Samsun 1. Olağan İl Kongresi
DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri,
Samsun il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,
Sevgili Samsunlu gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Samsun teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.
***
Bugün sizlere,
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının, tütün iskelesinden attıkları o “ilk adım”la Millî Mücadeleyi başlattıkları Samsun’dan sesleniyorum.
***
Değerli arkadaşlar,
Ülkemiz şu an çok derin bir yönetim krizi içinde.
Biliyorsunuz ülkemiz 2018’den beri, adına Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi denen, ancak aslında tam bir sistemsizlik olan sürecin içinde.
2018 öncesinde başlayan sorunların üstüne, bir de bu sistemsizlik eklenince, her alanda krizlerin derinleştiği günler geçiriyoruz.
Ülkemiz sadece ekonomide değil, adalette, eğitimde, sağlıkta, dış politikada, güvenlikte, tüm bu alanlarda derin bir krizden geçiyor.
Gelinen noktada Türkiye “çoklu bir sistem krizi” yaşıyor.
Bu durum âdeta bazı hastalarda görülen çoklu organ yetmezliğine benziyor.
Partili cumhurbaşkanlığı yönetimindeki tıkanma, hukuk ve kamu yönetim sistemine, oradan da ekonomiye yansıyor.
Dış politikada ülkemiz itibarını, sözünün gücünü önemli ölçüde yitirdi.
Diplomasiyle çözülebilecek pek çok sorunu, kavga ile, şahsileştirilmiş yaklaşımlarla çözmeye çalışan; hatta çatışmadan beslenen, düşmanlıklardan beslenen bir yönetim zihniyeti var.
Ülkemiz dış ilişkilerde gerekli gereksiz pek çok polemik ve kavganın içine sokuldu.
Ne zaman içeride işleri zora düşse, gidip başka ülke liderleriyle kavgaya tutuştular. “Ey!” diye naralar attılar.
İçerdeki sorunları örtmenin, problemleri öğretmenin bir yolu ile aslında bu dışarıda düşman arayışını gerçekleştiriyorlar.
Bakın, özellikle dikkatinizi çekiyorum. Bunların çoğu öyle ülke çıkarları için, vatandaşların hakları için falan yapılmıyor.
Hatta ve hatta çoğu zaman bu olanlar bizim diğer ülkelerde yaşayan vatandaşlarımıza da zarar veriyor.
Ama umurlarında değil. Bakın geçtiğimiz gün Ağrı’nın İran sınırına 81 kilometrelik duvar yaptıklarını söylediler. Zaten Suriye sınırımızdaki 800 küsur kilometrelik duvarı da geçtiğimiz aylarda tamamladılar.
Dış politikayı, diplomasiyi rafa kaldırdıkları için, güvenliği ancak sınırlar boyu duvarlarla sağlamaya çalışıyorlar.
Böyle bir şey olabilir mi? Biz vaktiyle dış ilişkileri yönetirken komşularımızla iyi ilişkileri esas aldık. Bırakın duvar örmeyi, serbest dolaşımı hedefledik.
Dedik ki “Bütün bu coğrafyada, Türkiye’nin bütün komşularıyla insanlar rahat hareket edebilmeli. Ürünler serbestçe hareket edebilmeli. Sermaye serbestçe hareket edebilmeli. Fikirler serbestçe hareket edebilmeli.” Hatta dedik ki “Bu sınırlar gittikçe anlamsızlaşmalı.” Yıllarca “kazan kaza” üzerine bir dış politikayı uyguladık.
Hatırlayın, o günlerde hem üretimimiz hem de ihracatımız hızla arttı. Ülkemizin refahı arttı. En çok da sınır illerimiz istifade etti bundan.
Ama şimdi uygulanan bu yanlış politikalarla ülkemiz daha da içe kapanıyor.
Ülkemiz komşularımızdan da kopuyor, dünyadan da kopuyor. Bunun sonucunda da sürekli fakirleşiyor.
Bakın, geçtiğimiz günlerde sanki senelerdi Avrupa’yla kavga eden kendileri değilmiş gibi, “Kendimizi Avrupa’da görüyoruz” dediler.
Hayırdır!
Siz daha düne kadar, haç-hilal deyip işinize geldiğinde vatandaşlarımızın dini duygularını istismar ederken, nasıl oldu da birden Avrupa hedefi tekrar hayallerinizi süslemeye başladı?
Ne oldu? Haç-hilal derken Türkiye’nin geleceğini hangisinde gördünüz. Bunu bir izah edin bakalım eğer mesele haç-hilal meselesi ise. Tamamen dini duyguları istismar etmek üzere kurgulanmış bir siyaset çizgisinden bu ülke yıllardır çok çekiyor. Yazık, bu ülke bunu hak etmiyor.
