21 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bayraklı İlçe Kongresı̇ Konuşması

21 Ekim 2021

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN BAYRAKLI İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
İzmir il teşkilatımızın değerli başkanı, Bayraklı ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Bayraklı ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi olarak kurulduğumuz ilk günden beri ülkemizin her şehrini, her mahallesini ziyaret ediyor; toplumun bütün kesimleriyle bir araya geliyoruz.

Biz, bu buluşmalarda, sadece politikalarımızı anlatmıyoruz.

Biz bol bol vatandaşlarımızı dinliyoruz arkadaşlar. Sadece anlatan değil bol bol izleyen, gözleyen, dinleyen bir siyasi partiyiz.

Her bir vatandaşımızın talebini, derdini, yüreğinde taşıdığı acıyı dinliyoruz, hissediyoruz.

İşte o yüzden biz, bu ziyaretlerden sonra masamıza dönüp harıl harıl çalışıyoruz.

Her bir acıya, derde, talebe en gerçekçi şekilde çözüm bulmak için çabalıyoruz.

Detaylı politika notlarımızı, iktidarımızın ilk 90 gününde ve 360 gününde uygulayacağımız, eylem planlarımızı açıklıyoruz.

Biliyorsunuz, bazıları siyaset yaparken, toplumdaki mevcut fay hatlarını kullanıyor, ötekileştiriyor, ayrıştırıyor. Ve ayrıştırma üzerinden siyaset yapıyor.

Bazıları ise, gerçekleştirilemeyecek vaatler verip günü kurtaran bir siyaset metodu tercih ediyor.

Ama bu kadar derdi taşıyan, bu kadar acıyı yaşayan bir toplum böyle bir siyaseti hak etmiyor.

Eşitlik ve adalet talebini yüksek sesle haykıran vatandaşlarımız, bu eski siyaset anlayışını topyekûn reddediyor.

Yanlış politikalar nedeniyle her gün fakirleşen halkımız, artık boş vaatler değil, gerçekleri ve ortak aklı temel alan, dürüst bir siyaseti talep ediyor.

İşte DEVA Partisi tam da bu talebin karşılamak için yola çıkmış bir siyasi parti. DEVA Partisi tam da bu siyasi tercihin adresidir.

*****
Değerli arkadaşlar,

Yaklaşık bir sene önce İzmir’de yaşanan depremde 117 insanımızı kaybettik.

Bayraklı’daki Rıza Bey ve Emrah Apartmanı’ndaki arama kurtarma çalışmalarını, bütün ülke olarak büyük bir hüzünle takip etmiştik.

Yaşanan depremin hemen ardından, teşkilatımızla birlikte Bayraklı’yı ziyaret etmiş ve vatandaşlarımızın açılarını paylaşmış, taleplerini dinlemiştik.

Hastanede dinlediğim depremzede kardeşlerimizin sözleri hâlâ kulaklarımda, acıları hâlâ yüreğimde.

Kolay değil. Ateş düştüğü yeri yakıyor.

Bu ziyaretimizin ardından, 17 Ağustos 1999 depreminin yıl dönümünde, 17 Ağustos 2021‘de partimizin afet yönetimi eylem planını açıkladık.

İktidara geldiğimizde, ilk 90 günde ve ilk 360 günde neler yapacağımızı madde madde, detaylı ve gerçekçi bir şekilde anlattık.

Öyle atıp tutmak, bol keseden vaat dağıtmak falan değil arkadaşlar; tek tek, somut ve net bir eylem planı açıkladık.

Çünkü değerli arkadaşlar, biz sorumluluğumuzun bilincindeyiz.

Biz, afet yönetiminin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.

Bildiğimiz için hem dinliyoruz hem de çalışıyoruz.

İzmir’e gelip afetin ortasındaki vatandaşlarımızı dinleyip sonra Ankara’ya gidip alışılagelmiş tartışmalarla oyalanmadık.

Bayraklı’da bize yöneltilen talepleri, bizimle paylaşılan acıları geride bırakamazdık.

Geçen yıl Elâzığ’a gittiğimizde, depremden nice süre sonra, hala konteynırlarda yaşayan, kendilerine hiçbir çözüm sunulmayan yüzlerce aileyi görüp, kayıtsız kalamazdık.

Bu sorumluluk ile çok detaylı bir eylem planı hazırladık.

Ve inşallah iş başına geldiğimizde bu eylem planlarının uygulanmasına ilk günden itibaren başlayacağız ve yolumuza devam edeceğiz.

Ne söz verdiysek, aynen yerine getireceğiz.

Afet eylem planımız oldukça kapsamlı. Bu plan kapsamında açıkladığımız adımlardan hepsini burada sizlerle paylaşsam uzunca bir süre bu programın sürmesi gerekecek. Onun için bazılarını, bir kez daha, huzurunuzda kısaca anlatmak istiyorum:

Örneğin; yıkılan veya hasar gören binalarla ilgili mülkiyet hakkı, binada oturmayan kişilerde veya tüzel kişilerde olabiliyor.

