Mamak 1. Olağan İlçe Kongresi
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Ankara il teşkilatımızın ve Mamak ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Mamaklı gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Mamak ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.
*****
Mamak ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bugün 2 Nisan, Dünya Otizm Farkındalık Günü. Bu özel gün sebebiyle şunu ifade etmek istiyorum ki; biz otizmli vatandaşlarımızın ve otizmli vatandaşlarımızın ailelerinin yanındayız. Otizm, değerli arkadaşlarım bir hastalık değil sadece bir farklılık. Biz biliyoruz ki her bir vatandaşımızın kendi özel, iyi oldukları alanlar var. Ve her bir vatandaşımız kendi iyi oldukları alanda daha da ileri gitmeleri, yetiştirilmeleri, desteklenmeleri gerçekten hem kendileri için hem de ülkemiz için çok çok önemli. Ve bugünü dünyada Birleşmiş Milletler tarafından belirlenmiş bugünü de çok önemsediğimizi ve farkındalık açısından bu konuyu daha çok dile getirmemizi ve otizmli vatandaşlarımızın ve ailelerinin yanında olduğumuzu ben tekrar sözlerimin başında ifade etmek istiyorum.
Bugün Ankara’dayız başkentteyiz.
Sadece mart ayında nerelere gittik biliyor musunuz?
Muğla’ya gittik; Bodrum ve Milas ilçe kongrelerimizi gerçekleştirdik.
Amasya’ya gittik; il kongremizi gerçekleştirdik.
Diyarbakır’a gittik; Bağlar ilçe kongremizi gerçekleştirdik.
Trabzon’a gittik; Ortahisar ve Akçaabat ilçe kongrelerimizi gerçekleştirdik.
Sonra İç Anadolu'ya, Aksaray’a gittik, merkez ilçe kongremizi gerçekleştirdik.
Oradan güneye indik, Akdeniz’e. Mersin’de Silifke, Erdemli ve Tarsus ilçe kongrelerimizi gerçekleştirdik.
Mersin’den Adana’ya geçtik, Seyhan ilçe kongremizi gerçekleştirdik.
Ardından ülkemizin güney doğu ucuna, Hakkari’ye gittik. Hem il kongremizi gerçekleştirdik hem de Şemdinli ve Yüksekova’yı ziyaret ettik.
Oradan kuzey batı sınırımıza, Kırklareli’ne geçtik. İl kongremizi gerçekleştirdik.
Ve dün Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesindeki kongremizin ardından bugün başkentteyiz. Başkentimizin büyük ilçelerinden Mamak’ta aranızdayız.
Ve Ankara’daki ilk ilçe kongremizi sizlerle beraber gerçekleştiriyoruz.
DEVA Partisi’ne emek vermiş, gönül vermiş yol arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.
Bütün bu güçlü ekip sayesinde, çok kısa bir sürede, ülkemizin her bir yanında damla damla, umut olarak yayılıyoruz. Adeta kuruyan toprağın, çatlayan toprağın suyla buluşması gibi vatandaşlarımız DEVA damlalarıyla ülkemizin dört bir tarafında buluşuyor. Hızlı bir şekilde teşkilatlanmamızda emeği geçen, bu başarıyı gerçekleştiren, rekor bir sürede, kuruluşundan itibaren rekor bir sürede seçime girmeyi, teşkilatlanma yoluyla hak etmiş bir siyasi parti olmamızda emeği geçen tüm arkadaşlarıma hem bir Genel Başkan olarak hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olarak özellikle teşekkür etmek istiyorum. Sağ olun, var olun.
Ayrıca gönüllülerimize de teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz partimize üye olmayan fakat gönüllü şekilde desteğini sunan çok sayıda arkadaşımız var.
Bu mutluluğu bizlere yaşattığınız için,
Bu ülkeye hızla demokrasi ve atılıma hazır olduğumuzu gösterdiğiniz için, bir vatandaş olarak her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Sağ olun, var olun.
*****
Değerli arkadaşlar;
Ülkemiz her alanda derin bir kriz içinde.
