31 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 3. Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni

31 Ocak 2024

Ali Babacan 3. Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni

VİDEO KOLAJ GÖSTERİLDİ

O biri geldi arkadaşlar, geldi.

Diyorum ya: “Günün birinde birileri gelip de bozmazsa”

İşte günün birinde geldi, birileri bozdu.

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum;

Videonun sağ üst köşesindeki dolar kurunu, enflasyon oranını ve faizi oranını izlemişsinizdir.

İlk günden itibaren eğitim ve hukuk reformunun şart olduğunu söyledim.

Biliyorsunuz zamanında bu alanlarda da çok önemli adımlar attık.

Önce insan dedik.

Bireysel ve kolektif hakları Türkiye’de genişlettik.

Vatandaşlarımızı fert fert birey olarak güçlendirdik.

Bunları ne zaman yaptık? 2003’ten 2013’e kadarki 10 yıllık süre içerisinde yaptık.

Biraz önceki videolar 2013-2015 arası ya,

O kötüye gidişin başladığı dönemdeki uyarı videoları bunlar, o dönemde yaptık.

Ancak devamı gelmedi. Birileri hukuktan rahatsız oldu. Sancılar başladı.

Birileri kuralı, hukuku, Türkiye’nin güçlü kurumlarını kendisi için vesayet zannetmeye başladı. “Bu kurumlar bağlıyor, kurallar beni bağlıyor” demeye başladı.

İktidarın yargıya müdahaleleri arttı, yargı içindeki türlü türlü yapılanmalar abuk subuk işler yapmaya başladı.

Dikkat edin 2013, 2014, 2015…

Eğitim denince, zaten iktidarın aklına, kendi ideolojisine uygun bireyler yetiştirmekten başka bir şey gelmiyor.

Eğitim ile ilgili güzel reformlar hazırladık. Hiçbirisi yapılmadı.

Büyük ortak da küçük ortak da kendi dar ideolojilerini, körpecik zihinlere işleme derdine düştü.

Eğitimmiş, bilgi imiş; onlar için hiç önemli değil.

Onlar tornadan geçirilmiş gençler istiyor, onlar partili bireyler görmek istiyor.

Ha o arada ülke batmış mı, vatandaş nefessiz kalmış mı;

İnanın hiiiç umurlarında değil hiç.

*****

Bakın arkadaşlar;

2013’de, yani ekonominin zirve yaptığı yılda, “hukuk” demeye başlamışım, “eğitim” demeye başlamışım.

Yıl 2013. Milli gelirin tarih zirveye ulaştığı yıl. Hâlâ o rakam yakalanamadı, biliyorsunuz. O zirve hâlâ bugün itibariyle yakalanabilmiş değil.

Dolar daha 1 lira 80 kuruş iken, enflasyon %7 iken, faiz %5 iken herkesi uyarmaya başlamışım.

İlan ettiğimiz 2023 hedeflerine, yani, 2 trilyon dolarlık milli gelire, 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşmak için “hukuk şart, eğitim şart” demişim.

İşlerin kötüye gideceğini görüp feryat etmeye başlamışım.

2015’te çok açıkça demişim ki:

“Tabii günün birinde birileri gelip de tamamen, “maaşlara zam, arkasından enflasyon hepsini alıp götürsün, öyle bir çizgi izlemezse inşallah bu akıllı politikalar bu düzgün politikalar devam ettirilirse bu Türkiye’nin önemli bir kazanımıdır.” Demişim.

Tarih … 2015.

O tarihten sonra arkadaşlar, işler hiç iyi gitmedi.

Ama ne zaman ki 2018 geldi çattı, ne zaman ki partili taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildi işte ondan sonra her şey tepetaklak oldu.

Çünkü, bir kişi tek imzayla karar almaya başladığı anda ne kurumların önemi kaldı ne de kuralların, hukukun önemi kaldı.

Tek yetkiyi aldı, tüm istişare ve ortak akıl mekanizmalarını sildi attı.

Rakamlar ortada. 10 yıl geçti, milli gelir de ihracat da 2023 için hedeflenenin ancak yarısında kaldı.

2 trilyonluk milli gelir hedeflemiştik 2023 için.

1 trilyon civarında oldu.

500 milyar dolarlık ihracat hedeflemiştik. 255 milyarda kaldı.

Bir de cumhurbaşkanlığından yapılan açıklama da ne diyor biliyor musunuz 2023 ihracatı ile ilgili? Diyor ki; 2023 ihracatımız bir önceki yıla göre %0,6 arttı, 1 bile değil %0,6 arttı ve Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdık” diyor. Web sitesi var bugün, hâlâ açık.

Arkadaş ne Cumhuriyet tarihinin rekoru ya!

Biz 500 milyar dolar hedef koymuştuk. Üstelik bunu ihracatçılarla beraber koymuştuk.

Unutturamazsınız, unutturamazsınız hepsi kayıtlarda.

Zamanında Türkiye’nin zirve yılında, Türkiye İhracatçılar Meclisi ile beraber sektör sektör çalışarak 500 milyar dolarlık ihracatı hedefini koyduk biz 2023 için.

255 milyarı Cumhuriyet tarihinin rekoru diye açıklıyorlar utanmadan ya.

İşte enflasyon durdurulamıyor.

Ülke gittikçe yoksullaşıyor.

Bürokratları, “ülkeye hizmet etsin” diye değil “kendisine hizmet etsin” diye seçildiği bir dönem yaşıyoruz. Ülke gittikçe fakirleşiyor.

Durdurulamıyor.

Bakın işte pazartesi günü TÜİK, 2023 yılına ilişkin "Gelir Dağılımı İstatistikleri" bültenini açıkladı.

Kendilerinin açık açık ilan ettikleri tablo ne diyor biliyor musunuz?