İşte biz, mağduriyet yaşayan afetzede vatandaşlarımız için “hak sahipliği” kavramını genişleteceğiz, konut ve işyeri edinebilmeleri için yöntemler geliştireceğiz.

Yaşanan afetlerden sonra yakınlarını, evlerini kaybeden acılı vatandaşlarımızın, hak arama süreçlerinde mağdur olmasına izin vermeyeceğiz.

En adil, hukuka en uygun şekilde afetzede vatandaşlarımızın maddi zararları tazmin edecek mekanizmaları kuracağız.

DASK sigortasının kapsamını, bütün afetleri içerecek şekilde genişleteceğiz.

İklim krizinin de etkisiyle, giderek artan afet türlerine de hazırlıklı olacağız.

Depremle mücadele sorumluluğunu, yerel yönetimlerle paylaşıp, her belediyeye yerel afet tehlikesi ve risk haritası hazırlama yükümlülüğü getireceğiz.

Böylece sadece afet yönetimi değil, afet öncesi hazırlık için de çaba harcayacağız.

Çünkü değerli arkadaşlar, önlem alınmayan afetler yüzünden ülkemizde çok acı çektik, çok kayıp yaşadık.

O yüzden biz etkili tedbirlerle, önlenebilir kayıpları en aza indirmek için çalışacağız.

İşte bu yüzden biz, alışılmış siyaseti elimizin tersiyle itip programlı, sistemli ve gerçekçi çalışmalar yapıyoruz.

Hamasetle, kuru sloganlarla, kavgayla vakit kaybetmeyeceğiz. Biz, yolumuzu da nasıl yürüyeceğimizi de çok iyi biliyoruz.

Dersimizi çalışıyoruz. Bir saniye bile kaybetmeden, çalışmaya ara vermeden, emaneti teslim almaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Buradaki kongremizden hemen önce İzmir’de geçen yılki depremden etkilenen vatandaşlarımızın bir araya gelerek kurduğu derneği ziyaret ettim. Dertlerini dinledik.

Aradan neredeyse bir yıl geçmiş ve hala ortada büyük belirsizlikler var. Hala çözüm üretilememiş hala ne olacağını bilemeyen çok sayıda vatandaşımız var.

Gerçekten bu afet yönetimi konusunda ülkemizin adalet ve eşitlik ülkelerine göre yeniden kurgulanmış bir mevzuata ve kurumsal yapılanmaya ihtiyacı var.

Hiçbir standart yok. Bugün bakıyorsunuz bir ilimizde afet oluyor, bir ilimizde deprem oluyor, başka ilimizde sel oluyor.

Hangi mağdura hangi şartlarda nasıl yardım edileceğiyle, nasıl destek verileceğiyle ilgili elde bir kurallar listesi yok.

Bir ilde deprem oluyor herkes Sayın Erdoğan’a bakıyor. Bakalım ne verecek diye. Bir başka ilde sel felaketi oluyor. Dur bakalım cumhurbaşkanı burada bize ne dağıtacak diye.

Değerli arkadaşlar,

84 milyonluk bir ülke. Dünyanın en büyük 21. ekonomisi olan bir ülke böyle yönetilmez.

Afetlerle ilgili mutlaka açık, şeffaf bir süreç işlemesi lazım. Hasar tespitlerine bakıyorsunuz büyük bir belirsizlik var.

Biraz önce dernekte bir vatandaşımız “benim oturduğum bina az hasarlı olarak tespit edilmişti” dedi. Daha sonra yeniden rapor düzenlendi. Ağır hasarlı olduğu ortaya çıktı dedi.

Ben İzmir’e o ilk depremden sonra geldiğimde de burada basın mensuplarıyla toplandığımızda söyledim. Bu hasar tespit çalışmaları mutlaka tarafsız, bağımsız otoriterler tarafından yapılması gerekiyor.

Siyaset işin içine girdiğinde hasar tespitleri adil, objektif yapılmıyor. Kimin işine ne geliyorsa o yönde raporlar zorlanabiliyor. Bu çok yanlış.

Burada mesele can meselesi. Bir bina ağır hasarlı mı orta hasarlı mı az hasarlı mı bunu gerçekten teknik, tarafsız, bağımsız bir çalışmayla ortaya konması lazım.

Ancak ondan sonra hak sahipliğinin ortaya çıkması lazım. Depremlerden önce hazırlık çok önemli bir konu. Depreme hazırlıklı olmak yani güçlendirme.

Gerçekten zayıf binalarla depreme hazır binaları tespit edip, zayıf binalarla ilgili bir an önce hızlı bir şekilde dönüşüm programlarını başlatabilmek.

Bu işin olmazsa olmazı. Biz şu andaki hükûmete defalarca çağrı yaptık.

Dedik ki, Kanal İstanbul diye tutturuyorsunuz, dünyanın parasını oraya harcayacaksınız, tabi kaynak bulurlarsa, eğer kaynak bulursanız dedik bir an önce önceliği şu depreme hazırlığa ayırın.

