Çerkezköy 1. Olağan İlçe Kongresi
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Tekirdağ il teşkilatımızın ve Çerkezköy ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Çerkezköylü ve Tekirdağlı gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çerkezköy ilçe teşkilatımızın Birinci Olağan Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.
***
Çerkezköy ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.
***
Değerli arkadaşlar;
9 Mart tarihinde partimizin birinci yılını doldurduk.
Bir senedir il il, köy köy, mahalle mahalle, sokak sokak büyüyoruz.
Bir senedir ülkemizin dört bir köşesine umut olan DEVA filizlerini büyütüyoruz. Yorulmadan, durmadan çalışıyoruz.
Çünkü biliyoruz ki artık Türkiye’nin kaybedecek bir dakikası bile yok.
Çünkü biliyoruz ki DEVA Partisi dışında bir umut yok.
Evet, biz DEVA Partisi’nin bu ülkenin tek umudu olduğunu bilmenin sorumluluğuyla durmadan ve yorulmadan çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
Biz DEVA Partisi’ni ülkemizin her kesiminden gelen insanlarla birlikte yol yürümek için kurduk.
Öteki-beriki demeden, ocu-bucu ayırmadan, 84 milyonun tamamının sesi olmak için, aynı masanın etrafında
Buluştuk.
DEVA Partisi, kapatılan bir partinin var olan yapısı üzerine konuşlanmış bir parti değildir.
DEVA Partisi, bölünmüş bir partinin kısmen hazır olan yapısı üzerine kurulmuş bir parti de değildir.
DEVA Partisi sıfırdan, yeni bir kadroyla, siyasete ilk defa bu çatı altında giren çok sayıda arkadaşımızla ve yepyeni bir teşkilat yapısıyla kurulan bir siyasi partidir. Adeta tırnağımızla kazıya kazıya yepyeni bir yapı kuruyoruz burada. Eskiyi hiçbir şekilde anımsatmadan, hiçbir şeyin devamı olmadan yepyeni bir siyasi kültür inşa ediyoruz bu çatı altında.
DEVA Partisi, ülkemizin tümünü kucaklayan, yepyeni bir Türkiye tasavvuru ile yola çıkmış, ilkeleri ve değerleri üzerinde yükselen bir siyasi partidir.
DEVA Partisi, merkezinde sadece insan ve insan onuru olan bir partidir.
İşte o yüzden partimiz, teşkilatlanmasını rekor denecek kadar bir sürede kritik eşiği aşacak boyuta getirdi. Kritik eşiği geçmiş durumdayız.
Geçtiğimiz gün yüksek seçim kurulu bir liste yayınladı. DEVA Partisi artık seçimlere girmeye hak kazanan 19 siyasi partiden birisi oldu.
Türkiye’nin dört bir yanında hızla büyüyen partimiz, milletimizin gücüyle seçimlere girmeye hak kazandı.
Ben buradan ülkemizin dört bir yanındaki partili arkadaşlarıma, yol arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Ayrıca gönüllülerimize de teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz partimize üye olmayan fakat gönüllü şekilde desteğini sunan çok sayıda arkadaşımız var.
Bu mutluluğu bizlere yaşattığınız için, bu ülkeye hızla demokrasi ve atılım için hazır olduğumuzu gösterdiğiniz için, bir vatandaş olarak her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Sağ olun, var olun.
*****
Değerli arkadaşlarım;
Biliyorsunuz son iki haftadır şöyle bir kongresini yaptığımız illere, ilçelere baktığımızda Türkiye'nin nasıl bir ucundan diğer ucuna hareket ettiğimize baktığımızda gerçekten, DEVA Partisi'nin gerçek bir Türkiye partisi olduğunu görüyoruz.
