9 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bolu Basın Toplantısı Konuşması

9 Şubat 2024


Ali Babacan Bolu Basın Toplantısı


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Değerli yol arkadaşlarım,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza buradan, bu güzel şehrimiz Bolu’dan selamlarımı ve sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Üç gün önce, 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin yıl dönümüydü.

Kahramanmaraş’ta, depremden bir buçuk yıl önce yaptığım konuşmada bölgenin deprem riskine dikkat çekmiştim.

Bu işin şakası yok; demiştim.

Bu işin “sonra bakarız”ı yok; demiştim.

O gün o konuşmayı yaptığım, hükûmeti depreme karşı uyardığım otel, depremde yıkıldı.

Uyarıyı yaptığım otel, yerle bir oldu, un ufak oldu. Ve enkazdan tek bir sağ vatandaşımız çıkmadı, kurtulamadı.

Ben, bir kez de buradan, Bolu’dan yüksek sesle uyarıyorum:

Bolu için uyarıyorum.

“Deprem işi şakaya gelmez” diyorum.

Başta Naci Görür hocamız olmak üzere, uzmanlar ne diyor?

“1999 depremlerinde Kuzey Anadolu Fayının kuzey kolu, Bolu yöresinde tam olarak kırılıp ana kola ulaşamadı. Bu nedenle buralarda nitelikli depremler beklenebilir.” diyor.

Ülkesini, insanını seven bir vatandaş olarak yalvarıyorum:

Bu ülkenin yıkımı önlenebilir afetlere feda edecek tek bir canı yok; önlem alınmalı önlem.

Devletin tüm imkanlarını seferber edilmeli.

Milletimize bir kez daha17 Ağustos, 12 Kasım, 6 Şubat acıları yaşatmayalım diyorum.

Çünkü değerli arkadaşlar, deprem öldürmüyor.

Ne öldürüyor biliyor musunuz?

“Bizim adamımız” denilerek denetimi yapılmayan dükkanlar öldürüyor;

“Bizden biri” denilerek kontrolsüz dikilen binalar öldürüyor;

Tanıdıklara, eşe dost müteahhitlere dağıtılan ruhsatlar öldürüyor.

Yolsuzluk öldürüyor.

İhmalkârlık öldürüyor.

Tedbirsizlik öldürüyor.

Deprem değil, bu zihniyet, bu yönetim anlayışı öldürüyor.

*****
Değerli arkadaşlar, gerçekten eğer tedbir alınmazsa, önlemler alınmazsa Allah korusun ülkemizde daha çok acılar yaşarız.

Halk arasında bir söz vardır biliyorsunuz, “Kaza geliyorum demez” diye ama “deprem geliyorum” diyor .

Bilim insanları lokasyonu veriyor diyor ki, “şu konum” diyor. Depremin yaklaşık büyüklüğünü veriyor ve yaklaşık da zamanını veriyor.

Ha nokta atışı şu gün şu dakika olacak diye artık şu anda elimize öyle bir şey yok. Bugün itibariyle benim buna müsaade etmiyor ama belli coğrafyada belli şiddette belli bir zaman aralığında depremin geleceğini bilim insanları söylüyor ve oluyor.

Bakın Kahramanmaraş depremlerinden bir süre önce bir tatbikat yapıldı.

Pazarcık merkezli bir depremin tatbikatı yapıldı ve yapılan o tatbikatta benim bahsettiğim konuşmayı yaptığım otelin yıkılacağı da yazıyor, raporlarda.

Yani o bölgede deprem riski büyük ve “deprem olduğunda şu şu şu binalar sağlam değil, yıkılacak” diye bunların hepsi çalışılmış, yazılmış, çizilmiş.

Onun için bilinmeyen şey demiyorum. Bütün bu olan biteni eğer sadece ve sadece bir kader planı diye tanımlayıp, elinize böyle sabunlayıp yıkayıp çıkarsanız meseleden bu iş ülkeyi doğru yönetmek anlamına gelmez.