Bir an önce önceliğiniz deprem karşısında kırılgan olan en zayıf olan binalardan başlayıp, ülkemizi bir an önce depreme hazır hale getirin dedik.

Fakat öncelikleri başka. Kanal İstanbul deyince büyük bir rant görüyorlar.

Ne diyor Sayın Erdoğan? Oraya 500 bin kişilik şehir yapacağız diyor. 500 bin konutluk proje.

Kanal İstanbul’dan çünkü gördüğü beklentisi o. Kanal İstanbul’un önceliklendirme sebebi de o. Bir an önce imar planları, bir an önce rant.

Oysaki ülkemizin çok daha acil ihtiyaçları var. Kanal İstanbul’un acelesi yok.

Her türlü analizi yapılır her türlü etki analizi yapılır gerektiğinde bütün o analizler, raporlar olumlu çıkarsa düşünülür ama bugünün projesi değil, bugünün işi değil.

Bugün memleketin acil ihtiyaçları var.

Bakıyoruz, deprem yönetimiyle ilgili deprem öncesi hazırlık, deprem sırasındaki çalışmalar ve deprem sonrası hasar tazminatı, telafi çalışmalarının tamamı dönüyor dolaşıyor ülkenin ekonomik gücüyle alakalı.

Ekonomik gücünüz varsa depreme kaynak ayırabiliyorsunuz. Ekonomik gücünüz varsa hasar tespiti ve tazminatı konusunda çok daha rahat hareket edebiliyorsunuz.

Eğer ülkenizde enflasyon düşükse yeni yapılacak yapılar çok daha ucuza mal olabiliyor. Ülkenizde faizler düşükse kredi mekanizmaları çok daha insani biçimde çalışıyor.

İşte biraz önce vatandaşlarımız ne dedi. 200 bin liralık bir kredi için ayda tam 3 bin 500 lira taksit ödememiz gerekecek dedi.

Avrupa’nın en yüksek faizi Türkiye’de. Yüzde 19 olan Merkez Bankası faizini geçen ay yüzde 18’e indirdiler. Yüzde 18’e inmesi hazinenin borçlanma faizlerinin tam 2 buçuk puan artmasına sebep oldu.

On yıllık hazine tahvillerinin faizi yüzde 17 buçuk iken tam yüzde 20’ye çıktı.

Dolar kuru 8,30’dan 9,30’a çıktı. Zannediyorlar ki biz talimat verirsek, MB faizi indirirse bu ülkede faizler inecek.

Siz bu kafayla bunu rüyanızda görürsünüz. Yapamazsınız.

İşte bugün MB saat 14.00’te karar verecek. Faizi sabit mi tutacak, indirecek mi? Faizi sabit tutsa zaten Avrupa’nın en yüksek faizi. Yüzde 18.

Bu ne kadar daha devam edecek? Faizi indirse döviz kuru atakta bekliyor hemen inerse kur artacak.

Sabit tutarsa belki kur bir miktar daha sakin seyredecek. Yani kötülerden birini seçmek zorunda hükûmet şu anda.

Hükûmet diyorum çünkü MB’nin bağımsızlığı falan kalmadı. Hükûmet bakalım yüksek faizi mi tercih edecek, yüksek kuru mu tercih edecek. Bunu bugün saat ikide açılanacak MB’nin kararıyla öğreneceğiz.

Bu iki kötüden birini tercih etmek zorunda kalmak var ya sadece ve sadece kötü yönetimin bir sonucu. Başka bir şey değil. Bilmiyorlar.

İnanın bilmiyorlar. Ya bu ülkede kurun da faizin de enflasyonun düşmesinin, makul seviyelerde seyretmesinin tek yolu var o da güven. Sizin güveni oluşturmanız gerekiyor.

Bunu anlayamadılar. Yani 20 yıldır ülkeyi yönetmeye çalışan bir iktidarın bunu hala anlamamış olması neden biliyor musunuz?

Çünkü işini bilen, ehil ve dürüst kadrolar artım devlet kademesinde çok azaldı. Ortak akıl yok, istişare yok.

Bunlar olmayınca ekonomide çözüm üretemezsiniz. Öncelikle ehil ve dürüst kadronuz olacak.

Her bir üst yönetime koyduğunuz insanların hem işinin ehli olması gerekecek hem de dürüst olması gerekecek.

Ortak akılla istişareyle hareket etmeniz gerekecek. Başka türlü mümkün değil. Yapamazlar. Asla başarılı olamazlar.

Sadece ve sadece ekonomide doğruları yapmak bile bugün artık Türkiye’nin ekonomisini düzeltmez. Kurtarmaz. Mümkün değil.

Çünkü ekonomi dediğiniz alan bir temele oturur. Bunu temelinde hukuk vardır, adalet vardır, demokrasi, özgürlükler vardır.

Siz hukukun üstünlüğü ilkesini yerle bir ettiyseniz siz ülkede hukuki güvenlik bırakmadıysanız, sözleşme hukukuydu, mülkiyet hukukuydu bunların hepsini yerle bir ettiyseniz bunun üzerine bir ekonomi inşa edemezsiniz.