Arkadaşlar, dış politikada öyle bir anda bakıyoruz “Bugün canım bunu istiyor” deyip, U dönüşleri yapılıyor, zikzaklar yapılıyor. Dış politika, dış ilişkiler böyle keyfilikle, şahsileştirilmiş yaklaşımlarla yönetilebilecek bir ana değil. Kimse kusura bakmasın.
Bunca senedir yaşananların, bunca senedir yapılan kavgaların bu millete ödettiği ağır bedeller ne olacak?
Buradan bugünkü iktidara sesleniyorum;
Siz iktidara daha dün gelmediniz. Avrupa’yla, NATO’yla, batıyla kavga eden; ülkeyi içe kapatan, tüm ülkeyi kendi şahsınızı merkeze alarak yöneten sizsiniz.
Bu zihniyet nedeniyle, ülkemizi yoksullaştıran da sizsiniz.
Şimdi cevap biz cevap bekliyoruz. Bütün bu yanlış politikalarınızın bedelini bu halk mı ödeyecek yine?
Bu milletin sırtına yüklediğiniz o maliyet ne olacak?
Türkiye Cumhuriyeti sizin deneme tahtanız, sizin deney laboratuvarınız değil. Bir Avrasya’ya gidelim olmadı kafayı duvara çarptık, tekrar Avrupa’ya dönelim. Bir de oraya da kafayı çarpalım dönelim başka yollar arayalım. Kusura bakmayın. Bu ülke deney laboratuvarınız değil. Hele hele, bu ülkenin vatandaşları sizin kobayınız hiç değil.
S-400 füzelerine milyarlarca dolar para verdiniz, kullanamıyorsunuz. F-35 savaş uçaklarına milyarlarca dolar para verdiniz, onları da alamadınız.
Hem milyarlarca doları kaybet, hem F-35’leri kaybet, hem de S-400’leri. Bu mu dış politika?
Bu mu güvenlik politikası? Bu mu millî çıkar?
Biz hep kazan-kazan ilişkilerine alışığız da fakat maalesef bu hükûmet bu millete kaybet-kaybet-kaybet nasıl oluyor onu da gösterdi. Yazık. Bu dış politika değil arkadaşlar, bu güvelik politikası da değil. Bu milli çıkar hiç değil.
Bu millete bir açıklama borcunuz var.
Hukuktaki, ekonomideki, dış ilişkilerdeki, güvenlikteki yanlışların bu millete ödettiği bedelle ilgili bir açıklama borcunuz var.
Sizin yanlışlarınız yüzünden bedel ödeyen bu millete söyleyecek iki çift lafınız yok mu?
Siz eğer bunu açıklamıyorsanız bu millet bunu bir kenara yazıyor hiç merak etmeyin. Bakın bugün Samsun’da cadde, sokak gezdik. Esnafımızı ziyaret ettik. İnanın her şeyi görüyor millet her şeyi. İnsanların konuşmadıklarına bakmayın. Öyle iyi görüyorlar, öyle iyi tespit ediyorlar ki ayna gibi her şey ortada. İstedikleri kadar basını susturmaya çalışsınlar. İstedikleri kadar kendi emirlerindeki basına durmadan farklı gerçek dışı haber yaptırsınlar. Hiç işe yaramıyor. Çünkü gerçekler uzun süre saklanmıyor. İllaki ortaya çıkıyor
Biz bunu kabul etmiyoruz! Doğmamış çocuklarımızı bile borçlandırdınız. Bu ülkenin vatandaşlarının alın teriyle kazandığı ve devletine ödediği vergileri çarçur ettiniz.
Hani eskiden vergiler için reklam yapılırdı, hatırlıyorsunuz değil mi? “Ödediğiniz vergiler yol, su, elektrik olarak size geri dönecek” denirdi.
Şimdi ne oluyor? Bizim o vergilerimiz nereye gidiyor?
Nereye harcanıyor ben küçük bir örnek vereyim. Ben ve arkadaşlarım hükûmetten ayrıldığım günde bu ülkenin toplam faiz ödemesi 53 milyar liraydı. Şu an bütçede yani gelecek yıl için görüşülen bütçede tam 179 milyar lira. Vatandaşımızın ödediği vergi artık yol, su, elektrik olarak dönmüyor. Nereye gidiyor? Faize gidiyor. Hani siz bir zamanların pırıl pırıl, tertemiz işinin bilen bürokratlarına faizci diyordunuz. Hani bunlar faiz lobisinin adamı diyordunuz. Ne oldu? Ne oldu da döndünüz Merkez Bankasına üç kere başkan değiştirdikten sonra faizleri arttırma talimatı verdiniz. Şu anda bizim Merkez Bankamız tüm dünyada en yüksek faizlerden birisini uyguluyor. Ne oldu? Arka arkaya görev yapan ve gerçekten bağımsız duran Merkez Bankası başkanlarını sürekli yıprattınız sürekli. Vatana ihanete kadar suçlamalarla geldiniz. Bazı bakanlarımızı mitinglerde yuhalattınız. Ne oldu? Bütün ipler şimdi sizin elinizde değil mi? Bütün kontrol tek bir kişinin elinde değil mi? Ne oldu da faizi arttırmak zorunda kaldınız. Bunu bir açıklamanız lazım. Bu kadar kolay değil.
