6 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Haymana İlçe Kongresı̇ Konuşması

6 Ekim 2021

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN HAYMANA 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Ankara il teşkilatımızın değerli başkanı, Haymana ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Haymana ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli hemşehrilerim,

DEVA Partisi olarak, siyasete kısa sürede çok önemli yenilikler getirmenin mutluluğunu yaşıyoruz.

Bildiğiniz gibi, teşkilatlanmamızı rekor bir sürede tamamlayarak, dokuz ay gibi çok kısa bir sürede, seçimlere girmeye hak kazandık. Teşkilatlanma çalışmalarımızı tüm hızıyla sürdürüyoruz.

Sıfırdan bir teşkilat kuruyoruz. DEVA Partisi daha önce kapatılan bir siyasi partinin hazır teşkilatlarının üzerine konuşlanıp yola devam etmedi. Y da bir siyasi partinin bölünüp, teşkilatlarının bir kısmını yanına alıp da devam etmedi.

Her bir ilçe teşkilatımız her bir il teşkilatımız sıfırdan inşa ediliyor. Siyasete yeni başlayan ilk defa DEVA Partisi ile başlayan çok sayıda arkadaşımız

olduğu gibi, siyasette tecrübeli arkadaşlarımızın da beraberce omuz omuza çalışmasıyla teşkilatlarımız kuruluyor.

İlk defa siyaset deneyimini bu çatı altında kazanan arkadaşlarımız da, siyasette olmuş ama siyasetin kirletmediği, siyaseti kirletmeyen, kendini muhafaza etmiş, ilkeleri ve değerleriyle sapasağlam tecrübeli arkadaşlarımız yeni arkadaşlarımızla beraber omuz omuza vererek bu teşkilatlarımızı kuruyor. Türkiye’nin dört bir yanında bu şekilde çalışıyoruz.

Ayrıca, bir ilki daha gerçekleştiriyoruz. İktidarımızın ilk 90 gününde ve 360 gününde gerçekleştireceklerimizi halkımıza şimdiden taahhüt ediyoruz.

Böylece, herhangi bir hükûmet programından çok daha detaylı bir çalışmayı, şimdiden yapıp kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bunu da daha önce yapan hiçbir siyasi parti olmadı.

Düşünün ki, seçimden çok önce seçimden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 günü ve ilk 360 gününde yapacaklarını bugünden detaylı bir listesini çalışıp kamuoyuna açıklamak öyle kolay bir çalışma değil. Herkesin yapabileceği bir iş değil. Ama biz bunu yaptık, yapıyoruz.

Ben çok sayıda hükûmet programını yazan ekibin içinde bulundum. Çok sayıda hükûmet programını koordine ettim. Ama şu ana kadar hiçbir hükûmet programı bizim bu eylem planlarımız kadar detaylı bir çalışma değildi.

Takvim veriyoruz. Atacağımız her adımın bütçesini hesap ediyoruz. Boşa atıp tutmuyoruz. Yaparız diye bol keseden vaat dağıtmıyoruz. Hesabımızı kitabımızı yapıyoruz.

Bütün bu eylemlerin birbirleriyle uyumunu, tutarlı olup olmadığını kontrol ediyoruz. Takvime bağlıyoruz ve ondan sonra açıklıyoruz. Bu da bir ilk.

Bizler daima çözümlerin adresi olduğumuzun bilinciyle, detaylı şekilde hazırladığımız eylem planlarımızı ortaya koyuyoruz.

Haziran ayında tarım eylem planımızı açıkladık.

Çiftçimizin yaşadığı güncel sorunlardan, tarımın yapısal sorunlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede çözümlerimizi sunduk.

Malum, hükûmete soracak olursanız, tarımda her şey güllük gülistanlık. Ne diyorlar? “Toplumda eğer kayırılan bir kesim varsa çiftçi kesimidir.” diyorlar. Bu hükûmetin bir bakanının ettiği laf bakın.

“Çiftçimizin ‘biz zarar ediyoruz’ dediği herhangi bir ürün yok” diyorlar. Hükûmetten en yetkili pozisyonda olan bir kişi bunları söylüyorsa bu hükûmetin artık tarımla, çiftçiyle alakası kopmuş demektir. Bu ülkenin gerçeklerini bilmiyor demektir.

