19 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Akçaabat İlçe Kongresi Konuşması

19 Mart 2021

Akçaabat 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Trabzon il teşkilatımızın ve Akçaabat ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Trabzonlu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Akçaabat teşkilatımızın 1. Olağan İlçe Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

*****

----
Akçaabat ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İki gündür Trabzon’dayız. Dün Ortahisar ilçe kongremizi gerçekleştirdik.

Kongremizin ardından sokağa, halkımızın arasına gittik. Önce oto sanayiye gittik arkadaşlar.

Atölyelerde esnafımızı ziyaret ettik. Türkiye öyle bir hale geldi ki kime dokunursanız dokunun bin ah işitiyorsunuz. Memleketimizin durumu bu. Esnafımızın yüzü gülmüyor arkadaşlar. “İşimden memnunum” diyen bir tane vatandaşımızla karşılaşmadık.

Maliyetler artmış, elektrik fiyatları tam iki katına çıkmış, yedek parça fiyatları artmı ama esnafımızın cebine giren para artmamış. Artan maliyetle ve bir türlü artamayan hatta gerileyen ciro ile gelirle sanayide esnafımız işini sürdürmeye çalışıyor.

Çünkü vatandaşımızın alım gücü kalmadı. Esnaf bu maliyet artışını fiyatlarına yansıtamıyor.

Oto sanayinden sonra şehir merkezinde çarşıyı, sokakları gezdik. Bütün esnafımız, bütün vatandaşlarımız “Paramız pul oldu” diyor. Vatandaşın parası, pul oldu. Vatandaşın geliri artık alışverişe yetmiyor. Bakırcılar çarşısında dolaşırken vatandaşımızla sohbet ettik ve biri geldi kulağıma dedi ki “Biraz önce bizim hanım bana cepten sipariş listesi attı. Bir o listeye bakıyorum, bir de cebimdeki paraya bakıyorum. Alamayacağım bunları” dedi. “Şimdi eve gittiğimde onların bir kısmını alıp bir kısmını alamayıp yarım bir alışverişle, çantasıyla, torbayla, fileyle ben eve gideceğim” dedi. Canlı bir örnek bu.

“Fakirleştik” diyor. “Pazara markete gidemez olduk” diyor.

Trabzonlu vatandaşımız hayat pahalılığıyla tek başına mücadeleye terk ediliyor.

Soruyorum ben her konuştuğum esnafa, “Paket açıkladılar ne diyorsun?” diyorum. “Var mı devletin herhangi bir desteği?” diyorum.

Önce yüzlerinde alaycı bir ifadeyle gülerek bakıyorlar “Yok Başkanım, bir şey geldiği yok.” Ama hükümet açıkladı diyorum. “Kim alıyor bilmiyorum ama bize bir şey gelmiyor” diyor.

Vatandaşımız, “Aklımızla alay ediyorlar” diyor.
“Kredi açıklıyorlar, başvuruyoruz bize vermiyorlar” diyor.
“Paketten bize bir şey çıkmadı” diyor.
Çıkmadı arkadaşlar, çıkmadı.
Onlarca, yüzlerce kez söyledik, şimdi bir daha tekrar hükûmete sesleniyorum:

Esnafımıza karşılıksız destek verin. Borç üstüne borç, borç üstüne borç. Bu çark böyle dönmez. Bir gün işler tamamen düzelse dahi bu biriken borç yükü var ya bunun altından kalkması esnafımızın mümkün değil, küçük işletmelerimizin mümkün değil, sanayicilerimizin mümkün değil.

Buraya gelirken kamyon şoförleri önümüzü kesti, otobüsümüzü durdurdu. Dediler ki “Boşuz, iş yapamıyoruz. Elimizden tutan yok. Bize destek veren yok.”

