnsanlar ay sonunu getiremiyor.
Millet gerçekten aç arkadaşlar.
Sırtını devlete dayamamış her bir sektör kan ağlıyor ülkede şu anda.
Milletin ekmeğini, devlete çöreklenmiş bir menfaat şebekesi yiyor.
Türkiye'de toplam servetin %40'ı nüfusun sadece %1'inin elinde şu anda.
Bütün servetin %40'ı nüfusun %1'inin elinde.
Avrupa'daki en kötü oran bizde, OECD'deki en kötü serveti alın bizde.
Toplumun fakir yarısıysa, yani en yoksul alttaki %50'si ise toplam servetin sadece %4'üne sahip.
Üstüne basa basa söylüyorum: Türkiye’de büyük bir servet transferi yaşandı, yaşanıyor.
Çünkü bunlar fakirden alıyor, zengine veriyor.
Bilhassa rekabete açık, devlet tarafından desteklenmeyen sektörler bir bir küçülüyor arkadaşlar.
Bir yandan artan maliyetler, bir yandan sabit tutulan döviz kuru sektörlerimizi perişan etmiş durumda.
Çoğu sektör zarar ediyor.
İhracat tıkanmış durumda.
Bu sektörlerden biri de tekstil ve hazır giyim sektörü.
Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği, bugün Ankara'da bizi de genel merkezinde ziyaret edecekler. Onların verdiği rakamlarla ifade ediyorum;
Son 3 yılda sektörün toplam üretimi %22 düşmüş durumda. Yani toplam 7 milyar dolarlık bir üretim kaybı var şu anda hazır giyimde.
Aynı dönemde sektörde çalışanların sayısı tam %28 azaldı. Yani son 3 yılda %28 azalma var.
210 bin kişi işini kaybetti bu sektörde.
Hazır giyimde dünya pazarlarından aldığımız pay yıllar sonra ilk defa %3’ün altına düştü.
Pastadaki payımız azalıyor o sektörde.
Çünkü Türkiye’de alın terinin, akıl terinin kıymeti kalmadı.
Binlerce kişiye ekmek kapısı olan bir sektör, iktidarın etrafındaki menfaat şebekesine yarar sağlamadığı için gözden çıkarılmış durumda.
Tekstil sektöründe öyle bir al gülüm ver gülüm yok.
Herkes kendi işinin derdinde, herkes kendi rekabet mücadelesini veriyor.
Buradan, tekstil üreticilerine, çalışanlarına, işsiz kalmış emekçilere sesleniyorum:
Sektör ayırt etmeden, bir kişinin dahi evine ekmek götürmesine katkı sağlayan herkese bir eşit ve adil destek vereceğiz.
Laleli’den Saraçlar’a, İnegöl’den Pamukkale’ye, Şahinbey’den Torbalı’ya; üreticinin, alın terinin yanında olacağız.
Biz, sektörler arasında, şirketler arasında, insanlar arasında ayrım yapmayacağız; ayırım yapanlardan olmayacağız.
Bunlar bakıyorlar bazı sektörler, özellikle yoğun bir şekilde düzenlenen ve tekerlerin olduğu sektörle, hemen al gülüm ver gülüm.
Buralarda zarar diye bir mefhum yok.
Oralarda bol para kazanma var.
Oralarda özel imzalarla, özel imtiyazlarla sağlanan menfaatler var.
Hemen hemen her hafta bahsediyorum; sanal kumar, sanal bahis.
Özel imtiyazla, tek imzayla verilen özel izinlerle çalışan sektörlerdir onlar.
Parayı bulacak yer koyamıyorlar.
Parayı koyacak yer bulamadıkları gibi banka satın alacak kadar bunlar servet biriktiriyor. İnanılır gibi değil.
Değerli Arkadaşlar,
Vatandaşın cebine, esnafın tezgahına, çiftçinin tarlasına yansıyan gerçekler ortada.
Asgari Ücret Komisyonu ise bu hafta ilk toplantısını yaptı.
Herkesin gözü, kulağı birkaç hafta boyunca orada olacak.
O masadakiler için asgari ücret sadece bir rakam olabilir.
