Şırnak 1. Olağan İl Kongresi
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Şırnak il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Şırnaklı gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Şırnak teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.
***
Bugün sizleri;
El Cezire’nin,
Âşıklar diyarı Mem û Zîn ’in şehrinden,
Cudi dağının yamacından,
Saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
***
Değerli arkadaşlar,
Geçtiğimiz mart ayı boyunca ülkemizin dört bir yanını arşınladık. Bir uçtan bir uca binlerce kilometre yol yaptık.
Ege’nin baharından Karadeniz’in kıyılarına uzandık.
Bağlar’ın bağrından, Trabzon’un ilçelerine, mahallelerine;
Silifke, Erdemli, Tarsus’tan hemen Seyhan’a ulaştık.
Hakkâri’den Kırklareli’ne;
Şemdinli’nin sokaklarından, Çerkezköy’ün sokaklarına uzandık.
Her yerde vatandaşlarımızın sorunlarını dinledik. Çözümlerimizi paylaştık. Bu 1 ayda;
Muğla’da, Diyarbakır’da, Trabzon’da, Aksaray’da, Amasya’da, Mersin’de, Adana’da, Hakkâri’de, Tekirdağ’da, Kırklareli’nde ve Ankara’da il ve ilçe kongrelerimizi gerçekleştirdik.
Dün Cizre’deydik, bugün Şırnak il kongremizi gerçekleştiriyoruz. Yarın inşallah Batman programımızdan sonra Kozluk ilçe kongremizi gerçekleştireceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
DEVA Partisi olarak tüm ekibimizle beraber, Genel Merkez ve teşkilatımızla beraber ülkemizin her yerinde aynı sıcaklığı hissediyoruz. Aynı heyecanı görüyoruz. Türkiye’nin her bir köşesinde umutla, güler yüzle, mutlulukla karşılanıyoruz.
Bunun anlamı çok açık. Bunun anlamı çok güçlü. Bunun anlamı çok derin.
Çünkü Türkiye’nin demokrasi ve atılıma ihtiyacı var. Çünkü Türkiye’nin DEVA Partisi’ne ihtiyacı var.
Görüyoruz ki şu anki kötü yönetim, ülkemizi kutuplaştırmaktan başka hiçbir iş yapmıyor.
Bakın, sokağa bile çıkamıyorlar. Bizim gezdiğimiz, dolaştığımız gibi onlar rahat dolaşamıyor.
Onlar ayrıştırıyor, kutuplaştırıyor; DEVA Partisi birleştiriyor. Onlar ötekileştiriyor, susturuyor; DEVA Partisi soruyor, dinliyor.
Onlar sorunları çözmemek için bahane uyduruyor; DEVA Partisi çözümü anlatıyor.
İşte bu yüzden biz durmuyoruz, durmayacağız. Çalışıyoruz, çalışacağız.
Çünkü biz emaneti teslim almaya, en güçlü şekilde demokrasi ve atılım demeye, ülkemizi ayağa kaldırmaya geliyoruz.
*****
Değerli arkadaşlarım,
DEVA Partimizi oldukça zorlu bir dönemde kurduk.
Biz bu yola, demokrasimiz tehdit altındayken, öncelikle demokrasimize sahip çıkmak adına koyulduk.
Biliyorsunuz, 15 Temmuz 2016’da demokrasimize kastedildi.
Meclisimiz bombalandı ve bu darbe girişiminde 251 şehit verdik.
Tüm şehitlerimizi bir kez daha minnetle, saygıyla ve rahmetle anıyorum.
Bu darbe girişiminin üstüne yoğun bir olağanüstü hâl dönemi yaşadık. Ohal döneminde de maalesef çok sayıda insan hakkı ihlaline şahit olduk.
Ve adaletin terazisi şaştı. KHK marifetiyle, çok sayıda suçsuz insanın açlıkla sınandığını gördük. Çok sayıda insanın mağduriyeti, yargıdan aldıkları beraat kararlarına rağmen giderilmedi.
Peşinden önemli bir değişiklik de 2017 yılında yaşandı. Yapılan anayasa değişikliğiyle beraber, Sayın Erdoğan, tüm yetkiyi tek başına elinde topladı.
Zaten çok istiyordu, milletimiz de “Al bakalım, ne yapacaksın, görelim” dedi. Biliyorsunuz, bu sistemde bir kişi kafasına eseni yapabiliyor.
İstişare var mı? Yok.
Ortak akıl var mı? Yok.
Müzakere var mı? Yok.
Hatırlayın; yeni sistemle beraber istikrar, ekonomik büyüme ve huzur getireceklerini vadetmişlerdi, değil mi?
Peki ne yaptılar? Ekonomiyi dibe batırdılar. Hukuku dibe batırdılar.
Demokrasiyi dibe batırdılar. Hepsini son 3 yılda yaşadık. Gerçekten Türkiye’yi tam bir kuralsızlık ülkesi yaptılar.
Öyle ki, daha iki hafta önce, tek bir gecede, o tek kişinin imzaladığı bir kararname, biliyorsunuz Merkez Bankası başkanı değişikliği kararnamesi ve hemen aynı gece aynı anda imzalanan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili kararname ile beraber ülke 531 milyar lira fakirleşti.
