12 Nisan 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Çankaya İlçe Kongresi Konuşması

12 Nisan 2021

Çankaya 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Ankara il teşkilatımızın ve Çankaya ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Ankaralı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çankaya ilçe teşkilatımızın Birinci Olağan Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

*****

Çankaya ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi bugün başkentimizdeki ikinci ilçe kongremizi yapıyoruz. Geçtiğimiz hafta Mamak’taydık. “Mamak’ın DEVA’sı hazır” dedik. Ve bugün Çankaya’dayız.

Tabii Çankaya, benim için çok özel bir ilçe. Ankara’da doğup büyümüş bir arkadaşınız olarak, okul hayatımı Çankaya’da geçirdim. Hem liseyi hem de üniversiteyi Çankaya’da okudum. O yüzden Çankaya’nın yeri ayrı...

Ama Çankaya’nın yeri tüm ülkemiz için de ayrı. Çankaya, aynı zamanda tüm Türkiye’nin de kalbi. Çünkü gazi meclisimizin ev sahibi.

Çankaya denilince hepimizin aklına, güçler ayrılığı gelir. Yasamanın, yürütmenin ve yargının birbirinden bağımsız çalışması gelir.

Ne yazık ki bugün güçler ayrılığından söz etmek bile mümkün değil.

2017 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle beraber tüm yetki tek bir kişinin eline geçti.

Her türlü keyfilik sıradan hale geldi.
Bağımsız işlemesi gereken kurumlarımız şamar oğlanına döndü. Denge ve denetleme mekanizmaları tamamen ortadan kaldırıldı.

Bakın Çankaya’dayız. Çankaya aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin de olduğu yer. İktidar ortakları, onun da işlevini yok etmek için elinden geleni yapıyor.

Hatırlayın; Erdoğan, yeni sistemle beraber istikrar, ekonomik büyüme ve huzur getireceğini vaat etmişti, öyle değil mi?

Dedi ki: “Şu kardeşinize yetkiyi verin, faizle ve enflasyonla nasıl mücadele edilir, görün” demişti.

“Siz yeter ki şu sisteme oy verin, görün koalisyonlar devri bitecek” demişti.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçmeden önce sisteme güzellemeler yapıldı. Her derde çare olacağı anlatıldı ve 2017 Anayasa Referandumu kampanyasında ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında defalarca bu milletin gözünün içine baka baka doğru olmayan ifadeler söylendi. Ve bunların hiçbirisi tutmuyor şu anda. Bakın Sayın Erdoğan ne demiş?

“Türkiye koalisyon tartışmaları olmadan, istikrar ve güven ortamı tehdit edilmeden yönetileceği bir döneme girecek. Buna karşı çıkacağım derken dünyanızı da ahiretinizi de tehlikeye atmayın”

Şimdi gelin değerli arkadaşlarım, şu işin bir muhasebesini bir yapalım...

Ha, ahiret muhasebesi bize düşmez. Aslında Sayın Erdoğan’a da düşmez de... Neyse.

Peki, Sayın Erdoğan’ın taraflı cumhurbaşkanlığı ihtirasının sonucunda, günün sonunda kâr mı ettik, zarar mı ettik?

İşin muhasebesine bakalım:

“Koalisyon tartışmaları olmayacak” demişti, değil mi?

Şu anda bırakın “koalisyon”u, önce “ittifak” kurup, sonra secime girmek, bu sistemin ürettiği bir sonuç oldu. Ne oldu? Hani siz milletten oy isterken koalisyonlar dönemi bitecek demediniz mi? Defalarca bunu kürsü konuşmalarında mitinglerde söylemediniz mi? Çıkıp o yanınızdaki sözdehukukçu arkadaşlar, milletin gözünün içine baka baka "Sistem değişecek, koalisyonlar bitecek" demedi mi? Peki şimdi sizin şu küçük ortakla, o krizlerin ortağıyla yaptığınız ne? İttifak arkadaşlar seçim öncesi, seçim öncesinde seçim ittifakı. Seçim bittikten sonra mevcut yasal düzenlemede ittifakın hiçbir hukuki kıymeti yok. Seçim sonrası devam eden bir gönüllü birliktelikler o kadar. Peki, şimdi siz bu milletin gözünün içine bakarak defalarca "Koalisyonlar bitecek" deyip bu sistem için oy isteyip oy isteyip, o oyu alıp da cebinize koyduktan sonra, bu kurduğunuz nedir? Bu ortaklık nedir? Bunu bir açıklayın. Hepsi kayıtlarda hepsi, hepsi. Unutturmaya çalışmasınlar, hepsikayıtlarda.

Bakın “Bu sistemin muhasebesini yapalım” dedik ya, bu sistemin muhasebesini. Muhasebe ne demek? Nihayetinde muhasebedeki biraz önce Çankaya ilçe Başkan yardımcımız da kendisi de mali müşavir anladığım kadarıyla, hesaplı döktü değil mi? Çankaya ilçesinin hesabını artı veren bir bütçe açıkladı, tebrik ediyoruz bu sebeple. Bütçe artı veriyor, hazırda da nakit var ideal bütçe ama bu muhasebenin sonucu.

Şimdi şu sistemin, yani partili taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin bir muhasebesini yapmak gerekiyor. Şimdi ne oldu? Koalisyonlar bitecek demişlerdi. Sistem geldi kendilerinde koskoca ülkeyi de krizlerin ortağı Sayın Bahçeli'ye bağımlı hale getirdiler.

