27 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Konya İl Kongresi Konuşması

27 Kasım 2020

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın
1. Olağan Konya İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Konya İl Teşkilatımızın çok değerli Başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Konyalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Konya Teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Mevlanasıyla, Nasreddin Hocasıyla ülkemizin kültür ve felsefe durağı olan,

Çatalhöyük’üyle insanlığın başlangıç noktasını teşkil eden,

Sayısız organize sanayi bölgesine ve uçsuz bucaksız tarım alanlarına, bereketli topraklara sahip,

Devlet geleneğimizin, Selçuklunun başkenti,
Anadolumuzun kadim şehri Konya’da sizlerle bir arada olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

***
Değerli yol arkadaşlarım,

Aylardır ülkemizi karış karış geziyoruz. İl il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, köy köy teşkilatlanıyoruz.

Kadınlarla, gençlerle, esnafımızla, memurumuzla, bu ülkenin güzel, yiğit, cesur insanlarıyla oturup konuşuyoruz. Tek tek sorunlarını dinliyoruz.

Tüm bu sorunların, işini iyi yapan, ehil kadrolar tarafından kolayca çözülebileceğini anlatıyoruz.

Ama ne görüyoruz, biliyor musunuz?
Tünelin sonundaki ışığı görüyoruz arkadaşlar. Tünelin sonundaki ışığı. Bizler Mevlana’nın dediği gibi “gül yaprağına düşen damlalar” olduk. Dertlere deva olarak, damla damla, tüm ülkemizde büyüyoruz.
Umudu büyütüyoruz.
***
Değerli arkadaşlar,
Türkiye DEVA’sını arıyor. Hem de kelimenin tam anlamıyla devasını arıyor.

Biliyorsunuz, aylardır hepimizden gizlenen vaka sayıları iki gün önce ilk kez açıklandı. İlk gün açıklanan vaka sayısı 28 bin 351 idi. Dün açıklanan sayı da 29 bin 132.

Tabii eğer bu sayıya inanacaksak. O da başka bir mesele.

Geçtiğimiz haftalarda yaptığım pek çok konuşmada ben, vaka sayısı açısından Türkiye’nin dünyada ilk beşte olduğunu söylemiştim.

Tahminimiz isabetliymiş, doğruymuş.

Açıklanan sayı, Amerika ve Hindistan’ın hemen peşinden dünyada üçüncü olduğumuzu gösteriyor. Avrupa’da ise birinci sıradayız.

Daha evvel çokça “hayırlı hiçbir göstergede rekor kıramıyoruz” demiştim ya arkadaşlar, maalesef yine böyle kötü bir listede üstteyiz.

Gelgelelim bu konula ilgili açıklamalara bir bakalım arkadaşlar: açıklama yapmak demek, bir şeyi açıklığa kavuşturmak demektir.

Kullanılan ifadeler, bugüne kadar topluma tam olarak neyi açıkladıklarını bile anlaşılmaz kıldı.

Hasta tanımı yeniden yapıldı, bu sefer de “sadece hastanede yatanlar” denildi.

Anlıyoruz ki bugüne dek günlük tabloda açıkladıkları hasta sayıları da doğru değil.

Bir diğer vahim konu ise yapılan test sayısının azlığı...

Dünyada vaka sayısının en yüksek olduğu ilk 10 ülkeye baktığımızda, ülkemiz 17 milyon 733 bin test sayısı ile, en düşük sayıda test yapılan ülke.

Nüfusu bizden az olan İngiltere’de bir milyon kişiye 620 bin test düşerken bizde bir milyon kişiye 209 bin test düşüyor.

Koronavirüs hastalığının başından beri hem uzmanlar hem DEVA Partisi olarak biz, yaygın tarama testleri yapılması gerektiğini söyledik.

Hatta biz seyyar test istasyonları kurulmasını önerdik.

Ama dinlemediler. Şimdi de semptom göstermeyenlere test uygulanmıyor. Yani arkadaşlar, az test yaptıkları için daha az vaka tespit ediliyor.

Açıkladıkları bu 28-29 bin vakanın içinde semptom göstermeyenler yok. Tarama yapılmadan, semptom göstermemesine rağmen pozitif olanlar tespit edilmeden, yayılımı nasıl önleyeceksiniz?

