5 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kahramanmaraş Basın Toplantısı Konuşması

5 Şubat 2024

 
Ali Babacan Kahramanmaraş Basın Toplantısı Konuşma Metni
 
 
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
 
Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, 
 
Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
 
Teşkilatımızın çok değerli mensupları,
 
Değerli misafirlerimiz,
 
Değerli basın mensupları,
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
 
Ve bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum
 
*****
 
Tam bir sene evvel, burada yaşadığınız korkuyu, acıyı, çaresizliği biliyorum.
 
Bir sene evvel bu şehrin nefesini, sesini, huzurunu yok eden o geceyi sizler kadar anlamama mümkün değil.
 
Ama biliyorum ki çok zor.
 
Ülkemizin en karanlık sabahına uyandık.
 
Rakamlara indirgenemeyecek, 11 ille, üç-dört bölgeyle sınırlandırılmayacak, sayıyla ifade edilemeyecek bir felaket yaşadık.
 
Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her ilimizde hissedilen bir depremdi bu.
 
İstanbul’daki bir öğrenci, Maraş’taki ailesinden haber almak için telefonuna sarıldı; depremi İstanbul’da hissetti.
 
İzmir’de bir kardeş, Hatay’daki abisine ulaşamadı; depremi İzmir’de hissetti.
 
Trabzon’da bir baba Antep’teki oğlundan haber alamadı; depremi Trabzon’da hissetti.
 
Kısacası arkadaşlar, 6 Şubat, Türkiye’nin aslında tüm yedi bölgesini vurdu.
 
Türkiye’nin 81 ilini, 85 milyonu vurdu.
 
Çok büyük bir acı yaşadık.
 
Bir kez daha 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.
 
Allah bir daha ülkemize ve milletimize böyle acılar yaşatmasın. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Ben, depremin üçüncü gününden itibaren bölgedeydim, beşinci günü burada Kahramanmaraş’taydım. 
 
Maraş’ın o yaşadığı çaresizliği gözlerimle gördüm. 
 
Feryatları yüreğimle duydum. 
 
Evladına, kardeşine, anne-babasına, sevdiklerine ulaşamayan insanlarımızın ıstırabına tanık oldum.  
 
Kendi çalışma arkadaşlarımı da kaybettim.
 
Huzurunuzda bir kere daha onları saygıyla, rahmetle anmak istiyorum.
 
Partimizin Dulkadiroğlu ilçe başkan yardımcısı Yavuz Büyükçapar’ı kaybettik. 
 
Gencecik bir avukat kardeşimdi. Hukuk fakültesini yeni bitirmiş idealist bir hukukçuydu. Yeni doğmuş bebeği ve eşiyle beraber vefat etti. 
 
Dulkadiroğlu ilçesinden yönetim kurulu üyemiz Gürkan Aydemir’i de depremde kaybettik.
 
İl yönetim kurulundan Mustafa Erbaşlı kardeşim, cefakâr bir çiftçimizdi. Çok çalışkan, çok fedakâr bir arkadaşımdı. Eşiyle ve üniversiteyi yeni bitirmiş genç kızıyla birlikte maalesef kaybettik.
 
Partimizin, Dulkadiroğlu İlçe Başkanı Salih Dökme, çok şükür eşiyle beraber enkazdan kurtarıldı. Ama maalesef, ne acı ki iki evladı İsmail ve Elif’i kaybetti.  Ki bugün gelir gelmez mezarlıkta bu çocukları ve diğer tüm kaybettiğimiz arkadaşlarımızın ziyaretini yaptık.
 
Sadece Maraş’ta değil, Adıyaman’da da Hatay’da da çok sevdiğim arkadaşlarımı kaybettim. 
 
Allah her birine gani gani rahmet eylesin. 
 
Biz onlardan razıydık, Allah da onlardan razı olsun.
 
*****
 
Dedim ya, 
 
Depremin üçüncü gününden itibaren hep buralardaydık. 
 
Biz öyle özel uçakla, helikopterle nokta atışı gelip tekrar uçup gidenlerden olmadık. 
 
Arabamızla; ilçe ilçe, köy köy gittik. Girilmemiş sokaklara girdik.
 
Yardım eli uzatılmamış insanlarımıza ulaştık.
 
Arama kurtarma çalışması başlatılmayan enkazların başındaki çaresizliği gördük.
 
Benzin kuyruklarında bekledim. 
 
Ve o karanlık sokaklarda elektriğin olmadığı sokaklarda gece -17 -18 derecede vatandaşlarımızın hangi şartlarda hayata tutunmaya çalıştıklarına tanık olduk.
 
