Ali Babacan TBMM 6. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,
Değerli çalışma arkadaşlarım,
Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz.
*****
Senenin son ayına giriyoruz, yarın 1 Aralık. 2023’ü gerçekten çok zor koşullarda geçirdik, geçirmeye devam ediyoruz.
Şu binadan çıkıp Kızılay’a, Ulus’a doğru yürüdüğünüzde, halkın içine karıştığınızda açıkça görüyoruz ki; şu anda bu ülkenin bir numaralı gündemi aslında geçim. Ülkenin bir numaralı gündemi ekonomi…
7’den 70’e herkesin tek gündemi çarşı-pazardaki fiyatlar, ev kirası, çay-kahve-simit fiyatları ve başta da söylediğim gibi geçinme derdi…
Türk-İş’in açıkladı; 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 14 bin liranın üzerine çıkmış durumda.
Asgari ücret 11,500, yılbaşında asgari ücrete nasıl bir zam versek diye farklı farklı dolambaçlı yollardan, farklı enflasyon hesap metotlarıyla, “yok yılda iki defa değil de bir defa arttıralım” diyerek bu artan enflasyon karşısında ezilen tüm çalışanlarımızın bu şartlardan nasıl kurtulacağını, düşünmek, planlamak yerine bakıyoruz ki hükümet asgari ücretin sınırda tutulmasının çabasına şimdiden girmiş durumda.
“14.000 açlık sınırı ne demek? “4 kişilik aile 14.000 liranın altında bir gelire sahipse o ailenin aç kalması demek.
Yani bugün itibariyle, hatta son aylarda açlık sınırı asgari ücretin çok üzerinde seyretmeye başladı.
Resmi enflasyonla, açlık sınırı ve asgari ücret arasında fark gittikçe büyüdü, büyüyor. Buna rağmen hükümet ne diyor; “Hedeflenen enflasyon oranında gelirler artmalı, hedeflenen enflasyon oranında maaşlar artmalıdır” diyor.
Bu ne demek; bu yıl olan enflasyon farkını vatandaşlara unutturmak, gelecek yıl için açıkladıkları, tutup tutmayacağı belli olmayan düşük bir enflasyon üzerinden yıl başında zam vermek.
Kimse kimseyi aldatmasın. Çarşıya pazara çıkan herkes bu ülkenin gerçeklerini görüyor.
Yoksulluk sınırına 45.686 TL’ye çıkmış durumda. 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı.
Türkiye’de kaç haneye acaba 45 bin lira veya üzerinde bir gelir giriyor?
Türkiye’de kaç aile 45 bin lira üzerinde bir aylık gelirle bugün yaşamını sağalmaya çalışıyor. İnanılır gibi değil.
İşte o yüzden herkesin gündemi ekonomi…
Çünkü artık karın doyurmak yaşam savaşına döndü.
Daha önce de söylemiştim:
Koskoca ülke Survivor setine döndü. Üç kuruş parayla hayatta kalma mücadelesi veren aileler, kadınlar, gençler, emekliler...
Maaşlar böylesine erimişken, hükümetten gelen açıklamalar gerçekten bizleri hayrete düşürüyor:
Bizzat Cumhurbaşkanı’nın seçimlerden önce söz verdiği halde, “Ben iktidarda olduğum sürece faiz artmaz ancak düşer” dediği halde faizi beş kat arttıran kendileri oldu. “Enflasyon düşecek daha da düşecek” derken enflasyonun sürekli arttığına tüm millet, 85 milyon şahit oldu.
Defalarca tekrar ettim, ilk 2013’te söylemiştim, bundan 10 sene önce, hala söylüyorum; Boşuna uğraşmasınlar Hukuk olmadan bu ülkenin ekonomisi düzelmez. DÜ-ZEL-MEZ.
Olmayacak, üzülerek söylüyorum bunu. Böyle vatandaşlarımızı bir karamsarlığa, bir ümitsizliği düşürmekten çekinerek bunu ifade ediyorum. Ama gerçekçi olmak zorundayız.
Türkiye gibi doğal kaynakları sınırlı olan ülkelerin en önemli kaynağı güvendir. Güven aynı zamanda hukuki güvenliktir, hukuk güvenliğidir. Bir ülkede hukuk güvenliği yoksa o ülkeye yeterince yatırım gelmez, o ülkede yeterince istihdam oluşmaz.
Yatırımın olmadığı, yeterince istihdamın olmadığı ülkede refah artmaz. Onun için artmıyor, olmuyor.
İstediğiniz kadar Amerika’ya turlara gidin, finans merkezlerini dolaşın, isteğiniz kadar defalarca Körfez’e gidin, Körfez ülkelerinden tekrar tekrar para isteyin. Dökme suyuyla değirmen dönmez. Bugün Katar’dan, yarın BAE’den, ertesi gün Suudi Arabistan’dan getirdiğiniz dökme suyuyla bu koskoca ülkenin ekonomi değirmenini döndürmezsiniz, yapamazsınız. Olmuyor.
Tam 6 ay oldu seçimden bu yana. 6 ay geçti. 28 Mayıs seçimlerinden bu yana 6 ayı doldurduk. Herhangi bir düzelme görüyor musunuz?
Dolar kuru seçimden bu yana 20 liradan 29’a çıktı mı? Faizler %8,5’tan %40’a çıktı mı? Merkez Bankası ‘Daha da artıracağım’ diyor mu? Ne diyor? ‘Artırmaya biraz daha devam edeceğim’ diyor. Ne kadar artıracak göreceğiz.
Bu ülkede enflasyon yüksek seyretmeye devam ediyor mu? Hani ne oldu? Seçim vaatleri ne oldu? Enflasyon düşecek vaatlerine ne oldu? 6 ayda biz bunun sinyalini görmüyoruz.
