Silifke 1. Olağan İlçe Kongresi
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Mersin il teşkilatımızın ve Silifke ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Silifkeli gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Silifke ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.
*****
Silifke ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.
Ayrıca, Silifke kongremiz, Akdeniz bölgesinde gerçekleştirdiğimiz ilk kongre.
Bu salondaki coşkuyu tüm Akdeniz’e damla damla yayacağımızı, umudu büyüteceğimizi çok iyi biliyorum. Sağ olun, var olun arkadaşlar.
*****
Değerli arkadaşlarım;
Ülkemiz uzun zamandır zor ve çalkantılı bir sürecin içinde. Özellikle son 2,5 yıldır yani Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, taraflı cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana ülke kriz arkasına kriz yaşıyor. Çok zor günler geçiriyoruz.
Bir de son dönemde kriz üstüne kriz yaşıyoruz.
Sadece cuma gününden bugüne yaşadıklarımıza bakın, akıl alır gibi değil.
Üzülerek söylüyorum ki bugünkü iktidar, hukuku bir kenara attı.
Hukuk devleti, anayasamızın ikinci maddesinde yazan ama uygulanmayan bir ilke haline geldi.
Haftalardır biliyorsunuz Sayın Erdoğan ne diyordu? “İnsan Hakları Reform Paketimizi açıklayacağız” diyordu. 1 Mart’ta reform paketini açıkladılar. Sonradan öğrendik ki Avrupa Birliği projesiymiş, 1 Mart’ta da süresi doluyormuş, eğer o gün açıklanmazsa parası yanıyormuş, bu ayrı. Ama insan haklarının sadece ve sadece o kasım ayının başındaki, yine dün ve bugün yaşandığı gibi bir kur riski, bir döviz krizi, bir ödemeler dengesi krizi yaşandıktan sonra hükûmetin aklına geliyor olması tabii ki çok üzücü.
İlla zoru görünce, illa ekonomi dip yapınca insan haklarını hatırladılar.
Biz de ısrarla “Reform diyeceğine önce anayasaya uy” dedik. Defalarca da değiştirdiğiniz bir anayasa var. 2017 yılında yine değişti bu anayasa sistem değişikliği ile ilgili. Önce şu anayasaya bir uy.
Çünkü arkadaşlar, iktidardaki zihniyetin en büyük sorunu bu. Kendini hiçbir kanunla, kuralla bağlı görmüyor. Anayasaya, yasaya ilkelere bağlı kalma gayreti yok. Çünkü bu yönetim zihniyetinin esasında ne var biliyor musunuz? Bunun esasında keyfilik var. “Sabah uyandım aklıma geldi, aklıma geleni de yapmalıyım, kimse de bana engel olmamalı.” Bunun adı devlet yönetiminde tam bir keyfiliktir. Oysaki devlet anayasayla yasalarla mevzuat dâhilinde ve kurallara göre yönetilir. Kurallı yönetim bizim DEVA Partisi olarak en temel ilkelerimizden bir tanesidir. Kural varsa öngörülebilirlik vardır. Eğer kural yoksa o zaman, o yönetimin ne zaman, ne yapacağını bilemezsiniz. Ha bir gün kuralı değiştirebilir. Der ki “Bu tarihe kadar bu kuralla gidiyorduk ama artık bundan sonra değiştiriyoruz, bundan sonra da buna uyarak gideceğiz.” Ama her an devlet yönetiminde geçerli olan anayasa vardır, yasalar vardır, mevzuat vardır, ilkeler vardır, kurallar vardır. Devlet böyle yönetilir. Böyle yönetilmezse de ülkenin ne hale düşeceğinin en iyi örneğini Türkiye’de şu anda hepimiz, büyük bir bedelle ve büyük bir acıyla yaşıyoruz.
Dedik ki “Cumhurbaşkanı yemin metninde tarafsızlık sözü vardır. Anayasadaki yemin metni değişmedi ki, Cumhurbaşkanı görevini tarafsızca yapmak zorundadır.”
Soruyorum şimdi size, bugünkü anayasa hala geçerli mi? Geçerli. Anayasa metnindeki tarafsızlık ilkesi duruyor mu? Duruyor. Cumhurbaşkanı’nın yemin metnindeki “Tarafsızca yapacağım görevimi” duruyor mu? Duruyor. Peki, Sayın Erdoğan bu ülkeyi gerçekten tarafsız yönetiyor mu? Yoksa her meselede hemen taraf mı oluyor? İşte size en önemli anayasa ihlallerinden bir tanesi.
Dedik ki “Anayasada açıkça yazıyor, yargıya talimat veremezsiniz, vermeyin.”
Soruyorum şimdi size, bugünkü hükûmet yargının yakasından düşüyor mu? Hele hele siyasi içerikli davalarda nokta atış, nokta atış talimatlarla yürüyor. Yargı rahat bırakılmıyor.
Dedik ki “Anayasa mahkemesi kararları herkes için bağlayıcıdır.”
Soruyorum şimdi size: bugünkü hükûmet, beğenmediği mahkeme kararlarının uygulanmasına müsaade ediyor mu?
İlk kez bu dönemde alt derece mahkeme Anayasa Mahkemesi kararına uymadı. Böyle bir şey olabilir mi? Hâlbuki anayasada ne diyor? “Anayasa Mahkemesi karar verir, hükûmet uyar, diğer alt mahkemeler uyar, vatandaşlar uyar” diyor. Alt mahkeme çıktı “Ben uymuyorum” dedi.
Biz dedik ki “Bunlar bu cesareti nereden alıyor? Kolay mı? Hemen HSYK’nın devreye girmesi gerekiyor. Hemen soruşturma mekanizmasının çalışması lazım. Sen nasıl böyle bir şey yaparsın?” diye.