Ateşin düştüğü yerleri gördük. Acıyla kahrolmuş sokaklarda yürüdük. 
 
Gerçekten çok hazindi arkadaşlar. Çok. 
 
Gün gün yaşanan her şey çok acıydı.
 
Herkesin ortak sorusu “İlk 48 saatte devlet neredeydi?” 
 
Bazı yerlerde bu süre 72 saat. Bazı yerlerde 4 gündü, 5 gündü.
 
Özellikle köylerden geçerken, köy muhtarları yanımıza gelip diyorlardı ki; “biz enkazdan kendi ellerimizle, imkanlarımızın yettiği ölçüde komşularımızı çıkartmaya çalıştık. Kimini sağ çıkarttık ama çoğunun da cenazesini çıkarttık, defnettik.  Aradan 4 gün geçti, 5 gün geçti ne uğrayan ne arayan ne soran var” dediler. 
 
Dile kolay, ama yüreğe çok ağır bu.
 
Evladının olduğu bir enkazın başında, günlerce tek başına bekleyen insanlar gördüm. 
 
Ellerini parçalaya parçalaya moloz kaldırmak zorunda kalan vatandaşlarımızı gördüm.
 
Günlerce aç-susuz kalmış bebeğine çaresizlikle ağlayarak sarılan anneler gördüm. 
 
En temel ihtiyaçları için saatlerce kuyrukta bekleyen vatandaşlarımızı gördüm. 
 
Hepsini dinledim, hepsini.
 
Ama tüm tabloya baktığımda ne gördüm biliyor musunuz? 
 
Göz göre göre gelen bir depremle, göz göre göre yaşanan bir afetle mücadele edemeyen bir hükûmet gördüm. 
 
Bakın ben 13 Temmuz 2021 günü Kahramanmaraş’taydım.
 
Yani, 6 Şubat depremlerinden 1,5 sene evvel yine buradaydım. Bu kadim şehrimizdeydim.
 
Şehrin orta yerinde, dört yıldızlı bir otelde il kongremizi yapmıştık.
 
Dört yıldızlı diyorum, bu kısma tekrar geleceğim.
 
Ben o otelde demiştim ki, uzmanlar uyarıyor, “Doğu Anadolu Fayı’nın Maraş bölümünde 500 yıldır bekleyen enerji var”.
 
Demiştim ki: Bu işin “sonra bakarız”ı yok; “Bu işin şakası yok” demiştim.
 
Depremden 1,5 sene önce söylemiştim.
 
Ve arkadaşlar, bu konuşmayı yaptığım, şehrin en merkezi yerindeki, o dört yıldızlı otel yıkıldı.
 
“Yıkıldı demek” tabii lafın gelişi. Depremin beşinci günü burada gördüm tamamen un ufak oldu. Kum yığını gibi oldu otel.
 
Tek bir kişi bile oradan sağ çıkmadı. 
 
Ve yakın bir arkadaşımızın gencecik kardeşi de iş için Kahramanmaraş’a gelmişti o gece o otelde kalmıştı.
 
Cansız bedenine tam 11 gün sonra ulaşılabilirdi. 
 
11 gün ailesinin neler yaşadığına bizzat tanık oldum.
 
O yaşlı babasının, annesinin tüm akrabalarının o enkaz başında 11 gün nasıl nöbet tuttuklarını bizzat gördüm. 
 
Bakın burası bir otel. Sadece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı değil, aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetlediği ve yıldız verdiği bir otel. 
 
Ruhsat vererek, vatandaşlara “Gelin bu otel güvenlidir, kalabilirsiniz” denilen bir otel.
 
Ama daha acısı ne biliyor musunuz? Sonradan ortaya çıktı ki o otelin sağlam olmadığını ilgili kurumlar biliyormuş.
 
Dönemin içişleri bakanının 6 Şubat depremlerinden evvel adeta şov havasında yaptığı tatbikatta bu otelin yıkılacağı yazılıymış. Bunların hepsi sonradan ortaya çıktı.
 
Yıkılacağı belli olan binaları, mezar diye adeta bırakmışlar insanlara. 
 
Mezar oldu gerçekten hepsi mezar.  Çok yazık.
 
Bu tekil bir örnek değil. 
 
Kayıtsızlığın, umursamazlığın resmi.
 
İnsanımızın canına verilen önemin adeta ne kadar düşük olduğunun resmi.
 
Uzmanlar senelerce “Kahramanmaraş’ta deprem olacak” dedi. Onlar da kıllarını kıpırdatmadılar.
 
