7 Nisan 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kozluk İlçe Kongresi Konuşması

7 Nisan 2021

Kozluk 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Batman il teşkilatımızın ve Kozluk ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Batmanlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kozluk teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Sözlerimin başında Kozluk ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

***
Değerli arkadaşlarım,

6 aylık bir aradan sonra yeniden buluştuk. Batman’da olmaktan, sizlerle yeniden bir araya gelmekten dolayı çok mutluyum.

Biz bu 6 ayda tüm ülkemizi karış karış dolaşmaya devam ettik. Sizler de Batman’da ‘Demokrasi ve Atılım’ın sesi oldunuz.

Bu sesi Hazo Kalesi’nin burçlarına, binlerce yıllık Erzen Antik Kenti’ne dek ulaştırdınız. Sağ olun, var olun.

*****

Değerli arkadaşlar;

6 ay önce Batman’a geldiğimizde ne demiştik? Memleketin başına musallat olmuş, iş bilmez ortakların kötü bir huyunu paylaşmıştık.

Biliyorsunuz, bunlar iki ortak. Ha bir de... Üçüncü ortak var. “Rotayı çiziyorum” diyor ama dursun bir şimdi. Şimdilik onu kenara alalım.

İkinci ortağa ben krizler ortağı diyorum. Biliyorsunuz nerede bir kriz varsa ona ortak. Artık ufukta kriz görünce ortak olası mı geliyor, yoksa krizler o ortak olunca mı çıkıyor? Onu da sizin takdirinize bırakıyorum.

Ne demiştik; bunlar el ele veriyor, beğenmedikleri herkese “Hain, düşman” damgası yapıştırıyorlar.

Aylarca söyledik bunu, peki bu kötü huylarından vazgeçtiler mi? Yok... Akılları başlarına hâlâ gelmedi.

Aynı tas, aynı hamam...

O günlerde de ülkenin başarı hanesine tek kelime yazamadıkları için, haftanın düşmanı panosuyla oynuyorlardı. Şimdi de aynisini yapıyorlar.

Hatırlayın; 6 ay önce, korona döneminde canla başla çalışan, fedakâr sağlık emekçilerimize “Hain” diyorlardı. Tabipler Birliği ısrarla, inatla pandemi ile ilgili gerçek rakamların farklı olduğunu söylüyordu. Hükûmetin açıkladığı rakamlar gerçeği yansıtmıyordu gerçekler işlerine gelmediği zamanda ne diyorlardı tabipler birliği hakkında? “Bunlar hain.” Hatta “terörist” ifadesini kullandılar, meslek örgütüne “terörist” dediler.

Sonra bir baktık, Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri düşman panosuna yazıldı.

Küçük ortak geçenlerde hızını alamadı. Beğenmediği bir karar verdi diye Anayasa Mahkemesi’ni de damgaladı. “Kapatılsın” dedi.

Şimdi de çıkmışlar Kanal İstanbul’a karşı çıkanları damgalıyorlar. “Bu işe bilim insanları ne diyor?”

“Bu işin kapsamlı bir çevre analizi yapıldı mı? Deprem, güvenlik gibi konularda tehlike yaratır mı?”

“Uluslararası hukuktan kaynaklanan riskler var mı?” diye hiç düşünmüyorlar.

Bugün Sayın Erdoğan grup toplantısında yine Kanal İstanbul’u öve öve bitiremiyor. “500 bin kişilik kent kuracağız” diyor. Gayrimenkul, bakın proje yine rant projesi ve bahsettiğim bu konulardaki riskler, yani çevre riski, deprem riski, dış güvenlik riski, uluslararası hukuk riski, bunların hiçbirisiyle ilgili henüz kamuoyuyla paylaşılmış, tatmin edici bir çalışma, bir analiz yok. Kafalarına koymuşlar, inatla ve ısrarla "Bu projeyi yapacağız" diyorlar ve kendi istedikleri türden raporlar hazırlansın, yazılsın diye de sürekli olarak bürokrasiye baskı yapıyorlar. Sonra ne oluyor? Çıkıyor 126 tane emekli büyükelçi, Montrö açısından sakıncalı olduğuyla ilgili bir açıklama yapmak durumunda kalıyor. Niye? Çünkü Dışişleri Bakanlığı baskı altında. Üretemiyor, analiz yapıp da hükûmetin önüne koymaktan korkuyor, çekiniyor. İş emeklilere kalıyor. Arkasından bakıyoruz 104 amiral meselesi. Evet, bu ülkede ifade özgürlüğü var, anayasal bir hak. Ama bu söylenenlerin, yazılanların, açıklananların, işin ucunun nereye gideceğini ve hükûmetin bunu alıp da nasıl Kanal İstanbul lehine kullanacağını az çok hesap etmeleri gerekirdi. Biz bunu en hafifinden bir basiretsizlik olarak değerlendiriyoruz.

