3 Mart 2022
GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
2. DEVA KADINDA ZİRVESİ KONUŞMASI
Çok değerli konuklarımız,
Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Kıymetli il başkanlarımız,
Saygıdeğer il kadın çalışmaları başkanlarımız ve teşkilat üyelerimiz,
Sivil toplum kuruluşlarının kıymetli temsilcileri,
Değerli basın mensupları,
Ekranları başından ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,
Demokrasi ve Atılım Partisi’nin İkinci DEVA Kadında Zirvesi’ne hoş geldiniz.
Bugün Ankara’daki hava şartları sebebiyle ulaşımdan yaşanan bazı sorunlar sebebiyle programımız planlanan saatten bir miktar geç başladı. Ama yine de hep beraber burada, bu salonda olmak, önemli toplantıda sizlerle beraber olmak gerçekten bizler için büyük mutluluk.
Geçtiğimiz yıl yine burada, bu salonda, DEVA Kadında Zirvesi’nin ilkini düzenlemiştik. Gerçekten çok kıymetli konuşmacılarımız vardı. Özgün bir formatta bu toplantıyı gerçekleştirmiştik. Yine değerli Özlem Gürses bizlerle beraberdi geçen seneki toplantımızda da. Ben hem kendisine hem de bugünkü toplantıya iştirak ederek konuşma yapacak; görüşlerini, düşüncelerini bizlerle paylaşacak tüm konuklarımıza da tüm konuk konuşmacılarımıza da özellikle teşekkürlerimi şimdiden sunmak istiyorum.
Farklı temalarda oldukça faydalı tartışmaları geçen sene bu salonda gerçekleştirmiştik ve birbirinden etkileyici kadın hikâyeleri dinlemiştik.
**
8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliklerimiz çerçevesinde, geçen yıl başlattığımız DEVA Kadında Zirvesi’ndeki paylaşımlarımıza, bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bu bir yıllık sürecin, ülkemizde kadın hakları açısından muhasebesini yaptığımızda, karşılaştığımız tablo ne yazık ki son derece olumsuz.
Zaten her alanda Türkiye her yıl zemin kaybede kaybede gidiyor. Hangi konuda olursa olsun bir önceki yılla karşılaştırıp bir muhasebe yaptığımızda maalesef hep geriye gittiğimizi görüyoruz.
Geçtiğimiz yıla olumsuz yönde damgasını vuran karar, Sayın Erdoğan’ın imzasıyla, bir gece yarısı karanlığında, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılması oldu.
Kadınların çok önemli bir hukuki kazanımı gasp edildi.
Adı bile “İstanbul” olan, Türkiye’nin demokratikleşme yıllarında, uluslararası alanda öncülük ettiğimiz sözleşmeden tek imzayla çıkıldı.
Demokratik gerileme döneminin altına bir imza daha atıldı.
Bu kararın etkisi halen büyük çaplı bir hukuk krizi olarak devam ediyor. Çünkü biliyorsunuz uluslararası sözleşmeden çıkıldı. Tek bir gerekçe söylenmedi arkadaşlar dikkat edin. Niye çıkıldığıyla ilgili tek bir gerekçe, tek bir sebep duydunuz mu? Söyleyemiyorlar, açıklayamıyorlar.
Çünkü o zihinlerinin gerisindeki gerekçeleri açıkça şeffaf bir şekilde söyleyecek yürekleri dahi yok.
En kötüsü de ne biliyor musunuz? Daha önce de ifade ettim, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı ülkemizdeki kadına şiddetle olan mücadelenin iklimini bozdu. Ülkemizdeki potansiyel katilleri cesaretlendirdi.
Raporlara göre, Türkiye'de 2021 yılında erkekler tarafından 280 kadın öldürülürken, 217 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu.
Bu yılın ilk verileri de ne yazık ki iç açıcı değil: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre 2022’nin ocak ayında 26 kadın cinayeti işlenirken, 28 kadının ölüm nedeni üzerindeki şüphe hala giderilmedi.