Doğru düzgün evine ekmek götürmesini sağlayacak destekler verin. Doğrudan destek, doğrudan. Borç üretmeyen bütün güçlü ekonomiler bunu yaptı dünyada. Vatandaşına doğrudan destek verdi, borç vermedi, kredi vermedi. Şu anda Türkiye G-20 içerisinde vatandaşına doğrudan destek veren ülkeler sıralamasında en dipte yer alıyor. Böyle bir şey yok. Bir de şu var tabii. Lafa gelince Türkiye’deki en büyük faiz düşmanı bunlar. Defalarca söylüyorlar değil mi? ”Biz faizle karşıyız. Yüksek faiz bu ülkeye zarar veriyor” diyorlar. Ama vatandaşın borcunu ötelerken faiz alıyorlar. Vatandaşın elektrik, su parası ertelenirken faiz alıyorlar. SGK prim, bağ-kur ertelenirken faiz alıyorlar. Esnaf “Durumum kötü” diyor. “Al sana kredi vereyim” diyor, üzerine faiz ekleyip veriyor. Borcun üzerine faiz ekleyip öteliyor. Tam da böyle dönemler devletin devletliğini göstereceği zamanlardı. Böyle dönemlerde devletimize ihtiyaç var. Yoksa normal dönemlerde esnafımız ne der? “Devlet gölge etmesin, başka ihsan istemem” der. Ama bu dönem devletin varlığını göstereceği dönemdir.

Paketin içinden ne çıktı? “Basit usulde” defter tutan 850.000 esnafa vergi muafiyeti getireceğiz dediler.

Bütçeye bakıyoruz, bu 850.000 esnaftan vergi tahsilatı toplam 234 milyon tl. Yani, ortalama olarak bir esnaftan aldıkları vergi yılda 275 tl.

Almayacağız dedikleri vergi bu. Yani esnaftan aldıkları yıllık 275 liradan vazgeçiyorlar, bunu da en önemli reform diye açıklıyorlar. 275 lira bir asgari ücretin onda biri. Sağ olsunlar.

Ya arkadaşlar halkın halini bilmiyorlar. Anlamıyorlar. Görmüyorlar.

Çünkü öncelik başka, niyet başka, zihniyet başka.

Memleket bu duruma düşmüşken, memleketin bu kadar kaynak ihtiyacı varken bunlar Kanal İstanbul’la yatıp kalkıyorlar. Başka hiç mi proje yok ülkede? Başka hiç mi kaynak ihtiyacı yok? Milyarlarca dolar tüketecek, üstelik çevre araştırması daha tamamlanmamış bir proje, alelacele “İhale edeceğiz” diyorlar. Niye? “Ne olur ne olmaz. İktidar elimizden gitmeden bu büyük ihaleyi de verelim de ondan sonra devam edelim” diye. Acelenin sebebi bu. Biz “Tarımda suya ihtiyaç var” diyoruz, “Su kanalı” diyoruz, bunlar hala “Kanal İstanbul” diyor. Biz “Esnafın kaynağa ihtiyacı var” diyoruz. “Bu ülkenin fabrikaya, üretime ihtiyacı var. Bu ülkenin işsiz gençlerinin işe ihtiyacı var” diyoruz. “Bunlara yeni iş sahası lazım. Yeni üretim tesislerinin açılması lazım. Yeni fabrikalar kurulması lazım. Kaynaklar buraya lazım” diyoruz. Onlar “Kanal İstanbul” diyor. Bu ülkenin gerçeklerinden bu kadar kopmuş bir yönetim düşünülemez arkadaşlar, düşünülemez.

*****

Daha dün ekonomi yönetimi bir adım daha attı biliyorsunuz. Ekonomi yönetimi diyoruz ama unutmayalım, bu işin başında kim var? Sayın Erdoğan var. Sayın Erdoğan ne diyor “Benim alanım ekonomi” diyor. “Merkez Bankası bağımsız olmaz” diyor ve sözünü dinlemeyen Merkez Bankası başkanını hemen işten uzaklaştırıyor, yeni bir tanesini koyuyor. Üç kere yaşadık son dönemde. Daha yeni Merkez Bankası başkanını değiştirdi. Daha yeni kendisine itaat edecek, kendi talimatını aynen yapacak bir Merkez Bankası başkanını kendine göre görevinin başına getirdi. Baktık son dört ayda Merkez Bankası üç defa faiz yükseltti

Dünkü artışla beraber %8,25’lik faiz oranı %19’a çıktı. Cumhurbaşkanı’ndan habersiz böyle bir iş olabilir mi? Haberi bırakın, onun izni, talimatı olmadan böyle bir iş olabilir mi? Bugünkü yönetim sisteminden böyle bir şey mümkün değil ama faiz artışını Merkez Bankası açıklıyor, Cumhurbaşkanı da sesiz orada duruyor. Kendi talimatı ve bilgisi dahilinde yapılan böylesine yüksek bir faiz artışı karşısında sessiz bekliyor.