Değerli arkadaşlar bu hükûmet nerede bir arazi görse, nerede bir boş yer görse, hemen rant gözlüklerini takıyor.

Bakın bu ülkenin tarım üretimi yetersiz. Bu ülkenin topraklarının suyla buluşması gerekiyor. Su kanalları gerekiyor. Çatlamış, kurumuş toprakların suyla buluşması gerekiyor. Ama biz su dedikçe, kanal dedikçe onlar dönüyor dolaşıyor "Kanal İstanbul" diyor. Niye? Gayrimenkul projesi, rant projesi ve o proje böyle mıknatıs gibi ilgilenen kim var kim yoksa içine doğru çekiyor.

Bakın, böyle büyük projeler değerli arkadaşlar, kuşkusuz çok iyi teknik analizlerle yapılır, sağlam hukuki analizlerle yapılır, çevre analizleri ile yapılır. Önce teknik analizler yapılır, projenin fizibilitesi ortaya konulur, ondan sonra siyasi karar alınır. Bunlar tam tersinden çalışıyorlar. Önce bir kafayı takıyorlar, hele rant varsa zaten vazgeçirmek mümkün değil. Ondan sonra o kafaya taktıkları projenin olması için ne var ne yoksa, ne tür rapor gerekiyorsa “Getirin şu raporları altına koyalım, gönderelim” diyorlar. Bakın baskıyla iş yaptırma var ya, baskıyla iş yaptırma geçenlerde gördük işte bir siyasi partinin kapatılmasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulunuldu biliyorsunuz. Savcılık bir başvuruda bulundu. Belli ki nasıl bir baskı geldiyse, nasıl elleri ayaklarına dolaşıp, bir dosya hazırlatıp gönderdilerse Anayasa Mahkemesi daha birkaç gün içerisinde hazırlanan dosyanın usule uygun olmadığını, alelacele hazırlanmış olduğuna karar verdi, hemen dosyayı geri gönderdi. Niye? Siyasi baskıyla yapılıyor da onun için.

Bakın kuşkusuz demokratik sistemlerde, siyasetin nihai karar verici olması çok önemlidir. Nihai kararı seçilmiş siyasetçiler verir ama o kararın şekillenme süreci, o kararın oluşma süreci sağlam teknik analizlerle olmalıdır. Hukuki analiz, çevre analizi, deprem analizi, güvenlik analizi bunlar yapılır. Raporların hepsi temiz ve düzgün rapor olarak çıkar. Bağımsız ve tarafsız raporlar olarak ortaya konur. Ondan sonra nihai siyasi karar verilir. "Ben istiyorum olsun" demekle inatla bu memleketin, yarınlarını siz riske atamazsınız. Hele hele rant gözümüzü kararttı diye kendinizi ve bu ülkeyi riske atamazsınız. Bu ülkenin milletini, bu ülkenin vatandaşlarını riske atamazsınız. İstanbul gibi en büyük nüfusun yaşadığı ve toplam ekonomik faaliyet olarak çok kritik bir önemi haiz bir şehrin bir ada haline getirilip sadece köprülerle bağlı bir ada haline getirilip, bundan sonraki süreçte risk yönetiminin nasıl yapacağınızı ortaya koymazsanız, biz sesimizi yükseltiriz. Biz "Sağlam analiz, sağlam çalışma istiyoruz" deriz. Bu millet olarak bizim hakkımız, vatandaşlarımızın hakkıdır.