Bırakın bu bağımsız gözlemcileri, İçişleri Bakanlığının açıkladığı verilere göre ise, ocak ve şubat aylarında toplam 36 kadın cinayeti işlendiği artık devletin itiraf etmek zorunda, yayınlamak zorunda kaldığı sayı.
Bu sayıya şüpheli olanlar dahil değil.
Tablo gerçekten vahim.
Öte yandan, bu konuda son bir yıl içerisinde yine umudumuzu diri tutan gelişmelere de şahit olduk.
Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’ni terk edenlerin evdeki siyasi hesapları çarşıya uymadı.
Çünkü her mahalleden kadın bu pervasızlığa karşı ses çıkardı.
Gösteriler düzenlendi. Türkiye’nin gece yarısı alınan kararlarla yönetilmesi, sağduyu sahibi herkes tarafından protesto edildi.
İktidar partisine yakın kimi kadınlar bile “Kol kırılır yen içinde kalır” demeden, eleştiri oklarını göğüslemek pahasına çıktılar İstanbul Sözleşmesi’ni savundular.
Toplumun her kesiminden kadınlar, bugünkü otoriter zihniyete geçit vermeyeceklerini gösterdiler.
Ben bu onurlu hak mücadelesine baktığımda hakikaten çok umutlanıyorum.
Çünkü kadınların kararlı mücadelesinin, iktidardaki otoriter zihniyete karşı galip geleceğini biliyorum.
Bu vesileyle, bir kez daha, kadınların hak savunuşu adına verdikleri bu büyük mücadeleyi can-ı gönülden alkışlıyorum.
Bir vatandaş olarak da şükranlarımı sunuyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Kadınların sesi ülkemizde bastırılmaya çalışılırken, biz DEVA Partisi’nde bu sesi yükseltmeye gayret gösterdik, gösteriyoruz.
Biliyorsunuz, partimizi kurarken, yola çıkarken, “hedefimiz paritedir” dedik.
“Kadın kolları kurmuyoruz. Herkes ana kademede, herkes karar alıcı organlarda” olacak dedik ve %35 cinsiyet kotası uygulamasını tüzüğümüze yazdık.
Yeni bir siyaset dili inşa ederek, ayrımcı, kutuplaştırıcı ve çatışmacı üsluba asla izin vermedik.
Eski siyasetin görmezden geldiği tüm kesimleri gördük ve onlarla omuz omuza verdik.
Kurulduğumuzdan bu yana hep söyledik, söylüyoruz:
“Siyaset er meydanı değildir. Siyaset sadece erkeklere bırakılamayacak kadar da ciddi bir iştir.”
Ben böyle söyleyince erkek arkadaşlarda bir gülümseme görüyorum. Sadece erkeklerle bırakılamayacak diyoruz. Sadece kelimesi önemli. Dolayısıyla erkekler-kadınlar siyaseti hep beraber yapacak.
Kadınların siyasetteki ve toplumdaki yerini hak ettikleri gibi güçlendirmeyi hedefledik.
Her alanda eşitliği sağlamayı hedefleyerek ilerledik, ilerliyoruz.
Çünkü katılımcılığın olmadığı bir yerde demokrasiden söz edilemez.
Katılımcı demokrasi diyorsak her alanda kadın-erkek eşitliğini yaşatmak, uygulamak zorundayız.
Adaletsizliğin ve eşitsizliğin olduğu bir yerde demokrasiden söz edilemez.
Bu konuda sizinle bir deneyimimi kısaca paylaşmak istiyorum. Şöyle bir 7 yıl öncesine hep beraber gidelim diyorum.
Hatırlarsanız, büyük bir gayretle, Türkiye’nin 2015 yılında G-20 dönem başkanlığına seçilmişti. Üç sene önce 2012’den başlayan bir kampanyayla bu başarıyı elde etmiştik. Ben de G20 bakanlar komitesinin başkanlığını yapıyordum.
