29 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kütahya İl Kongresi Konuşması

29 Kasım 2020

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN KÜTAHYA İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Kütahya il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Sevgili Kütahyalı gönüldaşlarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kütahya teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Dünyanın en iyi çini ustalarını yetiştiren, zanaat ve halk sanatları denilince akla ilk gelen şehirlerimizden,

Evliya Çelebi’nin, Ezop’un memleketi,

Ayzanoy Antik Kenti ile dünya mirasının güzide yerleşimlerinden, “Yeter, söz milletin” diyen merhum Adnan Menderes’e vekâletini veren Kütahya’da olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

***
Değerli arkadaşlar, ülkemiz derin bir yönetim krizinin içinde.

Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen, ancak aslında tam bir sistemsizlik olan bu sürecin, ülkemizi nasıl bir tıkanıklığa soktuğunu görüyoruz.

Henüz bu sisteme geçmeden evvel başlayan sorunlar, sistem değişikliği ile tamamen çıkmaza girdi.

Hani “Şahtı şahbaz oldu” derler ya, 2018’den itibaren her alanda krizin derinleştiği bir döneme girdik. Tek kişinin ağzına bakmak kurumsallaştı.

Bakıyorsunuz Adana İl Kültür Müdürü’nü Cumhurbaşkanı atıyor. Kendi partisinin il başkanını Cumhurbaşkanı atıyor.
Merkez Bankası’na para politikasını o dikte ediyor.
Buğday fiyatlarını da o belirliyor.

Koskoca ülke, 84 milyonluk Türkiye, tek bir karar merci tarafından yönetilmeye çalışılıyor.

Değerli arkadaşlar;

Türkiye birden büyüktür arkadaşlar. Türkiye bir kişiden büyüktür. Şöyle bir bakalım ne oldu diye? Aslında ne oldu?

Bu sistemin adını "Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi” koydular. Ancak bu sistemde aslında olması beklendiği gibi bir Cumhurbaşkanı yok.

Anayasanın emrettiği tarafsız, milletin birliğini temsil eden, kuvvetler ayrılığını temin eden, Anayasanın uygulanmasını gözeten bir Cumhurbaşkanı yok.

Şu an o koltukta oturan kişi, parti genel başkanlığı, belediye başkanlığı hatta genel müdürlük, daire başkanlığı yapıyor; ancak anayasada öngörüldüğü gibi bir cumhurbaşkanlığı yapmıyor. Yapmak istese de yapmaya vakit bulamıyor.

Her şeyin doğrudan veya dolaylı başkanı sayılıyor, ama Anayasada çerçevesi çizilen ve sistemde beklenen Cumhurbaşkanı olamıyor.

Bu sistemle birlikte Sayın Erdoğan her şey oldu, ama Türkiye’nin ihtiyacı olan bir Cumhurbaşkanı olamadı.

Son haftalarda yaşadıklarımız ise bu sistemin tam bir iflasını artık bize işaret ediyor.

Biliyorsunuz, önce yakın akraba Bakan sosyal medyadan açıkladığı istifa mektubuyla ortadan kayboldu. O gün bugündür kendisinden haber yok.

Saatlerce, 24 saatten fazla süre geçti bu istifa paylaşımından sonra. Fakat basın bu haberleri bir türlü veremedi. Hatta yandaş basın böyle bir olay yokmuş gibi davrandı. Kilitlendi kaldı. Niye? “Çünkü haber yap” diye bir talimat gelmedi.

Yabancı basında bile haber oldu, bizimkilerde çıt yok. Niye? Çünkü onlar da yine aynı kişinin işaretini talimatını bekliyorlar. “Bu haberi yapalım mı yapmayalım mı?” diye. Sosyal medyadan bütün dünya duydu ama bizim basın, bizim vatandaşlarımıza “Duyuralım mı, duyurmayalım mı?” diye kilitlendi kaldı.

Sonra kayınpederi bu istifasını açıklayan kişinin af dilediğini ve affını kabul ettiğini söyledi. Bakın devlet geleneğimizde böyle bir telaffuz yok. Böyle bir terim yok. Devlet geleneğinde istifa vardır, istifanın kabulü vardır. Nitekim, daha sonra bir başka kişi biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olan bir kişi istifa etti ve onun istifası kabul oldu. Yeniden devlet terminolojisine dönüldü.

Düşünün yani yakın akraba ile devlet yönetimini böyle birbirine karıştırmanın sonuçlarını düşünün. Doğru düzgün istifada olamıyor, istifanın kabulü de olamıyor. “Af” diye bir tabir uyduruyorlar. Af dilemek, affı kabul etmek. Bunu da kararnameye yazdılar, devlet belgesine bu şekilde yazdılar. Böyle bir şey düşünülebilir mi?