Değerli arkadaşlar, ekonomi yönetiminin en önemli unsuru güvendir ama güven, aynı zamanda ülkenin yarınlarıyla ilgili bir kavramdır. Yani yarınların bugünlerden daha iyi olacağıyla ilgili bir güvenle ancak ekonomi düzelir. Tüm ahali inanırsa ‘Evet, enflasyon düştü, düşüyor’ diye inanırsa, o zaman ekonomi düzelmeye başlar. Tüm ahali ‘İşler rayına girdi, ekonomi düzelecek’ diye inanırsa ekonomi düzelir.
Beklentilerin sürekli bozuk olduğu, yarınların daha kötü olacağına inanan, milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede ekonominin düzelmesi mümkün olmaz.
Gerçekten çok üzülüyoruz, gerçekten içimiz kan ağlıyor. İçimiz kan ağlıyor, bu işleri hiç yapmasak, hiç bilmesek deriz ki ‘ne yapalım dünyanın her yerinde ekonomi kötü, Türkiye’de de kötü.’ Sayın Erdoğan da sık sık ‘Her yerde enflasyon var’ diyor ya, daha dün demiş. Ya kardeşim, Türkiye kadar yüksek enflasyonun olduğu kaç ülke var bu dünyada ya?
Milletin bir yılda gördüğü enflasyonu siz bu millete bir ayda, 15 günde gösteriyorsunuz. Kandırmayın kimseyi. “Dünyanın her yerinde var bizde de var”…
Kandıramazsınız, bu milleti bu yalanlarınıza inandıramazsınız.
Şöyle bir bakıyoruz değişen ne var Türkiye'de?
Türkiye'de kamuda çoklu maaş uygulaması aynen devam ediyor…
İşe alımlarda torpiller, ihalelerde kayırmalar aynen devam ediyor… 6 ayda düzelme var mı? Yok.
Beştepe’nin şaşalı israf görüntüleri aynen devam ediyor…
Devleti batırma projesi olan Kur Korumalı Mevduat hala bu ülkenin Merkez Bankası’ndan milyarlarca dolar karşılıksız para basarak ödeniyor. Merkez Bankası milyarca dolar karşılıksız parayı basıyor, Kur Korumalı Mevduatın kur farkını ödüyor. Siz bu ülkenin enflasyonunu nasıl düşüreceksiniz?
Söyledik, ilk gün bu kur korumalı mevduatı açıkladıkları ilk gün söyledik. “Bu, bu ülkeyi batırma projesidir” dedik. Bütün bu yanlışların Karşısında Merkez Bankası faiz artırarak enflasyonu düşürmeye çalışıyor. Hani ne oldu Sayın Erdoğan’ın “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” söylemine? Aynı nakaratı defalarca söylemedi mi?
Defalarca bu milletin gözünün içine baka baka “Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi” deyip de “Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyen kendisi değil mi? Eğer bu tezi doğruysa, Merkez Bankasının faizlerinin arttırması enflasyonun artırılmasına sebep olur değil mi? Faiz sebep, enflasyon sonuçsa…
Sayın Erdoğan’dan son 6 aydır tek bir kelimeyle izah duydunuz mu? Ne oldu? Madem faiz sebep, enflasyon sonuç, siz niye Merkez Bankası’nın faizi artırmasına göz yumuyorsunuz, izin veriyorsunuz? Yok, bu teziniz yanlışsa, ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ diyerek yıllarca yanlış ekonomi politikalarını dayattıysanız, bu yüzden bu ülkede enflasyon patladıysa, kur patladıysa çıkın bu milletten özür dileyin. ‘Yanlış yaptım, yanıldım, aldatıldım’ deyin, daha önce dediniz.
Ama 6 aydır hiçbir şey yokmuş gibi bu konuda susması, bu milletten hesap vermekten kaçmasıdır, başka bir şey değil. Böyle şey olmaz ya.
Ekonomi yönetimi ciddiyet ister, Allah’ın verdiği aklı kullanmayı gerektirir. Bilimle, ilimle bu ülkenin gerçeklerini görerek bu ülkenin ekonomisi yönetilir.
Hep söylüyorum: Bu ülkede Sultanhamam’ın, Yeşil Direk’in tozunu yutmayan, Çıkrıkçılar yokuşunun tozunu yutmayanların, bu ülkenin ekonomisinden anlaması da yönetmesi de mümkün değildir. Hayali kalır, bulutların üzerinde dolaşır dururlar. Ayakları hiçbir zaman yere basmaz ve beceremezler.
Bu ülkenin çarşısını, sokağını iyi bileceksiniz, iyi anlayacaksınız, tepelerde aldığınız kararlar, Resmî Gazete’de tek imzayla aldığınız o kararnameler, genelgeler, nihayetinde bu ülkenin çarşısına, sokağına nasıl yansıyor, bunu anlamadan, bilmeden bu ekonomiyi yönetmeye kalkarsanız çuvallarsınız. 6 aydır değişen bir şey yok arkadaşlar ya yok.
Yargıya müdahale aynen artarak devam ediyor…
Anayasa Mahkemesi’ni ve AİHM’i tanımamazlık aynen devam ediyor…
Sokak ortasında gerçekleşmiş bir cinayetin failleri, Sinan Ateş’in failleri hâlâ korunmaya devam ediyor…
İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısının yargıdaki rüşvet çarkı ile ilgili şikayetinin üzerine hala gidilmiyor. Söylemiştim, “sürekli gündeme getireceğim” demiştim ve “sürekli gündemde tutacağım” demiştim. Ne oldu merak ediyoruz. Adalet Bakanına, Cumhurbaşkanına buradan tekrar soruyorum, ne oldu? Bu basit bir şey değil.
Bir ülkenin, bir adliyesinin en üst makamında bir kişi kendi adliyesinde çalışanlarla ilgili ihbarda bulunuyor, suç duyurundan bulunuyor. Ne oluyor ne yapılıyor? Hiçbirimizin haberi yok.
Devam ediyor arkadaşlar, 6 aydır bütün yanlışlar devam ediyor.
