8 Ocak 2024
Ali Babacan Tarsus Konuşma Metni
Değerli yol arkadaşlarım,
Sivil toplum örgütlerinin ve siyasi partilerin çok değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bugünkü Tarsus buluşmamıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Değerli dostlarım,
Kıymetli vatandaşlarımız,
Duymayan varsa duysun, bilmeyen varsa öğrensin:
DEVA Partisi, önümüzdeki 31 Mart seçimlerine kendi adıyla, kendi logosuyla, kendi adaylarıyla girme kararı aldı biliyorsunuz.
Ve Türkiye’nin her köşesinde, seçim günü eline pusulayı alan vatandaşlarımız, inşallah DEVA Partisi’nin logosunu, adayını o pusulada görecek ve tercihini DEVA Partisi önünde DEVA Partisi’nin tercihlerden birisi olan oy pusulasını inşallah kullanacak.
Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız gönül rahatlığıyla etkin ve temiz belediyeciliği seçecek inşallah.
Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız bileğinin gücüyle, alnının teriyle çalışan, harama bulaşmamış adaylarımızı tercih edecek.
İşte Tarsus’un DEVA’sı dedik, değerli başkan adayımız Ramazan Yıldırım Bey’i tüm Türkiye’ye adayımız olarak ilan ettik.
Eş zamanlı olarak biliyorsunuz Fatma Hanım’ı da Mut Belediye Başkan adayımız olarak ilan ettik.
Değerli arkadaşlar,
Bu yerel seçimler, belediye seçimleri önemli.
Neden mi?
Çünkü Tarsus, demokrasinin yerelden başlayacağını çok biliyor.
Çünkü Tarsus, hakla adaletle yönetilmeyi hak ediyor.
Tarsus, iktidarın görmezden gelmesine, yok saymasına kurban edilecek bir şehrimiz değil.
Tarsus Organize Sanayi Bölgesi Türkiye’nin sayılı bölgelerinden ve İSO 500 sıralamasında yani Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarının ilk 500’ünde 8 firmasıyla yer alan bir yer Tarsus.
Ancak gelin görün ki, bu Organize Sanayi Bölgesinin otobanla bağlantı yolları hala tamamlanabilmiş değil.
Hatta ve hatta %25 oranında dahi bu proje bile ilerlemiş değil.
Ulaştırma Bakanı çıkıyor diyor ki “biz bir kavşak tamamladık” diyor.
Yahu Türkiye’nin en çok vergi ödeyen 6. İli Mersin değil mi? Bu Mersin’in koskoca ilçesi Tarsus bağlantı yollarını yapmayı hak etmiyor mu da işte “kavşak yaptık yeter” diyorsunuz.
Kavşak için mi Tarsus’un sevinmesini bekliyorsunuz gerçekten.
Bir başka konu, Çukurova bölgesel havalimanı da tam 2008’den beri dilde var ama nedense bir türlü tamamlanamıyor.
Tamamlansa en büyük faydayı Tarsus görecek bunu biliyoruz.
Çünkü Tarsus’a çok yakın bir havalimanı açılmış olacak ama yapılmıyor.
Bir başka sorun…
Tarsus Kazanlı Turizm bölgesi. 2009 yılında yani bundan tam 14 yıl önce, burada beş şirkete 11 yer tahsis edilmiş.
Yer tahsislerinin hiçbirinde tek çivi çakılmamış.
Mersin milletvekilimiz Mehmet Emin Ekmen Kültür Bakanına soruyor. ‘Niye’ diyor.
Kültür Bakanı cevap veriyor: “Havalimanı bitirilemediği için” diyor.
Sanki hava limanının bitirilmesi bir başka hükûmetin bir başka iktidarın göreviymiş gibi.
Ya sizin bakan olduğunuz hükûmetin görevi bu.
Hadi havalimanı bitirmedi diyelim buradan ama Tarsuslara sormak istiyorum.
Kazanlı Turizm bölgesinin alt yapısı ile ilgili bugüne kadar hangi adımlar atıldı?
Yok… Maalesef atılan hiçbir adım yok.
Senelerdir Çukurova bölgesel havalimanını bitirmeyen iktidar, aynı dönemde, bakın taa 2008’den bugüne kadar bahsediyoruz. Çukurova Havalimanı dediğimiz dümdüz arazi değil mi?
Ben son geldiğimde uçakla üzerinden geçerken şöyle bir baktım dümdüz arazi.
2008’den bu yana bu havalimanı bitmiyor ama öte yandan bakıyorsunuz denizi doldurdular Ordu Giresun havalimanını yaptılar.