Sonra yeni bir Bakan atandı, devir teslim töreni olacak diye bekliyoruz ama oda olmadı. Bizim Cumhuriyetimizin geleneğidir. Bir devlet görevi bırakılırken ve devir alınırken devir-teslim töreni olur. Bir ilki de orada yaşadık. Kayıp Bakan ortaya çıkmadı. Anlayacağınız makamı devredecek törene iştirak edip de milletin basının yüzüne bakacak cesareti bulamadı.

Nasıl oluyor bunlar? Tam iki senedir devletin maliyesinin,
Hazinesinin başında olan kişi nasıl oluyor da tek bir söz söylemeden bir anda ortadan kayboluyor? Bunun da gayet normalmiş gibi karşılanması, işlenmesi...

İşte akraba kayırmacılığının bizi getirdiği nokta bu. “Nepotizm” dediğimiz bu hastalığın bizi getirdiği nokta bu. Hani dedim ya, her şey tek kişiye bağlı. İşte o kişi, kayınpeder olunca böyle oluyor.

Sırf akrabalık yüzünden devletin en önemli pozisyonlarından birini işgal eden kişi, sorumluluğunun gereğini yerine getirmiyor.

Sorunun tam da odağında bu var. Kendisini millete karşı değil, akrabasına karşı sorumlu hissediyor.

Hâlbuki bu millete çalışanın bu millete, bu devlete sorumluluğu vardır. Ama şu andaki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün atanan kişiler, kendisini tek bir kişiye karşı sorumlu görüyor. Millete hesap verme sorumluluğu yok. Milletin karşısına çıkıp da olan biteni anlatma zorunluluğu da yok. Bu sistem bu kadar yanlış bir sistem.

Ama biz bunu kabul etmiyoruz? Yaptığınız her hata ülkemizin fakirleşmesine sebep oluyor. Yaptığınız her hata gençlerimizin yarınlarını elinden alıyor. Gençlerimizin bu ülkenin geleceğine dair ümitlerini yok ediyor. İşsizliğe sebep oluyor. Açlığa sebep oluyor.

"O bizi kandırdı, bu bizi kandırdı” diyerek daha ne kadar oy isteyeceksiniz bu milletten? Bu kadar ucuz mu bu ülkenin kaderi?

Değerli arkadaşlar, biz tüm bunların ülkemizi felakete sürüklediğini görüyoruz. Üzülerek söylüyorum ki, buradan iyiye gidiş olmayacağını görüyorduk.

Onun için bundan iki sene önce DEVA Partisi’ni kurmaya karar verdik. Onun için 9 ay önce partimizin kuruluşunu gerçekleştirdik. Üç beş adam değiştirerek düzeltmeleri mümkün değil, düzeltemeyecekler.

Bu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve şu anda yönetimde olan zihniyet değişmeden hiçbir şey düzelmeyecek.

Durmaksızın "yerli ve milli” diyorlar. Yaptıkları her hatayı "milliyetçilik” örtüsü ile kamufle etmeye çalışıyorlar.

Hayır, sizin hatalarınız yerlilik değil. Sizin yaptıklarınız millilik değil, milliyetçilik hiç değil.

Yaptığınız ülkemize ve bu ülkenin insanına zarar vermek. Evet sevgili dostlarım,

Biz onların bu dar, içe kapalı, toplumu ayrıştıran, kendi içinde kutuplaştıran ve belli kesimleri ötekileştiren milliyetçilik tanımını reddediyoruz.

Bu ülkede yaşayanların hak ettikleri özgürlük ve refah seviyesine ulaşmasını sağlayacak hiçbir şey yapmıyorlar.

Gerçek milliyetçilik, her bir vatandaşın kendi hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayabileceği bir ortam oluşturmaktır.

Gerçek milliyetçilik, bu ülkede yaşayan herkesin başını dik tutabilmesini sağlamaktır.

Gerçek milliyetçilik, vatandaşlarımızın, çocuklarının geleceğinden kaygı duymadan başlarını yastığa koymasını sağlamaktır.

Gerçek milliyetçilik, bu milleti ekmek parasına mahkûm etmek değildir.

Maalesef dostlarım, bugün ülkeyi yönetenler uyguladıkları politikaların başına "milli” gibi “yerli” gibi sıfatlar ekliyor ama yaptıklarının millilikle de yerlilikle de alakası yok.

Bugünkü yönetim, kendi seçmen tabanını daha bağımlı hale getirmek için, diğer bütün toplum kesimlerini tamamen öteleyerek devleti yönetiyor.

Biz bu anlayışı kabul etmiyoruz.

Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışır, müreffeh, eşit, adil, özgür bir ülke inşa etmek için geliyoruz.

Biz hazırız, geliyoruz.

***

Değerli arkadaşlar,

Bu kötü yönetim yüzünden orta direk yıkılıyor. Orta direk yıkılıyor ve çadır çökmek üzere.

Biz bu çadır çökmeden yapılacakları sürekli anlatıyoruz. Halkımız için bir an evvel şunları yapın diyoruz.

Bakıyoruz, lafta bizim sözlerimizi tekrar ediyorlar ama icraata gelince yine bildiklerini okuyorlar.

Ne dediler; ekonomi dibe vurunca insan hakları dediler. İnsan hakları konularını ekonomik aktörlerle konuşacağız dediler. Siz insan hakları konusunu niye ekonomik aktörlerle konuşuyorsunuz? Çünkü ekonomiyi kurtarmak için ne yapacağımızı söyleyin de onu yapalım, gerisini boş ver diyorlar zihinlerinin arkasında. Şöyle bir baktığımızda arkadaşlar Reform demeye başladılar. Geleceğimizi Avrupa Birliği ile görüyoruz demeye başladılar. Sanki yıllardır “Ey Avrupa” diyen “Ey Batı” diyen başkasıymış gibi. Tamam bunu ekonomi dibe vurunca söylediler. Ben tam o günlerde dedim ki; “Bu söylenenlerin hepsinin bir samimiyet testinden geçmesi gerekiyor. Çünkü güveni kaybettiniz. Artık güvenmiyor kimse. Bunu lafta söylüyorsunuz ama bir yapında görelim” dedim.

Bakın 2021 bütçesini açıkladılar. 2015 yılında 24 milyar liraya Düşürdüğümüz bütçe açığını 10 kattan fazla artırarak açığı 245 milyar liraya çıkarttılar. Şu an Meclis’te görüşülen bütçe biz bıraktığımızda 24 milyar, şu anda mecliste görüşülen bütçenin açığı 245 milyar...

Merkez Bankası’nın rezervlerini tükettiler, bir de Merkez Bankası’nı borçlandırdılar.

İki yılda Merkez Bankası’nın döviz rezervinden tam 130 milyon dolar dövizi örtülü sistemle, şeffaf olmayan sistemle başka bankalar üzerinden sata sata tükettiler.

Şu an Merkez Bankası eksi 44 milyarda rezerv büyüklüğü olarak. Yani nasıl eksi olur rezerv? Merkez Bankası kasasını açıyor gösteriyor “bak dövizim, altınım var” diyor ama o dövizden ve altından daha fazla miktar piyasaya borçlandı Merkez Bankası. Elindeki altın, döviz emanet, bir üstelik onun dışında 44 Milyar daha piyasaya borcu var.

Devletin, hazinenin borcunu iki yılda tam ikiye katladılar. Bakın partili Cumhurbaşkanı göreve başladı 2018 Haziran, en yakın akrabayı ekonominin başına getirdi, o gün bugündür hazinenin içi borç toplamı 970 milyardan 1 trilyon 935 milyara çıkmış durumda. Tam iki misli, iki yılda. Yanlış bir yönetim sistemi, partili Cumhurbaşkanı, ‘nepozitim’ akraba kayırmacılığı. Bu üçgen ülkeye iki yılda tam iki kat hazine borcu olarak, yük olarak geri döndü.

Varlık Fonu kurup, adını yokluk fonuna, borç batağına çevirdiler. Doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırdılar.

Bakın bu fonun borcun tam 64 milyar TL. Eski parayla 64 katrilyon. Daha yeni kuruldu adına Varlık Fonu dediler. Bu fon şu anda borç batağında. Ve bu Türkiye Cumhuriyeti’nin varlıklarında nerdeyse kendi tapulu mülkleri gibi görmeye başladılar. Varlık fonu her türlü denetimden istisna. Sayıştay bile girip bakamıyor.

Daha yeni Varlık Fonu üzerinde biliyorsunuz Katar’a bir hisse satışı yaptılar. Katar bizim dost ülkemiz. Yatırım yapmasından mutlu oluruz ama bu rakamlarında vatandaşlarımızla paylaşılması lazım. Kimsenin kendi tapulu mülkü değil. Bu alınıp satılan kimsenin şahsı malı da değil. Bu ülkenin vergi ödeyen her bir vatandaşının oralarda hakkı var. Ve gerçekten bu ciddi bir pervasızlık. İsraf aldı başını gitti.