Gelir dağılımındaki adaletsizlik Türkiye’de hızla büyümeye devam ediyor.

Gelir dağılımı Gini katsayısı denilen bir gösterge üzerinden ölçülür.

Bu göstergenin sıfıra yaklaşırsa gelir dağılımının düzelir, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımı bozulur.

Açıkladı Gini katsayısı 0,433. Bu rakam, gelir dağılımındaki bozukluğun son 20 yıldaki en kötü noktaya ulaştığını bize gösteriyor.

Yani zenginle fakir arasındaki uçurum son 20 yıldır hiçbir zaman bu kadar büyümemiş, bize onu gösteriyor.

Yayınlanan rakamlara göre, ülkemizde en yüksek gelire sahip olan yüzde 20, toplam gelirin yüzde 50’sini alıyor.

Yani 85 milyonluk ülkede, en yüksek gelire sahip 17 milyon, toplam gelirin TAM yarısını alıyor.

En düşük gelire sahip yüzde 20’lik kesim ilse toplam gelirden sadece yüzde 6 alıyor.

Bu ne demek? “85 milyonluk ülkenin en düşük gelirli 17 milyon insanı, ülkedeki toplam gelirin, sadece ama sadece, %6’sını alıyor” demek.

Gelirin yarısını alan 17 milyon ve gelirin ancak yarısını bırakın, %6’sını alan 17 milyon...

Şu uçuruma bakar mısınız?

Son 20 yılın en büyük uçurumu.

Türkiye’yi siyasette iki kutba hapsetmek isteyenler, iki kutuplu siyaset olsun isteyenler, ekonomide iki kutup oluşturmayı başardı.

Şu an itibariyle gelir dağılımında geldiğimiz durum, Necip Fazıl’ın Destan şiirindeki gibi:

“Allah’ın on pulunu, bekleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa.”

Arkadaşlar, bunlar orta sınıfı darmadağın ettiler, yok ettiler.

Artık aynı ülkede, aynı devlette yaşayan iki farklı coğrafyanın insanıyız.

Ülke gelirinin yarısına sahip %20, ve ülke gelirinin sadece %6’sına sahip %20:

Sipariş verenler ve siparişi getirenler;

Story atanlar ve onları izleyenler.

Ev üstüne ev alanlar ve kiralarını ödeyemeyenler.

Senede birkaç kez arabasını yenileyenler ve belediye otobüsüne binerken hesap yapanlar.

En lüks restoranlarda bir gecede iki aylık asgari ücret kadar hesap ödeyenler; öğün atlayarak aç aç hayatta kalmaya çalışanlar.

Maalesef ülkenin geldiği durum bu.

Üniversite okuyup çalışarak, aylık maaşlardan artırarak birikim yapmak artık bir hayal.

Ev almak, araba almak, ülkemizin kahir ekseriyeti açısında artık bir hayal.

Huzurla restoranda yemek yemek artık vatandaşlarımızın çoğu için bir hayal…

Erdoğan’ın bir zaman çok sık kullandığı meşhur sloganını hatırlıyor musunuz? (…)

Ne derdi, o işlerin en iyi gittiği dönemde...

“Hayaldi, gerçek oldu”… derdi değil mi?

Evet, oldu. Oldu. Ama o gerçek olan hayaller var ya “Hayaldi, gerçek oldu” derdi ya, o, bizim yaptığımız işler.

O gerçekler bizim yaptıklarımız.

Dürüst ve ehil kadroların yaptıkları.

Bizim yönetimde olduğumuz özgür ve zengin Türkiye’nin günleriydi.

Dürüst ve ehil kadrolarla o başarıları yakalamıştık.

Şimdi ne oldu?

“Gerçekti, hayal oldu.”

Evet, özellikle gençlerimiz için o günler hayal oldu.

Tüm ülkece yaşadığımız o zenginliği elimizden aldılar, arkadaşlar.

Bütün toplumun refahını çaldılar, bir avuç insana yığdılar o refahı.

Biz “hayalleri gerçek” yaptık, Erdoğan “gerçekleri hayal” yaptı.

Sayın Erdoğan: Bu adaletsizlik sizin eseriniz, sizin. Başka hiçbir yerde suçlu aramayın.

2018 yılından bu yana, başkanlık sisteminden bu yana;

Toplumun her kesimi fakirleşirken, sadece belli bir kesimi zenginleştiren sizsiniz. Sizin yaptığınız yanlışlar.

Türkiye'nin her yerini geziyoruz,

Nerede arabamızdan, nerede otobüsümüzden adımımızı atsak şöyle bir sokağa hemen etrafımızı emekliler sarıyor.

Eğer tarım alanlarındaysak hemen etrafımızda çiftçiler sarıyor. Diyorlar ki; “Geçinemiyoruz, bizim halimizi lütfen gidin anlatın” diyorlar. “Meclis’te, Ankara’da bizim durumumuzu lütfen karar alanlara, iktidara anlatın” diyorlar.

E çünkü ülkeyi yönetenlerin artık vatandaşlarla, halkla irtibatı koptu.

Ülkenin Cumhurbaşkanı, ülkenin en varlıklı insanlarıyla cepten cebe konuşuyor, değil mi? Ama acaba cepten cebe konuştuğu bu ülkede artmış haliyle 10 bin TL maaş alan bir emekli vatandaşımız var mı acaba?

Acaba cepten cebe konuştuğu, 5 dönümlük, 10 dönümlük tarlasında zarar eden, ürettikçe daha çok, ürettikçe daha çok zarar eden bir çiftçi var mı acaba cepten cebe konuştuğu? Yok arkadaşlar yok…

Etraflarını bir çıkar şebekesi tamamen sarmış durumda. Kendileri etraflarını o tür insanlarla çevirmiş durumda ve artık halktan koptular.

Bile isteye yaptılar bunu bile isteye, ısrarla ve inatla yanlış işler yaptılar.