Bütün dünyanın finans ve ekonomi gündemini Türkiye başkanlığında yönetiyorduk.
O dönemde, tüm dünyada kadınların ekonomik alana katılımı konusunda cinsiyete dayalı engelleri kaldırmak gerektiğini savunuyorduk.
Bu amaçla W-20’nin, yani Kadın-20’nin kurulmasını bizzat gündeme getirdim ve önerdim.
W-20 yapısı ile, cinsiyete dayalı adaletsizlikleri önlemeyi, kadınların iş gücüne katılımını arttırmayı ve iş yaşamında ücret farklarının ortadan kaldırılmasını hedefledik.
Bir yandan kadın girişimciliğini teşvik ederken, diğer yandan kadınların kamusal alanda görünürlüğünü ve konumlarını yükseltmenin adil olacağını söyledik, iddia ettik.
İlk başlarda bu önerimize karşı çıkan ülkeler oldu. Çünkü G-20 konsensüsle yürüyor. 20 ülkeden bir tanesi itiraz etse karar alamıyorsunuz. Herkesin mutabakatını sağlamak zorundasınız. Baktım, bazı ülkelerde isteksizlik var. “Gerek var mı bu konularla uğraşmaya” gibi.
Ama ne yaptım? 2014 yılının sonlarına doğru Washington’da yaptığım bir uluslararası basın toplantısında uluslararası basının huzurunda bunu ilan ettim. Dedim ki, biz Türkiye olarak gelecek yılın, 2015’in dönem başkanı olarak şu şu adımları atmak istiyoruz ama aynı zamanda bir W-20 yani kadın 20 yapısının G-20 bünyesinde kurulmasını istiyoruz dedim.
Biz bunu istiyoruz, diğer ülkelerle de paylaştık, çoğu ülke destek veriyor ama hala değerlendirme aşamasında olan ülkeler var; onların da desteğini aldığımızda biz bu yola çıkıyoruz dedim. Salonda çok sayıda kadın gazeteci de var.
Hemen eller yükseldi “kimmiş o ülkeler” diye. Ben dedim, isimleri çok önemli değil ama biz konuşuyoruz eminim ki onlar kendi ülkelerindeki iç değerlendirmeleri tamamladıktan sonra ben destek vereceğine inanıyorum dedim. Bir hafta sonra bütün ülkelerden onay geldi ve o tereddütte olan ülkeler dahi o oluşturduğumuz tatlı baskı ortamına dayanamadılar ve biz bunu başlattık. 2015’te başlattık, bu sene 8. yıl oluyor.
O gün bugündür, G20 ülkelerinin kadın örgütleri hem kendi ülkelerinde hem de G20 masasında çalışan kadınların hak taleplerini dillendiriyor.
Türkiye’de KAGİDER’in koordinasyonunu yaptığı, çalışan kadınların örgütlerinin bir yapısı var ama her G-20 ülkesinde benzer yapılar kuruldu 2015’te. Önce herkes kendi ülkesinde çalışıyor ve yılda bir defa da G-20 liderleriyle bir araya gelip talep bildirgelerini bizzat liderlere sunuyorlar.
Yani o 20 büyük ekonominin ki dünya ekonomisinin yüzde 85’i ediyor. Dünya nüfusunun 3’te 2’si ediyor o 20 ülke. Temsil gücü çok yüksek. Afrika’da var, Latin Amerika’da var, Avrupa’da var, Avustralya, Japonya var. Temsil gücü çok yüksek.
Ve bir bakıma o dünya liderlerine G-20’’nin bünyesindeki W-20 yapısı biz dünya çalışan kadınları olarak biz sizlerden şunları talep ediyoruz ve bu taleplerimizin takipçisi olacağız diyorlar. Ve baya işliyor şu anda. Sistem gayet iyi işliyor.
Bir dokunuşla, tüm dünya kadınlarının faydalanacağı bir kazanımı elde etmiş olduk.