Kur arttı, faiz arttı. Bu ülkenin hazinesinin ve özel sektörün sadece bu kur ve faiz artışından yüklenmek zorunda kaldığı ilave maliyet arkadaşlarım 531 milyar. Şöyle bir mukayese etmek için bu yılın bütçesinde çiftçiye verilen destek ne kadar biliyor musunuz? Çiftçiye verilen desteğin tamamı 23 milyar lira. Pandemi döneminde bütün Türkiye'deki esnafa verilen destek 5 milyar lira. O yanlış bir imzada bir gece alınan yanlış kararların sonucunda bu ülkenin maliyeti 531 milyar lira. Düşünebiliyor musunuz, her şeyi ben yapacağım, tek başına karar vereceğim diyen kişinin tek bir imza ile bu ülkeye ne kadar büyük maliyetlere yol açtığını görebiliyor musunuz?
Biliyorum, bu sayılar çok yüksek, hayal etmesi kolay değil. Ama özetle şöyle söyleyeyim arkadaşlar: batırdılar, batırdılar, maalesef bu ülkenin bir zamanlar güçlenmiş hazinesini, Merkez Bankası’nı bu hala düşürdüler.
Tüm ülkeyi tek kişinin keyfine göre şekillendirdikleri için usulsüzlük artık kural oldu.
Bakın geçtiğimiz hafta ne oldu? Meclis Genel Kurulu’na bir kanun teklifi geldi. Mecliste yapılan oylamada teklif reddedildi.
Ha, kanun teklifini getiren parti de iktidar partisi.
Tabii insan önce bir şaşırıyor. “Allah Allah, iktidar partisi kendi sunduğu paketi mi reddetti?” diyor. Pek görülmüş bir şey değil.
Meğer yeteri kadar milletvekilleri o gün Melis’te değilmiş. El kaldırıp indirememiş.
Tabii, meclisin artık yolunu mu unuttular?
Ya da “Nasıl olsa meclisin bir anlamı kalmadı” diye işleri iyice mi boşladılar? Bilemiyoruz. Sistemde artık değersizleşince, meclisin değeri kalmayınca durum böyle.
Hâlbuki tek bir işleri var, onu da... Neyse.
Bu teklif reddedildikten sonra ne olması gerekiyordu? İlgili teklifin bir yıl süreyle askıya alınması gerekiyordu.
İçtüzük böyle diyor. “Bir sene boyunca yeniden gündem edemezsin” diyor
Değil bir yıl değil, bir gün sonra meclise yeniden getirdiler. Ağzımız açık bakıyoruz.
Açık bir tüzük ihlali, açık bir yasa ihlali, açık bir hukuksuzluk, kuralsızlık. Ve maalesef meclisin hukukuna sahip çıkması gereken Meclis Başkanı ve meclis yönetimi bu hukuksuzlukların önünü açıyor arkadaşlar. Niye? Çünkü o bir kişi var ya bir kişi dertleri o bir kişinin gözüne girmek. O bir kişi ne diyorsa onu yapmak. İyi de o zaman meclis niye var Allah aşkına ya. Bir karar alın meclisin kapısına kilidi vurun, herkes evine gitsin. Madem öyle meclisi çalıştırmayın hiç. Eğer meclisi çalıştıracaksınız, meclis içtüzüğünü ihlal edeceksiniz, meclisin yetkisinde olan bir uluslararası sözleşmeyi Cumhurbaşkanı’nın tek bir imzayla ortadan kaldırmasına göz yumacaksanız, hatta bunun önünü açacaksınız, destekleyecekseniz o zaman bu işi hiç yapmayın.
E tabii, anayasayı her gün çiğneyen kişiler, meclisi de iç tüzüğünü de çiğnemekten kaçınmıyor.
Bir kuralı daha ihlal ettiler. Bir kere daha meclisimizi hukuksuzluğun adresi yaptılar.
Peki konu ne? Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kanunu teklifi.
Hani şu, kamuda işe alımlarda reddederken “Senin şu akrabanın, şu akrabası terörle iltisaklıymış” gibi gerekçeler öne sürdükleri güvenlik soruşturması.
Biliyorsunuz, “İrtibat ve iltisak” diye bir şey uydurdular. İşe almayacaklar mı? Hop, o sepete at. Hop, bu sepete at.
Vatandaşlarımız güvenlik soruşturmalarında böyle mağduriyetler yaşadı, yaşıyor.
Bu bahaneyle ayrımcılık yapıldı. Hak etmesine rağmen memur olarak atanamayan çok sayıda vatandaşımız oldu.
Keyfiyet, şeffaf olmayan raporlar ve geniş takdir yetkisi bu sorunlara yol açtı.
Ne yazık ki, işte şu an konuştuğumuz teklif hazırlanırken, bu sorunların da dikkate alınmadığını görüyoruz.
Bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin de kararları var. Onlar da dikkate alınmıyor .
Değerli arkadaşlar,
Elbette devletin güvenliği ile doğrudan ilişkili olan ve gizlilik gerektiren mesleklerde güvenlik soruşturmasından geçilmesi gereklidir. Buna kimsenin bir itirazı yok.
Bu meslek gruplarının açıkça ifade edilmesi gerekir. Keyfiyetin önlenmesi gerekir.
Arşiv araştırmasında aranan verilerin kötüye kullanılmasına karşı koruyucu düzenlemeler gerekir.
En önemlisi; her şey net olmalıdır. Hukuk devletinde gri alan bırakılmaz. Hukuk devletinde keyfiliğe yol açılmaz, keyfiliğe alan açılmaz.