Evet, muhasebenin zarar hanesine bunu yazdık. Şimdi ekonomiye bakıyoruz:
Ne diyordu? “Güven ve istikrar.”

Bu Taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden sonra güven ve istikrar geldi mi? Gelmedi. Mevcut olan güven de bitti, gitti... Şu anda Türkiye’den güvenden bahsetmek mümkün mü? İstikrardan bahsetmek mümkün mü? Tek bir imza ile uluslararası bir sözleşmenin iptaline varacak kadar hukuku çiğneyen bir ülkede istikrardan söz etmek mümkün mü?

Hazine’nin borcu iki yılda ikiye katladı. Yani Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan borç kadar sadece bu iki senede Hazine borçlandı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi geldi, akraba Bakan göreve getirildi o gün bugündür bu hazinenin borcu tam ikiye katladı. Bunun da muhasebesini nereye yazacağız? Herhalde kâr hanesine yazacak halimiz yok. Onu da gidip zarar hanesine yazacağız.

Çalışanlarımızın alın teri olan, bütün ihracatımızın, turizm geliri getirin vatandaşımızın alın teri olan, Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık rezervi eridi.

Onu da yazdık zarar hanesine.

Başka ne oldu? Merkez Bankası’nın yedek akçeleri sıfırlandı. Yıllardır damla damla biriktirilen kara gün parası bir günde sıfırlandı, 2019’un Ocak ayında.

Yazdık zarar hanesine.

Faiz de enflasyon da iki haneli rakamlara ulaştı. Yazdık zarar hanesine.

İşsizlik tarihi yüksek oranlara çıktı. Daha bugün açıklanan işsizlik oranı, gençlerde %26,9. Genç işsizlikte tarihi yüksek seviye. O da TÜİK’in açıklamalarına güveniyorsak. Ben piyasaya baktığımda %27 işsiz, %73’ü genç olan bir işsiz görmüyorum. Öyle bir şey yok. Çünkü ne yapıyor TÜİK? İş aramaktan vazgeçen gençlerimizi işsiz saymıyor. Eğer iş arıyorsa, bulamıyorsa işsiz diye sayıyor. Tabii o saydıklarını da nasıl topluyor, nasıl çıkarıyor, rakamları nasıl açıklıyor onların hepsi muamma. Ama açıklanan artık gizleyemedikleri genç işsizlik rakamı dahi bu sabah %26,9. Bunu muhasebenin hangi hanesine yazacağız? Artan işsizliği de gidip zarar hanesine yazacağız.

Yoksulluk tırmandı. Türkiye’nin dört bir yanından yoksulluk intiharı haberleri gelmeye başladı ve RTÜK bütün televizyon kanallarına yazı gönderdi dedi ki “Yoksulluk intiharlarını haber yapmayacaksınız” dedi. Onun için az duyuyoruz ama şu anda toplumun bir gerçeği. Yoksulluğu muhasebenin neresine yazacağız? Gideceğiz onu da zarar hanesine yazacağız.

Dolar kuru aldı başını gitti. Esnafın, çiftçinin maliyeti yükseldi. Zarar.
Tüm ülkede hayat pahalılığı arttı. Vatandaşın satın alma gücü düştü. Zarar.

Yine en son bir gecede hem İstanbul Sözleşmesi’ni sözde feshiyle, hem de 4 yıllığına atanan Merkez Bankası başkanının 4 ay sonra değiştirilmesiyle, yine bu millet zarar gördü.

Bu karar da ülkeye pahalıya patladı. Bir gecede atılan imza! Faiz arttı mı? Kur da arttı mı? İkisi birlikte arttı. Faiz ve kur artışının devlete ve özel sektöre getirdiği ilave yük bir gecede tam 531 milyar lira. Eski parayla 531 katrilyon.

Zarar, zarar, zarar...

Tablo bu arkadaşlar.

Peki, bu sistemin hiç mi kârı yok? Biz çalıştık baktık, inanın zerre kadar faydası yok. Bu sistem geldi geleli Türkiye’nin elde ettiği zerre kadar bir kazanç yok ve Sayın Erdoğan’ın bu dayatmalarının, tek imzayla tek karar verici olarak aldığı kararların bugüne kadar memlekete kazandırdığı hiçbir şey yok.

Sabah zarar, akşam zarar.

Bakın değerli arkadaşlar;

2018’in Haziran ayından bu yana, yani partili Cumhurbaşkanı, taraflı Cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana ülkenin elde ettiği tek bir başarı yok.

E durum böyle olunca Sayın Erdoğan ne yapsın? O da çıkıyor, bizim ekonomi yönetiminde olduğumuz dönemin başarılarını takılmış plak gibi tekrar tekrar anlatmak zorunda kalıyor. Niye? Anlatacak başka bir şeyi yok çünkü.

Varsa yoksa bizim dönemimizin başarılarılarıyla övünmeye çalışıyor. Tabii başarı ancak dürüst ve işin ehli kadrolarla oluyor. Hazır yemeği servis etmekten kolay bir şey yok. Siyasette bir iş üretmek vardır bir de laf üretmek vardır. Biz yıllarca hep iş üretme tarafında olduk. İşin nasıl üreteceğini biz ve ekibimiz biliyor. Bizler sistemden ayırdıktan sonra iş üretecek doğru düzgünkadro kalmadı yanlarında. Ve sadece laf üretmekle götürmeye çalışıyorlar. Ama lafla peynir gemisi yürümüyor.