Şöyle bir baktığımızda değerli arkadaşlar,

Merkez Bankası’nın yedek akçelerinide tükettiler biliyorsunuz. Rezerv ayrı, yedek akçe ayrı. Yıllardır biriktirilen yedek akçeler 2019’da bir günde sıfırlandı. Kamuya iş yapan mücahitlere dağıttılar. Bir günde sıfırladırlar 2019’da. 2020’nin daha Ocak ayında 2019 içinde biriken yedek akçeyi de bir anda harcadılar, sıfırladılar. Gerçekten kasa tam takır. Hazinde boşaldı. Merkez bankası boşaldı. O Merkez Bankasının dövizleri bu milletin alın teriydi. Bu millet çalıştı, üretti ihracat yaptı. İhracat gelirlerini Merkez Bankası döviz rezervi olarak yıllardır biriktiriyordu. Bir anda sıfır, eksi. Kötü yönetimin sonu arkadaşlar bunlar. Başka hiçbir sebebi yok.

Pandemi falan diyorlar, pandemi çıkmadan da bu ülkenin zaten ekonomisi krizdeydi. Pandemi öncesi geçen sene Türkiye’nin büyüme hızı sadece yüzde 0,9, yüzde 1 bile büyüyemedi bu ülkenin ekonomisi. Geçen sene pandemi yoktu ki bu sene Mart’tan itibaren başladı.

Değerli arkadaşlar

Şu anda ülkemizde beyan edilen ücretlerin %42’si asgari ücret; yani ben çalışıyorum, işçiyim, sabit gelirliyim diyen vatandaşlarımızın %42’si sadece asgari ücret kadar bir gelirle çalışıyor.

Asgari ücretin iki katına baktığımızda ve onun altında maaşı olan vatandaşlarımız ne kadar diye baktığımızda orada da %82 bir oran var.

Yani bu ülkede, ben çalışıyorum, sabit gelirliyim diyen vatandaşlarımız yaklaşık yüzde 80’i, ayda 5 bin liranın altında gelirle ailesini geçindirmek zorunda.

Vatandaşımız çalışıyor, çabalıyor, gecesini gündüzüne katıyor. Ama eline 5 bin lira geçmiyor.

Niye? Çünkü şu anki hükümetin zenginleşmekten anladığı, refahtan anladığı, üç beş tane zengin türetmek. Onlar o üç beş zengini türetirken bu halk fakirleşti. Onlar zenginleşirken bu halk sosyal yardımlara muhtaç hale geldi. Bu sosyal devlet anlayışı değil. Bu mu sosyal adalet anlayışı hiç değil.

Bir de dün hükümetin büyük ortağın partisine mensup bir vekil kalkmış “kriz yok, bu millet iş beğenmiyorlar” diyor.

Bir de dün büyük ortağın partisine mensup bir vekil kalkmış “Kriz yok, iş beğenmiyorlar” diyor.

Yazıktır, günahtır. Milleti fakirleştirdiniz, millet açlığa mahkûm oldu. Bir de kalkıp halkımızı suçluyorsunuz. Sanki iş çok, iş bolda insanlar iş beğenmiyormuş, çalışmıyormuş. İfade bu. Bu ama neden olur değerli arkadaşlar, toplumdan kopmaktan olur.

Artık hakla kaynaşamıyorlar. Toplumun içine çıkamıyorlar. Şöyle bir çarşı Pazar dolaşsalar, söyle rasgele bir çarşıya gitseler, esnafla oturup bir halleşseler bir dertleşseler böyle hatalar yapmazlar.

Sokaklara çıkın hele bir gelin şu Kütahya’nın sokaklarında bir dolaşın.

Ama öyle "Eve ekmek götüremiyorum” diyene, "Al keyif çayı iç” demeyeceksiniz. Çünkü biz görüyoruz, yaşıyoruz. Hangi ekmek fırınına gitsek ekmek parası olmayan vatandaşlarımızın, ekmek fırını sahibiyle, çalışanlarıyla olan diyaloğunu görüyoruz, yaşıyoruz. Bu Türkiye’nin maalesef gerçeği artık. Vatandaşı dinleyeceksiniz.

Hele bir halkımızı dinlemeye başlayın. Dinleyin de öğrenin.
Dinleyin de ülkeyi düşürdüğünüz durumu bir görün. Yoksulluğun geldiği noktayı, açlığı görün.

Görmüyorlar değerli arkadaşlar.

Etraflarındaki yandaşlardan, konvoylar dolusu arabalardan halkı göremez oldular artık.
Kendi partilerinin kongrelerinde bile halkla aralarına uzun bir bariyer çekiyorlar.

Ama biz görüyoruz, biliyoruz.

O yüzden esnafımıza şu dönemde bari bir nebze destek olunması için acil çağrıda bulunuyorum.

