28 Mayıs 2024
Hangzhou, 28 Mayıs 2024
Bu konferansın hazırlanmasında emeği geçen başta değerli dostlarım Min ve Marc olmak üzere herkese teşekkürlerimi sunarak sözlerime başlamak istiyorum.
İki gün boyunca çok önemli konuları ele aldık, ufuk açıcı tartışmalar yaptık.
Katılan, görüşlerini bizlerle paylaşan tüm konuşmacılara da ayrıca teşekkürlerimi iletiyorum.
*****
Sizlere daha iyi bildiğim bir ülkedeki tecrübelerden örnekler vererek başlamak istiyorum. Türkiye’den bahsedeceğim.
Türkiye’nin uluslararası finans kuruluşlarıyla olan ilişkisi zaman içinde değişti.
Ben 2002’de Hazine Bakanı olduğumda IMF’le 19. Standby anlaşması yapılmıştı. Sadece IMF’e 23 milyar dolar borç vardı. Merkez Bankası’nın toplam rezervleri ise sadece 28 milyar dolar idi.
IMF’le çalışmanın ne kadar zor olduğunu bilirim. Tam 17 tane gözden geçirmeyi başarıyla tamamladık, kredi kullanımına son verdik ve arkasından da borçlarımızın tamamını ödedik.
Ekonomimizin güçlenmesiyle beraber bu kuruluştaki hisselerimizi artırdık ve icra direktörlüğü pozisyonunu kazandık. IMF’in verdiği kredilere bizim icra direktörümüz de imza atmaya başladı. Kredi alan bir ülkeyken, kredilere onay veren bir ülke konumunu kazandık.
Dahası, IMF’in krizdeki ülkeler için kaynağa ihtiyacı olduğunda bize başvurdu ve 5 milyar dolarlık destek talep etti. Biz de bu kredi hattını açtık.
Kısacası, masanın iki tarafını da yaşayan bir ülkeyiz. Tüm bu tecrübelerin ışığında sizlere hitap edeceğim.
*****
Uluslararası finansal mimarinin bundan sonra nasıl şekillenmesi gerektiğine değinmeden önce, mevcut sistemin geçmişine bakmamız gerekir.
Hem Birleşmiş Milletler sistemi, hem de Bretton Woods sistemi 2. Dünya Savaşından sonra kuruldu. Savaşın galipleri her iki tarafta da kendilerine ayrıcalıklar oluşturdu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde 5 ülke veto hakkı aldı. Bretton Woods kuruluşlarında ise tek bir ülkeye veto hakkı verildi.
Bir süre sonra bu veto hakkı kuruluşların demokratik işleyişine engel olmaya başladı.
Bazı ülkelerin kuralsız, ilkesiz bir şekilde ve sadece kendi dar çıkarları için kullandığı bu vetolar, uluslararası kuruluşların etkisini azaltmaya başladı ve bazı konularda tamamen kilitlenmelere yol açtı.
Nihayetinde uluslararası toplum gözünde bu kuruluşların meşruiyeti sorgulanmaya başlandı.
Bugün, tam 80 yıl sonra duruma baktığımızda dünyada şartların oldukça değiştiği görüyoruz.
Gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisindeki ağırlığı arttı. Gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının aldığı kararlar en çok da gelişmekte olan ülkeleri etkiliyor ve aralarında düzenli bir diyalog mekanizması yok.
Gelişmekte olan ülkelerin özellikle finans kuruluşlarındaki hisseleri ve oy güçleri artmak zorunda. Bu konuda şimdiye kadar atılan adımların yetersiz olduğunu görüyoruz.
*****
Bir ülkenin itibarı ve gücü ile para birimine olan güven arasında yakın bir ilişki vardır. Son 20 yıla baktığımızda, ekonomik yaptırımların bir parçası olarak bazı ülkeler para birimlerini neredeyse bir silah olarak kullanmaya başladı.
İtibar gören bir para, her an silaha dönüşebiliyorsa, o paraya olan güven azalır. İnsanlar alternatiflere bakmaya başlar. Çin Yuan’ının SDR sepetine girmesi, ülkelerin kendi para birimleriyle dış ticaret yapma arayışları, bazı ülkeler arasında yapılan yerel para birimleri arasında ikili swap anlaşmaları bu arayışların örneklerini teşkil ediyor.
*****
Uluslararası finansal mimarinin değişimi üzerinde çalışırken, bütüncül bir bakışla hareket etmek gerekir. Ülkelerdeki sosyal, teknolojik ve demokratik trendlere dikkat etmek gerekiyor. Jeopolitik gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor.
