GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN OSMANİYE İL KONGRESİ KONUŞMASI
DEVA Partisi'nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Değerli Osmaniye il başkanımız,
Siyasi partilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın çok değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Osmaniye il teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.
Bugün Osmaniye’deyiz, bugün şehitler diyarındayız. Bugün Hitit, Pers ve Roma medeniyetine beşiklik yapmış Osmaniye’deyiz. Millî parkları, yaylaları, şelaleleri, kuş cenneti ile doğa harikası olan, antik kentleri ile camileri ile tarihi mirası olan Osmaniye’deyiz. Dünkü Kilis’teydik. Kilis'teki coşku dolu merkez ilçe kongremizin ardından bugün Osmaniye'ye, bu güzel şehrimize Kilis'in selamıyla geldik. İl kongremiz için Osmaniye'de böyle büyük bir kalabalığı görmek, böyle bir heyecanı görmek gerçekten çok müthiş. Ben görüyorum ki Osmaniye'de demokrasi meydanı kurulmuş. Osmaniye'de atılımın adresi artık belli olmuş. Bunu burada, bu salonda gördük çok şükür. Sağ olun, var olun diyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugünkü iktidarın irili ufaklı ortakları Türkiye'yi karanlık bir tünelin içine sokmuş durumdalar. Bu tünelde hukuksuzluk var, adaletsizlik var. Bu tünelde yolsuzluk var, yasaklar var. Bu tünelde yoksulluk var, işsizlik var, hayat pahalılığı var. Koca bir ülke bugün bu kötü yönetimin elinde adeta can çekişiyor. Ülkemiz varlık içerisinde yokluk çekiyor şu anda. Kriz üstüne kriz üreten şu andaki iktidar, uzun süredir artık ülkeyi yönetemiyor. Ekonomiden hukuka, dış politikadan tarıma, eğitimden sağlığa kadar her alanda krizler büyüyor. Daha evvel de söylediğim gibi aynı hastalarda görülen çoklu organ yetmezliği gibi çoklu bir sistem krizinin şu anda içindeyiz.
Ne yaptılar? Geçen hafta asgari ücreti artırdılar değil mi? Halkımız açlık sınırının altında bir asgari ücretle nefes almaya çalışıyordu. Kuşkusuz asgari ücretin artması olumludur ama o asgari ücret yüksek enflasyon karşısında bugünden erimeye başladı bile. Ocak sonunda ödeneceğini müjdeledikleri asgari ücret, enflasyon karşısında adeta güneşin altındaki kar gibi her gün eriyor. Hele hele 2022 yılına şöyle bir girelim İnşallah, mart, nisan, mayıs, haziran, temmuz, aralık falan derken göreceğiz ki asgari ücret yine sembolik kalmış. Asıl sorun değerli arkadaşlar, enflasyon sorununu çözmekti. Sorunun özünde enflasyon vardır. Siz bu hayat pahalılığını, fiyat artışlarını durduramazsanız asgari ücreti pahalılığın ardından koşa koşa yetiştiremezsiniz. Ne oldu, 2021’de her şey pahalılaştı ta yıl sonunda asgari ücret gelecek sene için açıklandı. Gelecek sene aynısını yaşayacağız. Yine fiyatlar önden koşacak asgari ücret yerinde duracak ta ki sene sonunda 2022 aralığında asgari ücret o fiyatları arkadan tekrar yakalamaya çalışana kadar. Burada sorunun özünde enflasyon vardır, hayat pahalılığı vardır.
Zaten Türkiye, ta 1970’ten 2004’e kadar 34 yıl iki haneli, üç haneli enflasyonla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Kur artınca ne oluyor arkadaşlar? A'dan Z'ye her şeye zam geliyor. İğneden ipliğe her şey pahalılaşıyor. Pazara çıkıp rahatça alışveriş edebileniniz var mı? Yok. Alışverişe gittiğinde etiketleri toplaya çıkara vatandaşlarımızın hepsi hesap uzmanı oldu ya. Ne yapıyorlar? Markete gidiyorlar şöyle fişi eline alıyor hemen bir herkes okuyor fişi. Hangisi kaç paraymış? Çünkü görüyor ki daha 3 ay, 6 ay önce doldurduğu alışveriş sepeti, filesi artık çok daha pahalıya doluyor. Bir alışveriş sepetini, filesini doldurmak zorlaştı. İnsanlar yokluğu, yoksulluğu iliklerine kadar şu anda hissediyorlar Türkiye'de.
Çarşıda, pazarda adımımızı attığımız an bakıyoruz, paramız pul olmuş. Evde otururken artık insanlar doğalgazı açmak istemiyor. Biraz daha kalın giyineyim ama soğukta oturayım diyor. Elektrikli aletler, ışık... Herkes ışığını azaltıyor. Esnafımız, bakıyorsunuz dükkana 10 tane ampul varsa birini, ikisini yakıyor o da hava kararınca. Gündüz çoğu esnafımız artık elektriği açmıyor. Elektrik faturalarının altından kalkamıyor. Ay sonunda gelen faturaların altında tüm vatandaşlarımızın beli bükülüyor ve doğrulamıyor. Her an fakirleşiyoruz, nefes alamıyoruz. Bir taraftan da bakıyoruz iktidar ne yapıyor, ne yapacak, nasıl çözüm bulacak diye. Öyle ya memleketin ekonomisini düzeltme görevi şu andaki iktidarda. ‘Tek yetkili olayım, bana bu yetkiyi verin faiz de enflasyon da nasıl düşürülür gösteririm’ diyen o değil miydi? 2018 seçimlerinden önce çok istediği tam yetkili, taraflı partili cumhurbaşkanı olduktan sonra enflasyon da faiz de düşüreceğim, nasıl düşürülür göstereceğim diyen o değil miydi?