Suç örgütü liderlerini kollayan, emniyet birimlerinde ve yargıda paralel bir düzen oluşturup, başsavcının ifadesiyle “FETÖ’ye rahmet okutan”larla ortaklık yapılmaya devam ediliyor…
Böyle mi düzelecek ekonomi? Ekonomi yönetimindeki arkadaşlar havanda su dövsün dursun. İyi niyetle istedikleri kadar çaba göstersinler. Onlar bir şeyler yapmaya çalışıyor ama ayakları bu ülkenin hukuksuzluk ve adaletsizlik zinciriyle bağlı. O zincirler çözülmeden bu ülkenin ekonomisini düzelmesi mümkün değil.
Oradaki iyi niyetli arkadaşlara sesleniyorum: Siz sahiden enflasyonu düşürmek istiyorsanız öyle çok uzaklarda çare aramayın. Öyle New York, Londra yok Uzakdoğu, Körfez… Çare oralarda değil. Bu işi gerçekten çözmek istiyorsanız sizin ilk görüşmeniz geren bir kişi var, onun da adresi; Beştepe / Ankara.
Gidin onu ikna edin deyin ki; “Olmuyor, yapamıyoruz. Siz bu hukuksuzluğu, adaletsizliği bu ülkeden gidermeden, bunla ilgili gereli tedbiri almadan bizim ekonomi yönetimi olarak yapacak bir şeyimiz kalmadı Sayın Cumhurbaşkanımız” diye anlatın ve onu ikna edin.
Siz onu ikna etmeden gidip yatırımcıları ikna edemezsiniz.
Ve tekrar tekrar söylüyorum: İkili anlaşmalarla borçlanmak, gidip bir ülkenin devlet başkanından, ‘Bana biraz borç verir misin’ diye borç talep etmek, hani hep der ya ‘Borç alan emir alır’ işte bu şekilde borçlanırsanız, yarın emir almak zorunda kalırsınız. Evet, borç alan emir alır.
Giderek, yalvararak hele hele ülkeler arası anlaşmalarla ister adı swap olsun, ister Merkez Bankası’na yapılan mevduat olsun, ne olursa olsun borç borçtur. Çünkü ne diyorsunuz? ‘Bana acil para ver, daha sonra ödeyeyim’ diyorsunuz. İşte o, ülkenin boynunu büker, işte o, bazı konular karşınıza geldiğinde dik durmanızı engeller.
13 yıl ben bu ülkenin bakanlar kurulunda oldum, bir kere bir ülkeden gidip bir lira istemedik. Öyle bir şey yok. Siz gerekeni yapın, para civa gibidir, akar gelir bu ülkeye. Şu zeminde binde birlik bir eğim koyun, şuraya bir damla akıtın, o civa o tarafa doğru akar gelir. Ekonomi yönetiminin düzgün yönetiminde işte o eğimi sağlayacaksınız, güveni oluşturacaksınız ki civa gibi para kendinde akıp gelsin, zorla değil.
Ve o arkadaşlara diyorum ki gidin Sayın Erdoğan’a söyleyin hatta ona Akif’in şu şiirini hatırlatın; Haksızlığa tapıldıkça ezildikçe, zulüm alkışlandıkça, kanayan yaralar kanamaya devam ettikçe, zalimlerle dost olundukça… hiçbir şey bu ülkede düzelmeyecektir.
*****
Değerli basın mensupları,
Meclise sunulan 80 maddelik torba kanunla gerçekten pek çok yanlış uygulamaların devam ettireceği niyetinin de şu an biz görmüş oluyoruz.
Bu teklifte;
Haksız servet transferini önleyecek, imar rantlarını vergilendirecek, vergide adaleti ve öngörülebilirliği sağlayacak hiçbir adım yok. 6 ay oldu ya 6 ay. Ve Torba Yasa demi, ufak tefek sağda solda ne var ne yok düzeltilecek imkânda sağlıyor.
Vergi Cennetlerine yapılan transferlerden stopaj alınmasına ilişkin bir adım yok.
Tarım sektöründe kullanılan mazottaki ÖTV’nin çiftçilerimize tam olarak iadesiyle alakalı bir adım yok.
Ücretlilerin Gelir Vergisi Kanunu’nun 89’uncu maddesinde yer alan eğitim, sağlık harcamaları gibi indirim unsurlarını matrahlarından indirebilmelerine imkân sağlayan hususlar yok.
Tam tersine bu teklifte mevcut yanlışlarım daha da ötesine gidilen, yanlışların devamını getiren maddeler var.
KKM ve katılım hesaplarına uygulanan kurumlar vergisi istisnasının süresinin Haziran 2024 tarihine kadar uzatılması var.
Bu ne demek?
Yani eğer bizim esnafımız 10 liralık mal alıp sattıysa, oradan helalinden alın teriyle 1 liralık bir kazanç sağladıysa ondan vergi alıyorsunuz. Kur Korumalı Mevduattan faiz üzerine faiz, katmerli faiz, bir de kur farkı alan kişilerden tek kuruş vergi almıyorsunuz. Bu ne demek ya? Bu nasıl bir şey?
Parası olan, serveti olan bankada kur korumalı mevduat açan ve bundan katmerli faiz alan, faiz üzerine kur farkı alanlardan bir kuruş vergi almıyorsunuz. Bunun Haziran'a kadar da devam edeceğini torba yasaya koyuyorsunuz. Ama asgari ücretliden vergi almaya devam ediyorsunuz.
Kamuda çoklu ve ballı maaş uygulamasına son verme yönünde hiçbir adım atılmazken, tam tersine kamu görevlilerinin ekstra gelir elde etmesine yasal dayanak oluşturan madde koyuyorsunuz bu torba kanuna. Biz diyorduk ya 5 yerden 10 yerden maaş almak… Böyle bir şey olur mu? Şimdi ne yapıyorlar bu torba kanuna koydukları madde ile bunun yasal zeminini güçlendiriyorlar.