Deprem göz göre göre geldi.
 
Hani bir sözümüz vardı “kaza geliyor demez” diye ama “deprem geliyorum” der. 
 
İnsanlarımızı göz göre göre kaybettik. 
 
Ama ahdim olsun ki, şundan yaklaşık 12 saat sonra 1 senesi dolacak o acı günü unutmayacağım.
 
Şundan 12 saat sonra 1 senesi dolacak o acı günün sonrasında yaşanan ihmalkarlıkları unutmayacağım ve unutturmayacağım. 
 
Hep soruyorum; “İlk 48 saat ne oldu? İlk 72 saat ne oldu?” Diye soruyorum. Sistem niye işlemedi. Niye Türkiye genelinde komple bir kurumsal yapı felci yaşandı?
 
Neden enkazların altında inim inim inleyenler varken, kurtarılmayı bekleyenler varken iş makineleri şehirlerin girişinde bekletildi? 
 
Neden ilk 48 saatte, 72 saate derhal harekete geçmesi gereken kurumlar harekete geçmedi?
 
Silahlı kuvvetler değil mi? Neden çok geç devreye girdi?
 
Acaba kendileri mi hareket etmedi?
 
Hareket ettirilmedi mi? Birilerinden emir mi almaları gerekti?  Acaba emir almaları gerekiyordu da o emir mi verilmedi? 
 
Bunların hepsi bakın karanlık, karanlık. 
 
17 Ağustos depremlerinde derhal biliyorsunuz askerler hemen devreye girmiş idi. Bu sefer olmadı. Neden sonra görmeye başladık sokaklarda, caddelerde enkazların arasında askerlerimizi? 
 
Madenciler, gönüllüler harekete geçmeyi istediler, çoğu yerde harekete geçemediler. 
 
Arama-kurtarma çalışmalarında, deprem sonrası yardımlarında yapılan ihmalleri unutmayacağım.
 
Üzerinden bir sene geçtikten sonra bile hâlâ temel ihtiyaçlarına erişemeyen vatandaşlarımın yaşadıklarını unutmayacağım.
 
Sırf seçim geliyor diye apar topar konut yapmaya çalışanların, acıdan devşirmeye çalıştıkları fırsatçılığı unutmayacağım.
 
Bakın bir sene oluyor değil mi? Nerede verilen sözler? Hani nerede konutlar?  
 
Türkiye Cumhuriyeti bu kadar zayıf bir devlet mi?
 
Türkiye Cumhuriyeti bu kadar yokluk çeken bir devlet mi?
 
Bir sene geçti, hâlâ burada yaşayan insanlar, gündelik yaşama geri dönemedi.
 
6 Şubat 2023 sabahı depremzedeydiler, bir sene geçti, hâlâ depremzedeler. 
 
6 Şubat 2023 sabahı her şey anormaldi, bir sene geçti, hâlâ her şey anormal.
 
Geçtiğimiz günlerde Kahramanmaraş Milletvekilimiz İrfan Karatutlu mecliste dile getirdi:
 
“Kışın gelmesiyle vatandaş çadır ve konteynerlerde soğuk, çamur ve yağmurla uğraşıyor. Orta hasarlı binaların güçlendirilmesi projeleri için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve belediyeler işi yokuşa sürme adına vatandaşlardan onlarca evrak ve imza istiyor. Bunlardan biri de yapı denetim firmalarının depremzedelerden el altından normal fiyatın 4-5 katı para talep etmesidir” dedi. Bunu Meclis’in çatısı altında dillendirdi.
 
Bir açıklama geldi mi? Yok.
 
Ve arkadaşlar bakın;
 
Vatandaşlarımız kıt kanaat imkanlarıyla başlarını sokacak eve kavuşamıyor.
 
Bir sene oldu, bir sene. 
 
Açıklama yapmamışlar mıydı “Biz 1 yılda bunları tamamlayacağız” diye?
 
“1 yılda evlerini, konutlarını kaybeden vatandaşlarımız konut imkanına kavuşacak” dememişler miydi? Bunu üstelik ülkenin en tepesinden, devlet yönetiminin en tepesinden duymamış mıydık? 
 
Yok olan kentlerin yerinde, kentleşmeye dair hazırlık yok.
 
Kültürel bir altyapı oluşturma hazırlığı, sosyal dokuyu yeniden inşa etme hazırlığı yok.
 
Şehirlerin yeniden nefes almasına izin yok.
 
Biz buna razı değiliz.
 