Sürekli şikayet ediyordu. ‘Bana engel oluyorlar. Şu karşı çıkıyor bu karşı çıkıyor’. Şimdi eli rahat, elini tutan yok. Düşürsün, faizi de enflasyonu da düşürsün görelim. Ama maalesef arkadaşlar bakınca görüyoruz ki şu anda sadece yaptıkları bu ülkeyi batırmak. Sadece bunu biliyorlar. Sadece şu son birkaç aya bakınca bile inanın ne yaptıkları belli değil ya, ne söyledikleri belli değil. Hiçbir şey bildikleri yok. Dolar kuru artarken ne diyorlardı, biz zaten rekabetçi kur istiyoruz diyorlardı. Rekabetçi kur ne demek, kurun yüksek olması demek. Hepsi kayıtlarda hepsi. Rekabetçi kur diyorlardı. Çin modeli uygulayacağız diyorlardı. Kur yükselince adeta Nasrettin Hocanın attan düşüp de şöyle üstünü başına çırpıp ‘ben zaten inecektim’ demesi gibi ‘biz zaten yüksek kur istiyorduk’ diyorlardı. Yazıp çizmediler mi, televizyonlarda kanal kanal saatlerce yorumcular bunu anlatmadılar mı? Ne diyorlardı? Yüksek faiz, düşük kur döneminden artık düşük faiz, yüksek kur, rekabetçi kur dönemine geçtik diyorlardı. Çin gibi olacağız diyorlardı. Peki bu hafta kur biraz düştü, hepsi başladı zil takıp oynamaya, başardık kuru düşürdük diye. Ya yüksek kuru, rekabetçi kuru isteyen siz değil miydiniz? Bu böyle olması lazım diyen siz değil miydiniz? Bunu yeni bir ekonomik model olarak sunan siz değil miydiniz? Şimdi dönüp ‘kur düştü, Erdoğan konuştu, dolar düştü’ diye şimdi bunun reklamını yapıyorlar. Ya bir karar verin ya. Siz yüksek kur mu istiyorsunuz düşük kur mu?
Bir karar verin ona göre milletimize açıklayın. Ta bu hafta başına kadar adeta yerli ve milli paramızı yok edercesine çalıştılar. Her fırsatta yerli ve milli diyen iktidar, yerli ve milli neyimiz varsa aslında dibe batırdı. Arkadaşlar pazartesi günü de ne açıkladılar? Kur korumalı Türk lirası mevduat hesabı. Büyük bir icat. Baktık ki şapkadan 1970 model bir tavşan çıktı. Olan o. Yani banka hesabında parası olanlara diyorlar ki ‘sen Türk arası al, bankada tut. Ben sana dolar, euro, sterlin artışına göre faiz vereceğim’ diyorlar. Hani faize karşı ya. Faizi dövize bağladı ya. Faiz ödemelerini direkt döviz kuruna bağladı. Ve bu arkadaşlar, ta yetmişlerin hatalı uygulaması. Bu uygulamayı Rahmetli Turgut Özal hayatımızdan çıkartmıştı. 1989'da son ödemeleri de yapıp hayatımızdan çıkartmıştı. Çıkartırken demişti ki ‘İnşallah bundan ders alınır da bir daha böyle hesapsız, kitapsız hatalar yapılarak gelecek nesiller zor taşınan böyle yükün altına sokulmaz’ demişti. Kendi ifadesi, hepsi basın arşivlerinde.
Hatırlarsak daha bu sene Nisan ayında Erdoğan ne yaptı? Rahmetli Özal'ın mezarının başına gidip Kur'an-ı Kerim okudu. Ben buradan şimdi Sayın Erdoğan'a seslenmek istiyorum. Bu hafta başında yaptığınız açıklamalar işte o Özal'ın kemiklerini sızlattı. Yaptığınız bu. Özal'ın büyük hata dediği inşallah bir daha olmaz diyerek uyardığı 1970'lerin berbat bir ekonomi modelini aldınız 2021’in Türkiye’sinde yeni bir şey gibi sunuyorsunuz. Yaptığınız bu. Millet uzaya gidiyor, Mars'a gidiyor, bizimki 1970'lere dönüyor, yeni bir icatmış gibi şunu yapacağım, bunu yapacağım diye anlatıyor.
Ve arkadaşlar bakın, bu hatalı kararla yarınlarımıza ne denli büyük bir yük bırakılacağını, şu anda hesap dahi edemiyoruz. Bu millet, bu devlet, bu 1970’lerde ve 80’lerde o kadar büyük bedel ödemiş ki, ileriye doğru ne kadar büyük bir yükün, borcun, bedelin altına sokulduğunun şu anda hesabını bile yapamıyoruz. Kur ne kadar artarsa o kadar zarar görecek bundan sonra bu devlet, bu millet. Peki bu model ne demek? Mevduat sahibi olan, servet sahibi olan bir kesime diyor ki ‘Siz kaygılanmayın, paranızı Türk lirasında tutun, dolar ne kadar artarsa o farkı size vereceğiz’ diyor. Bakın daha geçen hafta asgari ücreti açıklarken ne dedi? ‘Asgari ücret dolarla mı hesap edilir ya burası Türkiye’ dedi. Milyonlarca çalışan, asgari ücret alan vatandaşlarımıza döndü dedi ki ‘dolar hesap yapmayın, Türk Lirası'na razı olun’ dedi. Aynı kişi çıkıyor, 1 hafta sonra Türk Lirası mevduat sahibine kaygılanmayın diyor. Merak etmeyin paranızı dolara bağlayacağım, dolar neyse onu kazandıracağım size diyor. Bu kadar tutarsızlık olur mu?
