GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ANKARA İL KONGRESİ KONUŞMASI
Merhaba Ankara. Binlerce yıllık tarihe sahip kadim şehrimiz. Merhaba. Ahilik kültürünün doğduğu toprakların, İç Anadolu'nun ticaret merkezi merhaba. Yüz yaşına merdiven dayamışCumhuriyetimizin başkenti merhaba. Türkiye'nin dört bir yanından gençlerimizin akın akın geldiği köklü üniversitelerin kenti merhaba.
Geniş tarım alanlarıyla çiftçilerimizin diyarı merhaba. Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım güzel şehir merhaba. Merhaba yol arkadaşlarım. Kalbi bugün Ankara'da atan ve bizleri ilgiyle izleyen saygıdeğer yurttaşlarım hepinize merhaba. Bu salonda bizlerle beraber olan siyasi partilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın değerli başkanları, değerli temsilcileri, kıymetli basın mensuplarımız, kıymetli muhtarlarımız merhaba.
Bugün memleketimden Ankara'dan sizlere sesleniyorum. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Hoş geldiniz arkadaşlar hoş geldiniz. Ankara İl Teşkilatımızın 1. Olağan Kongresine Hoş geldiniz. Sağ olun, var olun.
Değerli dostlarım, bundan tam bir sene önce bu salonda büyük bir coşkuyla bir aradaydık. Demokrasi ve Atılım Partimizin 1. Olağan Büyük Kongresi vesilesiyle yine bu salonda buluşmuştuk. O gün seçimlere girme hakkını elde ederek, hep beraber bir tarihi rekora imza atmıştık.
Biliyorsunuz kuruluşundan 41 ili tamamlayıp büyük kongresini yapana kadar geçen süre açısından baktığımızda, Deva Partisi teşkilatlanmasını en hızlı tamamlayan ve seçime girme hakkını yakın tarihimizde en hızlı elde eden siyasi parti oldu. Gerçekten bu bir rekor. Aradan geçen bu bir yıllık süre içerisinde hep beraber damla damla büyüdük, damla damla ülkemizin topraklarına can suyu olduk. Bu bir senede neler, neler yaptık...
365 güne çok büyük işler sığdırdık. 81 ilde il başkanlarımızı görevlendirdik. 700 ilçede ilçe başkanlarımız görevine başladı. Kadınların, gençlerin yüksek oranda temsil edildiği ve siyasete ilk defa DEVA Partisi ile adım atan on binlerce arkadaşımızın yöneticisi ve mensubu olduğu bir teşkilat inşa ettik. Bunu hep beraber gerçekleştirdik. Türkiye siyasetinde bir ilke imza attık. Tam 20 alanda detaylı eylem planları hazırladık, hazırlıyoruz. Bu bir ilk. Türkiye'de daha önce böyle bir şey yapılmadı. Çok detaylı bir şekilde iktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağımızı adım adım ortaya koyduk. Bugün itibarıyla tam 5 aynı alanda eylem planımız açıklamış durumdayız.
Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi için güçlendirilmiş parlamenter sistem eylem planımızı açıkladık. Demokrasiye Geçiş Eylem Planı adını verdik buna. Ve bu hazırlığı ''parlamenter sistem istiyorum'' diyen diğer 6 siyasi parti ile beraber aynı masaya koyduk. Artan maliyetlerle boğuşan fedakar çiftçimize, tarım eylem planımızla kapsamlı çözümler sunduk.
İklim değişikliğinden şehirciliğe kadar uzanan çok geniş bir alanda hazırladığımız Afet Yönetim Eylem Planımızı kamuoyuyla paylaştık. Dijital dönüşüm ve teknoloji konusunda politika başkanlığı olan tek siyasi parti olarak ülkemizin dünyayla bütünleşerek zenginleşmesini hedefleyen Yarına Atılım Eylem Planımızı kamuoyuna duyurduk.
Sosyal devlet anlayışımızı ete kemiğe büründürdük. Sosyal politikalar eylem planımızı açıklayarak, yoksullukla mücadelede ne kadar kararlı olduğumuzu dünya aleme ilan ettik, ortaya koyduk. Bizler Deva kadroları olarak geçtiğimiz bir yıl boyunca her gün her an vatandaşlarımızla beraber olduk. “Evime ekmek götüremiyorum” diyen insanlarımızın sesi olduk.
Bunca yıl çalışmasına rağmen yoksulluğa, yokluğa ve haksızlığa mahkûm edilen emeklilerimize kulak verdik. Her gün değişen piyasa koşulları altında ayakta kalmaya çalışan esnafımızın derdine ortak olduk. Artan maliyetler karşısında çaresizce ezilen çiftçimizin sesini duyduk, duyurduk. Her gün ölüm korkusuyla yaşayan, çığlığını tüm aleme duyurmaya çalışan kadınların yanından ayrılmadık.
Ülkemizin gece yarısı kararnameleriyle karanlığa sürüklenmesine sessiz kalmadık. Mülakatlarda haksızlığa uğrayan, ''iş bulamıyorum'' diyen, ''ümidim kalmadı'' diyen gençlerimizin, zulme uğrayan binlerce KHK'lının yanından ayrılmadık. Her anlamda çok yoğun, çok dolu bir yılı bitirdik ve inşallah 3 gün sonra yeni yıla adımımızı atıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, işte bu birikim ve tecrübeyle bir yıl sonra yeniden bu salonda sizlerle birlikte olmak, yeniden bu kürsüden tüm ülkeme hitap etmek gerçekten çok güzel. Bir sene sonra aynı gün, aynı yerde daha büyük bir coşkuyla sizlerle beraber olmaktan gerçekten hem mutluluk duyuyorum hem de gurur duyuyorum. Gözlerinizdeki kararlılığı ve yüreğinizdeki inancı gördükçe “iyi ki bu yola çıkmışız" diyorum. "İyi ki Deva Partisi'ni kurmuşuz" diyorum.
"İyi ki sizlerle tanışmışız" ve "iyi ki hep beraber yol arkadaşlığı yapıyoruz" diyorum.
Bu arada, ülkemizin özgürlükle ilgili sorunları da adaletle ilgili sorunları da hukukla ilgili sorunları da demokrasi ile ilgili sorunları da ve ekonomiyle ilgili sorunları da çok çabuk düzelir. Çok çabuk. Hiç endişeniz olmasın. Çok kolay, çok hızlı bir kabustan uyanırcasına hızla düzelecek, korkulu bir rüyadan kalkıp, şöyle bir yudum su alıp rahatlarcasına bu ülkemiz rahata erecek. Hiç endişeniz olmasın.