Biz diyoruz ki, hangi suçlar kamu görevine girmeye engel oluşturur? Bunu açık açık yazın.
Mesela, vatandaş yargılanmış, beraat almış, takipsizlik kararı almış. Bu kişiler hakkında keyfi uygulamalardan vazgeçilecek mi? Açık açık yazın.
Ayrıca suçlar arasında bir ayrım veya derecelendirme de kesinlikle yapılmalı.
Biz suçların şahsiliği ilkesi ve masumiyet karinesi gereğince, bu teklifin sorunlu olduğunu düşünüyoruz.
Ayrıca raporları değerlendiren komisyon için şeffaf kriterlerin belirlenmesi gerektiğine inanıyoruz.
Kamuda işe alımlarda önemli gördüğümüz bir diğer nokta ise mülakat sistemi arkadaşlar.
Mülakat sistemi birilerini kayırma aracı olmuş.
Gençler sınava giriyor, derece yapıyor. 90 alıyor, 95 alıyor. Ama mülakatta eleniyor. Nedeni de belli değil ha, “Elendin” deniyor bitti gitti.
Bakın daha dün Cizre'deyiz. Çarşının içinde yürüyoruz. Birinci kattaki bir kıraathaneden gençlerimiz şöyle caddeye doğru eğildiler bize selam verdiler ve dediler ki "Ya yukarı gelsenize şöyle bir çay içsek beraber." “Olur” dedik, çıktık oturduk. Bir, iki tanesi lise mezunu ama çoğu da üniversite mezunu. Dediler ki “Bizim ortak özelliğimiz var, buradaki gençler olarak hepimiz işsiziz.” Uzunca bir sohbet ettik, kuşkusuz ekonomiden dert yanıyorlar, iş bulamamaktan dert yanıyorlar ama biraz daha konuşunca asıl şikâyetlerinin bu memleketteki özgürlüklerle ilgili konulardan olduğunu gördük. “Sosyal medyada rahatça paylaşım yapamıyoruz” diyorlar. “Korkuyoruz” diyorlar. “Kendimizi ifade edemiyoruz” diyorlar ve “İş bulmak için mutlaka bir tanıdığın olacak, bir akraban olacak, sırtında birileri seni destekleyecek ki ancak iş bulasın” diyorlar. Gençlerin hepsinin ortak kanaati bu. Tanıdığın olmazsa, torpilin olmazsa bu memlekette iş bulamazsın. Ama bu adalet değil. Bu eşitlik değil. Bu ülkenin gençleri bunu hak etmiyor. Adaletin olmadığı, fırsat eşitliğinin olmadığı bir ülkede gençlerimiz gelecekleri ile ilgili bir umut sahibi olamazlar. Kendi yarınlarını başka yerlerde aramaya başlarlar. İşte Türkiye'nin tablosu bu arkadaşlar Türkiye'nin tablosu bu. İstediğin kadar çalış, KPSS’de yüksek not al “Ben nasılsa mülakatta elenirim, eğer tanıdığım kimse olmazsa.” Ha iktidar partisine yakın olacak, üyelik kartı olacak “Belki o zaman diyorlar işler kolaylaşabilir, belki.” Ama bu adalet değil. Adalet nedir? Hak edene hak ettiğini vermektir. Adalet nedir? Fırsatta eşitliği sağlamak demektir .
Değerli arkadaşlar, biz parti programında çok açık yazdık, biz kesinlikle bu mülakat sistemini kaldıracağız. Çünkü “Önce adalet” diyoruz. “Önce liyakat” diyoruz.
Onun yakınıymış, bunun yakınıymış olmaz! İş dediğiniz ehline teslim edilir, dürüst insanlar göreve getirilir.
Devletin partisi olmaz arkadaşlar, devletin partisi olmaz. Zaten şu andaki bu Cumhurbaşkanı Hükûmet Sistemi’nin yani taraflı, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin en büyük sorunu devleti, parti devleti, partili bir devlet haline getiriyor bu iş. Aşama aşama bunu görüyoruz. Ne zaman ki Cumhurbaşkanlığı Forsu’yla bir partinin flaması yan yana konmaya başladı, ne zaman ki parti genel başkanıyla, Cumhurbaşkanlığı tek bir kişiyle buluştu artık devlet vatandaşına karşı tarafsız bir devlet olmakta zorlanıyor. Hâlbuki Cumhuriyetimizin bir geleneği vardır. Siyasi partiler olur ama devlet vatandaşına karşı tarafsızdır. Vatandaşının hangi partiden olduğuna bakmaz, hangi partiye desteklediğine bakmaz, hangi partiye üyeymiş diye bakmaz. Devlet tüm vatandaşlarına hizmet için vardır. Tüm vatandaşlarını bu ülkenin birinci sınıf ve eşit vatandaşı görür devlet. Ama devletin başı yani Cumhurbaşkanlığı makamı taraflı ve partili olduktan sonra siz sistemi aşağı doğru tarafsız tutamıyorsunuz. Bugün bu ülkenin bazı mülki idare amirleri kendilerine taraflı görüyorlar, taraflı davranmak mecburiyetinde hissediyorlar. Çünkü amirleri aynı zamanda bir partinin Genel Başkanı. Sistemin en kötü noktası bu ve ülkenin sistemini bundan sonra da eğer devam ederse bozacak püf noktası bu. Biz onun için ne diyoruz “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diyoruz ve bu sistemin mutlaka değiştirilmesi gerektiğini söylüyoruz.
