24 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Pendik İlçe Kongresi Konuşması

24 Aralık 2023

Ali Babacan Pendik Birinci Olağan
İlçe Kongresi


DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri,

Değerli İstanbul İl Başkanımız,

Pendik İlçe Başkanımız,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,

Pendik ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında son iki gün içinde Irak’ta şehit olan askerlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Ailelerine, yakınlarına ve tüm milletimize başsağlığı diliyorum.

Yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyorum.

Ülkemizin dört bir köşesindeki sıvasız, damsız evlere, sessiz mahallelere ateş düştü arkadaşlar…

Yüreğimiz dağlandı. Şehitlerimizin her biri biricik. Her biri ailesinin canı, can parçası.

Şehitlerimizin ailelerine ve tüm milletimize Allah’tan sabır diliyorum.

Terörü ve terör örgütlerini en güçlü şekilde lanetliyorum.

Terörün ve şiddetin karşısında milletçe tek vücut olmamız gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum.

Komşularımız ve müttefiklerimiz şunu artık anlamalıdır:

Mesele bu ülkenin, Türkiye’nin egemenliğiyse, mesele Türkiye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüyse;

Türkiye Cumhuriyeti, devletiyle, milletiyle bir olur; gereken her türlü mücadeleyi verir.

40 yıl değil, 400 yıl geçse bu değişmez.

Buradan, Pendik’ten duymayanlar duysun. Anlamayanlar anlasın diyorum. Hemen yakınımızdaki coğrafyadan okyanuslar ötesine herkes bu mesajı alsın.

40 yıl değil, 400 yıl geçse bu değişmeyecek…


*****

Değerli arkadaşlarım,

Milletçe teröre karşı mücadelemiz devam ederken, bir yanda da yoğun bir şekilde milletimiz bir geçim mücadelesi veriyoruz.

Bu hafta bir kez daha faiz artırıldı.

Böylece Merkez Bankası faizi, yedi ayda tam tamına yedi kez artırmış oldu.

Beştepe’den bir ses duydunuz mu?

Sayın Erdoğan’ın seçimlerden bu yana, faiz konusunda, bu konuda tek bir açıklamasını duydunuz mu?

Yok. Her konuda konuşuyor ama seçimden bu yana faiz konusunda ağızdan tek bir kelime çıkmıyor. Sanki böyle bir mefu yok.

Senelerce “faiz sebep enflasyon sonuç” dedi; faizi de enflasyonu da bu ülkede patlattı.

Senelerce “benim alanım ekonomi” dedi, ekonomiyi yerin dibine batırdı.

Şimdi faizi artırıyor, ama toplumun önüne çıkıp iki çift laf etmiyor, edemiyor.

Ülkeyi tepeden tırnağa yoksulluğa hapsettiler, ama ülkenin Cumhurbaşkanı bu faiz meselesiyle oturup bir yüzleşmiyor.

Çıkıp insanlara bu faiz politikasının sebeplerini ve sonuçlarını açıklamak zorunda. Bundan kaçamaz.

Çıkıp insanlara 2015’ten bugüne yaptıklarını anlatmak zorunda.

Hangisi doğru, açıklamak zorunda.

“Nas nas” diye diye milletimizin dini duygularını istismar etmesinin bedelini açıklamak zorunda.

Bakın, seçimden bu yana Merkez Bankası politika faizi, %8,5’dan %42,5’a çıktı. Tam 5 misli. 8,5 çarpın 5 ile tam 42,5 lira ediyor.

Ben buradan seslenmek istiyorum;

Sayın Erdoğan:

Siz yıllarca “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” demediniz mi?

Bu iddianız doğruysa, Merkez Bankası faizi yükselttiğinde, enflasyonun da yükselmesi gerekir değil mi?

Bu iddianız doğruysa, ülkede yüksek olan enflasyonun, Merkez Bankası’nın faiz artırmasıyla daha da yükselmesi gerekir.

Çünkü 2015ten bu yana, ben ve arkadaşlarım bu ülkenin yönetiminden ayrıldıktan sonra sürekli işlediği buydu. “Benim alanım ekonomi” diyordu. “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” diyordu.

Ben buradan kendisine seslenmeye devam ediyorum;

Eğer bu iddianızın yanlış olduğunu anlayıp, Merkez Bankasının faizini artırmaya karar verdiyseniz, çıkıp bu milletten özür dilemelisiniz.

Çünkü insanlarımızın parası, sizin bu inadınız yüzünüzden pul oldu.

Şimdi, ortada hiçbir şey yokmuş gibi faiz meselesinin adını anmaktan uzak duramazsınız. Şu 8 yıldır yaşananlar ne olacak? 2015’ten 2023’e, tam 8 yıl geçti. 8 yıldır bu nakaratı dinlemedik mi? “Faiz sebep enflasyon sonuç”

Ne oldu? Bunun hesabını kim verecek.

Sizin bu inadınız yüzünden parasını dijital borsalara yatırıp batanların, ellerindeki üç kuruşu yok olanların hesabını kim verecek?

Paraları pul olmasın diye kendilerine alternatif çözümler üretmeye çalışırken varlıklarını yitiren, sonra çaresiz kalıp intihar eden vatandaşlarımızın hesabını kim verecek?