Ama bizim için asgari ücret, bir ailenin sofrasıdır, bir çalışanın onurudur, bir emekçinin hakkıdır, bir çocuğun yarınlarıdır.
Daha önce de söyledik:
Sabit gelirli vatandaşımıza “sabır” demek, onların alın terini, emeğini görmezden gelmektir.
Bu yüzden asgari ücret, vatandaşımızın yaşam standartlarını yükseltecek, adil ve gerçekçi bir düzeyde belirlenmelidir.
İnsan onuruna yakışır bir seviyede olmalıdır.
Şimdi iktidara bir çağrı yapmak istiyorum.
Gelin eğip büktüğünüz rakamları artık bir kenara bırakın.
Asgari ücreti, vatandaşlarımızın umut ve güvenini artıracak şekilde gerçek enflasyon üzerinden büyümeyle, refah payıyla beraber belirleyin.
Tablo ortada.
İnsanların alım gücü yok oldu, fiyatlar yükseliyor, borçlar katlanıyor.
Gençler işsiz.
Siz aile yılında “evlenin, yuva kurun” diyorsunuz ama insanlar bırakın ev almayı, yuva kurmayı; kirayı dahi karşılayamaz duruma geldi.
Gençler evlenemiyor.
Evlenseler ev bulmakta zorluk çekiyorlar.
Ev bulsalar, çocuk konusunda tereddütlüler. “Acaba diyorlar nasıl olacak, biz nasıl bakacağız bu çocuğa “diyorlar.
Ve bunu aile yılında, hükûmetin ilan ettiği aile yılında bu kaygıyla yaşıyorlar.
Değerli arkadaşlar bakın, enflasyon yüksekse bunun en önemli birleşenlerinden bir tanesi kiradır, barınma maliyetidir.
Biliyorsunuz, açıklanan enflasyon %30'larda ama kira enflasyonu %60'larda, %70'lerde.
Başını sokacak bir ev bulmak artık pek çok vatandaşımız için tamamen imkânsız hâle geldi.
Kış geliyor. Isınmak için para gerekecek değil mi?
Elektrik, doğalgaz, gıda fiyatları hızla yükseliyor ama maaşlar bu artışa yetişemiyor.
İktidarın ekonomi uygulamalarının tamamı, dar ve sabit gelirliyi ezme, dar ve sabit gelirlinin sırtından servet transferi yapma üzerine kurulmuştur.
Kitleleri topyekûn zenginleştirmedikten sonra, sadece bir avuç insana yaradıktan sonra ben o ekonomiyi, bu ekonomi yönetimini ne yapayım Allah aşkına?
İktidardakiler!
Samimi olun!
Elinizi vicdanınıza koyun ve asgari ücrete öyle karar verin.
Gerçeklerle yüzleşin.
Hukuk ve yargıyı siyasetin aracı haline getirdiniz.
Vatandaşın güven duygusunu bitirdiniz.
Kur Korumalı Mevduat diye bir garabet ürettiniz.
Karşılıksız para bastınız.
Enflasyonu patlattınız.
Bütçeden en büyük payı, yine 2025'te olduğu gibi 2026'da faize ayırıyorsunuz.
Üretimi göz ardı ettiniz.
Çözüm ise samimiyetten ve gerçeği kabul etmekten geçiyor.
Sakladığınız, örtbas ettiğiniz ve geçiştirdiğiniz her hata, vatandaşa daha ağır bir fatura olarak geri dönüyor.
Ekonomi değerli arkadaşlar; rakam oyunu değildir, ekonomi insan onuru meselesidir.
Fakir fukaranın, memurun, emeklinin, esnafın, çiftçinin yaşamını gözetmeden sadece birkaç zengini daha da zengin etmek için uygulanan ekonomi politikasının adı ancak zulümdür!
Türkiye’nin ekonomik temelleri, şeffaflık, adalet ve gerçekçi politikalarla atılmalıdır.
Değerli arkadaşlar,
Şu anda ülkeyi yönetenler, kendi hatalarının faturasını millete ödetmeye devam ediyorlar.
Biz bu salonda, bu grup toplantımızı yaparken şu anda üst katta Plan ve Bütçe Komisyon’unda halkımızın vergi yükünü daha da artıracak bir torba yasa teklifi görüşülüyor.