En büyük sorun ne biliyor musunuz? Tam 1 yıl geçti plan yok. Program yok. Büyük bir belirsizlik hâkim. Hiç kimse ne zaman neyin olacağını bilmiyor. 
 
Bahsettiğim otelin enkazının olduğu yere gittik, büyükçe bir temel atılmış ve bir inşaat yapılıyor. Sordum arkadaşlar, dedim “ne yapılıyor buraya?” Dediler, “bilmiyoruz.”
 
İl başkanımız Yakup Bey'e sordum, diğer arkadaşlarımıza, “burada ne yapılıyor arkadaşlar, burada büyük bir inşaat başlamış, temel atılmış” dedim. “Söylemiyorlar, başkanım, haberimiz yok” dediler.
 
Böyle bir şey olur mu ya?
 
Orta hasarlı binaların ev sahiplerinin ve o evlerde oturanların oluşturduğu bir platform var, onlarla buluştuk. En büyük şikayetleri ne biliyor musunuz? “Biz hiçbir şey bilmiyoruz” diyorlar. “Bizim evlerimiz ne olacak bilmiyoruz.” “Evlerimizde oturabilecek miyiz, oturamayacak mıyız? Evlerimiz yıkılacak mı, yıkılmayacak mı?” Hepsi birbirine bakıyor. 
 
Gerçekten çok acı ya.
 
Sayın Erdoğan, geçen gün Hatay'da ne demiş? Demiş ki; “işte bakın yerel yönetimle merkezi hükûmet uyum içerisinde olmazsa işler yürümüyor. İşte Hatay'da işler yürüyor mu?” demiş. 
 
Kendisi yarın herhalde Kahramanmaraş'a gelecek. Kahramanmaraş'ta şöyle bir vatandaşlarımıza bir sorsun. Kahramanmaraş'ta acaba işler yürüyor mu? 
 
Kahramanmaraş'ta belediyeyle hükûmet, merkezi yönetim aynı partiden değil mi? Burada işler yürüyor mu? 
 
Kahramanmaraş’ın, bir sene sonrasında bile depremi dün gibi yaşamasına razı değiliz, arkadaşlar. 
 
Ve bunun tek sebebi, tek sebebi koordinasyon bozukluğu. 
 
Yani merkezi hükûmetle yerel hükûmet arasında gerekli, yeterli iletişim sağlanmıyor. İnsanlar dinlenmiyor. 
 
O ilk hafta ben demiştim ki, bakın tarih 8 Şubat. Yani depremin 3. günün akşamı. 
 
Hatay'dan canlı yayın yapıyoruz. Nasıl yapıyoruz?
 
Kendi jeneratörlerimizi getirdik. Kendi canlı yayın aracımızı getirdik. Kendi uydu telefonumuzu getirdik. Uydu üzerinden televizyon yayını yapan kendi teknik sistemimizi getirdik. 
 
Çünkü yerelde bir şey yok. Cep telefonu çalışmıyor. Elektrikler kesik o gün Hatay'da. Hiçbir şey yok. 
 
Bidon bidon benzin motorunu getirdik. Orada ihtiyacı olan arkadaşlarımıza ve komşularına dağıtmak için bakın. O günlerden bahsediyoruz. 
 
Ve ben o günün akşama dedim, hatırlayın bir gün önce Sayın Cumhurbaşkanı çıkmıştı televizyona, o sert ifadelerini ve adeta vatandaşı tehdit eden o günkü o ilk açıklamasını hiç unutmuyorsunuz değil mi? Hatırlarsınız. 
 
O arkada sisli puslu drone görüntülerinin olduğu ve vatandaşlarımızı adeta tehdit eden açıklamasını unutmuyorsunuz. 
 
İşte o zihniyet tam bir yıl geçti, değişmedi. 
 
Şimdi de insanları yerel seçimle tehdit ediyor. Diyor ki; “bak bana oy vermezseniz bu şehirleriniz yıkık kalmaya devam eder” diyor. 
 
“Yerel seçimde bana destek vermezseniz hizmet alamazsınız” diyor. Şantaj yapıyor ya. 
 
Böyle bir şey olur mu? Kabul edebilir mi böyle bir şey? İstismar, istismar, istismar. 
 
*****
 
Gerçekten arkadaşlar,
 
Biz depremin ilk günlerinden itibaren sahadayız. 
 
Deprem şehirlerinin hepsinde, kendileri de depremzede olan DEVA Partisi il ve ilçe başkanı arkadaşlarım, yöneticilerimiz, hızla yardım için seferber oldular.
 
81 ilimizdeki partili arkadaşlarım, kendi organizasyonumuzla deprem şehirlerine yardımlar ulaştırdılar.
 
