Ali Babacan Gaziantep Basın Toplantısı Konuşması
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Değerli il başkanımız, değerli milletvekilimiz, ilçe başkanlarımız, teşkilatımızın çok değerli mensupları,
Sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
Sevgili basın mensupları,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum (…)
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da, buradan, Gaziantep’ten selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
*****
Sözlerime 10 Ocak “Çalışan Gazeteciler Günü” ile başlamak istiyorum.
Halkımızın haber alma hakkı için, ülkemizin dört bir yanında gecesini gündüzüne katan tüm gazeteci arkadaşlarımızın günü kutlu olsun.
Özgür basın vatandaşımızın sesidir, kamuoyunun nefesidir.
Özgür basın iktidarın sıkı bir denetçisidir ve demokratik sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.
Ne var ki, içinde bulunduğumuz bu dönemde gazeteciler, iktidar sahiplerinin tehditlerine maruz kalıyorlar.
Basın tek sesliliğe kıstırılmak isteniyor.
Farklı fikirdeki veya beğenilmeyen haberleri yapan gazeteciler, mesleklerinden uzaklaştırılmanın tehdidi altında işlerini yapmaya çalışıyorlar.
Pek çok gazetecinin ikinci uğrak noktası, haklarında açılan davalar sebebiyle adliyeler.
Arkadaşlar, demokrasi bu değil.
Gerçek demokrasilerde basın toplum adına yasama, yürütme ve yargının yanında bir dördüncü güç olarak yer alır.
Onun için medyaya “dördüncü güç” denir.
Çünkü, özgür basın hayat kurtarır.
Biz DEVA Partisi olarak tüm diğer özgürlüklerin yanında, basının da özgür olacağı, tam demokrasi hedefimizden bir an dahi şaşmayacağız.
Bizim parti programımıza açıp baktığınızda, kuruluşta yayınladığımız ilk kuruluş programımızı incelediğinizde değerli arkadaşlar, şunu görüyorsunuz;
İlk bölüm özgürlükler. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü diye devam eden bir parti programımız var bizim.
Türkiye’deki bu özgürlük sorununu çözülmeden, ifade özgürlüğü ile ilgili sorunlar çözülmeden Türkiye’de başka hiçbir sorunun çözülemeyeceğine inanıyoruz.
Çünkü problemleri dillendiremediğinizde sorunları konuşmanın, sorunları yazıp çizmenin adeta yasaklanmaya çalışıldığı bir ülkede, sorunların çözüm aşamasına geçmek mümkün değil.
Dolayısıyla özgürlük diyoruz, ifade özgürlüğü diyoruz ve basın özgürlüğü diyoruz.
Bu vesileyle, tüm basın emekçilerine çalışmalarında başarılar diliyor, bir gün mutlaka, gerçek anlamda basın özgürlüğünün yaşanacağı bir Türkiye’ye hep beraber ulaşacağımızı ifade ediyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Evliya Çelebi’nin bir sözü var. Ne diyor; ‘Dünyanın Göz Bebeği Şehir’ diye nitelendiriyor Gaziantep’i.
Doğasıyla, tarihiyle, sofrasıyla dillere destan şehrimizi;
Düşmana karşı direnip Gazi unvanını hak eden bu kadim şehri;
Sanayisiyle, tarımıyla çok büyük bir potansiyele sahip bu şehri;
Yıllardır süregelen haksız rant şebekesinden kurtarmak, artık hepimizin boynunun borcudur.
Çünkü şahit olduk, gördük;
6 Şubat’ta Nurdağı’nı, İslahiye’yi gördük;
Depremin 4. Günü oralardaydım.
Oradaki insanların halini, enkaz başındaki çaresizliklerini gördük.
Biliyoruz arkadaşlar, çünkü biz işittik;
Yardım isteyen sesleri, “Devlet nerede?” diye soran haykırışları işittik.
Öyle şeylere şahit olduk ki, bu haksız rant şebekesine boyun eğmemek artık hayati bir meseledir, insan olmaya dair bir meseledir.
Hapiste olan ilçe belediye başkanlarına şahit olduk;
Sahte ruhsatlarla, düzmece zemin etüdü raporlarıyla insanları ölüme götürenlere şahit olduk;
Sorumluluğu üstlenip istifa etmeyi dahi bu halka nasıl çok gördüklerine şahit olduk.
Adıyaman’da, Malatya’da, Kahramanmaraş’ta, Hatay’da;
Burada, Nurdağı’nda, İslahiye’de halkın canını nasıl hiçe saydıklarına, umursamadıklarına şahit olduk.
Depremin o ilk 48 saati ilk 72 saati, insanlar enkazlar altında can çekişirken, sistemin nasıl kilitlendiğini, nasıl tüm Türkiye genelinde arama kurtarma çalışmalarının adeta felç olduğuna şahit olduk.
