7 Aralık 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Haberler.com Röportaj Konuşma Metni

7 Aralık 2024


Melis Yaşar: Haberler.com’dan herkese sevgiler. Ben Melis Yaşar, Haberler.com genel yayın yönetmeni Avukat Bedia Teymur'la birlikte Ankara'dayız. Ankara'da DEVA Partisi Genel Merkezi’ndeyiz. DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan'la birlikte röportajımızı gerçekleştireceğiz. Hoş geldiniz yayınımıza diyorum ama siz de bizi ağırladığınız için teşekkür ediyorum.

Ali Babacan: Çok teşekkür ederim. Siz de Ankara'ya, genel merkezimize hoş geldiniz. Sizi burada görmek, ağırlamak bizim için büyük bir mutluluk.

Melis Yaşar: Bizler için de aynı şekilde. Buyurun Bedia Hanım.

Bedia Teymur: Ben de teşekkür etmek istiyorum. Soğuk Ankara ikliminde çok sıcak gündemler konuşacağız. Biliyorsunuz Ankara'nın havası her ne kadar soğuksa da siyaset kaynıyor. Onu konuşacağız. Çok yoğun konu başlıklarımız var. Melis hemen ilk sorumuzla, ilk konumuzla başlayalım istersen.

Melis Yaşar: Bildiğiniz üzere Suriye'deki gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz. Suriye'de muhalif gruplar Esad rejimine karşı bir çatışma saldırı başlattı ve ilerlemelerine de devam ediyorlar. Bu süreçte Türkiye'yi bir savaş mı bekliyor? Türkiye bu işin tam olarak neresinde genel hatlarıyla süreci değerlendirebilir misiniz?

Ali Babacan: Suriye’de olup bitenler gerçekten yürek parçalayan hadiseler. Şöyle bir bakacak olursak son yıllarda yaşananlara, milyonlarca insan evinden barkından oldu. Milyonlarca insan başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Ve kendi insanının, kendi vatandaşlarının üzerine bomba yağdıran zalim bir rejimden bahsediyoruz. Ve bu rejim uluslararası toplumun bunca ısrarına rağmen, baskısına rağmen herhangi bir çözüm için oturup kimseyle masada konuşmayan, çözümü konuşmamak konusunda da direnen bir rejim aynı zamanda. Şu son olanlara baktığımızda, öncelikle tabii dış politikadaki bütün meselelerde güncel çok önemlidir tabii ama bir de bir strateji, bir hedef, bir büyük resmi mutlaka tanımlamak gerekir. Şimdi ülkemizin dış politikasının çok önemli iki ayağı vardır. Birincisi kendi çıkarlarımız, Türkiye'nin çıkarları. İkincisi de insani kaygılarımız. Yani dünyanın neresinde olursa olsun önce insan diyebilmemiz. Bu iki önemli ilkeyle mutlaka hareket etmek gerekir. Ve nihayetinde nasıl bir Suriye görmek istediğimizde önden bir tanımlamak gerekir. Çünkü dış politikada eğer nihai hedefinizi, o büyük hedefinizi, amacınızı net bir şekilde tanımlamazsanız günlük olaylarda çalkalanıp durursunuz ve yolunuzu kaybedersiniz. Ve zikzaklarla hem vakit kaybedersiniz hem de pek çok insana yazık edersiniz. Nasıl bir Suriye görmek istiyoruz? Oradan başlamak gerekiyor. Bizim DEVA Partisi olarak görmek istediğimiz Suriye toprak bütünlüğü olan, Suriye'de yaşayan tüm insanların temel hak ve özgürlüklerinin yaşandığı, çoğulcu bir demokrasiyle Suriye halkının yönetime, arzularının, iradelerinin yansıdığı bir Suriye. Biliyorsun Suriye'de etnik bir çeşitlilik var, farklı farklı dinler var, mezhepsel çeşitlilik var. Dolayısıyla bütün bu çeşitliliğin yansıtıldığı bir yönetim sistemini mutlaka Suriye'de hedeflemek gerekiyor. Suriye rejimi aslında bir azınlık rejimi. Yani Suriye'ye yaşayan bir azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği bir rejimden bahsediyoruz. Tabii ki demokraside azınlık hakları da korunmalıdır. Eğer rejimin mensup olduğu azınlık, ‘Ya bizim haklarımız ne olacak?’ diye düşünüyorsa, onların da haklarını gözetecek, onların da yönetimde adil bir şekilde söz sahibi olacağı bir Suriye'yi mutlaka hedeflemek gerekiyor. Böyle baktığımızda, böyle baktığımızda o hedefe ulaşmak için ne yapmak gerekiyor? Öncelikle Suriye'deki çözüm için mutlaka Suriye'deki farklı grupların angaje edileceği bir iç diyalog sürecine ihtiyaç var. Yine çok önemli iki komşu, Türkiye'nin ve İran'ın içinde olduğu ama aynı zamanda maalesef uzaktan ya da yakında gelip Suriye'ye müdahil olan Amerika ve Rusya'yla da mutlaka konuşuyor olmak gerekiyor. Türkiye, İran, Amerika, Rusya'nın bir masada oturup beraberce çalışması gerekiyor. Ama aynı zamanda Suriye içerisindeki farklı grupların, farklı yapıların da bu sürecin içerisine şöyle ya da böyle katılması gerekiyor. Suriye yerine baktığımızda şu anda terör örgütlerinin cirit attığı, silahlı pek çok grubun olduğu, bu gruplardan bir kısmının haklı, meşru, muhalefet hareketi olarak kabul edilip, bir kısmının da terör örgütü olarak tanımlandığı bir tablodan bahsediyoruz. Ve hangi örgüt terör örgütü, hangisi değil bu da kimin nereden baktığına bağlı. Bazı ülkeler bakıyor ‘Bunlar terör örgütüdür’ diyor. Bazıları bakıyor ‘Yok değildir’ diyor. Bir de böyle bir karmaşa da söz konusu. Bunun için uluslararası hukuku baz alan, uluslararası hukuku mutlaka esas alan bir bakış açısıyla da Suriye'de hareket etmek gerekiyor. Suriye'nin nihai çözümünde mutlaka doğal kaynakların adil paylaşıldığı bir hedefi de ortaya koymak gerekiyor.

Bedia Teymur: Kimler arasında özür dilerim?

Ali Babacan: Suriye halkı arasında.

Bedia Teymur: Yani o bahsettiğimiz etnik ve mezhepsel gruplar arasında mı?

Ali Babacan: Tabii ki. Bölgelerden öte Suriye'deki topyekûn halkın, oradaki doğal kaynakların oluşturacağı gelirin, refahın tüm halka adil bir şekilde dağıtıldığı bir yapıdan burada bahsediyoruz. Yani işte bir tarafta tarım iyi, tamam orada yaşayanlar bundan istifade etsin. Öbür tarafta petrol var, öyle değil. Yani Suriye'nin bütün doğal varlıklarının ne var ne yoksa, bir havuzda toplanıp yine bütün Suriye halkına adil paylaştırıldığı bir yapıdan mutlaka bahsetmemiz gerekiyor. Bütün bunlar zor mu? Zor. Ama mümkün mü? Mümkün. Mümkün mü?

Bedia Teymur: Bugünkü ortama baktığımızda on yıl oldu.

Ali Babacan: Belki zaman alır ama mümkün. Şimdi Suriye rejiminin diyalogdan kaçması bu noktaya işi getirdi. Fakat son bir haftadır olan gelişmeler Suriye rejimini nihayetinde masaya çekebilir. Yani burada amaç rejimi yıkmak mı yoksa sıkıştırıp masaya oturtmak mı? Şu anda aslında Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin de vermesi gereken çok önemli bir karar bu. Yani yıkalım bu rejimi, sonrasına bakarız mı? Yoksa rejimi sıkıştırıp, masaya oturtup, nihai çözümün bir siyasi çözüm olmasını sağlamak mı? İki tane büyük tercih var. Umarım ki bu iki tercih arasında bizim hükûmet yanlış yollara sapmaz. Yanlış yollara girmez.

Bedia Teymur: Cumhurbaşkanı'nın bir açıklaması vardı. ‘Biz Esad'la diyalog kurmak istedik ama kendisi yanaşmadı’ gibi. Tam da aslında siz söylediğinizde bağdaşan nitelikte bir açıklama.

Ali Babacan: Evet, yani ben her zaman diyalogdan yana oldum. Ve zamanında mutlaka rejimle konuşulması gerektiğini ben hep savundum. Ve öncelerinde olmasa bile Sayın Erdoğan son dönemlerde konuşma konusunda, diyalog konusunda biraz daha sıcak bakmaya başladı. Davet etmeye başladı. Bu sefer de rejim istemedi.

Bedia Teymur: Rejim neden istemedi?

Ali Babacan: Ön şartlar sundular. ‘Önce şunu yapın, önce bunu yapın’. Ön şartlı diyalog olmaz. Yani konuşmaya başlarsınız, görüşmeye başlarsınız. Ondan sonra o görüşmeler içerisinde karşılıklı mutabakata da vardığınız hususlarda da ilerlersiniz. Suriye rejimi tamamen sırtını birinci sırada Rusya'ya, askeri ve finansal açıdan, ideolojik açıdan da İran’a dayadı. İran da farklı farklı destekler verdi bugüne kadar ama bugün itibariyle Rusya'nın Ukrayna'yla yaptığı savaş şu anda Rusya'yı çok meşgul ediyor. Bütün kaynaklarını, ilgisini alakasını oraya toplamış durumda. İsrail ile İran arasında artık son dönemde açıktan karşılıklı sıcak savaşa, düşük dozlu sıcak savaşa dönen durum da İran’ı kendi iç güvenlik meseleleriyle alakalı tamamen meşgul etmiş durumda. Dolayısıyla Suriye rejiminin sırtını dayadığı iki ülke, Rusya ve İran bugün kendi dertlerine düşmüş durumdalar. Zaten bu son gelişmeler bu oluşan boşluktan da yararlanarak harekete geçilmesini beraberinde getirdi. Tabii bu HTŞ dediğimiz yapı, bunun arkasında kimler vardır? Bunları destekleyen kimlerdir? Buralar çok net alanlar değil. Buralar çok gri alanlar. Bu gri alanlarda çok net ifadelerle şöyledir, böyledir demek de mümkün değil. Ama şu önemli, artık bundan sonraki süreçte ne dediklerine ve ne yaptıklarına bakmamız gerekecek. Yani bazı ülkelerin tanımladığı gibi bir terör örgütü olarak mı hareket edecekler? Ya da bazı ülkelerin tanımladıkları gibi farklı bir silahlı bir mücadele, bir muhalefet grubu olarak mı hareket edecekler? Kontrolü ele geçirdikleri yerlerde ne yapacaklar? Oralarda gerçekten sivillere ve o çoğulcu demografik yapıya saygı mı gösterecekler? Yoksa kendi o çıkış ideolojisine uygun hareket edip başkalarına hayat hakkı tanımayacaklar mı? Mesela bunlar çok çok önemli, bunların hepsinin izlenmesi ve gözlenmesi gerekiyor. Burada ne olursa olsun, nereden bakarsak bakalım, önce insan dememiz lazım. Ve bizim Türkiye olarak en çok dikkat etmemiz gereken konu, yeni bir insanlık trajedisinin olmaması, yeni bir göç dalgasının olmaması. Yani Suriye ile alakalı meseleleri değerlendirirken, Türkiye'de hükûmetin attığı ya da atmadığı her adımda, ‘Ben sivil insanların ölmesine sebep oluyor muyum?’ Veya ‘Ben yeni bir göç dalgasını tetikleyecek bir işe sebep oluyor muyum?’ Buna bakması lazım şu andaki hükûmetin. Çünkü kendi açımızdan baktığımızda en önemli konular bunlar. Tabii ki Türkiye'nin hudut güvenliği önemli. Tabi ki Suriye'deki nihai yapı önemli. Bütün bunlara dikkat etmek gerekiyor. Ama bu sıcak gelişmelerde iki konu çok önemli. Bir haftada neler neler oldu değil mi Suriye'de? Bu sıcak gelişmelerde hükûmetin dikkat etmesi gereken iki konu. Bir, sivillerin ölmesine, masum kadınların, çocukların ölmesine sebep olacak herhangi bir işi Türkiye destekliyor mu? Yeni bir göç dalgasını tetikleyecek herhangi bir işi Türkiye destekliyor mu desteklemiyor mu? Bunlara çok dikkat etmesi lazım. Bunun ötesinde tabii ki her değişiklik bir fırsat oluşturur. Her değişiklik bir alan açar. Ama bu açılan alanı ve bu değişikliğin getirdiği fırsatları çok akıllıca kullanmak lazım. Uluslararası hukuka dikkat etmek lazım. ‘Önce insan’ demek lazım ve Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve nihayetinde oluşacak çoğulcu, temel hak ve özgürlüğe saygılı her bir vatandaşın hakkını gözeten bir Suriye hedefinden de asla sapmamak lazım.