Bundan çok değil iki hafta önce, pazartesi günü Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde kongremizi yaptık. Hemen ertesinde Trabzon'un merkez, Ortahisar ilçesinde ve Akçaabat ilçelerinde kongrelerimizi yaptık. Güneydoğu Anadolu bölgemizden Doğu Karadeniz bölgemize, arkasından İç Anadolu'da Aksaray kongremizi yaptık, merkez ilçe. Sonra güney sahillerine indik. Mersin'de Silifke, Erdemli ve nihayetinde Tarsus kongrelerimizi yaptık. Hemen bir başka Akdeniz ilimiz Adana'da merkez ilçe Seyhan kongremizi yaptık. Daha sonra Türkiye'nin bir başka köşesine uzandık, Hakkari’de pazartesi günü il kongremizi gerçekleştirdik. Arkasından Yüksekova ve Şemdinli ilçelerimizi ziyaret ettik. Türkiye'mizin en güney doğu noktasındaki ilçemizdir Şemdinli. Hemen ertesi gün Kırklareli'ndeydik. Kırklareli İl Kongremizi gerçekleştirdik. Türkiye'nin bir başka serhat ili ve bir başka ilimiz ki o da kuzeybatıda. Kuzeybatı noktasındaki ilimiz. Bugün de buradayız, Çerkezköy'deyiz. Ve şunu büyük bir mutlulukla söylüyorum ki gerçekten DEVA Partisi, Türkiye'nin tüm coğrafyasında bu kadar farklı sosyal dokunun olmasına rağmen, farklı bölgesel özelikler göstermesine rağmen Türkiye'nin tüm coğrafyasında aynı ilgiyle, aynı sevgiyle kucaklanan, karşılanan bir siyasi parti oldu. Bunun kıymetini bilmemiz lazım, bu gerçekten ayrıcalıklı bir durum ve başka bir siyasi parti yok şu anda bunu yapabilen.
Biz Şemdinli sokaklarında ne kadar rahat yürüyebiliyorsak Kırklareli merkez sokaklarında da diğer ilçelerimizin, Lüleburgaz'ın sokaklarında da Babaeski'nin sokaklarında da aynı rahatlıkla yürüyoruz, aynı samimi ilgiyi görüyoruz. İşte kucaklayıcı olmak, ötekileştirmemek, bu ülkenin gerçekten birliği, beraberliği, bütünlüğü için çalışmak ancak böyle bir siyasi anlayışla olabilir.
Ve değerli arkadaşlarım, eğer ülkemizde şu anda şöyle bir baktığımızda tabloya, bu kötü tablonun, bu sıkıntıların da Türkiye'nin dört bir yanında artık aynı sıkıntılar haline geldiğini bugünkü hükûmet görmüyorsa gerçekten çok yazık. Bizim Trabzon'da da önümüzü kesen gençlerimiz işsizlikten yakınıyor, EBA'ya girememekten yakınıyor, Mersin'de önümüzü kesen gençlerimizin de sorunu aynı, Kırklareli'nde de sorun aynı Hakkari’de de sorun aynı. Türkiye'nin dört bir yanında artık işsizlik, hele hele gençlerimizdeki işsizlik artık ülkenin bir numaralı sorunu haline gelmiş durumda. Pandemi var değil mi? Ve şu anda Avrupa birincisi olduk gene, dünya dördüncüsü olduk vaka sayısında. Ama vatandaşımıza sorduğumuzda “En önemli sorun nedir?” diye. “İşsizlik” diyorlar, “Yoksulluk” diyorlar, “Hayat pahalılığı” diyorlar. Esnaf dükkânı kapatmak zorunda kalıyor, çiftçi ağır borç altında eziliyor. Çiftçinin üretim maliyeti çok çok yükselmiş durumda, gübre fiyatları neredeyse ikiye katlamış, ilaç fiyatları ikiye katlamış, mazot artmış. Hayvancılıkla uğraşan çiftçilerimiz yem fiyatlarının arttığını görüyor, biliyor ve bir yandan artan maliyetler ve bir yandan artamayan satış fiyatları arasında çiftçimiz sıkışıp kalmış.
Gerçekten değerli arkadaşlarım, son dönemin, yakın tarihimizin şu anda en derin ekonomik krizlerinden birisini yaşıyor bu ülke. Ve çözüm için, bu sorunları aşmak için hükûmetin elinde ne bir kadro var ne de bir plan, program var. Üzülerek söylüyorum ki olmayacak, yapamazlar, yapamayacaklar. Çünkü bu ülkenin ekonomisini düzeltmek önce sağlam bir adalet temelini atmakla başlar, sağlam bir adalet. Önce “Hukuk” diyeceksiniz, “İnsan hakları” diyeceksiniz, özgürlükleri tesis edeceksiniz, hukukun üstünlüğü ilkesini tesis edeceksiniz, tam demokrasi diyeceksiniz, tam. Ancak o sağlam temel üzerine siz ekonomiyi inşa edebilirsiniz. Ve sağlam ekonomiyi inşa ederken de önce ne lazım? İyi bir kadro. Yani dürüst ve işin ehli insanlardan oluşan bir kadro lazım. Düzgün bir ekonomik program lazım ve sağlam eylem planları, iç tutarlılığı olan uygulamalar lazım. Ama şu anda bakıyoruz bunların hiçbirisi yok bu ülkede.