Bakın arkadaşlar, sadece geçen hafta Marmaray’da 4 kişinin intihar haberine denk geldim. Bir haftada sadece Marmaray’da 4 intihar.

Ülkedeki bu bunalımın hesabını kim verecek?

İşsiz kalan gençlere, dolar borcu olduğu için eşinin dostunun yüzüne bakamayanlara ne olacak?

Bir kahve içerken iki kere düşünmek zorunda kalan gençlere “hay Allah tüh idare edin gençler” mi diyeceksiniz? Ne diyecekseniz?

Boş buzdolabının önüne geçip evladına etsiz kemik suyu kaynatmak zorunda kalan annelere çıkıp ne diyeceksiniz?

Değerli arkadaşlar;

Küçük bir iş yerinde dahi, şu anda Pendik’teyiz, aramızda sanayiciler var iş insanları var, küçük bir iş yerinde dahi hata yapan bir müdür bile çıkar der ki, “Biz bunları bunları yaptık, yanlış yapmışız, hatalıydı” der.

Önce eleştirisini yapar, yetmiyorsa gider istifasını verir.

Konfeksiyon atölyesinde yanlış dikim yapan bir işçi… Der ki “hata yaptım.”

Hatta şu aldığınız giyim ürünlerinin bakın, etiketin bir yerinde kalite kontrol işareti vardır. Birinin ismi veya numarası vardır. Niye? Şahsı sorumluluk olsun diye. O üründe bir sıkıntı çıkarsa hata çıkarsa kimin elinden geçtiği, kimin kontrolünden geçtiği beli olsun diye.

Ya en azından bi’ mahcup olur. “Yanlış yaptım” diye.

Yüzü kızarır, yüzü.

Bunlar, koskoca ülkeyi batırıp, insanların hayatıyla oynadı.

Mahcup da olmuyorlar. Yokmuş gibi davranıyorlar.

Bu faiz artışlarının adını bile ağızlarına almıyorlar.

Bakın arkadaşlar, Erdoğan yönetimi, bu ülkenin eczanelerini vergi dairesine çevirdi.

Hastalanan hastalandığına mı yansın, sözüm ona ücretsiz olan muayene ücretlerine, ilaç ücretlerine mi yansın…

Emeklilerimiz aylıklarını şu anda eczanelere bırakıyor.

Ha bu arada eczanelerde doğru dürüst ilaç da bulunamıyor. Gidiyorsun rafların yarısı boş. Bolluk ülkesi oldu yokluk ülkesi.

Eczacılar da şikayetçi. “Kiramızı ödemekte zorluk çekiyoruz” diyorlar. “Borçlarımızı depolara ödemekte zorluk çekiyoruz” diyorlar.

Bütün bunlar neden arkadaşlar? Tek bir kişinin bu iktidarın ülkeyi batırma inadından, başka bir sebebi yok.

İnanın aklım havsalam almıyor.

Bizim dolu dolu teslim ettiğimiz Hazine nasıl bu hale getirdiler?

Bizim kuruş kuruş rezerv biriktirdiğimiz Merkez Bankası rezervleri, nasıl bu kadar eksiye düşürdüler? İnanılacak gibi değil.

Her gün haber, Merkez Bankası rezervleri bir rekor daha kırdı, bir rekor daha kırdı. Ya kardeşim sen parandan bahsediyorsun da bu paranın karşısında Merkez Bankası'nın biriktirdiği borçtan niye bahsetmiyorsun ya?

Bugün Merkez Bankası'nın net anlamda hala yaklaşık 45-50 milyar dolar civarında borcu var. Kasasındaki döviz kendi dövizi değil sağdan soldan SWAP anlaşmalarıyla aldığı başka ülkelerin merkez bankalarından “ya param bitti, ne olur biraz mevduat ver koyayım da şu kasada parayı açayım bu Türk milletine bir param var göstereyim” diye tuttuğu döviz. Borç aldığı döviz.

Her gün duyuyorsunuz değil mi? “Merkez Bankası rezervi rekor kırdı” diye. Ya arkadaş bu para senin paran değil ya. Bir de şu net döviz pozisyonunu açıklasana.

Sağdan soldan ülkenin cumhurbaşkanının, Hazine Maliye Bakanı'nın adeta yalvarırcasına borç isteyip, dilenip de kasaya koyduğu dövizden bahsediyorsun sen. Elin dövizinden bahsediyorsun. Senin kendi milli yerli rezervlerin değil bu rezervler.

Her gün milletin gözünün içine baka baka aldatıyorlar ya. İnanılır gibi değil ya.

Mirasyedi hayırsız evlat gibi, her şeyi har vurup harman savurdular.

Bakın bu ifade sadece benim ifadem değil. Benden sonra ekonomi yönetimin devralan bakanlardan birisinin ifadesi. 2015’ten, 2023’e çok bakan değişti ama isim vermeyelim şimdi. O bakanların ifadesi.

Bir yerde karşılaştık, dedi ki; “Ya başbakan yardımcım öyle bir miras bırakmışsınız ki ye ye bugüne kadar bitiremedik” dedi. Ama hazıra dağ dayanmaz. Sonuçta tükendi. Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonunda eksiye düştü bugün.

Fakat söylüyorum:

“Faiz sebep, enflasyon sonuç” deyip ülkenin ekonomisini çökerttikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi davranamazsınız.

