Aksaray 1. Olağan Merkez İlçe Kongresi
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Aksaray il teşkilatımızın ve merkez ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Aksaraylı gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Aksaray Merkez ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.
*****
Bugün Aksaray’da, Merkez İlçe Kongremiz vesilesiyle aranızda olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Merkez ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.
Umarım kısa zamanda biraz önce il başkanımızla da konuştuk, ilçelerimizdeki süreci tamamlayıp hep beraber il kongremizi de gerçekleştiririz.
*****
Değerli arkadaşlar;
Biliyorsunuz, geçtiğimiz haftalarda hükûmet üst üste iki paket açıkladı.
Önce insan hakları reformundan, sonra da ekonomi reformundan bahsettiler. Tekrar reform sözünü hatırladılar
Aylardır, senelerdir dilimizde tüy bitti. “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olmadan, bu ülkede hukukun üstünlüğünü tesis etmeden, ne yaparsanız yapın olmaz” dedik. “Olmayacak” dedik ve maalesef değerli arkadaşlarım olmuyor
“Ekonominin de kalkınmanın da zenginleşmenin de temeli hukuktur” dedik.
Duyuyorlar, görüyorlar. Kulaklarında kaldığı kadarıyla da söylediklerimizi ara ara bakıyoruz tekrar etmeye çalışmıyorlar, tekrar ediyorlar.
Ama beceremiyorlar. Biz bunu da ısrarla söylemiştik. “Artık bunlar yapamaz” dedik. “Olmayacak” dedik. Üzülerek söylüyoruz “Beceremeyecekler” dedik
“Lafla peynir gemisi yürümez” dedik, “Uygulamaya bakmak gerekir” dedik.
İsterseniz akşamdan sabaha, sabahtan akşama “Reform, reform” deyip durun. Bal, bal demekle ağız tatlanmaz. Reform, reform demekle de bu ülkede işler düzelmez. Uygulamaya bakmamız lazım arkadaşlar uygulamaya, fiiliyat, fiiliyat. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şimdi hükûmet çıktı 1 Mart'ta apar topar bir insan hakları açıklaması yaptı biliyorsunuz. İnsan Hakları Paketi açıkladı 1 Mart'ta. Sonradan öğrendik ki bu Bir Avrupa Birliği projesiymiş, Avrupa Birliği'nden de fon alıyorlarmış bu iş için. 1 Mart da son kullanma tarihiymiş onun için apar topar 1 Mart'ta bunu açıkladılar. Arkasından bir Ekonomik Reform Paketi açıkladılar. Şimdi bu açıklamalardan sonra ne oldu? “Acaba” dedi insanlar, “Akılları başlarına geliyor mu? Acaba olanlardan bunlar ders aldı mı?” diye şöyle bir memlekette hafif de olsa bir iyimserlik havası esti. Fakat geçtiğimiz haftaya bakalım, şu cuma akşamı alınan kararlara, gecenin bir yarısı açıklanan kararlara bakalım
Dakika 1, gol 1.
Hem insan hakları alanında hem de ekonomi reformunda ihlaller art arda gelmeye başladı.
Reform meform, bir anda buharlaştı gündemden. Diyorduk ya “Ayinesi iştir kişinin...” İnsan haklarıymış, özgürlüklermiş ayaklar altında, çiğnemeye başladılar yine.
Ya bari biraz araya zaman koysaydınız ya. Bunları açıklamanız şöyle birkaç ay gitseydi. Bari açıkladığınız paketlerin bir hevesini alsaydınız. Reform belgelerinin mürekkebinin kurumasını bekleseydiniz biraz.
Tüm kanallar canlı yayında sizi yayınladı. Süslü cümleler kurup sözüm ona reform paketleri açıkladınız.
Ama maç bir başlıyor; dakika 1, ihlal 1.
Anladık, sizin vatandaşlarımız için insan hakları düşündüğünüz yok, ama bari biraz bekleseydiniz.
“Reform” deyip de hiç olmazsa şöyle bunun biraz havasını ülke yaşasaydı. Özde olmayınca, zihniyette bunlar olmayınca, fiiliyatta mümkün değil.
Madem Avrupa Birliği’nin gözüne girmek istiyordunuz, bari bir-iki olumlu adım atsaydınız. Reformları açıkladınız bir de olumlu adım olsaydı fiiliyatta.
“Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da görüyoruz” diyeli kaç ay oldu daha? Bol bol laf, bol bol göz boyama çabası...
Geçen hafta neler oldu arkadaşlar, şöyle bir bakalım...
İnsan hakları paketi açıklandıktan sonra Meclis’in insan hakları komisyonunun bir üyesinin milletvekilliği düşürüldü. Üstelik bu milletvekili, nerede bir insan hakkı ihlali olsa, tek başına koşan bir insan. Hiç çekinmeden mücadele eden bir insan.
Sonra arkadaşlar, 1994 senesinden beri ilk kez Gazi Meclisimize bir utanç daha yaşatıldı. Bir milletvekilini meclis binasının içinde gözaltına aldılar.
Bu gözaltı nasıl oldu? Eminim farkına varmışsınızdır.
Biliyorsunuz daha önce bir başka milletvekilliğiyle ilgili yeni benzer adımlar atılmıştı. Anayasa Mahkemesi de çıktı dedi ki: "Bunu yapamazsınız. Milletvekilliğinin bir koruma alanı vardır, bir dokunulmazlığı vardır. Milletvekilliği bittikten sonra gider hesabını verir ama milletvekiliyken bunu yapamazsınız” dedi Anayasa Mahkemesi ve Enis Berberoğlu biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi "Bir" dedi olmadı da 15'e 15 oyla, o da işte geçtiğimiz ay oldu 15'te 15 oyla "Kesinlikle bu olmaz, bunun itibarı, milletvekilliği iade edilmelidir" diye karar aldı ondan sonra ayaklarını sürüye sürüye ne yaptılar? O milletvekilini tekrar meclise aldılar. Şimdi aynı durum tekrar yaşanıyor. Ya hukukta emsal diye bir kavram vardır. Hukukta içtihat denilen kavramlar vardır. “Aynı hatayı tekrar tekrar yapmayın” diye bu kavramlar hukukun önemli ilkeleridir ve değerli arkadaşlar dikkat edin, bu yaşananlar özellikle bu son gözaltı nasıl yaşandı?