Bu uygulamalar ancak Türkiye'de zenginle fakir arasındaki uçurumu artırır. Yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapar. Peki o aradaki fark ödeyeceğim diyor değil mi? Peki nereden ödeyecek bu farkı? O parayı nereden bulacak? Hazineden veya Merkez Bankası'nın kasasından. Yani bu milletten topladığı vergilerden o fark ödenecek. Diyor ki ‘aynı döviz almışsınız gibi olacak, hiçbir şey değişmeyecek; kur ne kadar artarsa artsın aradaki farkı size aktaracağız.’ Bankalar da zaten biliyorsunuz mevduatın yaklaşık üçte ikisi döviz, üçte biri Türk lirasıydı. Geri kalan üçte bir Türk lirasını da ‘ben onu da döviz endeksleyeceğim’ dedi. Yani mevzuat dediğiniz de artık Türkiye'de sadece yabancı para birimi. Türk lirası kalmayacak bunların kafayla. Bakın artık Türk lirasının bir güven unsuru olmadığını itiraf eden bir yönetimle karşı karşıyayız. Kendi ekonomisine güvenini Amerikan parasıyla sağlamaya çalışan bir yönetim zihniyetinden burada bahsediyoruz arkadaşlar. Bir ülkenin Hazinesini, Merkez Bankası'nı kendi vatandaşına döviz kuruna bağlı bir biçimde borçlandırarak, yarınlara ipotek koyan bir gözü dönmüşlük bu. Başka bir şey değil.
Hazine, Merkez Bankası ne demek? Hepimizin ödediği vergiler demek. Çocuklarımızın, torunlarımızın bile alın teri demek, gelecek nesillerin ödeyeceği borç demek. Buradaki gençlerimizin daha ilkokula giden yavrularımızın ödeyeceği borç demek. Sonuç itibarıyla arkadaşlar, devletin vatandaşlarından topladığı vergiler kurdaki yükselişi karşılamak üzere mevduat sahiplerine aktarılacak. Yaptıkları bu. Mevduat sahiplerini kur artışı karşısında korumak için bunun tüm maliyetini vergisini ödeyen, halka yüklüyorlar. Yaptıkları işin özeti bu. Ne anlatırlarsa anlatsınlar ne kadar hikaye yazarlarsa yazsınlar özü dediğim bu. Zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapma planından ibaret. Bu başka bir şey değil. İnanın akıl alır gibi değil.
Değerli arkadaşlar peki bu şapkadan çıkan bu 1970 model tavşanın bir faydası oldu mu? Çarşıda pazarda fiyatlar düştü mü? Mevduat sahibi kişiler gidip dövizini Türk lirasına çevirdi mi? Hani maksat neydi? Türk lirasıydı ya. Bakınız BDDK verilerine baktığımızda o ilk iki gün pazartesi, salı sonraki rakamlar gelecek. Çarşamba, Perşembe, Cuma. Biraz geç açıklanıyor. BDDK verilerine göre o iki günde gitmiş bizim vatandaşımız 1 milyar 700 milyon dolar daha döviz almış, banka hesabına yatırmış. Yani bahsettiğim zaten o üçte ikilik döviz mevduat hesapları var ya 1 milyar 700 milyon daha artmış. Sırf Sayın Erdoğan'a sahte zafer yaratmak için de birde ne yaptı arkadaşlar? Merkez Bankası'na arka kapıdan döviz sattırdılar. Hani doları 11’e düşürdüdiye övünüyorlar ya onun da sebebi Merkez Bankası'nın arka kapıdan piyasaya sattığı rezervler. Rakam ne kadar? 7 milyar dolar. Sadece pazartesi ve salı. Ve bunu açıklamıyorlar bakın gizli yapıyorlar. Amaç ne? ‘Erdoğan konuştu, kur düştü.’ Kurun düşmesi için arka kapıdan iki günde 7 milyar dolara cayır cayır sattığınızı niye açıklamıyorsunuz ya? İllaki biz mi bulup çıkarıp da açıklayacağız bunu. Bu dürüstlük mü?
Hala rezerv yakarak doları baskılamaya çalışıyorlar. Daha evvel bunu denediniz. Bu yolun sonunun fakirlik olduğunu, bu yolun sonunun enflasyon olduğunu bir daha bir daha yaparak anlamıyor musunuz? 130 milyar dolar sattılar ya 1 Ocak 2019'da o akraba bakanın bakan olduğu dönemde, gizli saklı, arka kapıdan. Sonra biz bunu mesele yapıp açıklayınca, genel başkan olarak ilk ben açıkladım biliyorsunuz. Bunu mesele yapınca durdurdular onu. 130 milyar doları böyle sattılar. Bu hafta başında da yine aynı iki günde 7 milyar dolar daha satılır. Bir yandan Merkez Bankası arka kapıdan müdahale ediyor, kuru düşürmeye çalışıyor, diğer yandan da vatandaşlarımız gidip dolar alıyor, bankalardaki dolar mevduatı artıyor. Olan bu. Doların düştü dedikleri seviyede 11, 12.
Oysa daha Eylül başında yani Erdoğan nass diye diye finansal sisteme baltayla, kazmayla dalmadan önce dolar kuru 8,30’du. Bu aralar Türk lirasının da esamesi okunmuyor. Türk lirası kazanıp Türk lirası harcayan vatandaş olarak ne oluyor? Her gün kaybediyoruz. Her gün batıyoruz. Daha evvel de söylemiştim. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, Sayın Erdoğan'ın yanlıştezlerinin deneme tahtası değil. Burası bir deney laboratuvarı değil. Bu ülkenin haysiyetli vatandaşları da Erdoğan'ın deney kobayları değil. Ben buradan vatandaşlarımızı uyarmak istiyorum. Bugünkü iktidara aldanmayın, bugünkü iktidarın hiçbir alanda planlı programda tek bir politikası yok. Varsa yoksa günü kurtarmak, günü kurtarmaya çalışan müflis bir tüccar gibi hareket ediyorlar.
