3 Ağustos 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 3. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

3 Ağustos 2021

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 3. İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşma

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli Genel Merkez Başkanlık kurulu üyeleri, Değerli bölge koordinatörlerimiz,
Çok değerli il başkanlarımız,
Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, Partimizin 3. İl Başkanları Toplantısı’na hoşgeldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Çok acılı günlerden geçiyoruz.

Çok büyük bir afetin ortasındayız.

Ege ve Akdeniz bölgemizdeki yangınlar hâlâ devam ediyor.

Huzurlarınızda bir kez daha bu yangınlarda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ülkemize başsağlığı diliyorum.

Yaralı vatandaşlarımızın ise en kısa sürede sağlığına kavuşmasını temenni ediyorum.

Yine yaralı hayvanlarımıza da şifa diliyorum.

Hem yangın söndürme çalışmalarında, hem de kurtarma ekiplerinde görevli veya gönüllü çalışan tüm vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum, kolaylıklar diliyorum.

Temennim, en kısa sürede bu afetin son bulmasıdır.

*****

Geçtiğimiz pazar günü, arkadaşlarımla beraber Antalya’daydım. Ağırlık olarak Manavgat bölgesini kapsayan bir program düzenledik.

Heyetimizle birlikte afet alanlarına gittik.

Afet Yardımlaşma Merkezi’nde ve Yangın Dayanışma Merkezi’nde incelemelerde bulunduk.

Ardından yangından etkilenen köylerimizi, vatandaşlarımızı ziyaret ettik. Bakın bizlere ne dediler, ne anlattılar?

Yaşlı bir amca, “beni oğlum kurtardı, oğlumun her tarafı yandı” diyerek gözyaşları içinde bize olanları anlattı.

Genç bir arkadaşımız, “112’yi 5 defa aradım, gelip de bizi kurtarmadılar” diye sitem etti.

Bir başka genç arkadaşımız, “yangının başladığı günden itibaren burada devlet yoktu” dedi.

“Cennetti, cehennem oldu” dediler.

Değerli arkadaşlar,

“Devlet yoktu” ne kadar ağır bir söz hissedebiliyor musunuz?

Vatandaşımızın evi yanarken, ülkenin ormanları, hayvanları yanarken “devlet yoktu.”

O anda aklıma 1999 depremi geldi. O gün de o bölgede yaşayan vatandaşlarımız “nerede bu devlet” diye feryat ediyordu.

O gün de yine büyük bir afet karşısında, devlet yoktu.

O gün de halkımız zaten ekonomik krizin içinde tek başına can mücadelesi verirken, göçük altında da yalnız bırakılmıştı.

Şimdiki tablo da ne yazık ki farklı değil değerli arkadaşlar.

Aradan geçmiş 22 yıl. Türkiye dönmüş dolaşmış aynı yönetim beceriksizliğine, benzer sorunların içine düşmüş durumda.

Biliyorsunuz; bazı Bakanlar olay yeri inceleme ekipleri gibi izleyici olarak yangın bölgesine gittiler.

Orada, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın envanterinde yangın söndürme uçağı ve helikopteri olmadığını açıkladılar.

Vatandaşlarımız, günlerce korku dolu ve belirsiz bir afet süreciyle baş başa bırakıldı.

Afet kontrol altına alınamadığı için hâlâ da gidişat belli değil.

Üstelik hem yangınları söndüremiyorlar hem de dışarıdan gelecek desteklere burun kıvırıyorlar.

Bakın, bu yangınlar komşumuz Yunanistan’da da çıktı.

İstanbul’un nüfusunun yarısı kadar olan, 10 yıl önce iflasın eşiğine gelen, üç yıl önce orman yangınlarında 100’den fazla insanını kaybeden Yunanistan’dan söz ediyorum.

Son yangınlarda Yunanistan 8 uçağıyla yangına hızlıca müdahale etti ve yangını kontrol altına alabildi.

Hani nerede bizim uçaklarımız? Yok.
Hani nerede bizim yerli ve milli helikopterlerimiz? Yok.
İki lafın başında millilikten, yerlilikten söz eden hükümete soruyoruz.

