24 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan İnegöl İlçe Kongresı̇ Konuşması

24 Eylül 2021

 

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN İNEGÖL İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Bursa il teşkilatımızın değerli başkanı, İnegöl ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, İnegöl ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Yaklaşık 3 ay sonra yeniden Bursa’da olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

3 ay önce partimizin il binasının açılışı için aranızdaydım. Şimdi ise İnegöl kongremizi yapmanın heyecanını yaşıyoruz.

Kongremizin İnegöl için Bursa için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bugün sanayiden tarıma, turizmden ticarete, denizcilikten eğitime kadar her alanda bayrak şehirlerimizden birisindeyiz.

Bu vesileyle; yemyeşil, bembeyaz, masmavi Bursa’mızda yaşayan tüm vatandaşlarımızı İnegöl’den muhabbetle selamlıyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Biz bugün, Bursa’ya, özgürlüğün sesini, demokrasinin sesini yükseltmeye geldik.

Zenginliğin, mutluluğun sesini yükseltmek için geldik.

Yargının bağımsızlığının, kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün sesini yükseltmek için geldik.

Özgürlükçü bir Türkiye’nin umudunu yükseltmek için geldik.

Biz bu yola; toplumumuzu girdiği bu bunalımdan, bu şartlardan çıkartmak için baş koyduk.

Bu yola; Türkiye’de kimseyi aç ve açıkta bırakmamak için çıktık.

Çiftçi; borcunu faizsiz olarak 2 yıl öteleyebilsin, mazota ödediği ÖTV’sini aynen geri alsın, gübre masrafının yarısını devlet karşılasın diye bu yola çıktık.

Esnaf; maliyetler karşısında ezilmesin, dükkanını kapatmasın, Türkiye’nin tüm çarşıları ve caddeleri canlansın diye yola çıktık.

Üretimi ve verimliliği artırmak, sanayimizin küresel rekabet gücünü en üst seviyeye taşımak için yola çıktık.

Emekli; maaşını aldığı hafta parası yok olmasın, daha ayın başında ay sonunun kahrını düşünmesin diye yola çıktık.

Öğretmen adaylarımız, gelecek kaygısı yaşamasın diye çıktık.

Yeri gelmişken, bu konuya kısaca değinmek istiyorum:

Bugünkü iktidarın iş bilmezliği sadece ve sadece adaletsizlik üretiyor.

Öğretmen atamalarının son halini gördünüz mü? KPSS’ler harmanlanmış. Hepsi birbirine karıştırılmış.

2020’deki sınav sonuçlarıyla, 2021’deki sınav sonuçları aynı sepete atılmış.

Adeta, farklı gruptaki yarışmacıların tek bir sıraya, tek bir listeye dizilmesi çalışması yapılmış.

Bu nedenle, 2020’de KPSS’de kendi alanında Türkiye birincisi olan bir öğretmen yerine, ertesi sene kendisinden az daha yüksek puan alıp yirminci olan bir öğretmenin ataması yapılabiliyor şu anda.

Buradan ben bu kararı verenlere, başta cumhurbaşkanına ve ilgili bakanlığa seslenmek istiyorum:

Gençlerin umudu sizin oyuncağınız değildir. Yeni icatlar çıkarıp yıllardır belli bir sınav geleneği varken bu geleneği bozup farklı yöntemler uygulamayın.

2020 ve 2021 KPSS’ye göre ayrı bir takvim oluşturarak öğretmenlerimizin atamasını yapın.

Hem üniversitelerdeki kontenjanları arttırıp hem de atama yapmamak kabul edilebilir bir şey değil.

Baştan sona adaletsizlik. İşte biz tüm bu adaletsizlikleri sona erdirmek için yola çıktık.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bu iktidarın büyüklü küçüklü iş bilmez ortakları ekonomimizi batırdıkça batırıyor.

Kongre salonlarına kocaman harflerle “Güven ve istikrar” yazanlar, ortada ne güven var ne de istikrar.

Devletin köklü kurumlarını madara ettiler. Bağımsız çalışması gereken kurumlar talimatsız iş yapamaz hale gelmiş durumda.

Fakat talimatla yürüttükleri kurumlarda bile işler yürümüyor.