Gösteremezsiniz ki “Ya şu alanda da işler iyiye gidiyor” diye. Böyle bir alan yok, böyle bir saha kalmamış. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor artık sistem. Nasıl bir kumaşa asit dökülür de şöyle tuttuğunuz zaman parça parça elinize gelir, inanın koskoca ülkeyi, bu gelenekleri olan devleti, bu hala dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olan, küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan ülkeyi, maalesef bir krizden diğerine savuruyorlar arkadaşlar. Kriz çeşit çeşit. Ekonomik kriz her birimizin bildiği, derin bir şekilde hissettiğimiz bir kriz.
Aynı zamanda, derin bir yönetim krizinin içindeyiz.
Taraflı Cumhurbaşkanlığıyla beraber, meclisin ve kurumların baskı altına alındığı bir yönetim krizinde demokrasimiz eziliyor.
Ve değerli arkadaşlar, hukuk krizi.
Yargı, hukuk ilkeleriyle değil talimatlarla hareket eden bir hale geldi. O yüzden de vatandaşlarımız haklarını önce Anayasa Mahkemesi’nde, olmazsa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aramaya başladı.
AİHM’de en çok dosyası bulunan ikinci ülkeyiz. Olumsuz bir göstergede yine en tepedeyiz.
47 ülke arasında birinci Rusya, üçüncü Ukrayna geliyor. 11 bin 750 dava şu an mahkemenin önünde, 11 bin 750.
Bakın geçtiğimiz yıl, sadece 2020 yılını söylüyorum. Türkiye’nin davalı olduğu 97 tane dosyayı karara bağlamışlar.
Bunların 85’inde en az bir maddeden ihlal saptanmış. 31 kez ifade özgürlüğü, 21 kez adil yargılanma hakkı, 14 kez de mülkiyet hakkından ihlal saptanmış.
Şimdi kendi Anayasa Mahkememize bakalım.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurularda esastan incelediği her 100 dosyanın 95’inde ihlal kararı vermiş. Ne yapsın bu ülkenin vatandaşları? Zaten mahkemeye giderekken “Hakkım yendi diye” gidiyor. Mahkeme diyor ki “Yok sen haksızsın, bir şey yok dunda diyor” diyor. Kendi Anayasa Mahkemesi’ne gittiğimizde de bakıyorsunuz ki yüzde 95 Anayasa Mahkemesi vatandaşı haklı buluyor. Tabii birileri de çıkıp ne diyor? İşine gelmeyince “Kapansın bu” diyor. Bazıların hukuk işine gelmiyor. Bazıların insan hakları deyince elleri, ayakları dolaşıyor. Hepsini biliyoruz.
İlk üç sırada yine adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı ve ifade özgürlüğü geliyor.
Bu rakamın ne kadar korkunç bir oran olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Bir de değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymayan alt mahkemeler görüyoruz. Anayasa Mahkemesi karar veriyor, alt mahkeme “Ben uymuyorum” diyor. Tabi biz bunu görünce bunlar kimden cesaret alıyor, nasıl oluyor? Haddine mi? HSYK diye bir kurum var, hemen soruşturma başlar. Anayasada açık hüküm var “Anayasa Mahkemesi kararları herkes için bağlayıcıdır.” Alt mahkemeler içinde, kurumlar içinde bağlayıcıdır. Anayasanın açık hükmü. Kimden cesaret alıyor da “Uymuyorum” diye bakıyoruz ama görüyoruz ki her defasında cesaret aldıkları kişi aynı kişi. Ve üzülerek söylüyorum ki taraflı Cumhurbaşkanı işaret verdiği zaman “Alt mahkemelerde uymayabilir” dediği anda işte o zaman işin akışı değişiyor.
Anayasaya uymamanın alışkanlık haline geldiği bir ülkede güveni oluşturamazsınız arkadaşlar, böyle bir şey yok. “Ben her gün anayasayı çiğneyeyim ondan sonra bu ülkede işsizlik bitsin, bu ülkeye yatırım gelsin.” Bu kadar ucuz değil bu iş. Kimse parasını sokakta bulmadı. Siz bu ülkede işsizlik sorununu çözecekseniz önce hukuk altyapısını güçlendireceksiniz. Hukuka uymayı bir alışkanlık haline getireceksiniz. Hukukla kendinizi bağlı hissedeceksiniz. Ancak o güveni oluşturacaktır, güveni ancak o şekilde sağlayacaksınız. Güven olmadan yatırımcı gelmez, güven olmadan istihdam oluşmaz, güven olmadan bu ülkenin işsizlik sorunu çözülemez. Bunu anlayın, öğrenin.