Değerli arkadaşlar, ekonomi bazen faiz artışı gerektirebilir. Ama Merkez Bankası’nın faiz artışları kısa süreliğine hükûmetlere bir fırsat penceresi açar der ki “Tamam ben faizi artırdım, biraz ortalığı sakinleştireyim ama sen önce üzerine düşeni yap” der Merkez Bankaları. Merkez Bankalarının sadece faiz yükseltmesiyle bir ülkenin ekonomik sorunları çözülemez. %19 Merkez Bankası faizi demek, daha yüksek kredi faizi demek. Esnafın, çiftçinin, sanayicinin, yatırımcının, ev alan, araba alan, borcu olan bütün vatandaşımızın daha yüksek faiz ödemesi demektir. Faiz artışı ancak büyük bir ekonomik paketin, büyük bir ekonomik programın, bir küçük- kısa vadeli adımı olarak atılır. Geri kalanı yapılmazsa bu ülkede hem yüksek faiz olur hem de yüksek kur olur. Hem de yüksek enflasyon olur ama bunlar bilmiyorlar sorunda o.

Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası faizi Avrupa birincisi, dünyada yedinci sıradayız. Yedinci sıradaki bir ülke ile baş başayız, yedincilik yarışında o diğer ülkede Kongo. Afrika’nın Kongo ülkesi. Ülkeyi bu hale düşüdürler.

Ben buradan Cumhurbaşkanı’na, Sayın Erdoğan’a sormak istiyorum. Sizin teziniz yok muydu? Yıllarca gidip bu tezi savunmadınız mı? Uluslararası finans merkezlerinde savundunuz, bu tezi dayattınız. Siz ne diyordunuz? “Faizi düşürürsen arkasından enflasyon düşer. Faizi yükseltirsen de arkasından enflasyon yükselir” diyordunuz. Hepsi kayıtlarda. 50 defa, 100 defa söylemiştir bunu, inkâr edemez. “Bu benim tezimdir” demiştir.

Peki, bu ülkede enflasyon yüksek mi? Yüksek. Hayat pahalılığı var mı? Var. Bu kadar enflasyon yüksekken, hayat pahalıyken, eğer sizin teziniz doğruysa, bu faizi niye yükselttiniz? Zaten yüksek olan enflasyonu daha da yükseltmek için mi, bu faizi yükselttiniz? Eğer teziniz doğruysa. Yok, eğer tezinizin yanlış olduğunu anladıysanız, faiz yükselirse enflasyonun düşeceğine artık inanıyorsanız, bunu kabul ettiyseniz bu ülkeye, bu halka özür borcunuz var.

Dünkü açıklamada Merkez Bankası ne diyor? “Enflasyonda kalıcı düşüşe kadar, sıkı para politikası duruşu kararlılıkla uzun bir müddet sürdürülecektir.“

Ne demek? “Faizi artırdık, enflasyon düşene kadar faizi düşürmeyeceğiz” demek.

Sayın Erdoğan’ın söyledikleri bir tarafta Merkez Bankası’nın açıklamaları bir tarafta. İki ayrı uçta. Ya Sayın Erdoğan çıkacak diyecek ki “Bu adamlar benim sözümü dinlemiyor onun için faizi yükseltiler” diyecek. Gereğini yapacak ya da faizin yükselmesi doğru bir iş ise çıkıp bu ülkeye, bu topluma özür dileyecek.

Diyecek ki “Ben son yıllarda büyük hata ettim, bu yanlış tezi bastırdım. Onun için de bu millet, bu memleket büyük bedel ödedi. Son iki yılda bu hazinenin borcu ikiye katladı, ikiye. 2018’den 2020’nin sonuna kadar borç toplamı tam ikiye katladı. Bu yanlış tezi dayattım bu yüzden hazinenin borcu ikiye katladı, bu yüzden 130 milyarlık dolarlık Merkez Bankası rezervleri çöpe gitti. Kusura bakmayın” deyip özür dileyecek. İkisinden birini yapacak. Arkadaşlar bunun hesabını birilerinin vermesi lazım, öyle bir şey yok. Bütün yetkiyi tek elde toplayıp, işler kötüye gidince de ortadan kaybolup, Merkez Bankası’na suçu yıkmak, böyle bir şey yok.