Cumhurbaşkanına vergi düzenlemesine ilişkin çok sayıda yeni yetkiler veriyorlar bu torba yasayla.
Arkadaşlar, bütçe hakkı meclisindir. Vergiyle ilgili önemli düzenlemeler mecliste yapılır çünkü meclis çok güçlü ve önemli bir istişare mekanizmasıdır. Meclis evet bir yasama organıdır ama aynı zamanda bir denetim organıdır ama aynı zamanda geniş bir istişare mekanizmasıdır.
Siz vergiyle ilgili önemli konuları artık meclise getirmeyeceğiz, cumhurbaşkanına yetkiyi alacağız, cumhurbaşkanı hani ‘Bir gece ansızın geleceğiz’ diyor ya ansızın vergi gördük, başka bir şey görmedik. Yani gece yarısı ansızın vergilerle gelebileceği yetkisini bu torba yasayla cumhurbaşkanına veriyorsunuz.
Biz bu torba yasayı madde madde tek tek inceledik. Bütün politika birimlerimiz, detaylıca torba yasanın röntgenini değil MR’ını çekti. Ne yapmaya çalıştıklarını biliyoruz. Ha içinde haklı, gerekli şeyler var onu da teslim etmemiz gerek ama yanlışların devamı ve doğruların yapılmamasıyla ilgili konuları da gündeme getirmek zorundayız.
*****
Değerli arkadaşlar,
Son günlerde gizli fon dolandırıcılığı, sosyal medya fenomenleri üzerinden kara ve kayıt dışı para aklama, vergi kaçırma gibi hadiselerine sıklıkla şahit oluyoruz.
Bu tür hadiseler iktidarın ekonomi, hukuk ve şeffaflık alanlarında oluşturduğu yozlaşmanın ortamının birer tezahürüdür, başka bir şey değildir.
Bu hükümet, alın ve akıl teri dökerek kazanç elde etme yerine ölçüsüz rant, rüşvet, yolsuzluk ve köşe dönme anlayışıyla kısa yoldan zengin olmayı özendiren bir ekonomik iklim yaratmıştır bu ülkede.
Bu ülkede, hakkaniyetle, alın teriyle, bilek gücüyle helalinden kazanmanın zorlaştığı bir ortam oluşturmuştur.
Sürekli kayırma, ‘Kim kimin adamı, o bizden mi değil mi, bizdense yardımcı olalım, bizden değilse işini zorlaştıralım…’ Fırsat eşitliğinin olmadığı, adil rekabetin olmadığı bir ülkede insanlar, para kazanmak için farklı yollara sapabiliyor.
Oysa bilseler ki, ‘Ben hakkıyla helalinden çalışırım ve hakkımı kazanırım’ diye bir inanç olsa insanlarda bu tür yanlış yollara sapmak da daha az olacaktır.
Ama kuşkusuz şunu da söylemek zorundayım, vatandaşlarıma da buradan seslenmek zorundayım; ‘Tencere doğurdu’ diyenlere inanmayın. Her dönemde olmuştur bundan sonra da olacaktır. Nasreddin Hoca’nın meşhur hikayesi biliyorsunuz. Komşusuna tencere vermiş, komşusu daha küçük bir tencereyle beraber getirmiş, bu ne deyince de ‘Tencere doğurdu’ demiş. Sonra bir daha bir daha deyince de demiş ki ‘Senin tencere öldü.’ ‘Tencere ölür mü’ diye sorduğunda da ‘Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?’ Bunu eminim çoğu biliyordur da ya “bu tencere doğurdu” diyenlere inanmayın.
Finansal bilinç, finansal okur yazarlık çok çok önemli bir konu. Bir yerde ölçüsüz bir kazanç varsa, bilin ki orada bir haksızlık vardır, bilin ki aldatma vardır, bilin ki hukuksuzluk var. ‘Kısa yoldan para kazanayım’ denildiğinde bunu helalinden yapmak çoğu zaman çok zordur. Çoğu zaman haram karışmıştır o işe. Dolayısıyla makul, helal kazanç, hakkıyla kazanç. Bu konuda herkesin dikkatli olması lazım, herkesin uyanık olması lazım. Ama tekrar ediyorum: Bu ülkede bu iklimi oluşturan ve bu işin asıl sorumlusu, müsebbibi bu hükümettir ve Sayın Erdoğan’dır.
Hukuk alanında da Ziya Paşa’nın dediği gibi “Milyonla çalanın izzetle baş tacı edildiği” bir ortamın önünü bu hükümetin haksız, hukuksuz uygulamaları sonu açılmıştır.
Bir de yapanın yanına kar kaldığını da görüyoruz. Eğer bütün bunları yapanlar bir şekilde devletle bir şekilde yargıyla zaten işi önceden planlayıp yaptılarsa herhangi bir cezayla kalmadıklarında görüyoruz.
Böyle bir ortamda; dolandırıcılar, kendini uyanık gören ahlaksızlar hukuk önünde hesap vermekten korkmadan hareket edenlerin çoğalması da yine bu adaletsizlik ve hukuksuzluk ortamının bir üründür.
Yolsuzluk kelimesinin resmi dokümanlarından, bu ülkenin resmi dokümanlarından biliyorsunuz yolsuzluk kelimesi çıkarılıyor. Çoğu dokümanlarından o kelime temizleniyor. Böyle bir ortamda şeffaflığı, denetimi, iç kontrolü ve hesap verebilirliği yok eden bir yönetimin Türkiye'yi bu bataklıktan çıkarma şansı yoktur.
DEVA Partisi olarak bu konuların takipçisi olmaya sonuna devam edeceğiz.
*****
Değerli arkadaşlar…
İsrail’in Gazze’deki saldırıları ağır ve insafsız şekilde devam ediyor.
Bu büyük kıyım; hukuksuzca, haksızca bugüne kadar yaklaşık 16 bin masum insanın ölümüne sebep oldu. Bunların %70'i kadın çocuk.