Bakın değerli arkadaşlar gerçekten şu andaki sistem var ya şu andaki sistemi, her gün zemin kaybına yol açıyor, her gün. Bu sistem ne zaman başladı? 2018’in Haziran ayında başladı. 2018’in Haziran ayından bu yana şöyle bir ülkede neler oldu bir bakın? Hiçbir konuda başarı yok. Hiçbir konuda çözülmüş bir sorun yok. Bunu adalette görüyoruz, hukukta görüyoruz, özgürlüklerin kısıtlanmasında görüyoruz ama çok açık rakamlarla da ölçülmesi biraz daha kolay olduğu için ekonomide de görüyoruz. Partili Cumhurbaşkanı ve akraba Bakan göreve başladılar. Ne zaman? Haziran 2018 seçimlerinden hemen sonra Partili, taraflı Cumhurbaşkanı ve akraba Bakan. İkisi el ele verdi, 2 yıldan bu ülkenin Merkez Bankası'nın tam 130 milyar dolarlık rezervini erittiler. En son açıklanan rakamlar arkadaşlar, Merkez Bankası'nın rezervleri şu anda eksi 60 milyar dolarda, eksi 60. Düşünebiliyor musunuz? Merkez Bankası'nın yıllarca biriktirdiği yedek akçelerin bir günde sıfırladılar, bir günde yaptılar. Bu daha pandemi gelmeden önce oldu bu. Son iki yılda bu ülkenin hazinesinin borcu tam ikiye katladı, iki yılda ikiye katladı. 970 milyardan 1 trilyon 935 milyara çıkarttılar, bu ülkenin hazinesinin borcunu. İki yılda oldu hepsi, iki yılda bakın. Bizim bir dönemler 12.500 dolara çıkarttığımız milli gelir, şu anda geçen sene açıklanan resmi rakamlara güveniyorsak o da 8600 dolara düşmüş durumda. Düşünün, Türkiye 10 sene öncesine döndü milli gelir açısından. Geriye sayıyor, her şey geriye sayıyor. Çünkü bu partili, taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi bu ülkenin yarınlarıyla ilgili hiçbir şey kazandırmıyor. Elimizdekini bile kaybettiriyor arkadaşlar.
Bakın söylüyorum bu ülkenin değerli arkadaşlarım, bu ülkenin devletinin partisi olamaz. Buradan bütün valilerimize, kaymakamlarımıza sesleniyorum. Sizin göreviniz tüm vatandaşlarımıza hangi partiden olursa olsun, adil davranmak, eşit davranmak. Bu ülkenin devlet başkanı aynı zamanda partili olabilir ama o sizi bağlamaz. Siz vatandaşlarımıza adil davranmak zorundasınız. Birinci sınıf ve eşit vatandaş muamelesi yapmak zorundasınız. Bu sizin göreviniz.
Bakın arkadaşlar, devlet yapısının kendisini şu anda korumaya alması lazım. Bu partililikten, taraflılıktan korunması lazım. Anayasada mesela Cumhurbaşkanı’nın yemin metni ne diyor? Göreve başlarken Cumhurbaşkanı bir yemin metni var değil mi? Ne diyor? "Görevimi tarafsızca yapacağıma yemin ederim" diye başlıyor Cumhurbaşkanı görevine “Tarafsızca yapacağım” diye. Peki, şimdi soruyorum, bir partinin Genel Başkanı, Cumhurbaşkanlığı görevini tarafsızca yapabilir mi? Yapabiliyor mu? Ama bu devlet yönetimindeki yetki sahibi olan kişileri asla etkileyemez. Seçimden seçime gider, bir partiye oyunu verebilir. Ama mülki idare amiri görevini yaparken tarafsızlığını korumakla yükümlüdür. Anayasanın gereğidir, yasaların gereğidir ama ha şapkalar karışmasın.
Bakın değerli arkadaşlarım, biz diyoruz ki devletin partisi olmaz. A partisiymiş, B partisiymiş... Devlet buna bakmaz, bakamaz.
Devlet; vatandaşına bakarken hangi görüştenmiş, hangi kimliktenmiş, hangi inançtanmış diye bakmaz, bakamaz.
Devlet kurumlarında, toplumun tüm çeşitliliği temsil edilir.
Bu da çok önemli bir yarasıdır bu ülkenin. Bakıyoruz toplumumuzun bazı kesimleri devlet yönetimde temsil edilmiyor, üst düzey görevler de göremiyorsunuz. Ta başta mülakatlarda eleniyor. Hâlbuki devlete bakan vatandaşlarımız kendisi mutlaka görmesi lazım. En küçük bir toplum kesiminin dahi, azınlıkların dahi kendilerine devlette görebilmeleri lazım. Bu ülkeye aidiyet ancak böyle sağlanır. Bu ülkenin vatandaşlarının vatandaşlık bağı anca böyle güçlü olur.
Çünkü değerli arkadaşlar,
Bu ülkenin her bir vatandaşı değerlidir.
Her bir vatandaşı eşittir.
Bu ülkenin her vatandaşı kamuda, devlette eşit haklara sahip olmak zorundadır.