Ne diyordu, Refik Halid?

“Efendiler nereye?”

Bende buradan soruyorum; Sayın Erdoğan, “Nereye?”

Önce bir durun, çıkın hesabını verin, yanlış yaptık deyin.

İşsiz evladı depresyona giren anneye bunu borçlusunuz.

Evine ekmek götüremeyen babaya bunu borçlusunuz.

Asgari ücretin altında bir maaşla hayatta kalmaya çalışan emeklilere bunu borçlusunuz.

Sayın Erdoğan,

Siz, vatandaşın eve götürdüğü ekmek üzerine bahse girdiniz. “Benim iddiam var” dediniz. “Kim ne söylüyorsa söylüyor benim iddiam budur” dediniz.

Ve kaybettiniz. Bu millete de kaybettirdiniz.

Yıllarca savunduğunuz tez, boş çıktı.

Olan vatandaşın ekmeğine oldu.

Çıkın, “hata yaptık” deyin ve vatandaşlarımızdan özür dileyin.

Tekrar soruyorum “Bu durun hele Efendiler nereye?”

 

Hesap vermeden, bir özür bile dilemeden…

Efendiler nereye?

*****

Değerli arkadaşlar bakın, hep söylüyorum; evet biz bu 2018 seçimlerinden sonra DEVA Partisi'ni kurduk. 2023 Mayıs seçimlerine hazırlandık. Bir birliktelik içerisinde, bir ittifak içerisinde seçime girdik ama bizi destekleyen vatandaşlarımızın oranı yüzde 48’de kaldı.

Ve Cumhur İttifakı seçimi kazandı. Ama helalinden kazanmadı. Çünkü siz seksen beş milyonun gözünün işine baka baka yalan söyleyerek onları aldatarak kazanılmış bir seçime “ben helalinden kazandım” diyemezsiniz.

Biliyorsunuz, yaşadık. Seçimden önce dolar kurunu 18 lira, 19 lira bandında tutmadılar mı? Yeni gelen bakan demedi mi? “Kur baskı altına alınmış Mayıs sonuna kadar.” Mayıs sonunda ne var? Seçim var.

Ben şimdi buradan size soruyorum; dolar kurunu seçimden önce 18 lira, 19 lira gösterip seçimden sonra 28, 29 liraya patlatmak halkı aldatmak değil midir?

Çiftçimize mazotu 20 lira gösterip seçimden sonra mazotun fiyatını 40 liraya patlatmak halkı aldatmak değil midir?

“Faiz indi. Daha da inecek. Ben görevde olduğum sürece bu ülkede faiz yükselmez” deyip, yüzde 8,5’luk Merkez Bankası faiziyle seçime girip, seçimden sonra faizi yüzde 42,5’a çıkartmak bu milleti aldatmak değil mi? Onun için diyorum. Diyorum ki “kazandı ama helalinden kazanmadı.”

Hamdolsun biz hep doğru bildiğimizi konuştuk. Kimseyi ama kimseyi aldatmadık. Hep doğruları söyledik. İnandığımız neyse onu konuştuk.

Ve tarihin doğru zamanında doğru yerde durduk.

Demokrasiden yana durduk. Demokrasi için çalıştık. “Adalet” dedik. “Özgürlük” dedik.

Ve “Bu ülkenin tüyü bitmemiş yetiminin hakkını korumak için biz çalışıyoruz dedik. Onun için bizim alnımız ak. Hamdolsun DEVA kadroları olarak Türkiye'nin her yerinde vatandaşımızın karşısına o özgüvenle çıkıyoruz. O iç huzuruyla çıkıyoruz.

Evet, bizi destekleyen vatandaşlarımızın oranı yüzde 48’de kaldı. Ama biz onurumuzla, dosdoğru bir mücadele verdik. Onlar gibi kimseyi aldatmadık.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli vatandaşlarım,

İktidarın görmezden geldiği, unutturmaya çalıştığı, yok saydığı ama ülkemizin en hakiki, en can alıcı gündemine geçmek istiyorum.

Evet, 6 Şubat Maraş depremlerinin üzerinden tam 321 gün geçti.

10 ay 18 gün önce, daha gün doğmadan, ülkemizin her köşesine ateş düştü.

Ateşin düştüğü o ocaklar, o günden beri yanıyor, o günden beri gülmüyor; biliyorum.

Sayılarla söyleyince sanki anlamını yitirir gibi oluyor ama, resmi sayılara göre bile on binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti.

Kaybettiğimiz her can; birinin annesi, birinin babası, birinin kardeşi, oğlu, kızı.

Kaybettiğimiz her can birinin yeğeni, kuzeni, dedesi, ninesi.

Kaybettiğimiz her can birinin eşi, nişanlısı, can yoldaşı, arkadaşı…

Taş olsa, dağ olsa dayanmaz derler ya; işte öyle bir acıyla kavrulduk, kavruluyoruz ki hala şöyle bir Hatay’a gittiğinizde bir Adıyaman’a gittiğinizde bir Kahramanmaraş’a gittiğinizde bir Malatya’ya gittiğinizde İslâhiye’ye Nurdağı’na gittiğinizde o acı gerçeği hala gözlerimizle görüyoruz, izliyoruz.

Ben de çalışma arkadaşlarımı kaybettim.