Her gün uyardık, “yapmayın ya yanlış yoldasınız” dedik.

Israrla ve inatla hukuktan saptınız.

Israrla ve inatla demokrasiyi yok ettiniz.

Gelir dağılımındaki bu berbat durum sizin eseriniz Sayın Erdoğan, sizin. Başka kimsenin değil.

Bizim ekibimizle beraber, ekonomi yönetiminin başında olduğum dönemde dirhem dirhem biriktirdiğimiz, vatandaşımızın alın terini, vergilerini çarçur sizsiniz.

Size memleketin kasasını dolu teslim ettik. Siz hepsini mirasyedi hayırsız evlat gibi har vurup harman savurdunuz.

Bakın, İbrahim Çanakçı Bey burada, tam 11 yıl Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nin başında oldu.

Ne dedik? “Ak akçe kara gün içindir” dedik.

“İşler iyiyken tasarruf edelim” dedik. “Ülkece tasarruf edelim” dedik.

Merkez Bankası’nın rezervini artırdık. Merkez Bankası’nın yedek akçelerini biriktirdik.

Ne oldu? 2018’den sonra, birinci damat geldi ya bir günde, bir günde yılların birikmiş yedek akçesini bir günde sıfırladılar ya. Yılların biriktirilen yedek akçesini…

Bakın kimse bundan bahsetmiyor değil mi? Herkes döviz rezervi falan filan.

Ben döviz rezervinden bahsetmiyorum.

Merkez Bankası'nın bilançosuna biriktirilen ve her sene kara gün için saklanan yedek akçelerden bahsediyorum.

Hiç acımadan, utanmadan bir günde sıfırladılar.

Ertesi yıl biriken yedek akçeyi gene sıfırladılar.

Ülkenin Merkez Bankası'nı kukla tiyatrosuna çevirdiler ya.

“Bu beni dinler” diyor, hop göreve getiriyor. “Bu benim sözümü dinlemiyor, laf dinlemiyor” diyor, hop görevden alıyor.

E lafını dinleyen Merkez Bankası Başkanları geldiğinde ne oldu? Ne oldu?

Bir zamanlar ekranda gördüğünüz gibi sürekli tek hanede gezen enflasyon iki haneye, üç haneye çıkmadı mı? Aradaki fark ne? Aradaki fark arkadaşlar? Erdoğan farkı.

Tek başına, tek başına, tek imzayla Merkez Bankası'ndaki o kaliteli, birikimli ekibi tasfiye edip de emir kulu ekibi iş başına getirdiği anda enflasyon iki haneye, üç haneye çıktı ve o gün bugündür de düşmüyor artık ya. Düşmüyor.

Meydanlarda yuhalattı meydanlarda.

Geçen bir videosunu yayınlattık. Bizim sosyal medya hesaplarımızdan görmüşsünüzdür. Diyor ki, Merkez Bankası'nın faizi daha %7,5 “Bu faiz yüksek” diyor. “Tamam bağımsızsınız anladık ama acaba siz başkalarına mı bağlısınız” diyor. “Başkalarından mı talimat alıyorsunuz” diyor, %7,5 iken.

E şimdi Merkez Bankası'nın faizi %45’e çıktı değil mi? Bunu çıkartan kim? Yok Merkez Bankası Başkanıymış, yeni ekonomi heyetiymiş falan filan, hikâye.

Cumhurbaşkanı'nın izni ve talimatı olmadan hadlerine mi faiz yükseltmek ya?

Ama tek kelime etmiyor dikkat edin, tek kelime etmiyor. Konuşmuyor faiz konusunda.

8 ayda 8 kere faiz artıyor, tek kelime konuşmuyor. Çünkü niye?

Sanki onlar bir şeyler yapıyor, kendisinin haberi yok.

Kulağını kapatıyor, gözünü kapatıyor sözüm ona.

Hepsi bilgisi ve talimatı dahilinde.

Ben şimdi kendisine soruyorum ya, %7,5 iken, Merkez Bankası'nın faizi yüzde %7,5 iken Merkez Bankası'na “başkalarından mı talimat alıyorsunuz” diye soran Erdoğan'a ben şimdi soruyorum; Acaba %45’e faizi çıkartırken siz kimden talimat aldınız?

Kendisi çıkarttı arkadaşlar kendisi.

Yok Merkez Bankası'na Amerika'dan getirmişler, başkan koymuşlar da o başkan da faizi arttırıyor. Hikâye.

Yahu bilgisi olmadan, talimatı olmadan haddine mi bugün Merkez Bankası'nın faizi arttırması?

Eğer seçimlerden önce “faiz indi, daha da inecek…” %7,5’a değil mi? Seçimlerden önce, 8,5’a talimatla indirten, seçimlerden sonra da döndü yine talimatla faizi %45’e çıkarttı.

Hiç kaçak oynamasın.

Kendi yapmadıysa da çıksın açıklasın.

Desin ki; “ben bunu istemiyordum, Merkez Bankası yaptı” desin. Onu da demiyor.

Kaçak oynuyor arkadaşlar, kaçak.

Ama bu milletin gözünden hiçbir şey kaçmıyor.

DEVA kadrolarının gözünden hiçbir şey kaçmıyor, kaçmayacak. Bu da böyle biline burada.

Kusura bakmayın ama, bunun kukla tiyatronuzla, 85 milyonluk ülke fakirleşiyor.

85 milyonluk ülkede yaşayanların boğazından geçen lokmalar azalıyor.

85 milyonluk ülkenin hayalleri yok oluyor.

2018’de tek imzayla tek yetkiyi aldığından bu yana orta direği yok etti.

Orta sınıfın olmadığı bir demokrasi olur mu? Olmuyor işte.

Demokrasi niye geriliyor?

