On altıncı Haftalık değerlendirme toplantısı
Dünya Tiyatrolar Günü’nü hep beraber kutlayacağız.
Biliyorsunuz pandemi döneminde pek ok sanat dalı olduğu gibi pek çok sanatçı olduğu gibi tiyatro sanatçılarımızda tiyatro işletmelerimiz de büyük zarar gördü.
Çok uzun süre kapalı olmak durumunda oldular.
Mali sorunlar yaşadılar ve gelişmiş olan pek ülke ekonomisi gelişmiş olan pek çok ülke verdiği devlet destekleriyle tiyatroların bu sıkıntılı durumlarını aşmasına yardımcı oldu.
Ve pek çok devlet sanatçılarının yanında oldu.
Tam pandemi geçti derken ülkemizde artık kısıtlamalar azalıyor derken baktık bu sefer artan enerji maliyetleri doğal gaz olsun elektrik olsun, artan işletme giderleri kira başta olmak üzere pek çok tiyatromuzu ama özellikle de özel tiyatromuzu olumsuz şekilde etkiledi.
Ya nereden baksanız şu geçtiğimiz 2 yıldır tiyatrolarımızla tiyatro sanatçılarımızla belki de kendi yaşadıkları yılların en zor dönemini belki de şu anda geçiriyor.
Üstelik genel anlamda ülke bir ekonomik krizde olduğu için ve satın alma gücü düştüğü için tiyatroya erişimde de büyük sorun var.
Hâlbuki söyle bir baktığımızda sanatın genel anlamda sanatın ama özellikle tiyatroların toplumsal yaşamımızda çok çok önemli yeri ve rolü var.
Mutsuz, umutsuz, sıkıntıda sosyalleşecek imkanları kısıtlanmış depresif bir toplumsal psikolojiyle de karşı karşıyayız.
İşte tam da böyle önemli bir dönemde, sıkıntılı bir dönemde maalesef devleti sanatın sanatçının yanında biz görmedik, görmüyoruz.
Pek çok ülkede devlet destekli projeler uygulandı.
Kapatma döneminde dahi dijital performans imkanlarına devlet desteği sağlandı.
Oysa Türkiye’de bunları görmedik.
Herkes kaderine terk edildi.
Sadece esnafı, küçük işletmesi, yevmiyeyle gündelikle çalışan kesinler değil, Türkiye’de sanatçılar da maalesef kaderine terk edildi.
Devlet sanatçısına sahip çıkmadı.
Oysaki mevcut anayasamızın 27. Ve 64. Maddeleri çok açık.
Diyor ki; Sanatçının özgür üretim ortamını korumak ve halkın sanata erişimini sağlamak devletin görevidir diyor.
Bu temel Anayasal görevi dahi bu dönemde devlet hükümet yerine getiremedi.
Ben bütün bu zorluklara temas ettikten sonra partimizin programımızda da açık bir şekilde yer aldığı gibi ve Kültür ve Sanat Politikalarından sorumlu özel bir birimimiz bir genel başkan yardımcımız, politika başkanlığımız olduğunu da vurgulayarak sahnelerde gerçeği haykıran duygulara ve düşüncelere yansıma fırsatı sağlayan tüm tiyatro sanatçılarımızın Dünya Tiyatrolar Günü’nü buradan tekrar huzurunuzda kutluyorum.
Değerli arkadaşlar,
Çalışmalarımıza hız kesmeden devam ettiğimiz bir süreçteyiz şu anda.
Geçtiğimiz hafta ülkemizin Marmara ve Ege bölgesinde vatandaşlarımızla bir araya geldik.
Çanakkale’de 107 yıl önce tarihin akışını değiştiren kahramanlarımızı hep beraber yad ettik.
Balıkesir il merkezinde dostlarımızla, halkımızla sohbet ettik, dertlerini dinledik.
Ardından Balıkesir’in Yörükler diyarı Sındırgı ilçesinde güzel bir kongre gerçekleştirdik.
Hemen ardından İzmir’e geçtik. İzmirli gençlerin, kadınların, emeklilerin, esnafın, sanayicilerin sesine kulak verdik.
Güzel İzmir’de, coşkulu ve yoğun bir katılımla, birinci olağan il kongremizi tamamladık.
Ben bu vesileyle bu verimli ve başarılı programlar vesileyle, İzmir, Balıkesir ve Çanakkale teşkilatlarımıza buradan tekrar şükranlarımı sunmak istiyorum.