Hepsini tek tek saymayacağım. Ama size Yusuf’tan bahsetmek istiyorum.

Hatay’daydı. Güler yüzüyle, sevecenliğiyle, bitmeyen enerjisiyle, sapasağlam duruşuyla gencecik bir arkadaşımdı.

Evladıyla, eşiyle birlikte can verdi.

Yusuf depremden 3 sene önce Twitter’dan şunları yazmıştı:

“Hükûmet ve belediyeler ortak çalışarak tedbirleri artırmalı, aksi halde meydana gelecek bir deprem Allah korusun Hatay’ın felaketi olur. İnsan hayatını siyasi çekişmeler uğruna tehlikeye atamayız.” Demiş Yusuf.

Değerli dostlarım, deprem Yusuf’un dediği gibi felaketimiz oldu.

Böylesini belki o bile tahayyül edememişti.

Ve bu göz göre göre geldi. Hani “kaza geliyorum demez” derler ya, ama “Deprem geliyorum” diyor. Bilim insanları, bu işin insanları coğrafyasını söylüyor, yaklaşık şiddetini söylüyor tahmini bir zamanlamasını da söylüyor. Ama hangi gün hangi saat olacağını biz bilmiyoruz. Ama kuvvetli tahminlerle nerede, ne zaman, hangi şiddetle olacağını bilim insanları bize söylüyor.

Deprem; alınmayan önlemler, gerçekleştirilmeyen çalışmalar, güçlendirilmeyen binalar yüzünden felaketimiz oldu.

Öncesinde yapılmayan her şey ama her şey felaketimiz oldu.

Peki deprem sırasında ve sonrasında?

Arkadaşlar ben her ili bırakın hemen hemen her ilçeye gittim. Bazılarına defalarca gittim. Her şehrimizi birden fazla kez gördüm. İlk 14 günün 9’unda deprem bölgesindeydim.

Her yerde istisnasız söylenen bir ifade vardı o ilk günlerde “devlet yoktu”,

Devlet var duruyor ama devleti yönetenler bu işi başaramıyor, yönetemiyor.

İlk 48 saat, ilk 72 saat vatandaşlarımız elleriyle molozları kaldırmaya çalıştı.

Ben bizzat gördüm, köylerde muhtarların, hayatta kalanların ellerindeki yaraları gördüm. Komşularını enkaz altından kendileri kaldırmaya çalıştılar o köy evlerinde. “Devlet yoktu” diyorlar.

Tek başlarına, karanlıkta, soğukta yapmaya çalıştılar bunları…

Depremden bu yana sürekli sordum, soruyorum:

İlk 48 saatte, ilk 72 saatte ne oldu?

Niçin sistem kilitlendi? Niçin derhal harekete geçilmedi?

Cevap yok.

Peki devamında? Bitmeyen çadır krizi, hatırlarsınız…

Şimdi de konteyner yetersizliği.

Tuvalet, banyo yetersizliği…

Su verilemedi ya insanlara, su…

Vatandaşın yardımına koşacak kurumlar, AFAD’la Kızılay, kavgaya tutuştu.

Kızılay zaten sahada yoktu bile. Stokundaki çadırları bile aşar topar bir STK’ya satmış parayla. Sen devletin kurumusun ne yapıyorsun? Aklını başına topla.

Ama bütün bunların adı AFAD olsun Kızılay olsun falanca bakanlık olsun, bunların aslında hiç önemi yok biliyor musunuz? Niye?

Bütün bunların tek bir sorumlusu var.

2018 yılından beri tüm kurumları bizzat kendine bağlayan, her konuda ama her konuda sistemi tek imzaya bağlayan, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan.

Eğer siz, büyük bir hevesle, “her konuda tek yetkili ben olacağım” derseniz, tek sorumlu olduğunuzu da kabul etmek zorundasınız. Öyle yağma yok.

“Her şeye ben karar vereceğim, bağımsız kurum falan istemem, Merkez Bankası bağımsızlığı neymiş? Laf dinlemiyor bu, at, yerine yenisini koy. Her şeye ben karar vereceğim…” “Her konuda tek yetkili ben olayım, bir problem çıktığında da başka bir sorumlu, suçlu göstereyim.” öyle bir şey yok. Tek yetkiliyseniz, tek sorumlu olduğunuzu da kabul etmek zorundasınız.

Çünkü bu ucube sistemle, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi dedikleri şey ile, vatandaşlarımızın canı, tek kişinin iki dudağı arasında, o kadar.

Arkadaşlar, onlar ne yaparlarsa yapsınlar ne derlerse desinler; 6 Şubat’ı ve özellikle ilk 48 saati ilk 72 saati unutmayacağız, unutturmayacağız.

Depremden 1,5 sene önce, bakın TAM BİR BUÇUK SENE ÖNCE ben Kahramanmaraş’ta oradaki il kongremiz esnasında bir konuşma yapmıştım.

“Uzmanlar uyarıyor” demiştim.

“Sonra bakarız” diyemezsiniz, acil önlem alınması ve planlama yapılması gerekiyor” demiştim.

Ya benim bunları söylediğim otel yıkıldı biliyor musunuz? O otelin enkazı altında bir tek canlı beden çıkmadı. Yakın bir arkadaşımızın abisi dahil olmak üzere o otelden tek bir sağ bir insan kurtulamadı.