Günlük kazanıp günlük harcayan vatandaşlarımıza destek olun. Pandemi döneminde çalışamayan, işinden olan garsonlarımız, müzisyenlerimiz, sayısız emekçimiz var.

Ayrıca esnafımızın, küçük işletmelerin tüm vergi ve SGK prim ödemelerinin ötelenmesi, ertelenmesi ile ilgili biz çağrı yaptık. Kiradan stopaj alınmaması için çağrı yaptık. Bu çağrıların çoğunu 17 Mart’ta yazılı olarak biz duyurduk.

Tüm Türkiye’ye ilan ettik. Hükümete çağrı yaptık. İlk pandemi vakasından tam 7 gün sonra 2 sayfalık bir yazılı açıklama ile pandemi döneminde ekonomi yönetirken neye dikkat edeceksiniz, işin sağlık tarafını yönetirken neye dikkat edeceksiniz diye biz onlara reçete yazdık ve ilan ettik.

Ertelenen vergilerin geri ödemesini de uzun vadeye yayılması gerektiğini söyledik. Kredi borçları ertelenirken faiz alınmaması gerektiğini ve bunların uzun vadeye yayılması gerektiğini de söyledik.

Esnafımıza, küçük işletmelere, kapalı kaldıkları dönem boyunca derhal kira yardımı sağlanmasını da bugün buradan tekrar ifade ediyorum.

Ancak böyle bir destek, böyle bir yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır: Uzun vadeli ve kesinlikle sıfır faizli yapılandırma.

Bunlar acil... Bunlar hayati...
Bu arada bir başka acil konu da şu varlık fonu...

Derhal kapatın. Derhal kapatın. Siz kapatmazsanız da biz yarın geleceğiz ve kapatacağız.

Ne olduğu bilinmeyen, ne işlem yaptığı belli olmayan, şeffaf olmayan, her türlü denetimden uzak olan bu kara delikle halkımızı fakirleştirmeye de bir son verin.

Değerli arkadaşlar,

Biz yapılması gerekenleri açıkladıkça “Birde kalkmış bize ders veriyor” dediler. Beni kastederek. Ama ders vermediğimizde durum ortada. Dersi dinlemedikleri için sadece kendileri sınavda çakmıyor, ülkeyi de dibe çakıyorlar, dibe vuruyorlar. Bu zararı da bütün millet çekiyor biz ona üzülüyoruz.

Son 10-15 gündür reformdan bahsediyorlar. Yatırımcıda güven oluşturmak istediklerini söylüyorlar. Ama bakıyoruz, yine hem güven diyorlar, şeffaflık diyorlar hem de aynı günlerde varlık fonu üzerinden yine şeffaf olmayan örtülü bir işlem daha yapıyorlar. Çünkü huylu huyundan vazgeçmiyor. Sorunun temelinde bu var.

Madem güven diyorsunuz, madem reform diyorsunuz, yatırımcı gelsin diyorsunuz; derhal ve derhal yandaş şirketlere özel ihale usulünden bir vazgeçin hele. Avrupa Birliği’nin uyguladığı bir kamu ihale mevzuatı var. 28 Ülke bütün yatırımlarını, o gelişmiş ülkelerin hepsi bütün yatırımlarını, devlet alınımlarını o mevzuata göre yapıyor. Siz niye yapmıyorsunuz? Biz o kadar mücadele verdik zamanında. Gelin şunları aynen uygulayalım diye. İhale yasasını 190 defadan fazla değiştirdiler. En sonda da ne yaptılar, bütün ihaleler var ya bir istisna maddesi var oradan yapılıyor. İstisna, acil işler. Her şey acil. O istisna maddesinde ne diyor eğer çok acilse diyor, iki üç tane firmayı çağır hemen işi çabuk bitir diyor, çünkü acil madem diyor.

Bütün büyük projelerin hepsi o maddeden ihale ediliyor. Çoğu şirketin haberi yok. İki üç tane bildikleri şirketi çağırıyorlar diyorlar ki; ”Böyle bir iş var sen hazırlan” ve teklif geliyor, ihale veriliyor iş yürüyüp gidiyor.

Ve bu çok büyük israfa sebep oluyor. Eğer bu ülkenin borcu 2 yılda ikiye katladıysa, eğer bu ülkenin bütçe açığı biz ayrıldıktan sonra ona katladıysa işte bu harcamalar yüzünden ve bu israf yüzünden. Başka sebebi yok.

Biz DEVA Partisi olarak, ihale ve satın alma süreçlerini tüm tarafların ve yurttaşların izleyebilmesine açık tutacağız. Çünkü biz devletin malının gerçek sahiplerinin, hakkıyla emeğiyle kazandıklarından vergisini ödeyen vatandaşlarımız olduğunu biliyoruz.

