6 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adıyaman Basın Toplantısı Konuşması

6 Şubat 2024

Ali Babacan Adıyaman Basın Toplantısı Konuşma Metni


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Çok değerli ev sahibimiz, meclis başkanımız,

Teşkilatımızın çok değerli mensupları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,

Kıymetli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Bugün, burada, Adıyaman’da düzenlediğimiz toplantıya hoş geldiniz diyorum.

*****

Kıymetli dostlarım,

Bugün tarihimizin en büyük felaketinin, o büyük acının yıldönümü…

Evet, tam bir yıl geçti bu sabah saat 04.17 itibariyle

Merkezdeki saat kulesi bir senedir 04.17’yi gösteriyor. Sadece saat kulesinin saati değil, tüm Adıyaman’da saat 6 Şubat 2023’te 04.17’de durdu.

Hayat durdu, dünya durdu.

Adıyaman’ın yaşadığı acının, Adıyaman’ın yaşadığı çaresizliğin tarifi yok.

Sözleri, kelimeleri, gözyaşlarını tükettik.

Depremden sadece iki ay evvel Adıyaman sokaklarındaydım. Bir buluşma gerçekleştirmiştik, açık hava buluşması, hatırlarsınız.

Filistin caddesindeydim.

Gelişimden iki ay sonra o sokaklar, o caddeler yok oldu, sonsuz bir acıya, sonsuz bir karanlığa gömüldü.

O felaket gününden sonra, günlerce Adıyaman’a gelen-giden olmadı.

Adıyaman’ın sokakları, binaların altından gelen seslerle doldu;

Enkaz altında yardım bekleyen, kurtarılmayı bekleyen insanlarımızın sesiyle yasa boğuldu.

Çok büyük bir acı yaşadık. Çok büyük bir felaket yaşadık…

Bir kez daha 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.

Allah bir daha ülkemize, milletimize böyle acılar yaşatmasın.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Ben, depremin üçüncü gününden itibaren deprem bölgesindeydim.

Depremin beşinci günü yani Cuma günü akşam saatlerinde Adıyaman’a intikal ettim.

Adıyaman’ın ilk andan itibaren “üvey evlat” muamelesi gördüğüne yerinde şahitlik ettim. Pek çok il konuşuluyordu ama Adıyaman hiç konuşulmuyordu. Sanki yoktu.

Zaten bir hayli zor olan kış şartlarında, nasıl bir çaresizliğe terk edildiğini kendim geldim burada gördüm.

Buraya doğru gelirken, Kahramanmaraş’tan Adıyaman’a doğru gelirken, Gölbaşında, içinde cansız bedenler olan, yıkılmış evlerin üzerini, yağan karın nasıl bembeyaz örttüğünü gördüm.

Adıyaman merkezde, eksi 17 derecede, elektrikler kesikken, vatandaşlarımızın yaktıkları ateşin başında sabahladıklarını gördüm.

Adıyamanlı kardeşlerimin, dostlarımın; seslerini Ankara’ya duyuramadıklarını gördüm.

Hatta bazı köylere girdiğimde ne duydum biliyor musunuz? “İlk kez siz geldiniz”.

Şuramda nasıl bir ateş yandığını size anlatamam.

Herkes bir başına, herkes kendi kaderine…

Bizim geldiğimiz istikametten şehre giriş yolu tamamen kapalıydı.

Ve şehrin girişindeki yolun açık olduğu bir mahalleye doğru girdik. Baktık bir enkaz var ve iş makinası çalışıyor.

“Geçmiş olsun” diye yaklaştığımızda o iş makinesinin sahibi geldi ki; “başkanım” dedi “ben İzmir'den geldim. Bu makinayı da İzmir'den getirdim.”

İzmir nere Adıyaman nere…

Ve “girerken şehre baktım, şehrin girişindeki iş makinesi parkı dolu. İş makinaları orada duruyor ama enkazlar da burada duruyor” dedi.

“Ve bu yıkılan binada benim ailem var. Akrabalarım vardı. Şimdi ben kendi makinemle, iş makinemle, kendi akrabalarımı, yakınlarımı kurtarmanın mücadelesini veriyorum” dedi.

Jeneratörünü koymuş, ışıklandırmasını yapmış, vatandaşımız kendi makinesiyle kendi akrabalarını kurtarmaya çalışıyor.

Ki şanslı, bir iş makinesi var.