Küçük ortak bir şeyler söyledi, hemen sabahında apar topar gözaltı işlemi yapıldı.
Ve seneler sonra, bu ülkeye yakışmayacak görüntüleri milletimize izlettiler. Peki İnsan Hakları Eylem Planı açıklandıktan sonra başka ne oldu?
Bir gece yarısı kararıyla, kadın hakları için imzalanmış uluslararası bir sözleşmeden Türkiye’nin çekileceğini açıkladılar.
Bakın arkadaşlar, gece yarısı kısmını vurgulamak istiyorum tekrar. Bu karar, cuma gecesi saat 2’de Resmî Gazete’de yayınlandı.
Ülkeyi zaten uzun süredir karanlığa sokmuşlardı, ama şimdi artık tamamen karanlıktan yönetmeye başladılar.
Peki arkadaşlar, ayrılma kararını açıkladıkları sözleşmenin tam adı ne?
“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.”
Tekrar ediyorum:
“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”.
Bu sözleşme ne biliyor musunuz?
Sadece ama sadece şiddetle mücadele sözleşmesi.
Sadece ama sadece şiddetin her türlüsünü reddetme sözleşmesi.
Ayrımcılıkla mücadele sözleşmesi.
Ne diyorlar? “Bizim kültürümüze aykırı” diyorlar.
Ne demek yani? “Bizim kültürümüzde kadına şiddetin yeri var” mı demek istiyorsunuz?
Cumhurbaşkanı'ndan açık bir şey duyuyor musunuz? Yok, niye? Söyleyemiyor. El altından dedikodu mekanizmalarıyla vatandaşlarımıza verdikleri yanlış bilginin açığa çıkmaması için, açıktan bunun ne olduğunu söylemiyorlar. "Kültürümüze aykırı, aile yapımıza aykırı." Ya bizim kültürümüzde kadına şiddet mi var? Bizim aile yapımızda "Kadına şiddet olabilir, yapılabilir" diye bir iddiada siz bulunabiliyor musunuz?
Siz hangi ülkede yaşıyorsunuz? Böyle bir şey olabilir mi?
Kadına karşı şiddetin mazereti olabilir mi? Aile içi şiddet mazur gösterilebilir mi?
Bizim DEVA Partisi olarak tutumumuz bu konuda çok net. Ben şimdi hükûmete sesleniyorum:
Açık açık söyleyin, “Biz kadınların uğradığı şiddete karşı, aile içinde yaşanan şiddete karşı, mücadele etmek istemiyoruz” deyin.
Sözleşmenin girişinde “kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa‘yı hedef edinmek” diyor. E bunu da 3 küsur ülke imzalamış, sözleşmenin görüşmeleri İstanbul'da yapılmış, ilk imzayı Türkiye atmış. Tabii o zaman nasıl bir dönem? Türkiye'nin özgüveni yerinde, Türkiye'nin havası yerinde, ekonomisi güçlü, Avrupa Birliği süreci işliyor. Her alanda hayat standartları yüksek. Ve o gün bu kardeşinizin de aramızda olan bazı arkadaşlarımızın da içinde olduğu hükûmet o gün başarı üretiyor, iş üretiyor. Laf üretmiyor. Zaten ne zaman ki iş üretenler ayrıldı ya da uzaklaştırıldı, sadece laf üretenler kaldı hükûmetin içinde. O gün bugündür zaten memleketin dikişi tutmuyor arkadaşlar. Bunu görmek gerekiyor.
Açık açık deyin ki biz buna karşıyız.
Şiddetten arınmış bir ülke falan da istemiyoruz deyin.
Peki ne istiyorsunuz?
Kadına yönelik şiddetin artmasını mı istiyorsunuz? Aile içi şiddetin artmasını mı istiyorsunuz?
Hiç mi düşünmüyorsunuz, “Şimdi bu kararı alırsak, bizden cesaret alanlar rahatlıkla eşine, çocuğuna şiddet uygular” demiyor musunuz?
Çünkü bu siyasi bir iklimdir. Ülkenin en tepesindeki bu konuya müsamahalı bakıyorsa, o taa toplumun kılcal damarlarına kadar, hücrelerine kadar o bakış yansır.
Kimse hatırlatmıyor mu size? Kimse yüzünüze söylemiyor mu? “Şu potansiyel katillere cesaret vermeyin” demiyorlar mı size?
Üstelik, çete liderlerine övgü düzen ortağınızla beraber, ülkede siyasal şiddetin yeniden ortaya çıkmasına alan açan da sizsiniz. Bu ülkede siyasi partilerin üst düzey yöneticileri sokak ortasında sopayla, yumrukla, tekmeyle şiddet görüyor arkadaşlar. Bu ülkede küçük ortağı eleştirdi diye, hafif dokundurdu diye gazeteciler, köşe yazarları, televizyon yorumcuları sokak ortasında şiddet görmeye başladı. 1990'lara döndürdüler memleketi. Bu konularda Cumhurbaşkanı'ndan tek bir kelime duydunuz mu? İzliyor, bir şey söylemiyor. En küçük konuda topa girer, en düşünmediğiniz, akla hayale getiremeyeceğiniz kişilere sataşır ama bu ükede sokak ortasında siyasi partilerin üst düzey yöneticileri, gazeteciler, düşünürler dayak yer, ses yok.
Bunu da unutmayacağız.
Tüm dünyada “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen, ülkemizde imzalanmış olan temel bir insan hakları belgesini, yok sayıyorsunuz artık.
Ha bir de arkadaşlar, tek imzayla! Bu iptal kararına tek bir kişi karar vermiş. Gece yarısı yayınladıkları şey, o tek kişinin imzasıyla sözleşmeden çıkma kararı.