İlk günden beri tekrar ediyoruz; İsrail’in işlediği bu insanlık suçuna destek olan ülkeler, bu suçun ortağıdır ve bu kara lekeyi onlarca yıl temizleyemeyeceklerdir.
Zamanında zulme uğramak, zamanında soykırımına uğramak hiçbir millete, hiçbir halka zulmetmek, soykırımına soyulmak hakkı vermez. Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez. Zamanında uğranılan haksızlık ve soykırımı bugünkü soykırımına meşruiyet zemini hazırlamaz, böyle bir şey yok.
Nasıl o dönemki soykırımı bugün bütün dünya tarafından lanetleniyorsa bilin ki bugün Gazze’de işlenen insan suçları, insanlık suçları ve savaş suçları da gün gelecek bütün dünya tarafından lanetlenecek. Dolayısıyla bu konuda karar alanların, bu alınan kararları destekleyenlerin aklını başına alması lazım.
Şu anda Batı’nın kendi inşa ettiği değerlerinin altında kalmasına şahit oluyoruz.
Hani insan hakları, hani çocuk hakları, hani kadın hakları, hani hukuk, hani uluslararası hukuk, hani savaş hukuku. Bütün bunlar gerçekten insanlığın ayaklar altına alındığını bize gösteriyor.
Tüm bunlar yaşanırken bu dört gün olarak anlaşılan, daha sonra da gün gün uzatılan ateşkes anlaşmasından da biz tabii ki memnuniyet duyduk. Ama bu ateşkes kanayan yaraya sadece ufak bir pansuman.
Unutmayalım ki kalıcı bir barış sağlanmadan, sadece ateşkes değil, kalıcı bir barış sağlanmadan İsrail-Filistin meselesinin gerçek anlamda çözümü mümkün olmayacaktır. Bunun için de kök sebeplere inilmek zorundadır, kök sebeplere.
Bu Filistin-İsrail meselesinin kök sebeplerinde neler vardır? Bir tecrit vardır, izolasyon vardır. Gazze'deki ve Batı Şeria’daki milyonlarca Filistinlinin, Filistinlinin sınırlar arasında, kısıtlamalar altında yaşaması vardır. Yine kutsal mekanlara, bütün ilahi dinler için kutsal olarak bilinen mekanlara İsrail devletinin her gün taciz uygulamaları vardır kök sebeplerinde. Kök sebeplerine indiğinizde Batı şer Şeria’da yerleşkelerin gittikçe çoğalması vardır.
Bugün Gazze'de bir işgalden bahsediyoruz değil mi? Bu işgal bir savaşla, bombardımanla yapılan bir işgal. Ama unutmayalım ki onlarca yıldır Batı Şeria’da da bir işgal var. Yerleşkeler yoluyla sürekli olarak Filistinli kardeşlerimizin hakkı olan toprakların üzerinde İsraillilerin yerleşkelerinin sürekli çoğalması var. Bu kök sebeplere inip de bunlar çözülmeden bu meselenin tamamıyla çözülmesi mümkün olmayacaktır.
Şunu da ifade etmek istiyorum; Tarafların, Türkiye'yi bu konuda arabulucu olarak görmemesi, kabul etmemesi, Türkiye'yi garantör bir ülke olarak görmemesi, kabul etmemesi de ülkemiz adına hicap duyulması gereken bir konudur.
Katar arabuluculuğundan bahsediyoruz. Mısır'ın ara ara bu konudaki dahli söz konusu oluyor. Peki Türkiye ne yapıyor? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ne yapıyor? Kuru hamaset, sokak eylemleri, sloganlar, “Eyyy” nidaları… Ama bunların hiçbirisi Filistin’deki kardeşlerimizin canlarını kurtarmaya yetmedi. Olmuyor.
Bağırıp çağırmakla sorunu çözemiyorsunuz. Sorunu çözemiyorsunuz.
İç kamuoyuna dönük propagandaya malzeme edilen Filistin davası, Filistin’deki bebekleri bombalardan kurtarmadı.
Hükümet slogan atmak dışında icraat üretmekte zorlanıyor. Çünkü güven, güven, güven. Güven yoksa, itibar yoksa kimse sizi arabulucu olarak kabul etmez.
Güven yoksa, itibar yoksa garantör olarak sizi kimse kabul etmez. Garantör ne demek? Kefil demek değil mi? Güvenilmeyen bir hükümetin kefaleti imzası muteber midir? Kabul görür mü? Görmez.
Peki güveni nasıl sağlayacaksınız?
Her daim doğruyu söyleyeceksiniz. Dış politikada zikzak yapmayacaksınız. Sürekli U dönüşleri yapmayacaksınız.
Daha son yerel seçimlerde İstanbul Belediyesi için işte “Binali Yıldırım mı, Sisi mi?” derken gidip daha bir sonraki yerel seçimler gelmeden Sisi'nin elini sıkıp kucaklamayacaksınız. Böyle güven sağlanmaz.
Uluslararası ilişkilerde, dış politikada güven tutarlılıkla sağlanır. Hep uluslararası hukuktan, haktan, adaletten yana durarak güven sağlanır. Siz bunları yapmazsanız işte böyle en kritik dönemde binlerce insanın, sivilin, kadının, bebeğin öldüğü bir dönemde söylediğiniz laflar buharlaşır, uçar.
Tüm bunların yanında değerli arkadaşlar, 7 Ekim saldırısından bu yana yaşananların ifşa ettiği hakikatleri görmezden gelemeyiz.
Pek çok uluslararası kuruluşun sessizliğini, devlet binalarından sarkıtılan İsrail bayraklarını, Filistin’e destek verdiği için işinden olan akademisyenleri, sanatçıları görmezden gelemeyiz.
Sadece “bunlar insandır, bunlar candır” dediği için Amerika'nın en iyi üniversitelerinde okuyan öğrencilerin işe alınmamayla tehdit edilmesi. Özellikle bazı sermaye çevrelerinin Amerika'daki üniversitelere ki düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün merkezleri değil mi buralar? Oralara ipotek koyarcasına bu gençleri tehdit etmeleri kabul edilemez.