Ve şimdi de uzmanlar uyarıyor:

Diyorlar ki; Türkiye bir deprem bölgesi.

Ve depremde can kaybı yaşamak; “önlenebilir ölümlerde” can kaybı yaşamaktır. Bu ifadeye dikkat edin “önlenebilir ölümlerde”

Bu ölümlere, “kader planı” deyip geçenler, meseleyi sıradanlaştırmakta, normalleştirme çabasında.

Bizim inancımız ne der?

“Önce tedbir, sonra takdir!”

Bizim, gerekli tedbirler alınmadığı için veya geç müdahale edildiği için kaybedecek tek bir insanımız yok.

Uzmanlar aylardır durmaksızın tekrar ediyor. Bingöl diyor, Adana diyor. İzmir diyor. Hakkâri diyor…

“İstanbul” diyor… Hem de koro halinde İstanbul diyorlar. Geçen gün ölçeği Allah korusun küçük de olsa deprem oldu. Ya deprem “geliyorum” diyor. Ama siz tedbir almazsanız, gerekeni yapmazsanız ondan sonra yapılanlara, ondan sonra karşınıza çıkan manzaraya bir “Kader planı” deyip geçemezsiniz.

Senelerdir Marmara depremi ile ilgili büyük uyarılar yapılıyor.

İşte Pendik’teyiz. Az ötemizden fay hattı geçiyor.

Marmara Denizi’nde olan her hareketlilikte yüreğimiz ağzımıza geliyor.

Bu kadar acı bir tecrübenin ardından bile bu hükûmet, olası depremlere karşı ne yapıyor?

Geçiştirmeye çalışıyor.

Görmezden geliyor.

Depremin etkilediği pek çok şehrimizde hala büyük bir belirsizlik var. Ben çünkü depremden sonra defalarsa gittim. En son Hatay’daydım.

Planmış, programmış, imarmış… Bütün bunlar yok arkadaşlar, yok.

Ya Antakya'da ne yapıyorlar? Eski imar planına göre o gevşek arazide inşaat yapmak isteyene “al ruhsatın, buyur yap” diyorlar. Bir yandan da yeni bir imar planı çalışılıyor. Aradan 10 ay geçmiş, bir yıla yaklaşıyor, ortada bir şey yok.

Hatay'da insanlar diyor ki “biz ne yapacağımızı bilemiyoruz” diyorlar. “Kimse bize bir şey söylemiyor, bir yön vermiyor.”

Hiçbir şeffaflık yok, açıklık yok. İnsanlar perişan. Herkes bekliyor ve bekleyenler de kimi, niçin beklediklerini de bilmiyor. Hani bilseler ki ya şu kadar bekleyeceğiz, sonunda da bu olacak, öyle bir şey de yok.

Depremden bu yana neredeyse 1 yıl geçmiş, Cumhurbaşkanı daha dün çıkmış İstanbul'la ilgili bir dönüşüm programı açıklıyor. Adama “günaydın” derler ya, “yeni mi aklın başına geliyor” derler.

1994'ten bu yana şöyle ya da böyle, bu İstanbul'un sorumluluğu kimde? 1994'ten bu yana 29 yıl geçmiş ya.

Yani bahane bulacağı hiç kimse yok. Suçu atabileceği hiç kimse yok. Çünkü evet başbakan oldu, sonra cumhurbaşkanı oldu ama İstanbul'la ilgili her şeyi her zaman çok yakından takip etti.

Hani belli başlı şu yüksek binalar var ya, sanmayın ki ondan habersiz yapılıyor. Mümkün değil. Kimse cesaret edemez. Şöyle siluetin dışına taşan binalar var ya, ona sorulmadan, ondan izin alınmadan herhangi bir yüksek yapının İstanbul'da yapılabileceğini düşünüyor musunuz? Hepsinden haberi var.

Seçimlere üç ay kala mı dönüşüm hatırlanır ya? Bunca yıldır hiçbir şey yok. Şurada seçime kalmış üç ay. Bakıyorlar iş sıkışık. Gene seçimlerde riskler var. Ne yapalım? Şapkadan bu sefer hangi tavşanı çıkaralım? Dün de bir dönüşüm tavşanı daha çıktı. Örneği çok. Açıkladıkları rakamlara bakıyorsunuz. Bir de İstanbul'daki fiyatlara bakıyorsunuz. Sembolik destekler. O da olacak mı olmayacak mı belli değil. Ne kadar olacak o da belli değil.

Depremde kamu kuruluşları o kadar yardım açıkladı değil mi? Falanca miktar yardım edeceğiz. Bu kadar bağış yapıyoruz diyor. Sanki babasından miras kalan paraymış gibi yani.

Açıklanan rakamlardan hala yatırılmayanlar var. Neredeyse bir sene geçmiş. O gece büyük bir tantanayla yardım açıklaması yapanlar bugün bunu yardım yaptılar mı, yapmadılar mı? Kamu kuruluşları bu yardımları yatırdılar mı hesaba yatırmadılar mı?

Ya o akşam ben de bir kendim bir de eşim için birer maaşımı söz verdim. Ya cumartesi mi neydi, Pazartesi sabah ilk iş EFT'sini yaptım. “Aman söz verdik bu kadar milyonlarca insanın önünde, bir sıkıntı olmasın” dedik yani. Hemen Pazartesi sabah EFT'sini yaptım.

