2 Kasım 2025
Ali Babacan -2 Kasım 2025 Gaziosmanpaşa İlçe Kongresi “Konuşma” Metni
Saygıdeğer divan,
DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri,
İstanbul İl Başkanımız, Gaziosmanpaşa İlçe Başkanımız,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Komşu illerden gelen değerli başkanlarımız,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,
Değerli muhtarlarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli temsilcileri,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izlemekte olan tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,
Gaziosmanpaşa ilçe teşkilatımızın ikinci olağan kongresine hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Arkadaşlar ne diyoruz? “Geri adım yok.”
Değerli Arkadaşlar,
Sözlerimin başında vicdanlarımızda büyük bir yara olan Gazze’den bahsetmek istiyorum.
Gazze’de tam iki yıl süren büyük bir katliam yaşandı.
Geçtiğimiz haftalarda geçici de olsa bir ateşkes mutabakatına varılmasını, insani yardımların bölgeye ulaşmaya başlamasını memnuniyetle karşıladığımızı ifade etmiştim.
Ancak görüyoruz ki, ateşkes ihlalleri hız kesmeden devam ediyor.
Özellikle 28-29 Ekim gecesi Gazze’nin kuzeyine yapılan saldırılarda, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere, 100’den fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu.
Bakın ateşkesten sonra, yalnızca bir gecede bu. Sözüm ona ateşkes.
Buldukları her fırsatta savaş suçu işlemeye, insanlık suçu işlemeye, soykırımı yapmaya devam ediyor bunlar.
Biz bu yaşananları unutmayacağız.
Tek sayfaya atılan bir imza, bize Filistinlileri unutturamaz.
Tek sayfaya atılan bir imza, bizleri Filistin davasından geri koyamaz.
Biz İsrail vahşetine karşı dimdik buradayız.
Duymayan duysun, bilmeyen bilsin arkadaşlar.
Hep beraber seslenelim.
Söyleyin ki, onlar da duysun.
Hastanelere, okullara, sivillerin yaşadığı çadırlara uzanan katliamları unutacak mıyız? (…)
Yardım dağıtım noktalarında açlıkla mücadele eden kadınlara, çocuklara açılan ateşleri, yapılan saldırıları unutacak mıyız?
Bu vahşiliğe karşı susacak mıyız? (…)
Bu vahşiliğe karşı geri adım atacak mıyız? (…)
Dünya politika sahnesinde yeniden uygar bir figür olarak pazarlanmaya çalışılan o şahsı;
Gazze’de on binlerce çocuğun, annenin, sivilin katliamından sorumlu olan Netenyahu’nun yaptıklarını;
Unutacak mıyız?
Affedecek miyiz? (…)
Affetmeyeceğiz arkadaşlar.
Bu hususta Türkiye temkini asla elden bırakmamalıdır.
Netanyahu'ya yeniden biçilmeye çalışılan “devlet adamı” rolüne asla ve hiçbir koşulda göz yumulmamalıdır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılarınca soykırım suçuyla itham edilmiş, hakkında insanlığa karşı işlenmiş suçlardan tutuklama kararı çıkarılmış bir katilin yeri, politika sahneleri olamaz.
Netanyahu'nun yeri Miloseviç'in yanıdır.
Netanyahu'nun yeri, Karadziç'in yanıdır.
Bir kez daha altını çizelim:
Gazze Gazzelilerindir.
Gazze Gazzelilerindir.
Gazze, bağımsız bir Filistin devleti için mücadele edenlerindir.
Gazze; saldırılara, tehditlere, tacizlere, üzerlerine yağan bombalara rağmen topraklarını terk etmeyen Filistinli kardeşlerimizindir.
Bunu her yerde haykıracağız.
Çünkü biliyoruz ki:
Biz susarsak, zulüm büyür!
Zulme karşı tek yürek, tek ses olursak, işte o zaman tarih değişir!
Kalbimiz de, dualarımız da Gazzelilerle, Filistinli kardeşlerimizle.
Değerli Arkadaşlar;
Bu hafta, Gebze’de hepimizin yüreğini acıtan bir olay yaşadık.
İçinde insanların yaşadığı 7 katlı bir bina olduğu yerde çöktü.
Yıkılan bina, bir ailenin yuvasıydı. Ancak şimdi o ailenin mezarları oldu.
Öncelikle, bu elim olayda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum.
Bizim Kocaeli Teşkilatımız, Genel Başkan Yardımcımız Zeynep Sunan Hanım başta olmak üzere aileyi yerlerinde ziyaret ettiler, başsağlığı dilediler ve hepimizin selamlarını, dayanışma duygularını aileye ilettiler
O binanın arkadaşlar, hemen yanında oturan vatandaşlar, 5 ay önce durumu fark edip CİMER’e başvurduklarını söylüyorlar.
Kayıtları ortada.
Devletin ilgili kurumlarını uyarmışlar. Ama hiçbir adım atılmamış.
Yakınlardaki metro inşaatının sebep olduğu zemin kaymasının bu faciayı tetiklediği iddiaları var.
Bunlar vahim iddialar, hepsi titizlikle incelenmeli, sorumluluk kimdeyse açıkça ortaya konmalıdır.
Unutmayalım arkadaşlar, devletin birinci görevi vatandaşının canını korumaktır.
Yollar, köprüler, tüneller elbette önemli…
Ama insan yoksa inanın bunların hiçbirinin kıymeti yok.
Değerli Arkadaşlar,
Biz bir deprem ülkesiyiz.
Bu gerçeği her acı olaydan sonra hatırlıyoruz, ama ne yazık ki hatırlıyoruz, sonra çok çabuk unutuyoruz.
Her felaketin ardından bir daha olmasın diye dua ediyoruz, ama bir sonraki haberde yine aynı yeniden acıyı paylaşıyoruz.
Deprem, “her an gelebilirim, daha kendimi nasıl hatırlatayım, önlem alın” diyor.
Türkiye'de değerli arkadaşlar, her ay hatta her hafta büyük ya da küçük depremler oluyor.
Daha yeni Balıkesir'de Sındırgı'da yaşadık. Üstelik 6 şiddetinde bir deprem.
Fakat iktidardakiler, duymazdan geliyor, kulaklarının üzerine yatıyor.
Belediyeler ise duyuyorlar, fakat ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Afet'le mücadelede arkadaşlar, yalnızca bir mühendislik çalışması söz konusu olamaz.