Yani yakın akraba Bakan’ı ortadan kaybedelim, birkaç tane adamı değiştirelim
ondan sonra hiçbir şey yokmuş gibi yolumuza devam edelim. Öyle ucuz değil bu iş. Hesap vermek zorundasınız. Bu milletin ödediği bu bedelin hesabının vermek zorundasınız. Bu kadar çarşı, pazar, esnaf kan ağlarken, dükkânlar hem müşteri açısından boş hem de mal açısından boşken böyle hiçbir şey yokmuş gibi yolunuza devam edemezsiniz. Ha ederseniz bu millet bir gün gelir o sandık önüne konduğunda gayet güzel hesaplaşır sizinle, hiç endişeniz olmasın.
Değerli arkadaşlar,
Bugünlerde hükûmetin bizden duyup kopyaladığı bir cümle var biliyorsunuz. Şimdi biz partimizin kurulduktan hemen sonra sadece eleştirmiyoruz, tavsiyelerde de bulunuyoruz. Sadece şu yanlış, bu yanlış demiyoruz. Doğrusu bu diyoruz. Bakın alın bunu uygulayın diyoruz.
Partimiz kurulduktan tam yedi gün sonra ilk tavsiye açıklamamızı yaptık biliyorsunuz. 17 Mart’ta pandeminin ekonomi tarafında ne yapacaksınız, sağlık tarafında ne yapacaksınız madde madde tavsiyeler halinde yayınladık.
Arkasından Merkez Bankası para basınca, karşılığındaki dövizde bunlar yiyip bitirip Merkez Bankasının rezervlerini eksiye düşürünce bu sefer o kurdaki ilk atak geldi. Hemen bir açıklama daha yaptık. “Şunlara şunlara dikkat edin” dedik. “Şu adımları atın yoksa daha kötüye gider iş” dedik.
Cumhurbaşkanı çıkıp ne dedi? Beni de hedef alarak özellikle “Birde kalkmışta bana ders vermeye çalışıyor” dedi.
Demek ki işte ders vermek gerekiyormuş. Ne oldu? Yanlışta inat ettiniz, ısrar ettiniz ve en sonunda bir kur atağı daha geldi. Arkasından da ancak Merkez Bankasının faizini ta %15’e çıkararak şimdilik o da şimdilik göreceli bir durgunluk sağlayabildiniz kurlarda. Ondan sonra baktık ki bu akraba Bakan ortadan kaybolunca, birkaç da isim ekonomide değiştirilince açıklamalar değişti.
Biz partimizi kurulduğunda beri, ilk günden beri neler söylüyorsak baktık benzer cümleleri kurmaya başladılar. O cümlelerden biri de ne değerli arkadaşlar? Şimdi duyuyoruz hükûmetten, “Güven olmadan ekonomi güçlenmez” diyorlar.
Demek ki akılları yeni başlarına geliyor. Ama kopyalı öğrenci gibi işin aslını bilmeyince kopya çekip aynı cümleyi kullanınca ekonomi düzelmiyor.
Anlaşılan kopyasız hiçbir iş yapamayacaklar. Biz ders vermeye devam edelim bari.
Bakın, Türkiye’nin çevresinde istikrarsızlık hakim. Daha geçtiğimiz ay, hemen doğumuzda bir çatışma daha yaşandı. Güneyimizde yıllardır huzur bir türlü sağlanamadı. Batımızdaki Yunanistan ekonomik krizle boğuşuyor.
Türkiye; bu bölgede demokrasinin, özgürlüklerin doyasıya yaşandığı, örnek bir ülke olmak zorunda. Türkiye güven duyulan bir ülke olmak zorunda.
Güven yoksa, dış politikada sağlıklı ilişkiler geliştirilemez. Güven yoksa, sözünüz dinlenmez.
Güven yoksa, yatırımcı gelmez.
Güven yoksa, ekonomi büyümez, vatandaşın yüzü gülmez.
Biz DEVA Partisi olarak, dış politikadaki bu yanlışlara son vereceğiz. Dış politikayı gündelik kavgaların mecrası olmaktan kurtaracağız.
Ülkemizin hem bölgesinde hem de dünyada itibarlı konuma gelmesi için çalışacağız.
Kavgadan beslenmeyeceğiz. Sözümüzün gücünü artıracağız. Konuştuğumuzda tüm dünya Türkiye’nin sözüne kulak kabartacak.