Siyasi tarihimize geçen meşhur sözü hatırlatalım:

Sayın Erdoğan, dünkü güneşle, bugünkü çamaşır kurutulmaz. Geçmiş başarılarla bugünkü sorunların üstü örtülemez. Siz önce bugünkü sorunları konuşmaya başlayın, önce insanları bir konuşturun, bir dinleyin. Basını susturmayın, sivil toplum kuruluşlarını, meslek örgütlerini sindirmeyin, konuşsunlar da size bugünkü sorunları anlatsınlar. Şu anki sorunlar sadece bir sistem sorunu değil. Sistem, yanlış bir sistem. Mutlaka düzeltilmesi lazım, mutlaka parlamenter sisteme geçilmesi lazım ama aynı zamanda şu anki sorunların tam da odağında, kaynağında, kökünde Türkiye’yi yöneten zihniyet yatıyor, zihniyet. Bu zihniyet değişmeden, topyekûn iktidar değişimi olmadan bu ülkenin hiçbir sorunu çözülmedi ve çözülmeyecek.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Ülkeyi yönetenler, şimdi de halkımızın sırtına Kanal İstanbul gibi bir rant projesinin yükünü yıkma çabası içindeler.

Hükûmet bu projenin maliyeti ile ilgili sağlıklı bir veriyi halkımızla paylaşmış değil. Tahminler en az 20 milyar dolardan başlayıp, 60 milyar doların üzerine çıkıyor.

Hangi rakam esas alınırsa alınsın, halkımız altında yıllarca ezileceği ağır bir borç yükünün altına sokulmak isteniyor. Eğer bu ısrarlarında, inatlarında devam ederlerse hazırda para var mı? Sıfırı tüketmiş bir hükûmet. Kasa bomboş, rezerv erimiş eskiye düşmüş, yedek akçeler tüketilmiş, bütçe açık veriyor, borç ikiye katlamış. Nasıl yapacaklar projeyi? Gidip daha çok borçlanacaklar. Daha çok borç ne demek? Bu ülkenin gelecek nesillerinin sırtına yük demek.

Bu proje hazine kaynaklarından finanse edilirse, zaten sürdürülemez boyuta çıkmış olan bütçe açığı ve kamu borç yükü daha da artacaktır.

Bu hükûmetin ülkemizi içine soktuğu borç-faiz sarmalı daha da derinleşecek ve kamu maliyesinde tam bir çöküşün içine girilecektir.

Bu proje yap-işlet-devret modeli ile finanse edilmeye kalkılsa da yine ne olacak? Bu sefer özel sektörü borçlanacak. Üstelik bu kadar yüksek tutardaki bu projenin finanse edilmesi için ne olacak, gidilecek yine hazineden garanti istenecek.

Bu kadar yüksek tutardaki bir dış kaynağın bu projeye tahsis edilmesi durumunda, özel sektörümüzün verimli yatırımlar için kaynak temini ciddi biçimde zorlaşacak ve çok daha pahalı hale gelecektir. Niye? Kreditörler diyecek ki “Türkiye’nin limit doldu, doluyor. Özel sektörün kredi limiti doldu, doluyor. Kanal İstanbul’a bir sürü kredi verdik. Türkiye bununla biraz yetinsin” diyecekler. Özel sektörümüz gidip kredi bulmaya çalışsa daha yüksek maliyetlerle karşım karşıya kalacak.

Eğer bu proje hayata geçirilirse; ülkemizin rekabet gücünü ve ihracatı artıracak, dolayısıyla istihdama büyük katkı sağlayacak yatırımların önü kesilecektir. Bu ülkenin şu anda yatırıma ihtiyacı var. Ama nasıl yatırıma? Sanayi yatırımına ihtiyacı var. Sanayi yatırımı yoluyla istihdam oluşturmaya ihtiyacı var bu ülkenin. Bunlar anlamadılar, anlamıyorlar. Bakanlık dönemimin son yıllarında ısrarla bunu ifade ettim. “Bakın bu inşaat projelerindeki ölçüsüz rant, özellikle imar değişikliği ile yapılan rant...” Şu anda Kanal İstanbul’un imar planı askıda değil mi? Peki, bu imar planı ne zaman yapıldı? Daha yeni son aylarda yapıldı. Peki, bu imar planı yapılmadan önce oraya nasıl bir imar planının yapılacağını, hangi arazinin kaç para edeceğini, hangi arazinin ne kadar değerleneceğini kim biliyordu? Bizler biliyor muyduk, bu salonda bilen bir kişi var mı? Rant, rant, rant...

Bu projenin "rantı” dar bir gruba gidecek, “yükü” ise vatandaşımızın ve gelecek nesillerin sırtına yüklenecektir. Kâr eden 3-5 kişi, zarar eden 84 milyon. Bu projenin muhasebesi bu.

Arkadaşlar bakın, bütçe yapmak... Ben 13 tane bütçe yaptım, ekibimizle beraber bu devletin 13 tane bütçesini yaptım. Bütçe yapmak demek önce önceliklendirme yapmak demektir. Bu iktidar önceliği üretimden, yatırımdan, ihracattan, istihdamdan yana değil, rant dağıtmadan yana kullanmaktadır.

Türkiye’nin şu anda acil ihtiyaçlarından birisi, mesela, ülkenin dört bir yanındaki sulama kanallarını tamamlamaktır.