Değerli arkadaşlarım, bunca zorluğa rağmen, bunca tehdite, bunca uğraşmaya rağmen dün itibarıyla üye sayımız tam yüz bini geçti. Her şeye rağmen geçti. Neler neler geldi arkadaşlarımızın başına? Neler neler. Çok sayıda bize üye olmak isteyen vatandaşımız, bize üye olmak için başvurduğunda farkına vardı ki, kendi iradesinin dışında, kendi bilgisinin dışında iktidar partilerine üye yapılmıştır.
İlçe başkanlarımız, bizim ilçe başkanımız ya; Deva Partisi'nin ilçe başkanı istifa ediyorlar, bizim ilçe başkanımız oluyorlar. İki gün sonra yine iktidar partilerine üye kaydediyorlar ya. İnanın böylesine bir vurdumduymazlık, böylesine bir aymazlıkla iş yapmaya alıştı bunlar. Devlet-parti böyle iç içe geçince, orada ne hukuk kalıyor ne adalet. Ne de insanların tek tek şahsi iradesi kalıyor. Bu sistemin ne kadar yanlış bir sistem olduğunu görüyoruz.
İlçelerde belediye başkanı, ilçe başkanı, kaymakam artık birlikte çalışıyor. İllerde de benzer durumlar var. Ne kadar yanlış bir sistemin ne kadar büyük bir çukurun içine düştüğümüzü gayet iyi görüyoruz. Onun için diyoruz ki; bu sistem devam ettiği sürece ülkeyi yöneten bu zihniyet iş başında olduğu sürece bu ülkenin sorunları çözülemeyecek. Üzülerek söylüyorum. Asla çözülemeyecek. Sistem de değişmeli, ülkeyi yöneten zihniyet de değişmeli, topyekûn iktidar değişmeli, başka çaresi yok.
Değerli arkadaşlarım, biz bu yolu yürürken, teşkilatımızla, üyelerimizle, gönüllülerimizde, hep beraber yürüyoruz. İşte değerli arkadaşlarım sizlerle, işini bilen insanlarla, iyi insanlarla emaneti teslim almaya kararlı adımlarla hep beraber yürüyoruz. Geliyoruz, geliyoruz. Sağ olun, var olun.
Değerli arkadaşlarım, 9 Mart 2020 tarihinde hep beraber yola çıktık. Bir sene dokuz ay oldu. Üç ay sonra şurada inşallah yine hep beraber ikinci yaşımızı kutlayacağız. Ankara'daki kongre maratonumuza Mamak'ta başlamıştık.
Kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla hep beraber çıktığımız bu yolculuğumuzda başkentin dört bir tarafına yayıldık. Bugün itibarıyla 25 ilçemizin tamamında ilçe başkanlarımız görevinin başında. Eşitlik için, adalet için, özgürlük için çıktığımız bu yolda çözümün sözcüsü olarak yolumuza devam ediyoruz. Ayrışmıyoruz, ayrıştırmıyoruz, toplumu kutuplara ayırmıyoruz, siyasete yepyeni bir dil kazandırıyoruz. Türkiye'nin hep beraber söyleyeceği yeni şarkıları sizlerle beraber , Deva kadrolarıyla beraber yazıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bakın bizler gücümüzü kökümüzden alıyoruz. Bizim kökümüz bu ülkenin mayasındadır. Mazimiz bu toprakların ezelden beridir hür yaşayan, sağlam bir demokrasi bilinci biriktiren köklerindedir. Toplumsal ve siyasi tarihimizdeki tüm demokrasi mücadelelerinden aldığımız mirastır bizi biz yapan. Demokrasi öyle kolay kazanılmıyor. Demokrasi, hassas, demokrasiye gözümüz gibi bakmak gerekiyor. Demokrasinin düşmanları çok. Gücü eline geçirenler dinlemiyor, tınmıyor. Demokrasiye hep beraber sahip olmamız gerekiyor, hep beraber. Ve demokrasinin değerli arkadaşlar, ancak ve ancak hukuk içerisinde iyi işleyeceğini de unutmamamız gerekiyor.
Eğer hukuk yoksa, demokratik yollarla seçilenler kendilerini hukukla bağlı kılmıyorsa, ''Anayasayı tanımam, uymam'' diyorsa bu ülkede demokrasi eliyle kaos gelebilir. Demokratik yollarla seçilenler ülkenin başına otokratik rejimleri ağa gibi örebilirler. Onun için demokrasi önemli. Ama bir o kadar da hukuk önemli. Hukuk çerçevesinde çalışan bir demokrasi ancak bir ülkeyi yükseltebilir. İşte bu nedenle bizler siyasi tarihimizi istismar edenlerden asla olmadık, olmayız. Ama ne yaparız? Demokrasi tarihimize adını yazdıran büyüklerimizin ismini istismar edenlerle de mücadele ettik, ederiz. Öyle ucuz değil. Bugünkü ülkeyi yönetenlerin kendi keyiflerine göre tarihin eğilip bükülmesine, hakikatin çarpıtılmasını da izin vermeyiz, veremeyiz.
Bakın arkadaşlar biliyorsunuz şu andaki Cumhurbaşkanı geçen hafta yine çarpıtma yaptı. ''Rahmetli Özal, Türk lirasının onurunu kurtarmıştı, şimdi biz de aynısını yapıyoruz'' dedi. İfadeye bak ya. Hep diyorum ya arkadaşlar bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor. Rahmetli Özal'ın yaptıklarını bile bilmiyor. Özal'ın arkadaşlarının önemli bir kısmı hala hayatta ya. Şöyle bir üçünü beşini bir çağır, bir dinle. Turgut Özal nasıl yapmıştı bunu bir sor. O teşebbüs hürriyetini, ifade hürriyetini vicdan hürriyetini bu ülkede nasıl savunmuştu? Neler yapmıştı? Ülkeyi dünyaya nasıl açmıştı? Nasıl entegre etmişti? O daralmış, dar kalıplara sığınmış ekonomiyi nasıl kendi potansiyeli ile yükseltmişti? Üç, beş kişi çağırıp, sorsan anlatırlar ya. Yapmıyor.
Ne yapıyor? Bol bol istismar ediyor bol bol. Özal'ın adını dilinden düşürmüyor ama yaptıklarının tam zıttını yapıyor. Bakın arkadaşlar şu habere bir göz atalım. Tarih 17 Eylül 1989. Bu haber Turgut Özal'ın bir gün önce yaptığı basın toplantısının haberi. Şu anda biliyorsunuz geçen hafta açıklanan yeni bir uygulama var. Bu dövize endeksli mevduat uygulaması, onun benzeri 1970'lerde Türkiye'de yoğun bir şekilde uygulamışlar. 80'lerde Özal'la beraber bundan kurtulmanın yollarını aramışlar ve en son 89'da son taksiti de ödemişler. Özel basın toplantısında diyor ki ''Çok şükür ya'' diyor, ''Kurtulduk şu işten'' diyor. Bakın burada var, satır satır var. Özetle diyor ki; ''Dövize çevrilebilir mevduat hesaplarının son taksitini ödedik ve uygulamayı artık kaldırdık çok şükür'' diyor.