Pek çoğu siyasete yeni başlamış ama kalbi ülke aşkıyla çarpan, pırıl pırıl bir kadronun neleri başarabildiğini tüm Türkiye görüyor, görmeye de devam edecek inşallah.
Pazartesi öğle saatlerinde Ankara’ya geldik. Başkanlık kurulumuzu hemen topladık, pazartesi günkü olağan toplantımızı yaptık ve pazartesi Ankara’ya gelir gelmez de çalışmalarımıza hız kesmeden devam ettik.
Teşkilat çalışmalarımıza bir virgül koyarak, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş amacında uzlaştığımız siyasi partilerle bir görüşme turu başlattık.
27 Mart Pazar günkü toplantımızın gündemini birlikte belirlemek üzere, değerli genel başkanlarla görüşmeler yapıyoruz.
Bu kapsamda, pazartesi akşamı Sayın Meral Akşener’i, dün akşam da Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ziyaret ettim.
Az evvel Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’yla görüştük.
Birazdan da Sayın Gültekin Uysal’ı ve Sayın Temel Karamollaoğlu’nu ziyaret edeceğim.
Bu görüşmelerimizin amacı daha önce de söylediğimiz gibi 27 Mart’taki yapacağımız toplantının gündemi konusunda görüş alışverişinde bulunmak ve toplantının bir ön hazırlığını yapmak.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Biz Türkiye, milletimize sunduğumuz Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem taahhüdümüzü yerine getirmek için sabırsızlanıyor.
Ülkemizde geçen her gün, “Yarının Türkiye’si” için yaptığımız çalışmaların önemini ortaya koyuyor.
Bakın biz, bu ortak akılla hazırladığımız Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem mutabakatında neler söylemiştik?
O, altı partinin uzlaştığı metinden cümleler bunlar.
“Demokratik hukuk devletini güçlendireceğiz” demiştik.
“Temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacağız” demiştik.
Bu kapsamda, “Düşünce ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü ile örgütlenme özgürlüklerinin üzerindeki baskıya son vereceğiz” demiştik.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin mevzuatı, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ışığında yeniden düzenleyeceğimizi de taahhüt etmiştik.
Biliyorsunuz bu konularda hem kendi anayasa mahkememizin kararları var AİHM kararları var fakat maalesef bu kararların uygulanmasıyla ilgili ciddi sorunlar var.
İşte geçtiğimiz hafta sonu Adana’da yaşananlar, bu konudaki tutumumuzun ortaya koymuş durumda.
Adana’dan gelen dehşet verici görüntüler hepimizi hayrete düşürdü.
Bu görüntülerde, kolluk güçlerinin Furkan Vakfı gönüllülerine işkence uyguladığını gözlerimizle gördük, müşahede ettik.
Değerli arkadaşlar,
Kamu düzenini sağlamakla görevli emniyet mensuplarımızın, vatandaşa şiddet uygulamasının hiçbir mazereti geçerli bir nedeni olamaz.
Anayasal hakkını kullanmak isteyen vatandaşın tepesine inen cop, hiçbir koşulda meşrulaştırılamaz.
Yahu, polisin görevi milletin can güvenliğini sağlamak, milletin canına kast etmek değil. Böyle bir şey olabilir mi?
Neymiş?
“Yasa dışı” yürüyüş yapmışlar.
Yahu, ülkede parkur yürüyüşünden başka “yasa içi” yürüyüş kaldı mı ki siz böyle söylüyorsunuz?
Ülkede yasa mı kaldı ki böyle söylüyorsunuz?
Arkadaşlar,
Bakın biz, devlet tarafından haksız yere dayak yiyen vatandaşın çektiği acıyı kendi bedenimizde, yüreğimizde hissediyoruz.
Kamu adına güç kullanan polis memurlarının, hukuk dışına çıkan uygulamalarını da kesin bir dille kınıyoruz.
Ortada münferit bir hadise yok bakın.
Bu hasbelkader kamuya açık kameralara yansıyan bir görüntü.
Bu münferit bir olay değil.
Türkiye’nin her yerinde benzer olaylar ve benzeri gelişmeler yaşanabiliyor.
Bazı polis memurları, vatandaşa karşı acımasızca cop sallayabiliyorsa, ortada devlet yönetimine ilişkin bir zihniyet meselesi var yahu bir zihniyet meselesi.
Devletin en tepesindekilerin zihniyet sorunu var. Anlamamız gerekiyor.
Kendilerini yöneten siyasetçilerden cesaret almayan hiçbir polis memuru, böylesine pervasızca işkence uygulayamaz arkadaşlar. Böyle bir şey yok.