Bu torba yasada araç alım satımından harç alınması, mesken kira gelirlerinde istisnaların kaldırılması, sosyal güvenlikteki istihdamı destekleyici bazı indirim ve istisnalarının kaldırılması başta olmak üzere pek çok düzenleme var.
Aslında yapılan, maliye politikasını vergiye, harca, haraca ve cezaya dayandırmaktır.
İster torba yasaya bakın, ister 2026’nın bütçe yasa teklifine; tasarruf adına tek bir şet var mı Allah aşkına?
Enflasyonla mücadele eden maliye politikası önemlidir.
Maliye politikasının bir gelir ayağı vardır, bir de gider ayağı vardır.
Asıl enflasyonu düşünmek istiyorsanız sizin tasarruf etmeniz lazım, tasarruf. Giderleri azaltmanız lazım.
Ancak bunların tek birliği vergiye, harca, cezaya bindirmek.
Enflasyonu düşünmede eğer gerçekten samimiyseniz, bir tane bir tasarruf tedbiri açıklayın.
Yeni ekonomi yönetimi göreve başlayalı tam 2,5 yıl oldu değil mi? Tasarruf adına ne yaptılar?
Şöyle hafızalarımızı bir zorlayalım. Ne yaptılar?
Deyin ki; bakın şurada bir israf vardı bunu önlediler.
Yok.
Koskoca bir hiç.
2026 bütçesinde toplayacakları her 100 lira verginin değerli arkadaşlar, 21 lirası faize gidecek. Ve bu %21 son 10 yılın en büyük oranı.
Son 10 yılda bu oran hiçbir zaman %20’nin üzerine geçmemiştir.
Yani, yeni salacakları vergilerin asıl amacı, şu anda o torba yasayla komisyonda görüştükleri artan faiz yükünü karşılamak.
Milyonlardan toplayıp bir avuç faizle parası olana aktarmak.
Gerçekten çok yazık.
Vergiyi kimden alıyorlar?
Bu bindirecekleri vergileri, komisyonda görüşten kim ödeyecek? Milyonlar ödeyecek.
O verdilerden topladıkları faizi kim ödeyecekler? Zaten parası olanı ödeyecekler.
İşte servet transferi dediğim tam da bu.
Olmayandan alıp olanı aktarmak bu.
“Kiraları beyanname altına alacağız” diyorlar.
“Aylık 10 bin lira kira geliri bile olan artık bundan sonra beyanname verecek. Biz bundan vergisini alacağız” diyorlar.
“Milyonlarca vatandaşımızı, bir yandan beyanname sorumluluğu yükümlü altına alırken bir yandan da üç kuruş, beş kuruş kiranın da vergisini almaya çalışacağız” diyorlar.
Araç alıp satımına yeniden harç getiriyorlar.
Değerli arkadaşlar bakın, bunlar inanın bilmiyor ya.
Türkiye'de açık söylüyorum;
Mahmutpaşa'da, Çıkrıkçılar'da esnaflığın, ticaretin gerçeğini bilmeyenler, onu bırakın bir bakkalın yanında iki ay çıraklık yapmayanlar bu ülkenin ekonomisini yönetmeye soyunduysa beceremezler, başaramazlar.
Olmaz.
Ticarette “sürümden kazanmak” denen bir kavram vardır. Sürümden kazanmak.
Bu nedir?
Fiyatını düşük tutarsın, kar haddini düşük tutarsın, çok satarsın öyle kazanırsın.
Vergide de temel prensip budur, sürümden kazanmak, sürümden.
Yani vergi oranlarını düşük tutacaksınız, ekonomiyi büyüteceksiniz, büyük ekonomiden ve büyük tabandan toplamda daha yüksek vergi toplayacaksınız.
Allah aşkına biz bu ülkede kurumlar vergisini %33'ten %20'ye indirdik, nasıl daha çok vergi topladık?
Pek çok üründe KDV'yi %18’den 8’e indirdik. Nasıl daha çok vergi topladık?
Sürümden kazandık, sürümden.
Ama bunlar bilmiyor, anlamıyor.