Bakın tarım üretiminiz eksiye düştü, geriliyor. Pek çok üründe Türkiye daha önceki yıllara göre daha az üretiyor. Bu ülkenin tarımının bir su sorunu var. Sulama sorunu var. Biz "Su kanalı lazım" diyoruz, "Sulama projeleri lazım" diyoruz "Öncelik burada" diyoruz, "Artık gıdada kendi kendimize yeterli olmayan duruma düşüyoruz" diyoruz, bunlar kanal suyu deyince hemen "Kanal İstanbul" kafaları hemen mıknatıs gibi, nasıl mıknatıs çekiyorsa, bu rantta bunların zihinlerini kafalarını o tarafa doğru çekiyor. Başka tarafa bakamıyorlar. Zaten başlarını başka yöne çevirip baksalar, başka taraflara bakabilseler, bu ülkenin gerçek sorunları ve gerçek önceliklerini görecekler ama rant başlarını döndürüyor.

Ürettiği her üründe zarar eden çiftçimizin, hayat pahalılığı baskısı altında ezilen vatandaşlarımızın derdine Kanal İstanbul ile değil, toprağı suyla buluşturarak derman olabiliriz.

Kanal İstanbul için harcanacak kaynak, Türkiye’deki tüm tarımsal sulama projelerinin toplam tutarından kat be kat fazladır.

İnşallah DEVA iktidarında bu çarpık rant düzenine son verecek ve bu sulama projelerini en kısa sürede tamamlayacağız.

Tüm pandemi sürecinde 2 milyon esnafımıza toplam 5 milyar lira destek sağlamakta bile zorlanan iktidar, toplam tutarı bunun neredeyse 100 katı olan bir tutarı bu rant projesine tahsis ediyor.

Bu tablo, tam bir gerçeklikten kopuş, halkın dertlerinden uzaklaşma ve basiretsizlik örneği değilse nedir?

Kaynak yok diye işçilerin kısa çalışma ödeneğini sonlandıran bunlar değil mi? Mart ayında bitti. Pandemi döneminde kısa çalışma ödeneği vardı değil mi? Türkiye’de ekonomi düzeldi mi? Pandemi ile ilgili ekonomik sorunlar ortadan kalktı da mı siz kaynak yok diye kısa çalışma ödeneğini bitiriyorsunuz? Peki, kaynak yok da esnafa verilen desteğin 100 misli kadar bir projeyi nasıl inatla “Yapacağız” diyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, şu andaki bizim sabit gelirli vatandaşlarımızı sefalet ücreti ile geçinmeye mahkûm eden iktidar, bugüne kadar işçilerimize verilen desteğin 50 katından fazlasını, başlıca işlevi dar bir gruba rant aktarmadan öte olmayan bir projeye tahsis edebiliyor.

Memur ve emeklilerimize bu hükûmetin bu yılın ilk yarısı için reva gördüğü %3-4’lük zam, resmi enflasyon rakamlarına güvensek bile, daha ilk üç ayda eridi, gitti.

Memurlarımız ve emeklilerimiz gelirlerinde iyileştirme beklerken, gelecekte elde edecekleri gelirlere bugünden ket vuran bir rant projesi için, hükûmet yangından mal kaçırma çabası içine girmiştir. Niye diyorum çünkü ne yapacaklar? İlerde bu proje eğer yapılırsa bunun borcunu ödemek için daha çok vergi sağlamak zorunda kalacaklar. Yapmadılar mı? Özel İletişim Vergisi’ni %33 arttırmadılar mı bu yılbaşında? Kurumlar Vergisi’ni bu yıla ait Kurumlar Vergisi’ni yıl başladıktan sonra %20'den, %25'e çıkartmadılar mı? Otomobillerdeki ÖTV'yi artırmadılar mı? Borç ödemeyince dönüp ne yapıyorlar? Hemen vergi arttırıyorlar. Eğer bunlar devam ederse ileride de vergi artırmaya mecbur kalacaklar. Yani bugün Kanal İstanbul'a harcadıkları harcayacakları parayı daha çok vergi olarak yine bu vatandaştan ve gelecek nesillerden alacaklar.

Bu proje Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’ne, bütçesine ipotek koyma projesidir. Adını açık koymak lazım.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Kanal İstanbul deyince, Montrö Anlaşması’ndan da bahsetmeden geçmek doğru olmaz.

Bakın, Montrö Anlaşması, 1936 yılında imzalanan ve Karadeniz’in jeopolitik dengelerinin garantisidir.

Karadeniz bugün eğer bir barış deniziyse, bunda Montrö’nün rolü büyüktür.

Ülkemizin İkinci Dünya Savaşı ve soğuk savaş sırasında zarar görmesini önlemekte de yine Montrö anlaşması etkili olmuştur.

Ben buradan hükûmete bir kez daha seslenmek ve uyarmak istiyorum: Dışişleri Bakanlığı yapmış, Avrupa Birliği Bakanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak da bu uyarmaya kendime mecbur hissediyorum. Çünkü riskler görüyorum.

Bugünlerde gittikçe artan Rusya ve Ukrayna arasındaki gerilim dikkate alındığında, Karadeniz’deki dengeleri ve ülkemizin uzun vadeli çıkarlarını korumak için, Montrö Anlaşmasının tavizsiz bir şekilde uygulanması gerekmektedir.

Ben buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum, hükûmeti uyarmak istiyorum. “Sakın ola, kısa vadeli hevesler peşine düşüp, bölgenin jeopolitik dengelerini bozmayın” diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar;

Bütün bu olanlara rağmen, yandaş televizyon kanallarına ve gazetelere bakarsanız;

Yükselen döviz kuru çiftçiyi vurmuyor.

Emekli zaten her gün bir müjdeye uyanıyor.

Hükûmet salgını da ekonomiyi de çok iyi yönetiyor.

Esnaf halinden memnun.