Aklımızla alay eder gibi... Bakın ben 4 Ekim 2020 tarihinden beri yaklaşık 60 şehre gittim. Her an sokaklarda, caddelerde çiftçimizle, esnafımızla buluşuyoruz. Tarım alanlarına gidiyoruz bizzat çiftçimizin yaşadığı sorunları tarlada görüyoruz ve tespit ediyoruz.

İktidar bir “uydurulmuş gerçeklik” dünyasına girmiş durumda. Bir gerçek var bir de bunların uydurduğu ayrı bir Türkiye var. Herkesi de buna inandırabileceklerini zannediyorlar.

Zannediyorlar ki biz bunu anlatırsak millet de bunu böyle doğru kabul edecek. Sen çık da bir konuş bakalım... Şöyle 15-20 tane çiftçiyi topla ama öyle kadrolu parti üye listelerinden, teşkilatlarından çiftçiler değil, rastgele.

Herhangi bir ilçemizin, kazamızın, çiftçilerimizin çok gittiği bir kahveye git, otur bir dinle bakalım. Sana gelen hazır raporlardan değil, çiftçimizin derdini tarlada öğreneceksin. Ekip biçtiği alanda, arazide çiftçimizi dinleyeceksin. Biz bunu yapıyoruz.

Çiftçimiz kan ağlıyor kan...

Soralım şimdi, neymiş bu çiftçilerimizin “kayırılma”sıyla ilgili tablo, hükûmet çıksın anlatsın diyoruz. Kayırma nasıl? Biz böyle bir şey görmüyoruz.

Çiftçimiz, çok sayıda ürünün ithalatında gümrük vergisinin sıfırlanmasıyla mı kayırılıyor? Siz ithalattaki vergiyi düşürün, ürünler girsin ülkeye fiyatlar düşsün. Çiftçiyi böyle mi kayırıyorsunuz?

Bazı müteahhitlerin borç faizleri, vergi borçları silinirken, çiftçinin borcu 6 ay süreyle ve faiz eklenerek ertelenince mi çiftçi kayırılıyor?

Soruyorum: 2019 yılında ödenmesi gereken desteklerin 2020’de ödenmesi midir çiftçiyi kayırma?

Yoksa kayırma, 2021-2022 sezonu yaklaşırken üreticinin hala alacağı desteklerini bilmemesi, bu belirsizliği oluşturmak mı çiftçiyi kayırmak?

Hükûmet diyor ya kayırıyoruz diye, biz bir şey göremiyoruz. Eğer kayırıldığını gören çiftçimiz varsa da çıksın anlatsın. Evet, ben özel kayırılıyorum, bana şöyle güzellikler yapıyor hükûmet diye çıksın anlatsın. Yok böyle bir şey.

Üreticinin, ürününü maliyetinin altında satmak zorunda kalması mı kayırmak oluyor? Ya da pek çok ürünün tarlada kalması. Tarladan toplama maliyetinin satış fiyatının üzerinde olması mı, çiftçiyi kayırma oluyor?

Değerli arkadaşlar,

Tarımsal sulamada kullanılan elektriğin fiyatının son üç yılda yüzde 168 artması mı çiftçiyi kayırmak?

Zirai ilaçların fiyatları yüzde 75 civarında arttı.
Yem fiyatı, cinsten cinse değişiyor ama son bir yılda en az yüzde 60 arttı.

Döviz yükseldikçe yem fiyatları daha çok artıyor. Saman gibi kaba yemlerde artış yüzde 100 seviyesinde.

Çiftçinin bu maliyetler karşısında beli büküldü, beli! Çiftçimiz adeta nefes alamaz oldu.

Kaç tane ilçemizde ve kazamızda ziyaret ettiğimiz yerlerde çiftçimizden şunları duydum: “Ben evladıma diyorum aman sen bu işi yapma” diyor. “Sen git şehre hayatını kurtar” diyor çiftçimiz kendi çocuklarına. Bir daha ekip dikmeyeceğim diyor. Ürettikçe daha çok zarar ediyorum, ben niye uğraşayım diyor.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız, üreticilerimiz, “Bu hayvana bakacağım, besleyeceğim, ilacı, maliyetiydi derken elde ettiğim sütün piyasa fiyatı bunu kurtarmıyor” diyor. “Ben keseceğim hayvanlarımı, bırakacağım bu işi” diyor. Büyükbaş hayvanın satış fiyatı daha cazip gelebiliyor üreticimize.