Böyle sağlık yönetimi olur mu arkadaşlar?

Pandemi diyoruz, salgın diyoruz. Tüm dünyayı esir almış bir hastalık diyoruz. Ama bugünkü yönetim testte de ayrcımcılık yapıyor.

Biliyorsunuz sayın Erdoğan kendisiyle görüşecek kişilerden test istiyor. Ama bizler, vatandaşlarımız, hastayla yakın temaslı bile olsak semptom göstermiyorsak devlet hastanelerinde test yaptıramıyoruz.

Test yapmayınca hastalığı gizleyeceklerini sanıyorlar. Hastalık gizlenmez, devlet olmanın sorumluluğu tam tersine gerçeği ortaya koymaktır.

Buradan tekrar hükûmete sesleniyorum: Artık yeter!
Şeffaf olun.
Halkımız ölüyor.

İşin ucunda bu milletin hayatı var. Tekrar ediyorum: insanların salgın hastalık yüzünden hayatlarını kaybetmeleri önlenebilir. Tablonun bu denli ağır olmasının tek sebebi kötü yönetimdir.

Siz insanlarımızın sağlığını aylardır tehlikeye attınız. Özellikle 1 Haziran’dan itibaren neredeyse tek bir önlem almadan hastalığın yayılmasını izlediniz.

Ekonomiyi batırdığınız için, piyasa daha da durgunlaşmasın diye, halkımızın sağlığını gözden çıkardınız. On binlerce insanımızı, yüzlerce sağlık çalışanımızı kaybettik.

Biz bu anlayışı reddediyoruz. Ülkemizdeki her bir ferdin hayatı, yaşam hakkı, sağlığı bizim için esastır.

Tekrar hükûmete soruyorum:

İzah edin. Bugüne dek neden bilgileri gizlediniz?

Bugüne dek neden milletimizi yanılttınız?

Neden şu anda dahi tam şeffaf olamıyorsunuz?

Bu halkın yaşamından daha önemli ne var?

Bu soruların cevaplarını bilmek istiyoruz. Bu bizim hakkımız.

***

Değerli arkadaşlar,

Maalesef önlemler konusunda olduğu gibi aşı konusunda da geç kalındı. Bunun da sebebi hazineyi boşaltmış olmaları.

Kalkınmış batılı ülkeler tarafından şimdiden satın alınan ve rezerve edilen aşılar var. Amerika’da ve Almanya'da aralık sonuna doğru aşılama başlayacak. 55 milyonluk İngiltere toplam 145 milyon doz aşı siparişi verdi bile.

Biz ise henüz risk gruplarına mevsimsel grip aşısını bile yaptıramamış durumdayız arkadaşlar.

Bu hastalığa karşı bağışıklık kazanmamız gerekiyor. Uzmanlar bunun için en az 100 milyon doz aşıya ihtiyacımız olduğunu söylüyor.

Kendi hekimlerimizin geliştirdiği ve tüm dünyanın sipariş listesine girdiği aşıdan ne kadar sipariş verilmiş biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yalnızca bir milyon.

Çin’de daha fazları tamamlanmamış aşıdan ise 10 milyon sipariş etmişiz. Bu aşının etkisi nasıl belli değil. Daha ne zaman piyasaya sürüleceği bile belli değil.

Fakat ekonomi yönetiminde çuvallayanlar, ülkemizi ilaç ve tıbbi cihaz firmalarına karşı da borca soktular. İtibarımız azaldı. Tüm bunlar aşı ihtiyacımızı karşılamamızı olumsuz yönde etkiliyor.

Lütfen “biz elimizden geleni yaptık, halkımıza söz dinletemedik” demeyin. Cevap bekliyoruz:

Soru basit: iki yılda ülkemizi büyük zarara uğrattınız. Merkez Bankası rezervini bir çırpıda yaktınız. İsrafa devam ettiniz. İsrafa ve faize ödediğiniz parayla salgına karşı nasıl bir önlem paketi sunabilirdiniz? Bir düşünün.

Son olarak şunu da dile getireyim. Hani diyorlar ya “itibardan tasarruf olmaz” diye.