Tek bir kişinin talimatına bağlanan sistemin böylesine doğal afiyet afetlerde nasıl işlemediğini, yerinden yönetim anlayışı olmayınca yerelden güçlü kendine güvenen yöneticiler olmayınca nasıl koskoca Türkiye'nin depremin ilk 48 saatinde ilk 72 saatinde kilitlendiğine hep beraber şahit olduk.
Harabe otellere ruhsat verecek mezar binalar dikerek insanların hayatlarıyla oynayacaklar, bu yüzden hapse girecekler ve ben de o şehrin belediye başkanını partimde tutacağım öyle mi?
Ben değerli arkadaşlar, böyle bir iktidar istemem.
İnsan hayatını yok sayan, canı önemsemeyen bir iktidar istemem.
Enkaz altındaki evlatlarına kendi çabasıyla, elleriyle kazıya kazıya ulaşan anne babaların ahını alan böyle bir iktidarı istemem.
Şahit olduk… Köylerde şahit olduk. Nasıl o köylü vatandaşlarımızın, kendi elleriyle çabalarıyla kendi komşularını ailelerine enkaz altından kurtarmaya çalışırken ellerinin parçalandıklarına şahit olduk.
Kendi komşularının cenazelerini kendileri enkazdan çıkarıp kendileri defneden bir hafta 10 gün boyunca ulaşılamayan, kimsenin gitmediği köylere şahit olduk.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Kıymetli basın mensupları,
Bugünkü iktidar, felaketleri tek bir zamana değil, tüm hayata, hayatın her anına yaymış durumda.
Ülke sadece bir deprem felaketi yaşamadı ki, ülke bir ekonomik kriz felaketi yaşadı, yaşıyor.
Türkiye aynı zamanda adına “kur korumalı mevduat” denen bir finans faciası yaşıyor.
Hani “asrın felaketi” diyorlardı ya deprem için asrın finansal felakete de bu kur korumalı mevduat arkadaşlar
Felaketler geçiyor, etkileri aylara, yıllara yayılıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Hatay Samandağ’dan gerçekten üzücü bir haber aldık.
Prefabrik bir evde çıkan yangında, iki yavrumuzu, İsacan ve Doğa Hüzmeli’yi kaybettik.
İsacan dört yaşında, Doğa bir yaşında.
Ailelerinin kendi imkanlarıyla yaptığı bir prefabrikte oturuyorlardı.
Depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, yavrularımızı depreme kurban vermeye devam ediyoruz.
İsacan ve Doğa’yı ben şimdi huzurlarınızda rahmetle anıyorum, ailesine sabır diliyorum ve bir kez daha buradan, depreme sevdiklerini vermiş bu şehrinden Gaziantep’ten başsağlığı dileklerimi tüm Türkiye’ye iletmek istiyorum.
Türkiye yaşatan bir ülke olmak zorunda, yaşatan bir ülke; gençlerinden güç alan bir ülke olmak zorunda Türkiye.
Bunu hep beraber başaracağız.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Günden güne ayyuka çıkan bir gerçek var ülkemizde.
Ülkemiz kutuplaştırıcı siyasetin, ayrıştırıcı siyasetin yeniden esiri yapılmak isteniyor.
İktidardan söz etmiyorum bakın, muhalefet de yapıyor bunu şu anda.
Seçim geliyor ya ne diyorlar?
“Ha bu Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkeyi kutuplaştırarak öfke ve nefret dili kullanarak seçim kazanıyor. Demek ki bizim de böyle yapmamız gerekiyormuş” diyorlar.
Ülkeyi yönetenler ülkeyi “beriki öteki” diye ayırıyor. “Benden misin değil misin” diye büyük bir ayrımcılık yapıyor. Bakıyoruz bazı muhalefet partileri de buna özeniyor onlar da aynı ayrımcılığı yapmaya başlıyor.
Toplumu geriyorlar, arkadaşlar geriyorlar. Bu kin öfke nefret dili, şu anda Türkiye’de sosyal dokumuza çok büyük zarar veriyor.
İşte yaşadık, Gazze mitinginden dönerken yumruklu saldırıya maruz kalan İsmail Bey’i hepimiz gördük.
Saldırıyı gerçekleştiren genç kardeşimizi şöyle bir kenara ayırıyorum.
Gençler hata yaparlar. Hatalarını savunmadan, onlara doğru yolu göstermek bizim görevimiz.
Mücadelemiz, gençlerle değil.
Mücadelemiz, gençleri öfkeyle dolduran, onları kendi insanına düşman eden zihniyetle.
Yumruk yiyen vatandaşımız, İsmail Bey ne dedi? “Genç kardeşimiz hata yapmış” dedi; “Benim de evladım var, gelsin affederim” dedi.