Zannettiler ki bu kurumların bağımsızlıklarını ellerinden alalım, tepelerine çökelim, istediğimizi yaptıralım sonuç alalım. Olmuyor olmuyor.

Rakamları ayarlama enstitüsüne dönüşen TÜİK’in açıkladığı veriler bile hayat pahalılığının ülkemizde hangi noktaya geldiğini gösteriyor. Makyajladıkları rakamlarla bile enflasyonu gizleyemiyorlar.

Otomotiv sanayiinden mobilyacılığa, tekstilden gıda üretimine kadar her alanda maliyetler arttı.

Özellikle geçtiğimiz yıllarda, sanayi ile inşaat sektörü arasındaki dengenin bozulması, ekonomimizi darmadağın etti.

30 senelik sanayiciler “30 senede sanayiden kazanamadığımı üç senede inşaattan kazanabilirdim” diye şikâyet eder hale geldi.

Bildiğiniz gibi, benim bakanlık yaptığım günlerde defalarca uyardım. Hepsi basın arşivlerinde kayıtlı.

Ben ve ekibim, daima, kaynakların adil bir şekilde dağıtılmasını savunduk. Sanayiye, üretime daha çok kaynak ayrılmasından yana hep tavır koyduk.

Biz bunları yaptıkça, denge bozuluyor, bu tarafı biraz dengelemeliyiz, kaynaklar öbür tarafa aktarılsın dedikçe bana “Fren Ali” diyenler bile vardı.

Kolay rant oluşumunu, kontrolsüz harcamaları, engellemeye çalıştıkça laf arkasına laf saydılar.

Ele geçirdikleri medya kuruluşları benim ve arkadaşlarımın aleyhinde yayın yapıyordu o günlerde. Düşünebiliyor musunuz?

Yüze yüz hükûmet ele geçirmiş yayın kuruluşunu, tamamen yayın politikasını kendisi izliyor. Ama bakıyorsunuz manşetten beni ve arkadaşlarımı eleştiren yayınlar yapıyorlardı. Bunları da yaşadık.

Bir yandan bilmiyorlardı, beceremiyorlardı ama bir yandan meyveli ağaçları taşlayıp duruyorlardı.

Ben bu milletin parasını hesapsızca, kitapsızca harcamak isteyenlerden olmadım. Onlara hep karşı çıktım.

Başım dik. Alnım açık. Biz rahatız.

Ama arkadaşlar, bugünkü tablo, o hesapsız harcamacıların “Gaza basalım” demelerinin eseri. Bugün fiilen yaşıyoruz.

Peki, sanayimize önem vermeyenler, yıllar sonra ne yaptılar? Bir itirafta bulundular.

Sayın Erdoğan’ın imzaladığı bir belge bir itirafname niteliğinde. Belgenin adı 11. Kalkınma planı.

Bakın ne yazıyor:

“Kaynakların, sanayi sektöründen ziyade, dış ticarete konu olmayan sektörlere yönelmesiyle; üretkenlik arz eden alanların yatırım kompozisyonu içindeki payı görece azalmıştır.”

Aynen böyle yazıyor.
Yani diyor ki “Üretime yeterince yatırım yapmadık.” Ben de onlara diyorum ki:
Günaydın!

Biz bunu yıllar önce söyledik ya denge bozuluyor dedik. İmar rantlarını ölçülü hale getirecek, değer artış vergisi gibi, emsal artış harcı gibi hazırlıklar yaptık. Bunların hepsini engellediler.

Çünkü gayrimenkulde oluşan o hızlı rant var ya özellikle emsal değişikliğiyle oluşan herkesin o dönemde başını döndürdü. O rant mıknatıs gibi çekti oraya. Kayıt dışı, haksız, adaletsiz ve bölüşülen rant.

Yoksa tabii ki her sektörün belli kârlılık oranı olur. Gayrimenkulde de inşaatta da makul kârlılıklar olabilir ama siz bilmeyenlerin elinden diyelim ki metre karesi bin liraya araziyi toplayıp daha sonra arazinin imar planını değiştirip o arazinin değerini artırıyorsanız hem o elinden ucuz aldıklarınıza haksızlık ediyorsunuz hem de o imar planı değişikliğiyle elde edilen haksız ve hızlı kazanç geliyor yıllar sonra bu ülkenin makro ekonomik dengelerini bozacak bir boyuta gelebiliyor.