Bir de ne var? ‘Rotayı ben çiziyorum’ diyen Çin muhibi Doğu Perinçek'in ve Beştepe'deki kerameti kendilerinden menkul üç beş danışmanın aklıyla anlık kararlarla ülkemizin şu anda yarınlarını karartıyorlar. Bu nedenle ülkenin ekonomisini 11 yıl yönetmiş bir arkadaşınız olarak ben vatandaşlarımızı uyarmak istiyorum. Aman diyorum temkinli olun, bunların her söylediğine inanmayın, mutlaka bilenlere sorun. Bunların söylediğine inanıp da herhangi bir konuda karar vermeyin. Bilenlerle konuşun, ondan sonra ne yapacaksanız yapın değerli arkadaşlar. 2015 yılında ben ve ekibimizin ayrılmasından sonra yani ortak akıl ve istişarenin terk edilmesinden sonra Türk lirası değer kaybediyor. Satın alma gücümüz sürekli düşüyor. Hani dolar düşüyor diye şimdi halaylar çekiyor halkımız doğal olarak seviniyorlar ya bakın şimdi ben size bir grafik göstereceğim. Gerçekten ne zaman sevinmişiz gerçekten ne zaman refahımız artmış şu grafikte görünüyor.
Bakın tablo bu. 2002’nin sonunda biz ekonomi yönetimi devraldık. Bunlar ortalama döviz kuru arkadaşlar dolar kuru ortalama. Yıl ortalaması. 1,50 ile devralmışız. 2003’te 1.49, sonra 1.42, 1.34 1.43 1.31, 1.29... Rakamları görüyorsunuz ve şu 1.50’den 1.30'a gelirken dolar kuru, ihracat 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıktı. Dolar kuru sabit gidiyor, ihracat 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıkıyor. Güven var güven. Ortak akıl ve istişarenin işbaşında olduğu, bizlerin yönetimde olduğu tarihlerdeki ortalama dolar kuruna baktığımızda işte nedir kabaca 1.60’lar falan. Daha sonra küresel kriz geliyor ardından bizim anlaşmazlıklarımız başlıyor. Ben orta gelir tuzağı diyorum. Bak hukuk ve eğitimde gereğini yapmazsak orta gelir tuzağına düşeceğiz diyorum. Ekonominin dengesi bozuluyor, sanayi yatırım yapılmıyor diyorum ve sonuçta bakıyoruz kur belli seviyelerde. Üstelik biz bu başarıyı arka kapıdan rezerv satıp bu ülkenin doğmamış çocuklarını borçlandırarak da yapmadık.
13 yıl boyunca yani 2002’den 2015’e Merkez Bankası'nın toplam piyasa müdahalesi arkadaşlar 8 milyar dolar biliyor musunuz? 13 yılın toplamı 8 milyar dolarlık piyasa müdahalesi var ve hepsi internette ilan ediliyor. Merkez Bankası müdahale ettiği gün hemen bugün müdahil oluşum şu kadar diye açıklanıyor. Öyle bir dönem, şeffaf, açık. Doğru hesaptan kaçar mı? Bu çok önemli bir atasözü, doğru hesaptan kaçmaz. Hemen hesap verebilir şekilde çalışır. 13 yılda 8 milyar dolarlık müdahale var. Sadece pazartesi, salı 7 milyar dolar, 2 günde müdahale. Daha çarşamba, perşembe rakamları gelecek. Ama biz ne yaptık? Akıllı, rasyonel, doğru politikalarla ve hukukla, demokrasi ile yapacağımızı yaptık. Güvenle yaptık güvenle. O sayede rezerv satmak bir yana o dönemde Merkez Bankası rezerv biriktirdi. Bağımsız bir şekilde biriktirdi. 130 milyar dolarlık rezerv, bizim dönemimizde Merkez Bankası'nın bağımsız olduğu dönemde biriktirildi.
Şimdi Merkez Bankası'nın bağımsızlığının niye önemli olduğunu anlıyoruz değil mi? Merkez Bankası bağımsız olunca gerçekten oraya da ülkeyi seven bir ekibi koyduğunuzda ne diyorlar? Ak akçe kara gün içinde diyorlar. Açık, şeffaf çalışıyorlar. Kötü günler için Merkez Bankasına rezerv biriktiriyorlar ama bağımlı hale gelince ne oluyor? Merkez Bankası emir kulu haline gelince ne oluyor? 13 yılda biriktirileni, iki yılda 130 milyar doları satıp geçiyor. Acımadan hiç acımadan ve açıklamadan, gizli saklı yapıyor. Bugünkü iktidar ne yaptı? Bağımsız Merkez Bankası'nın biriktirdiği döviz rezervini alsa bir kibriti çakıp küle çevirdi. Bakın arkadaşlar, dün akşam Cumhurbaşkanı bir laf etmiş. Laf şu: ‘Yüksek faiz isteyenler Sorosçulardır’ diyor. Burada iki konu var. Birisi; yüksek faiz. Faizci kim söyle bakalım. Bu grafik neyi gösteriyor? Sadece eylülden bu yana Hazinenin ödediği faizin grafiği bu. Hazine'nin borçlanma faizi eylül başında yüzde 17 iken şu anda yüzde 25.16. Bakın arkadaşlar, artış 8 puan.