Önce dönüp o zemini sağlamlaştırmanız gerekir. Öyle bir ülke düşünün ki ülkenin cumhurbaşkanı kendisini anayasayla bağlı hissetmiyor. Anayasada yazan bir yemin metni var. Ne diyor yemin metninde?

Görevimi tarafsızca yapacağıma yemin ederim diye göreve başlıyor. Şu anda ülkeyi yöneten Sayın Erdoğan’ın tarafsızca görevini yaptığını kabul etmek mümkün mü?

Böyle bir şey var mı? Uymuyor anayasaya. Anayasa Mahkemesi karar alıyor, ‘Uymuyorum’ diyor, ‘Saygı duymuyorum’ diyor. Anayasa Mahkemesi karar alıyor, alt mahkeme bu karara uymuyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı alt mahkemeye destek atıyor, ‘Uymayabilir’ diyor.

Siz bu hukuksuzlukla, hukuka uymayan bu zihniyetinizle bu ülkenin ekonomisini asla düzeltemezsiniz, düzeltemeyeceksiniz; bu kesin. Ya Merkez Bankası ne yapsın? Merkez Bankası şimdi tek kolu kırılmış, tek kolla mücadele etmeye çalışan yalnız bir kurum.

Tek kolu kırılmış çünkü rezervler düşmüş -52 milyar dolara. Merkez Bankasının en önemli iki aracı biliyorsunuz; bir döviz rezervi vardır bir de faiz politikası vardır, en önemli iki aracı budur. Döviz rezervleri -52’ye düşmüş, bitti. Yani artık döviz satışıyla müdahale ederek kuru kontrol etme imkânı yok, bitti, sıfırlandı. Geriye kaldı bir tek faiz.

Ülkedeki bütün hukuksuzluğun, bütün yanlışların, ekonomiyle ilgili bütün hataların telafisini Merkez Bankasının sadece ve sadece faiz politikasıyla düzeltmesi, toparlaması mümkün değil. Faizi indirse de boş, bindirse de boş, sabit tutsa da boş.

Hiçbiri işe yaramayacak, hiçbirisi. Merkez Bankasının bu ülkede öncelikle bağımsız olması lazım. Sadece ve sadece fiyat istikrarını önceleyen bir tutum elde etmesi lazım. Ve sadece Merkez Bankasının değil diğer bütün ekonomiyle ilgili kurumların aynı program, aynı hedef için çalışıyor olması lazım. Aksi hâlde mümkün değil.

Ekonomi iyi gittiğinde Sayın Erdoğan ne diyor? ‘Ben ekonomistim’ diyor. ‘Benim alanım ekonomi’ diyor. Kötü gittiğinde Merkez Bankası Başkanı’nı değiştiriyor, Para Politikası üyelerini değiştiriyor. Mevsimlik işçiye döndü ya Merkez Bankası Başkanı. Biri geliyor biri gidiyor, biri geliyor biri gidiyor.

Kanunda yazıyor; 4 yıl, 4 yıl. Kanunda ‘4 yıl’ denen, 4 yıllığına atanan bir Merkez Bankası Başkanı’nı siz 3 ayda, 4 ayda görevden alıp başkasını koyarsanız o Merkez Bankası Başkanı’nın söylediğine, lafına hiç kimse itibar etmez. Şimdi Merkez Bankası Başkanı çıkıyor, konuşuyor; ‘Şöyle böyle yapacağız, bunu böyle yapacağız.’

Ya senin yarın görevde olacağının garantisi yok ki. Belki yarın gideceksin. Ne söylesen boş. Sorun orada. Bağımsızlık nasıl oluyor? Atıyorsunuz 4 yıllığına ki bizim dönemde 5 yıldı. Daha sonra bunu 4 yıla indirdiler, bizden sonra. Biz 5 yıl şöyle bir önünü görsün istiyorduk Merkez Bankası başkanlarının. 5 yıldı, şimdi 4 yıla indirdiler ama hiç olmazsa 4 yıl bir sabredin ya.

O göreve gelenler bir söz versinler, bir sözlerini tutsunlar. Biraz itibar kazansınlar. Asla. Buna izin verilmiyor. Ve hele hele göreve gelen kişiler de hükûmetin, Cumhurbaşkanı’nın yanlışlarının peşine düştüklerinde Merkez Bankası Başkanı olan, Para Politikası Kurulu üyesi olan kişiler Cumhurbaşkanı’nın yanlış talimatlarına mazeret üretme, kılıf giydirme, gerekçe uydurma derdine düştüklerinde var ya o kurum bitmiştir arkadaşlar, bitmiştir.

Ya sen konuşmak zorunda değilsin, yanlışı savunmak zorunda hiç değilsin. O temsil ettiğin kurumun hiç olmazsa şu azıcık da kalmış olan, o düşmüş olan, azalmış olan itibarını bari korumaya çalış. Onu da yapmıyorlar, onu da yapmıyorlar. Herkes bir hesap içinde, herkes. Ama hiç kimse vatandaşın hesabının peşinde değil. Herkes kendi hesabının peşinde. Yazıktır günahtır ya.