Bakın, şu ifadesine bakın, bu hesaplarla ilgili hangi ifadeleri kullanıyor dikkat edin. ''Acı tecrübe'' diyor. ''Bilgisizliğin vesikası'' diyor. ''Kendilerini uyanık sananların dalaveresi'' diyor, ifadelere bakın. İşte arkadaşlar bakın Erdoğan'ın geçen hafta açıkladığı bu kur garantili TL mevduat hesabı uygulaması rahmetli Özal'ın "ders alın" dediği gelecek nesillere yük altına sokmasın diye uyardığı sistemin hemen hemen tamamen aynısı, gerçek bu. Erdoğan, 20 Aralık Pazartesi günü açıkladığı bu programla, bu mevduat uygulamasıyla Özal'ın seneler evvel acı tecrübe dediği sistemi diriltti ya. 30 sene önce bilgisizliğin vesikası dediği bir modeli tekrar çıkardı, yeni bir şeymiş gibi vatandaşın önüne sundu.
Erdoğan'ın şapkadan çıkardığı bu 1970 model tavşanı rahmetli Özal kendilerini uyanık sananların dalaveresi diye tanımlamıştı. Olaya bakın ya. Bakın arkadaşlar dövize çevrilebilir mevduatın yükü ile buluşan Özal başka neler demiş; ne diyor? ''Dövize çevrilebilir mevduat uygulaması enflasyona sebep oldu'' diyor. ''Enflasyonun nedeni bu oldu'' diyor. O yıllarda hatırlayın, enflasyon iki hane 3 hane. Çünkü bu işler başlarken böyle allaya pulluya, süslüpüslü sunuluyor ama bedeli sonra ödeniyor. Erdoğan bunların hiçbirinin farkında değil ya. Bu işin enflasyonun ana sebebi olduğunu, olacağını. 30 sene önce rahmetli söylemiş. Ama derler ya tarih tekerrür eder diye. Tarih değerli arkadaşlar, ders almayanlar için tekerrür eder. Tarihten ders alırsanız aynı hatayı tekrar etmezsiniz. Ama bilmiyor ya. Özal'dan da bilmiyor. Yazık gerçekten çok yazık.
Bakın bunun bedelini hem bizler ödeyeceğiz, hem de gelecek nesiller ödeyecek. Bu söylentilerin hepsi kayıtta diyecekler ki kaç yıl sonra ya Deva Partisi’nin Ankara İl Kongresi'nde Babacan bunları açıklamıştı, uyarmıştı. ''Bu yanlış yollara girmeyin, ülkenin başına büyük dert açıyorsunuz, büyük külfet gelecek, maliyet gelecek, enflasyon gelecek'' demişti diye. Birkaçsene sonra bunların hepsi kayıtlarda hepsi konuşulacak. Fakat biliyorsunuz değerli arkadaşlar şu son eylülden bu yana olan ekonomi ile ilgili uygulamalar gerçekten akıl alır gibi değil. Ya akıl alır gibi değil evine ne yaptı bir hatırlayalım. Nass dedi. Merkez Bankası'nın Para Politikası Kurulu üyesi olan 3 kişiyi bir gecede görevinden aldı, talimatını aynen yerine getireceğini düşündüğü3 kişiyi göreve getirdi. Ve başladı Merkez Bankası'na talimatlar yağdırmaya ben faizle savaşacağım dedi. Evet talimatla Merkez Bankası kendi politika faizini eylülden aralığa kadar yüzde 19'dan yüzde 14'e indirdi.
Şimdi ne diyor? Diyor ki “ben faizi indirdim”. İyi de aynı dönemde eylülden aralığa kadar Hazine'nin borçlanma faizin yüzde 17'den yüzde 25'a çıkarttığını niye söylemiyorsun ya? Onu çıkaran başkası mı? Bu Hazine başka bir ülkenin Hazinesi mi? Hazine acaba senden talimat almıyor da başkasından mı talimat alıyor? Hazineye de bir talimat veriver bakalım arkadaş niye bu kadar yüksek faiz ödüyorsunuz piyasaya? Hazine'nin faizini de talimatla düşürsün de görelim. Takmış kafayı Merkez Bankasına, Merkez Bankası'na talimat verdin düşürdü. Ee? Hazine sana bağlı değil mi? Bakanların biri geliyor, biri gidiyor . Hiç o bakan şöyle yaptı böyle yaptı diye anlattı. Anlatmasın. Son birkaç yıldır bakanlar eski bakan değil. Neyse harfiyen yapıyorlar. Zaten çok mutlular ya yani ömürlerinde göremedikleri hayal dahi etmedikleri noktaya gelmişler.
Bakın, bakın değerli arkadaşlar, bundan tam bir sene önce aynı Hazine yüzde kaçla borçlanıyor biliyor musunuz? Yüzde 13. Bugün yüzde 25. Soruyorum acaba Merkez Bankasının faizi ile ilgili Nass var da Hazine'nin faizi ile ilgili bir Nass yok mu acaba? Son üç ayda mevduat faizleri fırladı gitti. KOBİ'lerin, küçük esnafın kredi kullanırken aldığı borcun faizleri fırladı gitti. Aynı dönemde oldu. Bunlarla ilgili Nass yok mu?
Değerli arkadaşlar, bakın bu yanlış uygulamalar, bu akıl dışı, bilim dışı rasyonalite dışı ekonomi uygulamaları maalesef bu ülkeye çok büyük bedeller ödetti, ödetiyor üzgünüm. Fakat maalesef seçim gününe kadar bu bedeller ödenmeye devam edecek. Çünkü ders almıyorlar. Paralel bir evrende yaşıyorlar. Anlattığı Türkiye sanki bugünün Türkiye'si değil ya. Bakın rahmetli Özal'a dönelim. Çünkü Erdoğan lafa gelince dilinden düşürmüyor ya, onun için anlatmamız gerekiyor. Çünkü rahmetli Özal'ın milletimizin gönlündeki yerini çok iyi biliyor ve habire kullanıyor, istismar ediyor. Ama biz işin özüne bakıyoruz, özüne. Lafta böyle ama icraata bakıyoruz. Erdoğan lafta Özal diyor, icraata gelince tam tersini yapıyor. Hani bir deyim vardır ya Özal gitmiş Mersin'e, Erdoğan gidiyor tam tersine, inanın öyle. Yani arkadaşlar eğer rahmetli bu olanları görse 2021 yılının Erdoğan'ını herhalde sopayla kovalardı, ne yapıyorsun derdi ya ne yapıyorsun? Hiç ders almadın mı derdi. Hem benim adımı anıp duruyorsun hem de yaptıklarımın tam tersini yapıyorsun derdi herhalde. Bakın birkaç örnek daha verelim. Özal deyince herkesin aklına bir ifade gelir değil mi? "Orta direk" önemli ifadedir, önemli kavramdır. Yani ortalama vatandaşın refahı demektir. Ortalama vatandaşın yüzünün gülmesi demektir ortadirek. Ekrana o günlerden bir kesit getirelim şöyle, ne diyor? Hedefimiz, orta direğin güçlenmesidir diyor. İşte değerli arkadaşlar son yıllarda Erdoğan orta direği yıktı biliyor musunuz? Yıktı.