Birkaç gün sonra mesele anlaşıldı. Ne dedi Sayın Erdoğan “Alt mahkeme uymayabilir” dedi. Alt mahkemenin kimden güç alarak Anayasa Mahkemesi kararına uymadığını da hep beraber öğrenmiş olduk.
Bakın arkadaşlar biz diyoruz ki “Şu anda Türkiye’de yönetim zihniyeti sorunu var. Partili taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi bu ülkeye büyük zarar verdi, veriyor” diyoruz. Ancak şu anda ülkeyi yöneten zihniyette başlı başına bir sorun.
Bugün yaşadığımız ne varsa; kural tanımayan, yasalarla kendini bağlı hissetmeyen, “Ben %50+1 alırım cebime koyarım, istediğimi yaparım. Beş yılda bir de vatandaşın önünde çıkarız vatandaş bir destek daha verirse yine cebime koyarım beş yıl boyunca kimseyi dinlemem. Yasalara da bakmam, anayasaya da bakmam.” Böyle bir yönetim tarzı olamaz. Zihniyet meselesi, zihniyet.
Daha üç gün evvel ne oldu arkadaşlar?
Cumayı cumartesiye bağlayan gece saat 2’de, bir gece yarısı kararıyla, kadın hakları için imzalanmış uluslararası bir sözleşmeden Türkiye’nin çekileceğini açıkladılar.
Bu sözleşmenin uygulanması yürürlükten kaldırırmış. Altına bakıyorsunuz Resmî Gazete’de tek bir imza var, tek bir imza. Ya bu uluslararası bir sözleşme. Bunun tarafı olan 30’dan fazla ülke var. Bu sözleşme madde madde gelmiş, mecliste, komisyonlarda görüşülmüş. Genel kurulda oylanmış. TBMM’nin iradesi oluşmuş orada. O gün için 550 milletvekili, bugün 600 milletvekili. Fakat bir bakıyoruz tek imzayla “Ben bunu çekiyorum.” Böyle bir şey olabilir mi? “Neye istinaden yaptı?” diye sorduğunuzda diyorlar ki “Kararname var ona istinaden yaptık.” O kararname ne kararnamesi? Yine aynı kişinin tek imzasıyla diyor ki “Cumhurbaşkanı çok taraflı sözleşmelerden, uluslararası sözleşmelerden çekilebilir” diyor.
Önce tek bir imzayla kendine yetki alıyor, ondan sonra “O yetkiyi çekiyorum” diye kullanıyor. Hukuk kimsenin oyuncağı değil. Böyle bir şey olmaz. Biz ne yaptık? Dün sabah, İstanbul İl Başkanlığımızda, Kadın Politikaları Başkanlığımız ve diğer başkanlıklarla beraber orada bir basın toplantısıyla arkadaşlarımız ne dediler? “Biz toplu bir dava süreci başlatıyoruz, Danıştay’a dava açıyoruz. Aynı zamanda da tüm Türkiye’de imza topluyoruz.” Usule karşı dava. “Böyle anayasa ihlali olmaz. Böyle tek imzayla uluslararası sözleşmenin birdenbire çekilmesi meclisin yetkisindedir ve burada bir yetki gaspı vardır” diye davayı açıyoruz.
Bakın arkadaşlar, gece yarısı kısmını vurgulamak istiyorum tekrar. Bu karar, cuma gecesi saat 2’de Resmî Gazete‘de yayınlandı.
Ülkeyi zaten uzun süredir karanlığa sokmuşlardı, ama şimdi artık tamamen karanlıktan yönetmeye başladılar.
Tıpkı askeri vesayet günlerindeki gibi, tıpkı askeri muhtıralar gibi gece yarısı yaptılar bunu.
Peki, arkadaşlar, ayrılma kararını açıkladıkları sözleşmenin tam adı ne?
“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.”
Bu sözleşme ne diyor biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Biz çalıştık. İçinde diplomatların olduğu, siyaset bilimcilerin olduğu, hukukçuların olduğu bir komisyon kurduk ve derinlemesine indik, bu sözleşmeyi madde madde, kelime kelime, noktasından virgülüne kadar çalıştık.
Bu sözleşme özel olarak “Kadına şiddetin aması, fakatı olmaz” diyor. “Kadına şiddet varsa buna mazeret üretmeyin” diyor. “Kadına şiddet kırmızı çizgidir” diyor. Sözleşmenin özü bu.
“Kadınları ve aile içindeki bireyleri her türlü şiddetten koruyacaksın” diyor. “Şiddete karşı her türlü önlemi alacaksın” diyor.
Bunun neyinden rahatsız oldunuz, neyinden? Açıklamıyorlar dikkat edin çıkıp açıklamıyorlar.
Son aylarda her gün bir kadın cinayeti yaşanıyor. Türkiye maalesef bu konuda istatistikleri kötü bir ülke. Bu kadar ucuz mu ya bu ülkenin kadınlarının canı?
Tek bir imzayla, gece yarısı oldu bittiye getirip kadınların güvencelerinden birini, temel bir insan hakları sözleşmesini feshetmek bu kadar ucuz mu?
Değil arkadaşlar. Biz DEVA Partisi olarak, Kadın Politikaları Başkanlığımızın öncülüğünde bununla ilgili bir hukuk mücadelesi başlattık. “Mecliste onaylanıp yürürlüğe girmiş bu sözleşmeden öyle tek imzayla, yetki gaspıyla çıkamazsınız” dedik.
Ve arkadaşlarımız münferiden Danıştay’a dava açmaya başladı.