Bütün girdi maliyetleri arttı, ama şu andaki çiğ süt destekleme primleri düşmüş durumda.

Sütün litresini 3 liradan düşük paraya satmak zorunda kalıyor insanlar. Çiftçimizin traktörüne toprağına haciz geliyor.
Çiftçimiz borçların, döviz artışının, maliyetin ve kuraklığın altında eziliyor.

Bakın, bu arkadaşınız tam 11 yıl Ziraat Bankası’ndan sorumlu bakan oldu. Bir 2002-2007 arası bir de 2009-2015 arası. 11 yıl boyunca çiftçimizin, traktörünün, tarlasını haczedilmesi vaki değildir. Böyle bir şey yapmadık.

Çünkü çiftçimizi güçlü tutmaya çalıştık. Ziraat Bankası’nı gerçekten çiftçinin bankası yapmaya çalıştık. Ve bunun güzel sonuçlarını aldık. Hacizdi, şuydu buydu yoktu.

Ve bakın, 2002 sonunda gerçekten zor bir tablo devraldık. Zirai kredilerin yaklaşık yüzde 40’ı artık tahsil edilemiyordu. Çiftçimiz ödeyemiyordu. Yıl 2002. O krizden sonra.

Bu tüm borçları çok uzun vadede ve faizsiz olarak yıllara yaydık. Küçük küçük ödemeler. Faizi sıfırladık. Ve tam bir sene sonra bütün çiftçimizin borcu yüzde 99 oranında tam ve gününde ödenir hale geldi.

Bir yılda bütün Türkiye’de de tarımın çehresi değişti. Yıl 2004 olduğunda bütün çiftçimizin yüzde 99’u borcunu tam ve gününde ödeyecek güce ulaştı. Biz bunu yaptık.

Fakat maalesef şu anda Türkiye kötü yönetiliyor. Çiftçinin hâli, çiftçinin durumu bu.

Birileri sokağa çıkamıyor, tarlalara gidemiyor diye, halkla arasına uzun bir mesafe çekti diye, Türkiye’nin kendilerine göre uydurdukları bir gerçekle bu vatandaşları avutmaları mümkün değil.

Biz halkın arasındayız. Israrla da hakikati söylemeye devam edeceğiz. Değerli arkadaşlar,

Biz tarım eylem planımızda açık açık ortaya koyduk:

Tarım desteklerini, yani çiftçinin üreteceği ürüne vereceğimiz destekleri üretim yapılan yıl açıklayıp, aynı yıl içinde ödeyeceğiz.

Çiftçimiz daha ekip dikmeden hangi ürünün ne kadar destek alacağını bilecek ve hasılatını yaptığı dönemde de devletten desteğini alacak.

Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini çiftçimize aynen iade edeceğiz. Çiftçimize kullandığı gübrenin yüzde 50’sini destek olarak vereceğiz. Yem bitkilerinin kullanımına yüzde 50’ye kadar destek vereceğiz.

Tarımsal kredilerin geri ödeme zamanını ve taksitlerini hasat dönemine göre belirleyeceğiz. Hangi ürünün hasadı hangi ayda ise hangi ayda bunun tahsilatı yapılacaksa geri ödeme takvimini buna göre belirleyeceğiz.

Çiftçilerimizin mevcut kredi borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz. 2 yıl boyunca çiftçimiz eski borcunu düşünmeyecek. Geri kalan borcunu da Türk lirası olarak sabitleyip yıllara sari rahat bir ödeme planına çevireceğiz.

DEVA iktidarında; çiftçimizin traktörüne toprağına haciz gelmeyecek. Bu tablo sona erecek.

Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız.

İktidarımızın ilk 5 yılında, sulama yatırımlarını tüm Türkiye’de tamamlayacağız. Toprağı suyla buluşturacağız.

Kanal İstanbul diye tutturdu değil mi bu hükûmet? Niye acele diyorlar bu kadar? Çünkü rant var.

İstanbul’un büyüklüğü yetmiyor, bir beş yüz bin kişilik şehir daha kuracağım diyor. İstanbul’a 16 milyon nüfus yetmiyor, 500.000 kişilik şehir daha kuracağım diyor.

Paylaşılan rant olduğu için Kanal İstanbul’a çok acele ediyorlar. Halbuki bakın, Kanal İstanbul parasına şu anda Türkiye’de yatırım programına alınan bütün tarımsal sulama projelerini bitirebiliyorsunuz. Para yetiyor da artıyor bile.