Biz ülkemizin çıkarlarını korumak için öncelikle aklımızı kullanarak mücadele edeceğiz.
Böyle dürtülerle değil, duygularla değil, bir kişinin şahsını merkeze koyup da bütün dış ilişkileri ona göre düzenleyerek değil.
Biz, ülkemizin jeopolitik öneminin ve sorunlarının farkındayız. Bu nedenle düşman değil, dost kazanacağız
Dış ilişkileri iç politika malzemesi yapmayacağız.
İkili ilişkilerimizin gelişmesiyle, Samsun gibi liman şehirlerimizin ihracat merkezi olmasını, ülkemizin zenginleşmesini sağlayacağız.
En önemlisi de komşu halklarla mevcut dostluk ve akrabalık ilişkilerimizi geliştireceğiz.
Siyasi kavgalar yüzünden toplumlar arasındaki ilişkilerin zedelenmesini önlemek için çalışacağız.
Sevgili dostlarım, Demokrasi ve Atılım Partisi bunları yapmak için hazır. İşini bilen kadrolarıyla hazır.
***
Değerli arkadaşlar,
Ülkemiz günbegün daha da fakirleşiyor.
Günbegün yoksullaşıyor.
Halkımız pandemi öncesinde başlayan fakat pandemiyle daha da derinleşen ekonomik kriz nedeniyle açlık sınırında yaşıyor.
Türkiye’yi getirdikleri bu noktada, her üç kişiden biri işsiz veya atıl durumda.
Çarşı pazar enflasyonunu sorduğum zaman esnafa %30 diyen var, %40 diyen var, %50 diyen var. Daha TÜİK ‘in açıkladığı %11-12-13 gibi rakamlarını kimse söylemedi bana. Çarşı pazarda böyle bir enflasyon rakamı yok. Hatta ithal ürünlerde %100’e yakın %100 ü geçen artışlar var.
Vatandaşımız markete, pazara gittiğinde boş poşetlerle eve dönüyor.
Tabii onlara sorsanız enflasyon %10 küsur. Ama gerçek enflasyonu sokağa çıkan, pazara giden sizler çok iyi biliyorsunuz.
Emekliye, memura, sabit gelirliye maaş zammını da o açıkladıkları oynanmış oranlara göre yapıyorlar.
Oysa gerçek enflasyon almış başını gitmiş. Halkımızın satın alma gücü hızla geriliyor.
Değerli arkadaşlar,
Tekrar tekrar yaşanan döviz krizlerinden ve ekonominin dibe çakılmasından sonra bugünlerde hükûmet, “Güven olmadan ekonomi güçlenmez” diyor.
Şimdi diyorum ki, akılları belki de yeni başlarına geliyor, onu daha test edeceğiz ama söylediklerimizden kopya çekiyorlar. Anladılar mı anlamadılar mı? Öğrendiler mi öğrenmediler mi? Ders alıyorlar mı almıyorlar mı? Onu göreceğiz.
Güvenden bahsediyorlar... Evet, güven gerçekten çok önemli bir değer. Ancak, güveni sağlamak için ne yapmaları lazım?
Madem ders almak istemiyoruz diyorlar, haydi biz biraz da kopya verelim bari. Hazırsanız söylüyorum. Bakın size kopya veriyorum. Dikkatle dinleyin:
Enflasyonu olduğundan düşük açıklamak size güven kazandırmaz. Pandemi vaka sayılarını düşük açıklamak, size güven kazandırmaz.
Doğru haber yapan gazetecileri işten attırmak, doğruyu söyleyen sivil toplum kuruluşlarını hain ilan etmek, size güven kazandırmaz.
Suç örgütlerine, yasa dışı yapılara övgüler düzenlerle ortak olmak, onlara sahip çıkmak, size güven kazandırmaz.
Yargıyı siyasi etki altına alıp, mahkemelerin bağımsızlığını yok etmek, size güven kazandırmaz.
Anayasayı ihlal etmek, alt mahkemeye Anayasa Mahkemesinin kararına uymamasını telkin etmek, size güven kazandırmaz.
Bu toplumu kutuplaştırmak, bazı toplum kesimlerini öteki ilan etmek, düşman ilan etmek, size güven kazandırmaz.
Dış ilişkilerde herkesle kavgalı olmak, herkesi düşman ilan edip, sonra da yapayalnız kalmak, size güven kazandırmaz.
Evet, bugünlük bu kadar kopya yeter. Biraz da siz dersinizi çalışın artık.