Bedia Teymur: Peki ama bu noktada bir de Türkiye'yi ilgilendiren bir güvenlik sorunu var, bir PKK sorunu var. Doğrudan doğruya bizim iç işlerimizle de alakalı ve güvenliğimizle de alakalı. Şimdi Sayın Devlet Bahçeli'nin meclisteki çağrısı, Abdullah Öcalan'a çağrısı bu yönde ilişkilendirebilir miyiz? Bununla mı bağlantılı? Siz nasıl okuyorsunuz? Burada nasıl davranılması gerekiyor? Çünkü önemli ölçüde bir eğitilmiş YPG var, PKK'nın uzantısı dediğimiz bir terör örgütü. Ve ciddi anlamda sınırımızda. Yani bunu nasıl yorumluyorsunuz ve burada neler yapılabilir?

Ali Babacan: Şimdi bütün Suriye'de bu olup bitenden bizim kendi devlet birimlerimiz önceden haberdar mıydı? Ne kadar önce haberdar oldular?

Bedia Teymur: Son Halep saldırılarından bahsediyoruz değil mi?

Ali Babacan: Tabii tabii. Bu HTŞ’nin ilk Halep, daha sonra Hama, Humus ’ta bir ilerleyişi söz konusu. Ne kadar haberdardılar? Bu HTŞ’nin başlattığı bu operasyonların ne kadarına Türkiye göz yumdu ya da yeşil ışık yaktı ya da teşvik etti; bunları bilemiyoruz. Biz bir muhalefet parçası olarak sadece açık kaynaklardan ve mümkün olduğunca güvenilir kaynaklardan biz gelişmeleri takip ediyoruz ama bugün PYD-YPG tarafından gelen bir açıklama diyor ki, ‘İki ay önceden biz biliyorduk olacakları’ diyor, ‘tedbir almıştık’ diyor. Bunlar tabii ister istemez bu işi bilen daha başkaları var mıydı, yok muydu böyle bir şeyin başında, bu konularda bir soru işareti oluşturuyor. Fakat Suriye'de olup bitenden bağımsız. Sadece izole bir şekilde, Sayın Bahçeli'nin 1 Ekim'de o DEM milletvekillerinin elini sıkmasıyla başlayan, arkasından da arka arkaya yaptığı grup konuşmalarıyla PKK sorununun, terör sorununun çözülmesiyle ilgili ortaya koyduğu ifadeler, henüz samimiyet testinden geçmiş ifadeler değil. Henüz Sayın Erdoğan'ın, Sayın Bahçeli'nin söylediklerinin ne kadarına katıldığını ne kadarına katılmadığını da bilmiyoruz. Yani şu anda Sayın Erdoğan muhtemelen çözüm isteyenlerle güvenlikçi bakışa sahip olanlar arasında, bu iki grup arasında bir o tarafın etkisine giriyor, bir bu tarafın etkisine giriyor. Daha önce de benzer süreçlerden Türkiye geçtiği için ben biliyorum. Dolayısıyla zikzaklarla yürüyor. Bu zikzaklarla nereye doğru gideceği bu işin bilinmez. Ama ben daha önce de söyledim. Bu sorunun çözümüyle alakalı, yani yüzde beşlik bir ihtimal dahi olsa, o yüzde beşlik ihtimali bile biz DEVA Partisi olarak arkasında dururuz, destek veririz. En ufak bir şüphe yok. Çünkü Türkiye'nin en kadim sorunlarından birisidir. Ve Sayın Bahçeli'nin yaptığı açıklamaların şöyle söyleyiş tarzını falan kenara bırakıp, şöyle metne baktığımızda, o metinde dünyadaki çatışma çözümü tecrübelerinden de istifade eden pek çok unsur var. O unsurlar, bir baktığınızda acaba bir akademisyenin elinden mi geçmiş ya da acaba bazı devlet kurumları bir çalışma yapmış da Sayın Bahçeli'nin önüne mi koymuş; ikisi de olabilir, birinden biri olabilir. Ama Sayın Bahçeli'nin ne tarzı ne o parti içerisinden gelebilecek bir çalışma değil bunlar yani. Belli ki dışarıdan bir şeyler gelmiş önüne. Dolayısıyla orada doğru unsurlar da var. Dolayısıyla topyekûn, hani klasik muhalefet yapıp, ‘ne getiriyorsa biz hayır deriz, biz olmaz deriz’ diyecek durumda değiliz. Tabii burada belki toplumun sinir uçlarına dokunan, en çok da hassasiyet oluşturan konu, Abdullah Öcalan'ın meclise davet edilip DEM grubunda konuşma yaptırılması. Bu, tabii bugünkü şartlarda, bugünkü ortamda bunlar tabii olacak şeyler değil. Yani bu kadar uç konulardan bahsedip, toplumun sinir uçlarıyla oynayıp, ondan sonra bu sorunu çözerim demek de doğru değil. Ama bu tabii, Bahçeli'nin açıklamaları evrile evrile geldi. En son sanırım dün demiş ki, ‘DEM’le Öcalan arasında doğrudan bir temas olmalıdır’. O temas da ara ara oluyor. Yani hatırladığım kadarıyla işte son birkaç hafta içerisinde hem DEM milletvekili olan hem de Öcalan'ın akrabası olan bir kişi gitti, ziyaret etti, hapishane ziyaretinde bulundu ve dönüşte de kısa bir açıklama, Abdullah Öcalan'ın ağzından kısa bir açıklama paylaştı. DEM'le İmralı arasındaki temas trafiği çoğalabilir. Yani bu iletişim daha yoğunlaşabilir. Eğer nihayetinde gerçekten hep beraber bu işler çözülsün ve konuşarak çözülsün istiyorsak, diyalogdan korkmamak lazım, çekinmemek lazım. Ama bunu bugüne kadar, bu İmralı ile DEM diyaloğunu, hükûmet bugüne kadar bir stratejik koz olarak kullandı. Yani ‘Düğmeyi açıyorum’ dedi, ‘Kısıyorum’ dedi, ‘Kapatıyorum’ dedi diyalog şeyini. Bunu belki daha farklı yöntemlerle, daha farklı bir sürece sokmak da mümkün olabilir diye düşünüyorum. Çünkü şuna da ben gerçekten takdir ediyorum. Yani bugüne kadar DEM Parti'den bu konuyla ilgili gelen açıklamaların da oldukça yapıcı açıklamalar olduğunu düşünüyorum. Yani MHP gibi neredeyse siyasi yelpazenin ta öbür ucundaki bir siyasi parti; DEM bir ucundaysa, MHP öbür ucunda. Yani bu kadar uçta bir partiden gelen böylesine açıklamaları yok sayıp, hadi canım oradan demeyip ciddiye almak, ‘Eğer ciddiyse biz bakalım, değerlendirelim’ diyebilmek aslında o da takdir etmesi gereken bir yaklaşım diye de açıkçası ben görüyorum. Onun için hep beraber göreceğiz, izleyeceğiz. Öncelikle tabii bu işin olması için Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli'nin aynı frekansta buluşması lazım. Şu anda aynı frekansta değiller. Farklı frekanslardan yayın yapıyorlar. Onun için önce bir aynı frekansta buluşmamız lazım.

Bedia Teymur: Ama çok da arkasında bir söylemi olmadı Sayın Erdoğan'ın da bu konuda, benim gördüğüm kadarıyla. Çünkü bu kadar önemli bir kararı Sayın Bahçeli'nin çıkıp tek başına Sayın Erdoğan'dan habersiz verebileceğini düşünüyor musunuz?

Ali Babacan: Ben ihtimal vermem. Yani Sayın Bahçeli'nin Erdoğan'la hiç konuşmadan böyle bir konuyu Türkiye'nin gündemine getirebileceğine ihtimal vermem. Ama detaylarının ne kadarına Sayın Erdoğan hakimdir, ‘Peki hadi yapalım’ dediğinde Sayın Erdoğan'ın bunu uygulaması, bunların uygulanması ile ilgili ne kadar iradesi var bilmiyorum. Henüz o irade ortaya koymuş değil. Bir de Bahçeli'nin açıklamalarının içinden cımbızlıyor, çekiyor. Hani bazı unsurlara katıldığını söylüyor ama topyekûn, ‘tamam hepsinin altına imza atıyorum, ben de varım’ falan demedi bugüne kadar yani.

Bedia Teymur: Öyle net bir ifade etmedi.

Ali Babacan: Onun için frekanslar farklı. Bu iki ayrı frekansın tek frekans haline gelmesi lazım ki uygulama olsun. Çünkü bunlar nihayetinde iktidar ortakları şu anda. Yani eğer bir adım atılacaksa, mecliste bir düzenleme gerekecekse şu ya da bu sebeple, Meclis çoğunluğu açısından baktığınızda önce bir ikisinin de anlaşması lazım. Bakarsınız çok önemli, çok bir şey olur. Yani bu hani çözüm için öyle önemli ve öyle sağlam bir çalışma getirilir ki Meclis’e, yani eğer öyle bir şey olursa bakarsınız biz bir de destek veririz. Yani ‘Yeter ki şu sorun çözülsün’ deriz. Mesela şey değil, mesela burada dediğim gibi bu kısa vadeli bakıp da hiçbir partinin kendi kısa vadeli çıkarları doğrultusunda hareket edebileceği bir konu değil bu yani. Bu gerçekten memleketimizin en önemli konulardan bir tanesi. Eğer çözüm için bir sahici, gerçek, samimi bir çalışma varsa, ben önceden de söyledim, biz destek veririz.