Bu bir vicdan meselesidir, bu bir yönetim meselesidir, bu bir liyakat meselesidir.
Merkezi hükûmette de, yerel yönetimlerde de; yıllar yılı öylece beklemiş, çözüm yolunu tartışmamış, plan proje üretmekte geç kalmış yöneticilerle maalesef karşı karşıyayız.
Mazeret, mazeret, mazeret.
Buradan hem iktidara hem de yerel yöneticilere seslenmek istiyorum:
Deprem meselesini yönetmeye niyetiniz yoksa, bu işi bırakın yahu.
Vatandaşa hizmet etmeye niyetiniz yoksa, deprem için gerekli önlemleri alma beceriniz yoksa, sorumluluğu birbirinize atıyorsanız, derhal bu işi bırakın.
“Yapamıyorum” deyin.
Bu milletin sırtına yük olmayın.
Bu iş gönül işi!
Millet çözüm bekliyor, çözüm.
Eğer ne yapacağınızı gerçekten bilmiyorsanız; çözüm için hazırlığınız yoksa o zaman biz ne diyoruz?
“Yapılmışı var” diyoruz. “Biz hazırız” diyoruz.
Bakın, tarih 17 Ağustos 2021, tam dört yıl önce; Depremle ilgili neler yapılması gerektiğini henüz bir yaşındaki bir siyasi parti olarak hazırlamışız, ilan etmişiz.
Seçimden sonra bunları ülkenin Cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı yardımcısına, bakanlara, bakan yardımcılarına, bütün milletvekillerine göndermişiz.
[Afet Eylem Planı]
Tam kapsamlı, madde madde. Ne yapılacağı yazıyor.
İçi boş sloganlar değil bunlar. Altı dolu hazırlıklar.
Depremden önce ne yapılmalı?
Deprem anında afet yönetimi nasıl yapılmalı?
Deprem sonrası kriz çözümüyle ilgili hangi adımlar atılmalı?
Hepsi var, var.
Eğer “ne yapacağız, nereden başlayacağız” diyorsanız, işte size çözüm.
Ne gerekiyorsa hemen yapın! Gecikmeyin.
Yeter ki bize bir daha, yaşadığımız acıları yaşatmayın.
Değerli Arkadaşlar;
Bugün ülkemizde milyonlarca aile, artık sadece “deprem korkusuyla” değil, aynı zamanda büyük bir “geçim korkusuyla” da yaşamaya çalışıyor.
Bıçak kemiğe dayandı. Edirne’den Hakkari’ye milletimiz feryat ediyor.
Milletimiz “BIKTIK ARTIK ”diyor.
Evine ekmek götürmekte zorlanan, ay sonunu getiremeyen insanların ülkesine dönüştük.
Aileler pazara gidip fileyi dolduramıyor, markete gidip sadece etiket okuyup çıkıyorlar.
Bir zamanlar “orta direk” dediğimiz kesim tamamen çökmüş durumda.
Hatırlarsınız, Rahmetli Özal hep “Orta Direk” derdi “Orta Direk.” Çadırı ayakta tutan, toplumu ayakta tutan “Orta Direk” derdi.
Oysa şu anda Türkiye'de geniş kesimler hızla yoksullaşırken, bir avuç insan servetine servet katıyor.
Emeklilerimiz, yıllarca alın teri döktükten sonra bugün torunlarına harçlık dahi veremeyecek duruma düştüler
Emekli maaşı açlık sınırının çok çok altında kaldı bu ülkede.
Asgari ücretlimizi, emeklimizi; fitreye, sadakaya muhtaç hale getiren bir yönetimden bahsediyoruz ülkede.
Gençlerimiz, hayal kurmak yerine gelecek kaygısıyla yaşıyor.
Bugün Türkiye’de artık hiç kimse “yarın ne olacak?” sorusuna güvenle cevap veremiyor.
Özellikle dar gelirli vatandaşlarımızın üzerindeki vergi yükü çok çok artmış durumda.
Dikkat edin vergi düzenlemelerine, hep harcamadan alınan vergiler yükseltiliyor.
Oysa bir aileye gıda, giyim, sağlık, eğitim gibi temel kalemler, temel harcama kalemleri zengini de yoksulu da aynı oranda etkiliyor. Bunlar milyonlarca yoksulun harcarken ödediği vergileri arttırdılar, arttırıyorlar. Dikkat edin.
İktidarın ekonomi politikalarının tamamı dar ve sabit gelirliyi ezme, dar ve sabit gelirlinin sırtından bir avuç varlıklıya servet transferi yapma üzerine kurulmuş durumda.
Kitleleri topyekûn zenginleştirmedikten sonra, sadece bir avuç insana yaradıktan sonra bu ekonomi programını ne yapalım biz Allah aşkına ya?
Enflasyon konutta, eğitimde, gıdada tavan yapmış durumda. En temel ihtiyaçlar dikkat edin, en temel.
Bugün TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarına bakın, bir ortalama veriyor değil mi? %30 gibi bu aralar. 30 küsürlerde ama alt kalemlere baktığınızda, özellikle konutta, eğitimde enflasyon ortalamanın da iki katı.
Bakın size bir rakam söyleyeceğim arkadaşlar. Çok ibretliktir. Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanı ne dedi? Rize'deki konuşmasında, zaten ne zaman Rize'ye gitse enteresan şeyler söylüyor. Özellikle takip ediyorum Rize'de konuştuklarını. Hemşerilerin arasında farklı beyanlar da bulunabiliyor. Dedi ki; “enflasyon pandemi sebebiyle arttı” dedi. Pandemi ne zaman? 2020’deydi değil mi? “E her ülkeyi vurdu, bize vurdu enflasyon” dedi.
Ben de bir dakika dedim ya bunu bir hesap edelim. Hani Halep oradaysa Arşın burada.
Bakın size pandemiden bu yana yani 2020’nin Ekim ayından bu yana kümülatif enflasyon rakamını söyleyeceğim. Yani 5 yılda pandemiden bu yana toplamda gıda enflasyonu dünyada ne olmuş, bizde ne olmuş? Halep oradaysa aşım burada.