Aslında, bu tür durumlarda AFAD’ın devreye girmesi gerekiyor değil mi? AFAD’ın afetzedelerin hayatını kolaylaştırması gerekir.
 
Sırf bu nedenle daha depremin 2. Günü Ankara’da AFAD’a gittim. O günkü Cumhurbaşkanı yardımcısı eski AFAD başkanı orada. O günkü AFAD başkanı oradan. 
 
Dedim ki; “İki gün geçti. Bizim teşkilatlarımızdan gönüllü olarak yüz tır yardım toplandı. Biz tırların plakasını ve tırların içindeki malzemelerinin listesini size verelim ve bizi adreslere yönlendirin” dedim. Deyin ki “şu tır şu adrese gitsin.” Çünkü biz bir siyasi partiyiz. Bu dağıtım yapması gereken AFAD'dır dedim. 
 
Ama gelin görün ki, hiçbir şey yapmadılar. 
 
Baktık ki ses çıkmıyor, baktık ki hazır tırları yönlendirmeyi dahi beceremiyorlar; dedik ki “iş başa düştü” ve kendimiz organize olduk.
 
Depremin ardından, çalışmalarımızın bir ayağı hep deprem bölgesi oldu.
 
Üçüncü gün Hatay'daydım. Dördüncü gün İslâhiye ve Nurdağı'ndaydım. Baktım bizim Ertuğrul Bey, Ertuğrul Kaya, Gaziantep İl Başkanımızdı o gün, bugün Gaziantep milletvekilimiz, gayet güzel bir depo tutmuş. Tırlar o depoya boşalıyor. Boşalan ürünler de küçük araçlarla İslâhiye’nin, Nurdağı'nın ihtiyacı olan köylerine, ücra köşelerine ulaştırılıyor. 
 
Beşinci gün buradaydım. İrfan Bey o gün il başkanımız, bugün milletvekilimiz. Şehrin dışında bir depo tutmuş. Tırlar oraya iniyor. Küçük araçlarla ücra köylere yardım ulaştırılıyor. 
 
Bakın arkadaşlar deprem olmuş. Ertuğrul Bey annesini enkazın altından çıkardı o gün İslâhiye’de. Ama dördüncü gün depo kurmuş, yardım yapıyor. 
 
Bizim burada, merkez ilçemizde o kadar arkadaşımız canını yitirmiş, bir yandan o depremin ağır sarsıntısı, bir yandan Kahramanmaraş il başkanımız depoyu kurmuş, dağıtım yapıyor. 
 
Ya koskoca devlet varken, devletin AFAD'ından tuttun da Kızılay’ına kadar, onlarca kurumu varken, daha üç yaşındaki bir siyasi partiye mi düşecekti bu işi yapmak ya? Olur mu öyle bir şey? 
 
Ama yok arkadaşlar, yok bakın. Dürüst ve ehil insanları göreve getirmediğimiz sürece bu iş olmaz. 
 
Yerinden yönetim anlayışıyla ülkeyi yönetmediğiniz zaman bu olmaz. Yerele imkân vereceksiniz, yerele yetki vereceksiniz. 
 
Yerelin sorununu en hızlı anlayıp, en hızlı çözüm üreten yine yereldir. 
 
Ama şu anda öyle bir anlayış var ki devleti yönetenlerde, “her şeyden benim haberim olacak. Her şeye ben imza atacağım. Ben imza atmazsam olmayacak.”
 
Hele işin ucunda bir de rant varsa, büyük bir rant varsa Ankara'dan habersiz kuş uçmayacak. 
 
Şu anda ülkenin yaşadığı sorunların tam da temelinde bunlar var arkadaşlar. 
 
Ama biz çok çalıştık.
 
Sahadan asla uzak durmadık. 
 
Cumhuriyet’in 100. yılında Hatay’daydım. Bir başka şehrimiz, depremden çok etkilenen.
 
100.yılı şaşalı salonlar kutlamak yerine depremle kavrulmuş vatandaşlarımızla birlikte idrak etmek istedim. 
 
İnsanlarımızı dinledim, onların dertlerini hem hükûmete hem de Türkiye’ye aktarmaya çalıştım. 
 
Herkesin hikâyesinin başka, herkesin hikâyesinin biricik olduğunu göstermeye çalıştım.
 
En son daha birkaç hafta evvel, ocak ayında Gaziantep’teydim. İslâhiye’yi, Nurdağı’nı ziyaret ettim. Yaraların hâlâ sarılmadığını gördüm. 
 