Türkiye şu anda yerel yönetimlerle koordinasyon dahi yürütmeyen, ormanları korumayan, vatandaşı korumayan bir yönetimle karşı karşıya.

Bugün 130 milyar dolarlık döviz rezervimizi cayır cayır satanlar, har vurup harman savurarak kendilerine yazlık-kışlık külliyeler inşa edenler, 8 uçakla yurtdışı seyahatine gidenler, böylesine bir felakette milletimizi yalnız bıraktı.

Ülkemiz ne yazık ki ‘itibardan tasarruf olmaz’ deyip de 'tedbirden tasarruf' eden bir yönetim anlayışının elinde adeta işkence görüyor.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin, dört yanında ormanları, ormanlarında çeşit çeşit hayvanları olan cennet ülkemizin, bir tane bile çalışan yangın söndürme uçağının olmaması kabul edilebilecek, affedilecek bir ihmal değildir arkadaşlar.

Bu büyük bir yönetim zafiyetinin tezahürlerinden bir tanesidir.

Böyle bir akıl dışı yönetim olamaz.

Cumhurbaşkanlığı envanterine kayıtlı tam 8 makam uçağı var arkadaşlar.

Bunlar sadece Cumhurbaşkanlığı, diğerlerini saymıyorum bile. Ama yangın söndürmek için bir tane bile uçağımız yok.

Üstelik hangi uçağı hangi uçakla karşılaştırıyoruz bakın.

Cumhurbaşkanlığı filosundaki 16 kişilik, en küçük uçağın fiyatına en az 10 tane yangın söndürme uçağı alabilirsiniz.

Aynı filo için özel yaptırılan bir geniş gövdeli uçağın fiyatına, en az 50 tane yangın söndürme uçağı alabilirsiniz.

Mesele zihniyet, mesele öncelik.
Akıllarında artık vatandaş yok, orman yok, ormanda yaşayan canlılar yok.

Akıllarında afetle mücadele yok. Akıllarında vatandaşı korumak için önlem yok.

Bugünkü iktidara soruyorum:

Bir zamanlar diğer ülkelerin orman yangınlarına uçak göndererek yardım eden koskoca Türkiye’yi, son yıllarda nasıl oldu da yardıma muhtaç hale düşürdünüz?

Bu ülkeyi bu hale nasıl getirdiniz diye soruyorum.

Bir de tuttular “ülke dışından yardım alalım - almayalım” polemiği başlattılar.

Bir yandan Cumhurbaşkanı telefonu alıyor eline, başka ülkelerin liderlerinden yangın söndürme uçağı talep ediyor, yardım gönderenlere teşekkür ediyor.

Öte yandan kendisine bağlı propaganda aygıtı, dışarıdan yardım talep eden vatandaşlarımızı devleti aciz göstermekle suçluyor.

Gerçekten büyük bir ayıp!

Bırakın şu laf cambazlığını da, memleketin sorunlarını çözmek için çalışın ya!

*****

Bakın arkadaşlar, orman yangınlarını, tabiat koşulları tetikleyebilir, kaza olabilir, kasıt olabilir.

Ancak, hükûmetin görevi, sebebi ne olursa olsun yangına karşı hazır olmaktır, tedbir almaktır!

Yangının sebeplerine doğru kamuoyunun ilgisini yöneltip kendi hazırlıksızlığının, kendi suçlarının üzerini örtmeye çalışıyor. Onu da ima yoluyla yapıyorlar. Gene propaganda aygıtı yoluyla yapıyorlar.

Çok açık söylüyorum; tedbirden tasarruf olmaz.

Hani vatandaşlarımız şatafatlarına işaret edince “itibardan tasarruf olmaz” diyorlar ya; hayır, esas tedbirden tasarruf olmaz.

Bir ülkenin itibarı, o ülkenin vatandaşının hayat kalitesidir.
Bir ülkenin itibarı, o ülkedeki insanların güven ve sağlık içinde yaşamasıdır. Bir ülkenin itibarı, o ülkedeki canlı cansız tüm varlıkların korunmasıdır.