Özal'ın inşa ettiği orta direği son yıllarda çökertti. Tarihe böyle geçecek çünkü hepsi kayıtlarda. Esnaf, memur, işçi, çiftçi, emekli derken ülkede geliriyle geçinebilen çok azaldı, kalmadı. Son yıllarda gelir dağılımı iyice bozuldu. Zengin daha zengin, fakir daha fakir oldu. Bunu TÜİK bile saklayamıyor, TÜİK bile artık minareyi kılıfa sığdıramıyor. En son açıkladıkları gelir dağılımı raporu, en zengin yüzde 5'de en fakir yüzde 5'lik kesim arasındaki gelir farkı daha bir sene önce 22 katmış. Son yıl 26 kata çıkmış. Bir yılda 22’den 26 ya arkadaşlar. Zenginle fakir arasındaki uçurumun hızla büyüdüğü bir ülkede orta direkten bahsedilebilir mi ya? Sen çık daha iki hafta önce de ki; "asgari ücreti biz Türk lirası olarak belirliyoruz burası Türkiye", "asgari ücret dolara endekslenir mi?" de. Milyonlarca sabit gelirli, dar gelirli vatandaşımızın gelirinin dolarla mukayese edilemeyeceğini, dövizle karşılaştırılamayacağını söyle.
İş çok az sayıda mevduat sahibinin bankadaki parasına gelince "aman kaygılanmayın biz sizin mevduatınızı dolara endeksleyeceğiz, Euro’ya endeksleyeceğiz. Merak etmeyin, döviz ne kadar kazandırırsa biz de size aynısını kazandıracağız" de. Böyle bir ülkede orta direk kalır mı ya? Geniş kitlelere gelince "burası Türkiye, Türk lirası", az sayıda mevduat sahibine gelince, parası bankada olana gelince "kaygılanmayın aman, biz sizin varlığınızı, paranızı döviz olarak koruyacağız". Bu ülkede, değerli arkadaşlar gelir dağılımı bozulur, ortadirek kalmaz.
Bir arkadaşımız bir ifade kullandı. Faizci kelimesi kullandı biraz önce bakın. Bu ifadeyi Erdoğan gelişigüzel çok kullanmıştır. Merkez Bankası'nın politika faizi yüzde 7 iken, 8 iken oradaki tertemiz bürokrat arkadaşlarımıza, faizci diyordu, faiz lobisinin adamları diyordu. Meydanlarda yuhalatıyordu. "Yüksek faizi savunmak, vatana ihanet etmektir" diyordu. Bunu ne zaman söylüyordu? Faiz yüzde 7 iken 8 iken söylüyor. Peki ben buradan şimdi kendisine soruyorum. Merkez Bankası'nın Hazine'nin faizleri yüzde 7 iken 8 iken bu faize, bu faizi belirleyen ekiplere, faizci diyorsun, vatana ihanet diyorsun. Peki bugünkü yüzde 25 Hazine faizini belirleyen, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni Hazinesinin yüzde 25 faizle borçlanmasına göz yuman kişiye acaba nasıl hitap etmemiz lazım? Nasıl bir ifade kullanmamız lazım? Yüzde 7-8'lik faizi savunmak faizcilik iken Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin yüzde 25 faizle borçlanmasına göz yumanlara ne demek lazım? Ben kendisine soruyorum. İfadeyi kendi söylesin. Sıfatı kendisi eklesin. Hiçbir tutarlık yok arkadaşlar hiçbir tutarlık yok. Ve üstelik bu Hazine'nin faizi var ya 5 yıllık 5! Hazine yüz lira borçlanıyor bugün 5 sene boyunca 25, 25, 25, 25, 25 faiz ödeyeceğim diyor ya, sabit faizden kendini kilitliyor ileriye doğru.
Bu Hazinenin başında kim var? Erdoğan var. Sadece Merkez Bankası'na talimat verdim, düşürdüm diye övünmesin. Asıl piyasaya baksın ya, piyasada bu insanların ödemek zorunda kaldığı faize baksın. Kendine direkt bağlı Hazinenin ödediği faize baksın biraz da. Bilmiyor, bilmiyor, görmüyor, görse de görmemezlikten geliyor. Ama saklayamaz o saklasa biz ortaya çıkarırız. Bakın değerli arkadaşlar bir başka konu, rahmetli Özal basını sorardı, gazetecileri sorardı, o günlerdeki ifadesine bakın ne diyor, "hakaret etsinler, kızmam" diyor. "Basın özgürlüğünü savunurken yanlış haber de yapsalar, hakarette etseler kızmam" diyen bir güleç insandan bahsediyoruz. Ben Erdoğan'a sesleniyorum, Özal nerede, siz neredesiniz ya? Hiç mukayese etmeyin, hiç adını anmayın kendisi ne yaptı? Türkiye'yi basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 153 sıraya geriledi ya. Yaptığı bu. Hani ifade özgürlüğü? Özal'ın üç önemli özgürlüğü değil mi? "ifade özgürlüğü" diyor "ifade hürriyeti" diyor, nerede? Gazetecilere davalar, cezalar, mobbingler. İşten kovdurtmalar. Gazeteci arkadaşlardan aldığım rakam bu.
Tam 10 bin gazeteci Türkiye'de işten kovdurtulmuş durumda arkadaşlar. Hafif eleştiri yazdı diye televizyonda olumsuz birkaç kelime yaptı diye başka bir şey değil. Konuşan yazan, çizen aleyhte kim var kim yoksa hemen patron telefon. Ya işten kovarsın ya da senin canına okuruz. Patronlardan dik duranlar var, boynu bükük olanlar var. Patronlardan korkmadan, kardeşim bu benim mesleğim, ben bunu yapacağım diyenler var, tehditle ya da teşvikle emir altında olanlar var, hepsini biliyoruz hepsini. Ama bunların da hepsini not ediyoruz. Kim dik durdu, kim eğildi büküldü. Hepsini not ediyoruz, yazıyoruz bir kenara. Gerçekten değerli arkadaşlar, son yıllarda bu saydıklarımın hepsi çok yapılıyor. Yanlışın bini bin para gerçekten.