Tedbir bizden takdir Allah’tan ama tedbiri alacağız ya…

Tedbir almadan olan bitene sadece “takdir” deyip geçmek böyle bir şey bizim inancımızda da yok. İnsanları yanlış yönlendirmeyin. Sorumluluğun üstlenin.

Bakın o gün bugündür tam bir yıl geçti. Bir yıldır arkadaşlar 312 bin tane konut sözü verilmişti, geçen mayıs seçimlerinden önce bizzat Sayın Erdoğan tarafından.

Aslında 850.000 konut ihtiyacı var da “bir yılda 31 bin konut yapacağız” dedi. Seçime öyle girdi.

Şu anda Kahramanmaraş’ta yapılan konut %10 bire değil, bir yılda söz verilen%10’unu bile yapamadılar.

Hem tedbirde eksiklik var hem de deprem sonrası şehirleri ayağa kaldırmayla ilgili çalışmalarda büyük eksiklikler var maalesef.

Çalışıyoruz, hazırlanıyoruz.

Bakın bizim Afetle İlgili Eylem Planımız ta 2021’de açıklandı. 2 buçuk sene önce afet yönetimi nedir, nasıl yapılır, devlet nasıl yapılandırılır?

Bir “Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı kurulması lazım” diyoruz.

Afet yönetimi, AFAD adlı kuruluş bir Bakanlığının altındaki bir birim sesini yukarılara duyuramıyor. Ve ehil ve yetkili kadrolar, liyakatli kadrolar olmayınca da iş üretemiyor.

Tek tek burada yazlık hepsine.

Deprem oldu, depremin yaraları nasıl sarılıyor, ne yapılmalı? Depremden hemen bir ay sonra 6 Mart tarihinde sayfalar dolusu depremden ve depremle beraber gelen sıkıntıdan çıkış önerilerimizi yazdık. “Bunlar yapılmalı, acil” dedik. Hükûmete gönderdik bunları hepsini, bütün bakanları herkese.

Ve maalesef arkadaşlar mesele depremse arkasından inşaat, mesele inşaatsa hemen akla rant geliyor. İnanılır gibi değil.

Bütün bu depreme uğrayan illerimize baktığımızda büyük bir belirsizlik var. Kim ne yaptığını ne zaman yapacağını bilmiyor. Vatandaşlarımız soru soruyor, sordukları sorulan hiçbirinin cevabını alamıyorlar.

Çünkü yerinden yönetim anlayışı yok. Çünkü kararlar hep Ankara’ya gidiyor, yerelde yetki yok.

Oysaki depremle ilgili sorunların çözülmesi için Merkezi Hükûmet, yerel yönetimler ve sivil inisiyatif yani sivil toplum kuruluşları, dernekler, vakıflar, odalar. Bu 3 ayaklı saç tamamlanmayınca Merkezi Hükûmet, yerel yönetim ve sivil inisiyatif bu 3 ayaklı saç tamamlanmayınca bu sorun çözülmez, çözülemez onun için çözülemiyor. Onun için sıkıntılar büyüyerek devam ediyor.

*****

Değerli arkadaşlar, tabii ki deprem ülkemizin en dikkat etmemiz gereken hususlarından bir tanesi ve her alanda ama her alanda depremle ilgili bütün hazırlıkların tedbirlerin alınması en önemli meselemiz.

Ancak, şöyle bir Türkiye’nin genel durumuna baktığımızda ve vatandaşlarımızın en büyük günlük şikâyeti nedir diye baktığımızda hangi şehre gidersek gidelim, arabamızdan, otobüsümüzden şöyle adımızı sokağa attığımız anda etrafımızı emekler çeviriyor.

Feryat ediyorlar. “Biz bu emekli maaşıyla nasıl geçineceğiz” diyorlar.

Verilen artışlar enflasyonun çok altında kalıyor.