Erdoğan, habire Merkez Bankası'nın talimatla indirdiği Merkez Bankası'nın gecelik, haftalık kısa vadeli aldığı faizden bahsediyor. Yüzde 19’dan 14’e indirdik diyor, 5 puan düşürdük diyor. Nass diyor. Aynı dönemde sen Merkez Bankası'nın faizini 5 puan düşürmüşsün ama Hazine'nin borçlanma faizi de 8 puan artmış. Acaba bu Hazinenin borçlanma faizi ile ilgili bir nass yok mu? Bunu sormak lazım kendisine. Ve bakın arkadaşlar, bu 5 yıl vadeli Merkez Bankası faizi, gecelik, haftalık, kısa. Veriyor, alıyor, veriyor, alıyor. Bu 5 yıllık yani Türkiye Cumhuriyeti'nin Hazinesi yüzde 25'ten borçlandığı anda bu yüzde 25’i 5 sene boyunca ölecek. Bugün yüz lira borçlanıyor, her sene 25, 25, 25, 25 25 ödeyecek. Sorosçulardır diyor. Şu fotoğrafa bakalım. Karşısında oturduğu kim? Arkadaşlar, mesela Soros falan değil mesele ne biliyor musunuz? Mesele haftanın düşmanı paneli, haftanın düşmanı panosu. Ben daha önce söyledim, bir tane pano asmış oraya üzerinde haftanın düşmanı yazıyor o panoya kimi isterse onu yazıyor. Bu hafta düşmanı demek ki Sorosmuş. Fakat çok enteresan. Eğer Soros çıkıp dese ki ‘ya ben bir 5, 10 milyar dolar para getirsem’ dese hemen dost olur ha. Gördük, gördük.
Soros ile defalarca görüşen de kendisi Hazine'nin borçlanma faizini sadece eylülden bu yana 17’den 25’e çıkartan da kendisi. Bakın Hazine bağımlı kuruluştur, Merkez Bankası gibi bağımsız da değildir. Direk talimatla hareket eder Hazine. Biz hep Merkez Bankası bağımsız diyoruz. Hazine hep bağımlı kuruluş olmuştur. Kendine direk bağlı kuruluşun faizini 17’den 25'e çıkarmış. Daha önce yaşadık değil mi? Birleşik Arap Emirlikleri için düşman demiyor muydu? Bunlar 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün destekçisi demiyorlar mıydı? 5 yıl boyunca bunu anlatmadılar mı vatandaşlarımıza? Sonra ne oldu? Geçen geldi veliahtı devlet töreniyle karşıladı ya. Ben sordum ya sen 5 yıl boyunca herhalde gene düşmana ihtiyacın vardı da onun için mi bu ülkeyi düşman ilan ediyordun? Para getireceğim diye mi döndün? Yani eğer denize düşen yılana sarılır diyorsan onun için devlet töreni yaptım diyorsan onu da açıkla. Paraya çok ihtiyacın varsa açıkla. Yok, ya yanlışmış bu iş, bu ülkenin de öyle bir suçu, günahı yokmuş diyorsan o zaman çık bu milletten özür dile.
Çünkü 5 yıl boyunca 84 milyon insanı bu ülkeye düşman bellettin. Bu ülke düşmandır dedin. İzah borcun var ya. Bu kadar ucuz mu bu kadar kolay mı böyle zikzak yapmak, U dönüşüyapmak. Onun için diyorum. Nasıl Birleşik Arap Emirlikleri para getireceğim deyince devlet töreni düzenlediyse hiç şaşırmam; bu Soros, ben bir miktar para getiririm desin, onu da güzel bir törenle karşılar. Geldiğimiz nokta bu. Çünkü değerli arkadaşlar, işte siz ülkenin ekonomisini zayıflatırsanız böyle boynunuz bükük olur, ekonominiz zayıflarsa başka ülkelerden para gelsin diye çırpınıp durursunuz. Bizim dönemimizde öyle miydi ya? Yatırımcılar kuyruğa giriyordu. Türkiye'de hangi imkan var diyorlardı, nereye yatırım yapabilirim diyorlardı. Onlar geliyorlardı, fellik fellik dolaşıyorlardı etrafta. Nerede imkan var diye. Milyarlarca dolar yatırım geldi ama niye geldi? Türkiye güven ve istikrar ülkesi olduğu için geldi.
Bakın değerli arkadaşlar, Erdoğan böyle akraba bakanın ortadan kaybolmasını sağlayarak, ‘rezervler eksilirken ben yoktum, Cumhurbaşkanı’ydım’ falan diyerek sorumluktan kaçamaz. Öyle mevsimlik işçi gibi bakanları, Merkez Bankası başkanlarını da getir götür yaparak üzerindeki sorumluluğu yok edemez. Tüm bu olanların sorumlusu Erdoğan'ın kendisidir. Tek yetkili olmayı isteyen kendisiydi. ‘Bana bu yetkiyi verin, faiz de enflasyon da nasıl düşürülür göstereceğim’ demişti. Eğer faiz de enflasyon da bu ülkede artmaya devam ediyorsa o tek yetkili kişinin aynı zamanda tek sorumlu olduğu konudur. Tek sorumlu kendisidir. Kaçamaz.
Değerli arkadaşlar, içiniz rahat olsun. Hiç merak etmeyin, gözünüz arkada kalmayacak. Niye? Çünkü daha evvel bu ülkeyi ekibimizle beraber iki kez hem 2002’de hem de 2009'da nasıl krizlerden çıkartıysak yine biz çıkaracağız. Yine biz yapacağız. Daha evvel nasıl ki ortak akıl ve istişare ile ülkemizi yoksulluktan kurtardıysak, mutlak yoksulluğu sıfırladıysak yine biz kurtaracağız. Böyle küçük küçük adımlarla değil. Bunu büyük atılımlarla yapacağız. Daha güzel, daha mutlu, daha özgür, daha zengin ve daha demokratik bir Türkiye'yi hep beraber inşa edeceğiz. Çok değil, ilk seçimde yetkiyi alacağız ve şu hükümetin devredeceği enkazı önce hızlı bir şekilde ortadan kaldıracağız. Ve yepyeni bir ekonomi inşa edeceğiz. Hukuku, adaleti yeniden inşa edeceğiz. Hep beraber emaneti teslim almaya geliyoruz.