Fırsatlara adil bir şekilde erişmek her vatandaşımızın hakkıdır.
Aksi halde vatandaşlarımızın aidiyet hissini güçlendiremezsiniz. Birliği, beraberliği, kardeşliği sağlayamazsınız.
DEVA Partisi, tüm bu ayrımcılığa, tüm bu kayırmacılığa bir son verecek. DEVA Partisi, devleti halka açacak.
DEVA Partisi, kamu haklarından sadece belli kesimlerin değil, herkesin yararlanmasını sağlayacak.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bildiğiniz gibi, ülkemizin darbe hafızası çok taze.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz... Takvim yapraklarındaki bu tarihlerin her biri acıyı gösterir.
Bu tarihlerin her biri haksızlığı gösterir.
Bu tarihlerin her biri demokrasimize karşı yönelen tehditleri gösterir.
Bedelini çok ağır ödediğimiz tüm bu süreçlerin yeri bellidir: Bunların yeri tarihin utanç sayfalarıdır.
Siyasetin önünü kesmeye çalışan ve her seferinde ülkemizi onlarca yıl geriye götüren bu “Kötü alışkanlıklar” hiçbir koşulda kabul edilemez.
Hiçbir koşulda mazur gösterilemez.
Ben buradan, darbelerden çok çekmiş bir şehrimizden bir kez daha vurgulamak istiyorum:
Biz, vatandaşlarımızın verdiği yetkiyi kötüye kullanarak oluşturulacak, tüm bürokratik vesayet odaklarının karşısındayız. Bu vesayet ortağı yeri geldi askerler oldu. Bu vesayet ortağı yeri geldi üst düzey yargı oldu. O yargıda yerleşen yapılar oldu. Bunların hepsini yaşadı bu ülke.
Peki bugün geldiğimiz noktaya bir bakalım arkadaşlar. Bunca darbe yaşadık, darbe girişimleri atlattık.
Peki sizlere şimdi soruyorum: Tam bir demokrasi kurabildik mi?
Bir yandan darbelerle yüzleşirken, bir yandan da demokrasimizi güçlendirebildik mi?
Hayır. Olmadı.
Eğer tam demokrasiyi tesis edebilmiş olsaydık;
İktidar partisi her gün anayasayı ihlal etmezdi.
Krizlerin ortağı Bahçeli, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını önermezdi. Öneremezdi.
Eğer tam demokrasiyi tesis edebilmiş olsaydık;
Aykırı fikir beyan eden sivil toplum kuruluşları düşman panosuna yazılmazdı; Mecliste oluşan seçmen iradesi gasp edilmezdi;
Kimse “Ben yüzde 50+1’i aldım, istediğimi yaparım” demezdi.
Değerli arkadaşlarım,
Bakın, geçtiğimiz günlerde bazı emekli askerler bir bildiri yazmışlar.
Anayasal sınırlar içerisinde düşüncesini ifade etmesi tabii ki herkesin en temel hakkı.
Elbette ifade sahipleri, sözlerinin nereye varacağını hesaplamak, bunları ölçmekle de sorumludur. Bunlar tecrübesiz insanlar değil. Bu insanların rasgele, hesapsız kitapsız konuşması, açıklama yapması, hareket etmesi de düşünülemez.
Ama değerli arkadaşlar, bakın dikkat edin, bugünkü iktidar ülkeyi tamamen sessizliğe mahkûm etmek istiyor.
Fikirlerden, düşüncelerden, ifadelerden korkuyor. Ağzını açanın kapısına polis gidiyor, vatandaşlarımız gözünü mahkemede açıyor. Bunu yaşıyoruz, her gün görüyoruz. İşte daha dün o gençlerden birisi, arkadaşlarımızdan biri dedi ki ya “Tik Tok kullanan var mı?” Birisi de “Var” dedi. “Hadi şuradan bir canlı yap” dedi. Arkadaşımız baktı “Ya dedi şimdi dedi ben bir muhalefet partisinin Genel Başkanıyla burada çay içiyorum. Bunu Tik Tok'tan yayınlasam acaba polis alır beni götürür mü?” dedi. Bakın hissiyat bu. Diyorum ya özgürlük diyorum ya adalet. Memleketteki iklim bu. Bu korku iklimi, korku iklimi var. Hükûmet bunu oluşturuyor. Propaganda makinesi zaten bunun için çalışıyor.
Durum böyle olup da emekli askerler açıklama yapınca da iktidar şaşırıyor, “Acaba darbe tehdidi mi?” diyor.
Öyle bir susturdular ki herkesi, kimse sesini çıkartamaz oldu. Şunu kural olarak ortaya koyalım:
Siyasetin üstünde bir el, bir vesayet olamaz.
Ama siyaset de “Ben 50+1’i aldım, istediğimi yaparım” diyemez.