Kolluk kuvvetlerine “bacaklarını kırın” diyen, “siz yıkın, mahkeme kararı arkadan gelsin” diyen bir bakanın emrindeki kolluk kuvvetlerinin hukuk içinde hareket etmesini bekleyebilir misiniz?
Benzer pek çok olay yaşanırken, bu konularda ülkenin Cumhurbaşkanı sus pus duruyorsa, gereken tepkiyi ve talimatları vermiyorsa, siz polis şiddetinin önüne geçebilir misiniz?
Zaten olaydan hemen birkaç gün sonra, polis şiddetinin iki-üç polisin münferit bir tavrı değil, zihniyet meselesi olduğunu Sayın Bahçeli ispatladı.
İşkencecileri alınlarından öperek kendisine yakışanı yaptı.
Yetmedi, bu krizlerin ortağı, adı bunca kirli işle anılan ve işkence olayında dahi kendi vatandaşını suçlayan ilgili bakanın arkasında durdu.
Sayın Bahçeli, 12 Eylül döneminde, kendi geleneğinin gördüğü onca eziyetten hiçbir ders çıkarmadığını da gözler önüne serdi.
Bakın arkadaşlarım, bilenler bilir. Milliyetçi hareketin bir “cefasını çekenler” olmuştur, bir de “sefasını sürenler”.
İşte o “sefa sürenlerin” bunları anlaması mümkün değildir.
Ben buradan krizlerin ortağı Bahçeli’ye sesleniyorum;
Sayın Bahçeli artık şiddetle, mafyayla, çetelerle, hukuksuzlukla aranıza bir mesafe koyun ya.
Ayıptır ya. Siz siyaset yapıyorsunuz, siyaset. Beğenseniz de beğenmeseniz de hukuka bağlı olmak zorundasınız.
İnsanın ama ar damarı bir kez çatlamaya görsün!
İşkenceyi meşrulaştırana da mağdura kimliğini sorana da yazıklar olsun! Diyoruz.
Sayın Erdoğan’a da buradan soruyorum:
Siz kimlerle ortak olduğunuzun farkında mısınız? Siz bakan olarak kimleri kimleri görevlendirdiğinizin farkında mısınız?
Bu insanlarla, bu ortaklarla yol yürümeye devam ettiğiniz sürece, ülkeye sükunetin, huzurun asla gelmeyeceğini anlamadınız mı artık ya?
Yazık, diyorum gerçekten çok yazık.
*****
Değerli arkadaşlarım değerli basın mensupları,
Ülkemizin hukuk devleti niteliğini kaybetmesi, ekonomik krizleri de beraberinde getirdi. Getiriyor.
Arka arkaya kriz yaşıyoruz.
Belki binlerce kez söyledim. Bir kere daha söyleyeceğim: Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.
Evet, ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.
Siz hukuksuzluğu devlet politikası haline getirirseniz, ekonomik krizi de devlet politikası haline getirmiş olursunuz.
Bunu anlamıyorlar. Aradaki bağı bir türlü kuramadılar.
Hukukla ekonominin iç içe olduğunu, sağlam bir hukuk sistemi olmadan ekonominin asla düzelemeyeceğini bir türlü zihinlerine yerleştiremediler.
İşte alınan bu yanlış kararlar silsilesi de ülkemizde yaşanan ekonomik krizi ciddi hale getiriyor ve kalıcı hale getiriyor.
Ekonomi yönetiminin içine düştüğü gaflet, Türk Lirasını değersizleştirerek itibarımızı beş paralık ediyor.
Hepinizin bildiğiniz gibi arkadaşlar geçtiğimiz aralık ayında, kura endeksli mevduat hesabı marifetiyle, hükümet kendi paramızın tasarruf aracı olma işlevini neredeyse tamamen bitirdi.
Rahmetli Özal'ın “kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi” dediği bir uygulamayı 40 yıl sonra yeniden başlattılar.
Ben daha önce de ifade etmiştim. “Şu sistemin adını doğru koyalım” demiştim.
Ne demiştim? Bu bir, “devleti batırma kampanyasıdır arkadaşlar” demiştim. “Devleti batırma kampanyası!”.
Bakın bu süreçte ne yaptılar?
Önce kumanda ekonomisinin tüm araçlarını devreye soktular.
Banka çalışanlarına ve şirketlere yoğun baskı yaparak bankadaki paraları bu hesaplara aktarmalarını istediler.