Çünkü emeklerimize verilen zamlar TÜİK'in bozuk terazisiyle ölçtüğü enflasyona göre veriliyor. Gerçek enflasyona göre maaş artışları yapılmıyor.
Onun için fiilen Türkiye’de emekliler, asgari ücretler, Türk lirası cinsinden sabit maaşla geçinen herkes sürekli fakirleşiyor.

Bakın daha yeni TÜİK, "Gelir Dağılımı İstatistiklerini" açıkladı.

Yani gelir dağılımı ne demek? Bir ülkedeki toplam gelir adil bir şekilde paylaşılıyor mu yoksa ülkenin ekonomisi büyüyor ama bu zengin, daha zengin, fakir, daha fakir mi oluyor? Bunun istatistiği.

Kendi açık açık ilan ettiler, bakın…

Gelir dağılımındaki adaletsizlik büyüdüğünü TÜİK raporları da ortaya koymuş durumda.

Zengin de yoksul arasındaki uçurum sürekli büyüyor

Son beş yıldır reel anlamda geliri artanlar toplumun sadece %5’i

Yani toplumun gelir seviyesi en yüksek %5’lik kesimi var ya son 5 yıldır sadece onların gelir artmış, geri kalan %95’lik kesim ya gelir değişmemiş ya da yoksullaşmış.

85 milyonluk ülkede, sadece 4 milyon insanın geliri enflasyonun üzerinde artmış, gerçek enflasyon üzerinde.

Geri kalan 85 milyonu 81 milyonunun ya geliri artmamış ya da fakirleşmiş, ülkeye getirdikleri durum bu.

Bir başka rakam daha söyleyeceğim.

Ülkenin en yüksek gelire sahibi olan yüzde 20’lik kesimi, yani 17 milyon insan, bütün gelirin %50’sini alıyor, tam %50’sini.

Yani ülkenin en yüksek gelirinin, şöyle sıralamayı da izledim, bize insanları 5 kişiden en yüksek gelire sahip olan bir kişi toplam gelirin TAM yarısını alıyor.

En düşük gelire sahip olan %20’lik ise toplam gelirin sadece %6’sını alıyor.

Yani 85 milyonu şöyle gelir sıralamasına göre dizinizde üstteki %20’lik kesim, 5’te 1’lik kesim toplamın yarısını alıyor. Alttaki %20’lik kesim de sadece %6’sını alıyor.

Bunlar TÜİK rakamları ve son 20 yılın en kötü noktasındayız bu açıdan.

Yani gelir dağılımının en çok bozulduğu günler bu günler ve son 5 yıl özellikle.

Pastanın yarısını alanlar var ve %6’sını alanlar var;

Uçuruma bakar mısınız?

Türkiye’yi siyasette iki kutba hapsetmek isteyenler, “öteki beriki, benden misin değil misin?” diyenler, ekonomide iki kutup oluşturmayı başardılar.

Orta sınıfı darmadağın ettiler;

Artık aynı ülkede, aynı devlette yaşayan iki farklı coğrafyanın insanıyız.

%50’ye sahip olan pastanın tam yarısına sahip olan %20, ve %6’yla geçinmeye çalışan bir diğer %20:

Sipariş verenler ve siparişi getirenler;

Story atanlar ve onları izleyenler;

Ev üstüne ev alanlar ve kiralarını ödeyemeyenler.

Senede birkaç kez arabasını yenileyenler, belediye otobüsüne binerken hesap yapanlar.

Durum maalesef bu.

Üniversite okuyup çalışarak, aylık maaşlardan artırarak birikim yapmak artık bir hayal.

Vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti için bırakın bir evi, araba almak hayal.

Huzurla şöyle bir restoranda yemek yiyebilmek, vatandaşlarımızın önemli bir kısmı için artık bir hayal.

Durum bu. Tablo bu.