İtibar öyle konvoylar dolusu arabalarla, lüks seyahat uçaklarıyla falan olmaz.

Hele hele yokluğun, yoksulluğun, açlığın böylesine derinleştiği bir ülkede şatafatla itibar olmaz.

İtibar; vatandaşın evinin yanmasına engel olmaktır, ormanlarımızın, hayvanlarımızın ölümüne engel olmaktır.

Tedbirden tasarruf edemezsiniz.

Tedbirden tasarruf ederseniz işte böyle doğal afetlere karşı da gafil avlanırsınız, hazırlıksız yakalanırsınız.

Onun için önce tedbir alacaksınız.

*****

Değerli arkadaşlar;

Bu hükûmet, ne koruyucu tedbirlerde başarılı olabildi, ne de yangına hızlıca müdahale edebildi.

Ne ormanlarımızı koruyabildiler, ne de ateşi söndürebildiler.

İktidarın ‘yükseliş’ masalı yangın karşısındaki çaresizliğiyle beraber küle döndü.

Hani dedim ya, “devlet yoktu” diyen vatandaşlarımızla birlikte 99 depremini hatırladım diye:

Bakın arkadaşlar, o gün de bir ortaklık vardı iktidarda, bugün de. Krizlerin ortağı Sayın Bahçeli o gün de kriz ortağıydı, bugün de.

İrili, ufaklı ortaklarıyla bugünkü iktidar, ülkemizin yangın yerine dönmesine neden oldu.

Bakın biz, ülkemizin gücüne inanıyoruz. Evet doğru: Türkiye çok güçlü, ama hükûmet zayıf.

Türkiye halkı çok güçlü ama bugünkü yönetim zayıf. Türkiye kötü yönetiliyor.

Şu son bir hafta yaşadıklarımız bize tekrar gösterdi ki, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi artık çökmüştür.

Bu ülke artık yönetilememektedir.

Tüm yetkiyi tek elde toplamak, sorunları sadece büyütmüştür. Devlet, millet sahipsiz kalmıştır.

İşte bu nedenle değerli arkadaşlarım,

İktidarın yangın yerine çevirdiği ülkemizi, DEVA Partisi’nin damlalarıyla buluşturmamızın vakti geldi.

Kaybedecek bir günümüz, boş geçirecek bir dakikamız bile yok.

Bu kötü yönetime bir an evvel son verip artık biz emaneti teslim almaya geliyoruz.

******

Artık yeter!

Vatandaşının canını önemsemeyen bu kötü yönetime artık yeter.

Ormanları, hayvanları, ülkenin doğasını hiçe sayan bu kötü yönetime artık yeter.

Kendi keyfi dışında kimseyi umursamayan bu kötü yönetime artık yeter.

Biz geliyoruz. Ülkemizi layık olduğu gibi yöneteceğiz. Ülkemizi her kademede ehil ve liyakatlı kadrolara teslim edeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bir devleti ayakta tutan şey kurumlarıdır.

Bunlar; alanında yetkin insanların yönettiği, iyi işleyen kurumlar olmak zorundadır.

Ancak son günlerde yaşadığımız acı tablo, devletin kurumsal kapasitesinin nasıl yok edildiğini, nasıl ayaklar altına alındığını da apaçık gösteriyor.

Bu ülke böylesine kötü bir yönetime layık değil. Değerli arkadaşlar,

Afet döneminde, merkezi hükümetle belediyelerin beraber çalışması gerekiyor değil mi?

Vatandaşlarımız bir araya geliyorlar, vatandaşlarımız dayanışma içerisinde.

İş belediyelere gelince öteki beriki diye ayrım yaptığını da maalesef duyuyoruz.

Bir afetin ortasında dahi, ayrımcılık iddialarının ortada dolaşması dahi vahim bir durum.

Ne yazık ki gittiğim yerlerde bunu gözlemledim. İktidar partilerinin belediyeleri, muhalefet partilerinin belediyeleri.