Çünkü demokrasi böyle seçimden seçime, sandıktan sandığa işleyen bir mekanizma değildir ki. Tabii ki seçim, sandık demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama demokrasi sadece sandık demek değildir. Demokrasi sadece “50+1'i cebime koydum anayasada 50+1 ile geçmiyor mu Referandumda? Dolayısıyla ben anayasa istersem çiğnerim” demek değildir. Demokrasi Cumhurbaşkanı dâhil her seçilmiş insanın anayasayla, yasayla, hukukla kendini bağlanmışhissetmesidir aynı zamanda. Hukukun olmadığı bir demokrasi ülkeyi kaosa götürür. Hukukun olmadığı bir demokrasi o ülkeyi tek elden yönetilen bir hale, hatta nihayetinde demokrasinin bile bittiği bir noktaya götürebilir. Bakın buraya dikkatinizi çekmek istiyorum. Hukuk çerçevesini tanımayan bir demokrasi düşünülemez. Hukuk çerçevesini tanımayan bir demokrasi, ülkeyi demokrasinin bittiği bir yere götürebilir. Onun için seçilmiş insanların kendilerini hukukla ve seçildikleri süre ile bağlı hissetmeleri demokrasinin temelidir .
Kurumlar çalışmalı, bireyler sözünü söylemeli. Devlet de çalışmalarında sivil toplumla, meslek örgütleriyle istişare içinde olmalı.
Ama ne yapıyorlar? Her konuda sadece tek bir kişi konuşuyor ve tek başına karar veriyor.
Böyle bir ülkede tabii ekonomik kriz olur. Tabii hukuk krizi olur. Tabii siyasi krizi olur.
84 milyonluk ülke, tek bir kişinin iki dudağına sıkıştırılamaz.
Şimdi ne yapıyor büyüklü küçüklü ortaklar? Hemen acı darbe hafızamızı suiistimal etmeye, ülkemizi kutuplaştırmaya çalışıyorlar.
Bakın arkadaşlar, şu andaki iktidar partisinin ilk yıllarında, generallere mektup yazıp “İktidarı uyarın” diyen krizler ortağı bahçeli değil miydi? Hatırlayın o günleri. Hepsi kayıtlarda.
Şimdi o da hemen bu kutuplaştırmaya geçmiş.
Zaten kendisinin de en tutarlı olduğu konu tutarsızlığı. Bir de krizlerin ortağı olması. Bu iki konuda çok tutarlı, takdir ediyoruz.
Şimdi değerli arkadaşlarım soruyorum size,
Sürekli olarak “Düşman” belirlemenin demokrasimize bir faydası var mı?
Yapmışlar bir “Haftanın düşmanı panosu”, sıkıştıklarında birilerinin adını yazıyorlar.
Ülkenin meseleleriyle ilgilenmek falan yok ha, varsa yoksa o hafta panoya yazdıkları düşmanla didişiyorlar.
Bunun bu memlekete ne faydası var? Yok. Hep eksi. Hep zarar veriyor. Ülke batıyor bunlar suni gündem peşinde koşuyor.
Peki oluşturdukları mağduriyet kampanyasına devlet kurumlarını katmanın demokrasimize bir faydası var mı?
Tapu kadastro müdürlükleri bile açıklama yapıyor! “Biz demokrasinin yanındayız” diye.
Az evvel baktım emekli sandığı sessiz kalmış. Umarım bu sessizlik, işlerinin başında oldukları içindir de emeklilerimize müjdeli haberler gelir belki...
*****
Değerli arkadaşlar,
Milletimizin daha fazla acı çekmemesi, halkımızın daha fazla bedel ödememesi için çözüm çok açık.
Biz; devletin hiçbir kurumunun siyasallaşmasına izin vermeyeceğiz. A partisine göre, B ideolojisine göre tutum almasına izin vermeyeceğiz.
Devlet kurumlarının tamamını işini düzgün yapan, iyi insanlara emanet edeceğiz.
Tek kişinin dürtülerine göre koskoca devletin bir sağa bir sola gitmesine müsaade etmeyeceğiz.
Geçenlerde demiştim ya...
Sayın Erdoğan ülkeyi sallaya sallaya yayık ayranına çevirdi. Biz buna son vereceğiz.
Bu arada dün sabah bir televizyon programında dedim ki “Kanal İstanbul’a karşı çıkanlara darbeci diyecekler.”
Üzerinden bir gün geçmedi ya bir gün. 8 saat sonra Sayın Erdoğan açıklama yaptı “Kanal İstanbul’a karşı çıkanlar en büyük Atatürk ve Cumhuriyet düşmanıdır.” 8 saat sonra...
Lafların ağırlığına bakar mısınız? Kanal İstanbul dediğiniz sonuçta bir rant projesi ya rant projesi. Her konuya rant gözüyle bakıyorlar. Orada gayrimenkuller geliştirilecek, şu olacak, bu olacak. Biz diyoruz ki "Bakın henüz çevre, etki araştırması ile ilgili tarafsız, bağımsız, düzgün bir teknik rapor çıkmadı ortaya" diyoruz. “Bu Kanal İstanbul’un deprem yönetimi ve güvenilirlikle alakalı, dış güvenlikle alakalı özellikle etkileriyle ilgili daha düzgün, tarafsız, bağımsız bir teknik değerlendirme raporu çıkmadı ortaya” diyoruz. “Kanal İstanbul’un uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk açısından tarafsız, bağımsız teknik bir incelemesini yapan bir rapor ortaya çıkmadı hala” diyoruz. “Önce bunlara bir çalışın diyoruz” ya. Karar verip de "Ben bunu inadına yapacağım" deyip de bir dayatmayla böyle proje yapılmaz arkadaşlar.