Ama duyuyoruz ki 30 milyar, 40 milyar gibi rakamlar söz verilmiş, hala yatırılmamış. Öyle televizyona çıkıp kendi reklamını yapıp sonra üzerine yatmak yok. Hükumet bunun peşine düşmeli. O alacaklarını tahsis etmeli.

85 milyonun önünde ilan edildiği anda o 85 milyonun hakkı olur. “Bu benim param falan” diyemezsin. Çünkü taahhütte bulundun. Sözü verdin, sözü yerine getireceksin arkadaş. Olmaz.

İnanılır gibi değil arkadaşlar ama hakikat gün gibi duruyor.

Ülkemizde her an bir yerde deprem olabilir. Şu saniye dahi acı haber alabiliriz bu ülkede.

Gerekli tedbirlerin alınmaması sebebiyle; depremde, selde, yangında ölmeyi kader deyip geçiştiremezsiniz.

İşte o sebeple arkadaşlar;

“Asrın felaketi” diyerek sorumluluktan kaçan, olası depremler için gerekli önlemleri almayan bu iktidara dur demek zorundayız.

“Depreme-afetlere dirençli şehirler” nasıl olur; yerel yönetimlerden başlayarak göstermek zorundayız.

İmar planı deyince akıllarına sadece “rant” gelenler bu işin üstesinden asla gelemeyeceğini bilememiz lazım. Nerede bir inşaat projesi var nerede bir imar planı var hemen birilerin aklına rant geliyor. Zaten çoğu zaman bunlar rant için yapılıyor.

Deprem toplanma alanları dahi rant kapısı haline getirdi bu ülkede ya. Bakıyorsunuz deprem toplanma alanı diyor, deprem anından insanlar hiç olmazsa orada biriksin, orada buluşsun diye ama bakıyoruz oralarda imara açılıyor.

Yerel yönetimlerde, doğal afet riskinin yüksek olduğu tüm kentlerimizde güçlendirme ve yeniden inşa çalışmaları yapmak şart.

Deprem riski altında olan bölgelerin mikro bölgeleme çalışmaları tamamlanmalı, imar planları zemin etütlerine göre tekrar düzenlenmeli.

Yetmez… Bitmiş yapılar da periyodik olarak gözden geçirilmeli. Nasıl siz aracınızın muayenesini belli bir aralıklarla yapıyorsanız, bitmiş binalarında mutlaka belli periyotlarda kontrollünün yapılması gerekiyor.

Henüz yeni yapılmış binaların depremlerde nasıl yıkıldıklarını gördük.

Tekrar ediyorum:

Tüm bunlar için, öncelikle “belediye” kelimesiyle “rant” kelimesinin zihinlerinden buluşturan bu insanlarda kurtulmak gerekiyor. Bunları yönetimlerden şöyle bir kenara atmak gerekiyor.

”Kentsel yenilenme” denilince akıllarına eşlerine, dostlarına, yakınlarına yeni imkan sağlama gelen zihniyetten kurtulmak zorundayız.

Denetimsiz yapılaşmaya ve çarpık şehirleşmeye ancak böyle son verebiliriz.

Afetlere karşı kendimizi savunmak, önce yerel yönetimlerden geçiyor.

Hep beraber yaşadık; milletimiz, yaşanan depremler sonrası gerçekten büyük bir dayanışma gösterdi.

Bu dayanışma çok kıymetli, çok değerli.

Fakat biz istiyoruz ki artık matemlerde değil, mutluluklarda birleşelim.

Bunun içindir ki; sizden aldıkları vergileri can güvenliğiniz için harcamayan bu iktidara 31 Mart 2024 günü DEVA Belediyeciliğini göstermek zorundayız.

Arama kurtarma faaliyetlerinde çuvallayan, kentsel yenilenmeyi umursamayan, binaları “olası mezar” olarak kaderine terk eden bu iktidarın haksız rant gözlüklerinden belediyeleri kurtarmak zorundayız.

Yerelin afete müdahaledeki gücünü artırmak için belediyelere damgamızı vurmak zorundayız.

31 Mart günü oy kullanırken aklınıza Yusuf’un sözleri gelsin.

Yusuf’un dahi gördüğü gerçeği göremeyen bu iktidarı oylarımızla susturmak zorundayız.

Bunun için biz DEVA Partisi olarak çok çalışmak zorundayız.

Her zaman diyorum: Bir çalışacaksak iki, iki çalışacaksak dört çalışmalıyız.

Her mahalleye, her haneye ulaşmalı, insanlara önce DEVA’yı, sonra DEVA Belediyeciliğini anlatmalıyız.

*****

Bizim bu yerel seçimlerde çok önemli iki iddiamız var arkadaşlar.

Bir, biz çok daha iyi yönetiriz. İki, biz temiz yönetiriz. Her iki iddiamızı da gittiğimiz her yerde anlatacağız.

Bakın partimiz kurulduktan sonra biz yerel yönetimler ve şehircilikle ilgili çok kapsamlı bir eylem planı hazırladık. Bunun bir örneği yok. Bunu yapan ilk parti, DEVA Partisi.