Yetmedi hemen ötesinde denizi doldurdular Rize Havalimanını yaptılar.
İstanbul’da gerçekten bataklık, çukur ve tepelerle dolu olan bir araziyi düzelttiler İstanbul Havalimanını yaptılar.
Demek ki neymiş? İsteyince oluyormuş.
Demek ki neymiş? Sahip çıkan birisi olduğu zaman bu projeler tamamlanıyormuş.
Ama iş Mersin’e gelince Mersin’i bile isteye ihmal ediyorlar arkadaşlar.
*****
Bakıyoruz Tarsus’ta çok çarpık kentleşme var. Vatandaşlarımızın hayatını gerçekten çekilmez hâle getiriyor.
Trafik sorunu, konut sorunu almış başını gidiyor.
Bununla bitiyor mu? Hayır.
Şöyle bir tarımla ilgili konulara bakıyoruz, tarımla ilgili sorunlara bakıyoruz narenciye değil mi?
Ya inanın içim parçalanarak izledim. O top taze limon ağaçlarının kepçe ile sökülüp toparlanıp oraların dümdüz tarla haline getirilişini.
Limonların böyle sallanıp sallanıp toprağa dökülmesini.
Bu sene narenciye hasatının yüksek olacağı bilinmeyen bir şey değil ki. Uzmanlar zaten bunu ilan etmiş demişler ki “bu sene hasat fazla olacak”
Ama çiftçimizin yüzü bir türlü gülmüyor ya.
Mahsul fazla oluyor çiftçimiz üzülüyor. Mahsul fazla oluyor limon toprağa dökülüyor, limon ağaçları sökülüyor.
Gerçekten değerli arkadaşlar, son dönemde bu narenciye konusunda
bu bölgede yaşanan Tarsus’ta Mersin’de bu bölgede yaşananlara çok üzülüyoruz.
Ve iktidarın bunlara kayıtsız kalması bir çözüm üretmemesi de tamamen ilgisizlikten.
Cumhurbaşkanının cepten cebe konuştuğu insanlar var biliyorsunuz.
Bunlar genelde biliyorsunuz, hangi firmaların sahipleri olduğunu, hangi müteahhitler olduğunu. Onlarla cepten cebe konuşuyor.
Dolayısıyla alınan bütün kararlar aslında büyük şirketlerin sermayedarların lehine olan kararlar oluyor.
Ben merak ediyorum acaba Sayın Erdoğan’ın böyle cepten cebe konuştuğu tek bir çiftçi var mı acaba Türkiye’de.
Şöyle, Tarsus’ta bir limon bahçesi olan, hemen Çukurova’da sebze meyve üreten, biraz kuzeye gidelim Konya ovasında buğday üreten çiftçilerden acaba kaç tanesi ile cepten cebe konuşabiliyor?
İşte bu kadar uzun süre iş başında kalıp da etrafınız dar bir çıkar çevresi tarafından sarıldığında kafanızı kaldırıp memleketin gerçeklerini göremiyorsunuz.
Eskiden Keçiören’de bir apartman dairesinde otururdu. Komşuları vardı ya bir apartman görevlisi falan vardı hani girerken çıkarken selamlaşacağı.
Şöyle az çok o eve gelip çıkarken emeklilerle yolda karşılaşıyordu.
Ne zaman ki kendini külliyeye hapsetti, bu ülkenin gerçeklerinden koptu.
Bugün programımıza biz Niğde’de başladık.
Niğde'de otobüsten adımımızı attık inanın 10. saniyede etrafımı emekliler çevirdi. “Bizim halimiz ne olacak” diye.
Gelirken yol üstü Pozantı’daydık. Hangi adımı atsak emekliler feryat ediyor. “Ya diyorlar 7 bin 500 lirayla bu ülkede biz nasıl geçineceğiz” diyorlar.
“Temel, sadece temel gıda ürünlerini almaya yetmiyor, maaşımız” diyorlar.
Hele hele bir emeklimizin eğer oturduğu ev kendinin değilse vay haline.
Bugünkü kiralarla arkadaşlar bir emeklinin bu ülkede yaşaması artık imkânsızlaştı. Her an sokağa atılma korkusuyla yaşıyor emekliler ya. “Ev sahibi beni hangi gün zorla çıkaracak? Hangi gün beni kapının önüne bırakacak” diye.
Yazık günah.
Ve bütün bu problemler var ya arkadaşlar burada yaşadığınız ne kadar problem varsa biz DEVA Partisi olarak kurduğumuz teşkilat aracılığıyla çok yakından takip ediyoruz, çok yakından.