2018 seçimlerinden önce ne diyordu? “Şu kardeşinize bir yetkiyi verin. Beni tek karar verici merci olarak seçin. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçelim. Görün bakın hem enflasyon hem faiz nasıl düşüyor?” demedi mi? Ne dedi; “Bütün yetkiyi bana verin” dedi halkımıza “Ben hem faizi hem enflasyonu düşüreceğim” dedi. 2,5 yıl geçti, niye düşmüyor? Niye hem faiz yüksek hem enflasyon yüksek? Niye bu millet şu an yoksulluk içerisinde. Niye %30’lara çıkmış işsizlik oranı var? Niye gençlerimiz işsiz? Niye ev gençleri diye bir toplum gençleri oluştu. Madem yetki tek kişide, o tek kişinin çıkıp hesap vermesi lazım. Bu millete hesap vermesi lazım. Ya diyecek ki “Merkez Bankası’nın verdiği karar doğru, ben bu kararı verdirdim, faizi yükselttirdim” diyecek. Geçmişe doğru özür diyecek. Ya da Merkez Bankası’na “Yanlış yapıyorsun kardeşim, enflasyonu düşürmek için faizi düşürmen lazım” diyecek. Talimatı verecek ve faizi düşürttürecek. Bu ikisinden birisini yapması lazım eğer yapmazsa bu sorumlu bir davranış değildir. Bu devlet yönetimi ciddiyetine sığmaz. Devleti yönetme sorumluluğuna sahip olan bir kişi böyle problemlerden kaçamaz. Problemi birilerine yıkıp kaçamaz. Öyle akraba damadı ortadan yok edip, bir Merkez Bankası başkanını değiştirmekle bu vatandaşa hesap vermekten kaçamaz. Nihai yetkili belli, nihai sorumlu belli.

Merkez Bankası’nın şiddetle faiz yükseltmesi son 2,5 yılda iki defa oldu. Bunlardan birincisi Eylül 2018. Ne zaman yani Eylül 2018? Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldi, partili Cumhurbaşkanı, akraba bakan çalışmaya başladılar daha üç ay sonra faizi Merkez Bankası %24’ e çıkartmak zorunda kaldı. Aradan iki yıl geçti, üç tane Merkez Bankası başkanı değişti, akraba bakan gitti başka bakan geldi Merkez Bankası yine faizi %19’a çıkartmak zorunda kaldı. Bakın problemler tekrar ediyor, çözülmüyor. Merkez Bankası başkanı değişiyor, bakan değişiyor problem değişmiyor. Problem değişmediğine göre, problem kimde? Değişmeyen problem var, bir de değişmeyen bir kişi var. Problemin kaynağını herhalde anlamak çok zor değil.

Değerli arkadaşlarım biz hep söylüyoruz, “Türkiye’de sistemin değişmesi gerekir” diyoruz ama “Sistem değiştirmekte yetmez” diyoruz. “Yöneten zihniyet yanlış zihniyet” diyoruz. “Kötü yönetiyor” diyoruz. “Türkiye’de hem sistem değişmeli hem de topyekûn bir iktidar değişmeli” diyoruz. Başka türlü olmayacak. Üzülerek söylüyorum, olmayacak. Bu ülkenin sorunları sadece büyüyecek, çözemeyecekler. Çünkü bu ülkenin sorunlarını çözmek için dürüst ve işin ehli bir kadronun işin başında olması lazım. Hem dürüst olacak hem de işin ehli olacak.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Partimizi kurduğumuz günden beri, her şeyden önce Koronavirüs ile mücadele ediyoruz.

Hükûmetin şeffaf olmayışı, verileri halkımızdan aylarca gizlemesi ve hiçbir konuda hesap vermemesi bu mücadelede işleri daha da zorlaştırdı.

Ellerindeki propaganda aygıtıyla, tozpembe bir senaryo kurguluyorlar. Salgına karşı gereken her şey yapılmış gibi bir algı oluşturmaya çalışıyorlar.

Ekonomiyi batırdıkları için salgınla ilgili ekonomik önlemler de çok geç geldi ve çok zayıf kaldı.

Yönetemediler. Varsa yoksa algıları yönetmeye çalışıyorlar.

Bakın arkadaşlar; bu konu, “Tüm dünyada ölümler oldu, ne yapalım” diyerek geçiştirilecek bir konu değildir.