Zaten döviz mevduatı Türkiye’de üçte ikiye yükselmişti. Üçte bir Türk lirası kalmıştı. O kalan Türk lirası mevduat hesabını da dövize endekslemeyle ilgili bir kampanya başlattılar.
Ve Milletin vergilerini, her birimizin alın terini, bankadaki bol miktarda mevduatı olan yüksek mevduatı olan bir avuç insana faiz olarak ödeyecekleri banka hesaplarına da yatırdılar.
Bu hafta Pazartesi gününden bu yana, ilk açılan 90 günlük hesapların vadeleri dolmaya başladı ve bu hesaplara ödenecek faiz miktarı netleşti.
Biliyorsunuz ilk 21 Aralık’ta açıklanmıştı hesaplar 90 günlük hesaplar 21 Mart’ta pazartesi günü vadesi doldu. 22’sinde açılanların dün doldu, 23’ünde açılan hesapların da bugün vadesi doldu.
Şimdi rakamları açıklıyorum, ödedikleri faizi açıklıyorum. Sıkı durun!
21 Aralık’ta 2021’de açılan kur korumalı mevduata 3 ayda %11,9 oranında faiz ve kur farkı ödediler. Yıllık bileşik faiz kaça geliyor biliyor musunuz? Çünkü faiz yıllık bileşikle hesap edilir vadeler değiştiği için. Tam %57.
22 Aralık’ta açılan hesaplar için 3 ayda %20,1 faiz ve kur farkı ödediler, dün Yıllık bileşik faiz kaça geliyor? Tam %108.
Bitmedi.
23 Aralık’ta açılan hesaplar için yapılacak faiz ve kur ödemesi de bugün belli oldu. %27,3.
Bakın: 23 Aralık’ta bu hesaplara para yatıran bir arkadaşımız 100 lira yatırdıysa bugün 27 lira 30 kuruş faiz alacak. 3 ayda. Yıllık bileşiği %163!
Rakamlara bakın yahu!
Tam da dediğim gibi bu uygulamanın başladığı ilk günün sabahı söylediğim gibi bu “devleti batırma projesi” değil de ne?
Bakın arkadaşlar, geçen ay %105 oranındaki 3 haneli enflasyonun ağır sonuçlarını Türkiye’ye yaşatan bu hükümet, faizi de 3 haneye çıkararak ekonomide tam bir hezimeti bu millete şu anda yaşattı, yaşatıyor.
Rakamlara bakın yahu. 3 haneli faiz. Yıllık bileşiği 3 haneli faiz.
Hey gidi faiz düşmanı Erdoğan hey!
Neredeeen nereye! Neredeeen nereye!
Yahu siz faizlerin yüzde 8-9 olduğu dönemlerde, zamanın tertemiz bürokratlarını vatana ihanetle suçluyordunuz!
Hesap ortada. Size şu son üç gündür bu ülkenin hazinesinin katkısıyla ödenen faizleri söyledim. Şu anda siz %57, %108, %185 yıllık bileşik faiz ödediniz o hesaplara.
Yeni bir icat diye sunduğunuz kur korumalı mevduat hesaplarına, bu milletin alın teriyle ödediği vergileri de katarak, %57, %108, %163 faiz öderken vicdanınız hiç sızlamıyor mu yahu?
Hangi nass bunu emrediyor? Nass diyerek siz bu işe başlamadınız mı? Hangi nass bu kadar yüksek faizi emrediyor? Çıkın bir açıklayın.
Biz de öğrenelim.
Bakın ben Buradan, bu uygulamaya cevaz verenlere de sormak işitiyorum.
Bu ülkede 2.500 lira emekli maaşıyla geçinmeye çalışan milyonlarca insan varken, siz nasıl olur da bir avuç varlıklı insana, tüm milletin kesesinden, bu kadar yüksek faiz ödenmesine uygun görüş verirsiniz?
O cevaz verenlere buradan soruyorum.
Hesap günü var diyorum hesap günü! Unutmayın diyorum
Bakın arkadaşlar, bitmedi.
Bu proje bankalardaki mevcut mevduatla sınırlı kalmadı.
Bir süre sonra ne yaptılar yurtdışındaki vatandaşlarımızın birikimlerini de devleti batırma kampanyasına dahil ettiler.
Türkiye’deki yetmedi. Dediler ki dünyada ne kadar paranız varsa getirin. Biz buna bu yüksek faizi ödeyeceğiz dediler.