Ve bu sabah biliyorsunuz bizim Kadın Politikaları Başkanlığımızın öncülüğünde, İstanbul'da yapılan bir basın toplantısında biz DEVA Partisi olarak arkadaşlarımızın münferiden Danıştay'a açacağı davayla bir hukuk mücadelesini başlatıyoruz. Böyle bir şey olmaz. Tabii diyeceksiniz ki "Hukuk mücadelesi de bu mücadeleyi nerede vereceksiniz?" E bunun şu anda mercii Danıştay. Umarız ki Danıştay'daki nihai kararı vereceklerin şöyle bir vicdanı sızlar. Ben daha önce de dedim, “Bakın bu sözleşmenin iptali sebebiyle bundan cesaret alarak, bu siyasi iklimden istifade ederek, kendini böyle rahat hissederek eğer Türkiye'de tek bir kadının daha canı yanıyorsa, tek bir kadın daha kadın cinayetine kurban gidiyorsa bunun vebali de günahı da sizedir” dedim. Şimdi buradan bir Danıştay'a seslenmek istiyorum: Bakın, bu konuya hem hukuk perspektifinden bakın hem de tüm yargıçların zaten sahip olması gereken bir vicdan perspektifinden bakın. Bu yanlışa ortak olmayın. Bu günaha ortak olmayın. Bu vebale günah olmayın. Kadınların ahını almayın. Buradan bu kararı alan Cumhurbaşkanı'na ben zaten seslenmiştim, şimdi de Danıştay'a sislenmek istiyorum. Hukuk mücadelemizi de başlattık. Ayrıca bugün yine Türkiye genelinde de bir imza kampanyası başlattık. Bütün teşkilatlarımızda bu konuya karşı olduğumuzu ve net bir siyasi duruş ortaya koyduğumuzu ifade edecek şekilde bir imza kampanyasını yine bugün sabah itibarıyla başlattık. İstanbul’da dediğim gibi yapılan bir basın toplantısıyla arkadaşlarımız bunu tüm kamuoyuna bildirdi.
Ortak akıl, istişare, danışmak, konuşmak, analiz falan yok.
İşte arkadaşlar, kapalı odalarda kendi kendilerine çalışınca, makul seslere de kulaklarını kapatınca, sonuç böyle oluyor.
Meclise de gelmiyorlar. Ülkenin sorunlarını mecliste de konuşmuyorlar. O yüzden kimseyi de duymuyorlar.
Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, yüz seneyi aşkın süredir orada duruyor. Meclis niye var? Bu ülkenin sorunlarını, milletin vekilleriyle gündüz gözüyle oturun, konuşun, tartışın ve çözün diye var.
Bakın bu ülkenin İstiklal Harbi boyunca meclis açık kalmıştır. Savaşın ortasında bütün kararlar Meclis'te alınmıştır. O zaman o İstiklal Mücadelesi'ni verenler bilmez miydi, "Ya zaten askeriz bu işi biliriz. Ne olacak, bildiğimizi yapalım" diyemezler miydi? Meclis, atılan bütün adımların siyasi meşruiyet zeminidir. Atılan bütün adımların, alınan bütün kararların toplumsal meşruiyet zeminidir. Bu meşruiyet zemininden kaçarsanız gayrimeşru duruma düşersiniz.
Biz diyoruz ki “Sivil toplumun temsilcilerini karar alma süreçlerine dahil edin.”
Onlar ne yapıyor? Dernekleri, vakıfları geçtik, meclisi bile aradan çıkartıyorlar.
Bu nasıl bir zihniyet, nasıl bir iş yapma tarzı, anlamak çok güç gerçekten.
Ama bütün bu yanlışların bedelini kadınlar ödüyor, gençler ödüyor, bu millet ödüyor.
Yanlış karar alanların bir bedel ödediği yok. İnşallah ilk seçimde o büyük bedeli ödeyecekler. Keyifleri yerinde, hallerinden memnunlar.
Merak etmeyin, bunun bir hesap günü gelecek.
Bu aziz millet, sandık günü geldiğinde bunun hesabını soracak.
Bakmayın şu anda insanların tepkilerini açığa vurmadıklarına. Bakmayın şu anda insanların bu işe alenen karşı koymadıklarına. Toplumumuzun büyük bir kesimi tevazu içerisinde, olgunluk içerisinde o günü bekliyor. Biz bunu biliyoruz. Niye? Çünkü her gün caddelerde, sokaklardayız. Halkımızla buluşuyoruz, esnafımızla, çiftçimizle buluşuyoruz ve olanların hepsinin farkındalar hepsinin. Ama diyorlar ki "Siz devam edin, gönlümüz sizinle beraber, ayağınıza taş değmesin, biz günü geldiğinde gereğini yapacağız merak etmeyin diyorlar" bize.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Gazi Meclisimizi öyle işlevsiz bir hale getirdiler ki, artık Meclis’in onayladığı bir uluslararası sözleşmeden bile yetki gaspıyla ayrılmaya çabalıyorlar.
Bakın, anayasamız ne diyor?
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası sözleşmeler kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi‘ne başvurulamaz”
Yani, meclisten geçen bir uluslararası sözleşmeyi Anayasa Mahkemesi’ne bile götüremezsiniz.
Uluslararası sözleşmelerin, normal bir kanundan daha zor bir iptal yöntemi vardır.
Şimdi, kendi kendilerine, bir kişinin imzasıyla anlaşmaları iptal edebilecekleri bir usul uydurdular. Ama bu uydurdukları usul anayasaya uygun değil!
Zaten uzun zamandır ülkede anayasa var mı, yok mu belli değil. Memleketi, akıllarına estiği gibi yönetilen bir ülkeye çevirdiler.
Yani arkadaşlar, Meclis’e ait olan anayasal bir yetki, gece yarısı, Cumhurbaşkanlığı tarafından gasp edildi. O yüzden ben buna “sözde fesih” diyorum.
Şimdi soruyorum; usul, adap bilmeyen bu zihniyetten siz hangi hukuk reformunu bekleyebilirsiniz? Hangi insan hakları düzenlemesini bekleyebilirsiniz?
Biz beklemiyoruz. O yüzden de arkadaşlar, biz topyekûn bir değişiklik için hazırız ve buradayız!
Bu kararı alanlara sesleniyorum;
Bu attığınız adım sebebiyle kadına şiddette, aile içi şiddette ve kadın cinayetlerinde meydana gelecek her artışın vebali de günahı da size aittir.