Yapılan deprem konutlarının yaşayan nüfusun ancak %10’una ulaştırılabildiğini de maalesef yerinde gördüm gözlemledim ki Kahramanmaraş’ta da yaklaşık oranlar böyle… 
 
“Bir yılda tamamlayacağız” dediler, ancak %10 civarında bir gerçekleşme var. 
 
Bu, değerli arkadaşlar, bütün bu yaptığımız çalışmalar bizim için sadece bir siyasi vazife değil. Bu bizim için bir insanlık vazifesi. 
 
Yüzümüzü, deprem bölgesinden bir an olsun çevirmeyeceğiz.
 
Her alanda, her ortamda, gittiğimiz her yerde coğrafyanın gerçeğini dile getirmeye devam edeceğiz.
 
Gazetecisinden siyasetçisine, sanatçısından STK temsilcilerine, deprem bölgesine turistik muamele yapan, bölgeyi gelip görünecek, gezilecek, poz verecek bir mekân olarak görenlerin de biz karşısında olmaya devam edeceğiz. 
 
Biz şu anda evet bir muhalefet partisiyiz. Ama bizim çok önemli bir görevimiz var. O da demokratik denetim.
 
Yani eğer sıkıntılar varsa, sorunlar varsa bu sorunları görmek, tespit etmek, hükûmete ve tüm Türkiye'ye duyurmak ama sadece sorun tespiti değil. Aynı zamanda çözüm üretmek. 
 
O ilk buradan yaptığımız yayında, Hatay'dan bu üçüncü gün yaptığımız yayından ki, beşinci gün burada, Kahramanmaraş'tan da tüm Türkiye'ye merkezden canlı yayınla duyurduk, gösterdik. Çünkü açıyorsunuz televizyon kanallarını, karınca gibi çalışan kurtarma ekipleri. Kanalları dolaşın, hep çalışmayı görüyorsunuz. 
 
Çalışmamayı, çalışma yapılmayan, kendi haline, kaderine terk edilmiş yerleri görmüyorsunuz. İşte oraları da Türkiye'ye biz gösterdik. Doğrudan kendi kurduğumuz sistemle gösterdik. 
 
Ve ta o günlerde söyledim, bakın çözüm dedim, çözüm değil mi? Çözüm, merkezi hükûmet, yerel yönetim, sivil toplum bir araya gelecek, kafa kafaya verecek. Yerele yetki ve imkân devri yapılacak ve çözüm yerelden başlayacak. O gün bugündür bunu söylüyoruz. 
 
6 Şubat depremleriyle ilgili raporumuzu hazırladık. Cumhurbaşkanına, bakanlara, bütün milletvekillerine gönderdik. Yerel Yönetimler ve Şehircilikle İlgili Eylem Planımızı hazırladık, herkese gönderdik. Biz sadece “yanlışa yanlış” demiyoruz. Çünkü klasik muhalefet Türkiye'de “yanlışa yanlış” der. Hatta doğruya da “yanlış” der. Klasik anlayış bu.  Biz “yanlışa yanlış, doğruya doğru” diyoruz. Ama “yanlışın da doğrusu budur” diyoruz. “Düzeltmenin yolu budur” diyoruz. Yol, yöntem gösteriyoruz. Ve tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir insan olarak, bu tecrübe ışığında da bunları söylüyoruz. 
 
Bu arada arkadaşlar yeri gelmişken: 
 
14 Mayıs seçimlerinden sonra deprem bölgesinden iktidar partilerine oy verenlere hakaret eden, aşağılayan, vatandaşı küçük gören o zihniyeti de en sert şekilde kınıyorum.
 
Demokrasilerde halkın iradesinden üstün başka hiçbir şey yoktur. Halkımız bir karar verdiyse hepimiz saygı duyarız, sonuçlarını kabul ederiz. 
 
Ve hicap duyarak söylüyorum: Deprem bölgesini, ibret alınacak bir manzara olarak görenlerin karşısında durmak da bizim buradaki insanımıza borcumuzdur.
 
Bir kez daha yüksek sesle söylüyorum: 
 
Yaşamak yetmez, kimseye muhtaç olmadan yaşamak gerekir.
 
Yaşamak yetmez, eğitim gerekir, istihdam gerekir.
 
Yaşamak yetmez, insan onuruna yaraşır şekilde yaşamak gerekir.
 
Kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm insanımızın insan onuruna yaraşır biçimde yaşaması için biz çalışacağız, çalışmaya devam edeceğiz.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Toplantımızın sonuna doğru değinmeden geçemeyeceğim bir başka önemli husus var.
 