Şunu unutmayalım: Hiçbir ülkenin sorunları tek başına çözebilecek gücü ve imkanı olmayacak.
Sorunların çözümü ve değişikliklerin gerçekleştirilmesi için olmazsa olmaz 3 yöntem var: Diyalog, eşgüdüm ve işbirliği.
Ülkeler arasında ve kuruluşlar arasında düzenli diyalog, eşgüdüm, işbirliği mekanizmaları kurmak, var olan mekanizmaları iyi kullanmak çok önemli.
Ülkeler arasında bu konuların konuşulabileceği en uygun platformun G20 olduğuna inanıyorum. G20’nin potansiyelinin yeterince kullanılmadığını görüyorum.
G20 masası karşılıklı görüş alışverişinin yapılabileceği boyutta. Daha büyük platformlarda arka arkaya sıralanan monologlar duyarsınız.
G20’nin temsil gücü de çok yüksek. Gelişmiş ülkeler var, gelişmekte olan ülkeler var, Avrupa Birliği var, Afrika Birliği var, uluslararası finans kuruluşları var. Alınan kararlar masada oturmayan ülkeler tarafından bile kolaylıkla benimseniyor.
G20’den daha fazla yararlanmak zorundayız.
Bir başka önemli husus da, bu konuları çalışırken finansal istikrarla, sosyal koruma ağlarının bir arada ele alınması.
Bazen istikrar için alınan tedbirler geniş kesimlerin büyük sıkıntılar çekmesine sebep oluyor. Makro finansal istikrar uğruna milyonların yoksullaşmasana izin verilmemeli.
*****
Uluslararası finansal mimariyi konuşurken, dünyada ekonomik büyüklükte birinci ve ikinci sıraya sahip 2 ülke arasındaki ilişkilere de değinmek istiyorum.
ABD’nin Çin’le ilgili söyledikleri, Çin’de ABD ile ilgili arz edilen görüşler, aradaki uçurumun hızla büyüdüğünü gösteriyor. ABD ve Çin arasındaki stratejik rekabet her iki ülke için de, diğer ülkeler için de zararlı sonuçlar oluşturmaya başladı.
Bu durum pek çok ülkenin ve geniş bir coğrafyanın da olumsuz etkileneceği sonuçlar meydana getirecek.
Unutmayalım, toplamı sıfır eden, birinin kaybettiğini öbürünü kazandığı bir oyunun sonu çatışmadır. İlişkileri kazan-kazan odaklı yürütmek gerekir. Bunun içinde diyalog ve işbirliği mekanizmalarına ihtiyaç vardır.
Çin’le ABD arasında öncelikle 3 konuda diyalog mekanizması oluşturulmalı: Ekonomi, teknoloji ve jeopolitik konular.
Bu mekanizmalarının kalıcı ve süreklilik arzeden mekanizmalar olması gerekir. Hükümetlerin farklı seviyelerde temsil edildiği, iş dünyasının, sivil toplum kuruluşlarının ve üniversitelerin de içinde olduğu yapıların kurulması gerekir.
Bakın biz tarihsel sorunlarımız olan ülkelerle bile yüksek düzeyli işbirliği konseyleri oluşturduk. Sorunlarımızı not ediyoruz, çözmek için çalışıyoruz, ancak pozitif gündemle ilerlemeye devam ediyoruz. Yeni işbirliği sahaları oluşturuyoruz.
Çin ve ABD arasındaki ilişkilerin olumlu bir sürece sokulması dünyadaki siyasi ve ekonomik istikrara da katkıda bulunacaktır.
*****
Önümüzdeki dönemde uluslararası finansal mimarinin şekillenmesinde aşağıdaki 10 hususun dikkate alınması çok önemli olacak:
1. Ticaret, yatırım ve finansal akımlarda küresel dengesizliklerin azaltılması.
2. Para politikalarında ve parasal konularda uluslararası eşgüdüm ve işbirliği.
3. Gittikçe yaygınlaşan ve güçlenen bölgesel platformlardan daha fazla istifade edilmesi.
4. İstikrar ve esneklik arasındaki hassas dengenin korunması.
5. Geniş kesimlerin finans imkanlarından yararlanması ve kalkınma konularının önceliklendirilmesi.
6. Finansal inovasyon ve buna bağlı risklerin dikkate alınması.
7. İklim değişikliğine karşı çalışmaların yoğunlaştırılması ve sürdürülebilirliğe önem verilmesi.
8. İnsan kaynağına yatırım.
9. İyi yönetim ve hesap verebilirlik konularında ilerleme sağlanması.
10. Çok taraflılığın desteklenmesi.