Fakat değerli arkadaşlar maalesef iş tutuş tarzları çok çok yanlış. Onun için bu ülke hiçbir sorunu çözemiyor. Onun için bu ülkede hem hukuk hem adalet hem özgürlük sorunu var. Onun için bu ülkede hem işsizlik sorunu var, hem yoksulluk sorunu var, hem hayat pahalılığı var. Ve değerli arkadaşlar hiçbir soruna çözüm üretemedikleri zaman sırf kendilerine olan destek azalıyor ama daha hızlı azalmaması için ne yapıyorlar bunlar? Ellerine almışlar bir etiket makinesi, o etiket makinesini ayarlıyorlar. Kimine hain, kimine terörist, kimine de düşman etiketi yapıştırıyorlar.

Niye böyle yapıyorlar? Çünkü anlatacak tek kelimeleri kalmadı. Bu millete sunacakları tek bir tane başarı hikâyesi bile kalmadı.

Gündemi sürekli olumsuzluklarla dolduruyorlar, vatandaşlarla sürekli bir şeylerle korkutuyorlar bir karşı taraf gösteriyorlar. Birilerini ötekileştiriyorlar, birilerini düşman, hain, terörist ilan ediyorlar. Ve değerli arkadaşlar tabii bir de şu var ki şunu da anlıyorlar. Artık destek düşüyor, artık bundan sonra bu iktidarın devamı çok zor görünüyor.

Hazırda bekleyen bu büyük ihaleleri “Çabucak birilerine versem” diye uğraşıyorlar, acele ediyorlar. Çünkü vaktin daraldığını, gitme zamanlarının yaklaştığını onlar da biliyorlar artık.

İtiraz eden olunca da ellerindeki iktidar gücünü kullanıyorlar. Aykırı her fikri susturmaya çalışıyorlar.

Çünkü sadece kendileri konuşsun istiyorlar. Kendileri çalıp, kendileri oynamak istiyorlar.

Gazeteler onların istediğini yazsın. Televizyona onları beğenenler çıksın. O tek kişi gecenin bir yarısı kafasına göre karar alsın, kimse de sesini çıkarmasın istiyorlar.

Ama arkadaşlar, lafla peynir gemisi yürümüyor. Ağızlarından hiç bu ülkenin sorunlarının çözümüyle ilgili bir şey çıktığını duydunuz mu?

Ne yaptılar? 1 Mart tarihinde alelacele bir insan hakları belgesi açıkladılar, İnsan Hakları Eylem Planı açıkladılar. Ve bu açıkladıkları İnsan Hakları Eylem Planı'na bakın bir de. O gün bu gündür memleketin yaşadıklarına bakın. Arkasından bir ekonomi paketi açıkladılar. Bu ekonomi paketinden ne çıktı? Şöyle bakın, vergi artışları çıktı. Özel Tüketim Vergisi'ni değerli arkadaşlar %33 artırdılar. Bu iletişim vergisi var ya, diğer adıyla Özel İletişim Vergisi, %33 oranında artırılarak kurumlar vergisini yıl başladıktan sonra gelmişiz mart ayına, nisan ayına bu yılın kurumlar vergisini artırdılar. Hukukta böyle bir şey yok. Vergi hukukunda böyle bir şey yok. Yıl başladıktan sonra siz o yıla ait vergi oranları değiştiremezsiniz. O zaman kimse bu ülkeye güvenip de yatırım yapmaz. Siz oyunun kuralını, oyunun ortasında değiştiremezsiniz. “Kurumlar vergisini 2021 yılı için %25'e çıkarıyoruz” dediler. “Ben yaptım oldu.” Ondan sonra diyorlar ki “Yatırım gelsin, yatırım olsun.” Oyun başladıktan sonra, takvim çalışmaya başladıktan sonra o yıla ait vergi oranı değiştirilir mi?