Bugün de benzer dokunuşları ülkemiz için yapmamız gerektiğini düşünüyoruz.
Maalesef bir zamanlar bu işlere öncülük eden, İstanbul Sözleşmesi’nin ev sahipliğini yapan, sözleşmeye adını veren ülkenin geldiği durumu siz düşünün.
Ama çabuk düzelir inşallah, çok çabuk geçer bunlar. Biz inanıyoruz. Çalıştıktan sonra, kuvvetli bir siyasi iradeyle bu dönüşümü sağlamaya kararlı bir iktidar iş başına geldikten sonra inanın dönüşümün hızı çok hızlı olur.
Özellikle, konuşmamın başında ifade ettiğim İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı gibi otoriter hadsizliklere bir daha izin vermemek amacıyla, kadınların her alanda temsil gücünün artması gerektiğine inanıyorum.
Çünkü otoriter bir yönetime karşı en güçlü duruşun, kadınlardan geldiğini çok çok iyi biliyorum.
Bu noktada, size tarihimizdeki kadın hakları mücadelesinden de birkaç anekdot aktarmak istiyorum.
Halide Edip Adıvar.
Onun temsil ettiği bazı görüşlerin ve değerlerin, iktidardaki otoriter ittifaka bir yanıt teşkil ettiğini düşünüyorum.
Halinde Edip, otoriter zihniyetin her türlüsüne itiraz etmiş bir insandı.
Uğruna savaştığı bağımsızlığımızın ardından gelen tek parti dönemindeki adaletsizliklere itirazlarını sakınmadan söylemişti, konuşmuştu.
Çok partili siyasi hayata geçtiğimizde de Demokrat Parti’den milletvekili olmuş; ancak kendi partisinin demokratlığa sığmayan tutumlarını da eleştirmekten geri durmamıştı.
Haktan, adaletten, hukuktan taviz vermeden mücadelesini vermişti.
Bu nedenle, bugün Türkiye’nin Halide Edip’i anlamaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Çünkü Halide Edip demek; “milletin kaderini tek bir şahsa teslim etmesine” de, “milletin seçtiklerinin insan haklarını ve anayasayı çiğnemesine” de razı gelmemek anlamına gelir.
Tıpkı İstanbul Sözleşmesi örneğinde gördüğümüz gibi, “Bir gece yarısı aldığınız keyfi kararla demokratik kazanımları tehlikeye atamazsınız” anlamına gelir.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bugün değinmek istediğim bir diğer husus ise bölgemizde yaşanan gelişmeler.
Bildiğiniz gibi, Ukrayna, Rusya tarafından şu anda işgal ediliyor. Tüm dünya da zorlu bir sınavdan geçiyor.
Savaşın sürdüğü her saniye, binlerce ailenin yerinden edilmesine ve büyük bir göç dalgasına yol açıyor.
Savaş, en çok da kadınların ve çocukların hayatlarını yaşanılmaz kılıyor.
21. yüzyılda yaşadığımız bu insanlık krizi, Ukrayna’da cinsel şiddet ve sömürü riskini tırmandırıyor.
Bu vesileyle, Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan çatışmaların bir an önce durdurulmasını, taraflar arasındaki görüşmelerin uluslararası hukuka uygun olarak barışçıl bir çözümle sonuçlanmasını diliyorum.
Değerli konuklar,
Bu savaş bize, uluslararası siyasette kadınların aklına ve taşıdıkları değerlere ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ispatladı.
Biraz önce Özlem Hanım bir fotoğraftan bahsetti. Bir tane kadın yok dedi fotoğrafta. Olsa muhtemelen işin akışı değişirdi. Örneğin bugün Sayın Merkel, Almanya’da görevine devam etmiş olsaydı, bugün bu gelişmeler karşısında Avrupa’nın tutumu ve buna karşı Rusya’nın tutumu belki de farklı olurdu. Bilemiyoruz.