“Ders almıyoruz” diyorlar ama bari şu olanlardan bir ders alsalar. Memleketin düştüğü durumdan ders alıp hatalarını düzeltseler. Ama bugüne kadar da bakıyoruz ekonominin en son dibe vuruşundan sonra da lafta bir şeyler var ama fiiliyat sıfır. Laf üretmekte fena değiller ama lafla da peynir gemisi yürümüyor. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”
Bakın, geçtiğimiz aylarda dünyanın büyük otomobil firmalarından birisi Türkiye’de fabrika açacakken vazgeçtiğini duyurdu. Bu yatırımla tam 4 bin vatandaşımıza istihdam sağlanması hedefleniyordu.
Neden vazgeçtiklerini de geçtiğimiz hafta şirket yetkilisi açıkladı arkadaşlar; “Türkiye’deki siyasi durumdan endişe duyduk” dediler.
Bu ne demek? Türkiye’nin siyasi durumunda endişe duymak demek ne demek? Tercüme edelim. “Türkiye kötü yönetiliyor” demek. “Biz bugünkü yönetime güvenmiyoruz” demek. “Bunların sağı solu belli olmuyor, hangi gün, hangi kararla uyanacağımızı bilemiyoruz” demek.
Alın işte en taze örnek. Bugünkü iktidar yüzünden yatırımcı güvenmiyor, yatırım yapmıyor. İstihdam imkânı ortadan kalkıyor.
Değerli arkadaşlar,
Ekonominin bu kötü durumda olmasının en önemli sebeplerinden birisi, şu andaki yönetimin hukuku çiğnemeyi bir alışkanlık haline getirmesi.
Gerçekten bir hükûmetin, ülkenin yönetiminin tepesindeki bir insanın kendini önce anayasa ile bağlı hissetmesi lazım. “Kanunlara ben uyacağım” diye hareket etmesi lazım. Aksi halde gerektiğinde anayasa ihlal edilebiliyorsa, kanunlar hiçe sayılabiliyorsa, o ülkede öngörülebilirlik kalmaz. O ülke sağı solu belli olmayan bir ülke haline gelir. O ülkenin yatırımcıları, vatandaşları, gençleri geleceğe güvenle bakamaz. Kural bazlı yönetim gerçekten çok çok önemli bir ilke Türkiye için.
Mafyanın, çetelerin, karanlık güçlerin kol gezdiği,
Cumhurbaşkanının desteğiyle mahkemelerin anayasaya uymadığı bir dönemde, kalkmışlar bir de hukuk reformundan bahsediyorlar.
Gerçekten merak ediyoruz. Ortaya ne çıkacak diye. Ya reform diyeceğinize bir açıklama yapın, bir açıklama. Dönün deyin ki mahkemelere “Biz hatamızı anladık, artık bundan sonra bizden size talimat gitmeyecek.
Yargıçlar, savcılar siz anayasaya bakın, yasalara bakın, vicdanınızın sesini dinleyin, istediğiniz gibi karar verin.
Biz artık size telefon etmeyeceğiz. Şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın demeyeceğiz. Artık hürsünüz, serbestiniz” deyin Zaten yargıdaki sorunların yarısı o anda çözülür. Başka bir şey yapmaya gerek yok, o anda çözülür. Hatta bunu dedikten sonra da dönün şu telefon rehberinizde ne kadar hakim, savcı telefonu varsa onları da silin. Çünkü huylu huyunda vazgeçmiyor. Eski huylar depreşir.
Bakıyoruz maalesef değerli arkadaşlar bütün bu olaylara, her alanda yaptıkları beş adım geri bir adım ileri, beş adım geri bir adım ileri. Onun için Türkiye bir türlü iflah olmuyor. Onun için bugün milli gelirimiz ta 14 sene öncesine dönüyor, 14 sene. Yazık günah. Bu milletin alın teri var, bilek gücü var. Bu milletin bilek gücüyle alın teriyle 12.500 dolara yükseldi bizim milli gelirimiz. Bu yılın milli geliri dönüyor 2006’ya arkadaşlar, 2006’ya. Düşünün, bugün birkaç kişi enteresan bir ifade kullandı. “Size çok güveniyoruz acaba o 2005, 2006, 2007 yılları... O yılları tekrar yakalayabilir miyiz?” dedi.
İnsanlar buna razı. Ben de dedim, geriye döneceksek ne anladık ki. Ondan çok daha iyi olması gerekiyor. Türkiye’nin bugünden sonra gösterdiği performansın çok daha üstünde bir performans yakalaması gerekiyor.
Sadece eskiye dönmek bir şu anda vatandaşlarımız için neredeyse özlenen bir tablo haline gelmiş. Gerçekten yazık. Bu güzel ülkenin, bu güzel insanlarının, bu gençlerin bu kadar bu ülkeden ümitlerinin kaybetmesi inanın içimizi parçalıyor. Yazık günah.