Olur olur, sizin o şatafatlı yazlık-kışlık külliyelerinizden, bilmem kaç uçaklı devlet gezilerinizden bal gibi tasarruf olur. Siz şu kamu ihalesiyle ilgili uygulamaları değiştirin, Avrupa Birliği’nin uyguladığı kamu alımları mevzuatını alın Türkiye’ye taşıyın o zaman nasıl tasarruf yapılırmış öğrenirsiniz.

Ama asıl sağlıktan olmaz. Bu milletin her bir ferdinin canından kıymetli bir itibar olamaz!

***

Değerli arkadaşlarım,

Duyuyorsunuzdur, bu günlerde reformlardan bahsediliyor.

Reform ne demek?

İşler yolunda gitmiyorsa onu düzeltirsiniz. Yeniliklere uyum sağlarsınız. Sistemde gereken değişiklikleri yaparsınız ya hani. Ona reform diyoruz.

Yani işlerin kötüye gitmemesi için, sorunları düzeltmek için reform yaparsınız.

Peki bugünkü hükûmet reformdan ne anlıyor? Reformdan ne anladıkları konusunda da bir ipucu verdiler.

Dediler ki, “Cumhuriyet tarihindeki en büyük reform, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemine geçiştir.”

İnanın, olanlardan zerre kadar ders almamışlar!

Yahu biz reformdan çözüm anlıyoruz, meğer onlar reformdan sorunun ta kendisini anlıyormuş.

Bir ara ağızlarında hukuk gibi kelimeler gevelemişlerdi. Yok, anlaşılan hukuku tesis etmek hiç gündemlerine girmiyor, girmeyecek.

E ülkemizin bugün her alanda reforma ihtiyacı olmasının sebebi zaten sizin bu kötü yönetiminiz. Aldığınız yanlış kararlar. Yaptığınız hatalar.

Bunun en önemli sebebi de iki yıl önce getirdiğiniz Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve yanlış zihniyet.

Bu hataları düzeltmeleri gerekirken ne yaptılar? “İşleri daha da kötüleştireceğiz” dediler.

Reformdan anladıkları bu... kötü örneği bize kılavuz diye gösteriyorlar. Sevgili arkadaşlar,

Partili Cumhurbaşkanlığına geçilirken argümanları neydi, hatırlıyorsunuz değil mi? “Siyasetin içinden, becerikli, deneyimli insan yetişemiyor, siyasetin dışından da başarılı kişileri bakan atayalım” dediler. Böylece sistemin hız ve kalite kazanacağını söylediler.

Peki ne yaptılar? Dediklerinin tam tersini yaptılar. Liyakatmış, ehliyetmiş, hiç umursamadılar. Hem de atadıkları kişilere en ufak yetki de vermediler ha.

Külliye’de 1200 oda var, külliyeye giden konulardan hiçbirisi o son odaya gitmeden o bir kişinin tamilatını almadan sonuçlandırılamıyor, böyle bir şey yok.

Sonra işler kötüye gidince yakın akraba bakanı ortadan kaybetmeyi denediler. Birazcık yetkisi var gibi gözüken kişiyi de ortadan kaybediverdiler.

Peki o kişi yetkiyle ne yaptı, ne etti hâlâ halkımıza anlatan da yok. Daha düne kadar “güçlü ekonomi”den bahsediyorlardı.

Bu ülkenin hazinesinin 95 senede yaptığı borç stoğunu, son iki senede iki katına çıkardılar. Bu mudur güçlü ekonomi? Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık rezervi eridi, eksi 44 milyar dolar daha fazla piyasaya borcu var.

Koca Cumhuriyet tarihi boyunca oluşan borçlanma kadar, sadece son iki senede ilave borç oluşturmak mıdır güçlü ekonomi?

Dolarda, euroda, faizde, enflasyonda artışı önleyememek midir güçlü ekonomi?

Merkez Bankasının rezervlerini tüketmek, merkez Bankasını borca sokmak mıdır güçlü ekonomi?

Şimdi çıkıp reform diye övündükleri bu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtiler, ülkeyi mahvettiler.

Adaleti yok ettiler. Özgürlükleri yok ettiler. Baskı iklimini egemen kıldılar. Çete liderlerinin tehditlerine arka çıktılar. Hukuksuzluğu kural haline getirdiler. Sonunda da ülkemizi borca batırdılar.