Depremin on birinci ayında Irak’ta hayatını kaybeden Kahramanmaraşlı şehidimiz Müslüm Özdemir, şehadetiyle bölgedeki insanların sesini ana haberlere tekrar taşıma gibi bir hayırlı gelişmeye de vesile oldu.
 
Onun şehadeti Kahramanmaraş’ın şu anda içinde olduğu şartların Türkiye tarafından daha iyi görülmesine, anlaşılmasına vesile oldu. 
 
Ben Müslüm Özdemir’e Allah’tan rahmet, ailesine sabır diliyorum. 
 
Şehidimizin acısıyla kahrolurken, ailesinin çadırda yaşadığını öğrendik; bir kez daha kahrolduk.
 
Biliyorsunuz ne yapacaklarını şaşırdılar. Normalde şehit evlerine büyükçe bayraklar götürülür. Ailesi ziyaret edilir fakat baktık o çadıra bayrak götürsek mi, götürmesek mi? Assak mı, asmasak mı? Epey bir ikilem yaşamışlar. 
 
Çünkü neredeyse bir yıl sonra depremin yaralarının sarılamadığını hala vatandaşlarımızın hangi şartlarda yaşadığının o ibretlik görüntüsünü “nasıl saklayacağız, nasıl örtbas edeceğiz” derdine düşmüşler. 
 
Biliyorsunuz o soğuk çadıra bir de apar topar hemen ısıtıcı bile gönderdiler yani. Ama neden sonra bunu yaptılar? 
 
Belki ülkemizdeki milyonlarca insan, hâlâ çadırlarda kalan insanımızın olduğunu bu vesileyle gördü. 
 
Ki biz bu bahsettiğim 29 Ekim vesilesiyle Hatay'a gittiğimizde orada çadırda kalan vatandaşlarımızla sohbet edip onların da fotoğraflarını tüm Türkiye'ye görüntülerini göndermiştik. “Bakın aradan kaç ay geçti hala bir çadır gerçeği var. Hala konteynerler yeterince kurulamadı, yeterince ulaştırılamadı” diye. 
 
Çünkü arkadaşlar buraların sesini insanların duyması gerekiyor.
 
Bakın bugün iki ayrı mağdur grupla yol üstü buluştuk, konuştuk.
 
Bir, kuyum sanatıyla uğraşan esnafımız bir de bu orta hasarlı ve uygun olmayan yerleşim merkezleriyle alakalı mağdur olan vatandaşlarımız. Bizden ne bekliyorlar biliyor musunuz? Bizim bir şu an için bir muhalefet partisi olduğumuzu biliyorlar. Ama ne diyorlar? “Ya ne olur sesimizi duyurun” diyorlar. 
 
“Bizi kimse duymuyor. Feryat ediyoruz. Sesimizi duyuramıyoruz” diyorlar. 
 
Hem mağdurlarının sesini duyurmak hem de sorunlara çözüm üretmek için de biz buradayız. “Demokratik denetim” diye tanımladığımız vazifemizin en önemli birleşenleri bunlar. 
 
Deprem Mağdurları ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği’nin verilerine göre depremde kaybolan vatandaşlarımızın sayısı bin civarında.
 
Bu da büyük bir acı. Ben kaç ana babadan duydum. “Çocuğumun keşke bir mezarı olsa. Nerede gömülü olduğunu keşke bilsem” diye.
 
İlk müdahalesi yapıldıktan sonra, ablası-akrabaları tarafından ambulansa bindirilen Merve Ateş’ten o gün bugündür haber yok.
 
Mustafa Batuhan Güleç’ten haber yok.
 
Hatay’da depremden 33 saat sonra yıkılan binanın enkazından kurtarılan Sude Lal Öcal’dan hastaneye götürüldükten sonra haber yok.
 
Maraş'ta, depremde çöken binanın enkazından 6 saat sonra sağ çıkarılıp komşuları tarafından ambulansa teslim edildiği görüntüler de elde olmasına rağmen Mukaddes Erva Aktaş’tan haber yok. 
 
Melike Kılıç… Enkazdan sağ çıkarılmış olmasına rağmen depremin 4.gününden bu yana haber yok. 
 
Onlarca, yüzlerce kayıp insandan haber alınamıyor.
 
Gerçekten katlanılması çok zor acılar bunlar. 
 
Yüzlerce insan yakınlarını soruyor. 
 
Yetkililerden, iktidardan ses yok.
 