Bedia Teymur: Bir de olayın öbür, madalyonun öbür yüzü dediğimiz Kandil ayağı var ve YPG ayağı var. Demin de dediğimiz gibi on yıldır neredeyse ABD besliyor, eğitiyor ve finansal destek sağlıyor. Bunlar Öcalan, otuz yıldır neredeyse dört duvar arasındaki bir kişiden, her ne kadar işte liderimiz deseler bile, onun söylemleri ne kadar etkili olabilir ve ne kadar silah bırakabilirler ve bunlar gerçekten hiçbir şey istemeden, hiçbir şey talep etmeden, ‘Evet biz sizin önerdiğiniz bütün çözümlere razıyız’ derler mi? Siz nasıl bakıyorsunuz?

Ali Babacan: Şöyle, ABD'nin mevcut yönetiminin ya da gelecek yönetiminin pek böyle YPG, PYD gibi bir derdi olduğunu ben düşünmüyorum. Onların derdi, onların asıl derdi ne? Şimdi Ruslar burada var, Suriye'yi Ruslara bırakmayalım, biz de orada olalım. Yani Rusya'yı dengeleyici şekilde bir varlığımız olsun. İki, İran üzerinden Suriye ve Lübnan'a uzanan o Şii Hilali etki hattını oradaki kendilerinin ya da etkiledikleri silahlı unsurlarla durduralım, engelleyelim, zorlaştıralım. Üç, bu işten İsrail'in çıkarı ne? Acaba İsrail'in çıkarı gereği şunu yapalım, bunu yapalım. Şimdi Amerika'nın derdi bu. Şimdi kendi askerlerinin canını tehlikeye atmadan, başka silahlı unsurları kullanarak kendi hedefleri doğrultusunda iş yapıyor Suriye'de. Bunu görmek lazım. Yoksa Amerika'nın gidip de kimseye ‘Gel kardeşim ya biz seninle ya bu topraklarda yaşıyoruz, yüzlerce yıldır gel oturalım konuşalım. Sen benim şöyle kardeşimsin, böyle kardeşimsin, sen benim yol arkadaşımsın’ falan… Amerika'nın böyle bir derdi yok. İşine ne geliyorsa onu yapıyor ve işine kim geliyorsa da onu kullanıyor. Bunu hiç unutmamak lazım. Onun için yeni yönetim ne yapacak ne edecek tabii görmemiz lazım. Ama hiç kimsenin de Amerika'nın Suriye'deki varlığına güvenerek bir şey yapmaması lazım. Çünkü bugün var olurlar, yarın yok olurlar. Afganistan'da bunu yaptılar. Afganistan'dan bir anda, birkaç haftada nasıl çekildiler, nasıl boşalttılar. Son kalkan o askeri, Amerika'nın askeri uçağının kanatlarından sarkan, tekerlerine yapışırken aşağı düşüp ölen Afganları unutmayalım. Yani bu coğrafyada yaşayanların öncelikle birbirleriyle konuşup, birbirleriyle güven inşa etmesi lazım. Elin adamına değil, aynı coğrafyada yaşayanların öncelikle birbirleriyle daha çok konuşması lazım. Birbirleriyle güven inşa etmesi lazım. Ve bölgenin sorunlarını oturup beraberce çözmek için gayret göstermeleri lazım. Onun için biz kendimize bakacağız. Kendi bölgemize bakacağız. Ve kendi bölgemizdeki bu geniş gönül coğrafyamızda yaşayan, tek bir insan zarar görmesin, tek bir insan canını kaybetmesin diye meseleleri konuşa konuşa çözmenin gayretinde olacağız. Ama işte Suriye'den bağladık buraya değil mi? Şimdi Suriye rejimi ‘Ben konuşmuyorum, görüşmem. Önce şunu yapın, ondan sonra masaya oturun’ diyorsan da tabii yapacağın bir şey yok. Sonra mecburen anladıkları dilden konuşmak gerekiyor. Bir de o noktaya geliniyor. Ama bu mecburiyetten dikkat ederseniz yani. Yoksa durup dururken bu noktaya gelmesi işlerin doğru değil. Keşke hiç kimse ölmeden, silahlı çatışma olmadan masada bunlar konuşa konuşa yapılabilse, çözülebilse ama olmayınca nihayetinde bu da gerekiyor. Anlayacağı dilden konuşmak gerekiyor bir noktaya geldiğinde. Ama tabii çok hassas bir konu, çok dikkat etmemiz lazım. Suriye'de olup biten her şeyin bizim kendi toplumumuzda yansımaları var. Bunu hiç unutmamamız lazım. Çünkü Suriye'deki bu etnik, dini ve mezhebi çeşitliliğin Türkiye'de yaşayan vatandaşlarımıza az ya da çok yansıyan boyutları da var. Dolayısıyla burada kullanılan dil çok önemli. Burada sahada özellikle bu silahlı grupların yaptığı yapmadığı işler çok çok önemli. Dolayısıyla bizim hükûmetimizin Suriye toprakları içerisinde yaptığı yapmadığı, desteklediği desteklemediği her şey, bizim kendi vatandaşlarımızın tarafından da yakından takip ediliyor. Hani bir ‘Kobani düştü düşecek’ vardı ya, onu unutmayalım yani. Çok dikkat edelim. Ve hükûmete de buradan tavsiyemiz, orada yaptığınız her şeyi öncelikle kendi vatandaşlarımızın, kendi milletimizin hassasiyetlerini de sonuna kadar göz önünde bulundurarak yapsınlar, orada ne yapacaklarsa.

Melis Yaşar: Çok sayıda konu başlığımız var. Hepsini de konuşmak istiyoruz sizle. Dilerseniz kayyumlara geçelim. Çok sayıda belediyeye kayyum atandı. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz ve bu süreç sizce devam edecek mi? Başka belediyelerde de kayyum atamalarını görecek miyiz?

Ali Babacan: Biz bu kayyum meselesine prensip olarak karşıyayız. Çünkü parti programımızda da bütün yaptığımız çalışmalarda da, eylem planlarında da mevcut haliyle kayyum uygulamasının son derece yanlış olduğunu, demokrasinin, demokratik ilkelerin tam da kalbine hançer saplamak olduğunu söylüyoruz. Niçin? Çünkü seçilmiş halkın oylarıyla iş başına gelmiş bir belediye başkanının, atanmış bir kişinin tek imzasıyla görevden alınması diye bir şey söz konusu olamaz. Şimdi demokraside yürütme, yasama ve yargı denen üç organ vardır. Şimdi seçilmiş ve yürütme organındaki bir kişinin görevden alınması ancak yargı kararıyla olmalıdır. Bağımsız, tarafsız yargı, eğer ‘Evet bu belediye başkanı suç işlemiştir, evet yasalara aykırı hareket etmiştir’ diye bir karar aldıysa, ancak o noktada belediye başkanının görevden alınması söz konusu olmalıdır. Belediye başkanları dokunulmaz değildir. Onlar da insandır, hata da yapabilirler, suç da işleyebilirler. Ama bunun kararını bir bakan tek imzayla veremez. Bir yargı kararı gerekir. İkincisi, diyelim ki yargı kararıyla görevden alınması gereken bir durum oluştuğunda, onun yerine gelecek belediye başkanı da mutlaka belediye meclisi içinden seçilmesi gerekmektedir. Çünkü vatandaşlarımız belediye meclis üyeleri için de ‘evet’ diyor ya, belediye meclis üyeleri de tek tek seçilmiş insanlar ya, seçilmiş insanların yani belediye meclisinin kendi içinden seçeceği bir yeni belediye başkanıyla yeni görevlendirme olmalıdır. Sen bir imzayla seçilmiş belediye başkanını al, bir imzayla atanmış bir kaymakamı getir oraya ‘Ben seni belediye başkanı yaptım’ de, bu demokrasi değil, bu başka bir yönetim sistemi yani. Onun için biz bu işe prensip olarak karşıyız. Parti önemli değil. Yok şu partinin belediye başkanıymış, bu partinin belediye başkanıymış. Bizim için bu bir ilkesel tutum. Herhangi partiye verilmiş bir destek değil. Herhangi partiye karşı olduğumuz için takındığımız bir tutum da değil. Yani bu kayyum meselesi bizim için bir ilkesel mesele.

Bedia Teymur: Peki Sayın Başkan, burada bir yasal düzenleme yapılması gerektiğini ben düşünüyorum. Çünkü bunların hepsinin bir arka planı var. Şimdi o zaman buradan bir anayasaya gelelim. Yeni bir anayasa çalışması var ve sivil anayasa. Biliyoruz ki Meclis’te ilk açıldığında da, şimdi de sürekli olarak gündemdedir. Siz nasıl bakıyorsunuz? Size bir taslak geldi mi? Sizin kendi taslağınız var mı? Kısaca konu başlıkları, az önce bahsettiğiniz kayyum meselesini mesela… Orada güvence altına mı alırsınız belediye seçimlerini? Ne yaparsınız?