İl teşkilatımız var, bütün kılcal damarlara kadar oluşturduğumuz ilçe teşkilatlarımız var ve seçimlerden sonra da artık Türkiye’nin her yerinde milletvekillerimiz de var.
Ve bizim milletvekillerimiz sadece seçildikleri ilden sorumlu değil 81 ili milletvekillerimize taksim ettik. Her ilimizin milletvekili var.
Bizim Mersin milletvekilimiz biliyorsunuz Mehmet Emin Ekmen Bey.
Sağ olsun seçimlerden bu yana ben kendisine meclisin açık olduğu 2-3 gün Ankara’da şöyle görüyorum ama ondan sonra ne zaman arasam telefonda Mersin’de çıkıyor.
Seçildiği günden bu yana sağ olsun Mersin’in meclisteki ağzı oldu, meclisteki gözü kulağı oldu.
Narenciye üreticisinin sorunlarından tutun, bitmeyen hava limanna, Akdeniz sahil yolundan Çeşmeli Taşucu otoyoluna, Ana Konteyner limanından kültür turizm yatırımlarına kadar pek çok konuda Mersin’in her derdinin takipçisi oldu.
Hem her hafta Mersin sokaklarındayız tüm teşkilat olarak ve milletvekilimiz olarak hem de her hafta yine meclisteyiz. Çünkü Mersin’in Tarsus’un hâline Ankara’da Meclis’te tercüman oluyoruz.
Burada görülmeyenlerin, duyulmayanların Ankara’da sesi oluyoruz.
Mersin'in çözümlerini de tek tek sıraladık arkadaşlar.
Biliyorsunuz biz alışılageldik bir muhalefet partisi değiliz. Türkiye'de klasik muhalefet nedir? İktidar “siyah” der siz “beyaz” dersiniz. İktidar “beyaz” der yok siz “siyah” dersiniz.
Türkiye'de klasik muhalefet anlayışı bu. E Türkiye’de klasik muhalefet bir çözüm üretmez.
“Siz beni seçin, ondan sonra nasıl çözeceğimi o zaman gösteririm” der “o zaman söylerim” der.
Oysa biz sadece sorunları söyleyip kenara çekilen bir parti olmadık.
Kurulduğumuz ilk günden bu yana hep çözümü de masaya koyan, çözümü de dillendiren bir parti olduk.
Vatandaşlarımızı dinliyoruz, tek tek sorunları tespit ediyoruz ve tüm bu sorunlar nasıl çözülecek diye tek tek tek tek çözüm üretiyoruz.
Ve açıklıyoruz.
“Biz iktidar olduğumuzda bunları yapacağız” diyoruz.
Ve bakın Türkiye’nin DEVA’sı adını verdiğimiz bu fasikül fasikül ansiklopedi hâline getirdiğimiz bu belge, tek tek tek tek Türkiye’nin her alandaki ama her alandaki çözümlerini içeren bir belge.
Hep beraber Türkiye’nin DEVA’sı olacağız arkadaşlar, DEVA kadroları olarak gençlerle, kadınlarla beraber. Hep beraber Türkiye’nin DEVA’sı olacağız inşallah.
Ve biz ne yaptık arkadaşlar? Seçimlerden önce bunları tamamladık.
15 Ocak’ta geçtiğimiz sene 15 Ocak’ta bunu bir bütün olarak tekrar bütün Türkiye’ye tanıttık bu çalışmayı. Her konuda çözümümüz hazır dedik.
Ancak seçimlerde arzu ettiğimiz sonucu alamadık.
Fakat ne yaptık, seçimden hemen sonra bunları birer set olarak Cumhurbaşkanına, bakanlara, bakan yardımcılarına, milletvekillerine gönderdik.
Dedik ki “burada akıl teri var, büyük bir emek var. Her işin uzmanının burada emeği var. Umarız ki okursunuz, istifade edersiniz. Umarız ki bakarsınız ufkunuz açılır” dedik.
Ne dedik? “Varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun” dedik.
İşte bu yüzden biz alışılageldik, partilerden değiliz. Vatandaşlarımız da artık Türkiye’deki o eski kötü siyasete mahkûm değil.
Çünkü artık DEVA var çünkü artık DEVA Partisi var.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de evet biz her alanda çözüm üretiyoruz. Belediyecilikle de alakalı çözümlerimizi bu kalın kitabın içerisindeki 6 nolu fasikülde yani Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızla ortaya koyduk.