Planlanan ne kadar tarımsal sulama projesi varsa Türkiye genelinde, kapalı, basınçlı, damlama, yağmurlama, barajlardan isale hatları, barajdaki suyu toprakla buluşturma, yeni göletler, barajlar... Bütün bu projeleri toplayın, bunun maliyeti Kanal İstanbul kadar tutmuyor.

Biz ne diyoruz? Bu öncelik meselesi. Bizim önceliğimiz rant değil. Bizim önceliğimiz bu ülkenin tarımı. Bizim önceliğimiz bu ülkenin çiftçisi. Böyle hareket ediyoruz ve kararlarımızı buna göre aldık, buna göre alıyoruz.

Vahşi sulama yerine, damlama sulama yöntemine geçişi hızlandıracağız. Böylece çiftçinin üzerindeki maliyeti azaltırken, su tasarrufu da sağlayacağız.

Tarımda suyun etkin kullanımı için yeni teknolojileri mutlaka destekleyeceğiz. Kullanılabilir su kapasitemizi artırmamız gerekiyor ki kuraklığın esiri olmayalım.

Ülkemiz bu iklim değişikliği sebebiyle, küresel ısınma sebebiyle tam da o en çok etkilenecek kuşakta yer alıyor. Yani ülkemizde tek bir damla suyun kıymetini bilmemiz gerekiyor.

Ülkemizde tatlı su ihtiyacı, tarımsal sulamada kullanılan suyun ihtiyacı, diğer ihtiyaçlar için gereken su miktarı yüksek ama suyun tedariki gittikçe zorlaşacak. Tam da bu sebeple bugünden tedbir alınmaz ve bu yatırımlar yapılmazsa yarın günü geldiğinde gerçekten Türkiye’de tarımda çok ciddi bir su sorunuyla karşı karşıya kalabilir.

Geçtiğimiz bir yıllık dönem bunun önemli bir göstergesi oldu. Bütün Türkiye genelinde kuraklık yaşadık. Ve el altından fısıltı gazetesiyle bile hükûmet ne yapıyor? “Ne yapalım, Allah yağmur vermedi” diyor.

Doğru. Yağmuru yağdırmak insanın iradesinde değil ama tarımsal sulamalarla ilgili yatırım yapmak bir hükûmetin iradesinde. Tedbir almak senin iraden. Sen ondan bahset, niye bunları tamamlayamadın?

Niye durmadan lüks gayrimenkul projelerine bu ülkenin kaynaklarını yöneltiyorsun? Eğer çiftçimiz, tarım önemliyse, bu ülkenin gıda tedariki bir stratejik konuysa burada gereken önem mutlaka verilmeli ve bu yatırımlara öncelik verilmeli.

Arkadaşlar kısacası; toprağın da suyun da devası bizler olacağız.

Deva Partisi’nin damlalarını Türkiye’nin verimli topraklarıyla buluşturacağız.

Çünkü biz, tarımda atılımın öncüsü olmak için yola çıkmış bir hareketiz.

Bakın, 20 kadar eylem planından ilk sırada açıkladığımız eylem planı: Tarım. 1 nolu eylem planımız: Tarım. Tarımdan başladık. İlk adımı toprağa attık.

Tarımda atılımın öncüsü DEVA Partisi olacak.
Biz hazırız. Şimdi Haymana’ya sormak istiyorum.
Tarımın Deva’sı olmak için hazır mısın haymana?
Hep beraber büyük bir atılıma imza atmaya hazır mısın Haymana? *****
Değerli arkadaşlar,
Sayın Erdoğan sorunlarla mücadelede evlere şenlik bir formül geliştirdi.

“Suçu, günahı hep başkalarına yıkma” formülü. Olumlu bir şey bulduğunda ben yaptım diyor. Olumsuz bir şey olduysa da bir suçlu buluyor. Son dönemlerde tabi olumlu bir şey olmadığı için olumlu bir şey ararken de hep eski defterleri karıştırmak zorunda kalıyor.

Dikkat edin konuşmalarına, “19 yılda şunu yaptık bunu yaptık” diyor. İyi de bu 19 yılın bir kısmında ortak akıl, istişare, dürüst ve ehil insanlar vardı.