Bu ülke sürekli fakirleşiyor, sürekli yoksullaşıyor. Emekli maaşıyla bir ailenin sadece ve sadece artık gıda giderlerini bile karşılaması mümkün değil bu ülkede arkadaşlar ya. Böyle bir şey olur mu? Ve bunun tek bir nedeni var; o da kötü yönetim. Başka bir şey değil. İş bilmezlik. Başka hiçbir sebebi yok.

Şu anda ülkeyi yönetenler, değerli arkadaşlar, maalesef işlerini bilmiyor. Biliyorum zannediyorlar. Ve bu iş bilmezlik yüzünden, bu şahsi, siyasi hırslar yüzünden ülke her gün kaybediyor. Maalesef bugün de kaybedecek. Yarın da kaybedecek. Üzülerek söylüyorum, bu ülkenin bir vatandaşı olarak üzülerek söylüyorum.

Bugün ya yüksek faiz olarak kaybedecek ya yüksek kur olarak kaybedecek. Kur arttığı zaman A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Bu ülkenin çiftçisi mazotu daha pahalı alıyor. İşte mazot fiyatları benzin fiyatlarını geçti ya. ÖTV’yi sıfırladıkları hâlde.

Bundan sonra kurda veya petrol fiyatlarında olacak her türlü dalgalanma direkt Türkiye’de mazot fiyatını, benzin fiyatını vuracak. Doğal gaz deseniz öyle. Bu ülkenin elektriğinin en önemli üretim kaynağı doğal gaz. Doğal gaz fiyatı arttığı zaman elektriğe zam kaçınılmaz. Kur arttığı zaman gübre fiyatı artıyor. Kur arttığı zaman yem fiyatı artıyor. Kur arttığı zaman tohum fiyatı artıyor, ilaç fiyatı artıyor, A’dan Z’ye her şeye zam geliyor, her şeye.

Ve gerçekten şu anda ülkemiz çok derin bir ekonomik krizin içinde. Ama değerli arkadaşlar bakın, her ne kadar şu anda bu kriz derin bir krizse de her ne kadar bu hükûmetin ülkeyi bu krizden çıkartma imkânı, ihtimali yoksa da yine de biz şuna güveniyoruz; bu ülke ehil insanlar tarafından yönetildiğinde, dürüst insanlar tarafından yönetildiğinde çok çabuk ayağa kalkar.

Türkiye’nin buna gücü yeter. Bu ülkenin potansiyeli buna müsait. Yeter ki yetki doğru ellerde olsun. Yeter ki hukuk ve adaleti önceleyen bir yönetim zihniyeti olsun. Yeter ki planlı, programlı çalışılsın. Şeffaf olunsun, hesap verebilir bir zihniyetle çalışılsın. Hepsi mümkün. Nasıl 2001-2002 krizini çözdüysek, nasıl 2008-2009 krizini çözdüysek bu krizi de inşallah biz çözeceğiz, biz; başkası değil. Biz çözeceğiz.

Bizim hedefimiz çok net:
Biz bu topraklarda eşit vatandaşlığı hayata geçirmeyi hedefliyoruz.

Biz, hiç kimsenin, yaşam tarzı, inancı, etnik kimliği, dili, cinsiyeti nedeniyle ötekileştirilmediği bir Türkiye hayal ediyoruz, hiç kimsenin.

Her bir vatandaşımızın eşit vatandaş ve birinci sınıf vatandaşı olduğu bilinciyle biz hazırlanıyoruz.

Devletin her bir vatandaşına eşit yakınlıkta olması gerektiğini, fırsat eşitliğinin olması gerektiğini savunuyoruz.

Kamuda işe alımda, yükseltmelerde, üst düzey görevlerde kişilerin ne etnik kökenine ne memleketine ne dinine ne mezhebine asla bakılmaması gerektiğini söylüyoruz, asla. Bu ülkenin vatandaşı mı? Hak ediyor mu? O’na hakkını vereceksin. Devletin varlık sebebi adalet ya. Adalet sadece yargının hızlı ve tarafsız çalışması değil arkadaşlar. Adalet aynı zamanda sosyal adalet, fırsat eşitliği. Öğrencilerimizin okurkenki fırsat eşitliği. Gençlerimizin iş ararken ki fırsat eşitliği. Gençlerimizin çalışırken fırsat eşitliği. Adalet çok geniş bir kavram.

Toplumun adalete, hukuka, eşitliğe susamış bütün kesimlerinin, eşit söz hakkına sahip olacağı bir Türkiye’yi hedefliyoruz şu anda.

Çünkü bu ülkenin insanları, eğitimde, sosyal yardımlarda, iş hayatında, hukukta, eşit vatandaşlık ilkesini görmek istiyor.

Aidiyet hissi böyle oluşuyor. ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıyım’ diye böyle göğsünü gere gere, alnı açık bir şekilde insanlarımızın söylemesi ancak bu aidiyet hissinin güçlü olmasıyla mümkün.