Burada her şey var. Bütün çözüm, aklınıza ne geliyorsa yerel yönetimler ve şehircilikle alakalı tek tek tek tek sıraladık.
Ancak bizim belediyecilik anlayışımızda sadece etkin yönetim yok.
Sadece sonuç alıcı bir yönetim yok, aynı zamanda temiz bir yönetim anlayışımız var.
Ve bu temiz yönetim anlayışımızda etik kurallar bildirgesi ile kamuoyuna açıkladık.
Burada böyle 3 sayfalık bir bildirgeyle bizim belediye başkan adaylarımız öncelikle “ben seçilip belediyeyi yönettiğimde buradaki etik kurallara yani buradaki ahlaki kurallara uygun olarak yöneteceğim” diyor.
Bunu önce taahhüt ediyor bu belgenin altına imzasını atıyor, ondan sonra bizim adayımız oluyor ki seçildikten sonra o eski belediyecilik eşittir rant anlayışını geride bırakalım. Temiz dürüst belediyeciliğin ne olduğunu bütün topluma bütün halkımıza gösterelim diye.
Hem düzgün yöneteceğiz, iyi yöneteceğiz ama hem de temiz yöneteceğiz.
Şöyle bir alışkanlık var biliyorsunuz “ya çalıyor ama işte yapıyor.”
Ya iş yapsın ama çalmasın yani ne demek yani çalıyor ama işte yapıyor.
Biz öyle belediyecilik anlayışına karşıyız.
İş yapacak, bir de çalmayacak yani. Böyle bir şey yok.
Ve arkadaşlar bu seçimler bakın sadece belediye başkanlarımızı seçeceğimiz bir seçim olmayacak. Sadece belediye meclis üyelerini seçeceğimiz bir seçim de olmayacak.
Bu seçim aynı zamanda iktidara, merkezi hükûmete bir uyarı seçim olur.
Arkadaş 7 ay geçti. 7 aydır zam üstüne zam yaptınız. 7 aydır vergi altına vergi artırdınız. 7 aydır faizi her ay artırdınız ya.
7 ayda 7 kere faiz artırdınız.
“Ben iş başında olduğum sürece faiz düşmez, faiz iner. Daha da inecek” demedi mi?
“Ben iş başında olduğum sürece faiz daha da inecek” demedi mi?
Seçime doğru giderken böyle faizi küçük küçük indirip işte yüzde yok 9, 8 buçuk falan deyip de bak indiriyorum diye gösterip seçimden sonra yüzde 42 buçuğa artırmadı mı?
E bu halkı aldatmak değil mi?
Seçimden önce çiftçimizin mazotunu 18 lira 19 lira gösterip seçimden sonra 40 liraya patlatmak halkı aldatmak değil mi?
Seçimden önce döviz kurunu 18- 19 lirada tutup ki yeni bakan öyle diyor. “Mayıs sonuna kadar kuru tutmuşlar” diyor. Bu kuru tutup seçimden sonra 30 liraya patlatmak halkı aldatmak değil mi?
“Ben mülakatı kaldıracağım” deyip seçimlerden sonra o sözünü inkâr etmek o sözünü yutmak hala mülakatla işine geleni devlete alıp işine gelmeyen gençleri pırıl pırıl gençleri dışarıda bırakmak halkı aldatmak değil mi?
Onun için diyorum ki arkadaşlar; seçildi seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı diyorum.
Helalinden kazanmadı.
Ve arkadaşlar evet bu yerel seçimler merkezi hükümete iktidara da uyarı için bir fırsat. Çok önemli fırsat.
Yani bu yerel seçimlerde kullanacağınız tercihler sadece belediye başkanını seçmek anlamına gelmeyecek.
Hem de merkezi hükûmete “arkadaş aklını başına al. Yanlış yoldasın.”
7 ay geçti ya taş olsa çatlar emeklilerimiz sabret sabret nereye kadar sabredecek?
Çiftçimiz esnafımız sabret sabret nereye kadar sabredecek?
Onun için işte diyoruz ki eğer bu seçimlerde hükûmeti uyarmak istiyorsanız hükûmete “aklını başına al” demek istiyorsanız en önemli fırsat.
Yani bu seçimler arkadaşlar hükûmete bir sarı kart gösterme fırsatı sarı kart.
Pozantı’da ben sarı kart deyince bir emeklimiz kulağıma eğildi. Biraz ağırca bir ifadeyle “bunlar kırmızı kartı çoktan hak etti” dedi.