Çünkü demokrasi talebi orta sınıftan geliyor arkadaşlar. Çünkü orta sınıfın demokrasiye ihtiyacı var.

Hali vakti yerinde olanlar “zaten ben iktidarla işimi görüyorum. Parayı da koyacak yer bulamıyorum” diyor. Hali vakti yerinde olanlar.

Devlet desteğiyle sosyal yardımla, sosyal destekle geçinmek zorunda olanlar da ne diyor? “Ya beni zorla iktidar partisine üye ettiler. Onun için de bana yardım veriyorlar. Ama iktidar değişirse acaba benim yardımım kesilir mi?” diye korkuyorlar.

Bana ilk başta diyorlar ki; “Burada bir komplo teorisi var. Acaba hükümet orta sınıfı kasıtlı olarak mı yok ediyor da hani demokrasi talebi olmasın, kafama eseni yapayım” diye. Ben de “ya yok artık o kadar da olmaz” diyordum ama arkadaşlar yavaş yavaş inanın bu planlı bir şekilde yapılmış bir senaryo. Bunun başka açıklaması yok.

Ya bakın daha dün, evvelsi gün ne açıklandı? Yoksulla zenginin arasındaki uçurum, gelir dağılımı.

Dün de Dünya Yolsuzluk Endeksi açıklandı.

Yolsuzluk algı endeksi. Ne olmuş? 2013’te 50 imiş, 2023’te 34’e inmiş. Basamak basamak iniyor.

Yani notumuz sürekli düşüyor. Bu notun düşmesi demek, yolsuzluk algısının artması demek arkadaşlar.

Yani aslında ne oluyor? 2013’ten bu yana ülkede yolsuzluk artıyor, aynı zamanda fakirlik, yoksulluk çoğalıyor.

Çünkü yolsuzluk ne demek? Bu devletin, milletin tüyü bitmemiş yetimin hakkını alıp bir avuç insana vermek demek değil mi? Yolsuzluk bu demek.

İşte bunun iki rakamda da sonucunu görüyorsunuz. Hem bu yolsuzluk algısı endeksini grafiğinde görüyorsunuz. Hem de ülkedeki gelir dağılımının ne kadar bozulduğunu gösteren rakamlardan görüyorsunuz.

Sayın Erdoğan iyi bakın iyi,

Tüm bu gelir adaletsizliği, yoksulluk, hukuksuzluk, israf sizin eseriniz.

Bu tablo sizin eseriniz:

Bize yoksulluğun resmini çizdiniz.

Bize adaletsizliğin resmini çizdiniz.

Bize haksızlığın resmini çizdiniz.

Ne yazık ki milyonların hayatını mahvettiniz.

Orta sınıf diye bir şey bırakmadınız. Nasıl ki çadırın orta direğini alırsanız o çadır çöker. Siz de ülkeyi çökerttiniz.

BEN SİZİN ESKİ BİR ÇALIŞMA ARKADAŞINIZ OLARAK; AMA HERHANGİ BİRİ DEĞİL, EKONOMİDE TAM 11 YIL BU ÜLKEYE TARİHİNİN EN GÜZEL GÜNLERİNİ YAŞANDIĞI DÖNEMDE EKONOMİ EKİBİN BAŞINDA OLAN KİŞİ OLARAK SÖYLÜYORUM VE SORUYORUM SİZE:

Cevap bekliyorum:

Neden Sayın Erdoğan, neden?

Nedir derdiniz sizin?

Neden bunları yaptınız? Hem kendinize sorun hem de buna bir cevap verin.

*****

Değerli arkadaşlar;

Yoksulluk rakamlarla ifade etmenin ötesine geçti. Günlük hayatta bugüne kadar yaşamadığımız ve asla yaşamak istemeyeceğimiz görüntüler ortaya çıkmaya başladı.

Her gün yoksulluk intiharları haberlerini okumak yüreğimizi yakıyor.

Gittiğimiz şehirlerde üniversite öğrencileriyle şöyle bir sohbet ettiğimizde, her bir şehirde üniversite öğrencileri kendi arkadaşlarından canına kıyanlardan bahsediyor.

Vatandaşlarımız çöplerden ve pazarlardan atık gıda topluyor. Şöyle bir akşama doğru pazarın toplanmaya başladığı saatlerde bir gidin görün pazar yerlerine.

Emekliler, kadın, erkek, yaşlılar, teyzeler, nineler gidiyorlar bu pazarda dökülmüş olan artık ürünlerin içerisinden işe yararlarını seçip torbalarına doldurmaya çalışıyorlar.

Ülkede ucuz ekmek kuyrukları kilometreleri aşıyor.

Yahu, insanlar bu kuyruklarda utançla, gözyaşı döküyor.

Bu utancı milletimiz değil, bu utancı bu iktidar yaşamalı, ama yüzleri arsız.

Temel gıdalar bile taneyle, gramla satılıyor. Çeyrek litreyle ürünler satılmaya başlandı.

Et ve protein alınamıyor.

Geçen Kartepe'de bir kasaba girdim, sordum; “Kıyma satıyorsunuz ama daha çok kaç gramlık paket yaptırıyorlar size?” dedim. “Ya artık gramdan bahsetmiyor bizim müşteriler” dedi.

“Ya 100 liralık kıyma, 150 liralık kıyma ver” diyorlar bana. Öyle söylüyorlar dedi.

Yani emeklimiz gidiyor kasaba diyor ki; “bana 150 liralık kıyma ver.”

Gelecek ay gidiyor gene 150 liralık istiyor. Sonra yine 150, 150. Ama 3 ay önce 150 liraya diyelim ki yarım kilo kıyma alıyorsa 3 ay sonra aynı 150 liraya 400 gram, 300 gram kıyma alıyor. Ülkenin içine düştüğü durum bu arkadaşlar.