Gazze, bu yönüyle sadece bu coğrafyanın değil dünyanın da yüz çeviremeyeceği bir dram haline gelmiştir.
Gazze’de, İsrail’in her bombasıyla sadece insanların değil, fikri bir tahayyülün de öldüğüne şahit olduk, şahit oluyoruz.
Gazze’nin etrafını çevreleyen duvarlar gibi, düşünce özgürlüğünün etrafında zihinlere duvarlar örülmeye çalışıldığını görüyoruz.
Sivil ölümlerinin, hastane bombalamalarının pazarlığının yapıldığını, bunlara hukuki görülen birtakım kılıflar beraber anıldığını da görüyoruz.
Gazze, bu yönüyle artık tüm insanlığın gündemidir.
Bir kez daha uluslararası kamuoyunu; Gazze’ye, Filistin’e adalet ve barış sağlamak için yoğun bir gayret etmeye davet ediyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Yerel seçimlere 4 ay var. 30 Kasım, 31 Mart.
Daha evvel de söylemiştim: Biz DEVA Partisi olarak yerel seçimlere kendi adımızla ve kendi adaylarımızla gireceğiz.
Bunun kararını yetkili organlarımızda almıştık ve bunu da Tüzük Kongremizde resmen açıklamış idik.
Ülkemizin dört bir yanına DEVA Belediyeleriyle hizmeti ulaştırmanın şu anda yoğun bir hazırlığı içerisindeyiz.
İktidarın yozlaşmalarına, yolsuzluklarına; temiz ve şeffaf belediyecilik ile cevap vereceğiz. Aynı zamanda etkin bir belediyecilik anlayışıyla cevap vereceğiz.
Muhalefetin “İktidar partisi olmadığımız için iş yaptırmıyorlar” bahanesine, güçlü icraatımızla, cevap vereceğiz.
Bahane üretmeyeceğiz. Boş laf üretmeyeceğiz, çalışacağız.
Belediyeleri, vatandaşın evi yapacağız.
Belediyeleri, sokakların sesi yapacağız.
Belediyeleri, halkın sorunlarının çözüm adresi yapacağız.
Demokrasiyi yerelden güçlendireceğiz.
Tüm bu hoyrat düzene, hukuksuzluklara, haksızlıklara yerelden başlayarak dur diyeceğiz.
İsrafı, haramı önce yerelde sileceğiz.
Yerelde sileceğiz ki bir sonraki genel seçimlerde “işte biz bunu yaptık, başardık. Bunu ülke yönetiminin tümüne hâkim kılacağız. Bu yönetim anlayışını ülke yönetiminin tümüne hâkim kılacağız” diyeceğiz.
Tüm bu hoyrat düzene dur diyeceğiz.
Bu seçim değerli arkadaşlar bizim seçimimiz. Bu seçim mutlu şehirler için DEVA’ya oy verecek milyonların seçimi.
Diyorum ki vatandaşlarımıza; Gelin hep beraber iktidar partilerine de muhalefet partilerine de demokrasi neymiş, şehir yönetmek neymiş, hak neymiş,hukuk neymiş gösterelim.
DEVA; bu ülkenin haksızlığa uğrasa da hak yemeden yaşayan esnafıdır.
DEVA; bu ülkede artan maliyetler altında ezilen, ama üretimden asla vazgeçmeyen çiftçilerdir.
DEVA; yarınlarından endişe duysa da ülkesinden vazgeçmeyen gençleridir.
DEVA; bu ülkenin, sokaktaki şiddetle her gün mücadele eden kadınlarıdır.
DEVA; bu ülkenin, yaşam şartları her geçen gün daha da ağırlaşan çalışanlarıdır.
DEVA; bu ülkenin, senelerce hizmet ettiği ülkesinden üç kuruşluk emekli maaşıyla geçinmeye çalışan emeklileridir.
Arkadaşlar; DEVA; bu ülkenin alın teriyle kazanan milyonlarıdır.
İşte DEVA Belediyeleri o milyonların helal kapısıdır.
Tüm vatandaşlarımızı tam demokrasi için yerelde DEVA’yla birlikte yürümeye buradan davet ediyorum.
*****
Bu önümüzdeki pazar günü, 3 Aralık Pazar günü ilk grup belediye başkan adayımızı kamuoyuyla paylaşacağız.
Türkiye'nin dört bir yanından tüm Türkiye coğrafyasından yaklaşık 50 kadar adayımızı duyuracağız ve sanırım böylesine kapsamlı bir tanıtım programıyla adaylarını kamuoyuna duyuran ilk siyasi parti de DEVA Partisi olacak. Ve böylece tüm Türkiye sathında il il, ilçe ilçe adaylarımız derhal çalışmaya başlayacak.
Yerel yönetimler ve şehircilik anlayışımızı tüm Türkiye sathında kılcal damarlara kadar vatandaşlarımıza anlatacağız, izah edeceğiz ve adaylarımız vatandaşlarımızın karşısına; Bir, sağlam bir yerel yönetim ve belediyecilik anlayışıyla, iki, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışıyla çıkacaklar.
Bunun içindir ki hem bizim yerel yönetimler ve şehircilik politikaları başkanımız Cem Avşar Bey'in koordinasyonunda hazırlanan yerel yönetimler politikamızı tüm belediyelerimize şamil etmiş olacağız. Hem de belediyecilik için siyasi etik kurallarımızı bir sözleşme halinde tüm adaylarımızla imzalayacağız.
Yani bizim belediye başkanlarımız daha aday oldukları gün siyasi etik sözleşmesine atacakları imzayla nasıl bir yönetime talip olduklarını ve seçildiklerinden nasıl yöneteceklerini öyle lafta değil, yazıyla imzayla bağlayıcı bir şekilde imzayla ilan etmiş olacaklar.