Dedim ki inşallah o genel seçimde. Şimdi yerel seçimde sadece belediye başkanlarını değiştiriyoruz. Hükûmeti merkezi hükûmeti iktidarı ancak uyarıyoruz.
Dolayısıyla şimdi sarı kart ama inşallah bir sonraki genel seçim geldiğinde de hep beraber arkadaşlar kırmızı kartı göstereceğiz.
O, günü gelince inşallah.
*****
Değerli arkadaşlar,
Ülkemizdeki siyaset tablosuna şöyle bir baktığımızda gerçekten yani hele hele şu seçimden sonra var ya muhalefetiyle, iktidarıyla, inanın al birini vur ötekine gibi bir tabloyla karşı karşıyayız.
Ya şu aralığın son günlerinde yaşananları görüyorsunuz. Bu Riyad'daki yapılamayan maçtan bahsediyorum.
Maçla ilgili gelişmeleri hep beraber izledik. Tabii ki üzüldük. Ama aynı zamanda kızdık.
Ya bu ne biçim beceriksizliktir yani?
Ellerine yüzlerine bulaştırırlar.
İşin alt tarafı bir Süper Kupa finali bir başka ülkede yapılacak. Bu kadar mı basiretsizlik olur? Bu kadar mı beceriksizlik olur? Bu kadar mı plansızlık programsızlık olur?
Ya bu ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları diye kurumları var değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti'nin orada Riyad'da Büyükelçisi var.
Dışişleri Bakanlıkları bu tür krizleri çözmek için oradadır. Bu tür krizler diplomasiyle aşılır, diplomasiyle çözülür.
Ama devlet kurumlarını siz o kadar yerin dibine batırdınız ki, kurumlar o kadar büyük bir zafiyet içinde ki ...
Ve bizim Büyükelçilerimizin çoğu o kadar maalesef sindirilmiş, susturulmuş vaziyetteki veya zaten o işi yapamayacak sadece ya bu bizdendir, partilimdir diye atanan Büyükelçiler de var. Bir grup öyle Büyükelçiler de var.
Ve sonuçta ülkemiz tam da yılın son günlerinde büyük bir skandalla karşı karşıya kaldı ve bütün dünya Türkiye'yi konuştu ya. Bütün dünya şu andaki bu işin içindeki organizasyonu yapanların beceriksizliğini konuştu.
Ellerine yüzlerine bulaştırdığını konuştu.
Fakat iş orada kalmadı.
Baktık ki muhalefet partileri de vatandaşlarımızı milli değerlerimiz üzerinden, üstelik de gerçek olmayan bilgilerle kutuplaştırmaya çalıştı.
Baktık ki birileri o tam avuçlarını böyle ne denir, avuçlarını ovuşturuyorlar. “Hah top geldi ayağımıza.” Diyorlar, Ne topu? İşte “biz buradan şunu istismar ederiz, bunu istismar ederiz. Tam bir fırsat bu yapılamayan maçtan milli değerleri istismar edip, kaşıyıp oralardan kendimize prim yaparız.” Zaten ülkenin başındaki iktidar yeterince kutuplaştırıyor arkadaş.
Yani bu ülkeyi iyi yönetmek, bu iktidara daha çok benzemekten geçmiyor.
Ben bakıyorum bazı siyasi partilerde, bazı siyasetçiler de diyorlar ki “ya ben ne kadar çok Erdoğan'a benzersem herhalde o kadar kazanma ihtimalimi artar.’”
Ya arkadaş, Sayın Erdoğan'ın bu ülkeyi yönetme tarzı kaybettiriyor.
Sen o tarzda seçimi kazansan ne, kazanamazsan ne? Memleket kaybediyor, memleket, ülke kaybediyor.
Daha iktidar olmadan Erdoğan'ın hastalıklarına kapılan siyasetçileri görüyoruz maalesef.
Ve o kutuplaştırmanın, o suni gündemin sokaktaki etkisini hemen gördük arkadaşlar.
Ayın 1’inde ya, yeni yılın ilk günü. Yeni yılın ilk gününü 2024, tabii 2023'de çok zorluklar yaşadık millet olarak ama 2024 şöyle yeni yıl her yeni başlangıç bir ümittir ya, dakika bir gol bir.
İlk gün bir Filistin mitingi var, Filistin mitinginden çıkan bir vatandaşımıza geliyor gencecik bir çocuk, Yıldız Teknik Üniversitesi öğrenci çocuk, geliyor yumruk atıyor.
Öbür vatandaş da bir apartman görevlisi yumruğu yiyor.