Âdeta konuşmayı yasakladılar ülkede. Ağzını açanı, fikrini söyleyeni susturuyorlar. Almışlar ellerine bir çekiç beğenmedikleri tüm fikirlere de çivi muamelesi yapıyorlar. Hemen tepesine indiriyorlar.
Ve ellerinde böyle hazır birkaç laf var. Bazılarına diyorlar ki “Sen teröristsin” damgayı vur. Öbürüne diyorlar ki “Sen hainsin” damgayı vur.
Meslek örgütleri ne yapıyorlar kendi meslekten aldıkları bilgileri, görüşleri derliyorlar, toparlıyorlar ve bunu toplumla paylaşıyorlar. Hükûmet ile de paylaşıyorlar. Şimdi bakıyoruz meslek örgütlerinin kimisi terörist, kimisi hain. Niye? Çünkü hükûmetin istediği gibi konuşmuyor. Onlara bir türlü dediklerini yaptıramıyorlar. Yaptıramadıklarına da hemen etiketi yapıştırıyorlar.
Arkadaşlar, böyle olmaz. Konuşmadan, gerçekleri ortaya koymadan, tartışmadan sorunlar tespit edilmez. Sorunları tespit edemezseniz, o sorunları çözemezsiniz. İşte o çözülmeyen sorunlar da ülkenin geriye gitmesine sebep olur.
Bakın, şu an ekonomimiz son yirmi yılın en kötü seviyesinde. Konuşmaya müsaade etmezlerse, kulaklarını açıp dinlemezlerse “En doğru benim fikrim” diye inat ederlerse elbette sonuç bu olur.
İşte o yüzden biz diyoruz ki korkma Türkiye. Konuş.
Konuş ki Türkiye kazansın!
***
Değerli arkadaşlar,
DEVA Partisi dürüst ve ehil kadrolarıyla burada ve hazır.
Adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkelerinden bir an bile taviz vermeden, pes etmeden, yorulmadan çalışacağız.
Deva Partisi, tüm bu kötü gidişata son vermek için hazır!
***
Değerli konuklar, değerli yol arkadaşlarım,
Az evvel dış ilişkilerde yapılan hatalarda kaybet-kaybet politikasından bahsettim.
Aynısını sağlıkta da görüyoruz. Çok acı.
Şu an halkımızın açık bir şekilde sağlık hakkına erişimi engelleniyor.
Tüm dünya COVID-19/Koronavirüs salgınıyla boğuşuyor. Kelimenin gerçek anlamıyla can derdindeyiz.
Ama değerli arkadaşlar, bu yönetim sağlık sistemini ciddi bir tıkanıklığa mahkûm etti.
Biliyorsunuz memurdan, emekliden, kayıtlı çalışan herkesin maaşından sağlık sigortası primi kesiliyor. Halkımız bu bedeli ödediği halde sağlık hizmetlerine erişmekte güçlük çekiyor.
Hem sağlık hizmetinden yararlanmak için maaşından kesinti yapılıyor, hem de sağlık hakkına kolay ulaşamıyor.
İşte burada da kaybet-kaybet tablosu görüyoruz.
Geçtiğimiz günlerde hükûmet Samsun’daki vaka sayısının %100 oranda arttığını duyurdu. Türk Tabipleri Odası Samsun İl Başkanı da yaptığı açıklamayla yoğun bakımlarda yatak kalmadığını söyledi.
İl genelinde iki bini aşan vaka sayısı var, ancak filyasyon ekipleri yetersiz. Test sayıları yetersiz.
Böyle sağlık yönetimi olur mu arkadaşlar?
Pandemi diyoruz, salgın diyoruz. Tüm dünyayı esir almış bir hastalık diyoruz. Ama bugünkü yönetim testte de ayrımcılık yapıyor.
Biliyorsunuz Sayın Erdoğan kendisiyle görüşecek kişilerden test istiyor. Ama bakın Samsun’da gerekli test yapılması bile mümkün olamıyor.
Vatandaşımız acil serviste yatak bulamıyor. Buradan tekrar hükûmete sesleniyorum: Artık yeter!
İşin ucunda bu milletin hayatı var. Tekrar ediyorum: insanların salgın hastalık yüzünden hayatlarını kaybetmeleri önlenebilir. Tablonun bu denli ağır olmasının tek sebebi kötü yönetimdir.
Açıklanan düşük vaka sayısıyla bile, pandemide dünya üçüncüsü olmamızın başka bir izahı yok.
On binlerce insanımızı, yüzlerce sağlık çalışanımızı kaybettik.
Biz bu anlayışı reddediyoruz. Ülkemizdeki her bir ferdin hayatı, yaşam hakkı, sağlığı bizim için esastır.
DEVA Partisi, yaşam hakkını ve sağlığa erişim hakkını temel alarak, “önce insan” diyerek yola çıktı. Bu yoldan da asla vazgeçmeyecek.