Yıllar sonra “Sanayiyi ihmal ettik, Ali Babacan haklıymış” demeye getirdiler. 11. Kalkınma Planında yazmışlar bunu. Ben mealini söylüyorum.

Ancak yine de hiçbir işi düzeltemediler, düzeltmiyorlar. Daha da kötüsünü yapıyorlar.

Rant çok tatlı, vazgeçemiyorlar. Hele de kayıt dışı bölüşme var ya, vergisi yok, kaydı yok. Kazan kazan sonuçları elde ediyorlar. Her kalem oynatan kazanıyor. Ama haksız kazanıyor. Helal bir kazanç değil bu.

İnşaata bu kadar kaynak aktarıldı, ama günün sonunda, geldiğimiz noktada, Marmara bölgesi depreme hazırlanmış değil.

Deseler ki, bu kadar kaynak aktı, bu kadar proje yapıldı ama en azından şehirlerimiz depreme karşı güçlü hale geldi. O da değil.

Kiralar aldı başını gitti. Şimdi de öğrenciler “Barınamıyoruz” diyor.

Son haftalarda, kaç anne babayla, kaç gencimizle karşılaştım: “Üniversiteyi kazandım ama kaydımı yaptıramadım” diyor gençlerimiz.

Anne babalar, “Kızım, oğlum üniversiteyi kazandı ama gönderemiyorum, kalacak yer, yurt yok, kiralara gücüm yetmiyor” diyor. Ülkenin düştüğü durum böyle.

Herhalde bu ülkenin gençleri hiçbir yıl şu anda yaşadığımız kadar büyük bir barınma sorunu yaşamamıştı.

Bir yandan artan kiralar, bir yandan artan hayat pahalılığı, biliyorsunuz gıda fiyatları çok yükseldi ve öğrenci harçlarının da asıl özü gıda. Öğrenci karnını doyuracak ki okuyabilsin. Ama o gıda alışverişi var ya gıda için ailenin verdiği harçlık var ya en yüksek enflasyon orada.

Kimsenin yüzü gülmedi, gülmüyor.
Peki üreticiler ne durumda? Üreticinin durumu da içler acısı hâlde.
Üretici enflasyonu tam %45 seviyesinde. Bu da TÜİK’in makyajlanmış rakamı.

İki basit örnek vereyim.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden bu yana sanayi, ticarethane ve tarımsal sulama tarifelerindeki elektrik zammı %168 artmış durumda.

Doğal gazda 2018’den bu yana elektrik üretici tarifesindeki artış %196’ya, sanayi tarifesindeki artış %156’ya yükseldi.

Peki, üreticinin ortalama %45 daha pahalıya ürettiği ürün vitrinlerde nasıl satılıyor.

TÜİK’e göre %19!

Esnafa sorduğumuzda en az %30, %40, %50...

İthal ürünlerde %100.

Ne üretici kâr edebiliyor ne de tüketici rahat alışveriş yapabiliyor. Kaybet kaybet kaybet. Kazanan yok.

Satın alma gücümüz yerlerde sürünüyor. Paramızın değeri gün geçtikçe azalıyor. Paramız pul oldu pul.

Kendi paramızın döviz karşısında hızla erimesi tepeden tırnağa tüm vatandaşlarımızı yoksullaştırıyor.

Bakın arkadaşlar,

Taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin oylandığı gün 1 dolar, 3,68’di. 1 euro, 3,90 liraydı.

Sayın Erdoğan, seçimden önce “Faizi düşüreceğim” demişti, değil mi?

Bütün yetkiyi elinde topladı. 3 sene 3 ay geçti. Ne enflasyonun düştüğü var ne faizin.

Dün düşürdü, gördük. Ama nasıl düşürdü?

Sayın Erdoğan’ın yanlış bir tezi, yıllarca sisteme dayatması sonucunda, Merkez Bankası faizi tam yüzde 19’a yükselmişti.

Sonra dün faizi yüzde 18’e düşürdü. Ancak, unutmayalım hâlâ yüksek. %18’le dahi, Türkiye hâlâ Avrupa’da en yüksek faiz uygulayan ülke.

Peki indirimin sonucunda ne oldu? Dolar kuru arttı. Ben öğlen üstü baktığımda rakam 8,80’i geçmişti.