Bakıyoruz fiyat etiketlerine, geçen Edremit'te çarşı gezerken baktım peynir fiyatları asmışlar ama fiyatlar yarım kilo fiyat. “1 kilo peynir şu” diye artık etiket yok. Kocaman fiyat var altında “yarım kilo” diyor.

Çünkü esnafımız da biliyor ki 1 kilo peynir alan vatandaşımız parası ancak şu anda yarım kilo peyniri yetiyor. Bunlar Türkiye'nin gerçekleri.

İktidardakiler duysun. İktidardakiler öğrensin, dinlesin diye burada dillendiriyorum.

Emeklimiz, çiftçimiz, öğrenciler gelip feryat ettiği için benden, arkadaşlarımdan “bizim sesimizi duyurun” dediği için burada bunları ifade ediyorum.

Bakın arkadaşlar, hanelerin çok önemli bir kısmı ciddi maddi yoksunluk içinde.

Ülkemizdeki hane halkının %60’ı evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını bile karşılayamıyor.

Bunları açıklayan kim? Yine TÜİK… Bu rakamlar oradan.

Hane halkının, %40’ı iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek yiyemiyor. Yani vatandaşın %40’ı gün atlayarak bile et ya da tavuk ya da balık yiyemiyor.

%65’i eskimiş mobilyasını yenileyecek bir ekonomik duruma “ben sahip değilim “diyor. Dedim ya hepsi devletin rakamları, açıkladığı rakamlar bunlar.

Gelir dağılımı ve yoksulluktaki bu tablonun tek sebebi ne biliyor musunuz arkadaşlar?

Haksız rant devşirmeye dayanan ekonomi modeli;

Akıldan ve bilimden uzak, haksız gelir ve servet transferi yaratan ekonomi politikaları;

Nasıl Sayın Erdoğan diyordu ya, “benim valim. Benim memurum.” Ne diyor orada? “Partilim” diyor. Yani “benim sözümü dinleyen” diyor değil mi?

İşte aynı o şekilde ne yaptı? “Benim zenginim” dediği bir kitleyi de oluşturdu etrafında.

Hak, hukuk, adalet ve demokrasiyi rafa kaldıran bu siyaset anlayışı ve tek kişinin iradesine dayanan yönetim sistemi bu işin en önemli sebebi.

İçinde bulunduğumuz durumun özeti bu.

Hiç kimsenin bahsini dahi etmediği bir dönemde 2013 yılında ben “orta gelir tuzağına” dikkat çekmiştim.

Şimdi Google'dan bir yazın “orta gelir tuzağı” diye en çok 2013 ve sonrasında en çok Ali Babacan'ı göreceksiniz. Çünkü ilk gündeme o dönemde bunu getiren siyasetçi bendim.

Üstelik muhalefette değil, iktidardayken ben bunu gündeme getirdim. Hani bazen diyorlar ya, “ya siz zamanında keşke bir şeyler söyleseydiniz.” Bir şeyler değil, neler neler söylemişiz ya.

Hükûmetin içindeyken, devlet protokolünde beşinci sıradayken, başbakan yardımcısıyken ben bunları söylemişim.

“Eğitimde gereğini yapmaz, hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi güçlendirmezsek, orta gelir tuzağına takılır kalırız” demiştim.

Maalesef bugün gelinen noktada ülkemiz orta gelir tuzağının da gerisine “asgari gelir tuzağına” düştü.

“Asgari gelir tuzağına.” Bu ne demek?

Asgari ücret, memlekette ortalama ücret haline geldi.

Gerçekten çok yazık. Bu utanç da ülkeyi bu hale düşürenlere dert olsun.

Bu bereketli topraklar bir yoksullar yurdu haline geldi.

Bugün vatandaşlarımızın nerdeyse tamamı ya aşırı yoksul ya çok yoksul ya orta yoksul ya az yoksul ya da yoksul. Şu anda yoksulluk çeşitlerinden beğeniyorsun hangi çeşit yoksul olduğunu. Ülkenin durumu bu.

Gıda yoksulluğu, barınma yoksulluğu, enerji yoksulluğu, öğrenci yoksulluğu, çocuk yoksulluğu gibi kavramlar artık günlük hayatımıza girdi ve en ağır bir şekilde bu yoksulluk yaşanıyor.

Sayın Erdoğan, herkesi yoksullukta eşitledi;

Ya biz “eşit vatandaşlık” derken bunu kastetmemiştik ki.

Sayın Cumhurbaşkanı ben buradan seslenmek istiyorum; bizim “eşit vatandaşlık” sözümüzü yanlış anladınız. “Eşit vatandaşlık” demek, vatandaşları yoksullukta eşitlemek değil. “Eşit vatandaşlık” demek, bu ülkenin her bir vatandaşını insan onuruna yaraşır bir refah seviyesine ulaştırmak demek. “Eşit vatandaşlık” demek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin hukuk ve adalet önünde temel haklar konusunda birbirinden ayrılmaması, ayrışmaması demek.

Değer arkadaşlar,

Demokrasiyi zayıflattı; vatandaşı, bir lütuf gibi sundukları sosyal yardımlara ve bağımlı hale getirdi.

Sosyal yardımlara bağlanan vatandaşlarımızı, kendisine bağlamaya kalkıyor.

*****

Arkadaşlar, hep söylüyorum;

Hukuk olmadan ekonomi olmaz.

Hukuk olmadan, ekonomi olmaz!

İşte daha dün olanlar, dün akşam gerçekleşenler.

Dün meclisimiz için gerçekten utanç verici bir gündü.

Anayasa Mahkemesi’nin iki kere verdiği karara rağmen, Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği, haksızca, hukuksuzca düşürüldü.

Bakın öyle bir konu ki Meclis Başkanı bile ortalarda yok. Meclis Başkanı ortalarda yok. Bu işe uygun, bu işlere yatkın, hani “kukla oyunu” diyoruz ya, bu tür insanlar şu anda maalesef ön planda.