Hepimiz “Acaba daha az kayıp verebilir miydik?” diye sormak zorundayız.

Çünkü bu bizim vatandaşımızın canı, canı... Devlet, tek tek her bireyin yaşamını korumak zorundadır.

Bu konudaki başarısızlıkları artık apaçık ortada. Mızrak çuvala sığmıyor.

Neden başarısız oldular, biliyor musunuz? Salgınla mücadelede gömleğin ilk düğmesini baştan yanlış iliklediler.

Ta en başta “Ölümleri nasıl en aza indiririm?” kaygısıyla hareket etmeleri gerekirken, bu salgına “Elimizde kaç yoğun bakım yatağı var” diyerek yaklaştılar.

Karantina önlemlerini, yoğun bakım yataklarımız belli bir doluluk oranına ulaşınca uygulamaya başladılar. Yani hatayı en başında yaptılar.

Sonra yaz sezonu gelince biliyorsunuz vakalar yeniden tırmandı. Neden? Çünkü esnafa destek olamayınca, ekonomi dibi bulunca, turizm gelirlerine umutlarını bağladılar.

Daha ciddi tedbirlerin alınması için 1 Aralık’a kadar beklediler.
Peki, aradan geçen zamandaki önemsizlik kaç insanımızın hayatına mâl oldu?

Farkında mısınız?

Düşünebiliyor musunuz, bu gecikme yaşanmasaydı kaç vatandaşımız aramızda olacaktı?

Buradan bir kez daha açıkça söylüyoruz:

İnsan sağlığından daha önemli hiçbir şey yoktur, olamaz. Asıl olan vatandaşımızın canının sağlığıdır.

Değerli arkadaşlarım;

Bakın vaka sayıları gene arttı. Kimi sivil toplum kuruluşları 3. dalganın gelmekte olduğunu söylüyor.

8 bine kadar inen vaka sayıları, bugünlerde yeniden 15 bini geçiyor.

Üstelik test sayısı azalıyor ama vaka sayısı artıyor. Bu tehlikeli bir durum. Demek ki daha çok test yapılabilse, tespit edilen vaka rakamların çok daha yüksek olduğunu göreceğiz.

Sadece alınması gereken önlemleri geciktirmediler, aşıyı da geciktirdiler.

Bu hükûmetin etkili bir aşı planı yok. Aşılar ve randevular veriliyor, sağlık üniteleri yalnız bırakılıyor. Etkili bir organizasyon maalesef yapılamıyor.

Bakın, aşılar yeni yıla anca yetişti, 30 Aralık’ta geldi. Ocak ayında da uygulanmaya başladı.

Diğer ülkelere göre aşılamaya geç başlandı. Çin aşısı dahi yeterli miktarda temin edilemedi. Alternatif aşı stoku yapılamadı. Günlük aşılama sayısı gereken seviyeye yükseltilemedi.

Ama hükûmet ne yaptı? Önce kendi partilerinin MKYK üyelerine aşı yaptılar. Hiç yaşa, önceliğe falan bakmadılar. Siyasi parti liderlerine aşı yaptılar. Meclisteki vekillere bile aşı yaptılar.

Buradan soruyorum;

Madem öncelik sırasına uymayacaktınız neden bu sıralamayı hazırladınız? Deyin ki “Parti üyelik kartı olanlara da aşı yapacağız” deyip bitirin bu işi.

Sırasını beklemeden aşı olanların canı, bu ülkedeki 84 milyon vatandaşın canından daha mı kıymetli? Neden yaşa ve diğer kriterlere bakmadan yaptınız bu aşıları?

Aşı gelecek mi? Gelmeyecek mi? Ne zaman gelecek? Hiçbir açıklamaya güven yok. Şöyle bir dikkat edin ne açıklanıyor? Tamamen değişiyor. Bugün dedikleri yarın daha farklı oluyor. İlk önce dediler ki “Biz bahar aylarında 50 milyon doz aşıyı uygulayacağız.” Hemen bir gün, iki gün sonra dediler ki “Sonbahara kadar ancak yapabileceğiz.”

Değerli arkadaşlarım;

Bizim Türkiye olarak ihtiyacımız 1 yıllık koruma için 200 milyon dozluk aşı. Niye nüfusun %60’nın aşılanmayınca koruma sağlamıyorsunuz?