Yargı kararıymış, Anayasaymış, hakmış, hukukmuş... Hiç umurlarında değil.
Biliyorsunuz iktidarın küçük ortağı da geçtiğimiz gün Anayasa Mahkemesi’nin kapanması gerektiğini buyurdu.
Ortağın birisi Anayasa Mahkemesi kararına saygı duymuyor, anayasayı yok sayıyor, küçük ortak da “Kapatalım gitsin” diyor.
Güler misin, ağlar mısın?
İnanın bu ülke adına, bu ülkenin bir vatandaşı olarak içimiz yanıyor. Gerçekten bir ülkeyi yönetenler tarafından, bir ülkeyi yöneten ortaklar tarafından herhalde ancak böyle büyük bir zarar verilir ya. Böyle bir şey olabilir mi ya?
“Kıymeti kendinden menkul” diye bir laf vardır biliyorsunuz. Kıymeti kendinden menkul Bahçeli “Anayasa Mahkemesi kapansın” istiyormuş. Niye? Bir kararını beğenmemiş, bir hareketine kızmış.
Ülkenin düştüğü her krizde hükümetin ortağı olan Bahçeli, kalkmış şimdi de vatandaşlarımızın yargıya verdiği yetkiyi de gasp etmeyi düşlüyor.
Yahu Sayın Bahçeli, siz meclisteki milletvekili sayısı sıralamasında 4. parti olarak, memleketin başına kayyum gibi geldiniz zaten.
Vatandaşın desteğiyle değil, ortağınızın lütfuyla ona buna ahkâm kesiyorsunuz.
Çete liderlerine övgü düzüp, beğendiğiniz suçluları affettiriyorsunuz zaten.
Her seferinde yeni bir liste yayınlayıp gazetecileri, düşünürleri tehdit ediyorsunuz.
Her türlü hukuksuzluğu yaptırdığınız yetmiyormuş gibi, bir de Anayasa Mahkemesi’ne göz dikiyorsunuz
Bakın, siz her türlü krizin ortağısınız. Bundan kaçamazsınız. Biliyoruz ki hesap şu; ben kara ortak olayım ama zarar varsa geri durayım. Öyle ucuz değil bu iş, biz bunu hatırlatacağız. Siz iktidar olmanın, iktidara ortak olmanın bazı nimetlerinden istifade ediyorsanız, bu ülkenin girdiği krizlerden de sorumlu olduğunuzu kabul etmek zorundasınız.
Siyasi tarihimize adınızı “krizlerin ortağı” olarak yazdırdınız, krizlerin ortağı. Tıpkı 2001 krizinin ortağı olduğunuz gibi.
Hatırlayın o zaman tek gecede 20’ye yakın banka batmıştı. Milli gelirin üçte biri kaybedilmişti. Gecelik faizler %7500’ü görmüştü. Yıllık enflasyon %70’leri geçmişti.
Siz o günleri hatırlamak istemeseniz de, biz hatırlatacağız. Tekrar tekrar hatırlatacağız.
Bakın değerli arkadaşlar,
Bu küçük ortağın bir tane çözüm önerisi var mı?
Ona buna hakaret etmek dışında, sağı solu tehdit etmek dışında tek lafı var mı?
Ekonomik kriz olur, gider meydana ekmek asar.
İstediği olmayınca, “Anayasa Mahkemesi’ni kapatalım” der.
Akıl alır gibi değil.
Mikrofon başına geçip bağırıp çağırmak, hakaret etmek dışında bir şey yaptığını gördünüz mü?
Önünde zaten mikrofon var, yine de bağırmadan konuşamıyor. Başka bildikleri bir şey olmadığı için bildiklerini yapıyorlar. Her şey en iyi bildiği şey yapıyor. Herhalde Sayın Bahçeli’de iyi bildiği şeyi yapıyor diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, biz, bu ülkenin yarınlarını;
Hukuku tanımayan, gece yarısı kararlarıyla ülkeyi yöneten, meclisi yok sayan bu irili ufaklı iktidar ortaklarına bırakmayacağız.