Yumruk atan kardeşimiz bile savunmadı yaptığını. ‘Pişmanım’ dedi.
Fakat bazı siyasetçiler ne yaptı?
Yumruğu yiyen vatandaşımıza bir geçmiş olsun dileğini bile çok gördüler.
Geçmiş olsun diyen herhalde bir ben varım, bir de başkası var mı yok mu bilmiyorum. Belli başlı siyasetçiler arasında.
Hiç kimseden ses çıkmadı.
Ses çıkaranlarsa, ne acıdır ki, yumruğu, şiddeti savundular.
“İfade özgürlüğü” deyip duranlar, ifade özgürlüğünü askıya aldılar. Seçim geliyor ya…
Yetmedi, son kullanma tarihi çoktan geçmiş sloganları raftan indirdiler.
Türkiye'nin kötü günlerini çağrıştıran laflar söylenmeye başlandı.
Değerli arkadaşlar, kimse kusura bakmasın; biz bu ülkeyi, milli veya dini değerlerimizi istismar ederek ayrıştırmaya çalışan kim varsa, hepsine karşı çıkacağız.
İktidarmış, muhalefetmiş, ayırt etmeden karşı çıkacağız.
Biz, gençlerimizin bu uğurda maşa olarak kullanılmasına izin vermeyeceğiz.
Hem iktidara hem de bazı muhalefet partilerine sesleniyorum:
DEVA kadrolarının, ülkeyi kutuplaştırıcı siyasete teslim etmeye hiç niyeti yok.
Şu işe bakın ya!
Bazıları siyaseti kafalarında şöyle kodluyor;
“Ya laiksiniz ya dindar;
Ya milliyetçisiniz ya bölücüsün;
Ya bizdensiniz ya onlardansın;
Ya berikisin ya ötekisin;”
Değerli arkadaşlar, bunlar belki seçimlerde az buz oy sağlayabilir. Ama bu tür yaklaşımlar bu ülkeye hiçbir şey kazandırmaz.
Bizim toplumumuzun mayasında, bizim kültürümüzün kökünde birlik vardır, beraberlik vardır, kardeşlik vardır.
Bu ülkeyi, bu ikilemlere sıkıştırmak hiç kimsenin hakkı değildir.
Gerçekten artık yeter diyoruz!
Tekrar ediyorum: Biz burada oldukça, DEVA Partisi burada oldukça, size bu ayrımcılığa karşı sapa sağlam karşı çıkacağız.
‘Bana oy vermezseniz laiklik elden gider’ diyorlar, değil mi bazıları?
‘Bizi seçin çünkü biz kazanmazsak laiklik elden gider’
Yoo. Hiçbir şey olmaz ya.
‘Bana oy vermezseniz ülke bölünür’ diyor bazıları
Hayır bölünmez, sizi mahkûm değil bu ülke
Bazıları ne diyor? ‘Bana oy vermezseniz bakın eski günler gelir. Başörtülüler tekrar üniversiteye girememeye başlarlar.’
Yoo. Hiçbir şey olmaz ya
Türkiye bunları aştı aştı ve arkadaşlar artık DEVA Partisi var. Çok önemli bir fark var artık.
Hiçbir parti ya da hiç kimse DEVA Partisi’nden önceki Türkiye ile DEVA Partisi’nden sonraki Türkiye’yi birbiriyle karıştırmasın. Çünkü artık biz varız. Biz bu ülkede nefes aldıkça DEVA’lılar bu ülkede var oldukça korkuya yer yok.
Ben buradan, Gaziantep’ten kendisinin siyasette olduğunu iddia eden herkese seslenmek istiyorum;
Yapmadığınız bir şeyi yapmak zorundasınız:
Siyaset üretmek zorundasınız.
Çözüm üretmek zorundasınız.
Siyaset sadece laf üretmek değil ki. Siyaset sadece her gün bir başkasıyla kavga edip, polemik çıkarıp onunla haber olma yarışı değil ki,
Siyasetçiler halkın derdine derman olmalıdır. Sorunların çözümü için çalışmalıdır.
Biz gereken her şeyi yapıyoruz, işte burada.
Türkiye'nin DEVA’sı, eşi benzeri yok. Türkiye’de bugüne kadar hiçbir siyasi parti bu ülkenin sorunlarını sorunlarına böyle kapsamlı bir şekilde bakıp kapsamlı bir çözüm üretmedi, üretemedi arkadaşlar.
Bunu iktidar partisi de yapamıyor şu anda. Elinde devletin bütün imkanları olmasına rağmen yapamıyorlar.
Seçimden önce siz gördünüz mü Sayın Erdoğan’ın elinde böylesine kapsamlı bir çalışma?