Ya yazık değil mi ya, siz bu milleti kutuplaştır, öfke ve nefreti pompala pompala siyaset bu mu Allah aşkına?
Yani iktidar öfke ve nefret siyaseti yapıyor, “seçimi kazanmak için ben de öfke ve nefret siyaseti yapacağım.”
Yazık değil mi bu topluma?
Daha beteri ne oldu arkadaşlar? Bu yumruk atanı savunanlar oldu. Gerçekten yani akılların durduğu bir noktaya gelmiş durumdayız.
Böyle bir şey olur mu ya? Şiddet savunulur mu? Sen eğer fikrine güveniyorsan gelirsin görüşünü konuşursun.
Ne zamanki görüşün zayıftır, tezin zayıftır, fikrine güvenmiyorsundur ancak o zaman şiddetle kendini ortaya koyarsın.
Böyle mi örnek olacaksınız gençlere?
O yumruğu atan gencimiz bile “İyi ki yaptım” demiyor. Ne diyor? “Pişmanım” diyor.
Yumruğu yiyen apartman görevlisi arkadaşımız “Benim de çocuklarım var. Gelse onu affederim” diyor.
Toplumumuzun gerçek özü bu, toplumumuzun mayası bu.
Bizim toplumumuz kardeşlik, birlik, beraberlik içinde yaşayan bir toplum. Ama bu iktidar, bu öfke ve nefret dilini böyle bulaşıcı hastalık gibi muhalefet tarafındaki siyasete de maalesef bulaştırdı.
Nasıl COVID hızla yayıldı gitti zamanında.
Ne diyor Sayın Erdoğan, “Öfke diyor bir hitabet sanatıdır” diyor. Lafa bak. “Ya ben kızgın konuşuyorum çünkü o hitabet sanatını gereği” diyor.
İyi de yazık değil mi millete, yazık değil mi gencecik insanlara? Gel, gel, gel, nereye kadar?
Onu yaptığı yetmiyor, aynı öfke ve nefret siyasetini bu hastalık bulaşıyor, muhalefette de yapanlar başlıyor.
Ve bakıyoruz bazı muhalefet partileri, bazı yazarlar, hatta ve hatta bazı hukukçular, bir hukukçu yumruğu nasıl savunur?
Açık yasa hükümleri var arkadaşlar, şiddete engel olan, hatta nefret diline bile engel olan yasa hükümleri var. Yani nefret suçu denen bir suç kategorisi var.
Konuşarak bile böyle hakaret, nefret suçu bunları yapamazsınız. Öyle bir şey yok hukukta.
Ama çıkıyorlar yumruğu savunan hukukçular bir de hukukçuyum diye geçiniyor memlekette.
Gerçekten arkadaşlar, bakın buradan ben açıkça söylüyorum. DEVA Partisi hiçbir zaman böylesine ucuz siyaset yollarına girmeyecektir arkadaşlar.
Hiçbir zaman.
Biz hiçbir zaman bu ülkenin körpecik gençlerine öfkeyi, nefreti aşılamayacağız. Böyle bir şey yapmayacağız.
Biz birlik üzerine, beraberlik üzerine, sevgi üzerine ancak Türkiye'nin yükselmesini istiyoruz. Bizim hedefimiz böyle bir Türkiye.
DEVA Partisi toplumu kutuplaştıranlara, ayrıştıranlara inat, 85 milyon vatandaşın eşitliğini ve mutluluğunu savunacak.
Gerçek çıkış burada.
DEVA Partisi Türkiye'nin haysiyetli insanları için her zaman hakkı ve adaleti savunacak. Her zaman.
Arkadaşlar, biz önce gönülleri kazanacağız, sonra seçimleri kazanacağız.
Dolayısıyla öncelik insan insana temas.
Daha çok dost edinmek. Daha çok insana dokunmak.
Ve şunu da söyleyeyim arkadaşlar, ister iktidar partisi olsun, ister muhalefet partisi, DEVA Partisi zulmedenlere de, zulmü alkışlayanlara da geçit vermeyecek.
Değerli arkadaşlarım,
Bugünkü iktidar ve küçük ortağı ülkemizi çok ağır bir krize sokmuş durumda.
Yaşadığımız sadece derin bir ekonomik kriz değil. Yaşadığımız bir hukuk krizi, bir adalet krizi, bir yönetim krizi, bir sistem krizi.
Koskoca Türkiye'yi tarumar ettiler ya!
Bakın yüksek yargı organlarından birisinin eliyle bugün Türkiye'de açık bir anayasa ihlali var. Türkiye'nin anayasal düzenine karşı yapılmış bir darbe var.