Adeta, devleti, yabancı paraya endeksli bir biçimde, daha da borçlandıralım, batıralım diye uğraştılar, uğraşıyorlar şu anda.
Tüm bunlar da yetmedi. Bakın, Önceki gece Resmî Gazete’de yayınlanan bir düzenlemeyle devleti batırma kampanyasında bir ileri aşamaya daha geçtiler.
Ne yaptılar?
Şimdi bu hesaplar; yabancı uyruklu insanların da kullanımına açıldı.
Kendi vatandaşımız yetmedi. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız yetmedi bütün dünyaya açtılar.
Dediler ki gelin, en güzel faiz burada. Buraya getirin.
Gerçekten inanılır gibi değil yahu.
Bunlar ibret verici işler arkadaşlar ibret verici
Ortalıkta “Faizle mücadele edeceğim” diye dolananların geldiği nokta, tüm dünyaya “fahiş faiz” vermek oldu.
Onun için diyorum nereden nereye diye.
Hatırlayın dillerinden düşürmedikleri bir “faiz lobisi” dı değil mi? Faizler yüzde 8 iken yüzde 9 iken dillerinden düşürmüyorlardı.
Faiz lobisi aşağı faiz lobisi yukarı.
Eğer varsa öyle bir lobi, bu hükümet faiz lobisine bugüne kadar görmedikleri bir saadet yaşatıyorlar, öyle görünüyor ki daha da yaşatacaklar.
Yakın tarih, ülke kaynaklarının böyle hoyratça israf edildiği bir başka dönemi görmedi arkadaşlar.
Sayın Erdoğan, sadece ülkemizin vatandaşlarına değil, tüm dünyaya vatandaşlarımızdan toplanan vergileri peşkeş çekmeye karar verdi.
2 gün önceki Resmî Gazetede yayınlanan karar budur.
Yazıktır günahtır.
O vergileri ödemek için emekçiler haftada 45 saat çalışıyor. Ev kadınları o KDV’yi ÖTV’yi ödeyecekleri için mutfaklarından kısıyorlar. Küçük ve orta işletmeler kendi yatırımlarından kesiyor vergi ödeyeceğiz diye.
O vergiler, siz sağa sola faiz dağıtın diye ödenmiyor.
Artık yeter! Milletin ödediği vergileri çarçur etmeyi bırakın yahu.
Vatandaşlarımıza da doğru bilgi verin. Doğru. Gerçeği ört bas etmeyin.
Devleti batırma kampanyasının Hazineye yükünün böyle iddia ettiğiniz gibi yıllık 15 milyar olmadığını çıkın açıklayın.
Dediler ya bunun yıllık yükü 15 milyar civarında.
Değil.
Bakın döviz kuru bugünkü seviyede kalsa bile, bir yıl boyunca hiç artmasa bile bütçeye yılda en az 40 milyar liranın üzerinde bir yük getiriyor bu.
Kur arttıkça artacak.
Kurdaki her yüzde 10’luk artış bakın her yüzde 10’luk artış artı 60 milyar dolar daha yük getirecek.
Çünkü yaklaşık 600 milyara çıktı bu hesaplar.
Hesap basit.
Kur yüzde 10’a çıkınca yüzde 10 artınca 600 milyar çarpı yüzde 10, 60 milyar...
Hesap basit.
Kur hiç artmasa bile bugünden 40 milyar yük binmiş durumda.
Hazine diyorum ya arkadaşlar, o Hazine hepimizin vergisi, hepimizin cebi.
Ne diyor Erdoğan geçen? E ne var diyor onu da hazineden ödüyoruz diyor.
Bir dakika yahu. O hazine kimsenin babasının malı değil.
Hazine hazine dediğin bu milletin hazinesi. Senin kendi hazinen değil.
Milletin hazinesi.
Hazine parayı nereden buluyor? Bu milletten toplanan vergilerden buluyor o hazine parayı.
Başka bir yerden değil.
40 milyar dediğimizde de bakın bizim hesap 40 milyar, şöyle düşünün: Bu senenin bütçesinde gençlere, kadınlara, insan haklarına, afet yönetimine, sanayinin üretim ve yatırımlarının tüm desteklerini alt alta yazın yazın yazın 40 milyar etmiyor biliyor musunuz?
Tarım bütçesinin sonradan artırılmış hali bile sadece 29 milyar.
Bunlar yılbaşındaki bütçeye tam 240 milyar TL faiz ödeneği koymuşlardı.
Biz o gün çok söyledik biliyorsunuz.