O gece biz buradan tüm Türkiye'ye canlı yayın yaptık.

Çünkü kendi uydu nakil aracımızı getirdik. Kendi jeneratörlerimizi getirdik.

Kendi uydu telefonumuzu getirdik. Çünkü cep telefonu bir çekiyor bir çekmiyor. Hele Hatay'da tamamen kapalı cep telefonu sistemi.

Ve buradan o gece yaptığımız canlı yayınlardaki birkaç kanalda yaptık canlı yayını… Tüm Türkiye’ye Adıyaman’ı hatırlattık.

Hükümete çağrı yaptık. “Ne oldu? Adıyaman’ı unuttunuz mu?” Dedik.

Zifiri karanlıkta, cep telefonlarıyla yüzümüzü aydınlattık.

Hatta belki izleyenler hatırlar. Sanırım Fatih Portakal'ın canlı yayınıydı. Dedim “bakın Fatih Bey şu anda beni görüyorsunuz. Çünkü dört tane cep telefonunun flaşı yanıyor.”

Arkadaşlar dedim ki; “Söndürün şu flaşları.”

Cep telefonunun flaşlarını söndürdüler. Zifiri karanlık.

Evet arkadaşlar,

Evladına ulaşmaya çalışan anne babaların enkaz başındaki feryatları, anne-babasına, sevdiklerine ulaşamayan insanların çaresiz gözyaşları içinde kaldı Adıyaman.

Ben de kendi çalışma arkadaşlarımı kaybettim.

Diğer şehirlerde olduğu gibi Adıyaman’da da arkadaşlarımı kaybettim.

Huzurunuzda bir kere daha onları anmak istiyorum.

Kimleri yitirdik, biraz bahsetmek istiyorum.

Tut İlçe Başkanımız Mehmet Baykara’yı kaybettik.

Mehmet Bey’i 8 kişilik ailesiyle birlikte vefat etti. Tut ilçemize de gittik. Daha sonra ikinci ziyaretimize ki benim bu depremden sonraki dördüncü Adıyaman ziyaretim. Orada yerini gördük. Ailesiyle annesini babasını ziyaret ettik çok muhterem insanlar. Annesiyle babasıyla dertleştik.

Mehmet Baykara’yı Tut’ta kime sorarsanız sorun, herkes iyiliğinden, hayrından bahseder size.

Sevilen, sayılan, her derde koşmaya çalışan candan bir kardeşimdi.

Yine Adıyaman’da il yönetim kurulu üyemiz Süheyla Dicle’yi kaybettik.

Gencecik bir arkadaşımızdı. Adıyaman il başkanlığımızın ilk kurucu heyetindeydi. İlk günden beri bizimleydi.

Ve sıcak kanlılığıyla, cana yakınlığıyla, bitmeyen enerjisiyle bize can katan bir arkadaşımızdı.

Hasari Yenice’yi ailesiyle beraber kaybettik… Hasari Bey, hani pür iyilik hali vardır ya, öyle naif bir arkadaşımızdı. Dobra dobra fikrini söyleyen, hiçbir şeyden çekinmeden, açık yüreklilikle mücadele eden bir arkadaşımızdı.

En son deprem öncesinde Adıyaman’a geldiğimde beraber esnaf ziyareti yapmıştık. Bol bol kendisiyle sohbet etmiştik.

Yine Adıyaman il yönetiminden Sami Özel kardeşim… Şehirdeki en çalışkan insanlardan biriydi. Ailesiyle birlikte kaybettik.

Hatay’da da Kahramanmaraş’ta da çok sevdiğim arkadaşlarımı kaybettim.

Allah her birine gani gani rahmet eylesin.

Biz onlardan razıydık, Allah da onlardan razı olsun.

*****

Değerli arkadaşlar;

Depremin üçüncü gününden itibaren hep deprem bölgesindeydim.

İlk 14 günün 9’unu tamamen bu bölgede geçirdim. Ve ilk 14 günde 11 ilin tamamını, hatta pek çok ilçeyi de ziyaret ettim.

Vatandaşlarımızın yaşadığı acıyı anlamak, elimizi uzatabilmek, seslerini duyurabilmek için yapmamız gereken her ne ise, onu yapmak için buradaydım.

Öyle birileri gibi helikopterle inip yarım saat görünüp geri gidenlerden olmadık. Özel uçaklarla gelip hemen ayrılanlardan olmadık

Poz verenlerden değildik. O yüzden çok insanımızı duydum. Çok insanımızı gördüm. Çok acıyla kavruldum.