Biliyorsunuz, Anadolu Ajansı da sıkıntılı Japonya esnafının sesi olup Türkiye’ye bakmıyor bile.

Bu kurguladıkları tozpembe senaryoda gençler de mutlu... Oysa, bakın geçen gün çok ilginç bir tabloyla karşılaştık.

Ülkemizi olumsuz göstergelerde zirveye taşıyan, olumlu göstergelerde de diplere sürükleyen hükûmetin bir marifetiyle daha karşılaştık.

Dünyadaki ülkeler “mutluluk” ölçüsüyle listelenmiş. Türkiye 104. sırada yer alıyor.

Yani vatandaşlarımız, Ganalı, Nijerli, Gambiyalı insanlardan daha mutsuz yaşıyor.

Çünkü bu iktidar yüzünden ülkemiz neşesini kaybetti, neşesini.

Biz sokakta, çarşıda, pazarda, markette bunu görüyoruz. Kimsenin yüzü gülmüyor.

Ben buradan yine sayın Erdoğan’a sesleniyorum:

Bakın üç gün önce YouTube’da yayınlanan bir belgesel var. Altında da gençlerimizin yorumları var. Binlerce, on binlerce yorum. Bunları bir okuyun.

Gerçekten bu yorumlar benim içim parçalandı. Gençlerimiz umutsuz, karamsar. Ne hayat hikâyeleri var, neler neler var. Okudukça bir roman gibi insanın içine çekiyor ama hepsi gerçek, hepsi gerçek hayatlar.

Evet, ben buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum, hükûmete sesleniyorum, evet artık sokağa çıkamıyorsunuz. Esnafımızla, vatandaşımızlar yüz yüze gelmeniz mümkün değil. Bizim yaptığımız gibi Cizre’de bir kıraathanede oturup gençlerle çay içemezsiniz de mümkün değil. Ama diyorum ki hiç olmazsa belgesin altındaki yorumları okuyun. Ve bunu okuyun da ülkeyi ne hale getirdiğinizi bir görün. Gençlerimizin hayallerini nasıl kararttığınızı görün.

Ha, bu dönemde hiç mi mutlu bir kesim yok? Çok küçük de olsa var. Onlar da nerede? Sayın Erdoğan’ın etrafında. Nerede? Hemen yakın çevresinde. Sağa dönse mutlu sola dönse mutlu zannediyor ki ülke mutlu. Öyle değil.

Onların da yüzü, gözleri rant görünce gülüyor.

Biliyorsunuz, bir de bunlar ne yapıyorlar? Bu yönetim ve propaganda aparatları almışlar ellerine bir düşman etiketleme makinesi...

Gerçekleri söyleyenlere de “terörist”, “hain”, “düşman” diye diye dolaşıyorlar.

En son, İstanbul’a yapacakları bu rant projesine, kanal İstanbul’a itiraz edenlere Sayın Erdoğan ne dedi? “Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı” dedi.

Hainmiş, düşmanmış, şuymuş, buymuş... Bunlar ne kadar ağır kelimeler ya.

Ama biz artık bu lafları ciddiye almıyoruz. Bu laflara herkes gibi gülüp geçiyoruz.

Çünkü bakın daha üç yıl önce İstanbul’u konuşurken sayın Erdoğan ne demiş?

“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniliği

bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul, bu

açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik. Biz bu şehre ihanet ettik. Hâlâ da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum.”

Ona düşman, buna hain diye diye sonunda o da İstanbul’a yapılan ihanetin sorumlusunu da bulmuş.

Ama vazgeçmiyor. Huylu huyundan vazgeçmiyor.

*****
Değerli arkadaşlar,

Şu anda ülkeyi yönetenler, en ufak bir eleştiriyi görünce, etiketleme huylarını bir türlü bırakmadılar. Ya hain deyip duruyorlar ya da hemen bir dava açıyorlar.

Ülkemizi öyle kötü bir kâbusa sürüklediler ki;

Gençler, sosyal medyada bir şey paylaşmak istediğinde, “Sabaha karşı evimizi polis basar mı?” diye düşünüyor.

Liseli, üniversiteli gençler “Fikrimi yazarsam ileride işe girmemde, para kazanmamda, yuvamı kurmamda sorun olur mu?” diye düşünüyor. Ülkemizin her şehrinde, her sokağında gençlerden bunu duyuyorum.

Biliyorsunuz, ceza kanununda bir madde var: “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu” maddesi.

Hani küçük çocuklar “Önümüze gelene bir tekme” oyunu oynar ya... Tam o hesaba dönmüş durumda... Vermiş avukatlarına talimatı, o da önüne gelene hakaret davası açıyor.

Bakın, Sayın Erdoğan ne demişti?

“Ben alışılmış Cumhurbaşkanı değilim. Olmadım, olmayacağım”.

Doğru. Gerçekten de olmadı.

Kendisinden önceki üç Cumhurbaşkanımıza bakalım. Rahmetli Demirel, Sayın Sezer ve Sayın Gül toplam 21 yıl görev yaptılar.

1993 yılından 2014 yılına kadar, bu 21 yıl boyunca açılan hakaret davaları sayısını topluyoruz.

Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’nın daha ilk yılında açtığı dava sayısı, 21 yılda üç Cumhurbaşkanının açtığı dava sayısından daha fazla, biliyor musunuz?

Onlara hiç eleştiri yapılmadı mı? Hakaret edilmedi mi? Hem de neler neler söylendi. Ne karikatürler yayınlandı ama böyle davalar görmedik.

Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları, ağırlıklı olarak, muhalif sesleri susturmanın aracı haline geldi artık.

Ama Erdoğan, sahiden alışıldık Cumhurbaşkanlarına hiç benzemiyor. Böyle ülke mi yönetilir ya? Gençleri cezalandırarak ülke mi yönetilir?

Üstelik sadece mahkemelerin verdiği cezalarla da yetinmiyorlar. Öyle nefretle bakıyorlar ki, hukuku çiğnemekten de hiç çekinmiyorlar. Yüzleri hiç kızarmıyor.

Bakın geçtiğimiz gün ne oldu?

İlgili bakanlık, öğrenci yurtlarıyla ilgili bir yönetmelik yazmış. Yurtta kalmak isteyen öğrencilere “Cumhurbaşkanı’na hakaret etmeme” şartı getirmişler.

Öğrenci eğer yurtta kalırken, bu suçlamadan dolayı ceza alırsa, bakanlık yurtlarından hiçbirisine alınmamak üzere ilişiği kesilecekmiş.

Bu nasıl bir zihniyettir ya?
Arkadaşlar; burada 18-22 yaşlarındaki gençlerden bahsediyoruz.

Hakaret dediklerinin çoğu da ufak eleştiriler ha... 16, 17, 18 yaşında gençler Cumhurbaşkanı’na muhalif olabilir. Ne var bunda?

Bakın gençler üniversiteyi kazanmışlar, yurt bakıyorlar. Başlarını sokacak yuva arıyorlar.

Ama bu zihniyet, gençlere bile “Sana yatacak yatak yok” diyor.

Üniversite kazanmış, okul okuyacak, vergilerimizle her birimizin parasını ödediği yurda “Giremezsin” diyor.

Gençleri baskıyla, ayrımcılıkla karşı karşıya bırakıyor. Kamu hizmetlerinden faydalanmalarını engelliyor.

Çünkü zihniyet şu: “Bu yurtlar benim yurtlarım, yurtlarımda bana muhalif olanlar kalamaz.”

Sayın Erdoğan, o yurtlar sizin şahsınızın değil, o yurtlar tüm milletin. Size oy veren veya vermeyen tüm milletin vergileriyle yapılmış yurtlar o yurtlar. Tabii ki muhalif görüşlü gençler de kalacak o yurtlarda. Ve siz de buna tahammül etmekle mükellefsiniz.

Değerli arkadaşlar, işte bu yanlış uygulamaların içinde olanlar, en tepeden aldıkları güçle, anayasayı ihlal ediyorlar. Gençlere kanunda yazmayan cezaları uyguluyorlar. Gençleri aynı suçtan iki kez cezalandırıyorlar.
Tamam, tabii ki kimse kimseye hakaret etmesin. Ama bunu düzenleyen bir yasamız zaten var.

Üstelik bu koruma kalkanı olarak kullanılan yasa da tek bir siyasi partinin genel başkanına özel bir yasaya döndü artık.

Sayın Erdoğan’ın derdi gerçekten kötü söz, iftira, hakaret falan değil.

Derdi bu olsaydı, önce kendi kullandığı dili ve üslubu bir kenara bırakırdı.

Sonra da kendisinden destek alan, krizlerin ortağı Bahçeli’nin, her gün küfür kıyamet konuşmasına karşı çıkardı. Eğer dert hakaretse o zaman hep beraber buna dikkat edelim. Ama konu kendisi olunca, Cumhurbaşkanı’na hakaret mekanizmasını çalıştırıp, kendi ortağının her gün bu milletin gözünün içine baka baka hakaret etmesine göz yummasına biz açıkçası uyumlu görmüyoruz. Öyle açıklamalar yapıyor ki krizlerin ortağı herhalde RTÜK’ün +18 yasağı getirmesi gerekecek. Çocukların televizyonda o ifadeleri duyması doğru değil.

Hatta ve hatta bu krizlerin ortağı yüzünden yeniden hayatımıza giren bir siyasal şiddete kavramı var. Bugün siyasi partilerin üst düzey yöneticileri için şiddet görebiliyor, muhalif gazeteciler şiddet görebiliyor. Her gün o krizlerin ortağı bir düşman listesi yayınlıyor. İsimler, ad-soyad, ad-soyad, ad-soyad... Hedef gösteriyor, hedef. Peki madem hakaret konusunda, şiddet konusunda bu kadar hassassınız “Biraz şu küçük ortağa göz kulak olun” diyorum.

Ama yok... Anca gençlere dava aç, ceza ver, sonra da haklarından mahrum bırak.

Değerli arkadaşlarım;

Biz kanun önünde eşitliğe inanan bir siyasi partiyiz. Kimsenin kanun önünde kayırılmasına asla göz yumamayız.

Hem taraflı Cumhurbaşkanı ol, hem de taraflı uygulamalarını beğenmeyenleri, eleştirenleri cezalandır.

Biz bunu değiştireceğiz!

Kendi egosunu şişirerek, gençlere yüklenenlerden olmayacağız. Bizim önceliğimiz gençlerin sorunlarını çözmek olacak.

Onlar, tornadan çıkmış, tek tipleşmiş gençler yetiştirmeye çalışıyor.

Biz, gençlerin hayatına ve hayallerine değer veriyoruz.

Onlar, gençlere ezberleri dayatıyor.

Biz, gençlerin sorgulamasını, eleştirmesini, düşüncesini ifade etmesini istiyoruz.

Onlar gençlerin sesini kısıyor. Biz en önce gençleri dinliyoruz.
Çünkü çağdaş dünyanın temelinde, eleştirel düşüncenin yattığını biliyoruz.