Tabii biz yıllarca, yıllarca arkadaşlarımızla beraber bu ülkenin ekonomisini yönettik. Bunlara çok dikkat ettik. Asla geriye dönük vergi uygulamaları yapmadık, asla. Her zaman öngörülebilir olduk. Fakat inanın yıllarca, yıllarca bizim yaptığımızı izlemişler ama hiçbir şey öğrenmemişler ya ben ona üzülüyorum yani. Hani insan bir işi bilmez de bilenin yanında durarak, izleyerek öğrenir. Bunu öğrenememişler. Bu ülkenin ekonomisi nasıl olmuş da milli geliri 3500 dolardan, 12500 dolara çıkmış, zerre kadar anlamamışlar ya. Zaten anlasalar geçen yıl 8600 dolara düşürmezlerdi bunu. Düşünün aradan geçmiş 2013'ten 2020'e 8 sene ve bu 8 sene sonunda milli gelir ancak 12500'den inmiş 8600. Bir dolar üzerine ekleyememişler. Çünkü anlamamışlar, öğrenememişler ve bunun için değerli arkadaşlar işte ekonomiyi krize soktular. Hukuku krize soktular. Demokrasimizi krize soktular. Yetmedi çözülmek üzere olan meseleleri bile dirilttiler. Biz “Artık bu sorun ortadan kalktı, bu sorun Türkiye’nin gündeminden çıktı” dediğimiz ne var ne yoksa tekrar diriliyor. Tekrar o sorunlar canlanıyor.

Daha evvel de söylemiştim; Bugünkü iktidar, Kürt meselesini diriltti. Ayrımcı, baskıcı, hukuksuz uygulamalarla Kürt meselesini diriltti.

Daha birkaç ay evvel, Diyarbakır’da “Kürt meselesini dirilten bu hükûmeti kimse hayırla anmayacak” demiştim.

Biz bunu söyledikten sonra sayın Erdoğan çıktı ne dedi? İzleyelim ne demiş:

“Bir kez daha tekrarlıyorum. Bu ülkede kürt sorunu yoktur.” (25 Kasım 2020)

Bakın, bir kez daha tekrarlıyormuş.

Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan yanlış tezlerinde hep ısrar ediyor. Ekonomide olduğu gibi, bu konuda da yanlış tezini sürdürüyor.

Bakın, daha evvel de aynısını söylemiş. Tekrar ettiği açıklamaya bakalım, bakalım ne demişti:

“Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Böyle bir şey yok. Kardeşim, neyin eksik senin?” (15 Mart 2015)

Ben buradan Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum:

Sürekli ayni nakaratı tekrar edeceğinize, şöyle gelin hele bir Batman’a, Kozluk’a...

Yahu gelin hele bir Şirnak’a. Gelin hele bir Diyarbakır’a. Gelin hele bir Hakkâri’ye.

Vatandaşlarımıza sorun da anlatsınlar size, Kürt meselesi var mıymış, yok muymuş?

Vatandaşlarımız size Kürt meselesini nasıl dirilttiğinizi anlatsın. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kürt sorununun olup olmadığını bizim Kürt vatandaşlarımıza sorun. Cevabı onlardan alacaksınız ama onun için buralara daha sık geliyor olmanız lazım. Biraz çarşı, pazar dolaşıyor olmanız lazım. Kürt gençlerimizle şöyle oturup bir çay içiyor olmanız lazım. Bizim yaptığımızı yapmanız lazım ki bu ülkenin gerçeklerini yerinde görün tespit edin. Ama tabii öyle yalnız da gelmeyin. Buradan tavsiye ediyoruz, krizlerin ortağı var ya küçük ortak, onu da yanınıza alın gelin. Yer varsa üçüncü ortağınızı getirin. Ama öyle koruma ordularıyla değil. Başka şehirlerden otobüsle yandaştaşımacılığı yapmak da yok.

Halkın arasına bir çıkın. Anlatsınlar size Kürt vatandaşlarımıza sorun var mıymış, yok muymuş?

İşte biz değerli arkadaşlar,

Biz buraya sadece sorunu konuşmaya gelmedik. Bu ülkedeki tüm sorunları görüyoruz, çözümleriyle geliyoruz.