Arabamızla; ilçe ilçe, köy köy gittik. Girilmemiş sokaklara girdik.

Benzin kuyruklarında bekledik.

Yardım eli uzatılmamış insanlarımıza ulaştık. İmkânlarla ihtiyacı olanları buluşturmaya çalıştık.

Arama kurtarma çalışmasının başlamadığı enkaz başındaki çaresizliği gördüm.

Ateşin düştüğü yerleri gördüm. Acıyla kahrolmuş sokaklarda yürüdüm.

Gerçekten çok hazindi arkadaşlar. Çok.

Herkesin ortak sorusu “İlk 48 saat devlet neredeydi?”

Bazı yerlerde 72 saat. Bazı yerlerde 4 gün, 5 gün.

Merkezlerden uzaklaştıkça süre uzuyor. Hele böyle küçük bir köy ücra bir
beldeyse 4 gün 5 gün hiçbir çalışma yok.

Oralardan da geçtik. Kaç tane muhtarımız ellerini gösterdi, parçalanmış ellerini. Dediler ki; “biz kendi çabalarımızla ya komşularımızı kurtardık ya da cansız bedenlerini toprağa verdik. İlk siz geliyorsunuz” dediler.

Dile kolay, ama yüreğe çok ağır bu.

Evladının olduğu bir enkazın başında, günlerce tek başına bırakılan insanlar gördüm.

Ellerini parçalaya parçalaya moloz kaldırmak zorunda kalan vatandaşlarımızı gördüm.

Günlerce aç-susuz kalmış bebeğine çaresizlikle ağlayarak sarılan anneler gördüm.

En temel ihtiyaçları için saatlerce kuyrukta bekletilen vatandaşlarımızı gördüm.

Hepsini dinledim.

Ama tüm tabloya baktığımda ne gördüm biliyor musunuz?

Göz göre göre gelen bir depremle, göz göre göre yaşanan bir afetle mücadele edemeyen bir hükûmet gördüm.

Adıyaman’a, partimizin kuruluşunun ardından ilk kez 26 Kasım 2020 günü gelmiştim. 3 yılı geçmiş.

O gün demiştim ki “Adıyaman’da büyük bir kentleşme ve konut sorunu yaşanıyor.”

O gün “Adıyaman’ın kentsel dönüşüme ihtiyacı var. Hem konut sorununun çözülmesi için hem de afetlere karşı önlem alabilmek için kentsel dönüşüme ihtiyacı var” demiştim. Taa 3 yıl önce

Bunun öncelikli bir mesele olduğunu depremden neredeyse 3 sene evvel söylemiştim.

Ben Kâhin değilim, haşa, müneccim değilim.

Arkadaşlar, görünen köy kılavuz istemiyor.

Atalar der “Kaza geliyor demez” diye, ama “deprem geliyorum” diyor.

Çünkü bilim insanları söylüyor. Adresi, konumu söylüyor. Depremin büyüklüğünü söylüyor ve yaklaşık olarak da zamanını söylüyor. Tabii yaklaşık derken milyonlarca yıllık bir dünyada yaklaşık zaman dediğimiz işte 20 yıl önce 20 yıl sonra ama “bu dönemlerde bir deprem olacak” diyor.

Uzmanlar bas bas bağırdı, uzmanlar her fırsatta uyardı.

2017 ve 2018’de, merkez üssü Samsat olan iki deprem burada yaşadı değil mi? Samsat depremleri.

Adıyaman Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünce hazırlanan rapora göre bu depremlerden ağır hasar alan tam 1884 yapı, tekrar ediyorum 1884 yapı; boşaltılmamış.

Ne diyorlar? “Vatandaşlar boşaltmıyor” diyorlar. Ya arkadaş sen vatandaşlarımıza bir alternatif gösterdin, yaşanabilecek bir adres, mekân gösterdin de vatandaşımız oralardan çıkmadı mı? Bir planlama yapmazsan…

Hani depremden sonra “Asrın felaketi” diye hemen kampanya yaptılar ya.

Çünkü onlar için her şey bir imaj her şey bir algı yönetiminden ibaret.

Enkazı kaldırmak yerine, enkaza makyaj yapmaya çalıştılar ya hani; “Asrın felaketi” diye.

Doğru, yaşadığımız asrın afetiydi ama, bu iktidarın ihmalkarlığı yüzünden asrın afetiydi.