Kadınların ahından korkun. Kadınların yakasından düşün. *****
Değerli arkadaşlarım;
Birinci dakikada insan haklarına golü attılar. İkinci dakikada da ekonomiye golü attılar.
Ne yaptılar? Aynı gece yine bir gece yarısı, bir başka kararnameyle Merkez Bankası Başkanı'nın birini aldılar bir başkasını göreve getirdiler.
Biz sorduk; “Merkez Bankası’nın bağımsız çalışmasına müsaade edecek misiniz?” diye sorduk.
Hani “Ekonomik reform meform” dediler diye sorduk: “Bu kurumların bağımsız çalışmasına müsaade edecek misiniz?”
Yanıt hiç gecikmedi, “Hayır, bağımsız çalışamaz” dediler. Yine aynı gece yarısındaki Resmî Gazete’de yayınlanan bir kararla, Merkez Bankası Başkanı’nı da görevinden uzaklaştırıldılar.
Aynı karanlıkta yaptılar bunu. Aynı karanlıkta. Gece yarısı kararlarıyla yapıyorlar bunları. Peki, ne oldu? Hepiniz gördünüz...
Dün geceden itibaren uluslararası finans piyasaları açılmaya başladı. Önce biliyorsunuz Asya'dan başlıyor, Güneş'in doğuşu oralarda başlıyor, arkasından bizim coğrafya, Avrupa. Diyelim ki işte Kuzey Amerika, Güney Amerika'yla bugün gece geç saate kadar piyasalardaki hareketleri takip edeceğiz hep beraber. Ne oldu? Kur arttı mı? Arttı. Türkiye'nin dış borçlanma faizleri arttı mı? Arttı. Türkiye'nin risk primi ciddi şekilde arttı mı? Arttı. Demek ki bu alınan karar, yanlış bir karar. Şimdi diyorlar ki işte bak gene bize karşı bir oyun. İşte yine Türkiye saldırı altında. Dış güçler, şunlar, bunlar, yani ne dış gücü? Siz bunu geçin ya. Gün gibi açık, siz bu kararı karanlıkta alsanız da millet bunu görüyor, gün gibi açık görüyor ne olduğunu. Bu kararı aldınız öyle dış güçlerin oyunu moyunu değil. Bu oyunu ülkeye siz oynuyorsunuz ya siz bunu görün bir. Dışarlarda aramayın bunun sebebini. Yanlış bir karar aldınız onun da bedelini şu anda 84 milyon insan ödüyor, bugün ödüyor. Hem faiz arttı hem kur arttı ve değerli arkadaşlarım bakın bu olanlardan kim mutlu oluyor? Türkiye'de kur artınca ve faiz artınca mutlu olan bir azınlık var değil mi? Bunlar kimler? Faizde parası olanlar ve dövizi olanlar. Her kur artışında, her döviz artışında bu ülkenin zenginiyle yoksulu arasındaki gelir dağılım artıyor. Servet farkı çoğalıyor. Bu aldığınız kararlar, bu yaptığınız yanlışlar, memleket için oynadığınız bu oyun, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor. Yazık değil mi?
Tüm bunların başımıza gelmesinin sebebi çok açık. Bu yoksullaşmanın sebebi çok açık. Gelin hep beraber anlatalım.
Şimdi Sayın Erdoğan’ın bir tezi var.
Biliyorsunuz, kendisinin alanı ekonomi... Son günlerde bunu duymuyoruz. İşler iyiyken asıl başarıyı üreten ekip işin başındayken çıkıp diyordu, ne diyordu "Benim alanım ekonomi" diyordu. Bugünlerde de bir çıkıp söylesin ne olur. “Benim alanım ekonomi” desin de bu işin gerçek sorumlusunun kim olduğunu hep beraber anlayalım. Öyle bir Merkez Bankası başkanını al, birini götür, onu getir. Buna gerek yok. Hatta ben evvelsi gün de ifade ettim “Hiç uğraşmasın bu kurumu da şamar oğlanına çevirmesin, bu insanlara yazık. 20 ayda 4. Merkez Bankası başkanı ya, 20 ayda 4. TÜİK başkanı. Daha önce yaptı. Daha önce ne dedi, “Ben” dedi “Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Varlık Fonu'nun başkanı olarak görevlendiriyorum” dedi. E şimdi de yapsın desin ki “Ben Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Merkez Bankası başkanı olarak görevlendiriyorum” desin. Para Politikası Kurulu'nun başına otursun zaten ayda bir toplanıyor, ayda bir. Çok vaktini de almaz. Ben söyleyeyim yani, 1 saatte, 2 saatte biter. Ama hiç olmazsa memleketi batırıp sonra suçu başkalarına yüklemeye çalışmasın. Madem bu duruma düştü ülke, gerçek sorumlunun kim olduğunu da herkes anlasın.
Sayın Erdoğan nereden baksanız elli kere bu tezini tekrarladı: “Faizi artırırsanız, enflasyon da artar, faizi düşürürseniz, enflasyon da düşer” dedi.
Ekonomi ilminde olmayan ne varsa bunlarda var.
Biz de geçtiğimiz hafta sorduk. “Merkez Bankası faizi sert bir şekilde artırdı. E, enflasyon da yüksek. Siz zaten yüksek olan enflasyonu daha da mı artırmak istiyorsunuz?” diye sorduk.
“Sizin teziniz doğruysa, ortaya bu sonuç çıkar. Enflasyonu yükseltmek mi istiyorsunuz?” dedik.
“Eğer tezinizin hatalı olduğunu anladıysanız, o zaman bu millete bir özür borcunuz var” dedik.
Arkadaşlarım, bakın buraya dikkat edin;
Daha 3 gün önce, cuma günü, öğlen saatlerinde Sayın Erdoğan’ın önüne iki seçenek koyduk:
“Ya yanlışını kabul et, bu millete ödettiğin bedelin hesabını ver, özür dile” dedik;
Ya da Merkez Bankası‘yla ilgili bir adım at dedik.
Geçen hafta dedim ya “Her sınavdan çakıyorlar, sıfır alıyorlar” diye.
Ya cuma günü önlerine sadece iki cevap seçeneği koyduk; gittiler yine yanlış seçeneği işaretlediler.