Anayasa 153'te çok açık bir hüküm var. “Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararlar yargı, yürütme ve bireyler tarafından derhal uygulanır” diyor.
Lamı cimi yok. Bu kadar. Çok açık.
Ama yasayı ve anayasayı en iyi bilmesi gerekenler hakimler, yargıçlar değil mi?
Hele hele burada Yargıtay'dan bahsediyoruz. Üçüncü ceza dairesinden bahsediyoruz. Hukuku en iyi bilmesi gereken kişilerden bahsediyoruz.
Ama işte bu yargının siyasallaşması var ya. İşte siyasi partilerin “Bunlar benim adamım olsun. Bunlar benim savcım, benim hakimim. Bunlar bana bağlı olsun. Ben ne dersem yapsınlar.” Ya da “Benim himayemdeki çeteydi, mafyaydı, şuydu buydu suç örgütleri onlar yargıyla bir şekilde yolları kesiştiğinde öyle çok üzmesinler onları. Kollansınlar, korunsunlar.”
Bu anlayış var ya bu anlayış gerçekten ülkenin daha onlarca yıl böyle bir hukuksuzluk ve adaletsizlik çamurunun içerisinde debelenmesini beraberinde getiriyor.
İşte ne diyor? “Anayasa Mahkemesi kararlarına uymuyorum” diyor, “saygı duymuyorum” diyor, “mahkemede uymayabilir” diyor.
Bunu diyen de ülkenin Cumhurbaşkanı.
Cumhurbaşkanı'nın yanında olup da küçük düşünen, ülkemizi küçük düşüren bir tayfa da böyle istiyor.
Çünkü oradan nemalanıyorlar. “Ben gücün yanında durayım, nemalanayım, hoşuna ne giderse de onu söyleyeyim.”
Benim menfaatim var ya burada yanında olmaktan. “Hoşuna ne giderse ben onu söyleyeyim.”
Yanındaki küçük ortak da böyle istiyor.
Hep söylüyorum ya, krizlerin ortağı diye.
Ne zaman iktidar ortağı olsa arkadaşlar, Türkiye, tarihi krizler yaşıyor. Tarihi krizler.
O, 2001 Şubat'ta yaşı müsait olanlar hatırlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizi yaşandığında, bu yazar kasalar, bu başbakanlık binasının önüne atıldığında, kendisi hükûmete ortaktı.
Başbakan yardımcısıydı.
E, şu anda yine büyük bir ekonomik kriz yaşıyoruz, bir hukuk krizi yaşıyoruz. Yine ortak. Krizlerin ortağı.
Hani lokantalara yazarlar ya, lokantanın ismi olur altında da “şu yıldan beri” der. İşte 1967'den beri der, 1989'dan beri der.
Burada gerçekten artık bir tabela asmak gerekiyor. Tabelada ne yazıyor? “Krizlerin ortağı 1999'dan beri.”
Değerli arkadaşlarım,
Senelerdir söylüyorum ama bıkmadan, usanmadan, tekrar etmeye devam edeceğim.
Bu ülkenin tam 11 yıl ekonomisinin başında olan bir arkadaşımız olarak bunu söyleyeceğim.
Hukuk olmadan ekonomi olmaz. Hukuk olmadan ekonomi olmaz.
Ben bunu bugün söylemiyorum. Ta 2012-2013'te başbakan yardımcısı iken devlet protokolünde en tepedeki 5 kişiden birisi iken bunu söylüyordum.
“Türkiye'de eğitim ve hukuk kötüye gidiyor, böyle giderse bu ülke orta gelir tuzağına düşecek” diyordum.
Ve maalesef oldu.
Çünkü o günden bu yana Türkiye'de hukuk güvenliği sürekli ama sürekli aşındırılıyor.
Ve bu ülkede eğer bugün emeklerimiz bayat ekmek kuyruklarında ömür tüketiyorsa, bugün çalışan vatandaşlarımız aybaşında aldıkları maaşı daha bir haftada tüketiyorlarsa bugün herkes kredi kartlarına taklalar attırarak geçinmeye çalışıyorsa bu hukuk bilmez hukuk tanımaz yönetim yüzündendir.
İşte o yüzden DEVA Partisi olarak bizler haktan, adaletten şaşmış bu yönetime açık ve sert bir şekilde itiraz ediyoruz.
Biz ne diyoruz?
Önce insan diyoruz.
Adalet diyoruz.
İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif’in dediği gibi
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki hak yoldur, dönme bilmeyiz, yürürüz."