Ve bu karar ile küçük ortağın rüyalarını süsleyen “Anayasa Mahkemesi’ni yok etmek fikri” gerçek oldu.

Hani diyordu ya; “Kapatın bunu, kapatın bunu” diyor. E, ha kapatmışsın ha aldığı kararı yok saymışsın. Ha var ha yok. Kapatmaktan farkı ne?

Bu karar ile “hukuksuzluk” meclis tarafından tanınmış oldu.
Bu çok vahim durum bakın.

Bir ülkenin yasa koyucu, yasa yapıcı organıdır meclis. Milletvekilleri için yasa yapıcı, yasa koyucu ifadesi kullanılır uluslararası demokrasi literatüründe.

Kural koymak, hukuk normu yapmakla mükellef olan kurum, var olan bir anayasa maddesine açıkça aykırı bir adım attı ya.

Bu karar ile bireysel güvencelerimizin en büyüğü olan AYM’ye bireysel başvuru hakkı ortadan kalkmış oldu maalesef.

Ki 2010 Anayasa paketinin en önemli maddelerinden birisidir. Sadullah Bey'in Adalet Bakanı olduğu dönemde gerçekten tüm hukuk sistemimizin ve bireysel hakların emniyet sibobu, sigortası olarak Anayasa değişikliğine, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirilmiştir ve sonuca bakın…

Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunan insanların, esastan incelenen dosyalara baktığımızda %95’i vatandaşı haklı buluyor. Diğer mahkemeleri haksız buluyor.

“Benim hakkım yendi ya. Burada hak ihlali var” diye son durak olarak Anayasa Mahkemesi’ne giden vatandaşlarımızın esastan incelenen dosyalarının tam %95’inde Anayasa Mahkemesi vatandaşı haklı buluyor ve bu Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı sen yok sayıyorsun.

Bu ne demek? Bundan sonra o %95 var ya. O %95’in hakkı artık Türkiye'de korunamayacak demek. %95 hakkını arayacak kapıyı bulamayacak demek.

Milli irade, anayasa dün yok sayıldı.

15 Temmuz gecesi Meclise bomba atanlar bunu başaramamıştı, ama bu iktidar başardı.

15 Temmuz gecesi Meclis hukuka sahip çıktı. Anayasaya sahip çıktı. Demokrasiye sahip çıktı.

Ama dün olanlar arkadaşlar anayasal düzene bir darbedir. Ve bu darbede maalesef Meclis çatısı altında yapılmıştır.

Darbeler türlü türlü. İlla eline silah alan kendini bilmezler darbe yapmıyor ki. Kendini bilmez ama elinde her ne kadar tabancası tüfeği olmasa da elinde iktidar gücü olanlar da darbe yapabiliyor maalesef.

Çoğu farkında değil bunun.

O Meclis çatısı altında dün olanlara sessiz kalan, dün olanlar karşısında susan milletvekillerine ben buradan seslenmek istiyorum; “Bu hak hepinizin hakkıydı. Korumanız gereken hukuk hepinizin hukukuydu.”

Öyle “işime geldiğinde ben hukuk tanımam, işime geldiğinde de hukuk isterim.” Öyle yok. Öyle yok.

Bugün bir kişiye, yarın hepinize arkadaşlar ya.

Siz milletvekilisiniz, bu milletin vekilisiniz. Unutmayın. Bir kişinin vekili değilsiniz. O bir kişinin 300 küsur tane vekile ihtiyacı yok. Zaten aklına geleni yapıyor. Biraz kendiniz olun ya.

Senelerdir tekrar ediyorum; hukukun üstünlüğü egemen olmadan, Türkiye Cumhuriyeti gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadan, ülkemiz için hiçbir hayalimiz gerçek olmayacak arkadaşlar.

İktidar hukuk devletini yok edeli çok olmuştu. Şimdi artık bir kanun devleti bile değiliz.

Gerçekten, çok yazık.

Ama bir yandan da şunu söylemek istiyorum. Özellikle özellikle gençlere seslenmek istiyorum.

Çünkü gençler sadece biraz önceki grafiklerdeki o kötüye gidişi gördüler. Kendilerini bildik bileli ülke kötüye gidiyor ya gençler sadece o kötü gidişi gördüler.

Ülkenin nasıl ayağa kalkabileceğini, düzgün yönetildiğinde, nasıl başarılı bir Türkiye olabileceğini gençler görmediler kendi hayatları boyunca.

Ama ben buradan özellikle gençler seslenmek istiyorum; Endişeye mahal yok. Çünkü DEVA var artık.

Endişeye mahal yok.

Çünkü bu ülkede sonuna kadar “hak” diyecek, “hukuk” diyecek, “adalet” diyecek, “demokrasi” diyecek bir siyasi parti var artık, DEVA Partisi var burada.

Sonuna kadar mücadele edeceğiz, sonuna kadar. Kim ne derse desin.

Çünkü bu ülkede dosdoğru insanlar, düzgün insanlar eğer demokrasiye, hukuka, adalete sahip çıkmazsa işte o zaman siz korkun Türkiye'den.

Biz güzel insanlar olarak, dosdoğru çalışan insanlar olarak ve hiçbir şeyden korkusu olmayan, Allah'tan başka hiç kimseden korkmayan insanlar olarak bu ülkeye sahip çıkacağız gençler korkmayın.

Onun için “endişeye mahal yok” diyorum. Durum kötü ama endişeye mahal yok.

*****

Değerli arkadaşlarım,
Kıymetli vatandaşlarımız,
Saygıdeğer basın mensupları,

Bir başka önemli husustan bahsetmek istiyorum şimdi size.