Bakın daha pazartesi günü akşam Şırnak'ta sivil toplum temsilcilerimizle oturduk. Çok geniş katılımlı bir toplantı yaptık. Herkes vardı, muhtarlardan tutun, bütün meslek örgütleri vardı. Bugün sabah Batman'da Tabipler Odası Başkanı’ndan tutun da Mimarlar-Mühendisler Odası’na kadar, Ticaret Sanayii Odası’ndan tutun borsaya kadar, baro başkanımıza kadar. Batman'ın tüm kesimlerini temsil eden meslek örgütü başkanlarımız hepsi sabahleyin bizlerleydi. Ben onlara “Sorun, bakın biz konuşuruz, anlatırız ama biz sizi buraya dinlemeye geldik, anlamaya geldik. Sadece sorunları söylemeyin, çözüm öneriniz varsa onları da anlatın ki biz dersimizi iyi çalışalım ve bunu bir defa oturarak bir defalık bir buluşma olarak da yapmayalım. Bir sürekli periyodik bir çalışma haline getirelim. Ancak bu ülkenin sorunlarını böyle çözebiliriz. Ortak akıl arayışıyla çözebiliriz. İstişareyle çözebiliriz.”

Ankara'da bir gece yarısı atılan tek imzalarla, bir kişinin attığı imzalarla bu ülkenin sorunları çözülmez. Bu ülke, büyük bir ülke. 84 milyonluk bir ülke. Değerli arkadaşlarım 84 milyon, 1’den büyüktür.

İktidarın Kürt meselesini yeniden dirilten tüm politikalarını çöpe atacağız.

Bu ülkenin tüm vatandaşlarının eşit ve onurlu vatandaş olmasını sağlamaktan başka bir çözüm yolu yok bu işin. Bu ülkede yaşayan bütün vatandaşlarımız, kendisini birinci sınıf eşit vatandaş hissetmek zorunda. Devletin görevi bu, devlet kendi uygulamalarıyla bunu sağlamak zorunda.

Etnik, dinsel, bölgesel her türlü ayrımcılığa son vereceğiz. Biliyorsunuz, bunlar Kürtçeyi sadece partili Cumhurbaşkanı’na ilan-ı aşk ederken hatırlıyorlar. Diyarbakır’da Sur’a astılar. Ama sonra kadına şiddeti önlemeye yönelik bir uygulama yapıyorlar. İçinde Türkçe dışında 5 tane dil var, Fransızca bile var fakat Kürtçe yok. Asıl kadının can güvenliği söz konusu iken, bununla ilgili bir uygulama ki uygulama önemlidir, yerindedir ama Kürtçe’yi her zaman hatırlayın. Vatandaşlarımıza hizmet söz konusu iken, hele hele kadının canı söz konusu iken, kadına şiddet söz konusu iken bunu hatırlayın.

Biz, bu topraklarda konuşulan ana dilleri çatışma konusu olmaktan çıkartacağız.

Arkadaşlarım, biz, iktidarın seçimi kazanamadığı yerlerde kayyum atayarak yerel yönetimleri ele geçirmelerini reddediyoruz.

Milyonlarca seçmenin oyunu yok sayan, gasp eden haksız kayyum politikasını sona erdireceğiz.

Çünkü seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz.

Yerelin sorunlarını en iyi yerelin bileceği bilinciyle, yerel yönetimleri güçlendireceğiz. Demokrasimizin asli unsuru olan sivil toplumu kalkındıracağız.

İfade hürriyeti başta olmak üzere, vatandaşlarımızın bütün temel hak ve özgürlüklerini olduğu gibi tanıyacağız. Hiçbir hakkı pazarlık konusu etmeyeceğiz.

Biz bu halkın, yöneticilerin hukuksuz baskı politikaları ile terör örgütünün tehdidi arasında sıkışmasına karşı olduğumuz için buradayız.

Kalbinin sıcaklığı sesine yansıyan, her defasında yüreğimizi titreten ve 22 yaşında terör örgütünün katlettiği müzik öğretmenimiz Aybüke Yalçın için buradayız.

Biz bu topraklara ölümü layık görenlere karşı buradayız.

Biz, siyasetin önünü açmak için, Kürt meselesini siyaset kanallarıyla çözmek için buradayız.

Ülkemizin sorunlarını çözmeninim yegâne yolu, “meşru demokratik siyaset” zeminidir. Kimse çözümü başka yollarda aramasın.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bakın, işte sayın Erdoğan bu sorunu, Kürt meselesini yok sayarken, inkâr ederken başka ne demişti:

“Türk’ün de sorunu var. Laz’ın da sorunu var. Abhazın da sorunu var. Boşnak’ın da sorunu var. Laz’ın da sorunu var. Hepsinin sorunu var.” (15 Mart 2015)

Doğru... Doğru...