Bu nereye gidiyor Danıştay’a gidiyor. Danıştay’a diyoruz ki “Biz bu sözde feshi kabul etmeyiz” diyoruz.
Biz kadınların bu ülkede huzur içinde yaşama hakkının, gece yarısında tek bir kişinin imzasıyla yok edilmesine müsaade etmeyeceğiz.
Şimdi anlatıyorlar. Kendileri demiyorlar ama sağdan soldan konuşturuyorlar. “Bu sözleşme kültürümüze aykırıdır” diyorlar.
Yahu tüm dünya bu sözleşmeye kısaca “İstanbul Sözleşmesi” diyor. Sözleşmenin hazırlanmasına ve imzalanmasına Türkiye öncülük etti. Tabii ki Türkiye’nin özgüvenini yüksek olduğu yıllardan bahsediyoruz. Türkiye’nin güçlü olduğu yıllardan bahsediyoruz. Yıl 2011. İstanbul’da imzalandı. Uzun bir süre askıda kalıyor. Arkasından bu imzadan sonra yasal düzenlemeler yapılıyor. Bütün bu süreçte sanki uydular, akıllarına bugün geldi “ya bu sözleşme şöyle oldu, böyle oldu”. Sözleşmenin imzalanmasından bugüne kadar bu problemlerde azama mı oldu ki siz bu sözleşmeyi kaldırıyorsunuz? Siz hazırlayan ekiptesiniz, kültürümüze aykırı bir sözleşmeye mi öncülük ettiniz? Niye İstanbul’da bu toplantının ev sahipliği yaptınız? Niye o gün bu sözleşmenin altını imzaladınız? Niye o gün bu sözleşmeyi alkışladınız? Niye o gün meclisten geçti bu? Bugün mü aklınıza geliyor? 10 sene sonra.
Hem ayrıca, ne demek yani “kültürümüze aykırı”?
“Bizim kültürümüzde kadına şiddetin yeri var” mı demek istiyorsunuz?
Ya da şunu mu demek istiyorsunuz? “Kadınların hayat tarzları şiddeti maruz gösterir mi?” diyorsunuz. Biz diyoruz ki, karnınızdan konuşmayın, çıkın açık açık söyleyin. Ne demek istiyorsunuz?
Kadına karşı şiddetin mazereti olabilir mi? Aile içi şiddet mazur gösterilebilir mi?
Açık açık söyleyin, “Biz kadınların uğradığı şiddete karşı, aile içinde yaşanan şiddete karşı, mücadele etmek istemiyoruz” deyin.
Sözleşmenin girişinde “Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa’yı hedef edinmek” diyor. Sadece Türkiye’nin meselesi de değil bu.
Açık açık deyin ki, “biz buna karşıyız.”
“Kadına karşı şiddetten arınmış bir Türkiye falan da istemiyoruz” deyin. Söylemiyorlar, pas geçiyorlar. El altından, farklı dezenformasyon kanallarından, özellikle bazı hassasiyeti olan toplum kesimlerinin üzerine de “Tamam biz hallettik merak etmeyin.” Neyi hallettiniz? Onu açıklayın, bütün toplum duysun. Bütün Türkiye duysun, neyi hallettiniz?
Gidiyorlar bir başka siyasi partiyi, iktidar ittifakına katabilmek için bunu tatlandırıcı olarak sunuyorlar.
Hiç mi düşünmüyorsunuz, “Şimdi bu kararı alırsak, bizden cesaret alanlar rahatlıkla eşine, çocuğuna şiddet uygular” demiyor musunuz?
Tek bir çocuğun, tek bir kadının başını korkuyla yastığa koymasından bile siz sorumlusunuz.
Kimse hatırlatmıyor mu size? Kimse yüzünüze söylemiyor mu? “Şiddeti cesaretlendirmeyin” demiyor mu kimse size?
Eğer size kimse hatırlatmıyorsa biz hatırlatıyoruz ve diyoruz ki;
Şiddeti cesaretlendirmeyin, şiddeti teşvik etmeyin diye etrafınızda hiç konuşan yok mu? Size bunu söyleyen yok mu? Yoksa biz buradan söylüyoruz işte.
Ülkeyi koskoca bir şiddet sarmalına soktunuz. Korkuyla, baskıyla bu ülkeyi yönetemezsiniz.
Mesela siyasal şiddet diye bir şey yoktu artık ülkede. 1990’lı yıllarda siyasal şiddet dönemi vardı biliyorsunuz. O bitmişti, şimdi tekrar başladı. Siyasi partilerin üst düzey yöneticileri gündüz vakti sopayla dövülebiliyor. Biraz eleştirel yazan, gazeteciler, köşe yazarları, televizyon yorumcuları sokak ortasında aleni bir şekilde saldırıya uğrayabiliyor. Ve o çeteyle mafyayla iş tutanlar var ya ülkeye böyle bir iklimi maalesef getiriyorlar.
İşte o yüzden DEVA Partisi var,
DEVA Partisi bu ülkeyi şiddet sarmalından kurtarmak için var. DEVA Partisi bu ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak için var.
***
Değerli arkadaşlar,
Geçtiğimiz cuma gece yarısında başka hangi kararı aldılar?
Koltuğa oturalı henüz 132 gün olan Merkez Bankası başkanını görevden aldılar.
Yerine başka bir ismi atadılar. 20 ayda 4. Merkez Bankası başkanı bu. Aynı sürede 4. TÜİK başkanı atandı.
Biz sormuştuk “Merkez Bankası’nın bağımsız çalışmasına müsaade edecek misiniz?” diye.
Hani “Ekonomik reform meform” dediler ya. Merak edip sormuştuk. Yanıt hiç gecikmedi, “Hayır, bağımsız çalışamaz” dediler.