Değerli arkadaşlarım,
Bundan 10 gün önce Sayın Erdoğan bir gece yarısı işlemi ile ve tek imza ile daha dört ay önce, ama dört yıllığına atadığı merkez bankası başkanını görevden aldı.
Beklendiği gibi bu keyfi karar ekonomideki öngörülebilirliği ve güveni ciddi biçimde sarstı.
Peki, bu karardan sonra ne oldu?
Dolar, Türk lirası karşısında 1 liradan fazla arttı. (7,21’den dün akşam itibariyle 8,26’ya çıktı)
Hazinenin iç borçlanma faizleri 4 puan civarında arttı.
Türkiye’nin dış borçlanma maliyetleri 1,5-2 puan civarında artış gösterdi.
Tabii ki bu artışlar hem hazinenin hem de özel sektörümüzün üzerine ciddi bir yük getirdi. Bakın çok değil sadece 10 gün içerisinde oldu bu ve tek bir imza yüzünden, tek bir karar yüzünden oldu. Düşünün şu anki sistemin memlekete ne kadar büyük bir zarar verdiğini.
Şimdi sizinle bazı rakamları paylaşmak istiyorum:
Döviz kurlarındaki ve borçlanma faizlerindeki artış hazinenin borcunda ve faiz giderlerinde toplam 194 milyar lira artışa yol açtı. Mukayese etmek için çitçiye verilen bir yıldaki toplam destek 23 milyardır. En son “Esnafa destek” dedikleri rakamlarım toplayın 4 milyardır.
Sadece tek bir imzanın sadece hazinenin, kamunun borç yüküne ve faiz ödemelerine getirdiği maliyet 194 milyar. Bu rakamı düşünebiliyor musunuz?
Bakın hazine dışındaki kamu kuruluşlarının borcu ve finansman giderlerindeki artış 105 milyar TL oldu.
Özel sektörün dış borcunun TL karşılığı tutarıyla, faiz maliyetlerinde toplam 278 milyar TL artış meydana geldi. Eski parayla katrilyon bunlar. Yeni parayla düşük gibi geliyor ama eski parayla katrilyon.
Toplamda bakıldığında kamu ve özel sektörün dış borç tutarı ile iç ve dış borçlanma faiz maliyetindeki artış 531 milyar liraya ulaştı.
Bu hesapların içinde özel sektörümüzün ve vatandaşlarımızın yurt içi kredileri üzerindeki faiz yükü de dâhil değil.
Bunları da eklersek maliyetin boyutu daha da artacaktır. Şimdi altını çizerek vurgulamak istiyorum:
Pandemi döneminde esnafa ancak 5 milyar TL, fakir ailelere 6 milyar TL yardımda bulunan, tüm çiftçilerimize yılda ancak 23 milyar TL destek sağlayan hükûmet, bir keyfi imza ile bu yardım ve desteklerin 50 katı, 100 katı kadar yükü esnafımızın, çiftçimizin, sanayicimizin, vatandaşlarımızın sırtına yüklemiş oldu.
Bu durum keyfi ve yanlış kararların bir ülkeyi nasıl bir kısır döngü ve açmazın içine soktuğunun açık bir göstergesidir.
*****
Değerli arkadaşlar,
Maalesef değerli arkadaşlar maalesef, çok istiyordu değil mi? Cumhurbaşkanı tek yetkili olmayı çok istiyordu. Bütün yetkiyi bana verin bak nasıl enflasyonu da çözeceğim, faizi de çözeceğim diyordu. Ama sonuç ortada. Yalnız bakın şunu yapmıyor; tek yetkiyi elinde topladı ama bütün bu olanların da tek sorumlusu olduğunu kabul etmiyor. Hâlbuki böyle bir şey olmaz. Eğer imza tek yetkiliyse bunun bütün sonuçları da yine tek bir sorumlunun sırtındadır. Bundan kaçamaz, böyle bir şey yok.