Bakın özgürlükler demişken, bir başka konu (diğer kupür) bakın o gün farkında değil basın. Çünkü küçük haber yapmış gazetenin iç sayfasına küçük haber. Önemini bile tam anlayamamışlar. Ama bu haber ne biliyor musunuz? Bu haber, rahmetli Özal tarafından vatandaşlarımızın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru yapmasının yolunun açıldığı ile ilgili bir haber bu. Çok önemli bir adım. Yani iç hukukta, hukuk yolunu tüketen vatandaşlarımız gidip kendi kurucusu olduğumuz, tam üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi'nin bir yapısı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bizim vatandaşlarımız gidip hakkını arayabilsin diye bir yol açmış. Bakın, vizyona bakın, ileri görüşüne bakın. 1980'lerde ya bu. 30 sene önceki ileri görüşlülüğe bakın, 40 sene önce.
Hatta bizde biliyorsunuz 2010 yılında Sayın Sadullah Ergin'in Adalet Bakanı olduğu dönemde bu toplumun yüzde 58'inin onayıyla kendi ülkemizdeki Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurunun da yolunu açtık biliyorsunuz. Onu da yaptık, olur da hakkını mahkemelerimiz de alamayan, hakkı yendiğini düşünen vatandaşlarımız gitsin kendi anayasa mahkememize bireysel orta başvursun dedik ve sonuçlara bakın. Anayasa Mahkemesinin web sitesinde bu istatistikler açıklandı. Bakın rakam vereceğim. Bizim kendi anayasa mahkememiz diyor ki; bana gelen bireysel başvurulardan esastan incelediklerinde yüzde 95 oranında hak ihlaline hükmettim diyor. Rakama bakın ya! Bizim vatandaşlarımız gidiyor, kendi mahkemelerimizde kapı kapı dolaşıyor, yargı yolunu tüketiyor. Yine de ben hakkımı alamadım diyor. Hakkım yendi diyor. Kendi Anayasa Mahkememize gidiyor. Anayasa Mahkemesi o hala, hala ele geçiremedikleri, sık sık saldırdıkları Anayasa Mahkemesi ne diyor? "vatandaş haklı" diyor. Yüzde 95 oranda kendi vatandaşımızı haklı buluyor Anayasa Mahkememiz.
Ülkemizde değerli arkadaşlar, bakın ilk kez tarihte böyle bir durumla karşı karşıya kaldık. Bu AİHM kararlarına uymuyor ya, ne diyor? "Kendi Anayasa Mahkememizin kararına uymuyorum" diyor, "Saygı duymuyorum" diyor. Uluslararası sözleşmeye imza atmışız, kurucusu olmuşuz. Avrupa Konseyi bakın Avrupa Birliği değil bu. Aradaki farkı da bazen karıştırıyor. Yani Erdoğan'ın dediklerine çok dikkat etmeyin. Avrupa deyince karıştırıyor ya, bazen Haç diyor, Hilal diyor, Konsey diyor birlikte hepsini karıştırıyor. Bilmiyor ya, Avrupa Konseyi yani bizim tam üyesi olduğumuz bir yapı ve onun bir kuruluşu bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar alıyor bizim vatandaşlarımıza ilgili, bizim mahkemeler uymayın diyor yapmayın diyor. Ve bu yüzden Türkiye ilk defa, tarihinde ilk defa bir yaptırım sürecine girdi şu anda. Bu neyin yaptırımı değerli arkadaşlar? Sen Türkiye Cumhuriyeti olarak attığın imzaya uymuyorsun, verdiği söze tutmuyorsun. Akitleşmişsin, akdinin arkasında durmuyorsun.
Şimdi istediği kadar faizle uğraşsın, istediği kadar gitsin, bilmem şu ülkeden bu ülkeden swap anlaşma falan hikâye. Ya sen sözünde durmuyorsun bu devletin imza attığı belgelerin gereğini yerine getirmiyorsun ondan sonra ekonomiyi düzelteceğim diye uğraşıp duruyorsun. Beyhude olmaz, yapamayacak, olmayacak.
Ekonominin temelinde değerli arkadaşlarım güven var güven! Güven olmayınca ekonomi düzelmez. Ağzıyla kuş tutsa beceremez. Peki diyorlar ki ya sen ara ara hatırlat çünkü bilmiyor unutmuş da olabilir 2002-2007 arası. Özellikle o Türkiye'nin en parlak dönemlerinde Türkiye güveni nasıl sağlamıştı? Türkiye nasıl ayağa kalkmıştı? Türkiye ağır borç yükünden nasıl kurtulmuştu? Türkiye enflasyonu tek haneye nasıl düşürmüştü? Bunu diyorlar ki bana, sen Erdoğan'a tek tek hatırlat yoksa bilmiyor, unutuyor. Farkında olmamış olabilir o gün, o güven nasıl oluştu? Bakın değerli arkadaşlarım güven nasıl kazanılır? Bir dakika 8 madde. Çok kolay tabii anlayana, çok kolay tabii ki yapana.
1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin
2- Söz verince tutacaksın.
3- Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4. Her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin.
5- Dürüst ve işin ehli kadrolarla çalışacaksın.
6-Hiçbir zaman istişareden vazgeçmeyeceksin
"Ya ben bu işi öğrendim artık herkesten daha iyi biliyorum kimseye sormaya ihtiyacım yok" demeyeceksin. Her daim istişare edeceksin.
7-Şeffaf olacaksın, hesap verebilir olacaksın.
Merkez Bankası'nın rezervlerinin hesabı mı sorulur? demeyeceksin. Arka kapıdan 130 milyar doları sattığı yetmiyormuş gibi geçen hafta bir 9 milyar doları daha arka kapıdan gizli saklı satmayacaksın, şeffaf olacaksın. Ve değerli arkadaşlarım,
8- Planlı programlı hareket edeceksin. Geleceğe doğru hep hesabını kitabını yapacaksın. Plan program yapacaksın, açıklayacaksın ve o plan program çerçevesinde hareket edeceksin.