Emaneti teslim alacağız, DEVA Partisi bu ülkenin iktidarına taliptir bütün bu krizlerden ülkeyi çok kısa bir zaman içeresinde çıkarmaya ve düz yola, selamete erdirmeye hazırdır.
*****
Değerli arkadaşlarım;
Bu iktidarın ortakları ekonomimizi dibe batırdı. Daha geçen hafta kongre duvarlarına yazdıkları “güven ve istikrar” lafı, bir duvar süsü olmaktan öte gidemiyor. İnandırıcı da değil. Hangi güvenden bahsediyorlar? Hangi istikrardan bahsediyorlar? O eskidendi, onu biz diyorduk. Bu ülkeyi 2001 krizinden alıp, 3500 dolarlık milli gelirden alıp 12500 dolara çıkaran ekip olarak bizler diyorduk. Bunu “Güven ve istikrarla yaptık” diyorduk. Bunlar ne güven bıraktı memlekette ne de istikrar.
Paramızın değeri gün geçtikçe azalıyor. Paramız pul oluyor, pul.
Milli paramız, yerli paramız pul oluyor. Sabah akşam yerlilikten bahsediyorlar, sabah akşam millilikten bahsediyorlar. Değerli arkadaşlarım, milliyetçilik, paramızı pul etmek değildir. Milliyetçilik, bu ülkenin hazinesinin borcunu iki yılda, ikiye katlamak değildir. Milliyetçilik, bu ülkenin milli Merkez Bankası'nın 130 milyar dolarını çarçur etmek değildir, yedek akçelerini sıfırlamak değildir.
Bakın, büyük ortak geçtiğimiz aylarda ne diyordu?
(20 Haziran 2020) “Türk Lirasını dünya çapında işlem gören, istikrarlı ve itibarlı bir para birimi haline getiriyoruz.”
Nasıl getiriyorsunuz Sayın Erdoğan? Daha 2 hafta önce gece yarısı karanlıkta aldığınız kararla ülkeyi daha da fakirleştirdiniz.
Dört ay önce dört yıllığına atadığınız Merkez Bankası başkanını görevden aldınız. Bu kararınız, hem devlete hem de vatandaşa külfet oldu.
Siz bu kararı almadan evvel de zaten paramızı yeterince değersizleştirmiştiniz. Dolar kuru 7,20 seviyelerindeydi. Bir karar aldınız, yine 8’i aştı.
Türk lirası faizlerinin 4 puan artması, dış borçlanma faizlerinin 2-3 puan artması, bütün bunların bu ülkeye maliyeti ne kadar biliyor musunuz? Ben hemen dünkü Çerkezköy Kongremizde de rakamı ifade ettim, bakın özel sektörün ve kamunun kur artışı ve faiz artışı sebebiyle maliyeti, üstlenmek zorunda kaldığı maliyet, borç stokundaki artış, artı faiz ödemelerindeki artış olarak topladığınızda 531 milyar lira ediyor arkadaşlar. Eski parayla 531 katrilyon. Bunun dökümünü dünkü Çerkezköy kongremizde ifade ettiğimi için tekrar rakamlarla sizi yormayayım. 531 milyar, bir gecede, gecenin karanlığında atılan bir yanlış imzanın bu ülkeye getirdiği maliyet. Bakın çiftçiye bir yılda verilen desteğin tamamı arkadaşlar 22 milyar. “Esnafa destek verdik, destek verdik” diyorlar ya şu korona döneminde, pandemi döneminde, topla topla topla 5 milyar ediyor. O yanlış imzanın maliyeti 531 milyar. Rakamı düşünebiliyor musunuz? Kötü yönetimin bir ülkeye vereceği zararın ne kadar büyük olduğunu düşünebiliyor musunuz? Gerçekten yazık günah.
Bakın bir haftada tam 8,5 milyar dolarlık finansman çıkışı olmuş ülkeden. Siz “Faizle mücadele edeceğim” dediniz, faizi artırdınız.
Siz “Enflasyonla mücadele edeceğim” dediniz, enflasyonu artırdınız.