Ve değerli arkadaşlarım maalesef üzülerek söylüyorum ki şu son 2 buçuk, 3 yıla baktığımızda yani partili, taraflı Cumhurbaşkanı görevine başladığından sonraki güne bugüne baktığımızda, bir ara akraba bakanla da el ele verdiler biliyorsunuz, beraber yürüttüler bu işi, ülkenin borcu, Hazine'nin borcu tam ikiye katlamış durumda. İki yılda ikiye katladı. Bu kadar hızlı borç artışı hiçbir dönemde yaşanmamıştı, hiçbir dönemde. Kötü yönetimin, keyfi yönetimin, bütün yetkiyi tek elde toplamanın, istişaresiz yönetmenin, yanlış bir kadroyla yönetmenin ülkeye maliyetini herhalde bu rakamlar çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. İnanın içimiz yanıyor, yazıktır, günahtır. Bütün bu olanların tek sebebi kötü yönetim ama şöyle de baktığımızda demek ki düzgün, dürüst, işi bilen bir kadro işin başına geçtiğinde de bu sorunların ne kadar hızlı çözülebileceğini de bu bize gösteriyor. Neden-sonuç ilişkisi çok açık. Kötü yönetimin sonucu kötü, düzgün yönetimin sonucunda da ülkemiz çok daha güçlü yarınlara hep beraber ulaşacak.
Bugün iktidarda, halkı değersizleştiren, vatandaşa kötü söz söyleyen, elindeki yetkiyi sopa olarak kullanan bir zihniyet var.
Tepedeki zihniyet böyle olunca, Çerkezköy’de de geçenlerde yaşandığı gibi, bazı mülki idare amirlerinin davranış kalıpları da olumsuz yönde etkileniyor.
Yukarıdaki zihniyet, aşağı doğru bir yönetim üslubu olarak yansıyor. Bunun pek çok örneğini ülke sathında görüyoruz.
Arkadaşlar, eminim hatırlıyorsunuz, bunlar salgının ilk günlerinde millete IBAN numarası atmışlardı.
Akılları fikirleri vatandaştan para toplamada.
Vatandaşa destek vereceklerine, vatandaştan para istiyorlar.
Pandemiyle mücadele için aldıkları tedbirlerin başında da vatandaştan ceza tahsilatı yapmak var.
Merkez Bankası’nı boşalt, borca sok, kara gün akçelerini harca; sonra gel vatandaştan topladığın ceza ile bütçe açığını kapatmaya çalış.
Vatandaşa karşılıksız destek sunacaklarına, yaptıkları daha çok ceza ve daha çok borçlandırma. Borç üstüne borç, taksit üstüne taksit, faiz üstüne faiz. Şu anda yapılan bu.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bu dönemde esnafla, işçiyle kavga edip, dükkân kapatmakla tehdit edenleri gördük. Bir değil, iki değil...
Sorumluluğu öyle üç-beş valiye, kaymakama falan yıkmayın. Asıl sorumluluk en tepede. Bu arkadaşınız 13 yıl bakanlık görevi yaptı. Bürokrasi yukarıdan aşağıya şekillenir. Eğer mülki idari amirlerinden davranış sorunları varsa valilerde, kaymakamlarda bunun asıl sebebi ülkenin en tepesindeki tutumdur, zihniyettir.
Siz hiç şu son yıllarda, Sayın Erdoğan’ın ağzından bir kere güzel söz çıktığını duydunuz mu? Bir kere tatlı dille konuştuğuna şahit oldunuz mu? Bir insanı ikna ettiğini gördünüz mü?
Görmediniz, göremezsiniz.
Bizim siyasi kültürümüzde ne vardır arkadaşlar? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı vardır.