Ben buradan, depremin birinci senesinde Maraş’tan sesleniyorum ve soruyorum:
 
Bir ay, değil, iki ay değil, dört ay değil; TAM bir sene geçti:
 
Merve Ateş nerede?
 
Batuhan Güleç nerede?
 
İnsanlar eşlerini dostlarını yitirdi, yetmedi ama hala bir yıl sonra kayıplarını arıyor.
 
Buradan da iktidara seslenmek istiyorum:
 
Deprem öncesi uyarıları görmezden geldiniz, binlerce yurttaşımızın ölümüne sebep oldunuz.
 
Şimdi, deprem sonrası seslerini duymuyor, kulak tıkamaya devam ediyorsunuz.
 
Depremde kaybolan insanlarla ilgili neler yapacaksınız?
 
Yükselen sesleri duymazdan gelmeye daha ne kadar devam edeceksiniz?
 
Soruyorum: 
 
Deprem kayıpları nerede?
 
Deprem kayıpları nerede?
 
Deprem kayıpları nerede?
 
Bir açıklama getirin ya. Deyin ki “bugüne kadar şunları şunları yaptık. Şu araştırmaları yaptık, şuraya kadar iş sürdük”
 
Ama tamamen karanlık. Bu acıyı daha fazla yaşatmayın ya. Yazık bu insanlara. Ve arkadaşlar bakın bu ülkeyi karanlıkta yönetmeye o kadar alıştılar ki hiçbir şeffaflık yok. Yaptıkları hiçbir işte şeffaf değiller.
 
Eski hani komünist blok ülkeleri vardı. Böyle vatandaşın hiçbir şeyden hiçbir şekilde haberinin olmadığı. O ülkeleri çevirdiler Türkiye'ye. 
 
Hiçbir sorunun cevabını alamıyorsunuz. 
 
İki ay önce Hatay'daydık. Aynı sorun. “Hiçbir şey belli değil” diyorlar. 
 
Bugün gittiğimiz mahallede, o Aliye İzzet Begoviç Parkı'nın olduğu noktada arkada binalar var orta hasarlı, vatandaşlarımıza “çık çık çık” baskısı yapılıyor. 
 
Ama tam da arkada bir bina duruyor, inşaatı devam ediyor. Çık demelerin sebebi burası uygun ortam, uygun arazi, uygun yer değil. 
 
Peki madem öyle, inşaat devam ediyor ya. Siz bu insanların aklıyla alay mı ediyorsunuz? Eğer şaka yapıyorsanız bu kötü bir şaka yani. 
 
Bu kadar belirsiz, bu kadar yönetimin birbirinden habersiz olduğu ve bu belirsizlik ve karanlık sebebiyle, şeffaf olmayan yönetim tarzı sebebiyle bu kadar insanların mağdur olduğu bir yönetim olamaz arkadaşlar.
 
Gerçekten çok yazık ya. Kahramanmaraş'a yazık, bütün bu bölgedeki diğer illere yazık. 
 
İnsanlarımıza yazık.
 
*****
 
Saygıdeğer basın mensupları,
 
Değerli arkadaşlar;
 
Son olarak bir hakikatin altını çizmek istiyorum. 
 
Yaşadığımız bu acı deprem felaketi bize bir kere daha bir hakikati gösterdi. 
 
Neyi biliyor musunuz?
 
Haber gelir gelmez, ülkemizin dört bir yanından tüm toplum kesimlerinden herkes seferber oldu, afet bölgesine yardım için büyük bir çaba gösterdi. 
 
Herkes kendi imkanınca elini uzattı. 
 
Niçin? Çünkü bu toprakların insanı, kimliği ne olursa olsun; kökeni, inancı, görüşü ne olursa olsun; birbirini çok seviyor. 
 
Başkasının acısını kendi acısı sayıyor. Elini uzatmaktan da çekinmiyor. 
 
Biz birbirimizi çok seviyoruz, daha da seveceğiz. Bu topraklar yüzyıllardır sevgiye, saygıya, birlikte yaşama iradesine şahit oldu.
 
6 Şubat acısından sonra da bir kez daha işte bu büyük hakikate şahit olduk.
 
Askerlerimizi, madencilerimizi, itfaiyecilerimizi, sağlık çalışanlarımızı, varını yoğunu ortaya koyan tüm gönüllü vatandaşlarımızı bir kez daha ben saygıyla selamlıyor ve onlara teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
 
Yine çok sayıda ülkeden elini uzatan binlerce yardım için gelen insanlara da şükranlarımı sunmak istiyorum.
 
Sözlerime de Yunus Emre’nin dizeleriyle son veriyorum:
 
Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Edenlere selam olsun
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.