DEVA Partisi, milletimizin hak ettiği refah seviyesini sağlamak için hazır. Buradayız.

Emaneti teslim almaya geliyoruz.
***
Değerli arkadaşlar,
Biliyorsunuz yine son günlerde Avrupa Birliği’nden bahsetmeye başladılar.

Yıllardır “Ey Batı” diyorlardı değil mi? Hac hilal diyorlardı, hac hilal. Birdenbire Türkiye’nin geleceğine o hac dedikleri yapının içini görmeye başladılar. Bir şekilde nasıl olduysa 180 derece dönüş ve iktidara daha dün gelmiş gibi konuşmaya başladılar. Ama artık bu milletin bunlara kanacak hali yok. Siz iktidara yeni gelmediniz.

Siz iktidara yeni gelmediniz. Avrupa’yla, NATO’yla, Batı ile kavga eden, ülkeyi içe kapatan, tüm ülkeyi kendi şahsınızı merkeze alarak yöneten sizsiniz.

Bu zihniyet nedeniyle ülkemiz fakirleşiyor.

Şimdi ben açık sorular sormak istiyorum ve millet olarak bunun cevabını almaya hakkımız olduğunu düşünüyorum. Bütün bu yanlış politikalarınızın bedelini bu halk mı ödeyecek yine?

Bu milletin sırtına yüklediğiniz o maliyet, bu işsizlik, bu yoksulluk sadece milletin üzerine yük olarak mı kalacak?

Böyle “U dönüşü yap, 180 derece dön”. Türkiye Cumhuriyeti, bu koskoca ülke sizin deneme tahtanız değil ki. Dene yanıl, dene yanıl. Sizin test laboratuvarınız hiç değil. Bir Batı’dan yanayız, bir değiliz. Merkez Bankası’nın faizi şöyle olsun. Yok üç tane başkan değiştir faizi %15’e yükselt. ‘Faiz sebep enflasyon sonuç’ de, üçüncü başkan ilk gün gelsin. Yok öyle değil. Tersini söylesin faizi değiştirsin. Bu ülke sizin deney laboratuvarınız değil, bu ülkenin vatandaşları kobay hiç değil.

Güvenlik ve dış politikada geldiğimiz durumu görüyor musunuz arkadaşlar.

S-400 füzelerine milyarlarca dolar parayı verdiler mi? Verdiler. Kullanabiliyorlar mı? Yok. Yaptırımlardan korkuyorlar. F-35 savaş uçaklarına milyarlarca dolar para ödediler. Bir tane uçak alabildiler mi? Yok. Peki ne anladık?

Hem milyarlarca doları kaybet, hem F-35’leri kaybet hem de S-400’leri kullanama. Bu mu dış politika? Bu mu güvenlik politikası? Biz diplomaside kazan-kazan formüllerini iyi biliriz yaptık. Kazan-kazan ne demek? Herkes kazanır. Küçük pastayı paylaşmazsınız, pastayı büyütürsünüz herkesi kazandırırsınız. Ama ilk defa Kaybet-kaybet-kaybet nasıl oluyor bunlar bu millete gösterdiler maalesef.

Bu ülkenin milli çıkarlarını savunmak bu değil. Bir ülkenin milli çıkarları, ulusal çıkarları böyle savunulmaz. Hem parayı kaybet hem S-400’ü hem F-35’i. Böyle dış politika olmaz. Böyle dış güvenlik politikası olmaz.

Ve sizin bu millete bir açıklama borcunuz var.

Hukuktaki, ekonomideki, dış politikadaki, güvenlik politikalarındaki yanlışların bu millete ödettiği bedelle ilgili bir açıklama borcunuz var.

Öyle ekonomide akrabayı ortadan kaybedip, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmek... Böyle bir şey yok. Bu millet size soruyor; “Biz niye bunun bedelini ödüyoruz? Size 2018 seçimlerinde son bir kredi açtık. Son defada bir destek de verdik. Ve siz gittiniz iki yılda ekonomiyi batırdınız. İki yılda bizim oy verdiğimiz partinin anahtarlarını tuttunuz küçük ortağınıza teslim ettiniz.

Biz size oy vermiştik. Biz size oy vermiştik. %10’luk genel başkana anahtarı teslim ettiniz.”

Bir de %1’lik bir parti daha var biliyorsunuz ortalarda dolaşan. 28 Şubat’ın karanlığını destekleyen bir parti. O partide diyor ki; “Bizim fikirlerimiz, zihniyetimiz şu anda iktidarda” diyor.