Ali Babacan: Şimdi kayyum meselesinin tabii anayasayı ilgilenen boyutu var. Bazı alınan kararların arkasında o KHK furyası vardı biliyorsunuz bir dönem. Anayasa Mahkemesi’nin denetimini yapmadığı bir KHK furyası. O KHK furyasındaki düzenlemelere yaslanarak bu kayyum uygulaması yapılıyor. Tabii ki yasal düzenlemeler de gerekiyor. Bunun nasıl çözüleceğini de biz çok açık şekilde yazdık. Hatta Sayın İmamoğlu, Belediyeler Birliği Genel Sekreteri ile bizi ziyarete geldiğinde ve çözüm için çalışacaklarını söylediklerinde ben dedim ki, ‘Zaten çalışılmış bir çözüm var, bu sadece DEVA Partisi'nin çözümü değil. Altı partinin imzasıyla bu işin nasıl çözüleceğinin çalışması zaten hazır. Ona da bakın, yeni fikirler olursa onu da ekleyin. Ama zaten mutabakata varılmış bir çözüm hazır bu konuda’. Tabi Türkiye'nin bazı köklü sorularını çözmek için tabii ki anayasa değişiklerine ihtiyaç var. Sayın Erdoğan ‘Yeni anayasa’ diyor. Tamam. Sayın Kurtulmuş, Meclis Başkanı da ‘Yeni anayasa için çalışalım’ diyor. Peki, bu yeni değil. Yani herhalde birkaç yıldır ara ara bu gündeme getiriliyor. Sayın Erdoğan yeni anayasa diyor da bugüne kadar yeni anayasayla ilgili herhangi bir tanımlayıcı ifade kullandı mı? Yok. Tek bir anayasa maddesi milletin önüne koyabildi mi? Yok. Hatırlarsanız seçimden önce bu başörtüsü konusuyla alakalı bir anayasa mıydı yasa mıydı; bir şeyler gündeme getirmeye çalıştılar. Taslaklar ortalarda dolaştı. Tek bir maddeyi bile Meclis’e getiremediler uzlaşıp da. Öyle yeni anayasa lafta kolay da hadi yap bakalım. Yani 22 yıllık iktidar değil mi? 22 yıl sonra ‘Yeni anayasa’ diyorsun ama yeni anayasayla ilgili ortaya koyabildiğin tek bir madde yok. Dolayısıyla biz ne dedik? Madem yeni anayasa diyorsunuz somut olarak bir koyun bakalım ortaya dedik. Ne istiyorsunuz? Somut olarak koyun ki ondan sonra biz olur mu olmaz mı görüşümüzü bildirelim. Ha bize soruyorsanız peki yeni anayasa nasıl olmalı? Yeni anayasa nasıl olmalının cevabı bizde hazır. Yani bütün detaylarıyla çalıştık, kamuoyuna açıkladık. Üç sene önce çalışılmış yeni anayasa bizde var. Zaten Sayın Kurtulmuş davet ettiğinde hani bir süreci konuşsak işte nasıl bir metodu uygulayalım falan. ‘Valla’ dedim ‘süreci metodu bilmeyiz de süreci metodu geçmişiz, bitirmişiz bizim çalışmamız bu’ dedim. Kendisine takdim ettim, geldim. ‘Bitti’ dedim, ‘bizim bitti, üç yıl önce bitti yani. Siz çalışa durun da bizim bitti.’ Ha bu bitti ayrıca biliyorsunuz bir de Altılı Masa vardı 2023'te. Orada da biz altı partiyle mutabık kalıp ayrıca 84 madde de çalıştık. Bakın yakın tarihimizde bunlar olmayan şeyler. Altı parti 84 madde üzerinden mutabık kalmış, imzalamış ve kamuoyuna sunmuş. Üstelik kodifikasyonu tamamlanmış, gerekçesiyle hazır. Meclis’te anayasa komisyonuna sunmaya hazır bir teklif. O da hazır. ‘İsterseniz ona da bakın’ dedim. ‘Ama bakın, hani siz Meclis Başkanı olarak tamam şu anda belki bir partiye mensup değilsiniz. Ama iktidar partisinden gelen bir insansınız. Öbür tarafta Sayın Erdoğan iktidar partisinin genel başkanı. Bakın biz somut şeyler koyuyoruz da iktidar niye koyamıyor bugüne kadar?’ Onlar da koysun ortaya bir şey görelim ne istiyorlar ne istemiyorlar. Şimdi yeni anayasa deyip de hiçbir şeyden bahsetmeyince tabii insanın aklına kuşkular oluşuyor. ‘Acaba bütün bu yeni anayasa tartışmaları ya da yeni anayasa gündemi sadece ve sadece Erdoğan'ın yeniden adaylığının önünü açmak için mi?’ diye insanın aklına geliyor. Bu yeni anayasa tartışmaları acaba sadece ve sadece ‘Sayın Erdoğan 50 artı 1 değil de ya 40 artı1'le de kazanabilsin. Hatta gittikçe oylar da düşüyor. Hadi 30 artı 1'le de kazanabilsin’ diye onun mu altını hazırlıyor diye biz şüpheleniyoruz açıkçası. Yok eğer öyle bir niyetiniz yoksa bu yeniden adaylığın dışında olur, bilmem 40 artı 1, 30 artı 1 gibi fikirlerin olmadığı, gerçekten bu ülkedeki sistemi sağlamlaştırmak için bir çalışma ortaya koyun da görelim diyoruz. Şunu da söylüyoruz. ‘Önce bir mevcut anayasa uyun’ diyoruz. Sizin için anayasa zaten bağlayıcı bir hukuk metni değil ki. İşinize geldiğinde anayasayı zaten uygulamıyorsunuz. Mahkemeye adeta talimat veriyorsunuz. ‘Uymayabilir’ diyorsunuz anayasaya. Anayasa Mahkemesi karar alıyor. ‘Uymuyorum, saygı duymuyorum’ diyebiliyorsunuz. Demek ki anayasa sizin için çok da önemli bir metin değil. Bağlayıcı bir hukuk metni de değil. Zaten bağlayıcı olmayan bir hukuk normunu, üst hukuk normunu kendiniz açısından bağlayıcı görmediğiniz, değiştirmekle niye uğraşıyorsunuz ki? Bunların hepsini şüphe uyandırıyor. Niye anayasa deyip duruyorlar?

Bedia Teymur: Peki bunu arka planda görüşüyor musunuz?

Ali Babacan: Yok bizim kimseyle arka planda hiçbir görüşmemiz yok.

Bedia Teymur: Hiç görüşemediniz mi?

Ali Babacan: Yok, bir şey yok. Görüşecek bir şey yok ki. Yani arka planda görüşmeye için ne gerekir? Fikirler olur. Somut bir şeyler olur da görüşürsünüz.

Bedia Teymur: Kendi fikirlerinizi ilettiniz dediniz, resmi görüşmede. Ama onun haricinde mesela birebir ya da meclisteki arkadaşlarınızla…

Ali Babacan: Meclis’teki arkadaşlarımız tabii ki sosyal ortamlarda konuşuyorlar. Yani çay kahve içiyorlar, birbirlerini ziyaret ediyorlar. Partiler adına resmi şeyler değil. İktidar milletvekilleri de hiçbir şey bilmiyor ki. İktidar milletvekillerine sorduğunda, sadece dedikodulardan ibaret. Milletvekillerinin de ne kadar etkisi ve yetkisi var, ayrı hikâye… Külliye ’de birkaç isim öyle ahkam kesiyor ki 10 milletvekili toplu açıklama yapsın etkisi sıfır, Külliye ‘de birkaç kişinin söylediği şeyde, ‘Acaba Erdoğan böyle mi düşünüyor?’ deniyor. Ya da Erdoğan kendi söylemediklerini bunlara mı söyletiyor? Akla bir sürü şeyler geliyor. Karmakarışık işler… Onun için siyasetin ayak oyunları, arka planları biz oralarda yokuz, biz açığız, netiz. Anayasaysa Anayasa, çalışmışız dersimizi yapmışız, alnımızın akıyla ortaya çalışmamızı koymuşuz, Anayasa çalışması böyle olur. Yıllarca nakarat gibi ‘yeni anayasa yeni anayasa…’ deyip deyip ortaya tek bir madde koyamıyorsanız, o zaman biz sizin samimiyetinize güvenmeyiz. ‘Samimiyseniz ortaya somut bir şey koyun, konuşalım’ diyoruz. Mesele bu.

Bedia Teymur: Bu konuda en somut öneriyi herhalde HÜDA-PAR ortaya koyuyor değil mi? Dördüncü madde baya bir tartışmaya açtı. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

 

Ali Babacan: Onlar (HÜDA PAR) bir maddeyle ilgili somut bir şey ortaya koymuş olabilir, biz yüzlerce maddeyle ilgili somut şeyler ortaya koyduk.  Anayasa’nın ilk dört maddesi DEVA Partisi olarak hiçbir zaman gündemimizde olmadı. Parti kuruluşunda da gündemimizde olmadı, yeni anayasa çalışmamızda da yok. Anayasa’da o kadar önemli, başka konular var ki oralara yoğunlaşılması lazım.

Bedia Teymur: Bir iki başlık verebilir misiniz? Çok önemli konulardan.

Ali Babacan: Çok önemli konular, mesela yargının bağımsız ve tarafsız çalışması, ancak anayasal düzenlemelerle olur.

Bedia Teymur: Şu anda esas olarak öyle değil mi zaten? Güçler ayrılığı var.

Ali Babacan: Şu an güçler ayrılığı var gözüküyor ama siz üst yargı ile alakalı atamaların kahir ekseriyetinde Cumhurbaşkanı’na yetki vererek yaptırıyorsanız o zaman Cumhurbaşkanı’nın atadığı üst yargı mensuplarını günü geldiğinde Cumhurbaşkanı’nın eğilimlerini dikkate alıyorlar. Dolayısıyla bizim bu çalışmamızda üst düzey yargı mensuplarının kahir ekseriyeti Meclis tarafından seçiliyor. Meclis tarafından seçilirken de çoğunlukçu değil çoğulcu bir yapıyla seçiliyor. İktidar partisinden talimat geliyor Meclis’e, sen bunu seç… Ha Erdoğan atamış, ha iktidar partisi oy çokluğuyla atamış, aynı kapıya çıkıyor. Dolayısıyla bizim burada tarif ettiğimiz, çoğulcu bir yapı söz konusu. Mecliste çoğunluğu olmayan diğer siyasi partilerin de eğilimlerini dikkate alan yargı görevlendirme yapısı söz konusu… Çok önemli bir değişiklik… Yine bizim çalışmamızda Parlamenter Sistem var. Mevcut başkanlık sistemiyle ülkenin sorunlarının asla çözülemeyeceğini hep söylüyoruz. Tam altı buçuk yıl oldu, altı buçuk yıl, yedi yıla doğru gidiyoruz. Son yedi yılda Türkiye'de fakirlik, fukaralık arttı mı? Arttı. Enflasyon arttı mı? Arttı. Eğitim sistemi bozuldu mu? Bozuldu. Sağlık sistemi mi? Gittikçe çöküyor mu? Çöküyor. Hangi sorunu çözdük Türkiye'de? Demek ki bir kişiye bütün yetkiyi ver, gücü ver, o bir kişi de sorunları çözsün. Olmuyor. Bir ülkenin sorunlarını çözmek güçlü kurumlarla olur. Bağımsız bir yargıyla ve ekonomi tarafında bağımsız kurumlarla çözülür, o kurumlar arasındaki eşgüdümü sağlamayla çözülür. Bir kişi bütün yetkiyi alıyor, kafasına eseni yapıyor, tek imzayla her şeye karar veriyor, olmuyor işte. Ben hep diyorum, ‘eğer tek imza, tek yetki ülkenin sorunlarını çözüyorsa şu imzayı at, enflasyonu tekrar tek haneye indir de görelim’ diyorum. Enflasyon ne zaman patladı? Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, yani Başkanlık Sistemi başladıktan hemen sonra patladı. O gün bu gündür de düşmüyor. 

Bizim işte arkadaşlarımız, Ali Babacan'ın arkadaşları bunlar hiç olmazsa, hani ‘Yavuz atın yanında duran ya huyundan ya suyundan’ diye bir atasözü var. Belki bir şeyler öğrenmişlerdir diye en yakınımızdaki iki arkadaşımızı, Cevdet Yılmaz'ı ve Mehmet Şimşek'i göreve getirdi. Bir buçuk yıl oldu. Bir buçuk yıldır, düştü mü enflasyon? Şimdi diyecekler ki; ‘Düştü.’ Yok, hemen rakamları söyleyeyim, çünkü öyle bir şey var, bakın işte geldi yeni yönetim, yeni anlayış. ‘Enflasyon düştü’ düşüyor. Tamam da rakamlar ortada.