Ülke yanıyor. Başarıyı kime yazacaksanız yazın. Kim bu işi daha iyi yapacaksa bırakın yapsın.

Bir ülkenin cumhurbaşkanı, anayasa gereği bir ülkenin birliğini temsil eder.

Ülkenin birliği ne demektir? Hele hele afet durumunda, yangın durumunda, bütün doğal afetlerde hep beraber olmaktır.

Merkez hükümetiyle, belediyeleriyle, parti ayırmadan beraber olabilmektir. Afet döneminde belediyelere öteki beriki diye bakılmaz.

Vatandaşlarımızdaki dayanışma ruhunu maalesef ülkeyi yönetenlerde görmüyoruz.

Tablo çok açık arkadaşlar:
Bu kötü yönetim, ülkeyi yönetebilecek bir kapasiteye sahip değil.

Türk Hava Kurumu’nun başkanı yok. Orayı da kayyumla yönetiyorlar.

Ehliyet, liyakat neden mi önemli? İşte bunun için önemli.

Diyalogu görmüşsünüzdür. Sosyal medyada döndü dolaştı. Bu kurumun başındaki kişiyle bir haber kurumunda olan kişinin diyalogunu.

“Bu kurumun başkanı siz misiniz?” diyor. “Evet” diyor. “Peki, niye bu uçaklara bakım yapılmadı?” diye soruyor. “Ben kayyum heyeti başkanıyım” diyor, ve hiçbir sorumluluk üstlenmiyor.

Hani “elçiye zeval olmaz” diye bir söz vardır ya, bunların yeni mottosu: “kayyuma zeval olmaz”. Öyle anlaşılıyor.

***** Soruyorum:

Niye yıllardır kayyum var, niye el atmıyorsunuz?

Niye bu kurumu ayağa kaldırmıyorsunuz?

Sebebiniz varsa, kapatacaksanız kapatın.

Yok, o kurum duruyorsa da, onu amaçlarına uygun şekilde iyi yönetin, ayağa kaldırın. Bu ne vurdumduymazlık ya.

Ama işte sistem, sistem. Bütün yetki tek elde toplanınca Cumhurbaşkanının önüne gitmeyen meselelerle ilgili hiçbir şey yürümüyor memlekette.

Herkes dönüyor, acaba Cumhurbaşkanı ne diyecek? 3 milyon 5 milyon para gerekiyor, acaba parayı alabilir miyim, harcayabilir miyim?

84 milyonluk ülke böyle yönetilemez.

84 milyonluk ülkenin yönetilmesi için yetkinin devletin üst kademelerinden alt kademelerine doğru devredilmesi lazım.

Bir kişi her şeye yetişemez. Burası küçük bir ada ülkesi değil. Büyük bir ülke. Küçülmüş haliyle dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi hala bu ülke.

Yetkinin mutlaka aşağıya doğru devredilmesi gerekiyor. Yine yetkinin merkezden yerele doğru devredilmesi gerekiyor.

Tabii ki merkezin koordinasyonu önemli. Ama yerinden yönetim anlayışı, bu tür doğal afetlerde çok daha önemli bir şekilde ortaya çıkıyor.

Yangın söndürme faaliyetlerinin başlaması için cumhurbaşkanının talimatı beklenmez arkadaşlar.

Sistemin otomatik yürümesi lazım. Ona ulaşıncaya kadar, soruncaya kadar, talimat alıncaya kadar, yurtdışına telefon edip cumhurbaşkanı uçak bulana kadar milletin ciğerleri yandı ya, yazıktır.

Değerli arkadaşlarım,
Sağda solda “bu tedbirsizliğin sorumlusu kim?” diye aramaya hiç gerek yok.

Yaşadığımız bu felakete hazırlıksız yakalanmamızın tek sorumlusu vardır. O da tüm yetkiyi tek elde toplayan insandır.

Türkiye’de sistemi tek bir kişinin duygu ve dürtülerine bağlayan, kurumsal kapasiteyi çökerten, kurumları birer kuklaya çeviren, Sayın Cumhurbaşkanı olmuştur.