Ne demişti hatırlayın bu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen önce, 2018 Haziran'ından hemen önce "Siz bana yetkiyi verin görün, faiz de nasıl inermiş, enflasyon da nasıl düşermiş görürsünüz." Bu millet de dedi ki “Hadi görelim bakalım, al yetkiyi de görelim bakalım.” Madem çok istiyorsun, “Bütün yetkiyi bana verin görün sorunları nasıl çözeceğim” dediniz, millet de bu etkiyi size verdi. Ve hem faiz yükseldi arkadaşlar hem enflasyon yükseldi, yüksek kuru da getirdiniz memleketin orta yerine bıraktınız.
Yüksek kuru da ülkenin orta yerine bıraktınız.
Nasıl başardıysanız, hem kuru, hem faizi, hem de enflasyonu patlattınız.
Peki, bu berbat tablonun sorumlusu kim arkadaşlar? Durun ona da Sayın Erdoğan yanıt versin.
(28 Mart 2019) “Türkiye’nin ekonomisinin sorumlusu benim, ben.”
Doğru, çok doğru...
Kurun yükselmesinin, fiyatların artmasının sorumlusunun kim olduğu belli.
Çiftçinin, esnafın her türlü maliyeti arttı. Milletimizin satın alım gücü düştü. Vatandaş pazara markete gidemiyor.
Şimdi de vatandaşa “Elinizdeki dövizi altını getirin” diyor. Böylesine ağır krizlerde vatandaşa destek vermesi gerekenler, yine vatandaştan destek istiyor.
Bu millet, bu hükûmetin yanlışlarının peşini toplamaktan bıktı, bıktı. Ne zaman hata yapsalar, vatandaşa dönüp yardım istiyorlar.
Bu millet, bu yanlış yönetimin, bu kötü yönetimin bedelini ödemek zorunda mı?
Bir de bakın, lafa gelince ne diyor?
(25 Aralık 2020) “Değerli arkadaşlar, ben tabii bir tıp mensubu değilim. Benim alanım ekonomi.”
Evet, “Benim alanım ekonomi” diyor.
Görüyoruz uzmanlık alanındaki sonuçları... Allah'tan tek bir uzmanlık alanı var, yoksa diğer alanlar ne hale gelirdi bilemiyoruz.
Bir de ne diyorlar? “Türkiye ekonomisi yüzde 1,8 büyüdü” diyorlar.
Bu nasıl bir büyüme arkadaşlar? TÜİK’in, hani şu “rakamları ayarlama enstitüsü”nün kendi açıkladığı rakamlara göre Türkiye’de hem çalışan kişi sayısı hem de çalışılan saat süresi azaldı.
Hal böyleyken büyüme nasıl oldu, anlayan varsa anlatsın bana.
Yani diyorlar ki “Milli gelir reel anlamda yüzde 1,8 arttı.” Yani milli gelir enflasyon oranına göre yüzde 1,8 daha fazla arttı.
Esnafa soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye, “Hayır” diyor, “Düştü” diyor. Çiftçiye soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye, “Hayır” diyor, “Düştü” diyor. Emekliye soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye, “Hayır” diyor, “Düştü” diyor. İşçiye soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye, “Hayır” diyor, “Füştü” diyor.
Bu geniş kesimlerin geliri düştü de, milli gelir nasıl arttı? Bunu da anlayan varsa, gelsin bana anlatsın.
Yahu arkadaş, madem hayali bir tablo çizecekseniz, bari rakamları tutarlı hale getirin ki inandırıcılığı olsun.
Ama biz artık rakamların doğrusunu arkadaşlar sokaktan, çarşıdan, caddeden öğreniyoruz. Vatandaşımız zaten biliyor, vatandaşımız enflasyonun ne olduğunu da biliyor, esnafımız da biliyor çiftçimiz de biliyor, herkes biliyor. Herkes bu ülkenin ekonomisi büyüyor mu küçülüyor mu bunun gayet iyi farkında siz ne açıklarsanız açıklayın. Ama şunu bilin ki açıkladığınız her yanlış rakam sizin zaten dibe vurmuş olan güveninizi daha da aşağılara çekiyor, bunu bilin. Güven öncelikle doğruyu konuşmakla olur, doğruyu söylemekle olur, söz verdiğini tutmakla olur. Güven böyle sağlanır. Bir devletin, bir hükûmetin açıkladığı rakamlara artık o ülkenin insanları güvenmiyorsa, dünya finans piyasaları güvenmiyorsa siz hangi güvenden bahsediyorsunuz ya? Hangi istikrardan bahsediyorsunuz?