Genel Başkan Yardımcımız, Tekirdağ Milletvekilimiz Cem Bey'in koordinasyonunda bu çalışma yapıldı. Ve bütün detaylarıyla, bütün detaylarıyla bir ülke yerel yönetimlerde ne yapmalı? Hepsi burada madde madde, madde madde yazıyor. Ne yapacağımız belli.

Tabii genel seçim geçti. Şimdi yerel seçime gidiyoruz ama yerel seçimlerde belediyelerin imkanları dahilinde ne yapılacağını da burada madde madde, madde madde açıklamış durumdayız. Hepsi burada yazılı. Karınca duası gibi ince ince. İstersek bunu cilt bile yapabiliriz ama okuyunca anlaşılacak boyutta burada ortaya koymuş durumdayız.

Ve belki de çok daha önemlisi ilk defa, Cumhuriyet tarihimizde ilk defa belediye seçimlerine biz belediye başkanlarımız için bir etik kurallar bildirgesiyle gidiyoruz arkadaşlar. Etik kurallar bildirgesi. Bu ne demek?

Madde madde bizim belediye başkanlarımız seçildiklerinde uyacakları ahlaki kuralları, etik kuralları şimdiden ilan ediyorlar, altına da imza atıyorlar. Ve böylece yerel seçimlerle DEVA Partisi her konuda olduğu gibi yepyeni bir bakış açısını getiriyor ve etik kurallar bildirgesiyle vatandaşlarımızın karşısına çıkıyoruz.

Böylece hem çok daha düzgün, çok daha etkin bir belediyeciliği ama aynı zamanda da temiz belediyeciliği vatandaşlarımıza söz veriyoruz, vaat ediyoruz.

Ve şu iddiamız var bizim: Bizim belediye başkan adayımız nerede olursa olsun mevcut belediye başkanından bu işi çok daha iyi yapar ve biz bunun bakın örneğini gördük, canlı örneğini.

Az önce depremden bahsettim ya. Deprem oldu. İkinci gün Ankara'da, AFAD'ı ziyaret ettim. O günkü Cumhurbaşkanı Yardımcısı da orada.

Dedim ki; “ilk iki günde bizim teşkilatlarımızdan tamamen gönüllü bir şekilde 100 tırlık bir bağış toplandı. Biz bu tırların plakasını ve tırların içindeki malzemelerin listesini verelim. Siz bir de AFAD deposunun adresini gösterin. Bizim tırlarımız oraya insin.” Bize bir telefon bir isim verdiler ama o isimden tek bir adres çıkmadı arkadaşlar. Günlerce çıkmadı.

Depremin üçüncü gün Hatay'daydım. Hemen ertesi gün İslâhiye, Nurdağı, arkasından Kahramanmaraş, Malatya derken ilk hafta zaten büyük çapta etkilenen illerin tamamına gittim.

İslâhiye'ye vardım, baktım bizim Gaziantep il başkanımız orada gayet güzel bir depo tutmuş. Daha depremin üçüncü günden bahsediyoruz ya. Daha AFAD'ın bize bir depo adresi veremediği günden bahsediyoruz, dikkatinizi çekiyorum. Daha enkazın altında insanlar can çekişirken iş makinelerinin şehirlerin girişindeki park yerlerinde beklediği günlerden bahsediyor. İslâhiye’de bizim depomuz çalışıyor, tırlar oraya iniyor, yardımlar İslâhiye’ye ve Nurdağı'na dağıtılıyor.

Geçtim Kahramanmaraş'a, Kahramanmaraş il başkanımız şehrin şöyle az dışında, 3 -4 kilometre dışında bir depo tutmuş, tırlar oraya iniyor, küçük araçlarla köylere yardım dağıtıyorlar. Çünkü diyorlar ki şehirlere yardım ulaşır. Burada bir içeride dayanışma var. Çünkü Maraş'ın yarısı yıkıldı ama yarısı ayakta idi. Dolayısıyla ayakta olan yarısı yıkılan yarısına destek veriyor ama “köylerde ihtiyaç var. Biz köylere odaklandık” dedi.

Geçtim Malatya'ya, organize sanayide 2 bin metrekare depo. Tırlar gelmiş, geliyor. Depoya yardımlar iniyor ve yardımlar Malatya'nın dört bir köşesine dağıtılıyor. Ya ilk haftada oluyor bu ya. Beş günde yapılan organizasyondan bahsediyorum size. Düşünün.

Devlet kurumlarının aylardır yapamadığını bizim il başkanlarımız beş günde yapmışlar. Beş günde sistemi kurmuşlar. Onun için iddialıyız iddialı. Biz teşkilatımıza güveniyoruz. İl başkanlarımıza, ilçe başkanlarımıza, bütün yönetim kurulu üyelerimize mensuplarımıza güveniyoruz.

Bu depremde yaşadık, test ettik işte ya. Hani tamam söylemesi kolay da “hadi bakalım” derler ya. “Hadi bir deneyelim bakalım.” İşte depremde denendi.

DEVA Partisi'nin depreme uğrayan her bir ilindeki il başkanı tuttu, devletin yapamadığını ilk beş iş gününde yaptı, geçti. Demek ki bunlara yetki verirse bunlar ülkeyi, belediyeyi yönetme gücüne, iradesine kavuşsa seçimlerde o yetkiyi vatandaşlarımızdan alsa bütün Türkiye ayağa kalkacak ya. Birden değişecek inanın. Ve çok hızlı değişir. Çok çok hızlı değişir.