Ve o ilk haftaki bölge ziyaretimizde Türkiye'ye hep şunu anlattık: Bakın televizyonları açtığınızda hep bir kurtarma operasyonu görüyorsunuz değil mi? Makineler çalışıyor. Ama makinenin çalıştığı bir bina varsa makinelerin çalışmadığı enkaz halinde bekleyen altında canlı veya cansız bedenlerin olduğu belki yüz bina var. Bir binada çalışma var, yüz binada çalışma yok. O da artık dördüncü, beşinci, altıncı güne gelmişiz yani. İlk günlerde o da yok.

Bakın İSİAS oteli…

6 Şubat sabahı tam 72 cana mezar olan bir kum yığınına döndü.

Voleybol finalleri için Adıyaman’a gelen ve oteli güvenli buldukları için orada kalmayı seçen 11 yaşında, 12 yaşında, 13 yaşında, 14 yaşında evlatlarımız da oteldeydi.

Hepsini kaybettik, hepsini.

O büyük acının mahkemesi hala devam ediyor.

Doruk ve Alp’in babaları Osman Akın ne dedi biliyor musunuz:

“Çocuklarımıza ulaşmak için enkazı ellerimizle kazdık” dedi.

“Hep bir umut ile çocuklarımıza ulaşacağımızı zannettik” dedi.

“Çocuklarımıza ulaşmaya başladığımızda sağ salim ulaşmak umudumuzu yitirmeye başladık. Çocuklarımızın bedenine bir bütün olarak ulaşmaya çalışıyorduk” dedi.

Annelere babalara yaşatılan bu acının tarifi var mı?

Bir baba olarak soruyorum: Var mı?

Kıbrıs’tan gelen Nehir Çevik’in Babası Yoksuli Çevik “Çocuklarımızı tabuta koydular, üzerine kum koydular. Mezarlarını kendileri yaptı. Biz oradan çıkartıp toprağa koyduk. Evladımı canlı çıkarma umudum kalmamıştı, sadece bedenini sağlam çıkarmaya çalıştık” dedi.

Bu acının tarifi var mı?

Nehir Çevik’in kız kardeşi Irmak ne dedi biliyor musunuz “Ben bugüne kadar hiç tabut görmedim. Hayatımda ilk kez 12 yaşındaki kardeşimin tabutunu gördüm. Üzerine toprak attılar. Benim kardeşim karanlıktan korkardı. Onun mezarının üzerine ışık götürdüm. Kardeşim karanlıktan korktuğu için benim yanımda yatardı. Benim kardeşim bundan sonra gökyüzünü görmeyecek.” Dedi.

Bu acının tarifi var mı?

Selin Karakaya’nın annesi Ruşen Karakaya, kızının neşesini hayallerini anlattı. “Çok hayali vardı. Satrancı çok severdi” dedi. Selin bir daha ne voleybol oynayacak ne satranç. Ne de fotoğraflarından gördüğümüz o güzel gözleriyle umut saçacak.

Selin’in annesinin yaşadığı bu acının tarifi var mı?

Anneler babalar, voleybol turnuvasına katılma heyecanındaki evlatlarını otele yerleştirdiler.

Bu otelde kaldılar, çünkü alelade bir yer değildi ki.

Devletin, kurumlarının dört yıldızı verdiği bir oteldi değil mi? Ve belediyenin ruhsat verdiği bir oteldi. İlgili bakanlıkların izin verdiği, “burası otel olarak kullanılabilir, üstelik iyi oteldir, bak dört yıldızı vardır” dediği bir oteldi.

Mezar oldu, hepsi mezar. Gerçekten çok yazık.

Bu ihmalkarlığın altında sadece müteahhitlerin, sadece otel sahiplerinin imzası yok; o otelde konaklanılmasına müsaade eden Kültür ve Turizm Bakanlığından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına varana dek herkesin imzası var.

Dikkat edin, depremden bu yana tam bir yıl geçti. Şu anda davalar kimler hakkında yürüyor? Hep müteahhitler hakkında değil mi?

Peki o müteahhitleri denetlemekle mükellef olan kamu görevlileri, ilgili bakanlıklar, belediyeler, onlarla ilgili hangi süreçler işliyor?

O binaları çürük yapan, sağlam malzeme kullanmayan müteahhitler suçlu da o binaları tüm millet adına denetlemesi gereken, “bu binada oturulabilir” diye ruhsat veren, izin verenlerin hiç suçu yok mu?