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz Merkez Bankası geçen hafta politika faizini %10,25’ten %15’e yükseltti. Yani Merkez Bankasının politika faizi son iki ayda %6,75 artmış oldu. Şu anda Türkiye, dünyada en yüksek politika faizi uygulayan ülkelerden birisi oldu.

Merkez Bankası açıklamasında “önümüzdeki dönemde parasal duruşun sıkılığı, enflasyonu etkileyen tüm unsurlar dikkate alınarak, enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar kararlılıkla sürdürülecektir” dedi.

Hadi tercüme edelim; parasal sıkılaştırma demek, faizi artırmak demek.

Merkez bankası diyor ki; “faizi epeyce yükselttim, enflasyon düşene kadar da yüksek tutacağım.” Yani yüksek faiz enflasyonu düşürecek diyor.

Yani Merkez Bankası, Cumhurbaşkanının yıllardır ısrarla dayattığı teorisinin yanlış olduğunu açıkladı.

Daha birkaç gün öncesine kadar “faiz sebep, enflasyon neticedir” diyorlardı.

Daha ben ve arkadaşlarım görevdeyken yandaş gazetecilerine hakkımızda olmadık iftiralarla yazılar yazdırıldı; tüm ekibimize faizci iması yapıldı.

Ben görevden ayrıldığımdaki faiz oranı bugünkünün neredeyse yarısıydı. Ama biliyorsunuz bizlere demedik laf bırakmadılar. Yandaş kanalları, ne uzmanı olduğu bilinmeyen danışmanları coşkuyla karalama kampanyası yürüttüler.

Şimdi soruyorum: Senelerdir haksızca iftira attığınız, suçladığınız, hakkına girdiğiniz, hatta miting meydanlarında yuhalattığınız arkadaşlarımızın hepsinin hakkını teslim etmeniz gerekmiyor mu?

Eğer hak, hukuk, kul hakkı kavramları sizin için önemliyse, itham ettiğiniz, yuhalattığınız, rencide ettiğiniz tüm bu insanlardan helallik dilemelisiniz.

Ben Konyalı gönüldaşlarımın yanında sesleniyorum: Hazreti Mevlana’nın dediği gibi, “Bizi bilen bilir. Bilmeyen de kendi gibi bilir.”

Değerli dostlarım,

Bir de biliyorsunuz baktılar ki ekonomi artık yalanlarla idare edilemiyor. Ufak tefek değişiklikler, yeni atamalar yaptılar.

Bazı ilkelerden bahsetmeye başladılar, mesela “şeffaflık” dediler.

Biliyorsunuz bizim sözlerimizi kendi metinlerine kopyala-yapıştır yapıp okuyorlar. Ama icraatta şeffaflık var mı? Bakın daha dün ne yaptılar:

Varlık Fonu aracılığıyla Katar’a satış mutabakatı anlaşması yapmışlar. İşte size fırsat. Şeffaflık öyle “şeffaf olacağız” demekle olmuyor. Hadi başlayın açıklamaya, bu satıştan başlayarak Varlık Fonu'nun bugüne kadar yaptığı iş ve işlemleri şeffaf bir şekilde paylaşın hadi.

“Doğru hesap vermekten kaçmaz.”

Ama yapamazlar değerli arkadaşlar, devlet yönetimi için gereken tüm bu ilkeleri uzun yıllardır yok ettikleri için, devletin parasını hesapsızca yönettikleri için şeffaf olamazlar.

***
Sevgili arkadaşlarım,

Ben esnafımıza soruyorum. Ülkemizin her köşesinde esnafımızın kapısını çalıyorum. Biliyorsunuz ben de esnaflıktan gelme birisiyim. Soruyorum, alıp sattığı malın fiyatı neydi, ne oldu? Son bir yılda ne kadar zam geldi diye soruyorum. Her biri aldığı ürüne göre cevaplıyor: %30-40-50. Bazı ürünlerde %100’ü bile geçmiş durumda.

Konya’dayız; şu muhacir pazarına gidip soralım arkadaşlar, eski garaja gidelim soralım. Zafer’de şöyle bir yürüyelim.

Ama onların “Rakamları Ayarlama Enstitüsü”ne kalsa enflasyon yüzde 10-12. TÜİK’i düşürdükleri hâle bakın. Makyaj odasına çevirdiler.