Vatandaşa sadece ama sadece hizmetkâr olan devlet anlayışı vardır. Bu yüzlerce yıllık devlet yönetme geleneğimizin ana ilkeleridir. Bunlar önce insan demeyi bıraktılar önce devlet demeye başladırlar. “Beka beka” deyip duruyorlar. Siz önce vatandaşın bekasını düşünün. Önce vatandaşa saygı duyun. Siz onlara hizmet için buradasınız. “Beka beka” deyip “Önce devlet” dediğinizde bu ülkenin halkı bundan istifade etmez. Yoksulluk artar, perişanlık artar. Garibanın eğer derdini duymazsanız, vatandaşın sıkıntısını bilmezseniz o saraylardaki 50 araçlık, 100 araçlık konvoylarınızdaki hayatın dışına şöyle başınızı uzatıp bakamazsanız bu ülkeye artık siz hizmet edemezsiniz. Artık yavaş yavaş gitme zamanınız geldi demektir.
“Ekmek alamıyorum” diyene “Abartıyorsun, al keyif çayı iç” diyecek kadar uzaklar bu millete. Hâlbuki biraz sokağa çıksalar, biraz vatandaşla haşır neşir olsalar bu ülkenin gerçeklerini görecekler. Problemleri kabul edecekler ve belki de çözüm için bir şeyler yapmaya başlayacaklar. Ama artık yapamıyorlar.
Çünkü sokaklardaki tepki belli bir eşiği geçmiş, yürüyemiyoruz arkadaşlar. Vatandaşlar gelip bize derdini anlatıyor ve her bir cadde, sokak, çarşı programımız beklediğimizin en az 2 katı, 3 katı vakit alıyor. Çünkü önümüzü kesiyorlar, herkes dertli. Dün Kırklareli'nde bir gencimiz yaklaşıp da "Gülen insanlar diyarına hoş geldiniz" deyince, tabii bir tezatı da gördüm ki gülen insanlar diyarı olmuş yüzü asık insanlar diyarı. Dedim ya “Yazık, Kırklareli'ni bile eğer siz bu gülen insanlar diyarını bile bu hale getirdiyseniz gerçekten çok yazık” dedim kendi kendime.
Değerli arkadaşlar;
Koronavirüs ile mücadeledeki zihni sinir projelerini anladık:
Kurala uymadığını gördüğün vatandaşı fırçala, ceza yaz, işlem yap. Peki devleti yönetenler kurallara uyuyor mu?
Artık lebalep kongreleri bir kenara bırakalım, bütün Türkiye'de meşhur oldu. Gittiğimiz her restoran sahibi, her lokanta, her kahvehane sahibi diyor ki “Ya” diyor, “Bize kural getiriyorlar yarısı dolu olacak, işte hafta sonu şöyle, 7'de kapatacaksın, şu-bu, bakıyoruz” diyorlar, “Kongreler dolu.” Hem de sıkışık, bizim bu kongre salonumuz gibi tedbirli değil, iç içe. Ve bununla da övünüyor bakın, övünüyor. Ne diyor Cumhurbaşkanı; “Maşallah” diyor, “Ya pandemiye rağmen gelmişsiniz, doldurmuşsunuz bu salonu ne güzel” diyor. Niye bunu diyor? Çünkü korkuyor. “Acaba bizim kongrelere hala bizim arkadaşlar gelir mi ki?” diye içten içe korkusu var. İç dünyasında korku var. “Acaba bizim teşkilatlarımız, bırakın hani vatandaşı bizim teşkilatlarımız hanidolduramayabilir mi salonları?” diye içten içe korkuyor ki o tabloyu görünce çok seviniyor ve onu açığa vuruyor. Demek ki korku dağları sarmış. Ve değerli arkadaşlar şu anda Türkiye'yi yöneten zihniyetin öyle bir kuralla falan alakası yok, kural tanıma alışkanlığı yok.
Mesela ekonomi kural işidir. Kuralına uyuyorlar mı? Uymuyorlar.
Uysalardı, fakirleşmezdik. Uysalardı; korona dönemi için biriktirdiğimiz, Merkez Bankası’nın yedek akçelerini bir gecede tüketmezlerdi.
Uysalardı; kafalarına esince Merkez ankası başkanını değiştirmezlerdi. 20 ayda 4 başkan değişti, 4.
Mesela hukuk kural işidir. Kuralına uyuyorlar mı? Uymuyorlar. Uysalardı, adaletsizlik büyümezdi. Uysalardı, rahat rahat anayasayı çiğnemezlerdi.