 

Yeni arkadaşlar, yeni ekonomi yönetimi işbaşına geldiğinde enflasyon yüzde 38'di. Tarih ne? Tarih Haziran. 1 Haziran'da hiç başına gelmediler mi? Haziran ayının enflasyonu, yani... Haziran sonunda açıklanan enflasyon %38. Ondan sonra artmış, artmış, artmış, artmış. Ya siz ne yapıyorsunuz bu dönemde? Siz yeni ekonomi yönetimi değil misiniz Allah aşkına ya? Göreve gelmişsiniz, 13 ay boyunca enflasyon artmış, artmış. Şimdi indi, indi, indi dediğiniz enflasyon ne? Yüzde 47. Zaten yeni ekonomi yönetimi geldiğinde 38'di. Bir buçuk sene geçmiş, 47'ye inmiş. Biz geldik, 34 yıllık yüksek enflasyonu 2 yılda tek anaya indirdik. Hatta geçen sosyal medyada gördüm, çok üzüldüm ya. Yani bir toplantıda Putin'e soruyorlar. Türkiye'yle ilgili bir soru geliyor. O da diyor ki, ‘evet düşmüş’ diyor. ‘%80'den %50'ye düşmüş’ diyor. Ön sırada olan bütün ekibi başlıyor gülmeye kıkır kıkır... Yani enflasyonu neymiş 47'ye düşürdük diye bunu başarı diye anlatıyorlar ya. Ya arkadaşlar, siz Ali Babacan ile çalıştınız, değil mi? Peki o dönemde bu oldu da niye şu anda olmuyor? Çünkü hep söylüyorum, ‘Hukuk olmadan ekonomi olmaz. Hukuk olmadan ekonomi düzelmez’. Ağzınızla kuş tutsanız bu enflasyonu siz tekrar tek haneye indiremezsiniz. Çünkü bizim bu iki arkadaşımızın yani Cevdet Bey'in ve Mehmet Bey'in yetki alanı çok çok sınırlı. Yani Erdoğan hasbelkader izin verdi, ‘Hadi arttır bakalım faizi ne olacak görelim’ dedi, tamam. Bazı vergi artışlarına da izin verdi, tamam. Peki sadece faizi arttırmakla, sadece vergi arttırmakla enflasyon düşer mi? Enflasyon aynı zamanda tasarrufla düşer. Tasarruf adına atılan tek bir adım görüyor musunuz Allah aşkına? Şimdi enflasyonun düşmesi için devletin önce harcamalarını azaltması lazım. Tasarruf etmesi lazım. Bütün harcamalarını. Şimdi memur maaşı ayrı meseledir, devletin harcaması. Ayrı mesele. Ama yüksek faiz olduğu zaman devletin en yüksek harcaması nereye şu anda? Faize. Bakın 2024 bütçesinde size bir rakam daha göstereyim. 2024 bütçesinde tarıma destek 91 milyar, faiz 1,3 trilyon. Şu tarıma desteğe bakın faiz ödemesine bakın. Güven oluşturup faizi düşüremediğiniz zaman bu faiz ödemesi yüksek gider. 2025'in bütçesinde rakam ne? 1,3 trilyon oluyor 2 trilyon. 2 trilyonluk faiz ödeneği koydular şu anda bütçeye, 2025 bütçesinde. Güven olmadan da bunu düşüremeyecekler faizi ödemelerini. Bir başka önemli konu, kamu harcamaları. Şimdi kamu harcamalarını azaltmanın yolu Kamu İhale Yasasını değiştirmektir. Kamu ihale yasasını yarışmayla devletin iş yaptıracağı şekle getirmektir. Şu anda milyar dolarlık ihaleler ihale yapılmadan veriliyor. İhale ne demek? Yarışma demek. Adı ihale, ihale falan yapılmıyor ki. Adrese teslim veriliyor. Ben dedim ki Avrupa Birliği'nin 33 faslından bir tanesi kamu alımlarıdır. 28 ülke. Almanya’sı, Fransa’sı, İtalya’sı, Hollanda’sı, İspanya’sı. Bunlar, bakın bazıları bunlar Türkiye'den büyük ekonomiler, değil mi? Alman ekonomisi Türkiye'den büyüktür. Fransız ekonomisi Türkiye'nin ekonomisinden büyüktür. Bunların hepsi ortak bir yasayla ihale yasasıyla satın alım yapıyor. Ortak bir yasayla yatırım yapıyorlar. Biz diyoruz ki, ‘Şu Avrupa Birliği'nde uygulanan kamu ihale yasasını alın getirin uygulayın. Niye korkuyorsunuz? Neden kaçıyorsunuz?’ Bakın nasıl tasarruf oluyor o zaman görün. Ya şu deprem konutları, inanın içim yanıyor ya. Deprem konutlarının maliyeti inanın bire üç. Bölgedeki mimarlar odaları, mühendisler odaları feryat ediyorlar. Devletin kendi açıkladığı inşaat maliyetinin tam üç misline deprem konutları şu anda mal oluyor. Sayın Erdoğan ne dedi depremde? ‘Bir yılda altı yüz elli bin konutu teslim edeceğim’ dedi değil mi? Bir yılda altı yüz elli bin konut. Bir buçuk yılda biten konut sayısı kaç? Hatta iki yıla geliyor şimdi. Şubat'ta tam iki yıl olacak. Yüz elli bin. Altı yüz elli bin söz verdi ancak yüz elli bin yaptı. Sözü ne zaman veriyor? Seçim öncesine veriyor. 6 Şubat depremi oldu. Mayıs'ta seçim var. Dedi ki, ‘Altı yüz elli bin konutu yapacağım bir yılda’. Ne oldu? Neredeyse iki yıl oldu. Yapabildiği yüz elli bin konut. Peki yüz elli bin konutun maliyetine bakın. Yüz elli bin konuta harcadığı parayla dört yüz elli bin konut yapılabilir. Hesap ortada. E siz aynı parayla yüz elli bin konut yaptınız. Daha da para harcamaya devam edeceksiniz. Niye? Çünkü pahalıya mal oluyor. Niye? Çünkü adrese teslim veriliyor. Depremden hemen sonra Adıyaman'daki mühendislerin, mimarlar odası başkanlarının, genç çocukların bana verdiği rakamlara istinaden söylüyorum. ‘Başkanım’ diyorlar, ‘deprem konutunun maliyeti 650-680’. Bunlar kaça veriyor? 1 milyon 200, 1 milyon 300, 1 milyon 500, 1 milyon 700'e veriyorlar. Köy evi 3 milyona veriliyor. İhale etmiyor bakın, veriliyor. Diyor ki, ‘Gel bakayım’ diyor, ‘sen benim arkadaşımsın’ diyor. Bir de çoğu bölgenin şirketi falan da değil. Ondan sonra ‘Kaça yaparsın?’ ‘3 milyona.’ ‘İyi hadi hayırlı olsun, 3 milyona yap.’ Belki 1 milyona yapacak başkası. Sen niye bunu ihaleye açmıyorsun? Niye yarıştırmıyorsun? Tasarruf buralarda. Buralardan tasarruf etmezseniz enflasyonu asla düşüremezsiniz. Ama bunu yaparlar mı? Yapamazlar. Sayın Şimşek’in buna gücü yeter mi? Yetmez. Sayın Yılmaz'ın bunun gücü yeter mi? Yetmez. Bunları düzeltebilecek tek kişi var, şu andaki sistemde. O da Sayın Erdoğan. Ben bunları düzeltmek istedim de bana ne dedi? Dedi ki, ‘Bu dediklerini yaparsam ben partiye il başkanı, ilçe başkanı bulamam’ dedi. Bana dedi, o günlerde haber de oldu biliyorsunuz. Dolayısıyla olmaz. Biz niye DEVA Partisi'ni kurduk? Niye bu yola çıktık? Niye bu mücadeleye veriyoruz? Çünkü şu andaki ülkeyi yönetenlerin aklıyla, zihin dünyasıyla bu ülkenin sorunlarının çözülemeyeceğini bildiğimiz için… Bakın altı buçuk yıl geçti çözemediler, çözemiyorlar. Olmuyor. Olmayacak da. Yani bunu ısrarla bir daha deneyelim, bir daha deneyelim, bir daha deneyelim; denenmişi denemenin artık faydası yok. Onun için biz hazırlanıyoruz ve geliyoruz inşallah.

Bedia Teymur: Evet, ama tek başınıza da değilsiniz gibi görünüyor. Saadet ve Gelecek Partisi'yle birlikte. Bu oluşumun sonu nereye gider? Bir ittifaka, merkez sağ oluşumuna gider mi, Sayın Başkan?

Ali Babacan: Bugün itibariyle kesinleşmiş, netleşmiş bir şey yok. Bunu ben biliyorsunuz bizim 12 Ekim'de yaptığımız, 2. Olağan Büyük Kongremiz ‘de bir çağrıyla bir irade ortaya koymuştuk biliyorsunuz. Bu neyin iradesi? Bir yanda iktidar bloğu var, artık ülkeyi kesinlikle yönetemeyen, hiçbir sorunu çözemeyen bir iktidar bloğu var. Bir tarafta da ana muhalefet var, CHP var. ‘Biz ülkeyi artık bu iki tercihten birine mecbursunuz durumundan kurtarıp, bu iki tercih arasında sıkışmışlıktan kurtarıp yeni bir yol, yeni bir tercih oluşturmak zorundayız’ dedik. ‘Biz DEVA Partisi olarak bu yeni tercih olmaya talibiz. Bunun için her türlü hazırlığımız hazır, kadrolarımız hazır. Ama bu yolu yürürken de ülkenin yarınlarında buluşabileceğimiz bütün siyasi partilerle, ülkenin yarınlarında uzlaşabileceğimiz münferit siyasi şahsiyetlerle de beraber bu yolu yürümek istiyoruz’ dedik. Çünkü mevcut anayasa geçerli olduğu sürece, 50 artı 1 mecburiyeti olduğu sürece partiler ancak birlikteliklerle başarılı olabiliyorlar. 2018 seçimlerinde gördük değil mi? 2017'de anayasa değişti. 2018 ilk defa başkanlık sistemiyle girilen seçim oldu. Ne oldu o seçimde? Biz henüz yoktuk. DEVA Partisi kurulmamıştı. Sayın Erdoğan apar topar yanına ortaklar bulmak zorunda kaldı. Bahçeli ortaklığı 2018 seçimlerinde ete kemiğe bürünmüş oldu. 2023 geldi, baktı o da yetmiyor. Ne yaptı? Doğu Perinçek'ten tutun da HÜDA PAR’a kadar, yani birbiriyle alakalı alakasız herkesi yanına toplamaya çalıştı. Baktı ki tek başına olmuyor, böyle yedi kişiyi dizdi yan yana, değil mi? Hatırlayalım o fotoğrafları. Ondan sonra ucu ucuna da 52 bulabildi. Biz de 2023 seçimlerine bir ittifakla gittik. Dolayısıyla bu 2028 seçimlerine giderken ya da daha erkene çekilebilecek seçimlere giderken, bizim illaki birlikteliklerle bu seçime gitmemiz gerekiyor. Tabii ki DEVA olarak çok çalışacağız, güçleneceğiz. Bütün Türkiye sathında teşkilatlarımızı daha da kuvvetlendireceğiz. Vatandaşlarımızın karşısında çok daha net bir irade olarak duracağız. Desteklerini isteyeceğiz ama bunu isterken de dostlarımızla, ortaklarımızla, beraber iş birliği yaptığımız partilerle ve insanlarla bunu gerçekleştireceğiz. Ve bunu son dakikaya bırakıp, hani yumurta kapıya dayandı mı derler bir atasözü, o noktada mı yapmak; yoksa bugünden bir yol arkadaşlığına başlayıp, bugünden birbirimizi daha iyi tanıyıp, olacaklar olur, olmayacaklar olur zaman içerisinde bunlar test edilir, ondan sonra mı yapmak… Dolayısıyla perspektif bu. Peki ne yapıyoruz bu perspektif çerçevesinde? Özellikle Gelecek ve Saadet Partisi ile bir ortak grup kurulabilir mi Mecliste diye çalışıyoruz. Bu partilerin birleşmesi, tek parti olması anlamına gelmiyor. Yine her partinin iddiası vardır. Her partinin belki hedef kitleleri bir miktar farklı olabilir diğerlerinden. Ama bu partiler arasındaki iş birliğini kuvvetlendirelim. İleride de daha yakın bir iş birliği içerisinde olmayla alakalı bir irade ortaya koyalım. Ve bunun da meclis çalışmaları açısından bir ortak grupla şimdiden hemen bir somut hale getirelim. Ama amaç sadece orada bir grup oluşturmak değil. Yani biz mecliste grubu kurduk, iş bitti. Değil. Peki DEVA Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi. Üç parti bir araya geldi, burada durduk… Değil. Yeter mi? Yetmez. Daha geniş birlikteliklere ihtiyacımız var. Daha büyümemiz gerekiyor.