Kurdaki bu artış hemen enflasyona yansıyacak. Kur artınca her şeye A’dan Z’ye zam gelmeyecek mi?

Ne oldu? Ne faydası oldu? Faizi indireyim derken kuru ve enflasyonu şimdi sıçratıyorlar.

Sonra Sayın Erdoğan ne diyecek? Etiketlerle savaşacağım diyecek. Demeye de başladı.

Gerçekten akla ziyan bir durum.

Dürüst bir yaklaşım değil bu.

Kendi yanlış politikaları sebebiyle oluşan enflasyonun suçlusunu dönüp dolaşıp da esnaf olarak göstermek, vatandaşla esnafı karşı karşıya getirmek, en hafif tabiriyle ayıp. Gerçekten ayıp!

Siz etiketlerin nesiyle savaşacaksınız? Esnafa, pazarcıya, küçük üreticiye sorduğunuzda bunların çoğu zarar ediyor bugün. Maliyet artışlarının tamamını fiyatlarına yansıtamamışlar bile.

Türkiye’deki hayat pahalılığının temel sebebi döviz kurunun yükselmesidir. Döviz kuru yükseldiğinde A’dan Z’ye her şeye zam gelir bu ülkede.

Ve enflasyonun sebebi yüksek döviz kurudur. Yüksek döviz kurunun sebebi de cumhurbaşkanın kendisidir. Başka bir yerde sebebi hiç aramayalım.

Hep söylüyorum,
Erdoğan sebep; yüksek kur, yüksek enflasyon, yüksek faiz sonuç. Ne diyordu? “Faiz sebep, enflasyon sonuç” demiyor muydu?

Faiz %19, eğer faiz gerçekten enflasyonun sebebiyse niye 1 puan düşürüyorsun? İndir bir 5 puan. Bir 10 puan indir ki enflasyon da düşsün. Eğer teziniz doğruysa bunu yapın. Niye yapamıyorsunuz? Niye sadece 1 puan indiriyorsunuz?

O 1 puan indirmenin kurdaki artışının dönüp dolaşıp enflasyonu vurmasını izliyorsunuz ama arkadan da enflasyonun suçlusu ben değilim esnaf diyorsunuz. Vatandaşa beni suçlama diyorsunuz. “Ben yapmadım bunu esnaf yapıyor, git etiketlere bak, esnaf artırıyor bu fiyatı” diyorsunuz.

Ayıp. Gerçekten yazık. Bu ülkenin tüketicisiyle, vatandaşlarımızla, üreticiyi, esnafı, pazarcıyı karşı karşıya getirmek çok yanlış bir iş. Bir cumhurbaşkanının yapacağı iş değil bu.

Siz rekabet ortamını sağlayın, üretimi bollaştırın zaten fiyatlar düşer. Fiyatların düşmesinin asıl metodu bolluktur, üretimdir. Ülke harıl harıl üretecek, bolluk olacak ki bolluğun olduğu yerde fiyatlar makulleşir. Çözüm burada.

Ama üretim için yatırım lazım, yatırım için güven lazım. Akşamdan sabaha ne yapacağı belli olmayan bir ülkenin yatırımcılar için bir yatırım yeri olabileceğini düşünüyor musunuz?

Yarın ne yapılacağı belli değil. Bu gece hangi kararnamenin çıkacağı belli değil. Kararname çıkmış, kanun çıkmış takan yok. Kanunlar uygulanamıyor, uygulanmıyor. Bağımsız kurumlar var. Kanunda yazıyor kurumlar bağımsızdır diye. Takıyorlar mı? Hiç takmıyorlar.

Ama siz hukuku her gün çiğnerseniz, anayasayı her gün ihlal ederseniz bu ülkeye yatırım gelmez. Bu ülkenin imkânı olan vatandaşları gider başka ülkeye yatırım yapar. Başka ülkelerin gençlerine istihdam sağlar. Şu anda yaşadığımız bu.

Bakın, ilk defa Türkiye’den çıkan doğrudan sermaye Türkiye’ye giren doğrudan sermayeden daha fazla. Bizim kendi sermayedarımız, kendi sanayicimizin dışarı yaptığı yatırım başkalarının Türkiye’ye yaptığı yatırım miktarını geçti.