Sevgili Osmaniyeli arkadaşlarım, şimdi sizlere sormak istiyorum. Bu yoksulluğa hep beraber son verecek miyiz? Önümüzdeki ilk seçimde bu iktidarın ortaklarını müsait bir yerde indirecek miyiz? Özgürlük ve zenginlik için iş başına geçecek miyiz? Evet arkadaşlar, çok az kaldı çok. Hiç kaygınız olmasın. Biz bu karanlık günleri sona erdireceğiz. Ülkemiz gerçekten şu anda fırtınalı bir dönemden geçiyor. Türkiye keyfi ve kuralsız bir yönetim döneminde içinde bulunduğu bu durumdan çıkış için bir yol arıyor. İşte bizler ülkemizi barış, refah ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız. Ülkemizin tüm sorunlarını meşru demokratik siyaset zemininde çözeceğiz. Bir noktanın altını özellikle çizmek istiyorum; hiç kimse ama hiç kimse bu ülkenin sorunlarının çözümünü, kaba kuvvetle falan aramasın. Hiç kimse halkın iradesi ile inatlaşmasın. Hele vesayet odaklarından medet umanlar var ya onlar hiç heveslenmesinler. Biz vesayetçilerin yönetimine de bir daha asla geçit vermeyeceğiz.
Geçti o günler. Bu ülkenin çaresi değerli arkadaşlar, ne bugünkü kötü yönetimdir ne de geçmişin vesayetçi anlayışıdır. Türkiye'nin sorunlarını demokrasi zemininde konuşarak çözeceğiz. Bunu yapacak güce sahibiz, hep beraber yapacağız. Bunu yapmak için değerli arkadaşlar, önce güveni oluşturmamız gerekiyor. Güven nasıl sağlanır? Şu andaki hükümet bilmiyor. Zamanında biz güveni nasıl oluşturmuşuz onu da anlamamış. Çünkü ders almıyor. Geçenlerde çıktı ne dedi. Beni kast ederek ‘Bir de kalkmış bana ders vermeye çalışıyor’ dedi ama derse ihtiyacı var. Bu dersi vermek zorundayız. Bakın çok basit arkadaşlar. Önce niyetleneceksiniz ama niyetiniz iyi olacak.
Güven nasıl oluşturulur? Bir dakikada 8 madde ile sıralayacağım. Nasıl güveni sağlayacaksınız? Hükümete de duyuruyorum biz gelince zaten yapacağız. Dünyanın neresine giderseniz gidin, güveni oluşturmanın yolu yöntemi aynı. Güven, evrensel bir kavram. Güveni sağlamak için ne yapacağız ne yapmaları lazım?
Bir; konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
İki; söz verince tutacaksın.
Üç; emanete ihanet etmeyeceksin.
Dört; her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin. Beş; ehliyetli, liyakatli, dürüst kadrolarla çalışacaksın.
Altı; her aldığın kararı istişare ile alacaksın, ortak akıl arayacaksın. Yedi; şeffaf olacaksın, hesap verebilir olacaksın.
Sekiz; planlı, programlı çalışacaksınız. Ne yapacağını açıklayacaksın.
Bir dakika, hap. Her derde deva. Güven oluşturmak isteyen herkese hazır. Ama yapamazlar. Niye yapamazlar? Çünkü konuşunca doğruyu söyleyeceksin diyoruz. Zaten birinci maddede takılıyorlar. Eskisi gibi değil. Yeni ekonomik model açıklıyorum diyorsun, pazartesi akşamı kabine toplantısı sonrasında niye aynı anda Merkez Bankasının harıl harıl döviz satmaya başladığını açıklamıyorsun? Niye onu gizliyorsun? İlla biz mi açıklayacağız? Yapamaz.
İki; söz verince tutacaksın. Nerede söz? ‘Bu yetkiyi bana verin, faiz de enflasyonda nasıl düşürülür göstereceğim’ demedi mi? Ne oldu? 2018’in Haziranından bu yana faiz de artıyor, enflasyon da artıyor. Mümkün değil, yapamaz. 8’ini de sıralarım 8’ini de yapamazlar. Ama biz yaparız, yaptık, yine yaparız, yaptık. Çok daha iyisini yaparız inşallah.
Değerli Osmaniyeli arkadaşlarım, Osmaniye'ye gelip de tarımdan bahsetmemek olmaz. İçimiz yana yana tarımdaki çöküşe şahit oluyoruz arkadaşlar. İnanın içimiz yanıyor. Bu kötü yönetim, üreticimizi, çiftçimizi mahvetti, perişan etti. Çukurova'nın şu bereketli topraklarında emekçilerimiz, çiftçilerimiz üretemez oldular. Osmaniye ekonomisi; yer fıstığıyla, buğdayıyla, soyasıyla, mısırıyla, pamuğuyla, narenciyesi ile gerçekten tarımın çok önemli olduğu bir ekonomik yapı. Ve bu şehrimiz Osmaniye, tarım üretimine dönüyor, daha doğrusu tarım üretimine dönüyor idi. Şimdi her bölgede çarkların yavaş yavaş durduğuna maalesef tanık oluyoruz. Çiftçilerimiz artan maliyetlerin altında eziliyor. Hesabını kitabını herkes şaşırmışdurumda. Gübre sebebiyle, gübredeki artış sebebiyle ve pek çok girdi maliyetindeki artışsebebiyle bazıları artık ekmekten dikmekten vazgeçiyor ya da gübre kullanmadan ekim dikim yapıyor. Çiftçimiz, 2,3 sene önce 50,60 bin liraya aldığı makine ekipmanlarını bu yıl 100 bin liraya ile 150 bin liraya alamıyor. Yedek parça dünyanın parası, mazot, dünyanın parası. Bu artışla neyi, nasıl üretecek? Sadece makine fiyatları değil işte gübreden bahsediyorsunuz.