Çünkü Türkiye’yi eleştiriyi bastıran değil, eleştiriyi teşvik eden, sorgulayan bir ülke olarak görmek istiyoruz.

Biz konuştukça, birbirimizi dinledikçe, ülkemizin yarınlarının daha yaşanabilir olacağını biliyoruz.

O yüzden de gönül rahatlığıyla diyoruz ki: konuş Türkiye! Gönül rahatıyla diyoruz ki korkma Türkiye.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizde her üç gençten biri işsiz. “Ev gençleri” var artık “Ev gençleri”

Gençlerin sesini kısanlar, onlar için istihdam da yaratamıyor.

İşte biz, gençler için istihdamın önünü açacağız. Böylece gençlerin başından işsizlik belasını da defedeceğiz.

Bunun için yatırım gerekiyor. Yatırımların önünü açacağız.

Peki, yatırım için ne gerekiyor? Güven gerekiyor. Güveni sağlayacağız.

Biliyorsunuz; güven nasıl sağlanır? Uzun bir liste oluşturabiliriz ama size en önemli üç maddeyi sayayım.

Birincisi, konuşunca doğruyu söyleyeceksiniz.

İkincisi, söz verince yapacaksınız.

Üçüncüsü, size bir şey emanet edildiği zaman o emaneti gözünüz gibi koruyacaksınız, emanete ihanet etmeyeceksiniz.

Bu hükûmette bunların hiçbirisi var mı? Kimseye güven veriyorlar mı?

Kim, nasıl güvensin ki?

Emaneti gözü gibi korumayana kim, nasıl güvensin? Yetkiyi tek elde toplayıp, hiçbir şeyin hesabını vermeyene kim, nasıl güvensin?

Bakın; aylardır hükûmete sorular soruyoruz. Ama kulaklarının üstüne yatıyorlar.

Biz gerçeklerin peşindeyiz. Sormaya ısrarla devam edeceğiz.
Biliyorsunuz Türkiye, Merkez Bankası’nın kaybolan rezervlerini bizden duydu. Diyoruz ki hadi çıkın söyleyin;
Merkez Bankası’nın döviz rezervine ve yedek akçelerine ne oldu?
130 milyar dolar para nereye gitti?
Bakın tam 130 milyar dolar diyorum. Nereye gitti.

Bakın geçenlerde ne dedi:

"Geliyorum bir başka yere. Bunlar sahtekâr, 'Şu anda Merkez Bankası’nın döviz rezervi sıfırlandı. Hatta daha da ileri gittiler, sıfırın altına düştü.' diyorlar.”

Önüne gelene hakaret davası açanlara bir bakın, ağzından güzel kelime duyamıyoruz.

Ben hakikati söyleyeyim size, evet Merkez Bankası rezervleri sıfırın altına düştü. Evet borçlandı.

Evet, şu anda rezervler eksi 60 milyar dolar. Yahu Sayın Erdoğan cebindeki parayı gösteriyorsun da kredi kartın borçtan bloke olmuş bloke. Onu niye söylemiyorsun?

Merkez Bankası'nın web sitesini açıp baktığınızda 90 milyar dolarlık bir rezerv görünüyor, 90 milyar dolarlık. 90 milyar dolar rezerv görünüyor ama bu rezerve karşı da tam 150 milyar dolarlık borç var. 150 milyar dolarlık borç

90'a karşı. Bu borç kime? Bir, bankalara. Çünkü bankalardan borç almış, emanet almış. İki, SWAP anlaşmalarıyla dışarıdan borç almış. Üç, benim dediği rezerv aslında Hazine’nin borç ödemesi için tuttuğu para. Yarın günü gelince dış borç ödemesinde kullanacak. Merkez Bankası'nın kendi parası değil. Yıllarca bu işi yönetmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum. Onun içinde Hazine'nin parası da var ve yarın borç ödemesine gidecek o para. Merkez Bankası kendi rezervi değil ve bütün bunları düştüğümüzde, 90 milyar dolardan 150 milyar dolar borcu düştüğümüzde rezerv iniyor eksi 60 milyar dolara.

Bakın sonra ne diyor:

“Bu zorlu dönemde ödemeler dengesi tarafında bir sıkıntıyla karşılaşmamak için planlı ve kontrollü döviz işlemleri yapıldı. Yapılan bu döviz işlemlerinin tamamı da piyasa kuralları çerçevesindedir ve hukuka uygundur. Ne dövizin buharlaşması ne de herhangi bir istismar, haksız kazanç, hukuka ve ahlaka aykırı işlem söz konusudur.” diyor Sayın Erdoğan.

Tamam, o zaman niye korkuyorsunuz? O zaman bu dövize ne yaptığınızı açıklayın. Madem bu kadar kendinizden eminsiniz.

Merkez Bankası’nın döviz müdahalelerini kamuoyundan neden gizlediniz?

Açın bakın internet sitesini. Merkez Bankası’nın en son döviz müdahalesi 23 Ocak 2014’te gözüküyor. Bu nasıl oluyor?

Hani, nerede bu kayıtlar? Bu satılan dövizleri ne zaman, kime, hangi kurdan, hangi yöntemle sattınız?

Madem hukuka uygun, çıkın açıklayın hele. Neden susuyorsunuz?
Doğru, hesaptan kaçmaz.
Bu paralar size babanızdan miras kalmadı.