Seçim bitti, hükûmet kuruldu ta 3-4 ay sonra 13 aylık bir Orta Vadeli Program ortaya koyabilirler. Tuttular kulaklarını tersten gösterdiler. Ne yaptılar? 3 yıllık program arkasından 5 yıllık Kalkma Planı ilan ettiler.
Ya ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Böyle plan program olmaz arkadaşlar.
Anayasa gereğidir, önce bir 5 yıllık kalkınma planı hazırlarsın. Şöyle uzun vadeli bir planın ortaya koyarsın. Ondan sonra onun içerisindeki orta vadeli programını ona göre de bütçeni yapıp Meclis’te görüşürsün. Bilmiyorlar ya inanın ne yaptıklarını bilmiyorlar.
Halkımız açken, ekonomi çökmüşken, hukuk düzeni ortadan kalkmışken, biz bu ülkenin sorunlarının asla çözülemeyeceğini düşünüyoruz. Onun için hazırlandık. Onun için de hazırlanmaya devam ediyoruz
Ve bu ikili siyaset var ya demin bahsettiğim ikili siyaseti yüzlerine yüzlerine vuracağız. Kim olursa olsun iktidar olsun, muhalefet olsun.
Ben buradan, İsmail Bey’e tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Saldırıyı gerçekleştiren genç kardeşimize de sesleniyorum:
Ege kardeşim,
Seni de diğer genç arkadaşlarımızı da ayrımcı ideolojilere teslim etmeye hiç niyetimiz yok.
İnşallah, bir an önce özgürlüğüne kavuşursun. Kavuşursun da yumruk yiyen İsmail Bey, sen ve ben, hep beraber oturup bir çay içeriz;
Türkiye’nin bu toplumun zaten mayasında olan bildiği beraberliği tüm ülkeye inşallah gösterir.
Otururuz ülkemizin yarınlarını konuşuruz.
Buradan söz veriyorum;
Ege kardeşime seni de hiçbir gencimizi de biz bu ayrımcı siyasete teslim etmeyeceğiz.
Seni de hiçbir gencimizi de bu ayrımcı siyasete teslim etmeyeceğiz.
*****
Türkiye’nin DEVA’sı değerli gençler sizlersiniz ve DEVA kadroları hep beraber çalışıyoruz ve hep beraber bu ülkeye DEVA olacağız inşallah.
*****
Değerli Gaziantepliler,
Yerel seçimlerin zamanı yaklaşıyor.
Size yıllardır aynı vaatleri verenler, hiçbir şey olmamış gibi tekrar gelecekler:
“Amanos Tüneli” diyecekler. On yıldır diyorlar, fakat ortada bir şey yok.
“Yüksek hızlı tren” diyecekler, hep diyorlar. Ama ortada bir şey yok.
“Kentsel dönüşüm” diyecekler. Neler yapamadıklarını, bunun nelere mal olduğunu gördük.
“Sağlık sistemi” diyecekler, her girdiğinizde artık en az yüz lira gibi haracı adeta eczanelere bırakmak zorunda kaldığınız bir sistemden size bahsedecekler.
Esnaf diyecekler, sanayici diyecekler, Gaziantep fıstığı diyecekler, zeytin diyecekler.
Ekonomi diyecekler, bir de oradan ikna etmeye çalışacaklar.
Ama yok.
Artık yapamazlar.
İnşallah biz Çözümü yerelden başlatacağız.
Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz artık mesleği bırakmaya başladılar.
Türkiye'de hayvan popülasyonu sürekli düşüyor biliyorsunuz. Büyük baş küçük baş. Çünkü üretenler zarar ediyor. Ne kadar büyük üreticisi o kadar çok zarar ediyor.
Üretim maliyetleri almış başını gitmiş, destekler yetersiz.
Esnafımıza, çiftçimize yerelden destek sağlayacağız.
Çünkü her şey para değildir. Para tabii ki önemlidir ama organizasyon kabiliyeti var ya.
Organizasyon becerisi var ya işte o çoğu yerde paradan çok daha önemli bir araçtır işte bizim bu kapasitemiz var.
Tabii ki şehrin altyapısını, üst yapısını elden geçireceğiz.
Şehrin altyapısını, üst yapısını elden geçireceğiz.
Kentsel yenilemeyi zamanında ve hesaplı yapacağız ama aynı zamanda böyle rant gözlüklerini takmadan yapacağız
Gaziantep, İstanbul’un sekizde biri nüfusuyla, hemen hemen İstanbul’la aynı sayıda sığınmacı nüfusa sahip.
Bu düzensizliğin önüne insanca geçeceğiz.
Sığınmacı sorununa nefretle değil, insan onuruna yaraşır muameleyle çözüm sağlayacağız.