Gıda enflasyonu diyordum değil mi? “Pandemi oldu. Bütün dünyada gıda fiyatları yükseldi. Biz de vurdu. Ne yapalım? Bizim elimizde değil. Enflasyonu biz üretmedik. Suçsuzuz biz değiliz.” Hükümetten gelen söylem böyle değil mi? Rakam veriyorum şimdi size.
Ekim 2020’den bu yana yani son 5 yılda, pandemiden bu yana OECD ülkelerinde, Türkiye'nin içinde bulunduğu ülke grubunda ortalama kümülatif enflasyon arkadaşlar %41;
Yani gıda fiyatları 5 sene önce 100 liraysa bugün 141 lira olmuş. 5 senenin toplama enflasyonu, %41.
Türkiye'de ne kadar, son 5 yılda? %713.
100 liralık fiyat olmuş 813 lira. Ya bazıları bu yüzde hesabını karıştırır, “%713 nasıl oluyor?” diye. Yani %713 demek, 100 liraya 713 zam gelmiş 813 olmuş demek. Hesap bu.
İşte sebep pandemi mi, yoksa başka bir şey mi? Herhalde rakamlar size bunu gayet açık söylüyor.
Söyledik söylüyoruz;
Bakın, bu ülkede gıda enflasyonunun sebebi maliyetlerdeki artıştır.
Çiftçimizin gübreye ödediği fiyatın artmasıdır. İlacın fiyatının artmasıdır. Mazottaki, elektrikteki fiyat artışıdır.
Kuraklık sebebiyle, don sebebiyle fiyatın düşüp ürünün azalmasıdır.
Gıda enflasyonunun ana sebepleri bunlardır Türkiye'de.
Bunlar ne yapıyor? “Enflasyonu yükseldi.” E ne yapalım? “Faizi yükseltelim”. Ya yükseldiğiniz faiz zaten gidiyor çiftçiyi tekrar vuruyor ya. Çiftçinin kredi aldığında ödediği faizi siz yükseltmiş oluyorsunuz. O dönüyor bir tur daha enflasyonu vuruyor.
İnanın bilmiyorlar.
Türkiye'de gıda enflasyonu düşürmenin yolu tarıma daha çok destek vermektir.
Birkaç tane rakam vereceğim arkadaşlar bakın;
Geçen sene bu hükûmetin bütçeden ödediği faiz 1 trilyon 300 milyar.
Bir de döndüler, Kur Korumalı Mevduat için Merkez Bankasına 800 milyar liralık karşılıksız para bastırdılar. Tam 800 milyar.
1 trilyon 300’e ekleyin 800’ü; etti mi 2 trilyon 100.
Bu sene sadece faize ödeyecekleri rakam, 2025’te 2 trilyonun üzerinde. 1.900 diyorlardı, hesap yine şaştı son rakam 2 trilyonun üzerinde.
Peki bu sene çiftçiye ödedikleri, çiftçiye verdikleri destek ne kadar? Sadece 135 milyar. Faize 2 trilyon, çiftçiye 135 milyar.
Yani çiftçiye verdikleri desteğin, tarıma verdikleri bütün desteğin tam 16 katını faize veriyorlar.
Bu ülkede çiftçinin yüzü güler mi? Bu ülkede gıda fiyatları düşer mi? Düşmez arkadaşlar.
Ya bilmiyorlar ya da menfaat şebekeleri bunlara izin vermiyor bakın.
Tarım politikası eşittir artık ithalat politikası.
Herhangi bir üründe kıtlık mı var? Herhangi bir ürünün fiyatı mı yükseldi? O ithalat lobisi hemen gidiyor diyor ki; “efendim çözümü var, çaresi var” “Ne yapacağız?” “Falanca ülkede et ucuz” “getir”. “Falanca ülkede mısır ucuz” “Getir.”
İyi de diğer ülkelerde niye ucuz? Çünkü diğer ülkeler çiftçisine bizden daha çok destek verdiği için ucuz. Başka ülkelerde sulama yatırımları tamamlandığı için ucuz.
Biz yazdık; Bütün sulama yatırımlarını Türkiye'de 5 yılda tamamlamak mümkün. Ve toplam ne kadar tutuyor biliyor musunuz? Bugünkü fiyatlarla. İşte İbrahim Bey hesap etti, bugünkü fiyatlarla 1 trilyon 300 milyar. Türkiye'de bakın, bütün sulama projelerinin tamamlanması için gerekli rakam.
Hatırlıyorum, bu yıl faiz ödenen 2 trilyon ama Türkiye'deki bütün sulama projelerinin tamamlanması için gereken para 1 trilyon 300. Yaradan biraz fazlası.
Barajlar, göletler, ishale hatları, kapalı sistem, basınç sistem, dağıtım, yağmurlama, sulama hepsi var bu paranın içerisinde ya, hepsi. Su gittiğinde verim bire iki, bire üç, bire dört artıyor. Verim artınca birim maliyet yarı yarıya üçte birine düşüyor. Hesap bu kadar basit.
Çiftçiye ver, gıda enflasyonu düşür. Böylece faizi bu kadar yükseltmek zorunda kalma. Faizi daha az öde. Bu kadar basit. Denklem bu kadar basit.
Ama iş bilenin kılıç kuşananın arkadaşlar. Olmuyor.
Bakın her işin bir püf noktası var, püf.
Geçenlerde Çankırılı bir sanayicimizle işin püf noktasını biraz tartıştık. Benim rahmetli babam da hep anlatırdı. Anadolu'da da bilinen bir hikayedir. Necmettin Bey de bilir. İşin püf noktası. Nedir? Çok kısa hikâye; Bir testi üreticisi var, testi üretiyor. Yanında da çıraklar var, kalfalar var. Çok kaliteli testi üretiyor, rafına koyuyor, satıyor.
Ustası yanındaki kalfası ayrılıyor, diyor ki; “ben de yaparım ya, basit bir şey bu. Bizim usta yaptığına göre ben de yaparım.” Fakat testiyi fırına koyuyor, çıkarıyor, testi çatlıyor. Fırına koyuyor, çıkarıyor, üzerinde kabarcıklar oluşuyor.
Dönüyor ustasına diyor ki; “ya usta ben senin yaptığının aynısını yapıyorum, benim test olmuyor. Sebebi ne?” “Oğlum” diyor “sen daha bu işin püf noktasını öğrenmeden ayrıldın gittin” diyor. “Nedir bu püf noktası?” diyor. “Yok” diyor. “Beş sene daha çalış yanında” diyor, “ondan sonra öğreteceğim sana diyor püf noktasını” diyor.