Bu ülkenin insanları, hangi ailede, hangi gelir grubunda, hangi dilde, hangi dinde doğarsa doğsun, hayatın her alanında eşit fırsatlara sahip olmayı hak ediyor.

Bugün, özellikle eğitimde fırsat eşitliği tamamen yitirilmiş durumda.

Maddi durumu iyi olan ailenin çocuklarıyla, maddi durumu zayıf olan ailenin çocukları arasında eğitim makası iyice açılmış durumda.

Herhalde Cumhuriyet tarihinde bu makas hiç bu kadar açılmamıştı, hiç bu kadar açılmamıştı. Eskiden güçlü Anadolu Liseleri vardı, Fen Liseleri vardı. Yoksul ailelerin çocukları da oralara gidip oralardan en iyi üniversiteleri kazanabilirlerdi. En iyi üniversiteleri kazanıp oralarda okuyabilirlerdi. Şimdi öyle bir şey kalmadı. Mümkün değil.

Yani maddi imkânları sınırlı bir ailenin çocuğunun iyi bir üniversiteye hazırlanması ve kazanması artık neredeyse hayal oldu bu ülkede. Yazıktır günahtır. Hatırlayacak olursanız 2013 yılında, yani bizim millî gelirimizin 12.500 dolarlık zirveye ulaştığı yılda ben sık sık orta gelir tuzağından söz etmeye başlamıştım, orta gelir tuzağı.

12.600 dolarlık bir limit vardı Dünya Bankası’nın. O limiti geçince ülkeler yüksek gelir grubuna giriyordu. Biz de 12.500’e geldik. Yani 100 dolar daha artsa millî gelirimiz artık orta gelir değil yüksek gelir grubuna giriyorduk. O gün için. Tabii şimdi o limitler yükseliyor. Ve o günlerde yani yüksek gelire girmemize 100 dolar kala ben sık sık orta gelir tuzağından bahsettim. Dedim ki; ‘Eğer hukukta ve eğitimde gerekenler yapılmazsa bu ülke orta gelir tuzağına düşecek’ dedim.

Ve ben öyle dedikçe ne dediler biliyor musunuz? ‘Ya niye böyle konuşuyorsun? Niye milletin moralini bozuyorsun? Bak, her şey gayet güzel. Gittin IMF’e borcun son taksitini ödedin. 2013’ün Mayıs’ında. Onlarca yıldır 19 tane Stand-By anlaşması yapılmış, hiç kimse IMF’e borcu sıfırlayamamış. Çok şükür 2013’ün Mayıs’ında bunu da yaptık.

12.500 dolarlık millî gelire de ulaştık. Sen niye milletin moralini bozuyorsun?’ diyorlardı bana, Sayın Erdoğan dahil. Ben de diyordum ki; ‘Ya buraya geldik ama bundan ötesi artık hukukla, eğitimle olacak. Yoksa mümkün değil.’ Bir ülkenin potansiyeli vardır, potansiyeli. O potansiyele ulaşırsınız ama onun ötesine geçmek yani potansiyel büyümenin artması için eğitimden başlamanız gerekiyor, yüksek teknolojiden, yüksek katma değerden başlamanız gerekiyor. Bir bilgi toplumu olmanız gerekiyor.

Ancak yüksek katma değerli üreterek, ihraç ederek, kazanarak millî gelirimizi arttırmamız gerekiyor. Bu da yatırımla oluyor. Büyük yatırımların Türkiye’de gerçekleşmesinin tek yolu uzun vadeli öngörülebilirliktir. Ben iş dünyamızı yakından tanıdığımızı düşünüyorum. Kendim de iş dünyasından gelen bir arkadaşınız olarak, aynı zamanda hükûmetteki görevlerim sırasında kendi iş dünyamızı iyi anladığımı düşünüyorum.

Bakın hangi şirket olursa olsun, hangi yatırımcımız olursa olsun; diyelim ki bir yatırımcımız var, 500 milyon dolarlık, 1 milyar dolarlık bir yatırımı var şu anda. Şöyle bir ışık görsün, Türkiye’nin artık düzeleceğine dair bir kanaat getirsin, ‘Artık burada hukuk var, benim hukukum, mülkiyet hukukum sağlam. Haksız rekabete uğramam bu ülkede. Yargıya işim düşerse hızlı ve kolay çözülür’ desin, her bir yatırımcımız, ben yürekten inanıyorum ki 500 milyon dolarlık yatırımına bir 500 milyon dolar daha ekler, 1 milyar dolarlık yatırımına bir 1 milyar dolar daha ekler. Rahat yapar bunu.

Bizim insanımız, bizim girişimcimiz bu cesarete ve özgüvene sahip. Yeter ki memleketine güvensin. İşte ‘İşsizlik’ diyoruz, değil mi? ‘İşsizlik’ diyoruz. Niye işsizlik var? Yeterince yatırım olmuyor da onun için var. Yeterince yatırım olsa, hızlı bir şekilde iş imkânları olsa memlekette işsizlik olmaz. İyi bir eğitimle, iyi bir mesleki eğitimle gerçekten ülkemizin ekonomisinin ihtiyacı olan bir iş gücü yetişse, işsizlik sorunumuz bu kadar büyük olmaz.