Zaten Türkiye'nin her yerinde ne zaman bir çiftçimiz önümüzü kesse, ilk kelimesi gübre diye başlıyor. Gübre hiç kullanamayan var. 10 kilo gerekiyorsa ancak bir kilo, iki kilo kullanan var. Ama bu ne demek? Bir sonraki hasat dönemi geldiğinde verimin, üretimin düşmesi demek. Her gittiğim şehirde çiftçilerimizle konuşuyorum. ‘Ben vazgeçtim artık, gübre almaktan vazgeçtim, mümkün değil. Param yetmez’ diyor. Dün Kilis'te bir çiftçimiz vadeli gübre aldım diyor.
18000 liraya, vadeli almış altı ay. ‘Fakat o gün gelecek hasadı elde edeceğim, satacağım da onun borcunu geri ödeyeceğim. Muhtemelen ben şimdiden batmış durumdayım’ diyor. Gübre kullanmadan üretim yapmaya çalışan çiftçimiz de çok. Kimi zaten ekmekten dikmekten vazgeçmiş. Komşularımdan, köydeki komşulardan utandığım için diyor hala ben çiftçilik yapıyorum. Üretim maliyeti ürün fiyatlarına yansıyamıyor.
İktidarın verdiği gübre desteği ise gübre maliyetinin şu anda sadece yüzde 5'i civarında. Bakın değerli arkadaşlar, öyle çarpıcı rakamlar var ki diyor ya ben hani faizle mücadele edeceğim diyor, yüksek faizciler diyor, yüksek faiz isteyenler Sorosçulardır diyor. Gelecek senenin bütçesinde bütün tarımsal destek ödemesi ne kadar? 25 milyar lira. 25 milyar eski parayla 25 katrilyon. Peki aynı bütçedeki faiz için koydukları ödenek ne kadar dersiniz? Bir tahmin edin. Tam 240 milyon bakın. Tarımsal desteğin, tarıma verilen desteğin tamamı 25 milyar, sadece faiz için koydukları rakam 240 milyar. Yıllar boyu bu rakam bunu çok daha altında seyretti. Hızlı artış şu son yıllarda oldu.
Orta vadeli program açıkladılar. 2023 için koydukları bütçe ne kadar diyorsunuz? 290 milyar. Bugünden orta vadeli programa yazdılar bunu. Şu hale bakın ya bir de faizle mücadeleymiş. Külahımıza anlatsınlar, yapamazlar mümkün değil. Çünkü faizle mücadele ancak güvenle olur. Güveni oluşturun bakın faiz nasıl düşüyor. Çünkü gördük, yaptık. Yüzde 66’dan aldık biz faizi. Ben Hazineden sorumlu bakan olduğum gün Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi yüzde 66 faiz ödüyordu. Bunu ta yüzde 4,5'a kadar indirdik. Bu nasıl oldu? Sorsa, ‘ya arkadaşlar zamanında siz nasıl yapmıştınız bunu bir anlatsanız’ dese seve seve gideriz, anlatırız. Yani mesele yok ama artık kulaklar kapalı. Zihin kapalı.
Niye yapamazlar? Biraz önce saydığım 8 madde var ya, 8’inin 8’ini de yapamazlar artık. Güveni oluşturamazlar. Bunun için başaramayacaklar, bunun için beceremeyecekler. Bugünkü yönetim ne yapıyor arkadaşlar? Tarımda Rusya'dan aldığı ürünlere verdiği desteği yani Rus çiftçilerine verdiği desteği ülkemizde üretim yapan kendi çiftçilerimize vermiyor. Gıda gibi stratejik bir alanda dışarıya bağımlı olduk. Her sene daha fazla ithalat yapıyoruz. İçeride üretim düştükçe daha fazla ithalat. Çünkü niye? Çünkü çiftçimizin sesi Külliye'ye ulaşmıyor ama o ithalatçılar var ya ithalat lobileri onlar oraya çok kolay ulaşıyor. Büyük miktarda alıp satıyorlar. Büyük miktarda ithalat yapıyorlar. Çok büyük rant var, rant ve üstelik herkese izin verilmiyor. Biliyorsunuz. ‘Ben gideyim şuradan buradan ithal edeyim...’, ‘Yok yapamazsın.’ Önceden belli kişilere kapıyı açıyorlar, ithalat yapıyorlar, geri kapatıyorlar.
Kimin ithal edeceği belli kaç tane ithal edeceği belli. Kuvvetli bir lobi yani tarımda bugün çok kuvvetli bir ithalat lobisi var. Ama gidip de bizim çiftçimizin derdini anlatacak çiftçimizin derdiyle dertlenen Külliye’ye ulaşabilen kişi sayısı az. Duymuyorlar, bilmiyorlar. Sorun oradan kaynaklanıyor zaten. Bilmiyorlar ama ithalat lobisi kendisini duyuyor. Onun için her sene üretim azalıyor; her sene ithalat çoğalıyor. Şimdi ne olacak? Artan maliyetler karşısında çiftçimiz üretimden vazgeçiyor mu geçiyor. Gübresiz üretimle daha az üretecek mi daha az üretecek. Sonuçta gelecek yıl hasat dönemi geldiğinde bakacağız ki pek çok üründe üretim düşmüş. İçeride ihtiyaç var. 84 milyon nüfus, bir de üzerine en az 8 milyon yabancı ekle, Suriyelisini, şunu bunu. 92 milyonu doyurmak zorundasınız değil mi bu ülkede? İthalat, ithalat daha fazla ithalat.