Dönmeyiz. Hak yolunda yürürüz!
*****
Değerli arkadaşlarım,
Gelin, tam demokrasinin bayrağını hep beraber taşıyalım.
Gelin, hep beraber kazanalım ki Tarsus’ta kazanalım. Mersin’de kazanalım.
Ben Tarsus’un vicdanına güveniyorum.
Ben Mersin’in iradesine güveniyorum.
Tarsus DEVA ile demokrasiyi yerelden başlatacak.
Biz tam demokrasiyi yerelden başlatacağız.
Bizim yerimiz belli, yurdumuz belli.
Biz nerede miyiz? Bilmeyenler için bir konum atalım:
“DEVA Partisi nerede?” diyenler için bir konum gönderelim,
Biz; çocuğuna harçlık veremeyen annelerin yanındayız.
Biz; torunlarına küçük bir hediye almak isteyip de bir harçlık vermek isteyip de alamayan veremeyen dedelerin, ninelerin yanındayız.
Biz; temel gıda ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan emeklilerimizin yanındayız.
Biz; hayat pahalılığı karşısında inim inim inleyen dar gelirli, sabit gelirli vatandaşlarımızın yanındayız.
Biz; dükkanında masraf olmasın diye elektriğini açamayan, sattığı malı yerine koyamayan esnafımızın yanındayız.
Biz; gübre, mazot, tohum, elektrik fiyatları altında ezilen, ağaçlarını söken, ürünlerini toprağa gömen çiftçilerimizin yanındayız.
Biz; cep yakan fiyatlar yüzünden, yemekhanede günde tek öğünle karnını doyurmaya çalışan, bayramda ailesinin yanına gidemeyen gençlerin, öğrencilerin yanındayız.
Biz; her gün canını dişine takarak ekmeğinin peşinde koşan motor kurye arkadaşlarımın yanındayız.
Biz; çarpık kentleşme yüzünden nefes alamayan Tarsuslu vatandaşlarımızın yanındayız.
Ayrımcılığa uğrayan, kendisini ikinci sınıf hisseden, hor görülen tüm vatandaşlarımızın yanındayız.
Biz bulmak isteyen bu konumdan bulabilir,
Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte buraya, DEVA Partisi'ne davet ediyoruz.
Bizim yerimiz; 85 milyonun yanıdır.
*****
Şimdi size soruyorum.
Yüksek sesle söz vermenizi istiyorum:
DEVA Partili arkadaşlarıma sesleniyorum:
31 Mart’a kadar kapı kapı dolaşacak mıyız? (…)
DEVA Belediyeciliğini her mahallede anlatacak mıyız? (…)
Bu seçim herkese temiz ve doğru belediyeciliğin adresi DEVA Partisi’ni gösterecek miyiz? (…)
Ben sözümü aldım.
Biz de belediye başkanlarımızla beraber, seçildiğimiz tüm ilçe ve illerde gerçek belediyeciliğinin tek bir kuruşu dahi zayi etmeden bu millete ait olanı yine milletin hizmetine sunarak belediyecilik yapmanın nasıl olacağını inşallah tüm Türkiye'ye göstereceğiz.
Biz de tüm DEVA Partisi Genel Merkezi olarak bunun sözünü veriyoruz sizlere.
*****
Değerli kardeşlerim,
Sahneye Tarsus’un evladı, belediye başkan adayımız Ramazan Yıldırım’ı davet etmek istiyorum.
Ramazan Bey, belediye deyince aklına rant gelenlerden değil.
Kendisi zihnini imar rantlarıyla bozanlardan değil.
Kendi şehrine, hemşerilerine hizmetten başka derdi yok.
Son dönemde başlatılmış ancak bir türlü bitirilmeyen çalışmalarının hızla tamamlanması ve yaşanan hak kayıplarının önüne geçilmesi için canla başla çalışacaktır.
Bizim bir ilkemiz var arkadaşlar. Daha önceki yönetimden devraldığımız ne varsa bakıyoruz.
Ne yapıyoruz?
Yanlışları hemen düzeltiyoruz. Eksikleri tamamlıyoruz. Varsa doğru şeyler onları da devam ettiriyoruz.
İnşallah 31 Mart’ta mührü hep beraber DEVA’ya basacağız ve inşallah Ramazan Yıldırım Bey’i Tarsus’un Belediye Başkanı yapacağız.
Ramazan Bey de hemen kolları sıvayıp hemen Tarsus’a DEVA olacak.
Tüm ülkemize hayırlı olsun.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.