Bir yandan ekonomik reform diyorlar bir yandan tutuyorlar 20 ayda 4 tane Merkez Bankası başkanı görüyoruz bu ülkede.
Aynı karanlıkta yaptılar bunu. Aynı karanlıkta.
Değerli arkadaşlar, bir ülkenin merkez bankası başkanının böyle üste üst değiştirilmesi, böyle siyasi hesapların aracı haline gelmesi kabul edilemez. Hükûmetin gerçekten bu ülkenin ekonomisini düzeltmeye niyeti varsa önce bu kurumların güçlendirilmesi gerekiyor. TÜİK’in bağımsız olması gerekiyor. Merkez Bankası’nın bağımsız olması gerekiyor. Bu bağımsızlığı nasıl sağlıyorsunuz? Görevlendirdiğiniz kişiye 4 sene, 5 sene neyse görev süresi o süre içerisinde dokunmayacaksınız. Bağımsızlık böyledir. Bunu da kanuni güvenceyle sağlayacaksınız. Atayacaksınız kanuni güvenceyle “Bak seni görevlendirdim, 5 sene de sana dokunamıyorum. Dolaysıyla bildiğini yapacaksın” diyeceksiniz.
Merkez Bankası’nın kanunu değişmedi ki? TÜİK’in kanunu değişmedi ki? OHAL döneminde yine KYK türü uygulamalarla bir sürü hukuk ihlali yaptılar. Oralardan bir sürü yetki devirleri aldılar. Meclisi önemsizleştirmek için ve kurumların bağımsızlığını yok etmek için. Hep o dönemden gelen uygulamalarla maalesef bunu yapıyorlar.
Bakın benim bakanlık yaptığım dönemde böyle bir şey gördünüz mü? Ben bakan olarak göreve başladım. Önceki dönemden bir Merkez Bankası başkanı görevdeydi ve kuruma zarar gelmesin diye son gününe kadar bekledik. O Merkez Bankası başkanının son günü geldi, doldu arkasından bir başka Merkez Bankası başkanı görevlendirmesi yaptık ve o Merkez Bankası başkanına da tam 5 yıl hiç dokunmadık. 5. yılın sonuna kadar görevini yaptı. Arkasından bir görevlendirme daha yaptık ve tam 5 yıl devam etti, 5. yılın sonuna kadar görevinin başında oldu. Devlet böyle yönetilir.
5 yıl, 5 yıl, 5 yıl geliyor. Arkasından ne oluyor? Taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan bir icraata başlıyorlar 2 sene dolmadan 4 tane değişiklik yapıyorlar. İstikrarsızlığı görüyor musunuz? Hani bu sistem istikrar getirecekti? Hani bu sistem bu ülkenin sorunlarını çözecekti? Ne oldu?
Çünkü işini iyi yapan ehil ve iyi insanlarla çalışırsanız, bu ülkenin sorunları çözülür. Bu ülkeyi yönetenlerin en tepeden tutun bütün karar verici kadrolarının dürüst ve işin ehli insanlar olması lazım.
Nitekim biz ne yaptık? Her konuda bu milletin alın terini damla damla biriktirdik.
Bu milletin alın teriyle döviz rezervini 28 milyar dolardan tam 132 milyar dolara çıkardık.
Merkez Bankası’nın yedek akçesini her yıl biriktire biriktire götürdük. Niçin? Kara günler için. Atasözü var değil mi? “Ak akçe kara gün içindir” diye. Merkez Bankası’nın döviz rezervi kara gün için. Merkez Bankası’nın yedek akçeleri kara gün için. Bunlar ne yaptı? Taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdi Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini sata sata sata yok ettiler. Bir yandan da piyasadan döviz borçlandılar. Bir yandan sattılar bir yandan da döviz borçlandırdılar. Ve Merkez Bankası’nı borçlu bir kurum haline getirdiler.
Şu anda Cumhurbaşkanı “Merkez Bankası’nın 92 milyar dolar döviz rezervi var” diyor. İyi de aynı Merkez Bankası’nın tam 138 milyar dolar birikmiş borcundan niye bahsetmiyorsunuz? Onu düşünce net rezerv iniyor -46 milyar dolara. Merkez Bankası’nın rezervi eksi olur mu?
Bir ülkenin Merkez Bankası rezervi kara gün için lazımdır. Daha pandemi başlamadan bunu yapmaya başladılar. Açıyor cüzdanındaki 92 lirayı gösteriyor. Aynı cüzdandaki kredi kartının 132 lira borçlu olduğunu söylemiyor Cumhurbaşkanı. Ve o bahsettiğim 130 milyar doların satışı ve eritilmesi sürecini tamamen gizli kapaklı yaptılar. Karanlıkta yaptılar. Hala Merkez Bankası’nın web sitesinde bir açıklama yok. Bizim dönemimizdeki Merkez Bankasının bütün müdahaleleri hepsi şeffaftır, açıktır. Açın, bakın hepsi kayıtlar şimdi. Biz ayırdıktan sonra hiçbir şey açıklamadılar. Doğru hesaptan kaçar mı? Karanlıkta yanlış işler yapılır ama aydınlıkta yanlış işler yapmak zor oluyor. Biz diyoruz ki şu Merkez Bankası’nın hesaplarını aydınlatın. Açıkların ya ne yaptınız? Bugüne kadar tek bir açıklama var mı? Yok.