Gittiği yangın yerinde acılı insanlara çay fırlatması Sayın Erdoğan’ın adeta bir akıl tutulmasının içine düştüğünü göstermektedir.

Şu anda devletin kriz masasını yönetenler, krizin ta kendisidir.

Biz söz veriyoruz, ülkemizi bu kötü yönetimin elinde oyuncak olmaktan çıkartacağız.

Yangınlarla mücadele etmek amacıyla;
Havadan yangın söndürme filosunu oluşturacağız.

İddialı konuşuyorum. Aklınıza hangi siyasi parti gelirse gelsin, hepsinden çok daha iyi yönetecek kadro bu çatının altında, bunu bilin.

İnanın çok zor değil; milli bir filo için gereken kaynak, Cumhurbaşkanı’nın bir uçağının maliyeti kadar değil.

Hesap ortada.

Yangın söndürme uçaklarının, ilgili Bakanlığın envanterinde ve hazır durumda olmasını sağlayacağız.

Afet yönetimindeki kopukluğu gidereceğiz. Bu kapsamda;

Aklı sonradan başına gelenlerden olmayacağız. Afet mevzuatını, riskin önceden önlenmesi temelinde düzenleyeceğiz.

Bir adım da Türk Hava Yolları’nda atacağız.

Bayrak taşıyıcı havayolumuzun, Türkiye’nin ihtiyaçlarını görecek sayıdaki yangın söndürme uçağını, masrafları ilgili Bakanlık tarafından ödenmek kaydıyla, işletmesini acil ve yakın bir çözüm olarak hayata geçireceğiz.

En güncel teknolojik imkânlara sahip gözetleme ve erken uyarı sistemleri, yangınla mücadelede en önemli araçlarımız olacak.

İnanın artık teknoloji çok ucuz. Bir kameranın, bir dronenun fiyatı belli. Bu tamamen bir yönetim ve akıl meselesi. Teknoloji bu konuda çok ilerledi.

Bizim kendi yerli ve milli gözetlemem uydumuz bu yangın dönemlerinde de mutlaka aktif olmalı.

İyi optik sistemlerle donatılmış uydu sistemleriyle ülkemizi sürekli izlemeliyiz. Bunlar çok kolay işler. Bir uydunun fiyatı belli.

İş bunu organize edebilme, ülkeyi yönetebilme becerisi.

Orman yangınları ile mücadele ederken vefat eden şehitlerimizi unutmamamız gerekiyor ve her biri adına hatıra ormanları oluşturmamız gerekiyor.

Ayrıca yerelle işbirliği yapmayan, yerel yönetimlerle koordineli çalışmayan, merkezi yönetimi de birilerinin mutlaka elden geçirmesi gerekiyor.

Bir önemli husus da mevzuat. Yangının başladığı günlerde Resmi Gazete’de yeni bir düzenleme yayınlandı.

Bu düzenleme ne diyor? Orman alanları, Turizm Bakanlığı tarafından imar planına alınabilir diyor.

Ve Turizm Bakanlığı’na geniş yetkiler veriyor. Halbuki anayasa çok açık. Biz o düzenlemenin anayasaya uygun olmadığını düşünüyoruz.

Hukukçu arkadaşlarımız bunu kuşkusuz çalışacaklar. Burada ciddi bir anayasa ihlali var.

Üstelik yanan orman alanlarıyla ilgili, o alanların tekrar başka amaçla kullanıma açılmamasını da çok sağlam düzenlemelere bağlamak gerekiyor.

Hiç kimsenin şöyle bir niyeti olmaması lazım: burada yangın var, burada kupon arazi oluşuyor, buraya bir rant projesi yaparız. Hiç kimsenin aklının ucundan bunun geçmemesi gerekiyor.

Anayasanın ilgili hükümleri şöyle bir inceledik, fena değil yeter ki onun ruhunu yaşatalım. Yeter ki düzenlemeler buna uygun olsun.