Yatırım güvenle olur. Bizim geleneğimizde, değerlerimizde güvenin pek çok ölçüsü vardır ama en önemli üçünü sayayım: Birincisi, konuşunca doğruyu söyleyeceksin. İkincisi, söz verince yapacaksın. Üçüncüsü, size bir şey emanet edildiği zaman o emaneti gözünüz gibi koruyacaksınız. Emanete ihanet etmeyeceksiniz. Bu hükûmet nasıl güven oluşturacak?

Onlar sokağa çıkmayı bıraktıkları için, halkımızın gerçek enflasyonu iliklerine kadar hissettiğini bilmiyorlar.

Ama markete, pazara giden sizler çok iyi biliyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz.

Peki emekliye, memura, sabit gelirliye maaş zammını neye göre yapıyorlar? O açıkladıkları makyajlı enflasyon oranlarına göre maaşları artırıyor. Oysa gerçek enflasyon almış başını gitmiş. Bizim emeklimizin maaşı sadece mutfak masrafıyla tükeniyor. Sizin o küçücük zamlarınızla nasıl geçinecek?

Halkımızın satın alma gücü hızla eriyor.

Bizim zamanımızda yeni mezun gençler araba alıyor, emekli uçağa biniyor Avrupa’yı geziyordu. Yurt dışından tersine beyin göçü vardı. Bilim insanları araştırmalarını Türkiye’de sürdürmek istiyorlardı.

Nasıl bu hale getirdiler, gerçekten akıl sır ermiyor. Hatırlayın öğrenciler harçlıklarını biriktirip yurt dışına gezmeye gidiyordu. Şimdiki öğrenci arkadaşlarımız bunları duyunca çok şaşırıyor. Şimdi ülke içinde gezmenin maliyetini bile karşılamak adeta imkansız...

Bugünkü hükümete sorsanız, aslında zenginlik içinde yüzüyoruz.
Ama değerli arkadaşlar, Rumi’nin dediği gibi, “Gönül hissetmezse kulak

duymuş neylesin!”
Biz tüm bu aklımızla alay eden, ülkeyi günden güne fakirleştiren, gençlerimizi

ümidini yok eden bu kötü yönetime son vereceğiz.

DEVA Partisi tüm bu sorunları düzeltecek. Halkımızla beraber halkımız için müreffeh bir ülke inşa edecek.

***
Değerli arkadaşlar,

Ben ve arkadaşlarım görevdeyken amacımız ülkemizi orta gelir tuzağından çıkarmaktı.

Yıllarca, orta gelirden yüksek gelire atılım yapmak için, bu ülkenin çalışanlarının alın teriyle, üretimiyle, ihracatıyla ve bu ihracattan gelen dövizlerle merkez bankasının kasasını doldurduk.

Ama bazılarının niyeti farklıymış, kasayı dolu görünce, “Bırak biz daha iyi yaparız” dediler.

Sonra ne oldu? “Hazıra dağ dayanmaz” demiştim ya, dayanmadı.

Düşünebiliyor musunuz, kara gün parası olarak biriktirdiğimiz 130 milyar doları iki yılda bitirdiler.
Bir de üstüne Merkez Bankası’nı 44 milyar dolar borca soktular.

Hala durmadan ne diyor hükümet: “milli, yerli” Şimdi soruyorum onlara, bu mu milliyetçilik?

Milliyetçilik öncelikle bu ülkenin her bir vatandaşına devletin aynı samimiyette kucaklayabileceği bir ortamı oluşturmaktı.

Milliyetçilik, kutuplaştırmak, ayrıştırmak değildir.

Milliyetçilik bu ülkede yaşayan her bir vatandaşımızın geleceğe ümitle bakmasını, gençlerimizin geleceğini bu ülkede görmelerini sağllamaktır. Her bir vatandaşımızın topyekun refahını arttırmak zenginleşmeyi elde etmektir. Bu ülkenin tüm dünyadaki haklarını sonuna kadar korumaktır bunu yaparken de dostları çoğaltıp düşmanları azaltarak korumaktır.

Milliyetçilik iki senede Merkez Bankası rezervlerini yiyip, tüketip eksiye düşürmek değildir.