Bedia Teymur: Kim mesela? Yeni katılım olacak mı?

Ali Babacan: Biz, yani şöyle ya da böyle az ya da çok irtibatımızın olduğu başka siyasi partiler de var. Parti ismi vermem bugün için doğru değil. Çünkü o diğer partilerle görüşmeleri belli bir noktaya getirmeden parti ismi zikretmem doğru olmaz. Ama görüşmekte olduğumuz başka siyasi partiler de var. Bu diğer siyasi partilerle iş birliği modalitesi, yani illa ‘Gelin hep beraber aynı grupta olalım’ değil. Bunlar grubu olan partiler olabilir, grubu olmayan partiler olabilir. Bunlarla da zaman içerisinde görüşerek bu cepheyi genişletmek, bu iş birliği cephesini genişletmek ve daha geniş, daha güçlü bir birlik, beraberlikle vatandaşlarımızın karşısına çıkmak. Bunun Türkiye için biz çok önemli olacağını düşünüyoruz. Çünkü AK Parti'den soğumuş, AK Parti'ye artık eli gitmeyen, AK Parti'ye destek vermek istemeyen, dindar, muhafazakâr milyonlarca vatandaşımız var. Yine rahmetli Özal'ın, rahmetli Demirel'in, rahmetli Menderes'in dönemlerini böyle hayırla yad eden, o dönemlerle ilgili güzel hatıraları olan ya da o dönemlerle ilgili bir olumlu duygu içerisinde vatandaşlarımız var. Onlar da arayış içerisindeler. Onlara da bir cevap oluşturmamız gerekiyor. Onların da arayışına bir seçenek koymamız gerekiyor. Gençler var. Gençler gerçekten siyasetten tamamen soğumuş durumdalar. Yani konuşmak istemiyorlar. Ve en çok da üzüldüğüm şu, siyasetle bu ülkenin iktidarının değişebileceği konusundaki güvenleri azalmış. Özellikle bu 25 yaş altı diyeyim, 25 yaş altı, kendilerini bildik bileli, yani 3 yaşından bu yana hep aynı iktidar, hep aynı kişi olduk için karşılarında, ‘Ya bu galiba hiç değişmeyecek’ diyorlar. Onun için siyasetten kafalarını çeviriyorlar başka yere ve daha da üzüldüğüm yönlerini çeviriyorlar başka ülkelere. ‘Ben kendime yaşayacak başka bir ülke arayayım bari’ diyor. ‘Çünkü’ diyor, ‘gitmiyor’ diyor, ‘olmuyor’ diyor yani. ‘Değişmiyor hiçbir şey bu ülkede’ diyor. İşte onlara da biz umut olabilmek için, onlara da değişim mümkün, yeni bir iktidar mümkün, yeni bir yönetim Türkiye'de mümkün diye bir sağlam bir umudu, gerçekçi bir umudu da vermemiz gerekiyor.

Bedia Teymur: Peki, aslında konu uzadı ama merak ediyorum. Şimdi az önce bahsettiğiniz oluşum ve alternatif olma yolundaki ittifakı, biz seçim öncesinde gördük. Altılı Masa aslında tam da bu amaçla kurulmamış mıydı? Başarısız oldu. Yani bunu net bir şekilde söyleyebiliriz. Bu en azından benim yorumum. Bu yeni arayış, yani bu yeni kurulan oluşum, adına belki ittifak diyemeyiz şu anda ama, nasıl bir farklılık sunacak Altılı Masa'dan? Yine aynı duyguyla seçmen, ‘Biz bunu görmüştük zaten, denemiştik. Yine olmayacak’ düşüncesine kapılabilir mi? Bunun için ne gibi önlemleriniz, düşünceleriniz var?

Ali Babacan: Altılı Masa'daki kompozisyon tabii çok farklı bir kompozisyondu. Yani o partilerde genel başkan değişiklikleri oldu. Herhalde şu anda altı partinin üçünde bir genel başkan değişikliği oldu bugüne kadar. Ve biz gerçekten iyi niyetle çok emek harcadık, çok gayret ortaya koyduk. Fakat vatandaşlarımıza bunlar kavgasız, gürültüsüz bir şekilde bu ülkeyi yönetebilir güvenini oluşturamadık. Masadan oturmalar, kalkmalar, yok bakanlık paylaşmalar falan filan derken insanlar dedi ki, ‘Bunlar şimdiden bir şeyleri paylaşamıyor, iktidar oldukları zaman ne olacak?’ Ama her şeye rağmen de yüzde 48 bir destek aldık. Bu az bir şey değildir. Yani sadece ve sadece içinde doğduğu kültürel ortam ve Alevi olması sebebiyle seçilemeyecek aday, seçilemez denen bir insan yüzde 48 oy aldı. Bunu da küçümsememek lazım. Demek ki ilkeler ve hedefler, eğer sağlam konulursa ve uyumlu bir çalışma ortamı olursa başarı sağlanabilir ama biz tabii oradan çok şey öğrendik. Oradaki hatalarımızın farkındayız. Yani o hataların aynısını tekrar edecek durumumuz da yok. Onun farkındayız. Ama unutmayalım ki Erdoğan da yüzde 52’yi alırken yedi kişiyi yan yana dizerek alabildi. Ve o DSP'ymiş, HÜDA PAR’mış, hatta arada bir Cumhurbaşkanı adayı vardı mesela o. İkinci turda onu da yanına çekti bir şekilde. Şöyle de böyle onu bilmiyoruz arkasını. Bütün onları topladı, topladı, topladı ancak 52’yi bulabildi yani. Dolayısıyla bu birlikteliklerin nasıl inşa edileceğine bağlı. Biz dediğim gibi böyle son dakikadansa bugünden hazırlanmak, bugünden bu partilerin çalışmalarını birbirlerine yaklaştırmak, bugünden ileride olabilecek ortak daha farklı iş birlikleri için zemin hazırlamak, birbirimizin hukukuna dikkat etmek ve özellikle de yarınların Türkiye'sinde buluşmak… Biz bunun kıymetli bir hedef olduğunu düşünüyoruz. Ve mevcut sistemde eğer gerçekçi bir şekilde iktidara doğru yürümek istiyorsak ve parlamenter sistemi bu ülkeye getirmek istiyorsak bunu yine birlikteliklerle, beraberliklerle olacağını da görmemiz gerekiyor. Çünkü biz, DEVA Partisi olarak etnik kimlik siyaseti yapmıyoruz. Ya da siyasetin uçlarında dolaşıp, ırkçılık yapıp, ‘Ben oradan işte bir 3 puan, 4 puanlık bir şey alsam o bana yeter, günü geldiğinde ben onu kullanırım şurada, burada. Bir pazarlık gücü olarak kullanırım…’ Öyle bir parti değiliz biz. Biz bu ülkenin tümünü kucaklayan, milletimizin tümünü kucaklayan, herkes için eşitlik, herkes için adalet, herkes için hürriyet diyen bir siyasi partiyiz. Dolayısıyla, ‘Siyasi yelpazede bir hissemiz olsun, o hisseyi de günü geldiğinde çıkarımıza kullanalım…’ Öyle demiyoruz. Öyle desek bu birliktelikleri niye isteyelim? Değil mi? Yani niye bunun gayretine girelim? Deriz ki ‘Kardeşim biz DEVA’yız’ deriz, kendimize de bir dar bir seçmen kitlesi gözümüze kestiririz. Biz onlardan aldığımız 2-3 puan, 4 puan, 5 puan neyse onları da garanti altına alırız. Ama onu yaparken de belki milyonları dışlamak zorunda kalırız. Bizim siyasetimizde hiç kimseyi dışlamak yok. Biz hiçbir toplum kesimini dışlamıyoruz. Ben bununla oyunu alayım, ama bunları da öteleyeyim demiyoruz. Kutuplaştırma yapmıyoruz. Böyle bir siyaset tarzımız yok. Çünkü gerçekten ülkenin yönetimine talip olduğumuz için ve bunun da ancak birlikteliklerle olacağını bildiğimiz için bunu yapıyoruz.

Melis Yaşar: Asgari ücreti soralım size. Asgari ücret ve memur maaşı. Toplantılar da başlıyor 10 Aralık’ta. Sizce ne olacak asgari ücret?

Bedia Teymur: Sizin temenninizle, biraz da beklenti ve hükûmet şu anda neye nasıl bakıyor onu tahminlerinizi alalım.