Bakın bir de ne yaptılar değerli arkadaşlar? Bütün bu döviz rezervleri eriyince piyasalar çalkalanınca Merkez Bankası’nın politika faizini tam %19’a çıkardılar. Faizde Avrupa birincisiyiz. Dünyada da 7. sıradayız ve 7. sırada kiminle yarışıyoruz biliyor musunuz? Afrika’nın Kongo ülkesiyle yan yana 7. sırada. Ülkeyi bu hala düşürdüler. Hani siz faize karşıydınız? Hani yüksek faize karşıydınız? Ne oldu? Merkez Bankası başkanını değiştirdiniz değil mi? Niye %19’da duruyor faiz yüksek faizle karşıysanız?
Hep diyorum nerede kötü bir liste varsa dünya sıralamasında en başlarında Türkiye var. İyi listelerin Türkiye en dibinde maalesef.
Şimdi değerli arkadaşlar,
Konumuz ekonomi, Merkez Bankası olunca şöyle bir geçmişi hatırlamakta fayda var. Çünkü geçmişi unutursak, geçmişi hatırlatmazsak bugünü anlamamız ve bugünü değerlendirmemiz bazen zor olabiliyor.
Lafa gelince Sayın Erdoğan “Benim alanım ekonomi” diye övünüyor. Ne zaman duydunuz bunu? İşlerin iyi gittiği dönemde. Bizlerin işin başında olduğu dönemde. Son dönemlerde duyuyor musunuz? Benim alanım ekonomi diyor mu? Ne yapıyor? Kurumları zaten şamar oğlanına çevirdi. Bakan değiştiriyor, başkan değiştiriyor. Yani diyor ki “Hata onlarda, ben onları değiştiriyorum” ama düzelmiyor. Çünkü sorun kendisinde. Hala lafı dolandıranlar var. “Çevresi yanlış yönlendiriyor” diyenler var. O zaman yanlış yönlenmesin, çevresini kendisini doğru yönlendirecek insanlardan oluştursun. Düzgün insanlarla çalışsın. Çevresini kendi seçiyor. Bakın o akraba bakanı var ya, milletvekili listesine koyarken çok söyledik “Yapma bunu yanlış” dedik. “Partinin bir ilkesi var, kuralı var” dedik. “Yakın akrabalar bu partide aynı zamanda eş zamanlı olarak böyle görevlerde bugüne kadar olmadı olmamalı” dedik. Dinlemedi, ısrar etti, inat etti ve yaptı. Milletvekilliği ile hızını almadı, bakan yaptı. İsterse dünyanın en başarılı kişisi olsun, ne olursa olsun yanlış. Buna nepotizm denir. Siyaset biliminde bunun adı ‘nepotizm’dir. Büyük bir hastalıktır ve hangi ülkede yaşansa o ülkenin başını derde sokar bu.
Dedim ya işler iyiyken “Benim alanım ekonomi” diyordu. Görüyoruz işte Sayın Erdoğan’ın alanını. Enflasyon aldı başını gidiyor, faiz aldı başını gidiyor. Ve ülkenin hızla borcu artıyor, vatandaşın borcu artıyor.
Ama şimdi ben tek tek hatırlatacağım: Bakın 27 Şubat 2015 günü Erdoğan ne dedi:
“ERDOĞAN VİDEO: Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur”
İşler iyiyken söylüyor bunları. Ülkenin birikmiş bütün kaynaklarını heba ettiniz. Bütün rezervlerini erittiniz, yedek akçesini harcadınız, merkez bankasını borca batırdınız. Yeni kurduğunuz varlık fonu bile şu anda gırtlağına kadar borca batmış durumda.
Faizi yakın tarihin zirvesine taşıdınız. Bakın sadece Merkez Bankası’nın gecelik faizi dün hazinenin tam 10 yıllık borçlanma faizleri %19’u gördü. Bu ne demek? Finansal piyasalarda daha 10 sene boyunca bu kafayla giderse bunlar bu faiz düşmeyecek demek. Türkiye Cumhuriyeti hazinesi bugün 10 yıllığına borçlanmak istese 10 yıl boyunca %19, 19, 19 faiz ödemek zorunda demek. Dünkü yaşadığımız bu. Enflasyon çift haneye çıktı. Faiz de, enflasyon da çift haneye kenetlendi.
Enflasyonu çift hanelere park ettiniz.
E bunların hepsini siz yaptınız.
Peki Erdoğan 17 Kasım 2017 günü ne demiş, bir de ona bakalım:
“ERDOĞAN VİDEO: Enflasyon şu bu gibi yani yok hıyarmış, yok salataymış filan falan bunlardan kaynaklanan bir şey değil. Enflasyonu doğuran ana sebep faizdir, faiz. Bunu öğreneceksiniz.”
Yani ne diyor? Faiz enflasyonun sebebidir. Yani “Faizi yükseltirsen enflasyon artar, faizi düşürürsen enflasyon düşer” diyor. Öyle mi? Bu kendi tezi. Israrla inatla kendisinin dayattığı tez. Kaç yıldır Türkiye’ye ağır bedeller ödetiyor.
Madem bu teziniz doğru, madem faiz yüzünden enflasyon artıyor, neden şu yeni Merkez Bankası başkanına dönüp “Derhal faizi düşür” demiyorsunuz? Niçin politika faizi bugün hala yüzde 19? Eğer teziniz doğruysa yeni Merkez Bankası başkanına verin talimatı hemen indirsin faizi. Avrupa’da eksi faiz var. Teziniz doğruysa neyi bekliyorsunuz? Kolaysa yapın, faizi indirin, enflasyon düşüyor mu görelim? Faizi indirin ‘bugün kur ne oluyormuş, kur nereye gidiyormuş arkasından enflasyon nereye gidiyormuş?’ görelim. Teziniz doğruysa, çünkü ısrarla doğru diye dayatıyor, hemen yapın o zaman neyi bekliyorsunuz?