***
Değerli Samsunlu arkadaşlarım,
Az evvel Koronavirüs’ün Samsun’a etkisini, sağlık altyapısının yetersizliğini ve vatandaşlarımızın sağlık hakkına erişemediğini söyledim.
Ama Samsunlu dostlarımın tek mücadele ettiği Koronavirüs değil maalesef. Samsunlular aynı zamanda geçim sıkıntısıyla da boğuşuyor.
Bu coğrafya, bu topraklar her şeyden önce son derece verimli topraklara sahip. Samsun; Bafra Ovası’yla, Çarşamba Ovası’yla bir tarım şehri.
Fakat ne yazık ki ülkemizde çiftçiliğin adı yoksulluk olmuş durumda. Üreticimiz, artan döviz karşısında çaresiz kalıyor.
Mazotuydu, gübresiydi, ilacıydı derken, çiftçimizin ürettiği ürünün maliyeti karşılayamaz hale geliyor. Çiftçimiz borç içinde yüzüyor.
Tarım politikalarındaki plansızlık yüzünden çiftçimiz önünü göremiyor. Ne zaman, hangi ürünü ekeceğini, ektiği ürünü kaça satacağını öngöremiyor.
Neticede çiftçimiz emeğinin karşılığını alamıyor. Enflasyonun yükü çiftçinin sırtına yüklenmiş durumda. Her türlü maliyet döviz kuruyla beraber artıyor. Ama üreticimizin satış fiyatı döviz kadar artamıyor.
Üreticimiz, artan maliyetler ile artamayan satış fiyatı arasında sıkışıyor. Maliyet artıyor, kâr düşüyor hatta neredeyse hiç kalmıyor.
Çiftçiye verilen destekler, teşvikler seçim takvimine göre belirleniyor. Mesele çiftçiyi desteklemek değil de seçimi kazanmak olunca çiftçilerimiz de maalesef seçimden seçime hatırlanıyor.
Bu da yetmezmiş gibi, böylesine verimli topraklara sahip olan ülkemiz çeltiğin, pirincin ithalatını yapıyor.
Ancak bu olumsuz tablo, Samsunlu fedakâr çiftçimizin kaderi değil arkadaşlar. Ülkemizin kaderi bu değil.
Biz DEVA Partisi olarak;
Tarladan sofraya kadar her aşamada çiftçimizin yanında duracağız.
Samsun’un verimli ovalarında çeltik üretimi yapan, sebze üreten, hububat üreten çiftçimizi destekleyeceğiz.
Samsunlu fındık üreticimizi yalnız bırakmayacağız. Küresel iklim değişikliğinin sektöre etkilerini biliyoruz. Fındık üretiminin sorunlarını araştıran, bilimsel çözümler üreten bir yaklaşımı benimsiyoruz.
Ülkemizin gıda ve tarım alanında ihracat potansiyelini en yüksek seviyeye taşıyacağız. Tarım sektöründe ithalatı teşvik eden politikalara son vereceğiz. Türkiye’yi tarımda kendi kendine yeten bir ülke haline getireceğiz.
Gıda arzı ve güvenliği açısından sorun yaratan politikalara asla müsaade etmeyeceğiz.
Tarımsal üretimi gençlerimiz için cazip kılacağız. Tarım meslek liselerini yeniden açıp, nitelikli iş gücünü artıracağız. Gençlerimizi tarım işletmeciliğine yönlendirmek amacıyla gereken girişim sermayesi desteğini sağlayacağız.
Değerli arkadaşlar,
Samsun, sanayicimiz için oldukça stratejik bir konumda bulunuyor. Bölgemizin deniz yolu, hava yolu, demir yolu ve kara yolu bağlantılarına sahip önemli bir merkezi.
Ancak kurulan organize sanayi bölgelerinde ciddi altyapı eksiklikleri var.
“Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı” büyüme stratejimiz gereği, karmaşık ve dağınık yapıda olan teşvik mekanizmasını sadeleştireceğiz.
Ar-ge desteklerinden yararlanan ve yenilik geliştiren firmalarımızı destekleyeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Samsun’daki hava kirliliği sorununun da farkındayız.
Her zaman söylüyorum. Sanayileşmenin çevre ile uyumlu bir şekilde gelişmesi gerekiyor. Üretimin mutlaka yaşam alanlarımıza zarar vermeyen bir standartta ilerlemesi gerekiyor.
Bu anlamda Samsun’un bir diğer sorunu da “Biyokütle Enerji Santrali.”
Ülkemizin en verimli ovalarından birisi olan Çarşamba’da kurulan santralin hukuki sürecini de biliyorum sevgili arkadaşlarım.
Buradan sormak istiyorum:
Yahu, santral kurmak için bula bula birinci sınıf tarım arazisini mi buldunuz?