E şu anda iktidarın büyük ortağına oy veren vatandaşlarımız, bu %1’lik partinin zihniyeti iktidarda olsun diye mi size oy verdi? Bu millete en azından bir açıklama borcunuz var. Size oy veren halis niyetli sizi destekleyen, son defa “Hadi çok istiyorsun madem başkanlık sistemini al bakalım ne yapacaksın?” diye, son defa kredi açan bu milletimize bir açıklama borcunuz var.

Bu ülkenin çıkarlarını, bu halkın menfaatlerini yok sayıp şahsileşmiş yönetim tarzının ülkeye verdiği zararı görmüyor musunuz? Biz bunu kabul etmiyoruz!

Doğmamış çocuklarımızı bile borçlandıran bu yönetim yapısınız bu zihniyeti reddediyoruz. Bu ülkenin vatandaşlarının alın teriyle kazandığı ve devletine ödediği vergileri çarçur edilmesini kabul etmiyoruz.

Hani eskiden biliyorsunuz kamu reklamları olurdu televizyonlarda derlerdi ki; “Ödediğiniz vergiler yol, su, elektrik olarak size geri dönecek.”

Şimdi o da dönmüyor? Niye? Nereye gidiyor bu?

Ben bir kısmını söyleyeyim: Mesela biz bıraktığımızda 53 milyar lira olan devletin faiz ödemesi önümüzdeki yıl 179 milyar liraya çıkacak. Ödediğimiz vergilerden ciddi bir miktarı artık faiz ödemesinde kullanılıyor.

Yüksek faiz ödemeden finansman da bulamıyorsunuz artık.

Bu milletin bilmeye hakkı var. Vergi gelirlerini nerelere harcadınız, nasıl bu hazineyi borca soktunuz, bunları açıklamanızı bekliyoruz.

***
Saygıdeğer Kütahyalı dostlarım,

Tüm bu anlattığım kötü tablodan Kütahya’da nasibini maalesef aldı. İşsizlik almış başını gidiyor. Gençlerimiz ve yetişmiş insan kaynağımız iş bulma umuduyla başka şehirlere göç ediyor. Kütahya’ya yatırımcı gelmiyor.

Bu şehir bunu hak etmiyor.

Kütahya verimli ovalarıyla tarımda ciddi bir potansiyele sahip ama ülkemizin dört bir yanında olduğu gibi, yine destekten mahrum.

Artan kura bağlı olarak çiftçimizin maliyeti arttı. Mazot, gübre, sulama derken tüm girdi maliyetleri arttı. Ama satış fiyatları artmadı.

Çeşit çeşit tahılıyla, kestanesiyle, kirazıyla, vişnesiyle
Kütahya üretimde zirvede olabilecekken, ürettiklerini ihraç edebilecekken, maalesef çiftçimiz desteklenmiyor. Hatta kötü politikalar nedeniyle adeta köstekleniyor.

Yine hayvancılıkla uğraşan vatandaşımıza da yeterli destek verilmiyor. İthalata bağımlı hale gelen ülke ekonomimiz üreticiyi görmezden geliyor.

Oysa çiftçilerimizin desteklenmesi, tarımın güçlenmesi tüm ülkeyi kalkındırır. Biz bu nedenle tarımda sürdürülebilirlik ve yenilikçilik tabanlı bir üretim modelini esas alacağız.

Çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.

Tarım liseleriyle, mesleğin gençleşmesini ve tarımın gençler için kârlı bir sektör olmasını sağlayacağız.

Biz hayvancılığı da yem üretiminden başlayarak destekleyeceğiz. Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımıza destek vereceğiz.

Küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde aile işletmelerinin kaliteli üretim yapmaları için teknoloji kullanımlarını teşvik edeceğiz.

Kütahya’nın yer altı kaynakları da yeterli miktarda değerlendirilmiyor. Biz bu kaynaklarımızı yenilenebilir temiz enerjiye çevireceğiz.

Kütahya, sanayi yatırımlarında da ülkemizin önemli şehirlerinden biri. Ancak sanayicilerimiz de gerektiği gibi desteklenmiyor.
İstihdam alanları daralıyor.
Biz küçük ve orta boy işletmelerin büyümesini ve rekabet güçlerini artırarak uluslararası iş yapan şirketler haline gelmesini hedefliyoruz.

Böylece şehrimizdeki büyük işsizlik sorununun da önemli ölçüde azalacağını biliyoruz.

Değerli dostlar,

Kütahya’ya söz verilen şehir hastanesi on yıldır tamamlanmıyor. Hem hastane hem de doktor eksiği sebebiyle vatandaşlarımız hastalandığında çevre illere gitmek zorunda kalıyor. Hele hele şu pandemi günlerinde vatandaşımızın sağlığa ulaşımının bu denli zor olması kabul edilebilir değil.