Türkiye’de ne büyüdü, biliyor musunuz arkadaşlar? İşsizlik büyüdü.
Yoksulluk büyüdü.
Çarşı pazar enflasyonu büyüdü.
Gelir dağılımı arasındaki uçurum büyüdü. Vatandaşın borcu büyüdü.
Hazine’nin borcu büyüdü.
Cari açık büyüdü.
Bir de yetmedi, pandemi döneminde vatandaşa doğrudan destek değil, borç verildi. Üstüne bir de faiz eklendi.
Hani siz faize karşıydınız? Hani faize karşı savaş açmıştınız? Hani tek yetkiyi elinize aldığınızda bunlara karşı mücadele edecektiniz? Ne oldu? Merkez Bankası başkanı değiştirildi değil mi? Sebep ne? Faizi yükseltti. E yeni başkan göreve geldi, hafta sonu apar topar açıklama yaptı, "Ya biz Para Politikası Kurulu'nu toplamayacağız, gelecek ay bir bakarız ne olacağına" diye. İki gün sonra gene bir açıklama yaptı, dedi ki, "Biz enflasyonu hep faizin üzerinde tutacağız" dedi. Bak bak, yeni atadığı başkan söylüyor bunu ya. Merkez Bankası'nın genel kurulunda diyor ki; “Faizi” diyor, “Ben enflasyonun üzerinde tutacağım” diyor. Peki, aynı Merkez Bankası başkanı yandaş gazetenin köşesinde yazarken demiyor muydu “Faiz yüksek, düşmesi gerekiyor” diye. Ne oldu? Ne oldu? Eski Merkez Bankası başkanını görevden alan, yeni başkanı göreve getiren Sayın Erdoğan'a soruyorum: Madem memnun değildiniz, madem faizin düşmesi gerekiyordu. Niye dönüp bu yeni başkana talimatı vermiyorsunuz, düşür demiyorsunuz? Madem faize düşmansınız, madem faiz düştükten sonra arkasından enflasyon düşecek teziniz bu değil mi? Yıllardır bu yanlış tezi dayata dayata sisteme zaten bu ülkeyi bu hale düşürdünüz, ekonomiyi bu hale getirdiniz. Madem teziniz doğru yeni başkana talimatı verin, hemen düşürsün faizi. Teziniz doğruysa faiz düşünce hemen arkasından enflasyon düşecektir. Ne oldu? Yapmıyorlar, yapamıyorlar. Değerli arkadaşlar artık sorunun kaynağı çok açık belli.
Şimdi burada iki önemli soru var arkadaşlar:
Birincisi, fiyat istikrarını sağlamada, döviz kurlarındaki aşırı dalgalanmaları önlemede, en etkin araçlardan birisi nedir?
Merkez Bankası’nın elindeki döviz rezervleridir.
İkincisi, korona gibi kara günler olursa diye vatandaşı desteklemek için elinizde ne vardır? Merkez Bankası’nın yedek akçe hesabı vardır. Bu milletin alın teri orada biriktirilir.
Partili Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdi, öncelikle bir döviz rezervlerini hızlı bir şekilde erittiler. Arkasından 2019'un Ocak'ında daha sistem 6 ay olmuştu kurulalı, bu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, akraba bakan göreve geldi, aynı anda oldu zaten biliyorsunuz. 2019'un Ocak'ında yedek akçeyi bir günde sıfırladılar, dağıttılar gittiler. 2019 içinde biriken yedek akçeyi de 2020'nin Ocak'ında bir anda harcayıp bitirdiler. 2020'nin Ocak'ı bakın tarihe dikkat edin, pandemiden önce. Ve pandemi başladığında Türkiye sıfırı tüketmiş bir ekonomik yapıyla maalesef bu döneme girdi. Onun için vatandaşlarımıza destek verilemiyor, onun için esnaf perişan, onun için çiftçi perişan, onun için emekli perişan, onun için gündelik kazanıp günlük harcayan vatandaşlarımız perişan. Sanatçılarımız, müzisyenlerimiz perişan. Siz o ak akçeleri har vurup harman savurursanız ülkenin içine düşeceği durum işte bu olur. Kara gün geldiğinde, 100 yılda bir yaşanan böyle bir pandemi gibi bir vaka yaşandığında döner bakarsınız ki kasa boş. Rezervler tükenmiş, yedek akçeler bitmiş.