Bakın ne iktidar partilerinden ne de muhalefet partilerinden daha gündeme getirilmeyen fakat çok önemli bir hırsızlık olayından bahsetmek istiyorum.

Tarihimizin belki de en büyük hırsızlıklarından biri…

Biliyorsunuz; hukuksuzluğun kural hâline gelmesiyle ülkemiz adeta uçurumdan aşağı yuvarlanıyor.

Her alanda, ama her alanda kötüye gidişimizin altında yatan, hukukun her gün ihlal edilmesi.

Şimdi size eşi benzeri görülmemiş bir rezaletten, ülkemiz adına bir utançtan bahsedeceğim.

“Bu kadar da olmaz” diyeceğimiz bir rezaletten…

*****

Değerli vatandaşlarım,

Kıymetli basın mensupları;

85 milyonun ülkenin, 85 milyon vatandaşının TÜM verileri, vatandaşlarımız hakkındaki tüm bilgiler sağa sola saçılmış durumda.

85 milyonun telefon numarasından tutun T.C. Kimlik numarasına kadar;

Sağlık bilgilerinden, Sosyal Güvenlik Kurumu bilgilerine;

Devletin korumakla yükümlü olduğu adres kaydından, soy ağacı bilgisine kadar, tüm ama tüm bilgiler internete sızdırılmış.

Çok basit bir araştırma ile kimi zaman ücretsiz, kimi zaman birkaç yüz lira karşılığında bütün vatandaşlarımızın her türlü bilgisine artık ulaşılıyor.

Dolandırıcılar bayram ediyor ülkede.

Sosyal medya mağdur vatandaşlarımızın isyanıyla dolu.

Çalıntı bilgi ile açılan telefon hatları sebebiyle gelen faturalar, çalıntı bilgi ile alınan kredi kartları nedeniyle mağdur edilen vatandaşlarımız sürekli feryat ediyorlar.

Bakın öyle komplike, zor bir işten de bahsetmiyorum.

O kadar kolay ulaşılabiliyor ki, durumun ciddiyetinin farkında olmayan, bunun ne kadar ciddi bir konu olduğunun farkında olmayan küçücük çocuklar arkadaşlarına hava atmak için, internette başkalarının verilerini ifşa eden videolar yayınlıyorlar.

Kötü niyetli insanlar, sosyal medyada hoşuna gitmeyen bir fikir görünce, iki tuşa basarak o kişinin adresini, telefon numarasını ifşa ediyor ve hedef gösteriyorlar.

Şimdi size birkaç örnek göstereceğim:

Evet okunuyor mu bilmiyorum ama insanlarla ilgili sayfalar dolusu bilgiler.

Hani bir banka hesabı açtırırken, kredi kartı alırken hani bir sürü veri giriyorsunuz ya işte T.C. numarasıydı, soyadı, adres de onların birbiriyle kontrol edilmesi şu bu falan filan… Hepsi, hepsi, hepsi…

Yani buradan girin, herhangi bir vatandaşla alakalı istediğiniz bilgiyi elde edin ve o bilgiyle istediğiniz türden dolandırıcılık yapın.

Bütün bunlar olurken hükûmet uyuyor, tek bir açıklama yok.

Tek bir önlem yok.

İstanbul Milletvekilimiz Mustafa Yeneroğlu bu konuda iki kez soru önergesi verdi.

Adalet Bakanına sorular yöneltti. Adalet Bakanı zahmet edip cevap vermedi.

Var mı yok mu belli değil zaten. Çünkü bakanlar öyle kendilerini millete, milletvekillerine karşı sorumlu hissetmiyor.

Bakanların hepsi kendini sadece Külliye’ye ve oradaki bir kişiye karşı sorumlu hissediyor.

Vatandaşmış, siyasi partilermiş; umurlarında değil.

“Beni göreve getiren tek imzayla bir kişi var, ben onu memnun edeyim. O ne diyorsa onu yapayım.”

Siz robot musunuz ya? Düğmeye basınca iş yapıyorsunuz. Düğmeye basılmayınca duruyorsunuz.

Ben öyle kukla oyununa dönmüş kabine üyelerine sormayacağım.

Çünkü sorumlu madem tek kişi, yetkili madem tek kişi ben ona soracağım.

Hepimize bunun cevabını vermesi gereken o kişi:

Sayın Erdoğan;

85 milyonun tüm bilgilerinin sızdırılmasıyla ilgili siz hükûmet bugüne dek ne yaptı?

Herhangi bir Soruşturma başlatıldı mı?

Sorumlular aranıyor mu?

Vatandaşlarımızın bilgilerinin yer aldığı internet sitelerine erişim engelini sağlamak için, bu bilgilerin silinmesi için bir girişimde bulundunuz mu?

Bilgileri sızdırıldığı için vatandaşlarımıza yönelik işlenen suçlarla ilgili ne yapmaktasınız?

Sağlık verilerimizden aile bilgilerimize tüm bilgilerimiz dolandırıcıların elinde dolaşırken, dolandırıcılığa açık hâldeyken hükûmet olarak ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Veri sızıntısının derhal engellenmesi için uzmanlar görevlendirildiniz mi? Yaşanan güvenlik açığının sebebi ve sorumlularının tespiti için bütün devlet kurumlarında kapsamlı bir denetim başlattı mı?

Bunlar çok kritik sorular kritik konular. Ha evinize bir hırsız girmiş, televizyonunuzu kıymetli eşyalarınızı çalmış, ha birisi girmiş, sizin kişisel bilgilerinizi çalmış. Hiç fark yok.

O kişisel bilgi çalındığı anda o bilgi her türlü istismar için kullanılabiliyor. Yolsuzluk için, haksızlık için, hırsızlık için kullanılabiliyor.

Ve hiç kimse bu konuyu hafife almaya kalkmasın.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Aralık’ın ilk haftasında yerel seçimler için ilk grup belediye başkan adaylarımızı açıklamıştık.