Yerelde çözümler üreteceğiz, merkezi hükûmete örnek olacağız.
Merkezi hükûmete de yol göstereceğiz. “Arkadaş yanlış yoldasın” diyeceğiz. “Sen bu kadar insana vatandaşlık verirsen geri kalanların ülkesine dönme perspektifi kalmaz” diyeceğiz.
Şimdi Türkiye'deki geçici sığınmacı statüsünde olan Suriyelilerin vatandaşlığa başvurma hakkı yok. Kanundu açık madde var. “Vatandaşlık başvurusunda bulunamazlar” diyor. Ama bir başka kanunda da diyor ki; “cumhurbaşkanı kafasına eseni vatandaş yapar” diyor. Tek imzayla.
Eskiden bakanlar kurulu kararıyla yapılıyordu, zordu. Ama bakanlar kurulunun kararı ve bakanlar kurulunun yetkisi tek bir kişiye verilince o tek kişi tek imzayla insanları vatandaş yapıyor şu anda.
Eğer yaklaşık yuvarlayarak söylüyorum rakamları, 4 milyon Suriyelinin bugün 200 bini aşan rakamı vatandaş olduysa o bilin ki tek bir kişinin imzasıyla oldu arkadaşlar. Vatandaş yapıldı.
Sanki zannediyorsun ki arkada mekanizma çalışıyor falan filan… Yok. Bir imza.
Ve bunlar biliyorsunuz cumhurbaşkanının kararnameleri bazen resmî gazetede yayınlanır, bazen yayınlanmaz. Yayınlanmamak üzere de karar alınır. O kararların ne olduğunu da biz iş başına gelince açıp göreceğiz. “Acaba bunlar arkadan neler imzalamışlar, ne yapmışlar” diye. Bazıları gizli damgasıyla yapılır. Dolayısıyla burada şeffaf olmayan da çok husus var.
Ama şunu demek istiyorum. Eğer siz 100 Suriyelinin 5'ini vatandaş yaptıysanız, hem de hiçbir kurala, ilkeye bağlı kalmadan geriye kalan 95'inin geriye dönüşü, ülkesine dönüşü, planını, programını o anda bitirmiş oluyorsunuz.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kıymetli bir şey ya. Çok kıymetli bir şey. Geriye kalan 95'i diyor ki; “ya ben de biraz daha durayım bari. Bana da belki tombala çıkar. Dur bakalım belki bana da bir güzellik yaparlar bir gün” diyor. Ve ülkesine geri dönmek istemiyor. Dolayısıyla bu geçici, sığınmacı statüsünde olanların vatandaşlık yapılmasından daha büyük bir hata yok arkadaşlar.
İlgili kanunda açık hüküm olmasına rağmen, “başvuruda dahi bulunamazlar” demesine rağmen, Cumhurbaşkanı'nın tek imzalı bunları vatandaş yapması, geri kalanların ülkesine dönme planını, programını yok ediyor. “Biraz daha durayım hele” diyor. “Biraz daha bekleyeyim" diyor.
İşte mesele bu sığınmacı sorunuysa değerli arkadaşlar, Türkiye'nin bir göç politikasına ihtiyacı var. Şu andaki hükûmetin bir göç politikası yok ya. Ortaya koyduğu hiçbir şey yok. Bizim bu 23 eylem planımızın bir tanesi bu düzensiz göçün önlenmesi ve sığınmacı sorunun çözülmesiyle ilgili. Komple bir göç politikası hazırladık biz.
Bizim hazırladığımız bu politikayı, bir sayfasını bile hükümet bugün itibariyle yapabilmiş değil. Çünkü plana, programa inanmayan bir zihniyet şu anda ülkeyi yönetiyor.
“Plan program yaparsam kendimi bağlarım. Halbuki ben hiçbir şeyle bağlanmak istemiyorum” diyor.
Anayasayla bile bağlanmak istemiyor ya. Anayasanın açık hükmü var 153. maddede. “Anayasa mahkemesinin kararları uygulanır” diyor, açık anayasa hükmü.
Cumhurbaşkanı çıkıyor; “Mahkeme uygulamayabilir” diyor. “Anayasa mahkemesinin kararına saygı duymuyorum” diyor. “Uymuyorum” diyor.
Şimdi en önemli hukuk normuna, bir ülkenin en üst hukuk normuna “uymam” diyen bir zihniyetin böyle kuralla, politikayla, yazılı belgelerle falan kendini bağlama niyeti yok arkadaşlar. Çünkü keyfilik var.
“Aklıma ne gelirse onu yapmalıyım” diyor. “Bana hiç kimse engel olmamalı” diyor. “Yazayım, çizeyim, program yapayım, ondan sonra da ona bağlı kalmak zorunda kalayım. Öyle mi” diyor, “Yapmam” diyor.