Bakın değerli arkadaşlar. Erdoğan, bu rahmetli Özal'ın yaptıklarının farkında mı? Belli ki inanın ne yaptığını bilmiyor. İki de bir Özal'dan bahsediyor ama yaptığının gidiyor tam tersini yapıyor. Özal'ı bilmiyor arkadaşlar. Özal'ı bilmiyor ama Özal'ı kim biliyor biliyor musunuz? Bakın dikkat edin. Şimdi Özal'ı tanıyan bir başka isim vereceğim size. İktidarın rotasını çizdiğini söyleyen Perinçek, Gayet iyi biliyor Özal'ı. Bakın ne diyor? Perinçek'in ifadesi: "Turgut Özal ne dediyse, tersini yapacağız. Onların hepsi çöplük" diyor. Halkın desteğiyle siyaset yapamayan Ankara'nın karanlık dehlizlerinde iktidara rota çizen birisi çıkmış Rahmetli Özal'a "çöplük" muamelesi yapıyor ya sizin haddinize mi? Bu ülkenin hayrına bir iş yapmamış, bir çakıl taşı kadar faydası olmamış insanlar kalkmışlar Özal'a böyle ifadelerle saldırıyorlar. Zerre kadar kıymeti yok bunları biliyor musunuz? Yok.
Fakat işin garip tarafı ne biliyor musunuz arkadaşlar? Ben buradan şimdi Sayın Erdoğan'a seslenmek istiyorum: Siz şu ortaklarınıza bir dönün iyice bakın ya, sizin kiminle ortak olduğunuzun farkında mısınız acaba? Bakın farkında mı bilmem ama Erdoğan'a sesleniyorum, siz 28 Şubatçılarla mafya, çete dostlarıyla aynı gemidesiniz bunun farkına varın. Biz o geminin ülkemize hayır getirmediğini de getirmeyeceğini de çok iyi biliyoruz. Sizin de bilmeniz lazım. 28 Şubat'ın mağdurlarının desteği ile siz işbaşına gelmediniz mi ya? Nasıl onlarla kanka olursunuz tekrar? Bir yanınız da krizlerin ortağı Bahçeli, diğer yanınızda Çin muhibbi Perinçek varken siyasetinize Özal'ı falan alet etmeyin. Anlayın adını! Bu kadar isim var yeter ya.
Bakın değerli arkadaşlarım hiç şüpheniz olmasın. Biz bu karanlığı hep beraber el ele verip sonlandıracağız. Erdoğan, Bahçeli, Perinçek Troykasını ülkemizin içine soktuğu bu bunalımdan da inşallah kurtaracağız. Bunu yapacağız. Bu kriz sarmalından çıkacağız. Biz bu doğrultuda DEVA Partisi olarak Türkiye'deki dönüşümün asli unsuru olacağız. Bu dönüşümü gerçekleştirirken gücümüzü halkımızdan alacağız. Hiçbir zaman halkımıza sırtımızı dönmeyeceğiz. İşi bilen ehil, dürüst kadrolarla çalışacağız. Halkımıza kulağını tıkayan, yalnızca etrafındaki 3-5 kişiyi zenginleştiren aymazlardan olmayacağız.
Değerli arkadaşlarım bakın artık Cumhurbaşkanı halkla arasına uzun ve yüksek bir duvar ördü. Halkı unuttu. Eskiden "Ankara'da Keçiören'de bir dairede oturuyor" derlerdi değil mi? Şimdi kendisini Beştepe'ye hapsetti bir tek komşusu yok ya, bir tek komşusu yok. Hal böyle olunca sorunları görmüyor. Es kaza duysa da hemen inkar ediyor. Bakın kendi yalnızlığa mahkum olduğu, Türkiye’yi artık görmediği, Türkiye'nin gerçeklerinden koptuğu, Beştepe'den Türkiye nasıl görünüyor, halk nasıl aşağılanıyor şöyle bir izleyelim. Kendi ifadelerinden şöyle kısa kısa video klipleri var. Şunu izleyelim.
Vatandaş: Evimize ekmek götüremiyoruz. Erdoğan: Çok abartı bak keyif çayı iç.
Erdoğan: Neymiş, millet açmış. Aç olanları buyurun siz doyuruverin.
Erdoğan: Amerika'nın halini görüyorsunuz değil mi? İngiltere'nin halini görüyorsunuz değil mi? Benzin yok benzin. Aynı şekilde Almanya'da kuyruklar, Fransa’da kuyruklar, yiyeceklerini bulamıyorlar Elhamdülillah. Türkiye'de böyle bir sorun yok. Evine götürecek ekmeği yok ya böyle bir yalan olur mu? Bunlarda edep, haya yok. Ne ar kaldı ne namus kaldı.
Bakın arkadaşlar ekmek bulamayan kimse yok diyor. Biz her gün sokaklardayız Deva kadroları olarak. Evime götüremiyorum diyen yüzlerce vatandaşımızla her gün her şehirde karşılaşıyoruz. Bu Türkiye'nin gerçeği. Ama kendi çıkıp artık halkın arasına karışamıyor görmüyor, duymuyor. Bir de ne diyor? İngiltere'de Amerika'da şu var bu var, Almanya'da kuyruklar var. Bizim Genel Başkan yardımcımız Mustafa Yeneroğlu... Almanya'da dün bir video konferansta toplantımız vardı. Sordum ya Mustafa Bey dedim orada kuyruk falan var mı diye “Ben görmedim öyle bir şey” diyor. Şimdi, kimse kimseyi kandırmasın.
Bakın değerli arkadaşlar ben zamanında Erdoğan’la beraber 3 Y ile yani yasaklarla, yoksullukla ve yolsuzluklarla mücadelenin içinde olmuş bir arkadaşınızım. Ülkeme ve milletime hizmet için gece gündüz çalıştım. Zaman zaman anlaşmazlıklar yaşasam da benim o ilk yıllarda birlikte çalıştığım kişi böyle birisi değildi ya inanın değildi. Açım diyene, işsizim diyene nankör denir mi ya? Halkın içinden gelen bir insan bu ifadeyi kullanabilir mi? Hala Keçiören'de apartman dairesinde oturuyor olsa bu ifadeleri kullanabilir mi? Ama işte değerli arkadaşlar, siyaset tarihinde, devlet yönetimi tarihinde büyük bir gerçek var. Bu gerçek ne? Uzun süre devlet yönetiminde gücü kullanmak insanları bozuyor, güç yozlaştırıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Bunun içindir ki; devleti yönetme gücünü eline alan, yürütmenin başında olan, içinde olan insanların hem hukukla hem de süreyle, bu gücünün sınırlanması gerekiyor. Bunun yolu bu.