Ben diyorum ki ona, şu son 3 sene 3 aydan bahset. Çünkü son 3 sene 3 aylık dönem nedir? Partili taraflı cumhurbaşkanının bütün yetkiyi tek elinde topladığı dönemdir.

2018 seçimlerinde ne dedi? “Bana bir yetkiyi verin, bu sorunlar nasıl çözülecek ben göstereceğim” dedi. Şu anda elini tutan yok. Tek imzayla her şeyi yapabiliyor. Her türlü kararı alabiliyor. Ben de diyorum ki, buyurun o zaman bu ülkenin sorunlarını çözün.

Şu son 3 sene 3 aydır, 2018 Haziran seçimlerinden bu yana ülkede hangi başarıyı, hangi olumlu sonucu elde ettiniz? Bunu bir anlatın diyorum.

Eski defterlere gittiğinizde orada ekip başka. O zaman istişare daha çok, ortak akıl var.

Eski defterleri karıştırıp eskinin başarısını bugün anlatmaya devam etmeyin. Çünkü tek kişi olarak bütün yetkiyi topladığınız dönem 3 sene 3 aydır.

Artık bakan diye bir şey kalmadı. Bakanlar kurulu yok. Ne var? Kabine var.

Bütün yürütme sorumluluğu tek kişide, yani eskinin cumhurbaşkanı, artı başbakan, artı 25 tane bakanın yetkisi derlenmiş toplanmış bir kişiye verilmiş.

Elini tutan yok. Hadi çözün diyoruz. Niye çözemiyorsunuz?

Sorunları çözemeyince hemen suçu başkasına atıyor.

Hangi sorun olursa olsun, hiç fark etmiyor. Bir şekilde bir suçlu ilan ediyor.

Şimdi de ne yapıyor? “Hayat pahalı mı? Pahalı. Enflasyon yüksek mi? Yüksek. Bu fahiş etiketlerle mücadele edeceğiz” diyor.

Ya o fahiş etiketi yazan bizim esnafımız, pazarcımız, kasabımız, manavımız. Sen onlarla mı mücadele edeceksin?

Bizim esnafımız, kasabımız, manavımız, pazarcımız etiketleri niye öyle yazıyor? Alış fiyatları arttı da onun için yazıyor.

Hatta alış fiyatı yüzde 50 arttıysa kendi satış fiyatını ancak yüzde 30 artırabildi. “Ne yapayım, vatandaş alamıyor, benim maliyet artışımın aynısını vatandaşa yansıtamıyorum” diyor.

Bunu TÜİK’in rakamları da söylüyor. İşte daha dün açıkladığı rakam ne diyor? Tüketici fiyatındaki artış yüzde 19, üretici fiyatındaki artış yüzde 43 diyor. TÜİK’in makyajlanmış rakamları bile bu.

Ama artık mızrak çuvala sığmadığı için bir de bunu itiraf ediyor. Yani maliyetler yüzde 43 arttı diyor ama etiket fiyatları yüzde 19 arttı diyor. TÜİK bile bunu ortaya koyuyor, itiraf ediyor.

Bütün bu gerçeklik açıkça ortadayken Sayın Erdoğan ne diyor? “Ben bu fahiş etiketlerle mücadele edeceğim” diyor.

Oysa bu fahiş fiyatların sorumlusunu görmek için şöyle bir aynaya baksa yetecek. Gerçek sorumlu orada.

Fiyatlar niye arttı? Maliyet niye arttı? Kur niye arttı?

Maliyetin aşağısına indiğinizde döviz kuru var. Döviz kuru arttığında illaki mazot artıyor, elektrik artıyor, ilaç artıyor, gübre artıyor. Bunu herkes biliyor.

Şu 13-14 yaşında hemen Haymana’nın köylerinde çobanlık yapan bir kardeşimize sor, döviz kuru arttığında elektrik fiyatı artar mı diye sor. Evet artar diyecek. Sebebi belli.

E sen bu ülkenin bütün makro ekonomik dengelerini boz, faizi, kuru, enflasyonu, hepsini birden yükselt, ondan sonra da dön fahiş etiketlerle mücadele edeceğim de. Bu yanlış. Bu doğruyu söylemek değil.

Taraflı cumhurbaşkanı’nın ve akraba bakanın göreve başladığı günden bugüne döviz kurlarında, faizlerde, enflasyonda çok ciddi artış var.