Bu, kayıtsızlığın, umursamazlığın resmidir.

İnsanımızın canına ne kadar önem verildiğinin resmidir.

*****

Bakın arkadaşlar,

Uzmanlar senelerce “deprem geliyor” dedi; kıllarını kıpırdatmadılar.

Sokakta insanlar “Caddenin altından fay geçiyormuş” dedi; kıllarını kıpırdatmadılar.

Deprem göz göre göre geldi.

İnsanlarımız göz göre göre hayatını kaybetti.

Ben 6 Şubat’ı ömrümüm sonuna dek unutmayacağım, unutamayacağım.

6 Şubat’ın ardından yaşanan ihmalkarlıkları unutmayacağım.

Arama-kurtarma çalışmalarında, deprem sonrası yardımlarda yapılan ihmalleri unutmayacağım.

Üzerinden bir sene geçtikten sonra bile hâlâ temel ihtiyaçlarına erişmekte güçlük çeken vatandaşlarımızın bugün var olduğunu unutmayacağım.

Vartana’da, vatandaşlarımız başlarını sokacak prefabrikler yapıldı diye sevinirken, muslukları açtıklarında o akan kurtlu suyu unutmayacağım.

Şehir genelinde içilebilir su sorunun bir türlü çözülememesini unutmayacağım.

6 Şubat’ın üzerinden bir sene geçmiş olmasına rağmen, Adıyaman’da az sayıda doktorun bulunduğu sadece bir tane hastanenin faaliyet gösterdiğini unutmayacağım.

Evet bir sene oldu. Tam 365 gün.

Dememişler miydi “biz bir yılda bu konutları tamamlayacağız” diye.

Hatırlayalım depremden sonra, ki deprem seçimlerden 3 ay önce olmuştu. Seçimlerden önce ne sözler verdiler, neler neler neler neler…

Konut sözü de verdiler. Ama yok.

Türkiye Cumhuriyeti bu kadar zayıf bir devlet mi?

Türkiye Cumhuriyeti bu kadar yokluk çeken bir devlet mi?

Bir sene geçti, hâlâ burada yaşayan insanlar, gündelik yaşamlarına geri dönemediyse bu kötü yönetimin sonucu.

Eğer bu Adıyaman'a ilk girerken iş makineleri orada duruyor enkazlar orada duruyorsa ve birileri gelip de bunu koordine edip “arkadaşlar hadi şu makineleri çalıştırın götürün enkazlara” demediyse bu kötü yönetimin sonucu.

6 Şubat 2023 sabahı depremzedeydiler Adıyamanlılar, bir sene geçti, hâlâ depremzedeler.

6 Şubat 2023 sabahı her şey anormaldi, bir sene geçti her şey hâlâ her şey anormal.

Kadim şehrimiz Adıyaman’ın hayalet şehre dönmesine izin verdiler.

Yok olan kentlerin yerinde, kentleşmeye dair hazırlık yok.

Kültürel bir altyapı oluşturma hazırlığı, sosyal dokuyu yeniden inşa etme hazırlığı yok.

Şehirlerin yeniden nefes almasına izin yok.

Biz bundan razı değiliz.

Adıyaman’ın, bir sene sonrasında bile depremi dün gibi yaşamasından razı değiliz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz depremin ilk gününden itibaren sahadayız.

Deprem şehirlerinin hepsinde, kendileri de depremzede olan DEVA Partisi il ve ilçe başkanı arkadaşlarım, yöneticilerimiz, hızla yardım için seferber oldular.

Bakın daha depremin dördüncü günü, beşinci günü 81 ilimizden 81 il teşkilatımızdan tam 250 tırlık yardım toplandı. Ve bu yardımlar çoğu ilimizde kendi il başkanlarımızın oluşturduğu depolardan dağıtıldı.

Çünkü biz AFAD'a gidip de “ya bizim tırlar toplanıyor, yardımlar toplanıyor. Bize adres gösterin, bu tırlar oraya insin” dediğimizde AFAD bize adres gösteremedi.

Ben dördüncü gün önce Gaziantep'teydim, İslâhiye’de Ertuğrul Bey'in o günkü il başkanımız bugün Gaziantep milletvekilimizin kurduğu depoyu gördüm. Daha deprem dördüncü günü.