Bu DEVA farkı olacak. Bu temiz yönetim farkı olacak. Ama dediğim gibi sadece temiz yönetim değil, aynı zamanda etkin yönetim. Yani iyi belediyecilik ama aynı zamanda temiz belediyecilik. Ve bu kapasite DEVA'da var. Bu kapasite bizim adaylarımızda var.
*****
Değerli arkadaşlar,
Son olarak şuna değinmek istiyorum ki; Geçen hafta %10’luk oyuyla sadece AK Parti’yi değil koskoca ülkeyi esir alan, adeta ülkenin üstüne kayyum gibi atanan Bahçeli’den söz etmiştim.
Tam altı gün sonra kendisinden değil de bir temsilcisinden cevap geldi. Şaşırılacak bir cevap da değil.
Zaten tek bildikleri küfür, hakaret, iftira, bağırma, çağırma. Ben Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum; Öyle yardımcılarınızın arkasına falan hiç saklanmayın, çıkın ne söyleyeceksiniz, bana cevap verin, söyleyin.
Yine kendisine soruyorum: Sayın Bahçeli, bugüne kadar sizin bu ülkenin yararına, bu ülkenin menfaatine hangi icraatınız oldu?
Ya bağırıp çağırmaktan, hakaretten o öfke siyasetinden başka somut icraattan bahsediyorum ya somut icraat; “Yani ben bu ülke için şu taşın üzerine bu taşı koydum. Şu tuğların üzerine bak bir tuğla daha koydum” diyebileceğiniz ne var?
Bütün krizlerde iktidar ortağıydınız. Hiç unutmuyoruz. 2001 krizinde başbakan yardımcısı olduğunuz dönemde, o başbakanlık merkez binanın önünde yazar kasa fırlatılırken esnafımız tarafından, siz o binadaki makam odanızı kullanıyordunuz. Hükümetin ortağıydınız, krizlerin ortağıydınız.
E dikkat edin şöyle bir kronolojiye Bahçeli geldi Erdoğan'a ortak oldu. O günden bu yana ülke bir krizden diğerine savruluyor değil mi? Ne hikmetse. Nerede kriz? O resmin içerisinde Bahçeli var. Ekonomik kriz deseniz öyle. Yargı kriz deseniz öyle.
İşte ülkede bir yargı krizi yaşıyoruz değil mi? Anayasa Mahkemesi karar alıyor, Yargıtay o karara karşı çıkıyor. İşte Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu şu bu… Kriz. Bakıyoruz Bahçeli tam ortasında bir şeyler söylüyor. Onun için krizlerin ortağı diyoruz.
Bugüne kadar Gazi Meclisimizin salonlarından hakaret ve küfür etmek dışında ne yaptığınız, çıkın bu millete bir anlatın ya. “Benim bu ülkeye şöyle bir faydam oldu. Şöyle bir proje yaptım. Şöyle bir icraat yaptım” diye çıkın anlatın.
Yok anlatacağı bir şey yok arkadaşlar. Dolayısıyla biz bu çarpıklığı Bahçeli'nin, Milliyetçi Hareket Partisi gibi bu ülkenin köklü bir kurumunu, Milliyetçi Hareket Partisi gibi geleneğe olan saygınlığı olan köklerden gelen bir kurumu Bahçeli'nin bu hale getirmesi gerçekten ülkemize de ülkemizdeki milliyetçilik anlayışlarına da yakışmıyor.
Bu otoriter rejim heveslilerinin tam karşısında durmaya biz devam edeceğiz.
Ha bu arada şunu da vurgulamak istiyorum ki;
Sadece iktidar değil… Muhalefette de gücü eline geçirdiği anda anında otoriterleşecek insanlar olduğunu, partiler olduğunu da görüyoruz. Bunu da söylemek zorundayım.
Yani bu otoriterlik sadece şu anda iktidarın bir sorunu değil. İktidar gücü eline geçtiği anda otoriterleşecek muhalefette de insanlar partileri olduğunu görüyoruz.
Gerçekten biz bu otoriterlik zihniyetini tümden reddediyoruz
Bizim için esas olan arkadaşlar özgürlükçü demokrasidir. Gerçek anlamda halkın iradesidir.
Seçimlerde kazananların o yetkiyi cebine koyup “ben aklıma eserini yaparım” dememesidir.
Seçilenlerin ülkeyi hukukla yönetmesidir. Seçilenlerin her zaman hesap vermeye hazır olmasıdır. Gerçek demokrasi, tam demokrasi, özgürlükçü demokrasi budur.
Ve işte DEVA bu ülkede özgürlükçü demokrasinin, tam demokrasinin temsilcisidir.
Lafta demokrat değil, özde demokratların partisidir DEVA Partisi.
*****
Değerli basın mensupları,
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP28) BAE, Dubai’de başlıyor. 12 Aralık’a kadar devam edecek.
Biz bu COP28 toplantılarını çok yakından takip ediyoruz. Ve politika başkanımız, milletvekilimiz Evrim Hanım, Evrim Rızanoğlu'nun başkanlığında oluşturduğumuz Çevre Ve İklim Değişikliği Politikamız, doğa hakları politikalarımız sadece Türkiye için değil, tüm dünya için bir mihenk taşınışı elindedir. Ve biz bu işi bilerek yapıyoruz, laf olsun diye değil.
Kesin çözümlerimiz var. Bu hedeflere nasıl ulaşacağıyla ilgili kesin önerilerimiz var. Ben de zamanında hem Birleşmiş Milletler tarafında hem de G20 tarafında bütün bu uluslararası çalışmalara katkı veren heyetler içerisinde görev aldım, davet üzerine katıldım. Ve daha iki ay önce de yine katıldığım bir uluslararası toplantıda partimizin bu çevre politikalarıyla alakalı ve dünyada ne yapılması ile ilgili politikalar konusundaki duruşunu, hazırlıklarımızı muhataplarla paylaştım.