Yeni Merkez Bankası gelir gelemez dedi ki “Ben para politikası kurulunu toplamayacağım gelecek aya kadar” Bu ne demek? “Gelecek aya kadar faize dokunmayacağım” demek. E niye dokunmuyorsun? Eğer Cumhurbaşkanı’nın tezi doğruysa hemen faizi indirmesi lazım ki enflasyon düşsün.
Tekrar ediyorum: Avrupa’daki en yüksek faizi uyguluyorsunuz. Dünyadaki 7. büyük faizi uyguluyorsunuz.
Yok diyorsanız ki, “Yüksek faiz şu anda gerekli, enflasyon düşünce faizi de düşüreceğiz.” Bu durumda tezinizin yanlış olduğunu kabul ediyorsunuz demektir .
Bu durumda da derhal bu millette hesap vermek, özür dilemek zorundasınız. “Kusura bakmayın hata ettim. Yanlış bir tezi dayattım. O yüzden bu ülkenin rezervleri eridi, eksiye düştü. O yüzden yedek akçeleri sıfırladık. O yüzden iki yılda hazineni borcu ikiye katladı” deyin ve bu milletten özür dileyin, başka bir şey istemiyoruz. Diyoruz ki “Madem tek yetkili olmak istediniz, madem bütün yetkiyi üzerinizde toplamak istediniz o zaman bütün sorumluluğu da üzerinizde topladınız. Bundan kaçamazsınız. Sizin makamınız hesap verme makamıdır. Çünkü bu Merkez Bankası’nın dövizi bu milletindir. Yedek akçeler bu milletindir, kimsenin babasının malı değildir. Olmaz”
Bugün iki tane daha seçenek koyuyoruz. Geçen hafta Akçaabat’ta iki seçenek koyduk biliyorsunuz. Merkez Bankası biliyorsunuz geçen hafta perşembe günü faizi %19’a çıkartınca ben iki tane seçenek söyledim. Ya dedim “tezimiz yanlıştı hata yapmışız kusura bakmayın, özür dileyin ya da merkez bankasına gereğini yapın” dedim. İki tane seçenek arasından gitti yanlışı seçti. Hala faiz %19’da duruyor bir de kur fırladı. Borsa iki gündür aşağıya düşüyor. Hala fırsat var ellerinde. Tavsiye ediyoruz bakın buradan duyuyoruz. Bugün cumhurbaşkanı çıksa dese “Ben yanlışmışım, hata yapmışım tezim yanlışmış” dese “Artık ben Merkez Bankası’na dokunmayacağım” dese inanın arkadaşlar, kur hemen aşağıya doğru iner. Piyasa der ki “En azından hatasını kabul etti” der. Ama yapmıyor. Hatasını da kabul etmiyor ama öte yandan Merkez Bankası’na dönüp “%19 faizi de düşür” demiyor. Ciddi bir tutarsızlık var.
Peki, bir başka tarihe gidelim. 31 Mart 2018 günü Erdoğan ne demiş, bakalım:
“ERDOĞAN KONUŞMA: enflasyonun anası da babası da faizdir. Bunun aksini yapmaya kalkanlar da kusura bakmasın karşılarında beni bulurlar. Faiz zengini daha zengin yapar. Fakiri daha fakir yapar. “
Doğru, zaten öyle oldu. Yüksek faiz zengini daha zengin fakiri daha fakir yapıyor. O zaman diyoruz ki, kolaysa düşürün faizi? Değerli arkadaşlar yükse faiz nedir biliyor musunuz? Yüksek faiz uygulamak zorunda kalmak, Merkez Bankasının kur artmasın diye faizi yükseltmek zorunda kalması ne demek biliyor musunuz? Bütün bu kötü yönetimin, bütün bu yanlışların faturasını bu millete ödetmek demektir. %19’u şu anda bu millet bunun için ödüyor. Bu hazine %19’u bunun için ödüyor. Tabii bu Merkez Bankası’nın hazineni faizi, dönün bir de piyasaya sorun bakalım. Piyasadaki ticari faizler ne olmuş? %22, 23, 24... Şu anda sanayici bunu ödüyor. Küçük işletmeler bunu ödüyor. Tüketici kredileri faizlerine bakın. Kredi karlarının geç ödeme faizi sürekli artıyor. Bu ne demek? Yüksek faizin bedelini bütün millet ödüyor ama bu yüksek faizin sebebi kötü yönetim. Ülkedeki bütün riskler, bütün bu yanlışyönetimin bedelini Merkez Bankası ancak yüksek faizle tutup kuru kontrol etmeye çalışarak ama millete de bu bedeli ödeterek götürüyor. Ve bunu son 2,5 yılda Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne 2018’deki Haziran ayındaki seçimle beraber uygulanmaya başlandı bu 2,5 yılda tam 3. döviz krizini yaşadı bu ülke. Yazık günah değil mi?
Buradan reçeteyi söylüyorum ve iddialı konuşuyorum. Yarın sabah çıksın Sayın Erdoğan bir açıklama yapsın desin ki “Ben yanılmışım, özür diliyorum. Bu faizle ilgili tezim yanlışmış. Ben artık Merkez Bankası’nı rahat bırakıyorum. Merkez Bankası enflasyonla mücadeleyle, fiyat istikralıyla ilgili ne yapmak istiyorsa yapsın ben bundan sonra karışmayacağım” desin, kur hemen düşer. Ama bu özrü önce dilemesi lazım, hatasını itiraf etmesi lazım ve bu milletten affını dilmesi lazım. Bunu yapmıyorsa inat ediyorsa bu iş düzelmez. Daha çok krizler yaşarız, daha çok dalgalanmalar yaşarız ve her krizde de zarar eden maalesef bu millet oluyor. Kendilerine dokunmuyor, hayat tarzlarında en ufak bir değişme yok. Elinde döviz olanın döviz fiyatı artığında serveti artmış oluyor. Elinde Türk lirası olanın da faiz arttığında yine elindeki serveti artmışoluyor. Ne oluyor sonuçta bu ülkede zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman zenginle fakirin arasındaki uçurum böyle olmamıştı. Şu anda lüks arabaların satışında artık var bu krize rağmen.