Beş sene daha çalışıyor. Şimdi geliyor beş sene sonra diyor ki; “usta beş seneyi tamamladım ya bana bir öğret bakalım” diyor. “Bu kadar emek harcadım” diyor. “Sen ne yapıyorsun da senin testi çatlamıyor” diyor. “Bak bu fırına veriyorum ya” diyor. “O pişerken arada bir püf üflüyorum” diyor. Püf. “O püf diye üflediklerim hava kabarcıklarını söndürüyor. Böylece testin içinde hava kabarcığı sağlam olmuyor. Testi sağlam oluyor, kırılmıyor” diyor.
İşte bunlar zannetti ki; Ali Babacan'ın çalışma ekibinde olanları alıp ekonominin başına koyarsak bu işi düzeltirler.
Şimdi bu memleket meselesi, bu meslek sırrı diye kendimize saklayacak halimiz yok.
Onun için ben ülke yönetiminin, ekonomi yönetiminin püf noktasını şimdi açıklıyorum arkadaşlar.
Bu işin püf noktası ne?
Bu işin püf noktası adalettir, hukuktur.
Bu işin püf noktası ehliyetli, liyakatli kadrolardır.
Bu işin püf noktası her daim kararları istişareyle almaktır. Bunu öğrenmeden ülkeyi yönetmeye kalkarsanız çuvallarsınız.
Bakın şu anda Meclis’te görüşülen bir torba yasa var değil mi?
Ya biz IMF'yle çalıştık.
Türkiye 19 kere IMF'den kredi kullanmış ha. Bizden önce. İlk defa biz programı tamamladık. Borcu ödedik, son taksiti ödedik çok şükür.
IMF geldi bizden kredi istedi. Onlara kredi açtık o zamanın parası 5 milyar dolar. “Paramız bitti” dediler. “Siz de para çok bize kredi açar mısınız?” “Açarız” dedik. Onlara kredi açtık.
Şu anda Meclise getirdikleri torba yasa, vergi açısından baktığımızda, diğer düzenler açısından baktığımızda, IMF programlarından bile daha zalim bir vergi yasası arkadaşlar.
Her IMF programında bir sosyal destek ayağı olur. Çünkü kemer sıkma, geniş kesimleri zorlayabilir. Geniş kesimlerde ekonomik güçlülüklere sebep olabilir. Dolayısıyla bir yandan makro ekonomik dengeleri sağlam alırken öbür yandan da geniş kesimleri rahatlatacak tedbirler alırsınız.
Bu torba yasada o da yok. İnanılır gibi değil.
Bu ülkeyi IMF programlarından, IMF borcundan biz kurtardık.
İnşallah bu zalim uygulamalardan da kurtaracak yine biz olacağız. Bu bize nasip olur.
Değerli Arkadaşlar,
Tüm bu haksız uygulamalar yetmiyormuş gibi şimdi de memleketin tasarrufunu artırmak için, ülkedeki toplam tasarruf oranını artırmak için kurduğumuz Bireysel Emeklilik Sistemi’ni çökertiyorlar.
Milyonlarca insan yıllardır prim ödüyor, kanunla söz verilen devlet katkısıyla birikim yapıyor.
Fakat birileri tutturmuş: “Cumhurbaşkanı devlet katkısını sıfırlayabilir” diye Meclis’ten kanun çıkarmaya çalışıyor.
Dikkat edin, bu sadece bir sistemin sonu değil milyonlarca insanın geleceğine ve emeklilik birikimine kastetmek demektir.
Devlete güvenip BES’e para yatıran vatandaşlarımızı boşa düşürmek demektir.
Millet bunun hesabını tarih önünde size sorar!
Bu sisteme dokunmayın diyorum!
Milletin devlete olan güvenini bir kez daha yerle bir etmeyin diyorum!
Devlet yönetimi devamlılık ister. Güven ister. İstikrar ister.
Bu güveni inşa etmek için yıllarca çalıştık. Tek bir imzayla bunu yok edemezsiniz.
Ekonomiyi büyütmenin, refahı artırmanın, yatırım çekmenin tek yolu güvendir, güven.
Güven olmadan ekonomi ayakta durmaz.
Biz diyoruz ki; devlet sözünde durmalıdır, vatandaşın birikimine sahip çıkmalıdır.
Bakın arkadaşlar;
Daha geçen hafta bir rapor yayınlandı.
WJP “Hukukun Üstünlüğü” diye bir endeks yayınlıyor. Dünyadaki bütün ülkelerle alakalı.
Ve ülkelerin adalete, hukuka ne kadar sahip çıktıklarına farklı kriterlere göre sıraya diziyorlar, bakıyorlar hangi ülkede hukuk daha iyi işliyor, hangi ülkede hukuk kötü.
Türkiye bu son raporda, 143 ülke arasında 118. sırada!
Diplerdeyiz ya.
Adalette, hukukta dünyanın büyük bir kesiminin gerisindeyiz.
Şimdi soruyorum size:
Bu tablo, 86 milyonluk Türkiye’ye yakışıyor mu? Bu büyük millete yakışıyor mu?
Hani adalet bu ülkenin temeli olacaktı?
Hani herkesin hakkı korunacaktı?
Hani yargı tarafsız olacaktı?
Bugün geldiğimiz noktada, adalet yerini keyfiliğe, hukuk ise yerini talimatlara bırakmış durumda.
Vatandaşlarımız hakkını savunamıyor. Başıma bir iş mi gelir diye korkuyor.
Ülkede gazetecilik suç, eleştiri tehdit haline geldi.
Adalet bir ülkenin kalbidir.
O kalp durursa, ekonomi de durur, demokrasi de durur, atılım da durur.
Bakın, ekonomideki sıkıntıların temelinde de bu var.
Yatırımcı güven istiyor.
Vatandaş hakkını arayabileceği bir sistem istiyor.
Gençler adil bir rekabeti, fırsat eşitliğini, temiz bir düzeni istiyor.
O yüzden biz diyoruz ki:
Bu ülkeyi ayağa kaldırmanın yolu, adaleti ayağa kaldırmaktan geçer!
Adalet zayıfladıkça, ülkemizin dört bir yanında çeteler, mafya, organize suç grupları kol gezmeye başlıyor.