Gerçekten bıraksanız bunlar yangından mal kaçıracaklar, külleri kara çevirecekler.

Orman ve kıyı alanlarında imar planı yapma yetkisinin Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan alınıp, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verilmesi kadar tehlikeli bir adım yok.

Biz bunları çok yakından takip ediyoruz ve bu süreçte elimizden ne gelirse yapacağız.

Değerli arkadaşlarım,

Geçtiğimiz pazar günü Manavgat’ta afet mağduru vatandaşlarımızı dinledikten sonra bir başka acı ocağına gittik.

Konya’nın Meram ilçesinde 7 ferdi katledilen Dedeoğlu Ailesi’ne taziyede bulunduk. Çok ağır, çok üzücü bir katliamdan bahsediyoruz. Bir kez daha hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, acılı yakınlarına da bol sabır diliyorum.

Bu konunun her yönüyle titizlikle araştırılması gerekiyor. Hakikatin açığa çıkarılması için bizler de adli ve idari olarak tüm sürecin yakın takipçisi olacağız.

Biz, Dedeoğlu Ailesi için adaletin izini süreceğiz.

İster orman yangınlarından bahsedelim, ister Konya’da yaşanan vahşetten bahsedelim. Mesele ne olursa olsun. Ülkedeki siyasi iklim şu an kötü bir iklim.

Siyasetin diline dikkat etmesi gerekiyor. Nefreti körükleyen zehirli dil, artık siyasetten temizlenmeli bu ülkede.

Ayrıştıran, ötekileştiren dil, siyasetin lügatından sökülüp atılmalı.
Ben herkesi itidalli olmaya davet ediyorum. Toplumun fay hatlarını kaşımaktan uzak durmalıyız.

Etnik, dini herhangi bir provokasyona da asla müsaade etmemeliyiz.

Tüm provokasyon girişimlerine karşı uyanık olmalı ve hiçbir yangına odun taşımamalıyız.

Taşıyanlara da engel olmalıyız.
Bugün biliyorsunuz, ayın 3’ü. Her ayın 3’ü enflasyon rakamı açıklanır. TÜİK de sabah saatlerinde enflasyon rakamlarını açıkladı.

Tüketici fiyat endeksi %19, yani vatandaşımızın gittiği zaman maruz kaldığı fiyattır bu.

Üretici fiyat endeksi %45.

Gıdaya bakıyorsunuz alt kademe, %25.

Bu açıklanan rakamlar, TÜİK’in makyajlı rakamları.

Vatandaşımızın hissettiği rakam bunun en az iki katı.

ÜFE ile TÜFE arasındaki fark %26. Tarihimizde hiçbir dönemde fark bu kadar yüksek olmamıştı.

Bu %26 fark, esnafımızın karından ne kadar fedakarlık ettiğini bize gösteriyor. Maliyetler artmış ama esnaf fiyatlara yansıtamıyor.

İkincisi de bundan sonraki dönemde artan üretici fiyatlarının nihai tüketiciye daha ne kadar yansıyacağının da göstergesi.

Bu %45’lik ÜFE, aylar boyunca TÜFE üzerinde baskı oluşturmaya devam edecek. Makyajlanmış rakamlar bile yakın tarihimizin en yüksek enflasyon oranı.

Aynı günlerde işçi ve memur toplu sözleşmeleri yapılıyor biliyorsunuz. Buradan sözleşmelerde hükümete çağrımız ülkenin gerçeklerini sözleşmelerde yapılan müzakerelerde mutlaka dikkate almak ve yansıtmak.

Geçtiğimiz ay Samsun’daydık. Atakum’da bir emekli çift bizi evlerine davet etti, çıktık yukarı. Eşi emekli diğer eş de bir haftaya kadar emekli olacak. İkimizin toplam emekli maaşıyla acaba gıda giderlerimizi karşılayabilir miyiz diye hesap yapıyoruz dediler.

Memleketin düştüğü durum bu. Yangın herkesin mutfağında. Yoksulluk yangını, işsizlik yangını herkesi etkiliyor.