Geçtim Kahramanmaraş'a. Kahramanmaraş il başkanımız da o gün bugün Kahramanmaraş milletvekilimiz, İrfan Bey'in kurduğu depoyu gördüm. Tırlar geliyor o depodan küçük araçlarla yardımlar dağıtılıyor. Depremin bakın dördüncü gününden beşinci günden bahsediyorum.

Daha AFAD'ın felç halde beklediği pek çok yere yardımın ulaşamadığı tarihlerden bahsediyorum.

Devletin kurumları varken AFAD'ından Kızılay'ına kaç tane bakanlığı varken bu coğrafyadaki belediyelerin hemen hemen tamamı hükûmetle aynı partiden iken hareket edemeyen çözüm öğretemeyen bir yönetim var karşımızda. Bir de üç yıllık bir siyasi partinin il başkanlarının, ilçe başkanlarının çabasıyla dört beş günde oluşturulmuş bir yardım sistemi var.

Şu işe bakıyor musunuz? Bize mi düşerdi ya? Üç yıllık bir partiye mi düşerdi bu işi yapmak? Koskoca devlet varken sözüm ona. İnanır gibi değil ya.

Çünkü arkadaşlar işin başına ehil ve dürüst insanları getirmeden bu ülkenin sorunları çözülmüyor.

Sorunların çözümü için her birimin başına o işi bilen ama aynı zamanda dürüst kadroları getirmek gerekiyor.

Ve Türkiye gibi bu büyük ülkenin, bu güzel ülkenin tek bir merkezden tek bir adresten tek bir kişinin imzasıyla yönetilmesi mümkün değil. Yerele yetki devretmeden, yerele imkân ve yetki devretmeden bu ülkenin düzgün yürütülmesi mümkün değil.

Bakın depremden ta iki sene önce açıkladık biz Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı. Ta muhtarlarımıza kadar yetki devrinden bahsettik burada. Muhtarlarımıza kadar verilen imkanlardan bahsettik.

Hem yetki hem de imkân vereceksin yerele ki yerelin sorunu yerelde tespit edilip yerelden çözüm üretilecek. “Yok her şey bana gelsin. Ben imza etmeden kimse hareket edemezsin bu ülkede. “

Hele hele herhangi bir projede rant varsa o projenin illa bir Ankara'dan dolaşması gerekiyor.

Ankara'nın haberi olmadan böyle bir rant varsa o proje yürümüyor, olmuyor. İnanılır gibi değil ya.

Adıyaman’a benim ikinci gelişimde burada oturduk oda başkanlarıyla. Genç arkadaşlar. İşte mimarlar odası, mühendisler odası, jeoloji odası. Dört beş tane oda başkanıyla burada oturduk. İlk ihaleler yapılmıştı. Sözüm ona ihale ama yani ilk projeler birilerine verilmişti.

Bir rakamları çıkarttılar bana.

Dediler ki “ya bakanlığın çıkarttığı inşaat maliyet tablosu bu. Daha bakanlık bunu iki ay önce yayınlamış. İki ay sonra verdikleri inşaatın maliyeti bu.” Üç misli arkadaşlar, üç misli. Bakanlığın kendi yayınladığı inşaat maliyet listesinin üç misline ilk deprem konutları verildi burada. Verildi diyorum çünkü öyle ihale, yarışma falan yok.

İhale deyince zannediliyor ki böyle on tane firma giriyor, yarışıyor. Kim daha ucuza yaparsa o. Değil, öyle değil. Veriliyor bunlar.

Ve maalesef bu depremin acılarının bile sarılamadığı bir dönemde kafalarda hep rant var.

Depremin ardından değerli arkadaşlar, bizim çalışmalarımızın bir ayağı hep bu bölgede oldu.

Hem ben hem arkadaşlarım sahadan uzak durmadık.

Cumhuriyet’in 100. yılında Hatay’daydım.

100.yılı şaşalı salonlar kutlamak yerine, depremle kavrulmuş vatandaşlarımızla birlikte idrak ettik.

İnsanlarımızı dinledik, onların dertlerini aktarmaya, herkesin hikâyesinin başka, herkesin hikâyesinin biricik olduğunu göstermeye çalıştık.

En son, ocak ayında Antep’teydim. İslahiye’yi, Nurdağı’nı ziyaret ettim. Yaraların hâlâ sarılmadığını gördüm.

Dün de Maraş’taydım.

Yapılan deprem konutlarının, yaşayan nüfusun sadece %10’una ancak ulaştırılabildiğini yerinde gördüm.