İstanbul’un göbeğinde, gündüz vakti silahlar çekiliyor.
Dijital ortamda kiralık katil ilanları var. Dijital ortamda.
Ama iktidardakiler sadece seyrediyor.
Şimdi de şu futbola sıçrayan bahis skandalını herhalde izliyorsunuz değil mi?
Bir yıldan fazla bir süredir sürekli dile getiriyorum. İktidarı sürekli uyarıyorum. Her kürsüden haykırıyorum.
"Tedbir alın, daha ne bekliyorsunuz" diyorum.
"Cep telefonundan kolayca erişilen sanal bahis-kumar sızdığı her yeri kirletir, her yuvayı yıkar" diyorum.
Çekin şu kumarın fişini, diyorum.
Evvelsi gün yayınlamışlar, “Yasa dışı sanal kumarla mücadele” diye.
Bir dakika, bir dakika. “Yasa dışı” diyor. Bunun yasal olanı var. Onu neden millete söylemiyorsunuz, niye demiyorsunuz ki; “biz tek bir imzayla altı tane şirkete cep telefonundan bahis oynatma izni verdik, bir tane şirkete cep telefonundan kumar oynatma izni verdik” diye niye onu saklıyorsunuz?
“Mücadele mücadele” diye sundukları, kendilerinden izinsiz yapanlarla mücadele ediyorlar. Kendilerinden izinli yapanlarla bir mücadele yok.
E bu hakemlerle ilgili olan sanal bahis, yasa dışı olan değil ki. Yasal olduğu için kayıtlardan çıkarıyorlar. Hepsi resmi, hepsi kaydolmuş, hepsi bankadan ödeniyor. Oradan ortaya çıkmış. Onunla mücadele yok bakın, dikkat edin. Bir algı yanılmasına sebep olacak şekilde bunun iletişimini yürütüyorlar.
Biz de diyoruz ki; yasal olan yasa dışı olan fark etmez. Bu kötü bir alışkanlıktır, bu kadar kolay ulaşılamaması lazım.
İnsanların cep telefonundan bu kadar kolay kumar ya da bahis oynamaması lazım diyoruz.
“Çekin fişi, bitirin işi” diyoruz. Ve inanın bu kadar da basit ha. Bu kadar basit.
Bugün Türkiye’de futbol, sanal kumar ve bahis çetelerinin oyunu haline geldi.
Şike; futbolun ve siyasetin finansmanı. Bakın, bunların hepsi iç içe; karanlık ilişkiler haline gelmiş bu Türkiye’de.
Sahada da masada da insanların emeğiyle kazandığı temiz bir Türkiye mümkün arkadaşlar.
Bu ta işin en başlığındakinin iradesiyle mümkün, iradesiyle.
“Ben istemiyorum arkadaş” dedikten sonra bu biter. Biter.
Ama büyük bir menfaat şebekesi kurduğunuzda ve o büyük bir menfaat şebekesi bundan istifade ediyorsa, o zaman o menfaat şebekesi sizi bağlar.
İşte arkadaşlar bizim hedefimiz “Temiz Türkiye”.
Bahis ve kumar bataklığı tamamen kuruyana kadar bize rahat yok.
Hepsiyle mücadele edelim inşallah.
Değerli arkadaşlar,
1 ay oldu.
Tam 1 aydır bazı fotoğraf kareleri üzerinden çok şey yazıldı, çizildi.
Bana ve Partimize bin bir türlü rol biçildi.
Şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum: Bizim siyaset anlayışımızın özünde dürüstlük vardır, samimiyet vardır, tutarlılık vardır.
Biz siyaseti milletimizin gözü önünde, milletimizle beraber ve şeffaf bir şekilde yapıyoruz.
Kulislerde, kapalı odalarda, kapı arkalarında siyaset yapanlardan değiliz. Başkalarıyla karıştırmayın bizi.
Biz, kürsülerde ne söylüyorsak, meydanlarda da, ekranlarda da, tenhalarda da aynı şeyleri söylüyoruz.
Bu ülkenin insanı artık aldatılmak istemiyor. Samimiyet istiyor, samimiyet!
İşte biz, DEVA Kadroları o samimiyetin adresiyiz.
Biz ahlaklı, erdemli ve prensip sahibi bir siyaset için yola çıktık.
Bizim kırmızı çizgimiz, ilkelerimiz ve değerlerimizdir.
Biz, inandığımız ilke ve değerler için, kurucusu olduğumuz partiden ayrılmış bir kadroyuz.
Dikkat edin arkadaşlar; AK Parti iktidardayken, iktidarın her türlü imkanına sahip olduğu bir dönemde elimizin tersiyle itip ayrılmış bir kadroyuz.
Bazen karıştırıyorlar. Kimse bize “git” demedi. Biz ihraç edilmedik.
Kendi irademizle ayrıldık. Çünkü “yanlışların yanında olmanın vebali var” dedik.
Sessizce de dursanız bir yanlışın yanında o yanlışı zımnen kabul etmiş olursunuz.
Yanlışa yanlış demek zorundasınız. Yanlışa itiraz etmek zorundasınız.
Ancaak; makamlarını, koltuklarını veya menfaatlerini hayatının gayesi yapmış olan insanlar bizi anlamakta zorlanıyor.
Anlamayan ya da anlamak istemeyenler için tane tane tekrar anlatayım:
Biz, her şart altında siyasi partiler arasında diyaloğun canlı tutulması gerektiğini ve partilerin birbiriyle konuşması gerektiğini söylüyoruz.
Savaşta olan iki ülke bile arkadan istihbarat birimleri üzerinden konuşur, diyoruz. Savaştaki iki ülke birbiriyle konuşur.
Üstelik siyaset düşmanlık alanı değildir. Bir savaş alanı da değildir.
Siyaset bu ülkeye hizmet için bir rekabet alanıdır.
Tabii ki konuşacağız. Herkesle konuşacağız.
Konu diyalog olduğunda, her partiye kapımız açıktır.
Ancak, partiler arasında iş birliği veya ittifak hususu apayrı bir husustur.
İşte buna kafaları basmıyor ya. Yani baştan bir Türkçe eğitimine, edebiyat eğitimine mi göndersek bazılarını diye aklıma geliyor. Defalarca söylüyoruz anlamıyorlar.
Ya da anlamak istemiyorlar. Ya da hinliklerinden anlamamış numarası yapıyorlar.