Bakın bütün bu problem, bütün problem maalesef yönetim tarzıyla, üslubuyla alakalı. Önce bir analiz, önce bir değerlendirme, iyi bir değerlendirme, ondan sonra siyasi karar. Ve bakın bu ülkenin yatırıma ihtiyacı var. Şırnak'ın, düşünün ne kadar yatırıma ihtiyacı olduğunu. Sulama yatırımları ihtiyacımız var. Kanal yatırımlara ihtiyacımız var, yol yatırımlarına ihtiyacımız var. Ülkenin dört bir yanı kaynak bekliyor, yatırım beklerken milyarlarca dolar milyarlarca euro kaynağı o Kanal İstanbul’a akıtacaklar. Çünkü rant var, rant ama dönüp dolaşıp da bu konuyu gerçekten böyle bir kutuplaştırma haline getirmesi ve bakın tekrar ediyorum ifadeyi "Kanal İstanbul’a karşı çıkanlar, en büyük Atatürk ve Cumhuriyet düşmandır" diyor. Böyle bir şey olabilir mi? Şu lafın ağırlığına bakın. Ama biz bildik. Maalesef o bildiriyi yayınlayanlar da böyle bir fırsatı altın tepsi içerisinde bu hükümete sundular. Kaş yapalım derken göz çıkarma en hafifinden, en hafifinden. Belki de başka şey var mıdır, yok mudur? Orasını bilmeyiz.
Bu ülkenin yarınlarını, istikbalini düşünenler de var. Biz varız biz. DEVA Partisi var.
Biz bu düşman dile de rant peşindeki heveslere de müsaade etmeyeceğiz.
*****
Değerli arkadaşlarım;
Sorunlarımızı derinleştiren, siyasal kutuplaşmayı ve toplumsal bölünmeyi körükleyen bu sisteme DEVA Partisi son verecek.
İnanın, bu millet bu kısır döngülerden sıkıldı artık. “Yeter” diyor artık insanlar memlekette işsizlik var, yoksulluk var, hayat pahalılığı var. Bu temel sorunlar var. Bunlar gerçekten toplumumuzu yakıyor, can alıyor, can yakıyor. Bugün bu ülkede yoksulluk intiharları var arkadaşlar. Karartma gelmiş, basının yayınlamasına izin vermiyorlar. "Yayınlamayacaksınız" diyorlar, yasak getiriyorlar yoksulluk intiharlarına ve ekmek kuyruklarında bekleyen vatandaşlarımız var. Çöpten ekmek toplayan, çöpten yiyecek arayan vatandaşlarımız var. Bu ülkenin temel sorunları bunlar. Ama bunları çözmedikleri için, çözemedikleri için suni gündem peşindeler.
Ortakların her defasında ortaya çıkıp, önüne gelene terörist, hain, darbeci gibi etiketler yapıştırmasından da bu millet sıkıldı.
Çıkış yolu belli. Zaten tek yön.
Bu yolun adı birinci sınıf demokrasidir.
Birinci sınıf demokrasi; ileri, geri, aksak, eksik değil; tam demokrasidir.
Bu yolun adı birinci sınıf hukuk devletidir.
Birinci sınıf hukuk devleti; insan haklarına dayalı, vatandaşının özgürlüklerini koruyan, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemiyle işleyen bir hukuk devletidir.
Birinci sınıf demokraside ve birinci sınıf hukuk devletinde siyasete kimse müdahale edemez. Siz önceliği buraya verin. Birinci sınıf hukuk devletini, birinci sınıf bir demokrasiyi kurun ondan sonra bu ülke nasıl refaha ulaşıyor, nasıl zenginleşiyor hep beraber görelim.
******
Değerli arkadaşlarım;
Bizler karşımıza çıkan sorunları çivi olarak görüp eline çekici alanlardan değiliz.
Bu coğrafyanın ne acılardan geçtiğini, adaleti nasıl aradığını çok iyi biliyoruz.
1994 yılında Şırnak’ta, koçağımı ve kuş konar köylerinde ne olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Sevgili Tahir Elçi’nin ısrarlı hukuk mücadelesinin sonucunda; 26 yıl sonra Anayasa Mahkemesi 1994 yılında yaşanan acının aydınlanmasına katkı sundu.
Ve dedi ki: “Askeri uçaklar bombaladı, 38 vatandaşın yaşam hakkı ihlal edildi.”
Ne acı ki rahmetli Tahir Elçi, Anayasa Mahkemesi kararını göremedi.
Ama Şırnak hâlâ adalet bekliyor.
Uludere’de Roboski’de hayatını kaybeden 34 vatandaşımız için adalet bekliyor. Etkili bir hukuk soruşturması yapılmadı.
Kimse bu katliamın hesabını vermedi. Sorumlular açığa çıkmadı.
Kimse çıkıp bir özür bile dilemedi. Değerli arkadaşlar,
Biz artık anaları, gözü yaşlı görmek istemiyoruz.
Biz çocuklarımızın sokağa çıktıklarında can korkusu yaşamalarını istemiyoruz.
Biz, vatandaşlarımızın, terör örgütünün tehditiyle, devletin hukuksuz uygulamaları arasında sıkışmasına razı değiliz.
Gençleri mahkeme kapılarında adalet ararken görmek istemiyoruz. Size söz veriyoruz.
Biz bu coğrafyanın çığlığına sağır kalmayacağız.
Bu topraklarda yakılan Kürtçe ağıtların yankısını Ankara’da yüreğimizde taşıyacağız. O ağıtları, acıları dindirmek için elimizden gelen tüm çabayı sarf edeceğiz.