Nüfusun en az yüzde 60’ı ne kadar? 50 milyon insan.

Ülkemizde toplum bağışıklığının oluşabilmesi için en geç 6 ay içerisinde, en az 50 milyon kişinin iki doz aşılanması gerekiyor.

Bu ne demek, biliyor musunuz?

Altı ay içinde en az 100 milyon, bir yıl içinde de en az 200 milyon doz aşıya ihtiyacımız var demek. Peki, bu zaman kadar uygulanan ne kadar? 11 milyonun biraz üzerinde açıklanan rakam. Demek ki %5’i %6’yı ancak buldu bu iş. Eğer bu hızla giderse 2021’de bu iş bitmeyecek, 2022’de bitmeyecek, 2023’te bitmeyecek. Herhalde bütün dünya aşılanacak ondan sonra bizim vatandaşlarımız hala “Sıram ne zaman gelecek?” diye bekleyecek. Böyle görünüyor. Bu hızla giderlerse bu işin sonu bu.

Gerçekten sağlık yönetiminde de ekonomi yönetiminde de bu iktidar büyük hatalar yaptı, yapıyor. Ama bunun bedelini kediler ödemiyor. Kendi hayat standartlarından zerre kadar bir taviz var mı zerre kadar? “Ya şu bizim konvoylar çok büyüyor. 50 araçlık, 100 araçlık konvoylarla gitmeyelim yazık. Biraz azaltalım bunu” diyorlar mı? Daha görmedim. “Bir yurt dışı seyahatine 8 uçakla gidilmez kardeşim. Bari 2, 3 uçakla gidelim” diyorlar mı? Daha görmedik. “Tasarruf” diyorlar. Tasarrufu milletten bekliyorlar. Ya önce sen kendin bir tasarruf etsene.

Geçen gün açıkladıkları paketin içinde tasarruf var, değil mi? “Balık baştan kokar” diye bir deyim var. Önce devlet yöneticilerinin kendilerinin tasarrufla bu vatandaşa örnek olması lazım. Önce iğneyi kendilerine batırıp ondan sonra çuvaldızı vatandaşa batırması lazım. Böyle bir şey olmaz. Tasarruf diyen bir hükûmetin önce kendi bizzat tasarruf tedbirlerini açıklaması lazım. Ofislerden tasarruf, günlük harcamalardan tasarruf, mobilya alışverişinden, durmadan ofislerde mobilya yenilenmelerinden tasarruf, araçlardan tasarruf, uçaklardan tasarruf.

Bugün Almanya’nın mı ekonomisi büyük, Türkiye’nin ekonomisi mi büyük? Nüfus aşağı yukarı aynı ama ekonomik büyüklük olarak baktığımızda Almanya’nın ekonomisi Türkiye’nin kat kat üstünde büyük bir ekonomi, büyük bir sanayi, teknoloji.

Almanya’nın Başbakanı’nın bindiği uçak geçen sene bir zirveden önce arızalandı. Çünkü Almanya Başbakanı’nın bindiği bir tane uçak var. Oda A- 319, dar gövde bizim Anadolu Jet’in, 'Türk Hava Yolları’nın kullandığı uçaklardan. Peki, Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın emrine tahsis edilmişuçaklara şöyle bir bakın. Geniş gövdeli 3 tane uçak var. Almanya Başbakanı’nın bindiği uçaktan birkaç tane var. Almanya Başbakanı’nın bindiği uçak geçen zirvede arıza yaptığı için tarifeli uçakla gitmek zorunda kaldı. Soruyorum size, tasarruf anlayışı nedir? Tasarruf anlayışı, bu milletin alın teriyle, bu milletin vergileriyle toplanan gelirlerinin tek bir kuruşunu dahi dikkatli harcamaktır.