Mesele iş birliği veya ittifak olduğunda;
Hedefler konusunda uzlaşmak gerekir;
İlke ve değerler konusunda ortaklaşmak gerekir.
Ancak öyle iş birliği yaparsınız, ittifak yaparsınız.
Bunu defalarca söyledik, söylüyoruz ama;
Bu fotoğraf kareleri üzerinden bize saldıranlardan bazıları hiç durmuyor, anlamıyor?
Daha bugün İstanbul merkezli gazetelerden birisi manşet atmış. “U dönüşü” demiş.
Bu durumu bazı hekim arkadaşlarıma sordum. “Bu nedir?” biz geri adım yok diyoruz adam manşet atıyor “U dönüşü” diyor. Ya da hale bir ay oldu kesilmiyor, ardı arkası bitmiyor.
Hekime arkadaşlara sordum; “ya dedim bunun bir tanımı var mı? Nedir bu?” dedim. Çünkü bir hastalık belli yani bir durum var.
Dediler ki, “tıpta ‘paranoya’ denen bir sağlık sorunu vardır, ‘paranoya’”.
“Nedir paranoya?” Dedim.
Dedikler ki, tanımı şu: “Paranoya, zihinsel bir durumun parçası olarak ortaya çıkan, güvensizlik, şüphe ve kuruntulara sahip olunmasıdır. Paranoya, şüphecilik ve megalomani ile karakterizedir.”
Şüphe var bir de megalomani var. Biliyorsunuz ne anlama geldiği. Kendini herkesin her şeyin üstünde kabul edip yargılayan bir tavırla üstten bakış.
Hep şüphecilik hem üstten bakış birleşiyor adı oluyor; paranoya.
Artık ne diyelim. Öyle anlaşılıyor ki bu konuyu tıp ilminin uzmanlarına havale edeceğiz, artık onlar uğraşsın.
Aramızda doktor çok. Ne dedim herhalde en iyi onlar anladı değil mi? Medeni Bey burada, Seyit Bey burada, Teşkilat Başkanımız, onlar iyi anladılar.
Değerli arkadaşlarım,
Bazılarına sık sık hatırlatmam gerekiyor.
Ben AK Parti’nin ilk kurucularındanım. Sonradan katılanlardan değil.
Partinin kuruluş tüzüğünde, programında benim imzam var. Bugün hala onların arkasındayım, o imzanın arkasındayım.
Partinin adını Adalet ve Kalkınma koyduk. Bu uzun hali pek kullanılmıyor dikkat ederseniz değil mi? Adalet- Kalkınma çünkü ne adalet kaldı ne kalkınma kaldı. Onun için “AK Parti” deyip geçiyorlar.
Peki, niye “Adalet ve Kalkınma” koyduk o zaman?
Çünkü adalet olmayınca kalkınmanın olamayacağını gayret iyi bildiğimiz için ismini öyle koyduk.
Hamdolsun, bu devlete 13 yıl hizmet ettim.
Bu millete ticarette ama siyasette de son 24 yıldır hizmet etmeye devam ediyorum.
Önümüzden devlet görevleri boyunca, işte İbrahim Bey tam 11 yıl Hazine Müsteşarlığı yaptı. Önümüzden yüz milyarlarca dolar geçti, boğazımızdan bir lokma haram geçmedi hamdolsun.
Ben AK Parti'nin kuruluşta koyduğu ilke ve değerleri hala destekliyorum.
Ancak, bizim AK Parti'nden ayrılmamız kişisel sebeplerle ilgili değildi ki. Bakın bu cümleleri kuruyor ya şimdi biliyorum onu gene cımbızlayacaklar. O biraz önce tıbbi tanıma sevk ettiklerim bambaşka haberler yapacaklar. Önemli değil. Anlayan anlıyor ne dediğimizi.
Biz, AK Parti’nin kuruluş ilke ve değerlerinden uzaklaşıldığı için oradan ayrıldık. Zaman içinde fabrika ayarları bozulduğu için ayrıldık.
Adaletsizlik var dedik, hukuksuzluk var dedik, liyakatten uzak kadrolaşma başladı dedik, istişare terk ettiniz dedik, yolsuzluklarla mücadelede gerekli irade ortaya konmadı, konmuyor dedik.
Ayrılmamızın “kök sebepleri” bunlardır dedik, ilan ettik, ayrıldık.
İşte arkadaşlar, o “kök sebepler” hala orada duruyor.
Bugün itibariyle, Tayyip Bey’den veya parti yönetiminden, bu sorunların farkında olduklarıyla ilgili bir beyan duymuyoruz. Sorunların çözülmesiyle ilgili bir irade görmüyoruz.
Biz şuna inanırız:
Doğruyu söylemek bazen “yalnız bırakır”, ama yanlışlar karşısında susmak insanın, “vicdanı öldürür”.
Biz, ne yalnızlık korkusuyla doğruları söylemekten vazgeçeceğiz, ne de yanlışlar karşısında susarak vicdanımızı öldüreceğiz.
Hep söyledik, söylüyoruz. Türkiye’yi hukukta, adalette, demokraside ve özgürlüklerde dünya sıralamasında en dibe düşürüp, sonra da ekonomide şampiyonlar ligine siz çıkaramazsınız, diyoruz.
İşte tam da bu sebeple, biz bu ülkenin yönetiminin tümüne talibiz.
İddiayla söylemeye devam ediyorum: Bu ülkeyi yönetmeye en hazır siyasi parti biziz.
Ya hodri meydan, biz bu ülkeyi nasıl yöneteceğimizi binlerce sayfa yazıp, çizip ilan ettik. Hepsi var burada.
Bugün iktidar partisine de ana muhalefet partisine de çağrımdır. Ne yapacaklarını şöyle bir koysunlar ortaya ya, varsa bir hazırlıkları koysunlar.
Ama ciddi olacak, uygulanabilir olacak. İş tutarlı olacak. Bütçesi hesap edilmiş olacak.
Öyle temenniler listesi değil ha. Gerçek politikalardan bahsediyoruz. Varsa kendine güvenen çıksın konuşalım. Ekiplerimiz buluşsun tartışsın.
Kimse bize kendi dar bakışına göre rol ve misyon biçmesin.
Biz misyonu da, görevi de, yetkiyi de, gücü de ancak milletten alırız. Bu böyle bilinen.