Bir başka hata, şu andaki torba yasada; bireysel emeklilik sisteminin değerli arkadaşlar canına okuyacaklar.
Açık söylüyorum.
Bakın bu sistemi biz kurduk.
Şu anda 10 milyonla yakın vatandaşımız gönüllü olarak, 6 milyonla yakın vatandaşımız da otomatik katılımla bu sistemin içerisinde. 16 milyon vatandaşımızı ilgilendiren bir konu.
20 milyar dolardan fazla bir tasarruf birikti.
Biz memleketin tasarruf oranını yükseltmek için, ak akçe kara gün demek için bu sistemi kurduk ve devlet katkı oranı getirdik.
%25 daha sonra %30’a çıkan bir devlet katkı oranı getirdik.
Dedi ki vatandaşa; “sen 100 lira koy, biz de devlet olarak yanına 25 lira, 30 lira koyacağız” dedik.
Vatandaş da buna güvendi. Parasını bireysel emekliye yatırdı, yatırıyor.
Şimdi torba yasa da Cumhurbaşkanına, devlet katkı oranını %0’a indirme yetkisi veriyorlar.
16 milyon insanın ümidine, 16 milyon insanın emeklilik birikimine kastediyorlar.
Siz bu kafayla nasıl güven oluşturacaksınız ya?
Devlette devamlılık esastır, devlette devamlılık. 16 milyon insanı bu sistemin içine sokup “benim keyfime göre tek imzayla devlet desteğini sıfırlayabilirim” yetkisini alıyorsunuz bu yasayla.
İnandır gibi değil ya.
Ne yaptıklarını bilmiyorlar arkadaşlar bunlar.
Gerçekten durum çok vahim.
Mesele ekonomiyse mesele güvendir, öngörülebilirliktir.
İnanın şu andaki torba yasa bakın bir IMF programından beter düzenlemeler getiriyor.
Ben IMF'le çalıştım, çalışmak zorunda kaldım.
Bu ülke 19 kere IMF'le stand by anlaşması yapmış.
IMF’den hiçbir zaman kurtulamamış.
19’uncu stand by anlaşmasını biz tamamladık.
2008’de IMF’den kredi almayı kestik.
2013’te son taksitini biz ödedik biz.
IMF'in programlarında bile bu kadar zalim vergi düzenlemeleri olmaz.
Her IMF programının yanında bir de sosyal program olur.
Bu tasarruf tedbirlerinden, sert tedbirlerinden etkilenen geniş sosyal kesimler olur.
O sosyal kesimlerle ilgili de, şunlar şunlar yapılmalıdır diye IMF programlarının yanında bir sosyal bölüm olur.
Bunlarınki IMF'siz IMF programından da beter bir uygulama arkadaşlar.
Böyle bir şey yok.
Ya biz en zor şartlarda, 20 tane bankanın battığı dönemde genel sağlık sigortasını getirdik.
Her bir vatandaşımızın devletin sağlık güvencesi altına girmesini sağladık.
20 tane bankanın battığı, Türkiye'nin borcunu ödeyip ödeyemeyeceğini tartışıldığı dönemde, şartlı nakit desteğiyle, evladına okula götüren, gönderen her bir anneye para ödemeye başladık.
Ta 2003’te en zor şartlarda bunu yaptık.
Sosyal kaygısı olmayan bir ekonomik program olmaz, düşünülemez.
Ama değerli arkadaşlar hiç merak etmeyin.
Bu ülkeyi nasıl IMF programlarından, IMF borcundan kurtardıysak, nasıl IMF'e kredi açan, IMF'e borç veren bir ülke konumuna getirdiysek inşallah ülkeyi de biz bu zalim uygulamalardan kurtaracağız.
Bu kötü uygulamalardan kurtaracak olan da biz olacağız inşallah.
Değerli arkadaşlar,
Bu günlerde bize görev biçenler yine çoğaldı.
Dedikodunun bini bir para.
Bu dedikoduları üretenlerin önce şunu iyi anlaması lazım.
Biz bu ülkenin yönetiminin tümüne talibiz.
Çünkü ülkeyi yönetmeye en hazır olan biziz, biz.
Sadece ekonomide değil, hükûmetin sorumluluk alanının tümünde en detaylı şekilde hazırlanan bizleriz.