Çünkü zihniyet keyfilik zihniyeti. “Ben anayasaya da yasayla da kendimi niye bağlayayım ki?” diyor. “Ne olacak?” diyor. “Ben 50 artı 1'i aldım cebime koydum, atı alan Üsküdar'ı geçti” diyor. Bunlar hep ifadeler, kendi ifadeleri bakın. ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ kendi ifadeleri. “E ne olacak ki anayasada 50 artı 1, referandumda 50 artı 1, ama ben kendim, şahsım ben de 50 artı 1'im”
diyor. Dolayısıyla anayasaya uymama hakkını görüyor kendisinde. Bakın arkadaşlar bir ülkeyi yönetenler, bir ülkenin yönetiminin iradesini elinde tutanlar mutlaka ve mutlaka hukukla ve süreyle sınırlandırılmalıdır. Hem hukukla hem de süreyle. Süre uzayınca o emanet diye teslim alınan görev var ya, o emanet diye oturulan koltuklar, o emanet diye binilen araçlar, uçaklar süre uzayınca benim hissi geliyor yavaş yavaş. Ya bunlar benim galiba hissi oluşuyor. Ondan sonra da bırakmak çok zor oluyor. O koltuğa yapışılıyor. Ya kalkarsam sonrası ne olacak endişesi daha çok hâkim olmaya başlıyor. Hâlbuki değerli arkadaşlar, bir ülkeyi yücelten, bir ülkeyi zenginleştiren hukuktur, kurallı bir yönetim anlayışıdır.
Mesela salgın yönetimi kural işidir. Uyuyorlar mı? Bunu hiç anlatmayayım, siz anlayın.
Uysalardı, ilgili bakan çıkıp “bu konuyu gündemde tutmanın kimseye faydası yok” demezdi.
Lebalep kongreleri soruyorlar ilgili bakana, ya artık geçelim bunu diyor. Verecek cevabı yok, konuşamıyor. Diyemiyor ki “Ya bizim Cumhurbaşkanı kendi koyduğu kurala kendi uymuyor ben ne yapayım, gücüm yetmiyor bakan olarak.” Çıkıp söyle de gerçeği biraz insanlar duysun. O konuyu geçelim, gündemde tutmayalım ne demek ya? Çünkü sorumluluk makamıdır, bakanlık sorumluluk makamıdır. Bundan kaçamazsınız ki.
Ama vatandaş oturduğu yerde beş dakika kurala uymadı diye azar işitiyor. Hiçbir konuda kural tanımayan yönetim zihniyeti, kural diye diye vatandaşın peşine düşüyor.
Değerli arkadaşlar;
Vatandaşlarımız tabii ki kurala uysunlar. İnsanlar bu kurala kendileri için, aileleri için, anne babaları için, aynı ortamı paylaştıkları diğer insanların hayatı için uysunlar. Buna kimse itiraz etmiyor.
Elbette maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyulacak.
Fakat bunlar tabii böyle maske deyince, mesafe deyince, temizlik deyince başka şeyler de anlıyorlar. Bunlar hâlbuki “Önce halk sağlığı, önce halk sağlığı” diyeceklerine, bakıyoruz vatandaşlarımıza salgın bahanesiyle ceza arkasına ceza düzenliyorlar.
Ama tüm bu kuralların bir mantığı olur, bir düzeni olur.
Öncelik halk sağlığı olur. Vatandaştan salgın bahanesiyle ceza toplamak öncelik olmaz arkadaşlar olamaz.
Peki, kendileri hiç mi kurala uymuyorlar? Bakın maske, mesafe, temizlik kuralını nasıl anlıyorlar, nasıl uyguluyorlar?
Şöyle bir anlatayım:
Yüzlerinden akan sorumsuzluğu “maskeyle” kapatıyorlar.
Maskeyi böyle anlıyorlar.
Milletin geçim derdiyle ve hakikatle aralarına “mesafe” koyuyorlar.
Mesafeden anladıkları da bu.
Olumsuz bir şey varsa, ihaleyi vatandaşa yıkarak kendilerini “temize” çıkarıyorlar.
Temizlik dedikleri de bu.