Peki, ne oldu bu döviz rezervlerine? Ne oldu bu yedek akçelere?
Niye soruyoruz, çünkü madem bütün yetki tek elde toplandı, bütün sorumluluk da tek kişide toplandı diyoruz. Defalarca soruyoruz, 130 milyar dolarlık döviz rezervi ne oldu, yedek akçeler ne oldu? Biz Merkez Bankası'nın döviz müdahalelerini hep açıklardık. Web sitesinde, anında gününde şu kadar şöyle bir döviz alışı yapılmıştır, şu kadar döviz satışı yapılmıştır diye. Şeffaf, açık, alnımız ak, korkacak bir şeyimiz yoktu. Girin bakın bugün Merkez Bankası'nın web sitesinde hala açıklanmış şekilde duruyordur, tek tek, tek tek, hangi gün Merkez Bankası'nın rezervleri ne kadar arttı, ne kadar azaldı? Ne kadar döviz alındı, ne kadar döviz satıldı? Hepsi belli, rakam belli, kur belli. Açık, şeffaf, korkacak hiçbir şey yok. Şimdi soruyoruz, tekrar tekrar soruyoruz sormaya da devam edeceğiz. Merkez Bankası'nın rezervlerine ne oldu, yedek akçelere ne oldu diye soruyoruz.
Onun da cevabını da ondan duyalım:
(26 Kasım 2019) “Hu, hu... Oğlun geldi mi? Geldi mi? Geldi. Ne getirdi? İncik boncuk. Kime, kime? Sana, bana. Başka kime? Kara kediye. Kara kedi nerede? Ağaca çıktı. Ağaç nerede? Balta kesti. Balta nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı, bitti, kül oldu.”
Arkadaşlar, gülüyoruz da bunun adı kara mizah.
Rezervler ve yedek akçe yandı, bitti, kül oldu. Siz devlet yönetiyorsunuz ya. Bu yönettiğiniz devlet. Bunlar size emanet, kimsenin babasının malı değil. Miras da değil, hani bir mirasyedilik vardır onu da yapamazsınız öyle bir şey de değil. Bunlar sadece bir emanet. Bu emanetin hesabını vermek zorundasınız. Bu bizim kültürümüz çok temelinde vardır. Emanete sahip çıkmak, emaneti korumak ve emanetin hesabını vermek. Bu bizim kültürümüz.
Peki soruyoruz:
Bu satılan dövizleri kime, ne zaman, hangi kurdan ve hangi yöntemle sattınız?
Bu milletin alın terini, dişinden tırnağından arttırdığı yedek akçeleri nerelere çarçur ettiniz?
Siz tek yetkili olmak istediniz. Tek yetkili olmak, tek sorumlu olmayı da beraberinde getirir.
“Tek yetki bendedir, sorumluluk başkalarındadır” diyemezsiniz.
Siz hesap verme makamındasınız. Sorumluluk sizde.
Tek imzayla yaptıklarınızın sonuçlarını, milletimizle paylaşmak zorundasınız.
Bu milletin yıllarca biriktirdiği, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı olan kaynakların nereye gittiğini açıklamak zorundasınız.
Açıklamazsanız, günü geldiğinde biz zaten bütün o kayıtları açacağız, bakacağız vatandaşlarımıza göstereceğiz. En iyisi mi en iyisi mi siz kendiniz yapın şimdiden, kendiniz yapın da sonradan yanlış anlaşılacak başka şeyler ortaya çıkmasın. Benim devlette öğrendiğim bir şey var ki hiçbir kayıt yok olmuyor. Şöyle küçücük bir peçeteye kurşun kalemle bir not alın, bunun on defa fotokopisi çekiliyor. Deyin ki “Ya arşivler çok birikti, bunlar 30 yıllık arşiv, o arşivleri artık imha edelim” deyin. O arşivlerin önce üç kopyası çekilir kenara koyulur, ondan sonra arşivler imha edilir, üç kopya da yine durur yani. Dolayısıyla bunlar nasıl olsa kayıtta kuyutta, hepsi ortaya çıkar bir gün.