Sayın Erdoğan bu milletten özür dilemedi, Merkez Bankası başkanını görevden aldı.
Ne oldu? Kur sıçradı mı? Sıçradı. Bu yüksek kur daha yüksek enflasyon olarak vatandaşa yansımayacak mı? Yansıyacak. Zaten pahalı olan hayat daha da pahalanmayacak mı? Ne oldu? Ama bakın sadece iki seçeneğe düşürdüğümüz sınavdan bile siz çakıyorsanız, ondan bile sıfır alıyorsanız bu işi artık bilemediğinizi itiraf edin.
Sınav notu yine; sıfır, sıfır, sıfır.
Bu kadar zor mu bir özür dilemek, bu kadar zor mu yanlış yaptım demek.
İşte Aksaray değil mi? Hem sanayi şehrimiz, küçük işletmemiz çok, çiftçimiz çok. Kur artınca arkadaşlar, kur artınca gübre fiyatı artmıyor mu? Kur artınca ilaç fiyatı artmıyor mu? Kur artınca mazot artmıyor mu? Kur artınca yem fiyatları artmıyor mu? Bunu bilmiyor musunuz ya? Bilmiyorsanız işte gelin iki saat yol gelin Aksaray'da şöyle 10 tane çiftçiye sorun. “Döviz kuru artarsa senin maliyetlerin artar mı?” diye sorun 10 çiftçiden 10'u da size “Artar” diyecektir yani. O iki seçenekten tutup da yanlış seçeneği işaretlediniz de ne oldu şimdi? Faiz zaten yüksek miydi? Yüksekti. Yüksek olan faiz, Merkez Bankası faizini yükseltti şimdi daha da yükseltecek bu yanlış karar sebebiyle. Bir de üstelik kur yükselecek. Ne anladık? Hem kuru patlat hem faizi patlat hem de fiyatları patlat. Yüksek faizin bedelini yine esnafımız ödeyecek daha yüksek faiz olarak. Küçük işletmelerimiz ödeyecek, daha yüksek faiz olarak. Sanayicilerimiz ödeyecek, daha yüksek faiz olarak. Borçlanan, kredi kartı borcu olan, tüketici kredisi borcu olan bütün vatandaşlarımız sizin bu yanlış kararınızın bedelini ödüyor, ödeyecek. Yazık bu millete ya yazık. Ekonomi yönetiminde değerli arkadaşlar bakın rasyonalite gerekir, ortak akıl gerekir, istişare gerekir. Biz yıllarca böyle yönettik. 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan ve çok güzel bir döneme müşahede eden bir kardeşiniz olarak bunları söylüyorum.
Taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçtiğimizden beri dördüncü Merkez Bankası başkanı görevde.
Normalde biliyorsunuz görev süresi beş seneydi, dört seneye indirdiler. Ama koltuğa oturan, daha başını kaldıramadan görevden alınıyor.
Şimdi, böyle bir ortamda çalışan insanlardan, ülkenin ekonomisini korkusuzca, tarafsızca, bağımsızca yönetmesini bekleyebilir misiniz? Bekleyemezsiniz.
Sürekli ya bu gece başıma bir iş gelir mi? Artık gece 12'de de bürokratlar yatamıyor. Ne yapıyorlar gece? 1, 2, 3 çünkü Resmî Gazete'ye bakacak ya uykusuz kalıyor, herkes “Acaba o gece görevden alınır mıyım?” diye. Sabah hani yanlışlıkla işe giderim bakmışım ki görevden alınmış, başıma bir iş gelmesin diye. Siz bu ülkenin bürokratlarını, üst düzey yöneticilerini uykusuz bırakıyorsunuz. Gece 2'de 3'te yatıp sabah 7'de kalkıp işe gidiyorlar. Verimleri düşüyor, yapmayın bunu. Gündüz saatlerinin bir problemi mi var yani? Gündüz yapsanız, insanlarla bunu konuşa konuşa yapsanız. Bir çağırsanız deseniz ki; "Arkadaş şöyle şöyle bir durum var, teşekkür ederiz" diye. İnsanlar Resmî Gazete'den kendi durumlarını öğreniyorlar.
Merkez Bankası da diğer kurumlar da hepsi sadece o tek kişinin iki dudağı arasından yönetiliyor.
Koskoca ülkeyi, 84 milyonluk ülkeyi, bir kişinin dürtüleri ve duyguları yönetiyor.
*****
Değerli arkadaşlarım;
Her gittiğimiz yerde, üstüne basa basa söylüyoruz: Merkez Bankası’nın 130 milyarlık döviz rezervini çarçur ettiler.
Hatta bir rivayet vardır ki bu ayrılan Merkez Bankası başkanımız, gece görevden alınan, demiş ki "Ya şuna bir bakın ne oldu" diye. Tabii devlet geleneğinden gelen, bu devletin sahip olduğu her şeyin aslında millete ait olduğunu bilen değerli bürokratlarımızda bu kaygı vardır hep “Ya bu 130 milyar dolar yok ama nereye gitmiş” diye. Ve bununla ilgili yapılan bir çalışma neticesinde de bu kararın alınmasıyla ilgili bir rivayet var. Doğru yanlış bilmeyiz ama doğruysa da ben şaşırmam. Kimse, çünkü bakın bu rezervlerin ne zaman, nasıl, hangi yöntemle, hangi kurdan satıldığını bilmiyor arkadaşlar. Bakın bizim dönemimizde Merkez Bankası'nın yaptığı her bir müdahaleyi biz internet sitesinde yayınlattırdık. Şeffaf, açık, korkmazdık ki. Yaptığımız şeyden eminsek gündüz, aydınlıkta yapardık. Çünkü gece karanlığında kötü işler yapılır, yanlışlar yapılır. Karanlık suçun, yanlışların örtülmesi için kullanılır. Bakın internet sitesine Merkez Bankası'nın en son döviz müdahalesinin yapıldığı tarih 2014 olarak görünüyor. 2015 Ağustos'ta biz ayrıldık ama bu arada da zaten hiçbir müdahale olmadı. Merkez Bankası müdahale etmek zorunda kalmadı, işler iyiydi. 2015'ten sonra hiçbir kayıt yok, açıklanan hiçbir şey yok.