Ama ben kendisini yakından tanımış ve kendisiyle bir süre yakın çalışmış birisi olarak Sayın Merkel’in sadece Almanya’ya değil tüm Avrupa’ya kazandırdıklarını bizzat gördüm, şahit oldum.
Kadınların esas gücü; akıl ile ihtiyaçları birleştirmekten geliyor.
Emperyal hayaller gibi hırslara kapılmayan kadınlar, sorunların barışçıl çözümlerini kavrayabiliyor.
Kadınlar, tüm tarafların güvenlik ihtiyacını dikkate alan yeni çözümler geliştirebiliyor.
Gücün bir korku aracı olarak kullanılmaması gerektiğini en iyi kadınlar biliyor.
Dış politikada kadınların etkili konumlarda olması, empati ve diyalog kanallarını genişletebiliyor.
Ben farkında değildim ama bizim Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanımız yani genel başkan yardımcımız Yasemin Hanım, bildiğim kadarıyla bütün siyasi partiler içerisinde bu konularda sorumlu tek kadın başkan yardımcısıymış. Ben de bilmiyordum, sonradan öğrendim. Onun için diyorum ki; bu dış politika ve güvenlik meseleleri de sadece erkeklere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Her ülke buna dikkat etmelidir.
Sorunlar ne kadar keskin olursa olsun; kadınlar diyalog kanallarını daima açık tutabiliyorlar.
Çatışma çözümlerinde kadınların sürecin parçası olduğu örnekler, diğerlerine göre daha yüksek oranla başarıyla sonuçlanıyor ve kalıcılığı artıyor. Bunlar somut araştırmalara dayanıyor. Çatışma çözümü diye bir alan var biliyorsunuz. Bu conflict resolution dediğimiz. Bu terörle ilgili de oluyor, ülke içi gerginliklerle ilgili oluyor, ülkeler arası gerginliklerle ilgili oluyor. Bu çatışma çözümü denen bir alan var. Ve araştırma sonuçlarıyla bu sabit.
Ve tabii dünyanın neresinde olursa olsun, savaşların acısını en çok da kadınlar çekiyor.
Kadınlar yönetişimde daha fazla temsil edildiğinde, uzlaşmaya dayalı ve barışçıl dış politika kolaylaşıyor.
Kısacası; bugün, sadece ülkemizin değil, bütün yerkürenin kadınların aklına ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
Konuşmamı, az önce ismini zikrettiğim Halide Edip’in bir sözüyle tamamlamak istiyorum.
“Dünyanın genel eğilimi şiddetten yana oldukça, şiddeti teşvik etmek için cesarete ihtiyaç yoktur.”
Yani diyor ki eğilim zaten şiddetten yana. Çıkıp da eyy naraları atanlar, çıkıp da şiddeti teşvik edenler, şiddetten yana olanlar… Aslına bunu yapmak için cesarete ihtiyaçları yok. Zaten eğilim o tarafa doğru, kolay. Ama başka ne diyor bakın Halide Edip. “Tek başına şiddete karşı çıkmak asıl güçlü olmaktır” diyor.
Bugün de tüm dünyayı tehdit eden emperyal hevesler uğruna şiddete başvuranlara karşı hep beraber hatırlatalım: “Şiddete karşı çıkmak güçlü olmaktır”.
Kadın-erkek hep beraber, ülkemizin ve bölgemizin şiddetin her türlüsünden arındırılması için çalışacağımızın altını bir kez daha çiziyorum.
DEVA Kadında Zirvemizin ikincisini koordine eden Kadın Politikaları Başkanımız Sayın Elif Esen’e çok teşekkür ediyorum.
Elif Hanım’ın ekibine ve bu organizasyonun hazırlanmasında emeği geçen diğer tüm arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.
DEVA Kadında Zirvesi’nin, ülkemizde ve bölgemizde yeni bir siyasi kültürün inşasına katkı sunmasını temenni ediyorum.