Şimdi plansız programsız yapılan çalışmanın da bedelini 85 milyon şu anda ödüyor.
Değerli arkadaşlar biz ne yaptık? Evet seçimi kazanamadık, Mayıs seçimlerini. Ama seçimden hemen sonra bütün bu çalışmalarımızı birer paket haline getirdik ve cumhurbaşkanına, bakanlara, bakan yardımcılarına, bütün milletvekillerine gönderdik. Dedik ki; “Çözüm burada. Burada akıl teri var. Ve damdan düşenlerle beraber yapılmış çalışmalar bunlar. Umarız ki istifade edersiniz, umarız ki ufkunuzu açar” dedik gönderdik.
Çünkü biz varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun diyen bir anlayışla çalışıyoruz. “Bunlar bizim sır, saklayalım. Nasıl çözeceksin? Söylemem. Yeni seç, ondan sonra söyleyeyim.” Öyle yok. Açık, şeffaf bir söylüyoruz.
Eğitimden sağlığa, dış politikadan güvenliğe, ekonomiden adalete, hukuka kadar her şeyi nasıl çözeceğimizi yazılı olarak söylüyoruz. Çünkü söz uçuyor ama yazı kalıyor.
Biz nasıl tüm çözüm planlarımızı iktidara gönderdiysek buradaki faaliyetlerimizin de yani yerel yönetimlerdeki, belediyelerdeki faaliyetlerimizin de onlara örnek teşkil etmesi için elimizden geleni yapacağız arkadaşlar.
Onlara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.
*****
Değerli arkadaşlar biz seçimlerden çok önce, yerel seçimlerden iki sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı açıkladık. Sayfa sayfa belediyecilikten ne anladığımızı bizim belediyelerimizin nasıl çalışacağını ortaya koyduk.
Bununla da yetinmedik yerel seçimlerden önce bir “Etik Kurallar Bildirgesi” hazırladık. Ve bizim adayımız olan herkes önce bu üç sayfalık bildirgeyi okuyor, imzalıyor, ondan sonra adayımız oluyor.
Yani temiz belediyeciliğin ne olması gerektiğini biz yazılı olarak ilan ettik ve adaylarımızın da seçildikten sonra belediyeyi bu kurallar çerçevesinde yönetmeleri gerektiğini ilan ettik.
Bunu yapan da ilk partiyiz biliyor musunuz? Ben dedim bir bakın ya başka partiler daha önce yapmış mı etmiş mi? Arkadaşlar araştırdılar “Yok” dediler ya. Siyaset tarihimizde bunun örneği yok. Düşünün.
Çünkü belediyecilik deyince hemen akıllara “rant” geliyor. Belediyecilik gelince “ya oralara bir otursak da şöyle imar rantları, haksız kazanç oradaki fırsatları nasıl eşe dosta dağıtabilirim?” Belediyecilik deyince aklına bunlar geliyor.
Oysa biz ne diyoruz? “Etkin yönetiyoruz” diyoruz ve “temiz yönetiyoruz” diyoruz.
“Hem iyi iş yaparız hem de bunu temiz, dürüst yaparız” diyoruz.
Hani derler ya “ya adam çalıyor ama biraz da iş yapıyor.” Ne demek bu ya? Öyle hem çalmayacak hem de biraz değil, çok iş yapacak. Bize öyle başkanlar lazım.
Bu yanlış anlayışı değerli arkadaşlar Yerel yönetimler belediyecilik literatüründen Türkiye'de kazıyıp atmamız gerek.
Ve biz şu konuda iddialıyız bakın. Bizim her bir adayımız mevcut belediye başkanından da diğer adaylardan da belediyeyi çok iyi yönetir. Çünkü bizim böyle bir kadromuz var ya çok şükür pırıl pırıl bir kadromuz var. Hem işin ehli hem de dürüst bir kadromuz var. Ve bunu biz test ettik.
Ne zaman test ettik biliyor musunuz? 6 Şubat'ta iş başa düştü mü? 6 Şubat depremlerinde. 6 Şubat'ta deprem oldu sabaha karşı. Ben 7 Şubat'ta AFAD'daydım. AFAD Başkanı orada o günkü Cumhurbaşkanı yardımcısı orada eski AFAD Başkanlığı yapmıştı o da. Ve dedim ki; “bakın Pazartesi, Salı iki günde bizim teşkilatımız tam 100 TIR’lık yardım topladı.”
Biz sadece bir liste verdik. Dedik ki; “imkânı olanlar bu yardımları kendi imkanlarıyla toplasın.” İkinci günün akşamı 100 tır hazırdı.