Çıkıp anlatmıyorlar da. Bunları da karanlıkta tutuyorlar. Sorunca ne diyorlar? “Kaydı var” diyorlar.
Hani, nerede kaydı? Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın resmî internet sitesini açın bakın, bir şey yok.
Ha, günü gelince o kayıtların hepsine biz bakacağız tabii, o ayrı. Günü gelince hepsine bakacağız. Ve bunu milletimizle de paylaşacağız. Diyeceğiz ki işte bu 130 milyar dolar şu gün, şu tarihte, bunun şu kadarı, şu fiyattan şöyle yapılmış. Şunun şu kadarı şu tarihte şuna satılmış. Kime, kaça, ne zaman bu dövizlerin satıldığı, dağıtıldığı belli değil arkadaşlar 130 milyar dolar ya. Bakın ben ekonomi yönetimini teslim aldığımda bu ülkenin döviz rezervi 28 milyar dolardı. Tam 136 milyar dolara çıkarttık. Bu ülkenin üretimi, ihracatı, bu ülkede çalışanların alın teri, Aksaray'daki fabrikada üretim yapan işçilerimizin ürettiği, ihraç edilen sanayi ürünlerinin, taşıt araçlarının getirdiği dövizdi onlar. Aksaray'daki işçimizin alın teriydi o dövizler. Kara gün için biriktirdik biz onları. Ne bileceğiz ki partili, taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verip iki yılda, sadece iki yılda yılların birikimini, 130 milyar doları çarçur edeceklerdi. Böyle bir şey yok.
Hiçbir şeffaflık yok. Hesap verme kaygısı yok.
Hani Sayın Erdoğan diyor ya, bakın şu kadar rezervimiz var. Hala çıkıyor rezervi söylüyor, en son aklımda kaldığı kadarıyla 12 Mart'ta, 12 Mart itibarıyla döviz rezervi Merkez Bankası'nın açıklanmış durumda. Yaklaşık 92 milyar dolarlık bir döviz rezervi görünüyor brüt, brüt. Yani kasayı açınca döviz ve altını topluyorsunuz 92 milyar dolar görünüyor ama aynı Merkez Bankası'nın tam 138 milyar dolar da borcu birikmiş durumda. 138 milyar dolar. Böyle bir şey olur mu ya? Merkez Bankası borçlandırılır mı? Kime borçlanmış Merkez Bankası? İçerdeki bankalara borçlanmış. Kime borçlanmış? Uluslararası SWAP anlaşmaları yapılmış, oralara döviz borçlanmış. Ve nete baktığınızda da tam 46 milyar dolar şu anda Merkez Bankası batakta, ekside. Şimdi Sayın Erdoğan çıkıyor diyor ki "92 milyar dolar rezervimiz var" diyor. Bu aynı şuna benziyor; cüzdanını gösteriyor, “Bak” diyor “Param var” diyor. İyi de diyoruz “Bak o cüzdanın içinde bir gözde kredi kartı var. O kredi kartı da senin. 138 milyar dolar borcun birikmiş” diyoruz. Niye ondan bahsetmiyor?
Bize cüzdandaki parayı gösteriyor ama bak o gözdeki kredi kartının borcu daha yüksek. Onu niye göstermiyorsun?
Zaten kendisinin söylemesine gerek yok, Merkez Bankası'nın web sitesinde bunlar var, hala bunlar açıklanıyor. Gün gelir bunlar da kapatılırsa şaşmam. Yani “Döviz rezerve kardeşim canımızı sıkıyor, herkes hesap soruyor, bıktım artık kapatın şunu, açıklamayın şu rezervi” derlerse ona da şaşmam. Bir gün olabilir, Allah korusun. O da büyük bir şeffaflık darbesi olarak gelir ülkenin başına ama açıp her biriniz şöyle Google'dan bir bakın “Merkez Bankası rezervi” deyin, tak diye o sayfaya düşersiniz. Benim söylediğim rakamları görürsünüz. Rakamlar açık. Orada 92 milyar dolar kasayı da gösteriyor ama öbür taraftaki 138 milyar dolar borcu da gösteriyor.
Arkadaşlar bakın, ekonomide utanç tablosu bu utanç. Bir ülkenin Merkez Bankası, yani para basan kurum borçlu olur mu ya? Olmaz.
O ülkenin Merkez Bankası'nın yıllardır biriktirilen yedek akçelerini, yedek akçe ayrı, Türk lirası cinsindendir bakın yedek akçe. Bu akraba Bakan, partili Cumhurbaşkanı başladılar 2018'in ortasında 2019'un Ocak'ında yılların birikmiş yedek akçesini 1 günde sıfırladılar, 1 günde. İnanın içimiz cız etti ya.
Çünkü biliyoruz onun ne kadar zor olduğunu, ne kadar zor biriktirildiğini görüyoruz. Ama tabii bu mirasyedi zihniyet farklı bir zihniyet yani. Hazır birikeni harca, bir de açıkla “Merkez Bankası kâr etti” diye. Ya akıllara durgunluk veriyor. Şimdi o akraba Bakan'ı tekrar parlatma çabası var ya diyorlar ki işte onun zamanında Merkez Bankası kâr etti. Ya Merkez Bankası nereden kâr eder? Merkez Bankası çok para basar, karşılıksız para basar oradan kâr eder. Çünkü bir paranın maliyeti 50 kuruş, kâğıt para. Üzerine 200 yazarsanız, 200 ediyor. Çok para basarsanız, karşılıksız para basarsanız o 200 lirayla 50 kuruş arasındaki farkı kâra yazarsınız. Kimin sırtından? Milletin sırtından. E Merkez Bankası'nın faizi yüksek. Elindeki parayla, faizle satıyor piyasaya. E faizi yükseltirse Merkez Bankası çok kar eder. Kimin sırtından? Bu milletin sırtından. Milletin sırtından aldıklarını, Merkez Bankası'na çok kâr ettirdi diye bir de parlatmaya çalışıyorlar. Aklıyla dalga geçiyorlar insanların. Bir başka kâr alanı nedir Merkez Bankası'nın? Döviz satışı. Yani zamanında uygun fiyata alınan ve biriktirilen 130 milyar doları siz çarçur ederseniz o satılan dövizin parasıyla da “Bak çok kâr ettim” diye milletin karşısına çıkarsınız. Ama kimsenin aklıyla dalga geçmeyin. Şuna benziyor; babasından miras kalan iyi bir gayrimenkul vardır. Onu satar, der ki etrafına, arkadaşlarına "Ben çok para çok kazandım. Nasıl kazandın? İşte miras kalan şey vardı, sattım, oradan çok para kazandım. Ya sen onu kazanmadın ki. Bu kazandığın para babanın kazandığı para. Bunu açıkça itiraf et. Ne yaptın da kazandın? Ne yaptın da biriktirdin? Hangi döviz rezervini biriktirdin? Hangi yedek akçeyi biriktirdin? Bizler ayrıldıktan sonra memleketin başına gelen belli işte.