2053 net sıfır hedefi var hükümetin. Biz bunu kendi dokümanımıza 2050 olarak yazdık. Yani daha iddialı bir hedef koyduk. Türkiye'nin yapması gerekenler var.
Ama sadece Türkiye'nin yaptıkları iklim değişikliği için yeterli değil.
Çünkü bugün Çin'deki bir termik santral, Amerika'daki bir termik santral çalışmaya devam ettiği sürece Türkiye'de de iklim değişikliğine sebep oluyor. Endonezya'da da iklim değişikliğine sebep oluyor. Güney Afrika'da da iklim değişikliğine sebep oluyor. İklim değişikliği küresel bir sorun.
Özellikle şimdiye kadar bu atmosferi çok kirleten, biz onlara stok kirletici diyoruz. Yani bugüne kadar kirleten ülkelerin bu işe daha çok kaynak ayırması gerekiyor.
Başta bir numaralı stok kirletici kim? Amerika Birleşik Devletleri. İkinci akım kirletici, sürekli kirletmeye devam eden kim? Çin. Amerika ve Çin, iklim değişikliğiyle ilgili gerekli tedbirleri almadığı sürece, diğer ülkeler ne yapsa bu kötüye gidişi engelleyemez, mümkün değil.
Dolayısıyla bu COP28 toplantılardan beklentimiz, şu anda dünyanın birinci ve ikinci büyük ekonomisi olan ve aynı zamanda şimdiye kadar en çok dünyayı kirleten, en çok bu atmosfere zarar veren bu iki ülkenin hem aralarında anlaşması hem de bu işe para koymaları. Laf değil, para koymaları.
2008-2009 krizi geldi, 4 trilyon dolar karşılıksız siz para bastınız. Pandemi geldi, bir 4 trilyon daha karşılıksız para bastınız. Her yere para buluyorsunuz da şu anda dünyayı en büyük tehdit kaynağı olarak endişelendirmesi gereken ve bütün iklim değişikliğiyle gelecek nesillerin hayatını karartacak bir riske de gelin bugünden para koyun diyoruz. Ha şu da var, biz Türkiye olarak üzerimize düşeni yaparız. Dünyadaki ekonomik büyüklüğümüzün payı neyse Türkiye'nin o pay kadar bu işe para koyma gücü de vardır.
Ha şu anda ülkeyi yönetenler parayı bulamıyorsa biz buluruz. Onlar mesele değil. Kolay. O ekonomilere, o ülkeyi yönetenlere çağırın. Amerika'ya, Çin'e çağırın. Siz üzerinize düşeni yapın. Biz de payımıza düşeni Türkiye olarak yaparız. Türkiye bu güce sahiptir. Yeter ki gelin hep beraber, gelecek nesiller için daha yaşanılabilir bir dünya bırakalım.
Dediğim gibi biz bu COP 28'i çok yakından, gün gün, an an takip edeceğiz.
*****
Sözlerimin sonuna gelirken, 3 Aralık “Dünya Engelliler Günü”nü ve 5 Aralık “Dünya Kadın Hakları Günü”nü şimdiden anmak istiyorum.
Dünya Engeller Günü, 3 Aralık, aynı zamanda bizim aday tanıtımını yapacağımız gün, bu pazar günü.
Bu vesileyle engelli vatandaşlarımızın eğitim sorunu var, istihdam sorunu var ve yaşam alanlarıyla ilgili çok çok büyük sorunlar var.
Bugün bir tekerlekli sandalyeyle bu ülkede yaşamanın ne kadar zor olduğunu ancak yaşayanlar biliyor. Ancak o tekerlekli sandalyeye de hayatını geçirenler ne kadar zor olduğunu biliyor. Dolayısıyla yaşam mekanlarının engelli vatandaşlarımız için uygun hale getirilmesi ve mutlaka ve mutlaka eğitim ve istihdamla ilgili sorunların çözülmesi çok önemli.
Her vatandaşımızın güçlü olduğu yönleri var. Engelli olan her vatandaşımızın iyi olduğu, güçlü olduğu, yetenekli olduğu alanlar var. Her bir vatandaşımızın yeteneği, gücü, imkânı hangi alandaysa o alanda eğitilmesi ve o alanda istihdam sağlanması. Çözüm çok zor değil. Yeter ki buna kafa yorulsun, yeter ki buna akıl teri harcansın.
Yine 5 Aralık, önümüzdeki salı günü Dünya Kadın Hakları günü. Kadınların tabii en önemli hakkı yaşama hakkı.
Biz geçtiğimiz cumartesi günü, kadına karşı şiddetle alakalı İstanbul'da güzel bir program düzenledik. İstanbul İl Teşkilatımızın düzenlediği Kadın Çalışmaları Koordinatörlüğümüzün başkanlığında yapılan iyi bir programdı. Ben arkadaşlarımızı tekrar buradan tebrik etmek istiyorum.
Ve aynı zamanda seçme ve seçilme hakkıyla ilgili de bir gün 5 Aralık. Dolayısıyla bu vesileyle, Dünya Kadın Hakları günü vesilesiyle, şimdiden bütün kadınlara “gelin siyasette var olun, siyasette var olma hakkınızı kullanın. Seçin ama aynı zamanda seçilin” diyorum. Tekrar bu kürsüden, sanırım üçüncü defa tüm kadınlara “gelin, DEVA’dan adaylık için müracaatınızı yapın. Ne kadar çok kadın belediye başkanımız olursa, ne kadar çok kadın meclis üyemiz olursa Türkiye için, demokrasimiz için ve tüm Türkiye'deki kadınlar için o kadar güzel bir tablo oluşacaktır.
Çünkü kadın eli değdiği anda kararlar daha isabetli, daha doğru verilir. Biz buna inanıyoruz, inanarak söylüyoruz.
Tekrar bu toplantıya katıldığınız için teşekkür ediyorum.
Eğer basın mensubu arkadaşlarımızın soruları var ise o sorulara da cevap vermeye çalışayım.