Bunu tabii son depremde yaşadık ama bir de 2002 krizinde de yaşadık. Değil mi? 2001, 2002 krizinde o zaman çok sağlam bir ekonomi yönetimi kurduk. Sapa sağlam, düzgün arkadaşlar. İşini bilen arkadaşlar. 34 yılda kimsenin düşüremediği enflasyonu biz iki yılda tek haneye indirdik. Sadece indirmedik. Yıllarca da tuttuk. Ne zamana kadar? Ekonomi yönetimine Sayın Erdoğan kendi elini koyana kadar. Dedi ki “durun ya. Ben ekonomistim. Benim alanım ekonomi. Bundan sonra benim dediğim olacak.” Enflasyon bir patladı. Nereden? New York'tan, Londra'dan, nereden kimi getirirseniz getirin olmuyor. Çünkü hala hatasını kabul etmiyor.

Değerli arkadaşlar ne olursa olsun bu seçimler bizim tabii ki belediyeleri çok daha iyi yönetme iddiasıyla vatandaşlarımızın karşısına çıkacağımız seçimler. Ama bu seçimlerin bir önemli sembolik değeri daha var. O da eğer merkezi hükümetten memnun değilseniz, bu ülkenin iktidarından memnun değilseniz, şu anda ülkeyi yönetenlerden memnun değilseniz bu seçimler bugün ülkeyi yönetenleri uyarmak için de çok önemli bir fırsat. Çok önemli.

“Ya kardeşim biz sizden memnun değiliz. Tamam. Genel seçimlerde baktık. Muhalefetteki duruma da baktık. Muhalefetteki tablo evet o gün bize yeterince güven vermedi. Onun için biz gittik gene AK Parti'ye Sayın Erdoğan 'a oy verdik. Ama yapamıyorsunuz ya. Altı ay geçti, yedi ay geçti, olmuyor.” deyip de eğer merkezi hükümeti uyarmak istiyorsanız bu seçim aynı zamanda çok önemli bir fırsat.

Yani bu seçim arkadaşlar merkezi hükümete tam bir sarı kart gösterme zamanı. Sarı kart ne demek? “Ben seni uyarıyorum” demek. “Bak aklını başına al” demek. Çünkü bu sarı kartı bu hükümet görmezse korkum odur ki yerel seçimlerden sonra pervasızlık artacak. Vurdumduymazlık artacak. Hukuksuzluk artacak.

Ve sarı kartı bugün göstereceğiz ki günü geldiğinde bundan sonraki ilk genel seçimlerde de hep beraber diyeceğiz ki artık yeter. Artık yeter. Yani yerel seçimlerde sarı kart genel seçimlerde de kırmızı kartı gösterip inşallah Türkiye'yi DEVA belediyeciliğiyle ve arkasından da DEVA iktidarı ile buluşturacağız.

Değerli arkadaşlar inşallah 31 Mart 2024’te Pendik'in DEVA’sı için damgayı DEVA’ya vuracağız. Biz de hep beraber Pendik'in yarınlarına damgamızı vuracağız. Tüm ülkemiz için hayırlı olsun diyorum. Tekrar bugünkü kongremizin hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bugün gerçekten Pendik ilçemizde çok örnek bir devir teslim hazırlığı yapılıyor. Kurucu ilçe başkanımız Ersin Bey burada. Mustafa Bey belediye başkan aday adayı olmak için görevi devretmek istiyor. Yaşar Bey ilçe başkan adayımız olarak henüz aday. Bugün şimdi sandıklardan ne çıkacağı belli olmaz Yaşar Bey. Sen yine de dikkatli ol. Ben takılıyorum. Bu işler bazen tecrübe işi, aday adaylığı, adaylık, seçilmişlik. Hepsinin özüne dikkat etmemiz lazım. Ruhuna dikkat etmemiz lazım.

Ve inşallah bugünkü kongremizle beraber hem Pendik ilçe yönetimimiz inşallah yeni bir heyecanla bayrak yarışında bayrağı devralacak, koşmaya devam edecek.

Ve 28’inde de, gelecek hafta perşembe günü de Ankara'da aday tanıtım törenimiz var. Mustafa Bey de yine teknik olarak söyleyeyim. Aday adayımız bugün ama 28’ine kadar inşallah hayırlı bir sonuç olur diye ümit ediyorum.

Böylece arkadaşlar bugünkü programımızı böylece ilerletiyoruz. Ben biraz sonra aranızdan ayrılacağım ama süreç devam ediyor. Divanımız işin başında, bütün yetki divanda biliyorsunuz. Divan söz verdiği için ben buradayım. Yoksa divan söz vermese program nasıl akarsa öyle akar. Yetkinin tamamı divanda. Divanımız burada. Ve delegelerimiz aman salondan ayrılmasınlar. Oy kullanma için hak sahibi olan delegelerimiz ki kongremiz hukuken tam tekmil edilmiş olsun. Ve böylece Pendik İlçe Teşkilatımız örnek bir şekilde seçimlere doğru hızla koşmaya devam etsin diyorum.

Hepiniz tekrar Hepinizi saygıyla, sevgiyle, selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.