Ali Babacan: Asgari ücretle ilgili size tabloyu şuradan göstereyim. Bakın, asgari ücretin şöyle son yıllardaki gidişatına bakalım. Ocak 2021. Ocak 2021'e kadar aşağı yukarı açlık sınırı ile asgari ücret böyle birbirine yakın dolaşırken sonra makas oluşmaya başlıyor. Makas oluşuyor, oluşuyor, oluşuyor ve şu anda asgari ücret 17 bin lirayken açlık sınırı 20 bin lira. Ve açlık sınırı bu kasım sonu, aralıkta biraz daha artacak. Şimdi açlık sınırı ne demek? Dört kişilik bir ailenin sadece gıda ihtiyacı demek. Barınma yok burada, yani kira yok. Eğitim masrafları yok. Sağlık masrafları yok. Sadece aç kalmamak için dört kişilik bir ailenin en az 20 bin liraya ihtiyacı var. Aç kalmamak için. Peki kira nerede? Şunun üzerine bir kirayı ekleyin bakalım. Değil mi? Ekleyin. Çocukların okul eğitim masrafları, ekleyin. Bizim asgari ücret ilkemiz şu. Böyle TÜİK’in uydurma enflasyonu değil. Gerçek enflasyon artı refah payı. Ve bunu yaparken de mutlaka 1 Temmuz’da ara zam vermek. Bakın ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Enflasyonun çok düşük olduğu dönemlerde dahi biz 1 Temmuz'da mutlaka bir ara zam verdik. İlk defa bu yıl, bu yıl ilk defa ne yaptılar? Bir Temmuz'da ara zam vermediler. Aynı rakamı bugüne kadar getirdiler. Bu kul hakkı ya. Yani enflasyon her ay her ay artıyor da sen niye yılın ortasında bugüne kadar verilmiş zam mı vermedin? Niye? Bu kul hakkı. Dolayısıyla yılbaşında yeni asgari ücret hesaplanırken mutlaka bu yapılmalı. Ama 1 Temmuz'da da bir ara zam da bugünden öngörülmeli. Bugünden. Gelecek sene enflasyon tek haneye inecek mi? Öyle bir iddiası var mı hükûmetin? Mümkün değil yani. Mümkün değil. Yani şimdiden ‘Acaba yüzde 20'lerin biraz altına indirebilir miyiz’ falan filan. Ne yapacaklarını da bilmiyorlar. Orta vadeli programda bir rakam açıklıyorlar. Bir hafta sonra Merkez Bankası başka bir rakam açıklıyor. Ya arkadaş üstelik talimatınla hareket eden Merkez Bankası var ya. Çağır bir konuş bakalım senin enflasyon tahminin ne? Orta vadeli programı hazırlayanlar işte Cevdet Bey, Mehmet Bey o taraf; Merkez Bankası. Bir hafta arayla siz niye ayrı ayrı rakamlar açıklıyorsunuz ki? Oturun bir konuşun birbirinize yani. Bu kadar da böyle başıbozukluk var, birbirinden kopukluk var. Şimdi dolayısıyla burada ölçü o. Asgari ücret demek, asgari insani ihtiyaçlarını karşılayacak bir ücret demek. Ha ben rakam söyleyebilirim ama şu anda muhalefet partileri arasında da bir açık artırma var. Yani burada 25 diyen var, 28 diyen var, 30 diyen var, 33 diyen var, 50 diyen var. Yani ben de açık artırma, tamam, burada bir ölçüsü de yok ki. Yani diyebilirim ki, ‘Tamam, niye 70 olmasın’ diyebilirim, manşet de olur, çok önemli değil ama... Yani mesele o değil. Çünkü asgari ücret, bazıları tam bilmiyor ama devletin bütçesinden ödenen bir şey değil. Devletin asgari ücretle çalışan bir tane elemanı yok. Asgari ücreti özel sektör ödüyor. Eğer bir esnafımız yanında bir tane tezgahtar çalıştırıyorsa, esnafımız onun maaşını ödüyor. Bir KOBİ’miz, burada Ankara’da, OSTİM ’deki küçük bir atölyemiz; 15 kişi çalıştırıyorsa asgari ücreti o atölyenin sahibi ödüyor. Dolayısıyla asgari ücret tespiti aslında hükûmetin tamamen işverenle çalışan arasındaki meseleyle alakalı söylediği bir söz. Dolayısıyla burada yapılması gereken hem işverenleri yıkmayacak, yani işverenlerin dükkân kapatmasına, tesis kapatmasına sebep olmayacak ama aynı zamanda da çalışanları da insanca yaşayabilecekleri bir rakam. Bakın, daha iki hafta önce bir taziye ziyaretinde özel sektörde çalışan bir arkadaşımın bana ifadesi… Dedi ki ‘Ben sizin döneminizde, siz ekonominin başındayken maaşımla, özel sektördeki maaşla sıfır bir araba aldım; 8 ay taksitle rahat rahat ödedim’ dedi. ‘Ben bugünkü maaşımla yeni bir arabanın hayalini bile kuramıyorum’ dedi. Önemli olan satın alma gücü, önemli olan refah ve bütün bunlar olduğu sürece, ekonomi bu şekilde yönetildiği sürece ne asgari ücretlimiz ne emeklimizin yüzü gülmez bu ülkede. Yani emeklilerin durumu daha vahim ya. En düşük emekli maaşına bakın. 1 Temmuz'da yine zam vermediler buna. Bütün emekliler zam aldı 1 Temmuz'da ama en düşük maaş alan emeklilere 1 Temmuz'da ara zam vermediler. 12.500 lira. Şu açlık sınırıyla farka bakın. Gelmiş 70 yaşına, 80 yaşına artık çalışma imkânı ihtimali yok. Geçen hafta bir haber okudum. Sizin de dikkatinizi çekmiştir çünkü önünüze düşüyordur. 79 yaşında iş kazasında ölen bir inşaat işçisi ya. 79 yaşındaki bir insan niye inşaatta çalışmak zorunda kalsın? Demek ki aç. Demek ki bu olmuyor işte belli, onun için çalışmak zorunda kalıyor. Daha bizim bu mahallemizde. Bunlar 6-7 ay önce bir iş kazası oldu. Tam 60 yaşında bir inşaat işçisi 3. kattan düştü hayatını kaybetti. Yani niye insanlar o yaşta çalışmak zorunda? Emekli maaşı yetmediği için. Emekli maaşı niye yetmiyor? Çünkü büyük bir israf var. Paranın büyüğünü devlet başka yerlere harcıyor, faize harcıyor. 680.000 liralık deprem konutunu 1,5 milyona 1.700.000'e mal ediyor. Onun için para kalmıyor işte buralara yani. Yani ekonomi yönetiminin amacı bir cumhurbaşkanlığının ekonomi yönetirken ki amacı ülkenin topyekûn zenginleşmesidir. Benim tanıdığım cepten cebe konuştuğum üç-beş iş adamının zenginleşmesi bu ülkenin zenginleşmesi anlamına gelmez. Ama şu anda ülkeyi yönetenler maalesef tamamen dar bir zümrenin çıkar elde ettiği, dar bir zümrenin zenginleştiği ve geniş kitlelerinde fukaralaştığı bir noktaya ülkeye getirdiler maalesef. Yani ekonominin şu andaki özeti bu. Ve düzelmeyecek. Yapamayacaklar. Çünkü ‘Yargıya talimat vermeyeceğim ben arkadaş. Yargıyı bağımsız ve tarafsız çalıştıracağım’ diyebiliyor mu Sayın Erdoğan? Tam tersine yani, yargı dediğini yapınca ‘Böyle olması lazım zaten’ hissiyatı var yani. Peki, ‘Avrupa Birliği'nin kamu ihale yasasını getirelim Türkiye'de uygulayalım diyebiliyor’ mu? Mesela desem ki, ‘Ya bak bu büyük bir değişiklik, demek ki artık bir niyette biraz düzelme var’. Demiyor. Demez de. Çünkü etrafını saran çıkar şebekesi diyecek ki, ‘Efendim mümkün değil. Avrupa Birliği'nin ihale yasasını getirirseniz biz hiçbir şey yapamayız. Yatırım yapamayız. Durur. Bütün Türkiye durur. Devlete hiçbir şey alamayız’. Etrafını saranlar artık öyle insanlar. Çünkü mevcuttan istifade ediyorlar. Mevcuttan nemalanıyorlar. Devlet tam bir yarışmayla dürüst bir şekilde harcama yapsın. Bunu önce Sayın Erdoğan'ın bunu istiyor olması lazım. Bunu istemenin yolunu da ben açık söylüyorum. Peki nasıl? Açıkça söylüyorum işte. Avrupa Birliği'nin kamu ihale mevzuatı. Getirin, uygulayın. Bakın nasıl devletin masrafları düşüyor. Nasıl üç liralık işi iki liraya, bir liraya mal ediyorsunuz. O zaman işte görün. Çok basit yani. Diyorlar ki, ‘Muhalefet eleştiriyor da yeni bir şey söylemiyor’. İşte yeni bir şey söylüyorum ya. Bu yeni bir şey işte. Getirin. Yeni bir yasayı koyun. Hayır yapamıyorsanız, beceremiyorsanız biz hazırlayalım. Deyin ki ‘biz anlamadık, bilemedik, beceremedik. Siz DEVA Partisi olarak böyle bir şey hazırlayın, getirin böyle bir yasayı Meclis’e.’ Hemen hazırlarız. Bizim için bir haftalık iştir ya. Ana çerçevesi zaten buralarda hepsi yazılı. Kodifikasyon gerekiyorsa da bir haftada biz bitiririz, getiririz, sunarız kendilerine. Ama önce niyet olacak. Yani ‘ben devletin bir kuruşuna zarar getirmeyeceğim. Tüyü bitmemiş yetimin hakkına girmeyeceğim. Deprem konutlarını mümkün olan en ucuza mal edeceğim. Böyle 150 bin deprem konutu yerine 450 bin deprem konutu yapacağım’ diye önce bir irade ortaya koymaları lazım. Bu iradeyi ben görmüyorum. Bu iradeyi görmediğim için biz DEVA Partisi'ni kurduk. Bunun için çalışıyoruz.

Bedia Teymur: Peki aslında bütün konu başlıklarımızı bitirdik ama şu Gazze protestosu meselesi vardı. Sayın Başkan onunla o konuyla ilgili ne söyleyeceksiniz?