Enflasyon değil mi? Tamamen kötü yönetimin sonucu, başka hiçbir sebebi yok, kötü yönetiyorlar. Kur artıyor, kur gidiyor enflasyona vuruyor. Sonra hemen gidiyorlar vay bu enflasyona kim sebep oldu? İlk dalgada kuru soğan depolarıydı değil mi enflasyonun sebebi? Bir dönem pazarcı esnafını suçladılar, “Terörist” dediler ya, pazarcı esnafına “Terörist” dediler. Pazarcı esnafı fiyatları artırıyormuş, bunların hiç suçu yok. Kendilerini temize çıkartmaya alışıklar ya. Daha sonra marketlere saldırmaya başladılar, dediler “Bu zincir marketler bu enflasyona sebep oluyor.”
Ya şunu açıkça çıkın söyleyin ve inanın bakın çıkıp söyleseler, çıkıp söyleseler “Ya biz hata yaptık, gerçekten bu işin sorumlusu biziz, hatamızı da anladık, artık bu yanlışta ısrar etmeyeceğiz, hukuka uyacağız, ekonomiyi de kurallı bir anlayışla yöneteceğiz, Merkez Bankası'nı bağımsız yapacağız” deseler, çıkıp bunu açıklasalar inanın ülke hemen rahatlayacak ya. Bakın buradan formülü söylüyoruz, kopyayı veriyoruz, çözümü söylüyoruz. Bu kadar basit. Ama yanlışta ısrar edince, yanlışı doğru gibi savununca o zaman işte memlekette ümitsizlik artıyor. O zaman insanlarda o boğulma hissi çoğalıyor. Ülkedeki o karanlık derinleşiyor, karanlık, zifiri karanlık haline geliyor.
*****
Değerli arkadaşlar;
Ben buradan tüm milletimize de seslenmek istiyorum.
Bakın, tedbirler zamanında alınmadığı için pandemi kötüye gidiyor. Test sayısı azalıyor ama buna rağmen bilinen vaka sayısı artıyor.
Verilen sözler yerine getirilmiyor. Aşı ile ilgili son 3-4 aydır yapılan açıklamaları bir alt alta yazın bir tane tutarlı bir şey var mı? Şu miktar geliyor, şu zaman geliyor. Bir bakan açıklıyor, bir Cumhurbaşkanı açıklıyor fakat dediklerinin hiçbirisi bugüne kadar tutmadı. Ne miktar tuttu ne de zaman tuttu. Sözlerinde durmuyorlar, duramıyorlar. Hesap kitap yok, plan program yok. Mayıs’ta tamamlanacağı söylenen aşılama sonbahara sarkıyor. Neden ertelendiğinin açıklamasına zahmet bile edilmiyor.
Şeffaf olunmadığı için, hatalardan ders çıkarılmadığı için harita kızarıyor. Harita kızarıyor, ancak hükûmetin yüzü kızarmıyor.
İnanıyorum ki milletimiz utanmayanlara, yüzü kızarmayanlara, sandık günü geldiğinde kırmızı kartı gösterecektir.
Korona haritasının rengi, sandık günü vatandaşlarımızın hükûmete göstereceği kartın rengidir.
Bu kuralsızlığa karşı, bu keyfi yönetime karşı, bu iş bilmezliğe karşı halkımız, sandık günü DEVA Partisi’ni iktidara taşıyacaktır.
Çünkü DEVA Partisi, “Önce insan” diyen, sadece hizmet için yola çıkmış, haktan yana olanların partisidir.
Çünkü DEVA Partisi, milletimizin hak ettiği birinci sınıf demokrasi, birinci sınıf hukuk, birinci sınıf ekonomik refahı getirecek olan partidir.
Biz DEVA Partisi olarak tüm Türkiye için hazırız.
Çünkü ülkemizin demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Ve biz hazırız.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.
Çünkü bu ‘algıları ayarlama kurumu’ var ya, “İletişim Merkezi” diyorlar, biz ona da “Algıları ayarlama kurumu” diyoruz. Ellerindeki devlet kanallarıyla bu ülkenin vatandaşlarından toplanan vergilerle, bu ülkenin gerçeklerini karartıp başka bir sanal ortam sunmaya çalışıyorlar. İşte biz hakikati anlatmamız lazım. Hem hakikati anlatacağız hem de milletimize kulak vereceğiz. Dinleyeceğiz, sorunları dinleyeceğiz. Çözüm önerilerini dinleyeceğiz vatandaşlarımızın ve toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.
Biz, DEVA Partisi olarak, bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz
Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Çerkezköy‘ün DEVA’sı var, Ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.