*****
Değerli Şırnaklı hemşehrilerim,
Şırnak’ın sorunlarını görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz.
Şırnak ekonomik sorunlardan ulaşıma, sağlıktan eğitime, tarımdan madenciliğe kadar çok sayıda sorunla boğuşuyor.
Şırnak’ta üretime dayalı bir fabrika bile yok. İş imkanları kısıtlı.
Şırnaklı kardeşlerimiz mevsimlik işçi olarak başka yerlere çalışmaya gidiyor. Hem de çok ağır şartlarda...
Biz DEVA Partisi olarak bölgeler arasındaki kalkınma farkını en aza indirmek için çalışacağız.
Bu amaçla;
Önce yereli güçlendireceğiz.
Yerel düzeydeki kurumların, inisiyatiflerin, kalkınma platformlarının, iş örgütlerinin ve STK’ların aktif bir rol oynamasını sağlayacağız.
Bölgemizin ihtiyaçlarını belirleyip, kısa sürede eğitim ve istihdam olanaklarını Şırnak’a kazandıracağız.
Öte yandan, hem şehrimize yapılacak yatırımların önünü açması, hem de Şırnaklı dostlarımızın hayatını kolaylaştırması adına ulaşımın da geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Bu amaçla;
Mevcut karayollarının iyileştirilmesi, yarım kalan yolların tamamlanması, ihtiyaç duyulan yolların da bir an önce yapımına başlanması gerektiğine inanıyoruz.
Hem Habur sınır kapımıza bağlanan İpek Yolu’nun iyileştirilmesi, hem de çevre illerle aramızdaki mesafeyi kısaltmak hayatımızı kolaylaştıracak.
Bu noktada, sağlık ihtiyaçlarının da farkındayız.
Şırnaklı vatandaşlarımızın Şırnak’ta tedavi edilememesinin de maalesef çok sıkıntılı olduğunu biliyoruz.
Mevcut hastanelerde teçhizat ve doktor yetersizliği yaşanıyor.
Şırnak‘taki bir hastanın ameliyat için çevre illere sevk edilmesinin ciddi bir sorun olduğunu görüyoruz.
Halkımızın sağlığının yollarda tükenmesine yol açan “taşımalı hasta” diye bir sistemi de kabul etmiyoruz.
Değerli arkadaşlar;
Hane başına düşen çocuk sayısının en yüksek olduğu ilimiz Şırnak.
Bizler çocuklarımızın en iyi şekilde büyümesi amacıyla okul öncesi eğitime yapacağımız yatırımlardan sakınmayacağız.
Çünkü sosyal adaletin ve fırsat eşitliğinin mutlaka tesis edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Bu amaçla;
Okul öncesi eğitimi kademeli olarak 3 yaşına indireceğiz ve ücretsiz hale getireceğiz. Çocuklarımızın her türlü gelişimini sağlamak önceliğimiz olacak.
Çünkü bir ülkenin atılımı, çocukların eğitimine verilen önemden geçer. Bölge, şehir ayrımı yapmadan tüm çocukların eşit eğitim fırsatlarından yararlanmaları için çalışmalar yürüteceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
Şırnak aynı zamanda bir maden şehri.
Ancak madenciliğin iş güvenliği kurallarına uygun ve çevre kurallarına uygun bir şekilde yürütülmesi gerekiyor.
Dere yataklarımızın kirletilmesine karşı önlemler alınması gerektiğini de düşünüyoruz.
Öte yandan, Silopi’siyle ve İdil’iyle bereketli topraklara sahip güzel şehrimizin tarımdaki potansiyelinin de farkındayız.
Fakat güvenlik, sulama ve plansız tarım nedeniyle, verim arzu ettiğimiz düzeyde olamıyor.
Çiftçimizin gübre, ilaç, tohum, yem, mazot maliyetlerinde çok ciddi artışlar oldu. Çiftçi borçları artıyor, traktör hacizleri yaygınlaşıyor.
Üstelik sulamada kullanılan elektriğin maliyeti de çiftçimiz üzerinde büyük bir yük olarak kalmaya devam ediyor.
Biz çiftçiliği, yoksulluğun diğer adı olmaktan çıkaracağız. Destekleri zamanında ve artırarak açıklayacağız.
Sulama kanallarını da en iyi seviyeye taşıyarak, çiftçimizin yükünü hafifleteceğiz. Bakın biz burada “kanal” diyoruz, “su” diyoruz hükümet hemen “Kanal İstanbul” diyor. Niye? Orada bir mıknatıs var, mıknatıs. Rant mıknatısı, hepsini çekiyor. Öncelikler değişiyor, yatıp kalkıp “Kanal İstanbul” diyorlar. Hâlbuki bu ülkenin çiftçisinin, tarımının su kanalına ihtiyacı var. Kapalı sulama sistemlerine, damlama sulama sistemlerine ihtiyacı var.
Mezopotamya Ovası’nı DEVA Partisi’nin damlalarıyla buluşturacağız. Kısacası değerli arkadaşlarım,
Yoksulluğun Şırnak için kader olmadığını biliyoruz.
Biz DEVA Partisi olarak Şırnak için hazırız.
Çünkü Şırnak’ın demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Ve biz hazırız.
*****
Saygıdeğer arkadaşlar,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.
Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.
Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz
Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Şırnak‘ın DEVA’sı var.
Ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.