Ve TÜİK diğer adı Rakamları ayarlama enstitüsü’ne göre yıllık gıda enflasyonu yüzde 29’a dayanmış durumda. Genel enflasyon yüzde 19 ama gıda enflasyonu yüzde 29 diyor.

Demek ki ortalamanın çok daha üzerinde bir gıda fiyatlarında artış var. Özellikle dar gelirli vatandaşlarımızın en çok tükettiği, harcama sepetindeki en önemli kalem gıda. Ve gıda fiyatlarındaki artış gerçekten son derece yüksek.

Bağımsız araştırmalara göre yıllık enflasyon en az yüzde 45 civarında. TÜİK’ten bağımsız araştırmaların rakamı da bu.

Bağımsız hesaplamalar ve pazardaki fiili enflasyon TÜİK’in açıkladığı oranların iki katından fazla. Düşük gösterilen her 1 puan işçinin, memurun ve emeklinin kesesinden, gelirinden çalınan rakamlar.

Eğer gerçek enflasyon yüzde 45 ise açıkladıkları yüzde 19 üzerinden bizim emeklimize, sabit gelirlimize zam yapıyorlarsa o aradaki fark maalesef vatandaşımızın cebinden çıkan fark.

Peki enflasyonla mücadelede Sayın Erdoğan’ın aklına şimdi ne esmiş? Geçen hafta zincir marketleri hedefe koyan Sayın Erdoğan şimdi de zincir market işine el atmış.

Marketleri çoğaltacağım ve ben satacağım dedi. Meyve, sebze ne var ne yoksa. 500 tane 1000 tane yeni market açacağını söyledi.

Bu kadar piyasaya müdahale edilirse, bu ülkede girişimci, yatırımcı olur mu arkadaşlar?

84 milyonluk bir ülkede fiyatları 500-1000 tane market açmakla kontrol edebilir misiniz? Türkiye’de 973 tane ilçe var, 81 il var, 10 binlerce mahalle var. Hangi birine kaç tane market açacaksın da bunların fiyatını kontrol edeceksin? Mümkün mü?

Görüyoruz işte olmuyor. Kendi vatandaşımız bile parasını ülke dışına çıkarıyor. Böyle bir ülkede ben yatırım yapmam, paramı tutmam diyor.

Biraz imkânı olan kim varsa birikimini hemen başka bir ülkeye taşımaya çalışıyor.

Üstelik Sayın Erdoğan’a göre ortada ekonomik kriz de yok. Ekonomik kriz yok da peki niye zincir marketçiliğe soyunuyorsun?

Arkadaşlar,

Daha önce akraba bakan’ın bir fikri vardı, hatırlıyorsunuz değil mi? 2019 yılında, seçimlere yakın, tanzim satış noktaları yapmışlardı. Belli ki akraba bakanının fikirleri hala ortalarda.

O tanzim satış mağazalarının üstüne de koca koca “enflasyonla topyekûn mücadele” yazmışlardı. 2019 seçimlerine giderken bunu yaptılar. Nerede o tanzim satış mağazaları, göreniniz var mı? seçim atraksiyonu, bir ara yapıyorlar sonra geri çekiliyorlar.

Acaba seçime giderken vatandaşın kafasını şöyle bir karıştırabilir miyiz, ikna edebilir miyiz diye. Sonuç: kocaman bir sıfır. Şu anda açmaya çalıştıklarının da sonu sıfır olacak.

Sayın Cumhurbaşkanı açtığı marketlerden birine gitti, evine alışveriş etti. Ve hemen sosyal medyada gençlerimiz hesap etmişler. Aynı alışveriş sepetini başka marketlerden alsaydık kaça mal ederdik diye. Aşağı yukarı aynı. Hatta daha ucuza satanlar var.

Sosyal medyada bunların hepsinin hesabı yapıldı. Hepsinin incelemesi yapıldı. Ne oldu? Artık eskisi gibi halkın içine çıkmadığı için, gerçek pazardan, bakkaldan, manavdan alışveriş etmediği için kendi açtırdığı marketlere gidip de oradan görüntü verdiği için bilmiyor.

Memleketin gerçeklerini tanımıyor.

İşte kendi açıkladıkları tüketici enflasyon rakamı ortada. Yüzde 19,58.