Gençler önümüzü kesiyor her gittiğimiz yerde. Silifke’de de kaç tane genç lise öğrencisi, üniversite öğrencisi önümüzü kesiyor fotoğraf çektirmek istiyorlar, biraz dertleşiyoruz ve hiçbir zaman maddi durumu iyi olan ailelerin çocuklarıyla gelir kaynakları sınırlı olan ailelerin çocuklar arasında eğitimde, fırsat eşitliği açısında baktığımızda durum hiçbir zaman bu kadar kötü olmamıştı. Eskiden Anadolu’nun illerinde, ilçelerinde çok iyi sağlam okullar vardı. Devlet okullarında okuyanlar Türkiye’nin en iyi üniversitelerini kazanabilirlerdi. Eğitim sistemi; varlıklı olan aileler, geliri sınırlı olan ailelerin çocukları arasında dengesizliği bir bakıma dengelerdi. O Fırsat eşitliğini sağlardı. Bizim çalışma ekibimizde çok sayıda arkadaşımız var zamanında iyi üniversiteleri bitirmişler ama geçmişine bakıyorsunuz durumu çok da iyi olmayan ailelerin çocukları. Ama o dönmede eğitim sistem bun fırsat veriyormuş ama şu anda böyle bir şey yok. Eğer maddi durumu zayıfsa bir ailenin çocuğunun eğitimde iyi bir fırsata erişmesinin artık imkânı yok. Maalesef ülke bu hale geldi.
*****
Değerli arkadaşlar,
Şunu da bir kere daha hatırlatalım; ben görevi bıraktığımda Merkez Bankası politika faizi %7,5 idi. O günkü Merkez Bankası başkanına söylemediğini bırakmadılar. %7,5 faizi uygulayan Merkez Bankası başkanını ve o dönemin bürokratlarını vatana ihanetle suçladılar. Şimdi Sayın Erdoğan dönüp o arkadaşlarımızdan bir helallik istemesi lazım. Yüzde 7,5’ a yüksek derken geçen biliyorsunuz o dalgalanmada %24’e çıkarttılar faizi. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi başladı, taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdiler o ilk döviz dalgasında %24’e çıkartarak ancak faizi kuru sakinleştirebildiler. Şu anda ise %19.
Bu durum bizi gerçekten çok çok üzüyor. Zamanında uzun bir süre devlet sorumluluğu almış ve çok güzel gelişmelere en azından şahitlik yapmış biri arkadaşınız olarak bu tabloya biz çok üzülüyoruz.
Koskoca ülkeyi, 84 milyonluk ülkeyi, bir kişinin dürtüleri ve duyguları yönetiyor.
Türkiye, 84 milyonluk bir ülke, bu koskoca ülkenin bu büyük ülkenin bir kişinin iki dudağının arasına sıkışması kabul edilebilecek bir durum değil. Mutlaka değiştirmek zorundayız, mutlaka. Sistemi de değiştirmek zorundayız, yönetenin zihniyetini, Türkiye’yi şu anda yönetmekte olan zihniyeti de değiştirmek zorundayız. Ama kafa aynı kafa olduğu için ancak ve ancak topyekûn bir iktidar değişikliğini bu ülkede değiştirmek zorundayız. Başka türlü çözülmeyecek.
Tekrar ediyorum.
Beceremediniz, beceremiyorsunuz, beceremeyeceksiniz, yapamayacaklar, olmayacak. Üzülerek söylüyoruz bunu. Bu işin düzelmesi için dürüst ve işin ehli bir kadro lazım. Düzgün bir ekonomik program lazım. Hukuk, adaleti önceleyen, hukuka kendini bağlı hisseden bir yönetim anlayışı lazım. Demokrasiye inanmak lazım, bu topluma güvenmek lazım.
Bu milleti günbegün fakirleştiriyorsunuz.
Bu milleti günbegün yoksullaştırıyorsunuz.
Bu milleti günbegün açlığa mahkûm ediyorsunuz.
Biraz önce bir taksi durağındaki. Taksi durağındaki şoför arkadaşımız diyor ki “Eve gitmeden önce eşimi arıyorum, sen çocukları yatırda ben ondan sonra eve geliyorum diyorum. Ne yapayım?” diyor. “Yok, yetişmiyor” diyor. Yazık değil mi? Bunlar bu ülkenin onurlu, haysiyetli insanları. Bunlar bu ülkenin çok çalışan insanları, bu ülkenin alın teri. Asıl bu ülkenin haysiyetli, onurlu, çalışan insanların şu anki durumu bu bir de bakıyorsunuz o ihaleleri alan, ihaleleri paylaşan, o lüks harcamaları yapabilen insanlara bakıyorsunuz. Bir ülkede hiçbir zaman ahlaklı insanların maddi durumunun bu kadar zayıfladığı, ahlaki ilkeler konusunda gevşek olan insanların bu kadar zenginleştiği bir dönem yaşanmamıştı. Böyle bir şey olmaz. Bu adalet değil, bu hukuk değil, bu vicdan değil.
Bu milleti, doğmamış çocuklarımıza kadar borca batırdınız. Bakın Varlık Fonu. Adı üstünde varlıktan oluşan fon. Ne yaptılar, ne ettiler orayı bile borca batırdılar.