Bu ülkenin parasını pul etmek değildir. Değerli yol arkadaşlarım,
Tüm bunlar bizim kaderimiz değil.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemle, bağımsız ve tarafsız yargıyla, işinin ehli kadrolarla, bağımsız kurumlarımızla, vizyoner politikalarımızla sorunları çözmeye geliyoruz.

Türkiye’nin demokrasi ve atılım ihtiyacını karşılamaya geliyoruz. Kötü yönetime bir nokta koymaya, emaneti teslim almaya geliyoruz.

Biz hazırız arkadaşlar.

Şimdi Konya’ya soruyorum.

Peki Konya hazır mı?

**

Değerli yol arkadaşlarım,

Konya’nın sorunlarını da görüyoruz, dinliyoruz, biliyoruz.

Konya’nın bitmeyen bir metrosu var. Diyorlar ki “metro, Konya'nın hayali. Biz, bu hayalden vazgeçmeyeceğiz.”

Ama Konya’ya hayal değil, şehir içi ulaşım sorununu çözecek gerçek bir metro lazım. Hayale binip gidemiyorsunuz, icraat da lazım.

Arkadaşlar,

Konya bir tarım şehri. Hep denir ya “Konya Türkiye’nin tahıl ambarı” diye. Ne var ki tarım alanlarının genişliğine rağmen üretimin yetersiz ve verimsiz yapılması nedeniyle elde edilen gelir düşük.

Konya’da tarımın en önemli sorununun sulama olduğunu biliyorum arkadaşlar. Su temini projeleri var ama hepsi proje olarak kalmış durumda. Yani yine hayal satıp Ankara’ya gidip arkalarını dönmüşler.

Ne finans kaynakları, ne zamanlaması, ne eylem planı belli olmayan proje mi olur?

Konya’ya modern sulama altyapısı kurulmak zorunda. Su kullanımı ve dağıtımı için hayal değil “gerçek” projeler yapılmak zorunda. Bütün bunlar organizasyon gerektiriyor. Bütün bunlar için işinin ehli yöneticilerin olması gerekiyor. Yani DEVA gerekiyor.

Çiftçimizin tek sorunu sulama değil. Çiftçimiz bin türlü sorunla boğuşuyor, çiftçimiz sahipsiz. Çünkü ürünleri için açıklanan taban fiyatlar ürün maliyetini karşılamıyor.

Topraklarına ekeceği tohumun, atacağı gübrenin fiyatı her geçen gün artıyor. Paramız pul oldukça çiftçimiz perişan oluyor.

Hayvancılık alanında benzer sorunlar yaşanıyor. Tüm girdi maliyetleri yükseldi ama ürün fiyatları sabit...

Değerli arkadaşlar,

Konya’nın sanayisinde de katma değer artmıyor.

Sanayicinin en önemli derdi finansman ve kalifiye eleman.

Orta ölçekli firmaların dünya lideri olması için girişim sermayesine ihtiyacı var. Girişimlerin desteklenmesine ihtiyacı var.

Bu finansman kaynağını biz devreye sokacağız, ihracat şampiyonları çıkaracağız arkadaşlar. İnanın düzgün bir yönetimle, halkını topyekün zenginleştirmeyi amaç edinen bir yönetimle bunları gerçekleştirmek çok kolay.

En önemlisi girişimcilikten anlayan, az çok piyasayı bilen, o rafların tozunu yutmuş insanların görevde olması lazım. Son dönemdeki hatalara bakıyoruz, bir bakkalın yanında iki aylık çıraklık yapan bir gencimiz hükümetin yaptığı yanlışları yapmaz.

Borç yeniden yapılandırıyorlar, ödemesi Ocak’ta başlıyor. Yahu ocak dediğin şurada 1 ay kaldı, pandemi bitti mi, etkisi bitti mi, dükkanlar açıldı mı yok.

Biz açıklamamızda kamusal tüm ödemeleri erteleyin dedik. Pandemi bittikten sonra da yayın bunu. Avrupa’da pek çok ülke esnafına hibe veriyor. Kasayı boşalttıkları için onu yapamıyorsunuz anladık ama alacağınızı almak için dükkanı kapalı olan esnafın boğazına sarılmayın.

Ödemesiz dönem lazım. Pandemi bitene kadar sıfır ödeme, sıfır faiz.