Niye? Güven yok da ondan. Faizin enflasyonun ne olacağının belli olmadığı bir ülkeye siz nasıl yatırım beklersiniz?

Bakın, bu yılki enflasyonla ilgili yapılan açıklamaları hızlıca bir gözden geçirelim.

Bu yılki enflasyonla ilgili yıl sonu enflasyonuyla ilgili bugünkü hükûmet ne demiş? İlk açıklanan hedef %6. Bu yıl sonuyla ilgili. Arkasından %8’e çıkıyor. Sonra Merkez Bankası temmuz sonunda %14,1 diyor. En son açıklanan orta vadeli programda %16,7 diyor. Arada bir ay gibi kısa bir zaman var.

Merkez Bankası yıl sonu için %14,1 diyor hemen yaklaşık bir ay sonra orta vadeli programda hükûmet yıl sonu enflasyonu %16,7 diyor. Böyle ekonomi yönetimi mi olur?

Ama ne diyor? “Benim alanım ekonomi” diyor. “Ben ekonomistim” diyor. İşte siz böyle tek başınıza tek imzayla bütün yetkiyi elime alayım, aklıma gelen her şeyi yapayım, hiç kimse beni frenlemesin derseniz ülkenin düşeceği durum bu olur.

Bakın arkadaşlar; ülke yanlış yönetilince, kötü yönetilince ne oluyor? Öngörülebilirlik azalıyor.
Öngörülebilirlik azalınca ne oluyor? Yatırımlar hemen kendini çekiyor. Yatırımlar azalınca ne oluyor? İşsizlik artıyor.

Hesap çok basit. Anlaması anlatması çok kolay. İşsizliğin artmasının en önemli sebebi yatırım olmaması, yatırımın olmamasının en önemli sebebi öngörülebilirliğin, güvenin olmaması.

İşte bunlar Türkiye’yi bu kısır döngüye hapsettiler.

Biliyorsunuz, ben ve arkadaşlarım seneler evvel Türk lirasından 6 sıfırı atmıştık. 34 yıl iki haneli üç haneli giden enflasyonu sadece iki yılda tek haneye indirmiştik ve paradan altı sıfır atmıştık. Anlaşılan Sayın Erdoğan ve her krizin ortağı olan Sayın Bahçeli bu gidişle paramıza yeni sıfırlar eklemeye başlayacaklar.

Sayın Bahçeli bunlara alışık tabii. Biliyorsunuz, ben ve arkadaşlarım 2002’de göreve geldiğimizde onun da ortağı olduğu koalisyon hükûmeti büyük bir krize sokmuştu ülkeyi.

20 banka batmıştı. Millî gelirimizin tam 3’te 1’i sadece batık bankalara gitti. O hükûmette Bahçeli ortaktı. Faizler gecelik %7500’ü görmüştü.

Biz hızlıca çözdük o krizi.
Bahçeli ise şu andaki krize de ortak.
Şunu ifade etmek isterim ki, vatandaşlarımız rahat olsunlar.

Biz bu ülkeyi, bu krizden de inşallah çıkartacağız. Müsterih olalım. Biraz sabredelim. Sadece seçimi beklememiz gerekiyor. Seçim artık gelecek yıl mı olur vaktinde mi olur, bunu biz bilemeyiz.

Ama ilk seçimden sonra kurulacak hükûmette dürüst ve ehil bir kadro kurulduktan sonra iyi bir hazırlık, plan, program yapıldıktan sonra Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın, bunca sene bu ülkenin ekonomisini yönettim. Başka ülkeleri de izliyorum inanın hayatımda bu kadar akıl dışı, bilim dışı bir ekonomi yönetimi görmedim. Böyle bir şey yok.

Türkiye daha evvel krizlere girmedi mi? Girdi.

Daha kötü durumlar, daha yoksul günler yaşamadık mı? Yaşadık.

Az evvel söyledim, çok şükür, ülkemizi o krizlerden çıkartmak, beraber çalıştığım ehil ve dürüst kadrolarla birlikte bize nasip oldu.