Kaç yerde karşılaşıyoruz gençlerimizle. ‘Üniversiteden mezun oldum’ diyor, ‘Ben sağlıkçıyım’ diyor. ‘Üniversite kontenjan açıyor. Ben işaretledim, kazandım, mezun oldum ama bu alanda Sağlık Bakanlığı eleman almıyor’ diyor. Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin yaklaşık dörtte üçü devlet tarafından veriliyor. Madem sizin, devlet olarak, herhangi bir branşta elemana ihtiyacınız yok niye dönüp de üniversitede o kontenjana, hâlâ o bölüme öğrenci alıyorsunuz?

Tamamen plansızlık, programsızlık. Başka bir şey değil. Hukuk ve eğitim. Bakın orta gelir tuzağına düşmüş olmamızın en önemli sebebi, hukukta ve eğitimde gerekenin gerektiği zamanda yapılamaması. Bu iki alan Türkiye’nin âdete ayaklarında şimdi pranga. Türkiye koşmak istiyor, hukuk ve eğitim zayıf olduğu için Türkiye koşamıyor.

Hatta maalesef millî gelir de aşağıya doğru düşüyor. İşte geçen sene millî gelir 8bin küsur dolar. Hükûmetin yeni 2023 hedefi ne kadar biliyor musunuz? Orta vadeli programda açıkladılar, bir ay önce. 2023 hedefi; 10.700 dolar. Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı orta vadeli programda 2023 hedefi 10.700 dolar. Ya biz 2008’de 11.000 doları geçmiştik, 2008’de. Yani bizim 2008’de geçtiğimiz millî gelire 2023’te bile ulaşamayacaklarını kendileri şu anda ilan etmiş durumda. Yazıktır.

Onun için değerli arkadaşlar, bu iki alana çok önem vermemiz gerekecek. Yoksa Türkiye için hayal. Hukukta ve eğitimde gereken yapılmadıkça orta gelirli bir ülke olmaktan Türkiye asla çıkamaz, asla. O yüksek gelirli ülkeler grubuna giremeyiz. Gerçekten eğitim çok önemli arkadaşlar.

Bakın arkadaşlar, gençlerimizin iyi bir dil eğitimine ihtiyacı var. Bırakın devlet okullarını pek çok özel okulda dahi nitelikli ikinci dil eğitimi verilmiyor bu ülkede.

Gençler mutsuz, yarınlarından endişeliler.

Aileler mutsuz, çocuklarının yarınlarından aileler endişeli.

Soruyorsunuz annelere-babalara, %70-80’i ‘Fırsat bulsa da kızım/oğlum bir başka ülkeye gitse orada okusa, orada çalışsa’ diyor. Gençlere sorduğumuzda zaten durmak isteyen kimse yok gibi bir şey, imkânı olan, fırsatı bulan hemen kaçıp gidiyor.

Kalan ise mutsuzluk içinde yaşıyor.

Bu ülkenin birbirinden renkli, güzel insanları gerçekten böyle bir mutsuzluğu hak etmiyor, hak etmiyor.

Geçtiğimiz gün meşhur bu MacBook, bilgisayar fiyatları açıklandı.

Değerli arkadaşlar, 40.000 lira fiyat, bugünkü fiyat, bugünkü kurlarla çarptığında öyle çıkıyor.

Normal ülkelerde bilgisayar gençler için lüks değil. Ama ülkemizdeki fiyatlar öyle pahalı ki, gençler artık hayal ediyorlar, alabilmeyi hayal ediyorlar ancak. Mümkün değil.

Bugün Amerikalı bir gencin, ortalama bir gelir seviyesiyle alabildiği bir bilgisayarı, Türkiye’de 40.000 liraya piyasaya çıkartmak zorunda, tam 40.000 lira.

Düşünebiliyor musunuz, tam 40.000 lira.

Ama değerli arkadaşlarım bakın, gençlerimiz bırakın öyle bilgisayar almayı falan, en önemli dertleri şu an; bir, barınmak; iki; gıda ihtiyacını temin edecek bir harçlık. Türkiye’de gençler en temel iki ihtiyaca şu anda hapsolmuş durumda. Barınacak yer arıyorlar. Ve günlük gıda ihtiyaçlarını karşılayacak bir harçlık derdindeler. Gençler “barınamıyoruz” diyor. “İşsiziz” diyor.

Bakın geçenlerde bizim YouTube videolarımızın birisinin altına bir gencimiz şunu yazmış, 30 küsur yaşlarında, diyor ki; ‘Sayın Babacan’ın Ekonomi Bakanlığı döneminde’ diyor, ‘Ben bir ay mısır tarlasında çalıştım’ diyor, ‘Ve o bir ay mısır tarlasında çalışarak elde ettiğim yevmiyeyle gittim en son model PlayStation aldım’ diyor. Bakın, bir aylık mısır tarlasında çalışarak en son model PlayStation.