Tüm vatandaşlarımızın sorunu var.

Ama bu sorunları üreten siz siziniz, siz... Eğer siz “Bütün yetki bende olsun, tek yetkili ben olayım” dediyseniz o zaman da bütün olanların da tek sorumlusu olduğunuzu kabul etmek zorundasınız. Başka çaresi yok bunun. Bundan kaçış yok. “Bütün yeki benden olsun, tek imzayla her şeyi yapayım ama olumsuzlukların problemlerin sorumlusunu da üstlenmeyeyim.” Böyle birşey yok. Tek yetkili aynı zamanda tek sorumludur.

Bunlar, ülkeyi sorunlarda eşitlediler. Eşitlikten anladıkları bu. Çözümden anladıkları bu: demokratik standartları yok etmek. Ekonomik refahı yok etmek.

Koskoca ülkeye sorun üstüne sorun yüklediler.

Değerli arkadaşlarım,
Ülkede dert sahibi olmayan kimseyi bırakmadılar.

Sizler yakından biliyorsunuz; yaklaşık iki ay önce Kozluk’a gencecik iki insanın cenazesi geldi.

20’li yaşlarındaki Elvan ve Enver Demir çifti, bir buçuk yaşlarındaki çocuklarını komşularına bırakıp, canlarına kıydılar.

Bunun nasıl bir şey olduğunu hayal edebilmek bile mümkün değil. Çocuklarına rağmen, kendi canlarına kıydılar...

Niye? Çünkü yoksulluk yayıldı gitti. Bu iktidar yüzünden memlekette yoksulluk intiharı diye yeni bir kategori oluştu. Yazıktır, günahtır.

İnanın çok üzülüyoruz.

Bu ülkede yaşayan insanlar, bu ülkede yaşadıkları için yaşamaktan vazgeçiyor.

Bunun ne kadar acı olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Yaşatan bir ülke değil, yaşamdan vazgeçiren bir ülke...

Hani diyordu ya, “Türk’ün de, Laz’ın da, Boşnak’ın da sorunu var” diyordu ya...

Doğru söylüyor. Var.

Yoksulluk intiharları;

Batman, Erzincan, Samsun, Kocaeli, İstanbul, Hatay, Çorum falan dinlemiyor.

Yoksulluk hızla artıyor.

Peki niçin?

Ekonomi yönetiminde yanlış bir tezin ısrarla, inatla dayatıldığı için.

Tek bir kişinin “İlla taraflı olacağım, hem bir partinin Genel Başkanı olacağım, hem Cumhurbaşkanı olacağım” diye ısrar ettiği için...

Gecenin bir vakti kafasına esen kararları almakta ısrar ettiği için.

Şu yoklukta, şu yoksullukta milyarlarca doları Kanal İstanbul için harcayacağız diye inat ediyorlar.

Yazık, günah.

Ülke bu durumdayken, bir ekonomik krizin dibindeyken milyarlarca dolar projeye para harcayacağız diye inat ediyorlar, ısrar ediyorlar.

Anlatmaktan dilimizde tüy bitti. Bu ülkenin bir numaralı sorunu işsizliktir, yoksulluktur, hayat pahalılığıdır. Bunlara sebep olan adaletsizliktir, hukuksuzluktur. Özgürlüğün olmayışıdır, demokrasinin işlememesidir.

Şimdi buradan iktidar ortaklarına sesleniyorum;

Düşman arıyorsanız, önce yoksulluğa bakacaksınız.

Düşman arıyorsanız, önce işsizliğe bakacaksınız.

Düşman arıyorsanız, hayat pahalılığına bakacaksınız.

Düşman arıyorsanız, gece yarısı, kararların altına tek imza atarak bu ülkeyi yönetme usulüne bakacaksınız.

Elinizdeki düşman etiketleme makinesini birikip, marketlerdeki fiyat etiketlerine bakacaksınız.

Geçer esnafımızın diyor ki “Tırnağım yara oldu, eski etiketleri söküp yeni etiketler yapıştıracağım diye” diyor. Bugün Batman merkezde bir balıkçıya baktık fiyat yazmamış. Dün Şırnak merkezde bir ayakkabıcıya uğradık, fiyat yazmamış. Niye? Çünkü esnafımız artık o fiyatı yazmaya çekiniyor, hicap duyuyor. Vatandaşlarımızın alım gücü bu kadar düşmüşken etiket yazmaktan çekiniyor artık esnafımızın.