Bakın şu anda elektrik yakıyoruz değil mi? Buradan vergi gidiyor devletin hazinesine. Buradan TRT payı gidiyor TRT’ye. TRT bu salonda var mı? Yok. Niye? Çünkü TRT şu anda iktidar partisinin propaganda makinesi. Hepimiz TRT’ye evlerimizde kullandığımız elektrikten pay ödüyoruz, TRT o paralarla tek bir partinin propaganda aracı gibi çalışıyor. Bu adalet mi? Ne diyorlar “İtibardan tasarruf olmaz” diyorlar, “İtibardan.” Bu ülkenin en büyük itibari nedir biliyor musunuz? Ülkeye nasıl itibar kazandırırsınız? Ülkeye itibarı bindiğiniz arabalarla, bindiğiniz uçaklarla, oturduğunuz saraylarla kazandırmazsınız. Bu ülkeye itibarı vatandaşımızın topyekûn zenginleştirilmesiyle, vatandaşımızın topyekûn daha yüksek refah seviyesine ulaşmasıyla bu ülkeye itibar kazandırırsınız. 3-5 kişinin zenginleşmesiyle bu ülkeye itibar kazandıramazsınız. Ve bunun yolu hukuktan geçer, adaletten geçer. Önce adil olacaksınız, güçler ayrımına inanacaksınız. Yargıya müdahale etmeyeceksiniz. Bu ülkeyi hukuk devleti yapacaksınız. Ekonomiyi düzeltmenin bu ülkeyi zenginleştirmenin başka yolu yok. Beyhude. Bakın arka arkaya paketler açıklıyorlar. 2 değil, 20 paket açıklasınlar, 100 paket açıklasınlar beyhude. Öncelikle zihniyet sorunun çözülmesi gerekiyor, zihniyet sorunu. Tasarruf zihniyeti olacak, tasarruf zihniyeti. O zihniyet olmadan mümkün değil, mümkün değil bu ülkenin sorunlarını çözemeyecekler ve bu ülkenin problemleri sadece ve sadece artmaya devam edecek. Bunu üzülerek söylüyorum. Bu ülkenin vatandaşı olarak, aynı zamanda 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir kardeşiniz olarak söylüyorum. Biz zaten bunun için DEVA Partisi’ni kurduk. Baktık ki olmayacak, baktık ki yapamayacaklar. Öyle bir anlayış yok, öyle bir zihniyet yok. “Bu ülkenin problemlerine çözüm üretelim bir şeyler yapalım” öyle bir kadro yok, bitti. Bunun için yeni bir kadro kurduk. Bunun için yola çıktık. İşi bilen dürüst insanlarla yol çıktık. Bu ülkenin sorunlarına gerçekten çözüm üretecek kadrolarla yola çıktık ve bu yolda hep beraber, sizlerle beraber yürüyoruz.

Bizim alnımız açık, başımız dik. Bizim korkacak bir şeyimiz yok. Biz rahatız ama onların korkacak çok şeyleri var. Biz şerefimizle, onurumuzla alnımız açık bir şekilde görevimizden ayrıldık, emaneti teslim ettik. Görevinden bir türlü ayrılamayanlar, emaneti teslim etmekten korkanlar, bunlara sormak lazım “Niye korkuyorsunuz?” diye.” Verilemeyecek bir hesabınız mı var yoksa?” diye onlara sormak lazım. Biz çok şükür çok rahatız.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biz, ülkemizin her bir yanında; Trabzon’da, Diyarbakır’da, Edirne’de, Kars’ta, Zonguldak’ta, Manisa’da, her gittiğimiz yerde reçetelerimizi açıklıyoruz.

Biz, insan haklarına dayalı, birinci sınıf bir hukuk devletini mutlaka inşa edeceğiz. Kimse kendisini ikinci sınıf vatandaş hissetmeyecek.

Biz, güven ve istikrarla büyüyen refah devletini mutlaka inşa edeceğiz. Kimse yoksullukla boğuşmayacak, hiçbir anne baba, çocuğunu yatağa aç koymayacak.

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Arka arkaya gündem ortaya atıyorlar dikkat edin. Arka arkaya, arka arkaya. Her hafta bir gündem, her hafta bir gündem. Fakat çarşının, pazarının, sokağın, caddenin asıl bir gündemi var. İnsanlar “İşsiziz” diyor. “Hayat pahalılığı var, geçinemiyoruz” diyorlar. Yoksulluk var. Ülkenin gerçek gündemi bunlar, gerçek düşmanlar bunlar. Biz bunları sürekli hatırlatmaya devam edeceğiz. Sürekli bunları işleyeceğiz. Öyle insanların ilgilisini başka yerlere çekerek, yapay gündemler üreterek haftanın düşmanı panosuna sürekli birilerinin ismini yazarak bu ülkenin gündemini saptıramazsınız. Biz buna müsaade etmeyeceğiz.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Akçaabat’ın DEVA’sı var. Ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.