İnanın bu ülke buna layık değil. Bütün bu sorunların yegane sebebi yönetim. Dürüst değiller, adil değiller, ayrıştırıyorlar, ötekileştiriyorlar.

Bu hükümet artık yorgun.
DEVA Partisi şu anda bu ülkenin çok büyük ihtiyacı.

Biz her an seçim kararı alınacakmış gibi çalışmalıyız. Tek bir günümüzün boş geçmemesi gerekiyor.

Artık siyasette bir sayfa kapanıyor, yerine tertemiz bir sayfa açılıyor.

Adı bolluk olan, huzur olan, barış olan yepyeni bir hikaye yazılıyor şu an.

Tüm DEVA kadroları bu hikayenin okuyucusu değil yazarlarısınız.

Biz DEVA Partisi olarak tüm siyasi partiler için temsil gücü en yüksek olan siyasi partiyiz.

Hep beraber ülkemizi çok daha güzel yarınlara taşıyacağız.

Geçtiğimiz pazar günü Antalya’daki afet mağduru vatandaşlarımızı dinledikten sonra bir başka acı ocağına gittik.

Konya’nın Meram ilçesinde, 7 ferdi vahşice katledilen Dedeoğlu Ailesi’ne taziyede bulunduk.

Çok ağır, çok üzücü bir katliamdan bahsediyoruz.

Bir kez daha vefat edenlere Allah’tan rahmet, acılı yakınlarına bol sabır diliyorum.

Konunun her yönüyle titizlikle araştırılması gerekiyor.

Hakikatin açığa çıkartılması için; bizler de adli ve idari tüm sürecin yakın takipçisi olacağız.

Dedeoğlu Ailesi için adaletin izini süreceğiz.
Değerli arkadaşlarım, siyasetin de diline dikkat etmesi gerekiyor.

Nefreti körükleyen zehirli dil, siyasetten artık temizlenmeli. Ayrıştıran, ötekileştiren dil siyasetin lügatinden sökülüp atılmalı.

Ben herkesi itidalli olmaya davet ediyorum.

Toplumun fay hatlarını kaşımaktan uzak durulmalı. Etnik, dini, mezhebi herhangi bir provokasyona asla müsaade edilmemeli.

Türkiye’nin haysiyetli insanları; eşitlik, adalet ve barış arayışından bir an olsun bile sapmamalı.

Ülkemizde iç gerginliğin tırmandırılmasına hizmet eden sorumsuz açıklamalara itibar edilmemeli.

Bu konuların şakası olmaz.

Bu konuların çözümü; her zaman ve her yerde adaletin tesis etmesi için çalışmaktır. Toplumsal barışımıza sıkı sıkıya sarılmaktır.

Bu bağlamda;

Dil, din, etnisite farklılıkları ile bir arada ve özgürce yaşamak ülkemizin en büyük zenginliğidir.

Buna kast edenlere, ayrıştıranlara, ötekileştirenlere müsamaha göstermeyeceğiz.

Bu nedenle tüm provokasyon girişimlerine karşı uyanık olacağız. Hiçbir yangına odun taşımayacağız.

*****
Partimizin değerli il başkanları,

Sizlere de ülkemizin içinden geçtiği bu zor dönemde her zamankinden daha fazla sorumluluk düşüyor.

Sandık bu pazar konulacakmış gibi gece gündüz çalışarak tüm bu zorlukların üstesinden hep beraber geleceğiz.

Artık siyaset tarihimizde, bir sayfa kapanıyor. Yerine yepyeni, tertemiz bir sayfa açılıyor.

Adı bolluk olan,
Adı huzur olan,
Adı eşitlik olan,
Adı barış olan yepyeni bir hikâye yazılıyor.

İşte sizler, tüm DEVA kadroları gibi bu hikâyenin yazarısınız. Kimsenin şüphesi olmasın;
Umut, bizim ellerimizde yükselecek.
Güven, bizim ellerimizde yükselecek.

Hepinize çok teşekkür ediyorum. Üç gün sürecek toplantımızın faydalı olmasını diliyorum.