*****
Değerli arkadaşlarım;
Biz tüm milletimize söz veriyoruz. İktidara geldiğimizde öncelikle ülkemizin içine girdiği her çeşit krizi çözeceğiz.
Biraz önce bir taksi durağına uğradık buraya gelirken, baktım taksi şoförlerimiz çok ümitsiz. “Ya Sayın Başkan’ım çok zor artık ya nasıl düzelecek bu iş” diyorlar. O kadar kötü ki memleketin hali. Böyle bir ümitsizlik var, anlıyorum ama bu arkadaşınız güçlü bir ekiple beraber bu ülkenin en derin krizlerinden birisini, 2001 ekonomik krizini hamdolsun çözdü. 2008-2009'da dünya, tüm dünya 100 yılda bir yaşanan bir büyüklükte bir kriz yaşanırken biz çok şükür hep beraber çalıştık, Türkiye'yi ayakta tuttuk, hatta fark attık diğer ülkelere. Biz şuna inanıyoruz, bir ülkenin başında eğer dürüst ve işin ehli kadrolar varsa çözüm kolay. Ayrıca şuna da inanıyoruz ki Allah doğrunun yardımcısıdır. “Siz doğru olun, kem belasını bulur” diye de atasözümüz var biliyorsunuz. Biz buna inanıyoruz.
Bu enkazı ortadan kaldıracağız. Yıktıkları her şeyi daha güçlü bir şekilde inşa edeceğiz.
Ülkemizi birinci sınıf hukuk devletine, birinci sınıf demokrasiye ve birinci sınıf ekonomiye kavuşturacağız.
Değerli arkadaşlar; birinci sınıf demokrasi; ileri, geri, aksak, eksik değil; tam demokrasidir.
Öyle 5 yılda bir vatandaşa gidip de 50 artı 1'i alıp cebine koyup, “Atı alan Üsküdar'ı geçti” deyip, 5 yıl bir daha dönüp vatandaşa bakmak değildir demokrasi. Demokrasi bunun çok ötesindedir, demokrasi sadece 5 yılda bir yapılan seçim değildir. Demokrasi STK'larla, sivil toplumla, meslek örgütleriyle sürekli beraber çalışabilme kültürüdür, eleştiriye tahammül demektir. Demokrasi özgür basındır. Bunların anladığı gibi 50 artı 1 bende, atı alan Üsküdar'ı geçer. Öyle değil. Bu demokrasi değil. Onun için biz diyoruz ki birinci sınıf demokrasi diyoruz, tam demokrasi diyoruz.
Birinci sınıf hukuk devleti; insan haklarına dayalı, vatandaşının özgürlüklerini koruyan, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemiyle işleyen bir hukuk devletidir.
Peki, birinci sınıf ekonomi nedir arkadaşlar?
Birinci sınıf ekonominin diğer adı “DEVA Ekonomisi”dir, Deva Ekonomisi.
Peki, DEVA Ekonomisi ne demek?
DEVA Ekonomisi; adil rekabete, fırsat eşitliğine, özel sektör öncülüğüne ve verimliliğe dayalı bir ekonomik sistem demek.
DEVA Ekonomisi; kaliteli bir büyüme demek.
DEVA Ekonomisi; ekonomik büyümenin vatandaşa daha iyi eğitim ve daha iyi sağlık hizmeti olarak geri dönmesi demek.
DEVA Ekonomisi; tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir politikalar demek.
DEVA Ekonomisi; her bir vatandaşımızın insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demek.
DEVA Ekonomisi; bu ülkenin insanlarının yatağa aç girmemesi demek.
DEVA Ekonomisi; anne babaların çocuklarının yarınlarından endişe etmemesi demek.
DEVA Ekonomisi; esnafın kepenk kapatmaması, faturalarını rahatça ödeyebilmesi, emeklilerin saygın bir gelir elde etmesi demek.
Kimsenin şüphesi olmasın;
Önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.
DEVA Ekonomisi’yle birlikte bu verimli topraklarda, İşsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil,
Bereket akacak, Bolluk akacak, Refah akacak.
Biz DEVA Partisi olarak tüm Türkiye için hazırız.
Çünkü ülkemizin demokrasiye ihtiyacı var, ülkemizin atılıma ihtiyacı var ve biz hazırız.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.
Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.
Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.
Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Mamak’ın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.