Dedim ki; “Biz size tırların içindeki listeleri verelim. Plakayı da verelim. Siz de bize adres gösterelim AFAD olarak.” Çünkü biz hani dağıtım konusunda devletin kurumu varken uzmanlık alanı olan kurum varken “bunu siz yapın” dedik. “Tamam” dediler, bize bir isim ve telefon numarası verdiler. Yok. Bir tane adres gösteremediler ya.
Bir haftanın sonunda 250 tıra çıktı rakam. Ve ne yaptık biz il başkanlarımıza dedik ki; “Arkadaşlar buradan bir şey çıkmıyor. Biz bu işi kendimiz yapacağız.” Dediğimiz o, “Bu işi kendimiz yapacağız.”
Sonra ben depremin dördüncü günü İslâhiye’deydim. O zaman Ertuğrul Bey il başkanımız. Baktım gayet güzel bir depo tutmuş. Tırlar iniyor yardımlar Gaziantep'e dağılıyor. Dördüncü gün.
Arkasından Kahramanmaraş'taydım. İrfan Bey o zaman Kahramanmaraş il başkanımız, şimdi milletvekilimiz oldu. Baktım gayet güzel bir depo tutmuş. Harıl harıl çalışıyor. Dışarıdan insanlar yardım alıyor. Küçük araçlarla dağıtılıyor. Depremin beşinci günü.
Malatya baktım iki bin metrekare organize sanayide depo tutmuş arkadaşlar. Harıl harıl çalışıyorlar. Ya koskoca devletin kurumları dururken, Kızılay varken, AFAD varken bu yardımı toplayıp da dağıtma işi daha üç yaşındaki bir siyasi partiye mi düşer ya? Böyle bir şey olabilir mi?
Devletin onlarca yıldır yapamadığını bizim il başkanlarımız üç günde, dört günde, beş günde yaptılar. Hem de alınlarının akıyla yaptılar.
Demek ki neymiş? Bizim kadrolarımız iş başa düştüğünde mevcutlardan çok daha iyi bu işi yaparmış. Bunu test ettik, gördük.
Ve yerinden yönetim diyorum ya yerinden, biz çok geniş bir çerçevede sadece yapılacaklar konusunda değerli arkadaşlar sadece bir yol ve yön veriyoruz o kadar. Gerisi hep yerelden geliyor. Çünkü ekibimize, kadromuza güveniyoruz.
İşte yerel yönetim dendiğinde de işi bilen, dürüst, ehil, kadrolar bizim belediye başkanlarımız olacaklar ve asıl onlar Türkiye genelinde işi yapacaklar.
Tabii ki biz gereken her türlü desteği her türlü entelektüel birikim onları aktaracağız. Ha Merkez hükûmette yokuz. Ama inşallah bir sonraki genel seçimlerde merkezi hükûmette iktidarda da yerimizi aldığımızda işte asıl o zaman sinerji meydana gelecek. Asıl o zaman göreceğiz.
Ve hiç endişeniz olmasına. Gün gelecek DEVA kadroları bu ülkeyi yönetecek. Belediyeleriyle, merkez hükümetiyle. Bunu inşallah başaracağız.
Bu seçim arkadaşlar evet yerel seçim belediye başkanlarımızı seçeceğiz. Bu seçimde evet belediye meclis üyelerini seçeceğiz ama bu seçim aynı zamanda merkezi hükûmete de bir uyarı arkadaşlar.
Merkezi hükûmetten memnun değilsek, merkezi hükûmetti uyarmak istiyorsak “arkadaş aklını başına al, genel seçimlerden bu yana 7 ay geçti. Sen bu ülkenin hiçbir sorunu çözemiyorsun ya…”
Ali Babacan'ın yakın çalışma ekibindeki bir iki kişiyi ekonominin başına getirmekle bu iş çözülmez. Çünkü hukuk olmayınca ekonomi olmaz. Adalet olmayınca bu ülkeye refah gelmez. Bunu anlamıyorlar.
Siz her gün Anayasayı çiğneyip daha sonra dönüp de bu ülkenin milli gelirini yükseltemezsiniz. Böyle bir şey yok.
İşte bunun içindir ki arkadaşlar bu seçim hükûmete aynı zamanda bir uyarı seçimidir. “Aklını başına al seçimidir” ve bu seçim hükümete bir “sarı kart” gösterme seçimidir. Hep beraber sarı kartı göstereceğiz ki bir sonraki genel seçime kadar biraz akıllarını başlarına alsınlar. Biraz bizden öğrensinler.
Bir sonraki genel seçimde de inşallah DEVA kadroları olarak ülkenin yönetimini o emaneti teslim alacağız. Ve sadece Türkiye'ye değil tüm bu geniş coğrafyaya etkin ve temiz yönetim nasıl olurmuş İnşallah göstereceğiz.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Duymayan kalmamıştır ama ben yine buradan söyleyeyim;
Duymayan varsa duysun, bilmeyen varsa öğrensin:
DEVA Partisi, önümüzdeki 31 Mart seçimlerine kendi adıyla, kendi logosuyla ve kendi adaylarıyla giriyor!