Bugün bir doktorun aylık maaşı yetmiyor ya. Bir oyun konsolu, iyisinden bir oyun konsolu almaya bir doktorun bir aylık maaşı yetmiyor. Ülkenin satın alma gücü, vatandaşlarımızın satın alma gücü nerelere düştü, görüyorsunuz.

Batılı, Japon, Koreli, Singapurlu gençler, yeni dünyanın yarınlarının tasarımlarını yaparken, bizim ülkemizin gençleri “Karnımı nasıl doyururum, bu gece nerede yatarım?” derdinde ya, yazık değil mi bu ülkenin insanlarına?

Amerika’daki, Avrupa’daki, Asya’daki gençlerle, ülkemizdeki gençler arasındaki fark ne biliyor musunuz arkadaşlar?

Bizim gençlerimiz, kötü yönetimin, kötü uygulamanın sonucunu yaşıyorlar o kadar .

Elin batılısı, Asyalısı, bizim gençlerimizden daha zeki, daha kabiliyetli de onun için mi daha iyi hayat yaşayabiliyorlar?

Hayır.

Daha çalışkanlar da bu nedenle mi insan onuruna yaraşır hayatlar yaşayabiliyorlar?

Hayır. Bizim gençlerimiz de en az onlar kadar akıllı, en az onlar kadar zeki, en az onlar kadar çalışkan. Ama onlara sunulan imkânlar daha fazla. İmkân meselesi bu.

Aradaki fark, nitelikli eğitime erişim arkadaşlar, nitelikli eğitime erişim. Ve aradaki fark teknolojiye erişim.

Aradaki fark, o ülkenin parasının satın alma gücü. Şu andaki iktidar ikide bir ‘Millî, yerli’, ‘Millî, yerli’ diyor değil mi?

Ağızlarından hiç düşürmüyorlar bu kelimeyi. Ben şimdi onlara soruyorum: Buy ülkenin yerli, millî parasını pul etmek yerlilik midir, millîlik midir diye soruyorum.

Bir ülkenin parasının, o ülkenin itibarı, bağımsızlığı ve gücü olduğunu Sayın Erdoğan paradan altı sıfır attığımız dönemde göğsünü gere gere anlatıyordu.

Diyor du ki, ‘Paranın itibarı ülkenin itibarıdır’. ‘Güçlü para bağımsızlıktır’ diyordu. Evvelsi gün Ankara’da Kahramankazan’daki kongremizde onun videolarını gösterdik. Bunu söylüyor. Peki şimdi ne oldu?

Parası pul olan bir ülkenin artık itibarından söz edilebilir mi? vatandaşlarının satın alma gücü her gün düşen, en temel ihtiyaç maddelerini bile karşılamakta zorluk çeken vatandaşların olduğu bir ülkede itibardan söz edilebilir mi?

Değerli arkadaşlar,

Bakın, bizim gençlerimizle, Batılı, Asyalı gençler arasında bir başka önemli fark daha var. O nedir? Özgürce düşünme ve düşündüğünü ifade edebilme. Bu da çok önemli.

Geçen sene bir uluslararası uçuşta yanıma bir genç oturdu. Dedi ki ‘Benim hem Silikon Vadisi’nde şirketim var hem de İstanbul’da şirketim var.’ ‘Ben teknoloji üretiyorum’ dedi.

Fakat dedi ‘Gidiyorum San Francisco’ya uçaktan iniyorum, indiğim anda zihnime yeni fikirler geliyor, doğru şirketime gidiyorum hemen yeni projelerime başlıyoruz. Geliyorum İstanbul’a, İstanbul’daki işlerimi takip etmek için havaalanından iniyorum, taksiye biniyorum birden sanki zihnim duruyor, aklıma yeni bir şey gelmiyor bu ülkede’ dedi.

Bunu diyen genç bir teknoloji girişimcisi arkadaşımız. Bu ülkenin iklimi beni boğuyor dedi. Ben burada nefes alma zorluğu çekiyorum dedi. İşte değerli arkadaşlar, aradaki fark bu.

Aradaki fark, bu ülkedeki gençlere katma değer üretme fırsatını vermeyen, onların özgürlüklerini kısıtlayan zihniyettir.

Teknolojiye, dil eğitimine, nitelikli eğitime önem vermeyen bu iktidar, gençlerin yarınlarını karartıyor.

*****
Ama değerli arkadaşlarım,
Bu bir kader değil. Biz tüm bu kötü tabloyu değiştireceğiz.

Dert, tasa dolu gözler umut dolana kadar, boş kaynayan kazanlar aş dolana kadar, makamlar liyakatli kadrolara kavuşana kadar, vatandaşın yüzüne kapanan kapılar açılana kadar buradayız, hep beraberiz.

Gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği bir Türkiye’yi inşa edene dek yan yanayız, hep beraberiz.

Çünkü biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Bayraklı’nın DEVA’sı var, İzmir’in DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı var. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.