Biz ne yaptık? İlk AK Parti'nin kuruluşunda 3 dönem kuralı getirdik. Dedik ki; 3 dönem, nokta. Virgül falan yok. Üç dönem. Üç dönem bitince emekli olacak herkes dedik ama yapmadı. 2014, 2015 gibi o üç dönem dolmuş gibi. Ondan sonra ben burada olacağım, bırakmayacağım deyince işler sarpa sarmaya başladı. Tabii etrafındakiler de ne diyordu “Ama siz giderseniz ülke mahvolur”. Diyemediler ki “Siz giderseniz ben mahvolurum, sizin gücünüzden istifade ederek ben gayet güzel işler yapıyorum”. “Halim vaktim yerinde nemalanıyorum, siz giderseniz ben mahvolurum” diyemediler. “Siz giderseniz ülke mahvolur” dediler. Belki de inandı.
Ama değerli arkadaşlar sonuçta geldiğimiz noktada olan ülkeye oluyor. Olan bu millete oluyor. Olan bu ülkenin yarınlarına oluyor, belediye başkanı olmak istedi bu millet ona bu yetkiyi verdi değil mi? Başbakan olmak istedi, millet yetkiyi yine verdi, hem de muhtar bile olamazsın diyen vesayetçilere inat bu millet oy verdi, onu iktidara taşıdı. Cumhurbaşkanı olmak istedi, millet yine yetki verdi. Tüm yetkiyi eline almak istedi millet de ya madem çok istiyorsun tamam al bakalım yetki de tam yetkiyle ne yapabileceksin onu da bir görelim dedi. Ama bugün arkadaşlar kalkmışne diyor? Bulunduğu makamı borçlu olduğu, bu millete yoksulluktan şikayet ettiği zaman nankör diyor. İfade bu.
Ben buradan kendisine sadece şu kadarını söylemek istiyorum. Yazık, gerçekten çok yazık. Değerli arkadaşlar, bakın bu millete nankör diyecek kadar ileri giden Erdoğan'ın siyasi hayatının finalinde tercih ettiği bu yalnızlığa, bu çaresizliğe gerçekten üzülüyorum ama kendisinin bu ülkeyi düşürdüğü duruma daha çok üzülüyorum. 84 milyon var, 84 milyonun kaderi bu. Başka bir şey değil. Bu ülkenin vatandaşlarının çektiği sıkıntılara, yokluğa, yoksulluğa, adaletsizliğe, hukuksuzluğa daha da çok üzülüyorum. Ama aynı zaman da kızıyorum. Hiç kimsenin hakkı yok ve merak etmeyin. Sayın Erdoğan'ın bu siyasi hayatının finali 84 milyon için umuda açılan yeni bir başlangıç olacak. Bunu göreceğiz.
İşte bizler Türkiye'deki bu dönüşümün asli parçası olacağız. Deva Partisi kadroları olarak bu dönüşümün temel aktörler olacağız. Özgürlüklerin Türkiye'si bizlerin elinde yükselecek. İşte bugün Ankara’da sizlerin huzurunda çok açık ifade etmek istiyorum. Buradan, Ankara'dan, başkentten tüm yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum. Bu topraklarda var olduğumuz müddetçe rövanşist tutumlara asla izin vermeyeceğiz. Asla. Bizim lügatimizde nasıl yuh kelimesi yoksa bizim lügatimizde rövanş anlayışı yoktur. Bizim lügatimizde devr-i sabık ifadesi de yok. Biz Deva Partisi olarak Türkiye'yi bu nöbetleşe zorbalık sarmalından çekip kurtaracağız. Gücü ele geçirenin bir diğerini ezdiği bir döneme de asla müsaade etmeyeceğiz. Artık o dönemler tarihte kalmalı. Çünkü bizler tarihten ders alan kadrolarız. Tarihten ders almazsak tekerrür ediyor. Ülkece gerçekten bu kavgadan, gürültüden bıktık, bu zorbalıktan bıktık.
Bizler herkesin eşit, özgür ve adil yaşayacağı bir ülke inşa edeceğiz. Bunu hep beraber gerçekleştireceğiz. Türkiye, hür düşüncenin adresi olacak, ifade özgürlüğünün cenneti olacak. Hiç kimsenin örgütlenme özgürlüğünü elinden almayacağız. Kamuda çalışan hiç kimse haksızca işini kaybetmeyecek. Öyle, eğitimde katsayı uygulamasıymış, öyle dolambaçlı engelleme yollarıymış şuymuş buymuş. Bunlar tarihin utanç sayfalarında yerini almışuygulamalar olacak ve raflardan indirmeye çalışanların da bizler karşına dikileceğiz. Yok diyeceğiz, bu eski hatalara dönmek yok. Türkiye'de hiçbir kadın bir daha asla giyimi sebebiyle baskıya, ayrımcılığa, haksızlığa maruz kalmayacak. Çünkü artık Deva Partisi var arkadaşlar ya! Artık biz varız, korkmasın kimse.
Kadınların sokaklarda, meydanlarda, üniversite kapılarında mücadele ederek kazandığı haklara kimse göz koyamayacak. Bizler bunu öyle kimsenin inisiyatifine bırakmadan, hukuku garanti altına alacağız. Ne devlet, ne başka güç sahipleri, Türkiye'de yaşayan hiçbir kadının yaşam tarzına müdahale edemez. Devletin böyle bir görevi yok. Kimsenin bunu yapmaya da haddi yok. Kadınların ne giyeceğine, kılığına kıyafetine kimse karışamaz. Onun için biz burayı özgürlüklerin ülkesi yapacağız diyoruz. Bizim vatandaşlarımız özgürlüklerde, temel haklarda, en yüksek standartlara layık ve onu gerçekleştireceğiz diyoruz. Kısacası bizler DEVA Partisi olarak tüm hak ve özgürlükleri koruyacağız. Çünkü ne dedim artık Deva Partisi burada. Artık Deva Partisi var.
Deva Partisi öncesi Türkiye ayrı bir Türkiye, Deva Partisi sonrası ayrı bir Türkiye. Bunu inşallah tarih kitapları yazacak, tarih kitapları ileride diyecek ki; ya öyle bir siyasi parti kuruldu ki, tüm Türkiye'yi temsil ediyor. Öyle bir siyasi parti kuruldu ki, 81 ilçe şu anda 700 Ama inşallah 973 ilçede o ilin, o ilçenin sosyal dokusu neyse aynen o partinin kadrolarında görüldü diyecek. Ne diyecekler? Türkiye tarihinde görülmemiş bir oranda, kadınların ve gençlerin var olduğu, sadece temsil edilmediği, karar mekanizmalarında var olduğu asli unsur olduğu bir parti kuruldu diyecek. Siyasete daha önce hiç girmemiş ancak işini iyi bilen, düzgün insanların akın akın adres bildiği bir siyasi parti kuruldu. Demokrasi ve Atılım Partisi kuruldu diye inşallah tarih kitapları bunları yazacak, göreceğiz.