“Bir yılda tamamlayacağız” dediler. Tamamlanan sadece %10.

*****

Arkadaşlar, biz yüzümüzü, deprem bölgesinden bir an olsun çevirmeyeceğiz.

Bu bizim için bir insanlık vazifesi.

Her alanda, her ortamda, gittiğimiz her yerde bu coğrafyanın gerçeğini dile getirmeye devam edeceğiz.

Gazetecisinden siyasetçisine, sanatçısından STK temsilcilerine, deprem bölgesine turistik muamele yapan, bölgeyi gelip görünecek, gezilecek, poz verilecek bir mekân olarak görenlerin de karşısında olacağız.

Ha bu arada... Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim:

14 Mayıs seçimlerinden sonra, deprem bölgesinden iktidar partilerine oy verenlere hakaret eden, aşağılayan, vatandaşı küçük gören o zihniyeti de en sert şekilde kınıyorum.

Şunu da hicap duyarak ifade etmek isterim ki:

Deprem bölgesini, ibret alınacak bir manzara olarak görenlerin karşısında durmak da bizim buradaki insanımıza borcumuzdur.

Bir kez daha yüksek sesle söylüyorum:

Yaşamak yetmez, kimseye muhtaç olmadan yaşamak gerekir.

Yaşamak yetmez, eğitim gerekir, istihdam gerekir.

Yaşamak yetmez; insan onuruna yaraşır şekilde yaşamak gerekir.

Kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm insanımızın insan onuruna yaraşır biçimde yaşaması için çalışacağız, çalışmaya devam edeceğiz.

Biz bu çalışmalarımızı evet bir siyasi parti olarak tabii ki yoğun bir şekilde sürdürüyoruz. Bir siyasi parti olarak ülkenin çözümlerini de ortaya koyuyoruz.

Ama Mayıs seçimlerinde bize gelen destek iktidarı sağlamamız için yeterli olmadı.

Biz ne yaptık? Hemen seçimden sonra hükûmet kurulur kurulmaz, bizim her alandaki çözümlerimizi biraz önce bahsettiğim bu Yerel Yönetimler Ve Şehircilik olsun veya depremden sonra hazırladığımız bu deprem raporu olsun, bunu Cumhurbaşkanı'na, bakanlara, bakan yardımcılarına set olarak gönderdik.

Hatta tüm bu seti dedik ki “burada eğitimden sağlığa, adalet hukuktan ekonomiye, dış politikadan güvenliğe her şey var, her şey. Umarız ki okur, istifade edersiniz” dedik. Hepsine birer tane gönderdik.

Çünkü biz sadece eleştiren, sadece yanlışlara işaret eden bir siyasi parti değiliz.

Biz aynı zamanda doğrunun ne olduğunu, çözümün ne olduğunu ortaya koyan bir siyasi partiyiz.

Ve bunu bizden başka bu detayda yapan yok arkadaşlar. Bizden başka bu detayda ülkenin sorunlarına gerçek çözüm üreten başka bir parti yok.

Çünkü bazıları siyaseti sadece laf üretmek olarak görüyor. “Bugün ne söylersem haber olurum. Ne söylersem beni haber yaparlar.” İnanın derdin çoğu bu.

Oysaki biz bu ülkenin derdiyle dertleniyoruz. Bu milletin derdiyle dertleniyoruz. Ama sadece dertlenmiyoruz. O dertlerin çözümü için de somut hazırlıklar yapıyoruz. Somut çözümleri ortaya koyuyoruz.

İşte bu deprem raporumuz. Hem durum tespiti var hem de sayfalar dolusu ne yapılması gerektiğiyle ilgili tespitler var. Hepsi gerçekçi. Hepsi yapılabilir şeyler.

Ve üzülerek görüyoruz ki bu büyük ülke bu güzel ülke sadece ve sadece kötü yönetildiği için geri kalıyor. Sadece ve sadece kötü yönetildiği için insanlarımız yaşayabileceği standardın çok daha altında yaşıyor. O hepsini açmak mümkün.

Hep diyorum “Endişeye mahal yok”.

Çalışacağız. Çok çalışacağız. Dosdoğru çalışacağız ve inşallah ülke olarak bu arzu ettiğimiz hep hedeflediğimiz güzel günleri beraberce yakalayacağız.

Hepinize tekrar teşekkür ediyorum. Saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.