Aralık sonunda da ikinci grup belediye başkan adaylarımızı ilan ettik.

Bugün ise üçüncü grup adaylarımızı ilan ediyoruz.

Bugün yaklaşık 110 kadar adayımızı biraz sonra sahneye davet edeceğim.

Kendilerini hem salondaki arkadaşlarımıza hem basına hem de tüm kamuoyuyla tanıştıracağım inşallah ama daha önce sizlerden istediğim sözleri yeniden istiyorum.

DEVA olarak, gittiğimiz her yerde mücadele etmek için sizlerde söz istemiştim.

Bugün de yine aynı sözü istiyorum.

Artık seçimlere tam iki ay kaldı. Bugün 31 Ocak, 31 Mart’ta seçimler var.

Şimdi sizlere sormak istiyorum.

DEVA Partisi olarak, Türkiye’nin dört bir yanında, elimizin ulaşmadığı tek bir hane kalmayana kadar mücadele edecek miyiz? (…)

İl il, ilçe ilçe, belde belde, mahalle mahalle, ayaklarımızın altı su toplayıncaya kadar, her bir kenara, her bir köşe başına ulaşacak mıyız? (…)

Yalnız ses biraz erkek ağırlıklı bir ses. Kadınlarımızın da sesini duymak istiyorum.

Ev hanımlarına, çocuklara, gençlere; kirayı ödeyemediği için evden atılan o yaşlı teyzelerimize dedelerimize, evladını şehir dışında okutmak için ek iş yapmak zorunda kalan; ilave gelir peşinde koşan memurlarımıza emeklilerimize;

Çaresiz olmadıklarını, çözümün DEVA Partisinde olduğunu söyleyecek miyiz? (…)

Hangi kesimden olursa olsun, tüm vatandaşlarımıza; birbirimizden korkmamamız gerektiğini, bu ülkenin yarınlar için asla umutsuz olmamaları gerektiğini çünkü burada DEVA Partisi'nin var olduğunu anlatacak mıyız? (…)

Asansöre binmekten korkan gençlere DEVA’yı anlatacak mıyız? (…)

Sevdiğiyle evlenmek için para biriktiren gençlere anlatacak mıyız?

Anlatacağız arkadaşlar, inşallah kapı kapı dolaşacağız.

Bıkmadan, usanmadan anlatacağız.

Bu iktidarın elinde propaganda makinesi olabilir. Elinde iktidar olmanın gücü de olabilir.

Sopayla ya da havuçla yönettiği televizyon kanalları olabilir.

Devletin sahip olduğu televizyon kanallarını kendi partisinin propaganda aracı haline dönüştürmüş de olabilirler.

Şu anda iktidarın seçim kampanyasına gidiyoruz değil mi? “Ya şunu yapmak isteriz ama bütçemiz yetmiyor, paramız yok. Onun için yapamıyoruz bu kampanyayı” diye herhangi bir şeyden bahsedebildiklerini düşünebiliyor musunuz?

Fiili olarak sınırsız bir finansal imkanla bu seçime gidiyorlar değil mi?

Ama arkadaşlar hepsi bir yana. Bakın, bütün bu devlet olmanın verdiği imkanlar, belediyelerin hukuksuzca kullandırdığı imkanlar, sınırsız finansman, bu kadar televizyon kanalı, ne olursa olsun ya. Biz onlardan daha güçlüyüz arkadaşlar.

Niye biliyor musunuz? Çünkü biz haklıyız ya. Biz haklıyız. Biz haklı olmanın verdiği güce sahibiz.

Televizyonlar ne derlerse desin.

Bugün iktidar partisinin herhangi bir teşkilat mensubu, bir milletvekili, bir emekli karşısına çıkıp da “ya arkadaş sizin kendi açıkladığınız enflasyon %65, bana %33 zam verdin, 7500 bine çıkarttınız maaşımı, bu hak mı, reva mı?” diye sorduğunda ne diyecek? Nasıl cevap verecek?

Cevap veremiyorlar arkadaşlar.

Çünkü haksızlar, çünkü ülkenin içinde düştüğü durumu iyi biliyorlar. Ama oysa biz çok şükür.

Alnımız açık, başımız dik. Bu partinin kurucu heyetinde Türkiye Cumhuriyeti'nin en yüksek refah seviyesine, en yüksek demokrasi seviyesine çıktığı günlerde bu işin başında olan arkadaşlar var.

Bizim bir fiili başarımız var ortada. Laf üretmiyoruz ki; “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” diyoruz. Bu rahatlıkla insanların karşısına çıkıyoruz. Onların öyle bir imkânı yok. Vatandaşlarımızın soruları karşısına verecek cevapları yok.

Oysa biz her konuda hazırız.

Şimdi burada değerli arkadaşlar, hepinizin huzurunda adaylarımıza, DEVA kadrolarına soruyorum:

Çalışacak mıyız? (…)

Çok çalışacak mıyız? (…)

Dosdoğru çalışacak mıyız? (…)

Çalışırsak başarı bizim inşallah.

Önce seçimleri kazanacağız, sonra DEVA Belediyeleriyle “demokrasi nasıl yerelden yükselir”, tüm ülkeye göstereceğiz.

Ve inşallah DEVA belediyeleriyle bu ülkenin o kıymetli kaynakları kıt kaynakları nasıl yerinde ve isabetli harcanır? İsabetli harcandığında nasıl bir şehir ayağa kalkar göstereceğiz.

Göstereceğiz ki bu ülkeyi nasıl ayağa kaldıracağımızda tüm millet duysun, görsün inşallah.

Başkan adaylarımız Türkiyemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle ve muhabbetle selamlıyorum.

Sağlıcakla kalın diyorum. Artık hep beraber sahadayız diyorum. Teşekkür ediyorum.