Türkiye’nin her köşesinde seçim günü eline pusulayı alan vatandaşlarımız DEVA Partisi logosunu orada görecek.
Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız gönül rahatlığıyla temiz ve düzgün yönetime oy verebilecek.
Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız bileğinin gücüyle, alnının teriyle, boğazından haram tek lokma geçmemiş adaylarımıza destek verebilecek.
Gaziantepliler de 31 Mart günü oy pusulasını ellerine aldıklarında hem büyükşehirde hem de ilçelerde DEVA Partisini görecekleler, adaylarımızı görecekler ve gönül rahatıyla damgayı damlanın altına inşallah basacaklar.
Ve Gaziantep'e DEVA olacak, bütün ilçelerimize DEVA olacak adaylarımızı inşallah işlerinin başında göreceğiz.
Evet, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkan adayımız. Böyle arkalarda oturuyor ama şöyle kendisini bir ön tarafa alalım.
Evet, Ekrem Bey, bizim Büyükşehir Belediye Başkan adayımız zaten Ankara’da lansman çalışmamızda tanıttık. Gaziantep'te de insanlar gittikçe daha çok tanıyor, seviyor ama inşallah bundan sonraki süreçte 31 Mart’a kadar hep beraber çok yoğun bir şekilde çalışacağız.
Araban adayımız Ferit Karataş, şu anda Araban’da bizi bekliyor. Çünkü buradan sonra Araban’a geçeceğiz. Kendisi hem inşaatçı hem eski futbolcu. Araban inşallah artık Ferit Bey’den sorulacak.
“Bekir Yücel”, İslâhiyeli bir hukukçu. Genç, pırıl pırıl bir arkadaşımız. İnşallah İslâhiye Belediye Başkan adayımız olacak.
”Mehmet Bozkurt”, eğitimci arkadaşımız. Oğuzeli ilçesinde inşallah harika işler yapacak.
“Bekir Saltan”, Bekir Saltan kardeşimizde inşallah Şahinbey’de belediye başkan adayımız. Gaziantep Lisesi mezunu. Genç bir mühendis kardeşimiz.
Şehitkamil ilçesindeki adayımız “Okan Kısacık”. Kendisi bir iş insanı, siyasete partimizle giren genç bir kardeşimiz.
Hepsi DEVA’lı, hepsi bugün bir belediyeyi, yarın ülkeyi yönetmeye aday kadrolar.
Ödevlerine çalıştılar, çalışıyorlar.
Yaşayarak çalışıyorlar ödevlerini:
Tıklım tıkış otobüslerin de farkındalar, zamanında gelmeyen tramvayların da.
Okula karanlıkta giden çocuklarımızın da farkındalar; sokaklarda karşılaştıkları zorlukların da başıboş sokak hayvanlarının da farkındalar.
Belediye deyince gözlerinde dolar işaretleri oluşmayan arkadaşlarımız bunlar.
Belediye deyince “ha şurada bir yeşil alan var, ha şurada bir deprem toplanma alanı var. Oraya nasıl imara katarım da şöyle bir yüksek bina dikerim de oradan herkes nemalanır demeyen” arkadaşlar. Haksız ranta, israfa geçit vermeyecekler.
Ve inşallah 30 Mart günü geldiğinde hep beraber Gaziantep olarak arkadaşlarımızın arkasında olacağız.
Tabii ki adaylarımız sadece buradaki arkadaşlarımızdan ibaret olmayacak. Diğer bütün ilçelerde de çok hızlı bir şekilde aday tespit çalışmamız devam ediyor. Ve inşallah önümüzdeki haftalarda diğer adaylarımızla açıklayıp topyekûn “biz buradayız, DEVA’yız ve ülkenin sorunlarının gerçek çözümü burada“ diyeceğiz. Vatandaşlarımızın karşısına her zaman olduğu gibi alnımız açık, başımız dik çıkacağız ve “hizmete talibiz” diyeceğiz.
Tekrar hayırlı olsun diyorum. Ve şimdi değerli il başkanımız Mehmet Bey'i ve milletvekilimiz Ertuğrul Bey'i de şöyle sahneye davet ediyorum.
Eğer basın mensubu arkadaşlarımızın soruları varsa sorular bana olabilir. İl başkanımıza, milletvekilimize, belediye başkan adaylarımıza olabilir. Eğer soru varsa cevaplayalım, eğer yoksa da şöyle bir sizleri selamlayıp programımızı bitirelim. Tekrar çok teşekkürler, hayırlı uğurlu olsun arkadaşlar.