Ali Babacan: Son konu ama gerçekten çok iç yaralayıcı bir konu. Yani oradaki protesto, oradaki söylenen sözler değil mesele. Mesele Sayın Erdoğan'ın artık protesto edilmeye tahammülü yok, eleştirilmeye tahammülü yok. Yani nasıl olmuş da bunu fark etmemişler? Nasıl olmuş da onlar salona girmiş? Çünkü zaten bu potansiyeli taşıyan, protesto potansiyeli taşıyan insanları salonlara almıyorlar ki. Yani herkesin GBT’sine bakıyorlar, herkesin T.C.sini istiyorlar falan. Nasıl oldu da onlar zaten salona girebildi ben ona şaşırdım yani. Şimdi ne yapacaklar bundan sonra? Sayın Erdoğan'ın girdiği, olduğu her ortamda şey yapacaklar. Geçen birinden duydum, inşallah yanlıştır ama. Ya bir düğün daveti söz konusu, bütün davetlilerin T.C. numaralarını isteme gibi uygulamalar falan duydum. İnşallah doğru değildir. Bir düğüne gelecek ama bütün davetlilerin önce T.C.si gelecek falan filan. Niye bakacaklar ki? Protesto eğitimi olan birisi var mıdır, yok mudur? Daha önce böyle şeyler olmuş mu… İlk önce bir devlet başkanının, bir cumhurbaşkanının şunu zihnine yerleştirmesi lazım. Protesto bir insan hakkıdır. Yürüyüş bir insan hakkıdır. Bunlar temel hak ve özgürlükler içindedir. İnsanların özgürce düşüncelerini söylemeleri bir temel haktır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de vardır Birleşmiş Milletler ’in, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de vardır. Bütün bunların altında Türkiye'nin de imzası vardır. Öncelikle eleştirilere tahammül etmeyi öğrenmesi gerekecek. Yani öyle bir noktaya geldik ki artık, yani önceden kurgulanmış ve kendine yakın yazıp çizen gazetecilerin dışında bir medyayla muhatap olmuyor. Yani Sayın Bahçeli'nin açıklamalardan bahsettiniz. Ya on gün boyunca Sayın Erdoğan'a bir kişi bu soruyu soramadı. ‘Sayın Bahçeli böyle dedi ama siz ne diyorsunuz?’ Değil mi? Gayet doğal bir gazeteci refleksi bu. Sormamak düşünülemez. Bunu sormayan gazeteci değildir zaten. Başka bir şeydir yani. Ya uçağında beraber seyahat ettiği gazeteciler var. Bir tanesi çıkıp bu soruyu soramıyor. Belki de soruyor da sansür ediliyor. Çünkü uçakta her şey ne var ne yoksa önce bir süzgeçten geçiriliyor, ondan sonra basına veriliyor ve tek bir şey veriliyor biliyorsunuz. Ondan sonra bütün gazetelerde aynı manşetler falan filan çıkıyor. Dolayısıyla hür ve özgür gazetecilerin karşısına çıkıp onların soru cevabına bir sefer tahammül edebilmesi lazım. Olacak ya. Demokratik bir sistemde seçilmiş Cumhurbaşkanıysan arada bir yerlerde de protesto edileceksin. Birileri yüksek sesle yaptığını beğenmeyecek, bir şeyler söyleyebilecek. Yani bu gözaltı meselesi ve tutuklanma meselesi işin özünden bağımsız Cumhurbaşkanı'na protestonun cezası. Yani diyorlar ki ‘Arkadaş mesele Filistin'de olsa ben anlamam. Beni protesto edeni atarım içeri’. Ne demişler bunlara Allah aşkına ya? ‘Ticaret yapmayın’ demişler. Hükûmet de ne diyor? ‘Yapmıyoruz’ diyor. Peki sizin neyinize güveneceğiz? Önce ne dediler bunlar? ‘Ticaret var ama’ dediler, ‘sadece Filistinlilere’ gidiyor. Ortaya çıktı ki, hayır, değil. İsrail’le de ticaret yapılıyor. Yalanlar ortaya çıktı, bir. Yalan bir. İki, dediler ki, ‘biz devlet olarak yapmıyoruz ki. Özel sektör ticaret yapıyor.’ Yok, devletin de yaptığı ortaya çıktı. Yalan iki. Üçüncüsü, ‘Hiç yapmıyoruz’ dediler. ‘Kestik artık’ dediler. Yine ticaret oldu ortaya çıktı. E yalan üstüne yalan. E demek ki insanlar inanmıyor artık. Sizin söylediğinize insanlar inanmıyor. Hükûmetin dediğine inanmıyorlar. Dolayısıyla oradaki protestonun özü ne? Ticaretle ilgili eleştiri değil mi? Yani niye ticaret yapıyorsun? Ya bir de kürsüden Siyonizm’le suçluyor. ‘Siyonist ağız’ falan diyor ya. ‘Sen İsrail'le niye ticaret yapıyorsun?’ diye soruyor. Oradaki vatandaşımız, genç insanlar bunlar. Apar topar yaka paça götürüyorlar. Gözaltı da yetmiyor, tutuklanıyorlar. Yazık ya. Üstelik bir de bu başörtüsüyle alakalı… Yani ben önce okudum, inanamadım yani. Başörtüsü yırtılması, kesilmesi falan. Sonra öğrendim ki bugün üç kişi açığa alınmış. Ceza infaz memurlarından üçü açığa alınmış. Adalet Bakanlığı’ndan bugün açıklama çıktı. Demek ki olmuş bir şeyler yani. Bu ayıp bir şey ya. Yani bir zamanların 28 Şubat iklimine isyan olarak ortaya çıkan, başörtüsü mücadelesiyle insanların desteğini alıp da iktidar olmuş bir insanın Cumhurbaşkanlığı döneminde başörtüsüyle Filistin meselesini protesto eden gençlere bu yapılır mı ya? Yazık değil mi ya? Peki onu yapanlar kimden cesaret alıyor? Nasıl oluyor bu iş? Mesele ne Filistin ne şu ne bu. Mesele Cumhurbaşkanı… Sen Cumhurbaşkanına laf edemezsin kardeşim. Cumhurbaşkanına söz söyleyemezsin. Onu eleştiremezsin. Eleştirirsen mesele Filistin dahi olsa içeriye atarlar seni. Uğraş dur çıkacağım diye. Mesele bu. Onun ötesinde ben okumuyorum bu meseleyi yani. Maalesef. Yani ülke maalesef bu noktaya geldi. Son derece üzücü. Son derece can sıkıcı. Ve Filistin gibi meselede İsrail-Filistin meselesinde hâlâ ısrarla ticaret, hâlâ birilerine çıkar sağlama hâlâ birilerini zengin etme ve oralara takılıp kalma, Sayın Erdoğan'a da yakışmıyor, herhangi bir AK Parti iktidarına da yakışmıyor. Çünkü benim zamanında kurulcusu olduğum AK Parti, benim zamanında beraber çalıştığım Erdoğan bu Erdoğan değil. O günün AK Partisi başka AK Parti o günün Erdoğan'ı başka Erdoğan. Olmaz böyle bir şey yani. Yıllardan sonra evrilip çevrilip bu noktaya gelmesi benim için, şahsen de gerçekten çok yürek parçalayıcı bir durum. Ama sürpriz değil. Sürpriz değil, tekrar edeceğim. Bu işlerin bu noktaya geleceğini gördüğümüz için zaten biz kolları sıvadık. Yeni bir siyasi hareket başlattık. Ve bu siyasi hareketi genişleterek çoğaltarak, yarınlara doğru emin adımlarlar inşallah yürüyeceğiz.

Melis Yaşar: Son olarak şunu da sormak istiyoruz Sayın Başkanım. Yeni yönetiminiz belli oldu. Parti gündeminde neler var?

Ali Babacan: Biz Büyük Kongremiz ’den hemen sonra Genel Merkez yapılanmamızı oluşturduk. Ve bunun %70-80'i bugün itibariyle tamamlandı. Bazı birimler hâlâ son hazırlıklarını yapıyorlar. Sanırım 1-2 haftaya içerisinde o birimleri de tamamlayacağız. Dolayısıyla Büyük Kongre sonrası Genel Merkez yapılanmamızın son şeklini inşallah 1-2 haftaya tamamlamış olacağız. Ve bu tamamlanırken de arkadaşlarımızla beraber artık hep beraber sahadayız. Yani bu hafta sonundan başlamak itibariyle yaklaşık bu hafta sonu herhalde 20 kadar ile Genel Merkez'den heyetler gidiyor. Dolayısıyla önümüzdeki birkaç ay içerisinde 81 vilayet, bazıları belki 3 kere 5 kere ziyaret edilmiş olacak. Teşkilatlarımız daha da güçlendirilecek. Vatandaşlarımızı 81 ilin her yerinde dinleyeceğiz. 922 ilçemizin hepsinde vatandaşlarımızı dinleyeceğiz. Vatandaşlarımızın nabzını iyi tutacağız. Güncel ihtiyaçları, güncel duyguları iyi yakalayacağız. Hem bir yandan vatandaşlarımızın daha yüksek sesi olacağız; bir yandan da vatandaşlarımızın sorunlarını nasıl çözeceğiyle ilgili çalışmalarımızı, açıklamalarımızı devam ettireceğiz. Çünkü Türkiye çok büyük ve çok güzel bir ülke. Ve büyük ve güzel Türkiye'mizin hak ettiği bir yönetime, hak ettiği bir yönetim kadrosuna ulaşması için de tüm gücümüzle çalışmaya inşallah devam edeceğiz, bütün kadrolarımızla. Ve buna büyük ihtiyaç var. Ama öncelikle nabzı iyi tutmak, ki bu teşkilatlarımız ve genel merkez heyetlerimizin yaptığı ziyaretlerle söz konusu. Nabzı iyi tutmak, sorunları anlık bilmek ve çok hızlı bir şekilde çözüm üretmek. Aynı zamanda vatandaşımızın derdine de tercüman olmak. Bu büyük ihtiyaç. Çünkü herhangi bir STK, bir dernek, bir vakıf, bırakın müstakil protesto işte, gıkını çıkaranın başına neler geldiğini görüyoruz. Gık diyemiyor kimse. Dernekler, vakıflar, STK'lar çoğu sindirilmiş durumda. Kimi sağlanan menfaatlerle susturulmuş durumda, kimi de korkutularak susturulmuş durumda. Ama bizim çok şükür, korkumuz yok. Vatandaşımızın söyleyemediği ne varsa biz söyleyeceğiz. Ama sadece böyle bir vatandaşımızın derdini dillendiren değil, ama aynı zamanda derdine çözüm üreten bir parti olmak bizim en önemli görevimiz. Ve bunu da iddialı söylüyorum, bu kadar kapsamlı bir şekilde yapan tek partiyiz. Hiçbir siyasi partinin bugün Türkiye'de bu kadar geniş alanda, bakın taşımakta bile güçlük çekiyorum, artık ağır bir kitap haline gelen bütün bu çalışmalarımızı, bütün bu çalışmalarımızı günü geldiğinde hayata geçirmek. 2023 seçimi dediniz değil mi? 2023 seçimi. O seçimleri evet, %48’le biz kaybettik. 52 ile Erdoğan kazandı ama seçimlerden hemen sonra ben bunlardan birer set Sayın Erdoğan'a, bütün bakanlara, bütün bakanlıklara gönderdim. Dedim ki, ‘Belki ufkunuzu açar’ dedim, ‘belki okuyup biraz istifade edersiniz’ dedim. ‘Her şeyin çözümü burada var’ dedim. ‘Sağlıksa çözümü var, adaletse çözümü var, eğitimse çözümü var, var, var…’ 500 maddelik eğitim çözümü var burada ya. 500 madde gerekiyor eğitimi de eğer düzeltmek istiyorsanız. Hepsi var. ‘Partizanlık yapmayın. Memleketin sorunlarını çözmek istiyorsanız açın, istifade edin’ diye hepsine gönderdim. Kaç tanesini, ne kadarını okudular emin değilim. Ama bir siyasi partinin, muhalefetteki bir siyasi partinin görevi sadece eleştirmek değildir. Sadece halkın derdine tercüman olmak, onun derdini dinlendirmek değildir. Aynı zamanda o dertleri çözmek için somut çalışma yapmaktır ve irade ortaya koymaktır. Biz de bunu yapıyoruz. İddia ediyorum, sınıfın en çalışkanıyız. 15 milletvekilimiz var, en az 150 milletvekillerinin yaptığı işi çıkarıyorlar şu anda mecliste. Ve bu çalışkanlığımız, sınıfın en çalışkanı olmaya da devam edeceğiz inşallah.

Bedia Teymur: Peki oy oranlarınızı ölçme imkânınız oldu mu seçimlerden bu yana?

Ali Babacan: Anketler yapılıyor ama gerçek oy illaki sandık. Dolayısıyla 2028'de veya daha öncesi yapılacak seçimlerde gerçek desteğimizi inşallah o zaman göreceğiz. Ama çok hızlı değişiyor her şey. Şu anda Türkiye'deki en büyük kitle siyasetten biraz uzaklaşmış, biraz umudunu kaybetmiş. ‘Ben bakmıyorum, etmiyorum, sandığa gitmeyeceğim, kararım yok’ diyen kitle, şu andaki en büyük kitle. Dolayısıyla seçim yaklaştıkça tekrar insanlar siyasete daha yakın ve daha detaylı bir şekilde incelemeye başladığında daha başlar siyasete doğru çevrildiğinde, o gün geldiğinde çok daha güçlü, çok daha iddialı ve çok daha iş birliğiyle genişlemiş bir seçenek olarak, güçlü bir tercih olarak inşallah vatandaşlarımızın karşısında olacağız. Bugünden bunun taşlarını, tuğlalarını üst üste koya koya gidiyoruz inşallah.

Melis Yaşar: Peki Sayın Başkanım çok teşekkür ediyoruz.

Ali Babacan: Ben teşekkür ediyorum, sağ olun.