Varlık Fonu kurdular. Adı “varlık, varlık!” O da borca batık. Ama ülkede borcu olmayan kaldı mı?
Esnafı borca soktular, yetmedi. Çiftçiyi borca soktular, yetmedi.
Vatandaşı borca soktular, o da yetmedi.
Merkez Bankası’nı borca soktular ya, Merkez Bankası’nı.
Yeni kurdukları Varlık Fonu’nu bile hemen borca soktular.
*****
Değerli arkadaşlarım;
Bu ülkenin ekonomisini 11 yıl yönetmiş,
Millî Gelirin, 3 bin 500 dolardan 12 bin 500 dolara yükselişine nezaret etmiş,
Merkez Bankası’nın kasasını dolu teslim etmiş,
Devletin sağ, sol, ön, arka tüm ceplerini doldurarak görevini devretmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum.
Sayın Erdoğan çıkıp ekonominin düştüğü bu durumu izah edemez.
Çünkü bilmiyorlar, anlamıyorlar.
Bu nasıl bir bilgisizliktir, akıl alır gibi değil.
“Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini satayım da kuru düşüreyim” dediniz, beceremediniz.
“Bu olmadı, faizi artırayım da bari kur düşsün” dediniz, beceremediniz.
“Faizi ve enflasyonu düşüreceğim” dediniz, ikisini de yükselttiniz. İkisi de çift hanelere demir attı.
Bu ülke sizin deneme tahtanız değil.
Bu ülke sizin zihni sinir deneyleri yapacağınız bir laboratuvar değil.
Bu millet sizin kobayınız hiç değil.
Beceremediniz, beceremiyorsunuz, beceremeyeceksiniz.
Bir arada bunlar ne dediler arkadaşlar? “Biz zaten yüksek kur istiyoruz” dediler.
Kur artınca ne oluyor? Esnafın, çiftçinin, vatandaşın giderleri artıyor.
Kur artınca ne oluyor? Yağın, mazotun, doğal gazın, elektriğin, bebek bezinin, bebek mamasının fiyatı artıyor.
Ama bunlar yüksek kur istiyormuş.
Ya kur bu kadar yüksek olunca vatandaş aç kalıyor. Ekmek parasına muhtaç hale geliyor. Sonra küçük ortağınız meydanlarda askıya ekmeği asıyor.
Anlamıyor musunuz hala?
Ne oldu arkadaşlar bu yanlış politikaların sonucunda?
Faiz oranında Türkiye’yi Avrupa birinciliğine taşıdılar. Hazinenin borç yükünü patlattılar.
Olan bu millete oldu. Bu millet yoksullaştı. Bu millet, doğmamış çocuklarımıza kadar borca battı.
Ülkece çalışıyoruz, çabalıyoruz, bunların ülkeyi içine soktukları borcu ödemeye çalışıyoruz. Daha ne kadar ödeyeceğiz bu bedeli, belli değil.
Şu pandemi döneminde de esnafın yakasına vergi vergi diye yapıştılar. Niye arkadaşlar? E devleti borca soktular, borca batırdılar da o yüzden.
Yazıktır, günahtır. Har vurup harman savurup sonra vatandaşın cüzdanına göz dikemezsiniz.
Şimdi de kalkmışlar bize tasarruftan bahsediyorlar. Tasarrufu da kendileri yapmayacak ha, milletten bekliyorlar.
Sen önce kendin bir tasarruf et de görelim. En tepede siz varsınız. Lüks ofislerden, harcamalardan, mobilya alışverişinden, araçlardan, uçaklardan tasarruf edecek misiniz?
Kalabalık davetlerden, kalabalık gezilerden tasarruf edecek misiniz?
Kamuya alımlardan, üç-beş şirkete özel yaptığınız ihalelerden tasarruf edecek misiniz?
Hatalı sözleşmeler yüzünden zarar ettirdiğiniz kamu özel iş birliği projelerinden tasarruf edecek misiniz?
Önce siz başlayın. Bu vatandaş ne yapacağını çok iyi bilir. Kimsenin sizden akıl almaya ihtiyacı yok.
Biriktirdiğimiz her kuruşu bir çırpıda harcayan, mirasyedi gibi bu milletin parasını bir çırpıda çarçur edenlerden, kimsenin akıl almaya ihtiyacı yok. Siz kendinizi düzeltin kendinizi!
*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.
Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.
Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz
Bugün yine Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi başladı başlayalı finansal piyasalarda yaşadığımız 3. büyük depremin günü, bir deprem günü bugün. Borsa, sabah baktık yüzde 10 düşmüş, kur yüzde 10 artmış, daha da ne olacağı belli değil dediğim gibi. 1-2 gün geçirmeden bu göstergelerin nereye doğru gideceği, oturacağı belli olmaz. Bir de tabii Merkez Bankası'nın da bundan sonra ne yapacağı belli olmaz. Hafta sonu ne dedi Merkez Bankası'nın yeni başkanı hemen; ben dedi "Para Politikası Kurulu toplantısını zamanında yapacağım" dedi. Bu ne demek? Yani öyle "Apar topar faizi düşürmek için bir toplantı yapmayacağım" demek. Değil mi? Çünkü niye? O sorumluluğu üzerine alan, o ateşten gömleği giyen, aklı başında hareket etmek zorunda kalıyor. Yoksa beklenen nedir? Madem geçen hafta perşembe günkü faiz artışı yanlış bir karardı, e siz Merkez Bankası başkanını görevden aldınız, yeni başkanı göreve getirdiniz. Ne demeniz lazım? "Hemen kardeşim Olağanüstü Para Politikası Kurulu'nu topla, bugün faizi indir" demeniz lazım değil mi? Niye demiyor? Niye yeni Merkez Bankası başkanı, "taa gelecek ayki güne kadar bekleyeceğim, toplantı yapmaycağım" diyor? Korkuyor. Ateşten gömleği giyince korkuyor. İşte biz de diyoruz ki; o ateşten gömleği giymesi gereken Sayın Cumhurbaşkanı'dır. Ve yapması gereken, eğer tezi doğruysa, tezinde hala inat ediyorsa, ısrar ediyorsa -ki yanlış olduğunu hep söylüyoruz- dönüp Merkez Bankası faizi indir kardeşim ne bekliyorsun 1 ay? Bir an önce faizi indir de şu piyasa düzelsin. Şu faizi indir de enflasyon da düşsün demesi lazım değil mi? Böyle bir şey yok. Yanlış olur ayrı. Ama tezinin yanlış olduğunu, bu yanlış tezi dayattığını ve bunun da bedelini bu milletin ödediğini söylemek zorunda. Çıkıp bu milletten özür dilemek zorunda. Bakın arkadaşlar bu çok önemlidir. Cumhurbaşkanı bütün yetkiyi kendinde topladı değil mi? Ama o sadece bir yetki değildir. Aynı zamanda o makamın sorumluluğudur. Eğer bütün yetki kendisindeyse bütün sorumluluk da kendisindedir ve bu sorumluluktan kaçamaz. Fakat şunu da sözlerimin sonuna gelirken arkadaşlarım, şunu da açıkça ifade etmek istiyorum bakın; her ne kadar bugün yine o kara günlerden biriyse, her ne kadar bugün bir kabus günüyse inanın bu ülkenin bu kabustan uyanması an meselesi. İnanın çok çabuk düzelir. 2002 yılında o ülkenin en dibe vurduğu, gecelik faizlerin 7 bin 500'ü bulduğu bakın yüzde 7 bin 500 gecelik faizi bulduğu günlerdeki krizden, biz ekibimizle beraber bu ülkeyi çıkarttık. 2008-2009'da bütün dünya kavrulurken, komşumuz Yunanistan'dan tutun da İtalya'sı, İspanya'sı, Portekiz'i, İrlanda'sı hepsi borcunu ödeyemez duruma düşmüşken Türkiye, o dünya krizinden sıyrılıp çıktı. Dünyanın yıldızı olduk. Bütün uluslararası basın, Türkiye'yi bir başarı öyküsü olarak anlattı. Bugün Türkiye'yi yerden yere vuran, hani dış güçler dedikleri o uluslararası basın var ya o günlerde Türkiye'yi yere göğe sığdıramıyordu. Türkiye'den ders almalıyız diyordu o günkü basın, uluslararası basın. Hepsi kayıtlarda, hepsi açık. Biz bunu yaptık. En az iki defa bu ülkeyi çok kötü durumdan çektik çıkarttık ve çok hızlı yaptık. İnanın bütün bu olanlara rağmen, bütün bu zor duruma rağmen şunu ben iddialı konuşmayı sevmem ama evelallah bu ülkenin bu içine düştüğü çukurdan çok hızlı bir şekilde çıkarırız. Aynı, hani insan gece ateşlenir, hastalanır, kötü rüya görür, kâbus görür ama sonra uyanınca “Ya iyi ki bunlar gerçek değilmiş” der ya, inanın bir kabustan uyanma hızıyla bu ülke düzelir. Biz bunu yaparız. Sebebi çünkü çok basit, bu ülkenin probleminin özünde, kaynağında kötü yönetim var, kötü yönetim. Siz işin ehli ve düzgün bir kadroyu işin başına getirin ve o kadro da düzgün yönetmeye başlasın, inanın çok çabuk toparlar, çok çabuk. Bir yandan işsiz gençlerimizi yarınların meslekleri için çok hızlı bir şekilde biz eğitimden geçiririz, çok hızlı. 1 aylık, 3 aylık, 6 aylık, bilemedin 1 senelik programlarla gençlerimizi yarınların Türkiye'sine hazırlarız. Güven ortamıyla beraber zaten yatırımlar başlar. Gençlerimiz de o biten yatırımlarla en geç 1 sene, 1 buçuk sene sonra buluşur. Bakarsınız ki işsizlik sorunu önemli ölçüde çözülmüş, istihdam tekrar oluşmuş. Bakarsınız ki Türkiye'ye oluk oluk para geliyor. Kendi insanımız bu ülkeye parasını getiriyor, kendi insanımız. Şu anda ne yapıyorlar? İmkânı olan gidiyor, başka ülkeye yatırım yapıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bakın bu elektronik para var biliyosunuz, bitcoin’di şuydu, buydu. Türkiye oralarda Avrupa'nın ilk sıralarında biliyor musunuz? Biz Avrupa'nın en büyük ekonomisi değiliz ama vatandaşımızın dışardaki arayışına bakın, dışardaki arayışına. Buraya güvenmediği için kendi birikimini dışarda tutuyor ağırlıklı olarak. Yatırımcılarımız gidiyor, başka ülkeye yatırım yapıp o ülkede istihdam oluşturuyor. Niye? Buraya güvenmiyorlar, bu yönetime güvenmiyorlar, bu kadar basit. Güvenilen, dürüst, işin ehli bir kadro iş başına gelir, güzel bir program, güvenilir, öngörülebilir bir programı ortaya koyar, hemen icraata başlar ki biz hazırlanıyoruz, hükûmetin ilk 90 gününü, ilk 360 gününü 13 tane politika birimimiz hazırlıyor şu anda ve çok çabuk düzelir. Bugün yaşadığımız karanlık, bugün yaşadığımız kâbus, değerli arkadaşlarım, hiçbirimizin moralini bozmasın. Çok çabuk düzelir inşallah.
Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Aksaray’ın DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.