2,5 yıldır bıkmadılar usanmadılar; şu kadar milletvekili verdik de şöyle de böyle de;
DEVA kadroları burada, İstanbul teşkilatlarımız burada, ilçe başkanlarımız burada; ya arkadaşlar siz gidip kapı kapı seçimlerde ne dediniz? DEVA seçmenlerine ne dediniz, demediniz mi, “biz bu seçime ortak listelerde giriyoruz; siz bizi destekliyorsunuz, DEVA Partisi'ni desteklemek istiyorsunuz. Bize oy vereceksiniz ama ortak liste olduğu için, bize oy verecekseniz, bizi seviyorsanız ortak liste olduğu için ve o listelerde bizim de milletvekillerimiz olduğu için lütfen oyunuzu CHP’nin logosunun altına verin, ona evet deyin” dedik.
Bizim DEVA seçmeni gitti, CHP’nin ortak listesine oy verdi ve bizim milletvekillerimiz öyle seçilip geldi.
Hala diyorlar ki; CHP’nin oylarıyla milletvekili seçildi; hadi oradan diyorum, hadi oradan.
Ben ne bu DEVA kadrolarının ne hakkını yediririm ne alnının teriyle anasının ak sütü gibi helalinden seçilmiş milletvekillerimizin hakkını yediririm. Hadi oradan!
Ben diyorum ki; onlara ya siz gidin eski parti yönetiminizde, eski genel başkanınızla kavga edin ya. Bizimle ne uğraşıyorsunuz arkadaş? Kavganız orada sizin.
Bakın arkadaşlar,
Biz her zaman doğruya doğru, yanlışa yanlış dedik.
Tek başımıza da kalsak, hakkın ve adaletin yanında durduk.
Bu yüzden alnımız ak, başımız dik.
Bazıları der ki; Siyaset iktidardır, güçtür.
Ya arkadaş ilkesiz ve değersiz siyaset, ilkesiz ve değersiz iktidar ülkeyi batırır ya.
Biz bunlar “yanlış” dedik. İktidarı elimizin tersiyle ettik. Bizi anlamayan boşuna konuşmasın.
Biz bu yüzden tam da işte bu yüzden sevdiklerimizin yüzüne gönül rahatlığıyla bugün bakabiliyoruz.
En önemlisi de ki, en önemlisi de şu, aynadaki suretimize gönül rahatlığıyla bakabiliyoruz.
Hamdolsun, Allah bozmasın, Allah utandırmasın.
Bizim ne falanca partiyle sorunumuz var, ne filanca partiyle sorunumuz var.
Bizim sorunumuz, milletimize refahı çok görenlerle.
Bizim sorunumuz, etrafındaki menfaat şebekelerini doyurmakla meşgul olanlarla.
Bizim sorunumuz, millete parmak sallayanlarla.
Bizim sorunumuz, iktidara geldiklerinde şunları hapse tıkacağız diye liste çıkaranlarla.
Bakın arkadaşlar,
Türkiye’yi iki kutuplu siyasete hapsetmek isteyenler var.
Türkiye’de bir iktidar tekeli olsun, bir de muhalefet tekeli olsun diyenler var.
Türkiye siyah ve beyaz diye iki siyasi renge mahkûm olamaz.
Siyasetlerini kutuplaştırma, korkutma, pazarlık üzerine bina edenler, bizim kendinden emin insani ve medeni adımlarımızı da anlayamaz.
Türkiye değerli arkadaşlar; iktidar partisinden de, ana muhalefet partisinden de büyüktür.
Evet, Türkiye “ikiden büyüktür”.
Milletimiz “kötünün iyisini” seçmek zorunda değildir. Çünkü bizim milletimiz “en iyisine” layıktır.
Küsmüş, üzülmüş, ama hâlâ doğruyu arayan milyonlarca insan var ya…
Biz onlar için buradayız.
Milyonları tek bir yerde aramayacağız, teker teker biz onları bulacağız. Teker teker ellerini sıkacağız. Hallerini hatırlarını soracağız.
Nerdelerse arayıp bulacağız. Dertlerini dinleyeceğiz.
Memleketimizden ümidimizi asla kesmeyeceğiz.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da her adımımızda Partimizin kuruluş hedeflerini, ilkelerini ve değerlerimizi önde tutmaya devam edeceğiz.
Hak bildiğimiz yolda, alnı ak başı dik biçimde yürümeye devam edeceğiz.
Değerli Arkadaşlar,
Bizim en büyük gücümüz teşkilatımızdır.
Teşkilatçılık gönül işidir, memleket sevdasıdır. Teşkilatçılık fedakarlıktır.
Zaman mefhumu gözetmeksizin her zaman aktif olmaktır.
Ülkemizi özgür ve zengin kılabilmek için duyduğunuz aşkı ve heyecanı ben gözlerinizde görüyorum.
Siyasi partilerde İstanbul teşkilatları her zaman teşkilatın önemli lokomotiflerinden birisi olmuştur.
Çünkü İstanbul ülkemizin özetidir. İstanbul’daki başarı rüzgârı dalga dalga tüm Türkiye’ye yayılır. Onun için ben sizlere güveniyorum.
Biz bu yolu, eli nasırlı, gözü yaşlı yüreği pâk Anadolu’nun ve Trakya’nın engin yürekli güzel insanlarının duâlarıyla aşıp hedefimize ulaşacağız inşallah.
Biz bu ülkenin 86 milyonunun tamamını mezhebine, meşrebine, etnisitesine, dünya görüşüne bakmaksızın seviyoruz, kucaklıyoruz.
Çünkü biz yaratılanı, yaradandan ötürü seven bir medeniyetin mensuplarıyız.
Bizim hareketimiz, samimiyetle büyüyen, tevazuyla yürüyen bir harekettir.
Geleceği inşa etmek, bugünü onarmakla başlar.
Biz siyaseti, öfke ve iftira diliyle değil; akıl, nezaket ve fikir üretimiyle yapıyoruz.
Bu ülkenin en büyük gücü, umudunu kaybetmemiş insanıdır. Hep umutlu olacağız.
Değerli arkadaşlarım,
Biz bu yola kolay bir yol diye çıkmadık. Bu yola; adalet için, hak için ve dürüst bir yönetim için çıktık.
Bizim birliğimiz bir çıkar birliği değil bir dava birliğidir.