Enflasyonla nasıl bir mücadeleyse artık biz bunu anlamıyoruz. Anlayan varsa gelsin anlatsın. Böyle enflasyonun asla çözülemeyeceğini de hep söylüyoruz.

Üretici enflasyonu ile tüketici enflasyonu arasındaki fark şu an yüzde 24’ten fazla.

Üretimin maliyeti ortalama yüzde 43 artıyor, ancak bunun anca yüzde 19 küsuru vitrindeki etiket fiyatlarına yansıyor. Arada birikmiş maliyet var o bekliyor. Henüz etiketlere yansımıyor.

TÜİK’in açıkladığı veriler bile tüm dengelerin bozulduğunu gösteriyor.

Sayın Erdoğan’ın ekonomi yönetimi tüm dengeleri bozduğu için de her şey zamlanıyor. Maliyetten etiket fiyatına kadar her şey artıyor.

Halkımız temel mutfak ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Değerli arkadaşlar,

Bu krizden çıkışın yolu belli. Hem maliyetleri hem de fiyatları aşağı çekmenin yolu belli. Çözüm hem sistemin hem de iktidarın değişmesinde.

Bu iktidar değişmedikçe bu sorunlar çözülmeyecek. Bu sorunların çözülmesi için öncelikle Sayın Erdoğan’ ve krizlerin ortağı Sayın Bahçeli müsait bir yerde inecekler .

Bakın görün o zaman ekonomi nasıl da rahatlıyor. Ardından hızlıca bir toparlanma sürecine gireceğiz.

Artık kabul etmek lazım. 19 yıldan sonra bu iktidar yorgun bir iktidar. Bunu daha fazla zorlamaya, daha fazla inat etmeye gerek yok. Olmuyor.

Zorlamamın uzatmanın alemi yok. Topyekûn ülke olarak kaybediyoruz.

Biz ne yapacağız? Öncelikle seçimler beraber bir iktidar değişikliğini gerçekleştireceğiz. Ardından ülkedeki yönetim sistemini değiştireceğiz. Ülkeyi gece yarısı kararnameleriyle fakirleştiren cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini sona erdireceğiz.

Milletimizin her kademede belirleyici olduğu güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz. Asıl söz sahibi millet olacak.

Bu ucube sistemin tüm enkazını, kısa sürede temizleyip, hukukun üstünlüğüne dayalı yepyeni bir sistem inşa edeceğiz.

Dün partimizin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisini genel merkezimizde bir lansman programıyla açıkladık.

Taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin önemsizleştirdiği Gazi Meclisimizi yeniden güçlendireceğimizi ortaya koyduk.

Mecliste kimler var? Milletin vekilleri olması lazım değil mi? Tek bir kişinin hazırladığı listede adı olanlar o Meclisteyse o Meclis artık halkı temsil etmiyor demektir. O Meclis artık güçlü değildir.

Oradaki milletvekilleri kendilerini halka, vatandaşa karşı sorumlu hissetmezler. Oradaki milletvekilleri sadece ismini o listeye yazana karşı sorumlu hissederler.

Derler ki, beni seçen bir kişi var. Ya öyle değil. 55 milyon oy kullanıyor. 55 milyon sandığa gidiyor, seçiyor sizi. Yok. Beni listeye o yazdı beni seçen o. Ben ona karşı sorumluyum. Şu andaki milletvekillerinin hissiyatı bu.

Böyle bir Meclisten de gerçekten bu ülkenin derdine çare üretecek bir çalışma ortamı bekleyemezsiniz.

Bakın, biz çok açık bir sistem ortaya koyuyoruz. Öncelikle şunu bilmemiz lazım.

Türk, Kürt, sünni, alevi... hiç fark etmez.

Yaşam tarzı, cinsiyeti, sosyal statüsü hiç fark etmez.

Temel hak ve özgürlükleri herkes için güvenceye kavuşturacağız.

Demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla yaşatacağız.

İstikrarlı bir yönetim sağlamak amacıyla, cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlardan oluşan bir yürütme organı oluşturacağız.

Yasama, yürütme ve yargı her biri ayrı ayrı güçlenecek.

Ekonomik kurumlarımızın bağımsızlığının güvencesi olacağız.

Tüm sorunlarımızı demokrasimizi ayağa kaldırarak çözeceğiz.

*****

Saygıdeğer arkadaşlar,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla; Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Haymana’nın DEVA’sı var. Biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.