Geldikleri nokta bu. Bu iktidar hem kendimize yeten bir ülke olmamıza mani oluyor, hem de kıt kanaat geçinmeye çalışan çiftimizi yokluğa mahkum ediyor. Geldiğimiz noktada durum bu. Biz biliyorsunuz arkadaşlar haziran ayında ne yaptık? Tarım eylem planımızı bu topraklarda, Çukurova'da açıkladık. Tarım konusunda ne yapacağımızın detaylı bir sunumunu yaptık. Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağını detaylı bir şekilde ortaya koyduk. Hepsinin bütçesini hesap ettik ve hepsine de bir takvim verdik. Her bir maddesi çok önemli olan planımızdan sadece birkaç maddeyi burada altını çizerek sizlere anlatmak istiyorum. Çok kısa özet.
Çiftçimize verilen gübre desteğinin artması gerekiyor arkadaşlar. Gübre maliyetinin tam yarısını, yüzde 50’sini devlet olarak biz karşılayacağız. Çiftçilerimizin şu zor günlerini atlatabilmesi için Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin kredilerinin faizlerini sıfırlayacağız. Hep beraber yapacağız arkadaşlar. Hep beraber çiftçimizin de tarımımızın da devası olacağız. Kadro olarak yapacağız inşallah. Bakın bu Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatif borçlarını mutlaka hallolması gerekiyor. 2002’de devraldığımızda durum daha da kötüydü ya. Ziraat Bankası'nın tarımsal kredilerinin tam yüzde 4’ı batık durumdaydı. Ödeyemiyordu çiftimiz; kolları sıvadık, yeni bir ödeme planı yaptık. Uzun vadeye yaydık, çiftçimiz işini döndürebilsin diye ilave kredi imkanlarını açtık ve bir yılda toparladık. İkinci yıl geldiğinde çiftimiz borcunun yüzde 99’unu tam ve gününde öder hale geldi. Çiftçimiz güçlendi, ekonomimiz güçlendi ve çarklar dönmeye başladı.
Şimdi ne yapacağız? Bu birikmiş borçların önce bir faizini sileceğiz. Borçları güncelleyip iki yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız ve bunu yaparken de faiz eklemeyeceğiz. Hani yeniden yapılandırırken faiz ekliyorlar ya bizde faiz maiz olmayacak yok. Ve ihtiyacı olana da yeni kredi açacağız. Eski borcunu yapılandır yeni ihtiyacın varsa gel kredi kullan diyeceğiz. Traktöre haciz, tarlaya haciz... Yok öyle bir şey. Ben tam 11 yıl Ziraat Bankası'ndan sorumlu bakan oldum, örneği yok. Traktöre haciz diye bir şey yok yapmadık hiç. Tarlasına, traktörüne haciz gelmişçiftçimiz o moralle nasıl iş yapacak ya o moralle nasıl üretim yapacak. Anlamıyorlar ama bilmiyorlar ya. Başka ne yapacağız? Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimize yüzde elliye varan oranlarda yem desteği vereceğiz. Tarımsal destekleri ekim döneminden önce açıklayacağız. Hasat döneminde de hemen ödemesini yapacağız. Şu anda biliyorsunuz bir yıl geriden geliyor hepsi. Daha çiftçimiz ekip dikmeden daha henüz kararını vermeden hangi ürüne ne destek alacağını önceden bilecek. Ona göre karar verecek. Hasatı aldığı anda da destek parası eline geçecek. Bir başka konu sulama. Sulamadaki zorlukların da acilen çözülmesi gerekiyor. Hiç vakit kaybetmeden sulama yatırımlarını tamamlayacağız. Eylem planımızı açıkladık. Dedik ki hükümetimizin ilk döneminde yani 5 yılda Türkiye'deki bütün sulama projelerini tamamlayacağız. Barajlar, göletler, irsale hatları, basınçlı, damlama sulama sistemleri, yağmurlama sistemi... Ne var ne yoksa 5 yılda bunların tamamını bitireceğiz, hesap ettik arkadaşlar. Topla topla Türkiye'deki bütün sulama projelerinin toplamı bir Kanal İstanbul parası etmiyor. Bu öncelik meselesi. Önceliğin rantta mı yoksa önceliğin toprakta mı? Benim önceliğim rant diyorsan inadına yapacağım diyorsan, Kanal İstanbul’u yapacağım diyorsan ayrı. Ama bizim önceliğimiz tarım olacak, toprak olacak. Bizim önceliğimiz çiftçimiz olacak. Böyle hareket edeceğiz.
Değerli arkadaşlar, tarım bu ülke için bir aşk meselesi. Özellikle küresel ısınma, iklim değişikliğiyle beraber Türkiye'nin çok çok dikkat etmesi gereken bir alan. Avrupa'nın en geniştarım arazisine sahip olan bu ülkenin dışa bağımlı olması, çiftçilerimizin masraflardan gözünüaçamaması kabul edilebilir bir şey değil. Şu anda bilim dışı, akıl dışı kötü bir yönetimin ağır sonuçlarını her yerde olduğu gibi tarımda da maalesef yaşıyoruz. Maalesef görüyoruz ama bunların hepsi çözülür arkadaşlar. Hepsinin çaresi var. Şu anda zor günlerden geçiyoruz ama biz Türkiye'nin yüzünü umuda çevireceğiz. Ülkemiz için gecemizi gündüzümüze katmaya devam edeceğiz. Demokrasi ve atılım için durmadan, yorulmadan çalışacağız. Bunu hep beraber yapacağız.
Şimdi ben Osmaniye'ye soruyorum. Eşitlik için özgürlük için çalışmaya var mıyız? Refah için zenginlik için çalışmaya var mıyız? Adaleti, hukukun Türkiye’sini kurmaya var mıyız? Siz varsanız bizde varız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Osmaniye il kongremizin ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sağ olun, var olun.