Ama arkadaşlar,

Şimdiki zihniyet hem kuru hem faizi hem de enflasyonu aynı anda artırmayı becerdi. Böyle bir şey yok. Normalde bunlar birbirlerini dengeleyici unsurlardır. Biri yükselirken öbürü düşer, öbürü yükselirken diğeri artar ve dengeleri kurmakla ilgilidir biraz da ekonomi yönetimi.

Hepsi birden arttı. Hem enflasyon hem faiz hem kur.

Bakıyoruz, kendilerine teslim ettiğimiz o yüksek rezervlere, o dolu kasaya rağmen yaptılar bunu.

Biz devletin hazinesinin ön cebini arka cebini yedek akçesini her yerini doldurmuştuk. Merkez Bankası’nın rezervlerini uluslararası standartlara yükseltmiştik.

Bizim yıllarca biriktirdiğimiz Merkez Bankası’nın rezervi bugün net olarak eksi 52 milyar dolara düştü. Böyle bir şey yok. 20 senedir görmemişti bu ülke.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi başladı. Taraflı cumhurbaşkanı akraba bakan el ele verdi, gizli örtülü yöntemlerle Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır satıp tükettiler. Eksi 52 milyara düşürdüler.

Şimdi Merkez Bankası’nın rezervi eksi olunca Merkez Bankası’nın döviz kurunu yönetebileceği tek enstrüman faiz. Ancak yüksek faizi sürdürdüğü sürece kuru kontrol edebiliyor. Ne oldu dünkü gibi, faizi biraz indirdi hemen kur sıçradı.

Halbuki Merkez Bankası rezervleri sağlam olsa topyekûn ekonomi politikaları rasyonalite ile götürülse, para politikası, maliye politikası, makro ihtiyati tedbirler, yapısal reformlar hepsi eş güdümlü bir şekilde yönetilse böyle bir şey olmaz.

Ve ilk defa ülkenin Merkez Bankası’nı borca batırdılar. Bunla da yetinmediler.

Merkez Bankası’nın bir yedek akçe hesabı vardır. Yıllarca kara günler için yedek akçe biriktirmiştir. Pandemi gibi, deprem gibi.

Bir anda bakın, 2019’un Ocak’ında akraba bakan taraflı cumhurbaşkanı yıllarca biriktirilen tam 40 milyar liralık eski parayla 40 katrilyonluk yedek akçeyi bir günde sıfırladılar.

Sıfır. Pandemiye bu ülke sıfır rezerv ve sıfır yedek akçeyle girdi. Onun için pandemide hükûmet vatandaşlarına yeterince destek veremedi. Millî gelire oran olarak doğrudan desteklerde diğer ülkelere baktığımızda Türkiye listenin en sonlarında.

Bizden sonra bir de Varlık Fonu kurdular. Ben beş sene engellemiştim. Çünkü eski sistemde bakanlar kurulu kararı var, tek bir bakan imzalamasa karar çıkmıyor. İzin vermedim. Ben gittikten hemen sonra apar topar kurdular.

Ve ilk defa bir şey oldu. Bir kararnameyle cumhurbaşkanı kendisini Varlık Fonu’nun başkanı olarak görevlendirdi. Bunu daha önce devlet yönetimi tarihinde görmemiştik. Kararname çıktı, diyor ki, “Ben cumhurbaşkanı olarak, Recep Tayyip Erdoğan’ı Varlık Fonu başkanı olarak görevlendirdim” Bunu da gördük.

Peki ne oldu? O Varlık Fonu bugün tam 65 milyar lira eski parayla 65 katrilyon borca batmış durumda. Hani adı Varlık Fonu’ydu? Çünkü biliyorduk. Ben niye engelledim onu? Niyetlerini seziyorum. İlla Varlık Fonu kuralım, peki ne yapacağız?

Her türlü denetimden uzak olsun. Sayıştay buraya giremesin. Kimse denetleyemesin. Başka? İhale kanununa da tabi olmasın. Ve bunları madde madde yazdılar. Dediler ki, “Bu fon ihale kanunundan dışarıdadır, istediğimizi istediğimiz fiyattan alır satarız. İki, “Hiç kimse de denetleyemesin, Sayıştay dahi denetleyemez.”

Neredeyse alta maddeleri şöyle sıralayabilirlerdi. Satır aralarında okumak mümkün. “Aklıma ne eserse yaparım fonu”. Kimse de bana karışamaz, hesap soramaz fonu”. Varlık Fonu dediğimiz bu aslında.