*****
Değerli arkadaşlar;
Ülkece çalışıyoruz, çabalıyoruz, bunların ülkeyi içine soktukları borcu ödemeye çalışıyoruz. Kaç tane esnafa uğradık. “Zor denkleştirdim 750 lira vergi ödedim” diyor bir tanesi. Öbürü diyor ki “500 lirayı denkleştiremediğim için ödeyemedim” diyor. Bakın esnafımız 500 lira, 700 lira vergiyi ödeyip ödeyememe derdinde. Niye? Sizin bu yanlış yönetiminizin bedelini ödüyor insanlar. Bakın elektrik fiyatları değil mi? Geçtiğimiz 2 yılda esnafın ödediği elektriğin birim fiyatı 2 yılda, 2 katına çıktı. Esnafın dükkanında yaktığı elektriğin birim fiyatı.
Dün Aksaray’dan gelirken benzin istasyonunda çiftçilerin oturduğu, tarımla uğraşan vatandaşlarımızın oturduğu çay ocağında bir çay içelim dedik. Dünkü rakam “Gübreyi aralık ayında 3200’e alıyordum, şu anda mart ayında 4400 lira veriyorum” diyor. Gübre. Mazotun fiyatı belli, ilacın fiyatı belli. Traktör desen, döviz. Traktörün yedek parçası, döviz. Yem desen öyle. Çitçimizin maliyetleri en az döviz kadar arttı, döviz kuru kadar. Ama çitçimizin sattığı ürünün fiyatı o kadar artmıyor. Çünkü niye? Vatandaşımızın alım gücü artmıyor .
Silifke’de bir başka esnafımız diyor ki “Aldığım ham maddenin fiyatı 150 liradan 250 liraya arttı ama bunu satış fiyatına yansıtamıyorum. %10 arttırsam vatandaş almaz, alamaz. Ben biliyorum gücü yetmeyecek” diyor. Ülkeyi düşürdükleri durum bu.
Silifke’de muhtarlarımızla oturduk, konuştuk bana sorunlardan bahsettiler. Problemleri saydılar dediler ki “Elektrik problemi var, sık sık kesiliyor trafo eksiği var, hat eksiği var.” Yol sorunu, kronik sorun ilçe başkanımız da anlattı. Eskiden bir reklam dönerdi biliyorsunuz “Ödediğiniz vergi size yol, su, elektrik olarak geri dönecek” diye. Demek ki Silifke’ye dönmüyor bu. Türkiye’ye dönmüyor arkadaşlar. O toplanan vergiler nereye gidiyor biliyor musunuz? Yol, su, elektrik olarak dönmüyor artık, faize gidiyor.
Benim ayrıldığım yıl, devletin bütçesindeki faiz ödemesi ne kadar biliyor musunuz? 51 milyar TL. Bu yılki bütçede 179 milyar TL. Hani yüksek faize karşıydı? Ne oldu? Yanlış yönetirseniz, kötü yönetirseniz işte bu ülke, bu bedeli öder. Ama maalesef siz ödemiyorsunuz bunu toplum olarak herkes ödüyor.
Ve tasarruf arkadaşlar. Tasarruf ruhu yok. Şu kadar ekonomik krizin ortasındayız. Cumhurbaşkanı bugüne kadar kendisiyle alakalı, saraylarla ilgili, araç konvoylarıyla alakalı, uçak filoları ile alakalı, yurtdışına gidiyorlar 8 uçakla. Biz de Dışişleri Bakanlığı yaptık, biz de daha önce yurt dışı programları yaptık. Bir uçak neyinize yetmiyor? Almanya Başbakanı yurt dışı seyahatine tek bir uçakla gidiyor. Gittiği uçakta şu anki Cumhurbaşkanlığı filosundaki uçakların içinde sıralamaya dizin, büyük sıralamasında 5. ya da 6. sıralamaya denk gelir. G-20 zirvesinden önce o uçak bozulduğu için tarifeli seferle gitti, Alman Başbakanı. Siz Almanya’dan daha mı zenginsiniz, daha mı güçlüsünüz? Almanya’dan teknolojiniz daha mı yüksek? Ne oluyor bu?
Bugüne kadar tek bir tasarruf önlemi duydunuz mı? Önce iğneyi kendinize batıracaklar ondan sonra çuvaldızı başkalarına batıracaklar. Böyle bir şey olur mu?
Tasarruf ruhu olmadan olmaz arkadaşlar. Önce deponun, havuzun deliklerini tıkayacaksınız. Kaçağı önleyeceksiniz. Sonra da akan her bir damla suyun kıymetini bileceksiniz. Devlet böyle yönetilir. Devlet basiretli yönetilir. “İtibardan tasarruf olmaz” deyip har vurup harman savurmakla yönetilmez.
Çıkıp desin “Bizim eskiden konvoyda 100 tane araba oluyordu, bunu 50’ye indirdik” desin mesela, bu milletin hoşuna gider. Desin ki “8 uçakla gitmeyeceğiz yurt dışına.” Ha bir olmasın ama iki uçak olsun. Bugüne kadar böyle bir şey duydunuz mu? Yok. “E şuradaki şu masrafları kısıyoruz” gibi bir şey duydunuz mu? Yok. Vatandaşlar mecburen tasarruf etmek zorunda kalıyor zaten. Geliri olmayınca ne yapsın? Ne kadar geliri varsa o kadar harcamayla yetinmeye çalışıyor. Ama devletin en tepesinde tasarruf ruhu şart.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Biliyorum çok rahatsızlar ama bir şey de diyemiyorlar. Çünkü biz haklıyız. Haklı olmanın gücüyle konuşuyoruz. Ama hakikati de herkese anlatmak zorundayız.
Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.
Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.
Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz
Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Silifke’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.