Bizim davamız şahıslarımızın değil; bir neslin adalet, özgürlük ve refah mücadelesidir.
Bugüne kadar bu dava için maddi ve manevi tüm varlığını ortaya koyan sizler, bu partinin yüreğisiniz, gururusunuz.
Bu yolda kimimiz maddi kayıplarla, kimimiz sağlığımızla sınandık.
Ama önemli bir şey kazandık: Vicdanımızı kazandık;
Evlatlarımıza, torunlarımıza karşı onurumuzu kazandık.
Gürültünün, tantananın, boş lafın çok olduğu; dürüstlüğün ise maalesef az olduğu siyaset arenasında; hakkın ve dürüstlüğün sesi olduk hep beraber.
Hepiniz bu davaya kolay günlerde değil, zor günlerde sahip çıktınız.
Hepinizi teker teker yürekten kucaklıyorum (…)
Biz doğru yerde durduk, duruyoruz ve durmaya devam edeceğiz.
Tarih ve maşeri vicdan er ya da geç her zaman doğru yerde duranları hatırlayacak, onları altın sayfasına kaydedecektir.
Bugün siyasette büyük bir yorgunluk var. İnsanlar öfke dolu, insanlar umut yorgunu.
İşte biz, o umudu yeniden canlandırmak için buradayız.
Bizi diğerlerinden ayıran, çözüm üretmektir, sözünün eri olmaktır.
Unutmayın: Bir partiyi sahip olduğu maddi güç değil, kadrolarının ahlakı büyütür. O da hamdolsun bizde var.
Unutmayın: Bizim Gücümüz İnancımızdır.
Biz gücümüzü inancımızdan, ahlakımızdan ve birbirimize olan güvenimizden alıyoruz.
Kapı kapı gezeceğiz, anlatacağız, hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz.
Her bir teşkilatımızda, her ilçede, her mahallede bir güven halkası oluşturacağız.
İnsanların gözünün içine bakacağız ve diyeceğiz ki: Biz size dürüst bir yönetim vaat ediyoruz.
Kimseye boyun eğmeyeceğiz, kimseye de düşmanlık etmeyeceğiz.
Bizim siyasetimiz kutuplaşma üzerine değil, ahlak ve akıl üzerine kuruludur.
Unutmayın: Büyük değişimler sessiz başlar, sabırla büyür, değişim bir gecede olmaz ama değişim başladığında da önünde kimse duramaz. (…)
İnancımızı kaybetmeyeceğiz.
Birlikte, ilk günkü inançla; doğruları savunacağız ve yarınları hep beraber kuracağız.
Gün gelecek, herkes görecek: Bu ülkenin yeniden ayağa kalkmasını sağlayanlar, işte bu salondaki DEVA Kadroları olacak.
İnanın ve emin olun: o günler sayılıdır ve yakındır.
Sayılı günler çok çabuk geçecek ve bu kadrolar bu ülkeyi hak ettiği noktaya hep beraber taşır. (…)
Evet DEĞİŞİM ZAMANI geldi.
GELİYORUZ ARKADAŞALAR GELİYORUZ!
Enflasyonun kökünü kazımaya, gençlerimize iş bulmaya, esnafımıza nefes olmaya, fabrikalarımızın bacasından duman tüttürmeye, işçimizin alın terinin hakkını vermeye, çiftçimizin topraklarına bereket olmaya geliyoruz.
Biz bu iktidarı alacağız arkadaşlar; başka yolu yok. Başka yolu yok.
Türkiye'nin başka çıkışı yok ya.
Biz bu ülkeyi gençler için müreffeh bir ülke kılacağız, başka yolu yok. Ve hep beraber yapacağız.
Değerli Dostlarım,
Bu ülke, çok daha iyisini hak ediyor.
Biz bu ülkeye yeniden güveni getireceğiz.
Devleti bir kişinin değil, milletin devleti yapacağız.
Ve o zaman, bu millet alnı ak, başı dik yarınlara umutla bakacak.
Biz buradayız.
Niyetimiz halis, yolumuz ter temiz.
Biz bu ülkenin her karış toprağında bir annenin duasını, bir babanın alın terini görüyoruz.
Gençlerin hayalleri bizim de hayallerimiz.
O yüzden vazgeçmeyiz; geri adım atmayız.
Umutsuzluğa teslim olmayız.
Milletimiz başını yere eğmesin, boynu bükük kalmasın diye gece gündüz demeden çalışmaya devam edeceğiz inşallah.
Unutmayın.
Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığa en yakın olduğumuz andır.
Şimdi bir ve beraber olma zamanı,
Türkiye'nin DEVA’sı sizlersiniz arkadaşlar. Biz gençlerinin peşinde yürüyeceğiz inşallah.
Biz hazırız.
Dünden daha kararlı, daha da inançlıyız.
Geri adım yok.
Sağlam adımlarla ilerliyoruz.
Ve inanın birlikte başaracağız.
Gelin hep birlikte söyleyelim.
Tüm Türkiye buradan sesimizi duysun, kararlılığımızı bilsin.
Hazırsanız, hep birlikte söyleyelim:
Bu yoldan geri dönüş var mı? YOK!
Bu davadan geri adım var mı? YOK!
Millete hizmetten vazgeçmek var mı? YOK!
Adaletten, haktan, hukuktan sapmak var mı? YOK!
Korkuya, tehdide, umutsuzluğa boyun eğmek var mı? YOK!
GERİ ADIM var mı? YOK!
GERİ ADIM var mı? YOK!
GERİ ADIM YOK!
Ve biz inşallah göreceksiniz biz bu milletle beraber, tarihi yeniden yazacak kudrete sahibiz.
Yeter ki çalışalım. Milletin derdiyle dertlenelim. Doğru bildiğimiz yoldan şaşmayalım.
Tüm bu düşüncelerle, hepinizi tekrar saygı selamlıyorum.
Bu kongrede hazırlıkta emeğe geçen başta ilçe başkanımız Devran Bey ve il başkanımız Ali Hakan Bey olmak üzere hem ilçe teşkilat mensuplarımıza hem il teşkilatımıza şükranlarımı sunuyorum.
Bu kongre vesilesiyle bizlerle beraber olan tüm misafirlerimize de bu heyecanımızı bizlerle paylaştığınız için tekrar teşekkürlerimi sunuyor.
Sağ olun, var olun diyorum.