Sonuç, eski parayla 65 katrilyon borç. Bir de yurtdışına borçlanma tahvili ihraç ettiler. O da 1 milyar 250 milyon euro. Bugünkü kurla çarptığınızda aşağı yukarı 10 milyar, eski parayla 10 katrilyon da oradan. Nereden baksanız 77-78 milyarlık borca batmış bir Varlık Fonumuz var şu anda. Memleket için hayırlı olsun. Geldiğimiz nokta bu.

Her şey ortada, her şey çok açık. Arkadaşlar,
Yaşadığımız krizin adını koymamız gerekiyor.

Şu anda, enflasyon hedeflerinde, Merkez Bankası ile hükûmet programının birbiriyle uyuşmadığı, devlet kurumları arasındaki bağlantının koptuğu, aklı, bilimi reddeden çoklu bir krizin içindeyiz.

Hani tıbbi bir terim vardır, çoklu organ yetmezliği gibi, memleketin içinde bulunduğu durumda bu. Çoklu kriz.

Ve o krizin yaşandığı ülkenin ekonominin direksiyonunda da Sayın Erdoğan oturuyor.

Zaten ne diyor “Benim alanım ekonomi” diyor. Görüyoruz, maşallah sonuçlar oldukça harika.

Direksiyona geçti, bütün bir ülke kelle koltukta gidiyoruz.

Bakın, Merkez Bankası’nın dünkü kararı hiçbir rasyonel analize hiçbir bilimsel gerekçeye dayanmıyor. Merkez Bankası zaten iyice yıpranmış olan kredibilitesini bir o kadar daha yok etti.

Yanlışı savunmak çok zor bir şey. Yanlış bir işin arkasında durmaya çalışmak, yanlış bir işin arkasına gerekçe koymak çok zor. Olmuyor. Ama bütün ülke olarak millet olarak kaybediyoruz. Ve dünkü karar tamamen siyasi talimatla alınmış bir karar.

Değerli arkadaşlar,

Buradan huzurlarınızda Sayın Erdoğan’a bir çağrıda bulunmak istiyorum. Daha evvel de söylemiştim. Tekrar ediyorum:

Sayın Erdoğan, hiç boşuna getir-götürle uğraşmayın. Merkez Bankası başkanlarının adını mevsimlik başkana çıkardınız. Mevsimsel işçi gibi geliyor gidiyor.

Daha evvel de söylemiştim: Kendi kendinizi atayın şu Merkez Bankası’nın başına. Ki bunu Varlık Fonu’nda yaptınız. Kendinizi atayın ve artık başkasına mazeret üretmeyin. Yine yapın olsun bitsin. Gölgenizle yönetmek yerine kendiniz bizzat oturun bizzat kendiniz yapın. Zaten talimatınız neyse onu yapmak zorunda kalıyorlar.

Ama arkadaşlar, bunu yapmıyor.
Neden? İşler kötüye gidince faturayı keseceği birisi lazım, onun için yapmıyor.

Olan bu millete oluyor. Olan esnafa, işçiye oluyor. Olan çocuklarımızın yarınlarına oluyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Tablo kötü farkındayız, özellikle gençlerimiz umutsuz.

Kimsenin şüphesi olmasın.

Tüm bu kabustan rahatlıkla uyanacağız. Bu korkulu rüya çok çabuk sona erer. Hep beraber derin bir nefes alırız.

Artık yolun sonuna geldiler. Onlar da çok iyi biliyorlar.

Onun için bu seçim yasalarıyla şimdi oynamaya başlıyorlar. Yok baraj yok şu. 20 yıldır aklınız neredeydi. Birdenbire demokrasiyi çok sever halde mi geldiniz de barajlarla şunlarla bunlarla oynuyorsunuz.

Amaç ne? Mevcut kurala göre ben seçimi kazanamam, kuralları değiştirerek acaba seçimi nasıl kazanabilirim? Bir hükûmet zaten bunun peşine düştüyse o hükûmetin gitme vakti çoktan gelmiş geçmiştir.

Hiç merak etmeyin. İlk seçimlerde emanet emin ellere geçecek.

Önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız. Güveni tesis edeceğiz.

Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız.

Kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var
İnegöl’ün DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.