Bu millet sizin kötü yönetiminizin bedelini ödemek zorunda değil.

Bir gece kafanıza göre bir imza atıyorsunuz. Bu tek imza memlekete tam 531 milyar lira zarar veriyor. Bir yılda esnafa verilen pandemi desteği 5 milyar, bir yılda çiftçimize verilen toplam destek 23 milyar, bu yılın bütçesinde. O yanlış imzanın bedeli 531 milyar lira.

Bir bakkal çırağının yapmayacağı hatalarla ülkemizi yoksullaştırıyorsunuz.

Gelir dağılımını bozuyorsunuz. Zengin ile fakir arasındaki farkı büyütüyorsunuz.

Gençlerin ümitlerini tüketiyorsunuz. Sizin yüzünüzden gençler yarınlarını başka ülkelerde kurmak istiyor. Bir de ‘ev gençleri’ oluştu biliyorsunuz. Bunlar literatüre yeni kelimeler kazandırdı, ev gençleri. Üniversiteyi bitirmiş, iş arayan, iş bulamayan gençler. İş aramaktan vazgeçtiği için evde oturan gençler, ev gençleri.

Artık bu saatten sonra, bu millete yapacağınız en büyük iyilik, bu emaneti devretmeye hazırlanmaktır.

Biz kalkınma deyince 3-5 kişinin zenginleşmesini kastetmiyoruz. Biz ülkenin topyekûn zenginleşmesinden bahsediyoruz. Bizim anladığımız ekonomik büyüme vatandaşımıza daha iyi bir eğitim, daha iyi sağlık olarak dönen bir ekonomik büyümedir. Ve büyüme, ekonomik kalkınma ancak güvenle olur, güvenle.

Siz güveni zedelediniz. Siz bu ülkenin ıstırarına zarar verdiniz.

*****

Değerli arkadaşlar,
Özetlemek gerekirse, herkes en iyi bildiği işi yapacak.

Onlar ayrıştıracak, onlar kutuplaştıracak, DEVA Partisi birleştirecek. Onlar ötekileştirecek, onlar susturacak, DEVA Partisi dinleyecek.

Onlar sorunları çözemeyecek, onlar bahane uyduracak, DEVA Partisi çözümü anlatacak.

Onlar halkı yoksullaştıracak, onlar 3-5 kişiyi zenginleştirecek, DEVA Partisi vatandaşlarımızın topyekûn zenginleştirecek.

İşte bu yüzden biz durmuyoruz. Durmayacağız, çalışıyoruz, çalışacağız.

Önce güveni sağlayacağız, hukuku tesis edeceğiz, eğitim sistemini düzelteceğiz.

Ardından işsizliği, adaletsizliği, yoksulluğu ve geçim sıkıntısını ülkemizden defedeceğiz.

Herkes kendisini bu ülkenin özgür ve eşit vatandaşı hissedecek. Ayrımcılık ve haksızlık son bulacak.

İşte DEVA Partisi tüm kadrolarıyla, genel merkezinden ilçe teşkilatına kadar tüm kadrolarıyla, bunun için hazır.

Çünkü biz emaneti teslim almaya, en güçlü şekilde demokrasi ve atılım demeye, ülkemizi ayağa kaldırmaya geliyoruz.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Pazartesi günü enflasyonu açıkladılar %16. Bugüne kadar binlerce esnafı ziyaret ettim. Bir kişiden enflasyonun %15-16 olduğunu duymadım. Böyle bir şey yok. Ama ne diyorlar “Enflasyon %16” diyorlar. Emeklinin maaşını o kadar artırıyorlar. İşçinin maaşını ona göre ayarlıyorlar. Sabit gelirlileri açıkladıkları enflasyon oranında maaşlarını ayarlıyorlar. Ama gerçek enflasyon başka çarşı, pazar enflasyonu başka. Onun için satın alma gücü düşüyor. Onun için vatandaşımız yoksullaşıyor.

Ve biz hakikati anlatacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Çünkü DEVA Partisi; kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Kozluk’un DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.