Bakın değerli arkadaşlarım, burada bir noktanın daha altını çizmek istiyorum ki sosyal haklar, sosyal destekler, sosyal yardımlar. Bakın bunun altını çizmek istiyorum. İktidarın istismar ettiği bir alan. Geçenlerde Sultanbeyli'deyiz. İlçe başkanımız çıkarttı bir rakam gösterdi dedi ki ya sayın genel başkanım bizim nüfus dedi 360 bin. Ama öğrendik ki tam 114.000 vatandaşımız sosyal yardım, sosyal destek alıyormuş Sultanbeyli'de dedi. Rakama bakın ya nüfus 365bin, sosyal yardım, sosyal destek alan 114.000 insan. Bir; hani başarı? Hani ekonomi? Hani refah? Bu kadar çok sayıda vatandaşını sosyal yardım, sosyal destek almaya muhtaç etmek, ekonomide başarı mı? Hani orta direk? İşte biz vatandaşlarımızı, o sosyal yardım, sosyal destek almaya ihtiyacı olan vatandaşlar olmaktan çıkıp çalışan, hak eden ve çalıştığıyla yüksek bir refah seviyesine ulaşan vatandaşlar olarak görmek istiyoruz. Birincisi bu. Ama ikinci konu; ne diyor hükümet? "İktidar partisine üye değilsen, üyelik kartı göstermezsen bu yardımları alamazsın" diyor. Kaç tane ilçede bunu gördük, bunu yaşadık. Sırf o yüzden, o yüzden iktidar partisinin üyeliğinden çıkıp Deva Partisi'ne üye olamayan yüz binlerce vatandaşımız var. Diyorlar ki "Ya az çok işte bir yardım kolisi geliyor, ayda üç beş para. Ama ben ayrıldığım anda bunu keserler" diyor. Vatandaşımız korkuyor, şu hale bakın! İstismar, istismar, istismar. İşte biz bu sosyal yardımları hak haline getireceğiz, hak. Lütuf değil. Kendi cebinden mi veriyor? Kendi kesesinden mi veriyor? Bu milletten topladığı vergilerden ödeniyor bu sosyal destekler. Kimse kimseye lütuf yapmıyor ve bunu yaparken de sağ elin verdiğinin sol elin haberi olmadığı bir sistemle yapacağız.
Kazanılmış hakları sonuna kadar koruyacağız. Güçlü bir ekonomi ile sosyal yardımların miktarını ve çeşidini de artıracağız. Ekonomimiz güçlü olursa daha çok sosyal yardım destek verirsiniz. Böyle batmış, krizden krize savrulan bir ekonominin, bir devletin vereceği sosyal yardım destek sınırlı olur. İşte gördük. Hayat ne kadar pahalandı. Sosyal yardımlar, sosyal destekler yetiyor mu yetmeyecek de. Biz hiçbir vatandaşımızın yokluk çekmesine razı olmayacağız. Daha güçlü bir ekonomi ile daha çok sosyal destek, sosyal yardım vereceğiz. Özgür ve zengin bir ülke olacağız.
Değerli arkadaşlarım bakın; hep söylüyorum, biz yapamayacağımız bir şeyin sözünü vermedik, vermeyiz ama bir söz veriyorsak onu da inşallah Allah'ın izniyle yerine getiririz. Hiçbir hakkın çiğnenmesine göz yummayız. Ama bir yerde ayrıcalık, torpil vesaire görürsek bunun hesabını soruyoruz ve soracağız. İşte bu kapsamda bazıları için bugün kötü haberlerim var. DEVA iktidarında huzurunu kaçıracaklarımızın şöyle kısa bir listesini sayacağım hazır mıyız?
Bakın; devlet ihalelerini peşkeş çekenlere, haksız rekabet ortamında zenginleşenlere bizden huzur yok. Hukuk işleyecek hukuk. 5 yerden maaş alanlara 1 liralık malı devlete 10 liraya satanlara, milletin vergilerinden haksız kazanç elde edenlere huzur yok. Onlara kötü haber. Devletin valisini, kaymakamını, polisini, memurunu baskı altına alan, yerelde ki derebeylerine bizden huzur yok. Bu kayırmacılığı, adaletsizliği, haksızlığı, hukuksuzluğu, yağmacılığı yapanlara huzur yok. Onlar şimdiden kendine bir emeklilik planı falan yapsınlar. Özellikle son 5 senedir Türkiye’ye yaşatılan bu korku filmi bitiyor arkadaşlar. Artık o günleri hep beraber unutacağız inşallah. Artık Türkiye'de kimsenin kimseye haksızlık yapmasına izin vermeyeceğiz. Bu iktidarın ötekileştirme zihniyetinin sonucu olarak siyasi fikri yüzünden etnik ya da dini kimliği sebebiyle veya yaşam tarzı bahanesiyle dışlanmış, yok sayılmış, herkesin maruz kaldığı bu ayrımcılığı da derhal sona erdireceğiz. Bu ülkenin bütün vatandaşları bu ülkenin eşit ve birinci sınıf vatandaşı olacak. Hakkı yenenin hakkını iade edeceğiz. Türkiye'nin sahipsiz olmadığını da dünya aleme göstereceğiz. Tek bir vatandaşımızı bile geride bırakmadan yürüyeceğimizi herkese göstereceğiz. Ülkemizi barış, özgürlük ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin umut yolculuğu 9 Mart 2020 günü Deva ile başladı. Hiçkimsenin bunu engellemeye gücü yetmeyecek. Şimdi sizleri, tüm ülkemizi yepyeni bir o birlikteliğe davet ediyorum. Hazır mıyız arkadaşlar? Sizleri farklı fikirlerden kaçmayan, konuşmaktan korkmayan hür bir Türkiye'ye davet ediyorum. Var mısınız? Sizleri hukuku, adaleti, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri esas alan yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyorum. Var mısınız?
Sizleri üreten, zenginleşen, yüksek katma değerli ürünlerini tüm dünyaya ihraç eden, dünyanın yıldızı olacak bir Türkiye'ye davet ediyorum var mısınız? Sizleri uluslararası toplumda saygın, güven oluşturan, sözüne tüm cihanın itibar ettiği bir Türkiye'ye davet ediyorum var mısınız? Davetimizi il il, ilçe ilçe, mahalle, mahalle, sokak sokak, kapı kapı ulaştıracağız var mısınız? Siz varsanız bizde varız, tüm Deva kadroları var. Korkmadan, yılmadan, usanmadan çalışacağız. Ülkemizi daha iyi yarınlara taşımak için gecemizi gündüzümüzü katmaya devam edeceğiz. Demokrasi için atılım için durmadan, yorulmadan koşacağız. Ankara İl Kongremiz tekrar hayırlı olsun. Hepinize çok çok teşekkür ederim. Sağ olun, var olun diyorum.