Bakın, Türkiye'de bir emekli vatandaşımız eğer sadece emekli maaşıyla geçiniyorsa ve oturduğu ev kendinin değilse artık açlığa mahkûm, mümkün değil. Hesap kitap tutmuyor.

Yani emekli maaşıyla kiramı ödeyeyim, temel gıdaya ihtiyaçlarını karşılayın. Üstüme başıma bir şeyler alayım mümkün değil, bugünkü emekli maaşları da artık bu hesap kitap tutmuyor.

Gerçekten çok yazık olduğu ülkemize.

Yani bu büyük ve güzel ülke bu duruma düşmemeliydi.
Ve bunun sebebi arkadaşlar sadece ve sadece kötü yönetim ya başka bir şey değil, inanın değil yani. Sadece kötü yönetim.

2018 yılından bu yana, başkanlık sisteminden bu yana;

Toplumun her kesimi fakirleşirken, sadece 4 milyon kişinin geliri arttı. O kadar.

Biz ekonomi yönetiminin başındayken, dirhem dirhem biriktirdiğimiz, vatandaşımızın alın teriyle ödediği vergileri, rezervleri, yedek akçeleri çarçur ettiniz.

Hatırlayalım, birinci damat döneminde Merkez Bankası’nın yıllardır birikmiş olan yedek akçesini bir gecede sıfırladılar ya bir gecede.
Biz onları kara günler için biriktirmiştik. Hiç acımadılar.

Yıllardır biriken döviz rezervlerini harcadılar, harcadılar, arka kapıdan sata sata, sata, sata. Şu anda Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonu eksi, eksi 50 milyar, eksi 55 milyar dolarda dolaşıyor.

Yani Merkez Bankası’nın elindeki dövizden, altından çok daha fazla borcu var. Ülkenin Merkez Bankasın borca batırdılar ya.

Biz onlara memleketin kasasını dolu teslim ettik. Hepsini, mirasyedi hayırsız evlat gibi, har vurup harman savurdular.

2018’de tek imzayla tüm yetkiyi ellerine aldıktan sonra Türkiye’de orta direk yıkıldı.

Rahmetli Özal’ın çok önemsedi ki orta direk tabirini Türkiye’de yerleştiren odur, çadırın orta direğini çökerttiler. Y

Yoksul daha da yoksullaştı.

Ve ben onun için buradan, Bolu’dan diyorum ki bu anlattığım bütün tablo var ya anlattığım Türkiye tablosu, buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum Bolu’dan bu tablo siz deseniz başkasının değil.

Bize yoksulluğun resmini çizdiniz.

Bize adaletsizliğin resmini çizdiniz.

Bize haksızlığın resmini çizdiniz.

Orta sınıf diye bir şey bırakmadınız.

Nasıl ki çadırın orta direğini alırsanız o çadır çöker. Siz de ülkeyi çökerttiniz.

Ben sizin eski bir çalışma arkadaşınız olarak; ama herhangi biri değil, ekonomide bu ülkenin en müreffeh günlerini yaşatan ekibin başındaki insan olarak soruyorum:

Niçin? Ne uğruna?

*****

Değerli arkadaşlar,

Bolu bir tarım kentindeyiz bir sanayi kentindeyiz:

Bolu’da yok yok.

Tavuk çiftlikleri burada, buğday burada; mısır burada, patates burada...

Kayak merkezleri burada, Abant gölü, Yedigöller, Gölcük Tabiat parkı; tabiat harikası aklınıza gelebilecek ne kadar güzellik varsa hepsinin Bolu’da örnekleri var.

Fakat arkadaşlar, başka şeyler de buradaki, işte tüm bu saydıklarımı sıfırlıyor;

Yok ediyor.

Şaka kılıfına girmiş türlü cümlelerle kadınlara laflar sıralayanlar; burada;

Bir dizideki sahneye yetişme telaşına kapılıp görevini unutanlar; burada;

Siyasi ihtiraslarını, şahsi gündemlerini Bolu halkından önemli görenler; burada.