Her sorunun çözümü bizde var.
Her alanda dürüst ve ehil kadrolar bizde var. Bu salonda var.
Mesele ülkeyi yönetmekse, bu konuda tevazu göstermeyeceğiz.
Her türlü iddiaya varım, bu ülkeyi yönetmeye iktidar partisinden de, ana muhalefet partisinden de daha hazırız.
İtirazı olan varsa, hodri meydan.
Geçelim kameraların karşısına canlı yayında ister Sayın Özel’le ister Sayın Erdoğan’la geçelim. Canlı yayında kameraların karşısında 5 saat eğitim konuşmaya ben hazırım, istihdam konuşmaya ben hazırım.
Siz de anlatın, biz de anlatalım.
Millet karar versin kim daha hazır ya?
5 saat dijital dönüşüm ve teknoloji konuşalım.
Kim daha hazır görsün insanlar.
5 saat yargı reformu konuşalım, 5 saat tarım konuşalım, 5 saat sağlığı konuşalım...
Kim daha hazır görsünler. Var mısınız?
Üstelik çok iyi biliyoruz ki,
Hukuk olmadan, adalet olmadan bu ülke hiçbir sorununu çözmez, çözemez.
Şeffaflık olmadan, fırsat eşitliği olmadan bu ülke topyekûn zenginleşemez.
İktidara öbeklenmiş menfaat şebekesi dağıtılmadan bu ülkede gelir ve servet adaleti sağlanamaz.
Bunu anlamayanlarla da bizim iş birliğimiz mümkün olmaz.
Sağlam adımlara yürümeye devam arkadaşlar. Sağlam adımlara.
Durmayacağız. Doğru bildiğimiz yoldan ayrılmayacağız.
Her adımımızda hukuk olacak, adalet olacak.
Her politikamızda insan onuru olacak, aile olacak, milli değerlerimiz olacak.
Her hamlemizde üretim, istihdam ve topyekûn zenginleşme olacak.
Her kararımızda şeffaflık ve hesap verebilirlik olacak.
Bu büyük ve güzel ülkemize gerçek huzur ve refah ancak böyle gelecek.
Ama biz inanıyoruz:
Adalet, özgürlük ve demokrasi bir araya geldiğinde, Türkiye hak ettiği yarınlara kavuşacak.
Ve her evde, her sofrada, her yürekte umut yeniden filizlenecek.
İşte tam da biz bunun için varız.
Dünden daha kararlı ve daha da inançlıyız.
Buradayız, bir aradayız.
Ve hazırız.
Değerli Arkadaşlar;
Önümüzdeki hafta Cumhuriyetimizin 102. yılını kutlayacağız.
Başta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarını ve şehitlerimizi gururla, minnetle anıyorum.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız şimdiden kutlu olsun.
102 yıldır ülkemizin gelişmesinde ve kalkınmasında emek veren herkesten Allah razı olsun.
Çünkü bu topraklarda her çaba, her alın teri, her fedakârlık, Cumhuriyetimizin değerini daha da yüceltiyor.
Ve her birimiz, bu değere sahip çıkmakla yükümlüyüz.
Unutmayalım ki; Cumhuriyet demokrasiyle güçlü.
Unutmayalım ki; Cumhuriyet hukukla, adaletle daha yüce.
Unutmayalım ki; Cumhuriyet gerçek anlamda insan onuruna yakışır politikalarla, daha başarılı.
Tarih bize öğretti ki, bu topraklarda umut tükenmez; inanç kaybolmaz.
Ve her karanlık dönemde, milletimiz dimdik durdu;
Zorluklar, yokluklar, haksızlıklar karşısında yılmadı.
Bugün de aynı kararlılıkla yürüyoruz.
Ülkemizin her bir ferdi için dertleniyor, her bir karış toprağını ayrı seviyoruz.
Demokrasiye, hukuka ve adalete bağlı kalarak, ülkemizi daha güçlü, daha müreffeh ve daha huzurlu yarınlara birlikte taşıyacağız.
Birlikte yürüdüğümüzde, hiçbir güç bizi durduramaz.
Bu duygularla sözlerime son verirken, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.