Faiz meraklısı oldular. Merkez Bankası’nın faizini arttır, çiftçimim faizini artır, borç yapılandır faiz. Biz anlamadık.

Değerli arkadaşlar,

Buradan girişimcilerimize de seslenmek istiyorum. Kendi imkanlarıyla çok şey başaran Konyalı girişimcilerimizi izliyoruz. Buradan her birini selamlıyoruz.

Bakın, bugün silikon vadisinde tarım teknolojileri dalgası başladı. Konya niye hazır değil?

Gençleriyle, yeni girişimleriyle, start-up’larıyla, üniversiteleriyle vızır vızır teknoloji üretilen bir girişimci modeli oluşturacağız.

DEVA Partisi iktidarında biz onlara gölge etmeyeceğiz. Yanlarında, yanı başlarında olacağız ve her türlü desteği vereceğiz.

Değerli arkadaşlar,
Konya’nın meşhur Alaaddin Tepesi’nde, 1961 yılından beri beton şemsiyeyle

korunan Selçuklu Köşkü biliyorsunuz Konya’nın simgesiydi.
Ankara’dan şehre girince bizi o karşılardı. Uzay mekiği gibi bir görüntüsü vardı.

Ne yaptılar? Beton şemsiyeyi yıktılar. Bir de tarihi eseri beton ile tekrar yaptılar. Bunlar hep hak ediş.

Ne çekti bizim tarihi eserlerimiz bu hak edişlerden? Ah bir dilleri olsa da konuşsalar...

Değerli arkadaşlar,

Bazıları Konya’yı kendi oy deposu sanıyor. Baksanıza kaç senelik iktidar hâlâ hayata geçmemiş projeleri vaat olarak anlatıyor. Ama Konya kimsenin oy deposu değildir.

Konya mütevazı davransa da yönetimi belirleme gücüne sahip bir ilimiz. Ama derler ya, mütevazı olma gerçek sanırlar. Bizi de öyle sandılar. Hala şaşkınlık içindeler.

Konya’nın yaşantısı, okul sistemi, imkanları ülkemiz için gerçekten ideal bir model. Biz bu modeli biliyoruz ülkemize kattığı, katacağı değerleri görüyoruz.

Değerli arkadaşlar,
Konya kültür ve turizm açısından oldukça zengin bir şehrimiz.

Hem inanç turizmi hem kongre ve fuar turizmi, sağlık, spor, doğa turizmi açısından çok kıymetli.

Tüm bu turizm alanlarının desteklenmesi ve tanıtılması Konya için önem taşıyor.

Ancak bunun yanı sıra özellikle çevre politikalarındaki ısrarlı yanlış nedeniyle Konyamız da olumsuz etkileniyor.

Tuz Gölü’nün kirlenmesi ve gölün zarar görmesinin yanında hatalı sulamaya bağlı olarak Konya ve çevresinde oluşan obruklar, bize iklim krizinin sinyallerini veriyor.

Biz DEVA Partisi olarak başta enerji olmak üzere, sanayi, tarım, ulaştırma gibi diğer politika alanlarını çevre ile daha uyumlu hale getireceğiz.

Suyun sektörler arasında tahsisinde ekonomik verimliliği dikkate alacağız. Tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi için yeni teknolojilerin kullanılmasını destekleyeceğiz. Bu amaçla yoğunlaştırılmış çiftçi eğitim programları Uygulayarak, toprak-su dostu ürün sertifikaları vereceğiz.

Çevre odaklı yatırımlara, teknolojik yeniliklere ve temiz Teknoloji kullanımına daha fazla kaynak ayıracağız.

Değerli arkadaşlar,
Biz Konya’nın dertlerini biliyoruz, görüyoruz.

Konya’nın demokrasiye ihtiyacı var. Konya’nın atılıma ihtiyacı var. Konya’nın DEVA‘ya ihtiyacı var.

Biz Konya’ya DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız.

***
Saygıdeğer konuklar;

Biraz önce bir haber aldık, biliyorsunuz Konyalı siyasetçi Sayın Ahmet Davutoğlu COVID hastalığına yakalanmış ben buradan kendisine özellikle geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum, acil şifalar diliyorum.

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla; eşitlik için, adalet için özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

Konya’nın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.