Kütahya merkez ile ilçeler arası karayolu bağlantısı da maalesef yetersiz. Söz verilen hızlı tren ulaşımı da hâlâ yapılmadı.

Bugünkü iktidar, seçim dönemlerinde şehirleri gezerken
söz veriyor da sonra Ankara’ya gidince bunları unutuyor maalesef.

Biz, demiryolu ulaşımına öncelik vereceğiz. Hem yolcu taşımacılığında hem de mal taşımacılığı için demiryolunu kullanacağız.

Şehirdeki hava kirliliğinin yanısıra Emet ve Hisarcık ilçelerimizdeki suyun da sağlık açısından riskli olduğunu biliyoruz. Tüm bunların iyileştirilmesi, vatandaşımızın sağlığının birinci planda tutulması için çalışacağız.

Pandemi döneminde uzaktan eğitimle ilgili maalesef Kütahya’da da büyük bir mağduriyet oldu. İnternet altyapısı olmayan köylerimizde çocuklarımız eğitimden mahrum kaldı.

Eğitimde, çocuklarımız arasında adaletsizliğe sebep olan bu mağduriyete son vereceğiz. İnternet altyapısını yüksek hızlı, kaliteli ve gençlerimiz için ücretsiz hale getireceğiz.

Ve inanın bunlar çok paralar değil. Nerelere neler neler harcanıyor. Tabi onlar diyor ki itibardan tasarruf olmaz. Biz de diyoruz ki bal gibi olur. Yazlık, kışlık saraylar yaptırmak zorunda değilsiniz. Bilmem kaç uçakla en yakın komşuya seyahat etmek zorunda değilsiniz.

Biz isterseniz nereden nasıl tasarruf edilir size hemen reçete yazıp gönderelim, hemen. Ama baktık ki gelecek yılın bütçesine şu anda Meclis’te görüşülen bütçeye tarım ödeneği 2020 yılında neyse bu yıl, 2021 yılında da aynı. Enflasyon kadar bile artırmamışlar tarım desteğini bütçede. Cumhurbaşkanlığı bütçesine bakıyoruz %28 artış var, %28.

Düşünebiliyor musunuz ülkenin geldiği hali. Görmüyorlar. Artık çok da önemsemiyorlar. Nasıl olsa ne anlatırsak bizim yandaş basın onu yazıyor. Zannediyor ki vatandaşta sadece o yandaş basını okuyor, yandaş televizyonları izliyor. Öyle değil.

Artık bu millet uyanıyor. Bu millet sizin her dediğinize artık inanmıyor. Artık güveni üzülerek söylüyorum kaybettiniz. Güveni kaybetmek hızlı olur. Ama geri kazanmak çok zordur. Güveni kazanmak için üç ilke var arkadaşlar. Üç ilke. Daha uzatabiliriz listeyi ama en önemli üç ilke...

Bir, konuştuğunuz zaman doğruyu söyleyeceksiniz. İki, söz verince tutacaksınız. Üç, size bir şey emanet edildiği zaman o emaneti gözünüz gibi koruyacaksınız, emanete ihanet etmeyeceksiniz.

Bunlar evrensel kurallar, bunlar bizim geleneğimizin bizim değerlerimizin zaten bize emrettiği kurallar ama aynı zamanda evrensel kurallar. Dünyanın neresine giderseniz gidin. Güven ne derseniz size bunu söyleyecekler. İster Japonya’da sorun, ister Finlandiya’da sorun, ister Kanada’da sorun, isterseniz Güney Kutbu’nda sorun. Hiç değişmeyen aynı ama ama bu üç ilkenin üçüne de artık uymaları mümkün değil, bitti. Güveni kazanamayacaklar.

Biz bunu öngördüğümüz için zaten DEVA Partisi’ni kurduk. Bu ülkenin yeni bir siyasi harekete şiddetle ihtiyaç duyacağını bildiğimiz için DEVA Partisi’ni kurduk.

Yine maalesef Kütahya turizmde de hak ettiği payeyi alamıyor.
Antik kentleri, kaleleri, mağaraları, dağcılık için uygun bölgelerinin hiçbiri gerekli teşviği ve tanıtımı alamadığı için Kütahya hak ettiği turistle buluşamıyor.

Değerli arkadaşlar biz, Kütahya’nın sorunlarını dinliyoruz, biliyoruz, görüyoruz.

Kütahya’nın da tüm Türkiye gibi demokrasiye ve atılıma ihtiyacı var. Kütahya’nın DEVA’ta ihtiyacı var sevgili arkadaşlar!
DEVA hazır!
Soruyorum şimdi, Kütahya hazır mı?

***
Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla; eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var,

Kütahya’nın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.