Bu yanlış seçimler, bölgede yetiştirilen ürünleri de olumsuz yönde etkiliyor. Ürünün pazar fiyatını da olumsuz yönde etkiliyor.
Biz halkımızın sağlığından da yediğimiz içtiğimiz gıdanın kalitesinden de asla taviz vermeyeceğiz.
Yeri gelmişken, DEVA Partisi’nin enerji politikalarındaki net tavrının bir kez daha altını çizelim.
Biz çevre dostu, yenilenebilir ve temiz enerjiye öncelik veriyoruz. Çünkü biz çocuklarımıza yaşanabilir bir çevre bırakma sorumluluğuyla hareket ediyoruz.
Bu çevre meselesindeki en önemli konu nesiller arası adalet.
Yani bugün biz hızlı büyüme adına, hızlı sanayileşme adına eğer çevreyi kirletiyorsak, su kaynaklarımızı kirletiyorsak, havayı kirletiyorsak ve bu gelecek nesiller için daha düşük bir yaşam kalitesi daha kötü bir çevre demekse, bu adalet değil.
Bizim hepimizin üzerimize büyük bir ahlaki sorumluluk, büyük bir toplumsal sorumluluk. Mutlaka enerji üretiminde, sanayide de çevreye de dost bir çizgi izlemek zorundayız. Çocuklarımız ve çocuklarımızın çocuklarının Türkiye'si bizden bunu bekliyor.
Değerli arkadaşlar,
Karadeniz gibi bereketli bir denize kıyısı olan Samsun’da ticari balıkçılık da arzu ettiğimiz seviyede değil. Balıkçımız desteklenmiyor.
Artan döviz kuru, pek çok alanda olduğu gibi balıkçımıza da yansıyor. Mazot fiyatı aldı başını gidiyor, ama böyle olunca işler rast gitmiyor.
“Balık hali”nin olmadığı ilçelerimizde balıklar hijyenik olmayan koşullarda satılıyor. Biz balıkçı esnafımızın sesini duyuyoruz. Destek ödemelerinin artırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli dostlarım,
Konuşmamın sonuna doğru gelirken, Samsun’un turizm potansiyelinin de altını çizmek istiyorum.
Samsun’un turizm zenginliği maalesef unutuldu.
Oysa Samsun; Bafra Kuş Cenneti’yle, kayak tesisiyle, Tekkeköy Mağaraları’yla, Vezirköprü Kanyonu’yla, Havza termalleriyle, Terme Amazon Parkı’yla oldukça önemli bir turizm kenti.
Kentin tüm bu olanaklarının canlandırılması gerekiyor. Ayrıca yaz turizminde de Samsun’un özellikle komşu illerden daha fazla ziyaretçi çekmesi gerekiyor.
Biz DEVA Partisi olarak, Samsun’un tanıtımı için daha fazla çabaya ihtiyaç olduğunu biliyoruz, ama sadece hatırlatılmasının bile çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Samsun’un hatırlatılmaya ihtiyacı var. Samsun’un demokrasiye ve atılıma ihtiyacı var. Samsun’un DEVA’ya ihtiyacı var.
Samsun'un DEVA’sı hazır, biz hazırız.
Şimdi Samsunlu dostlarıma sormak istiyorum: Samsun hazır mı?
Bugünkü beklediğimizden de uzun süren bu çarşı, pazar, cadde, sokak turumuz gerçekten Samsun'un hazır olduğunu, Samsunlu vatandaşlarımızın gönlünün DEVA'dan yana olduğunu DEVA Partisi’nden yana olduğunu bize çok açık seçik gösterdi.
Camlarından, balkonlarından bizlere iyi dileklerini ileten, sokaklarda, caddelerde, önümüzü kesen, otobüsümüzün önünü kesen çok sayıda vatandaşımız oldu. Beklenti çok çok yüksek, gerçekten çok yüksek. Yani teşkilatımızı çok yoğun bir çalışma dönemi bekliyor. Bu yüksek beklentiyi ve partimizle ilgili bu olumlu ve hazır potansiyeli gerçekten değerlendirmek, vatandaşlarımıza ulaşmak, ulaşamadığımız vatandaşlarımıza da ulaşmaya çalışmak ve partimizin hazırlıklarını, planını, planlarını, projeleri anlatmak çok önemli olacak ve aynı zamanda vatandaşlarımızı dinlemek de bir o kadar önemli olacak.
Evet, biliyorum kongreye kadar yoruldunuz. İlçe kongreleri, il kongresi derken oldukça yoğun bir dönem geçirdi teşkilatımız ama asıl daha da yorucu süreç bundan sonra başlıyor. Asıl teşkilatlarımız kurulduktan sonra teşkilat çalışmaları başladı, başlıyor.
***
Saygıdeğer arkadaşlarım;
DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Samsun’un DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.