Ayrımcı zihniyetini, güzel şehrimiz Bolu’ya boca edenler burada.

Ama “Endişeye mahal yok”;

Çünkü bizler de buradayız.

Nasıl ki Türkiye 1’den büyüktür diyorsak; Bolu da Bolu halkı da 1 kişinin siyasi çıkarlarından büyüktür diyoruz;

Çünkü DEVA’nın kadroları da burada, Bolu’da.

Biz, Bolu doğasıyla konuşulana kadar buradayız.

Biz, Bolu tarımıyla, sanayisiyle, üretimiyle konuşulana kadar buradayız.

Biz Bolu sadece Türkiye’de değil, dünyada turizmiyle konuşulana kadar buradayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerelde çözümler üreteceğiz, üreteceğiz, tüm siyasi partilere örnek olacağız.

Bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.

Hep beraber, 31 Mart günü oy pusulasını elinize aldığımızda, damgayı DEVA logosuna bastığınızda; tüm itirazlarınızı sıralamış olacaksınız.

Çünkü Bolu; hakla, adaletle yönetilmeyi hak ediyor.

İzzet Baysal bu şehrin evladı değil mi?

Ankara’yı beklemeden şehrin nasıl şahlanabildiğini Bolu çok iyi biliyor.

Yeter ki iyi yönetilsin, akıllı işler yapılsın.

O yüzden biz, Bolu’ya yerelin gücünü kazandıracağız, yerelin

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz iki şeyi ısrarla söylüyoruz.

Ne diyoruz?

Bir, biz iyi yönetiriz.

İki, biz temiz yönetiriz.

“İyi yönetiriz” dediğimizden kastımız ne? Bakın, seçim geliyor diye değil, ta iki sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı biz ortaya koyduk. Bütün detaylar burada yazılı. Bakın karınca duası gibi ince ince. Yapılacak her şeyin bütçesi belli, takvim belli.

Bunu her konuda uzman insanla ve devlet yönetme, belediye yönetme tecrübesi olan insanlarla beraber hazırladık. Bununla da yetinmedik. Ne yaptık?

Türkiye'de ilk defa belediyecilikle ilgili bir Etik Kurallar Bildirgesi hazırladık, üç sayfa boyunca 1-2-3.

İlk defa bizim belediye başkan adaylarımız bu Etik Kurallar Bildirgesi’ni imzalayarak aday oluyorlar. Yani seçildiğim zaman belediyeyi ben bu ahlaki kurallar çerçevesinde yöneteceğim” diyorlar. Bunu taahhüt ediyorlar. Ondan sonra adayımız oluyorlar. Biz bunu hazırlamadan önce şöyle bir arkadaşlara dedim ki, “bir araştırın bakalım” dedim. Bundan önce hangi partinin ne tür çalışması var? Bir tane örnek bulamadılar ya? Yok kimsenin aklına gelmemiş. Çünkü belediyecilik deyince insanların aklına öyle etik meseleymiş, ahlaki mesele gelmiyor, akla rant geliyor, rant, mesele orada. Onun için ilk biz hazırladık.

Yani daha 4 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi böyle bir şeyin aklına gelmesi ve hazırlanması. Tabii ki bizim kanunlarımız var ama kanunlar lastik gibi, o tarafa sündür, bu tarafa sündür.

Bir de “kitabına uydurma” diye bir maalesef yanlış anlayış da var Türkiye’de.

Dolayısıyla şöyle bir baktığımızda gerçekten merkezi hükümette de yerel yönetimlerde de çok büyük israf var. Çok büyük yanlışlar var, yolsuzluk var, hırsızlık var.

İşte biz henüz merkezi hükümette olmadığımız için; belediyeleri bu seçimde yönetmeye talip olduğumuz için ne yaptık? O kanunlar rahat, esnek alanı içerisinde kendimize bir etik çerçeve çizdik.