Biz onları bu milletin alın teriyle biriktirdik. 28 milyar dolardan aldık rezervleri, tam 136 milyar dolara çıkarttık. Biz yaptık onu anlamamışlar, öğrenmemişler. Şöyle gözlerinin ucuyla bir bakıp ne yaptığımıza dikkat etselerdi, nasıl bu ülkenin ekonomisini ayağa kaldırdığımızı görselerdi bugün bu hatalara düşmezlerdi, bugün çuvallamazlardı. Dedim ya “Hazır yemek önlerine kondu, servisini yaptılar. Mutfağa girmediler, bakmadılar başarının sırrını anlayamadılar.” Zaten anlasalar son 2,5 yılda ülke bu hale düşmezdi. Bu ülke bu kadar derin bir krizin içerisinde savrulmazdı. Bir de ne diyorlar? Arada “Ya pandemi pandemi.” Bırakın onu ya. Pandemiden önce bu ülke krize girdi.

Pandemiden önce 2019'da bu ülkenin ekonomisi ancak %1 zor büyüdü o da rakamlar doğruysa, rakamlara da güven yok. Pandemiden önce siz bu rezervleri eritmeye başladınız. Pandemiden önce iki defa bu ülkede siz döviz krizi çıkartınız. Pandemiyi hiç gerekçe olarak söylemeyin. Pandemiyi çok iyi yöneten ülkeler var. Görüyoruz o ülkelerin ne yaptığını.

Ayrıca Merkez Bankası’nın yedek akçelerini de sıfırladınız. Bunu da soruyoruz. Neden böyle bir şey yaptınız?

Bizim yıllarca biriktirdiğimiz yedek akçelerdi onlar.

Tam da şimdi içinde olduğumuz salgın gibi kara günlerde vatandaşlara destek vermek için yıllarca biriktirdik.

Kârın belli bir kısmını her sene kenara koyduk. O yedek akçeler bir gün lazım olur diye bir kuruşuna dokunmadık.

Bunları Sayın Erdoğan’a soruyorum.
Akraba bakanınızla el ele verip, ak akçeleri har vurup harman savurdunuz. Bunu neden yaptınız?
Bunun da hesabını vermek, yanıtını çıkıp açıklamak zorundasınız.

Çünkü sizin yüzünüzden kasa boş. Sizin yüzünüzden salgın döneminde vatandaşa destek verilemiyor. Sizin yüzünüzden salgında yeterli önlem alınamıyor.

Sizin yüzünüzden esnaf perişan. Çiftçi perişan. Emekli perişan. İşçi perişan. Vatandaş perişan. Sanatçılar perişan.

Bir de dün ne dedi biliyor musunuz “Bu dönemde 157 ülkeye ve 12 uluslararası örgüte yardım yaptık” dedi.

Arkadaşlar dünyada 195 ülke var. Neredeyse tüm dünyaya yardım yapmışlar.

Şimdi soruyorum Sayın Erdoğan’a: madem dışarıya yardım edecek kadar para bol, siz öncelikle kendi vatandaşınıza neden yardım etmiyorsunuz? Esnaf borca battı, kepenkler kapalı. Çiftçilerin traktörleri hacizli.

Vatandaş pazara akşam vakti gidip çürük sebzeleri satın alıyor. Bayat ekmek kuyrukları metrelerce uzuyor.

İcra ve iflas dosyalarında milyonluk artış yaşandı. Türkiye’nin sosyoekonomik gelişmişlik açısından oldukça iyi olan illerde dahi çöpleri karıştıran, “Çöplerin dibinden hala yiyecek durumda bir şey bulabilir miyim?” diye elinde torbayla dolaşan vatandaşlarımız var. Biz bunları yaşıyoruz ve ne yapıyor dün?

Tüm dünyaya yardım etmekle övünüyorsunuz madem, vatandaşınıza niye yardım yapmıyorsunuz?

Bunların hepsini açıklamak zorundasınız. O zaman açıklayın hangi ülkeye ne kadar, ne yardımı yaptınız? Bunları açıklayın. Kaç para dağıttınız. Esas yardım nedir? Sağ elin verdiğini sol el bilmez. Bizim kültürümüzde budur. Madem dünyaya yaptığınız yardımla övünüyorsunuz o zaman size sorarlar. “Bu vatandaşa niye yardım yapmıyorsunuz? Kendi vatandaşının eksikliğini niyegidermiyorsunuz?” diye sorarlar.

Eğer tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kaynakların nereye gittiğini siz açıklamazsanız, biz zaten iktidara geldiğimizde o kayıtları açıp vatandaşlarımıza göstereceğiz. “Merkez Bankası döviz rezervleri şuraya gitmiş, yedek akçeler şuraya harcanmış. Şu ülkeye, şu kadar yardımda bulunulmuş ve milletin durumu da bu” diye biz izah edeceğiz.

Halkımız bize yetkiyi verdiğinde, devletin tüm kayıtlarını inceleyip ne zaman ne yaptığınızı tespit edip tek tek anlatacağız, Onun için en iyisi bunu siz yapın. Bunun doğrusu bu. Siz yetki elinizdeyken, sorumluluklar üzerinizdeyken siz bunları açıklayın daha sonra gelip de başkalarının açıklamasına mahal bırakmayın.

Çünkü DEVA Partisi, ehil kadrolarıyla, hukukun üstünlüğünü sağlamaya, dürüst bir yönetim kurmaya ve emaneti teslim almaya geliyor.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Hükûmetin anlattığı artık hakikat değil. Yandaş medyanın anlattığı da başka bir sanal alem, o da hakikat değil. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Çankaya’nın DEVAS’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.