Yani dedik ki “bizim belediye başkanlarımız seçildiği takdirde bu kurallara uygun bir şekilde işlerini yapacaklar” dedik, ki burada biz bir örnek teşkil edelim, ki başka partiler, özellikle de merkezi hükümet bir baksın burada ne oluyor diye. İnanın akıllarına gelmiyor.

Akıllarının ucundan geçmiyor bu tür şeyler biliyoruz, iyi tanıyoruz fakat “böyle gelmiş böyle gider” diyemeyiz.

“Böyle gelmiş, böyle gitmez” demek zorundayız. Aksi halde görevimizi yapmamış oluruz. Yanlışlar karşısında dik durmamız gerekiyor.

Yanlışlarla sonuna kadar mücadele etmemiz gerekiyor ve bu mücadele iradesi bizim kadrolarımızda var.

Çünkü bizim kadrolarımız alnı açık, başı dik kadrolar. Hiçbir şeyden korkusu olmayan kadrolar. Tehditle ya da teşvikle eğilip bükülmeyecek kadrolar bizim kadrolarımız.

Onun için rahat rahat konuşuyoruz bütün bunları. Onun için kendimizden emin bir şekilde yol yürüyoruz.

Bu seçimler evet belediye başkanlarımızı ve belediye meclis üyelerimizi seçeceğimiz seçimler ama bu seçimlerden çıkacak sonuçlar aynı zamanda hükümete, iktidara bir uyarı niteliği taşımalı.

Yani eğer bu seçimlerde böyle hükümetin çok hoşuna giden, iktidarın “Ya görüyor musunuz? Bakın biz bu kadar yanlış yapıyoruz. Her türlü hukuksuzluğu, adaletsizliği yapıyoruz ama yine de halk bizi destekliyor. Size ne kardeşim?” diye bir sonuç okumaması gerekiyor bu seçimlerde.

Dolayısıyla bu seçimlerde kullanacağımız oylarla sadece belediye başkanlarımızı seçmeyeceğiz.

Aynı zamanda iktidara “bak yanlış yoldasın” diyeceğiz. “Hatan var” diyeceğiz, “seni uyarıyoruz” diyeceğiz. “Aklını başına al” diyeceğiz.

Yani bu seçimlerde değerli arkadaşlar hükümete bir sarı kart göstereceğiz.

Bu sarı kartı göstereceğiz ki akılları başlarına gelsin, bu sarı kartı göstereceğiz ki, “ya dur ya, biz herhalde bir yerde hata yaptık” desinler.

Başka türlü inanın olmayacak. Bu seçimlerde sarı kart. Çünkü merkezi hükûmet değişmiyor, belediye başkanlarımızla ilgili oylama var ama genel seçimlerinin günü geldiğinde de inşallah hep beraber o hazırladığımız kırmızı kartı inşallah göstereceğiz.

*****

Değerli Bolulu dostlarım,

Şimdi Nadir Gürkan Yetkin kardeşimi sahneye davet ediyorum.

Biz tabi Ankara’da şöyle elinden tuttuk, kendisini aday ilan ettik ama bir kez de burada, Bolu’da huzurlarınızda şöyle bir yanında durduğumuzu, her zaman yanında, arkasında olacağımızı, her zaman destekleyeceğimizi, Bolu'da herkesin huzurunda bir açıklamak istedim.

Biliyorsunuz, kendisi İnşaat Mühendisi.

Ama inşaat denilince gözünde haksız rant oluşanlardan değil. İnşaat denilince gözünde dolar, Euro işaretleri oluşanlardan da değil.

Sizlerle birlikte Bolu halkına hizmet etmek için çalışacak.

Bolu’yu layık olduğu gibi, demokrasiyle, adaletle ve tertemiz yöneteceğiz.

31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun bir şekilde çalışacak ve inşallah başaracağız...

Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

*****