Yahu tarıma 29 milyar faize 240 milyar.
240 milyar yetmiyor bir de bu kur korumalı mevduat hesaplarına eğer dolar kuru bu seviyede giderse, 1 yıl boyunca hiç artmasa dahi 40 milyar daha sadece bu faiz farkını ödeyecekler.
Ülkenin gelişmesi, vatandaşlarımızın topyekûn zenginleşmesi için para ayrılmıyor; az sayıda bir avuç mevduat sahibine harıl harıl para ayrılıyor.
İşte bu yüzden ben bunun adını ilk günden “devleti, milleti batırma kampanyası” olarak koymuştum.
Hatırlıyorsanız burada bu salonda çok söyledik.
Rahmetli Özal’ın gazete kupürlerini gösterdim.
Türkiye’de DÇM diye bir şey uygulanmış ta 40 yıl önce.
Özal 1989’da sona erdirmiş bunu ve basın toplantısıyla sona erdiriyor.
Bunun için özel bir basın toplantısı yapıyor.
Diyor ki artık bu DÇM’lerin son taksitini ödedik bitti diyor, çok şükür kurtulduk diyor.
Yıllarca bu ülkede enflasyon bu kadar yüksek seyrettiyse bunun en önemli sebebi bu DÇM hesaplarıdır diyor.
Gençlere vasiyetimdir diyor tavsiyemdir diyor, asla bir daha böyle yanlışlar yapmayın bu ülkede diyor.
40 sene önce diyor bunu ve o DÇM’lerin tanımını yaparken de “Kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi” diyor.
Ben bunları bakın bugün bu rakamlar ortaya çıktıktan sonra söylemiyorum. Bu uygulama ilk başladığı gün söyledim.
İlk gün uyardık. Yapmayın dedik, yanlış yola girmeyin dedik. Büyük bedeller ödeteceksiniz bu millete dedik.
Bir kulaklarından giriyor öbür kulaklarından çıkıyor.
Arkadaşlar bakın biz, bir avuç mevduat sahibine garanti verilsin diye, bütün yükün dar gelirlinin sırtında olmasına razı olmayız, olamayız.
İş başına gelir gelmez yapacağımız ilk iş, bu devleti batırma kampanyasını ilk gün bitirmek.
İlk gün.
Bundan sonra yok diyeceğiz artık.
Bitti bu iş diyeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazine’sini içine düşürüldüğü bu bataklıktan inşallah kurtaracağız.
Dünyaya güven vererek, yatırımları çeken bir Türkiye’ye hep beraber kavuşacağız.
Bu milletin her bir ferdinin zenginleşmesini sağlayacağız.
Hep beraber o hedeflediğimiz özgür, adil ve zengin bir Türkiye’ye ulaşacağız ve zenginlikten bizim anladığımız bunların etrafındaki üç beş kişinin zenginleşmesi değil.
Ne diyorlar? Geçen sene ekonomi yüzde 11 büyüdü diyorlar.
Esnafa soruyorum, çiftçiye soruyorum. Geçen sene diyorum yüzde 11 büyümüşüz.Siz bunu hissediyor musunuz, yaşıyor musunuz?
Herkes gülüyor.
Ne büyümesi diyorlar ya ne büyümesi.
Bir de çıkıyor yüzde 11 büyüme açıklıyor yahu.
Açıklayan kim? TÜİK.
Bunu duyuran kim? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı.
E siz uydurma bir enflasyonla yola çıkarsanız o büyümenin hesabında enflasyon en önemli paydadır. Uydurma bir enflasyonu hesabın içine koyarsanız yüzde 11 büyüdüğünüzü zannedersiniz.
Onu da millete anlatmaya çalışırsınız.
Kusura bakmayın da o sizin söylediğiniz milletin bir kulağından giriyor öbür kulağından çıkıyor.
İnanan yok bu büyümeye.
Biz zenginleşmeden ülkenin topyekûn zenginleşmesini anlıyoruz.
Ülkemizde yaşayan 84 milyonun ülkemizdeki refah artışını hissetmesinden bahsediyoruz.
Onun için güçlü büyüme diyoruz.
Onun için güçlü sürdürülebilir büyüme diyoruz.
Onun için kapsayıcı büyüme diyoruz.
Büyümenin hem güçlü olması hem de nimetlerinden tüm toplumun istifade ettiği bir ekonomi modeli savunuyoruz.
İnşallah uygulayacağız.
*****
Değerli arkadaşlar,
Ben şimdilik sözlerime burada son veriyorum. Sözü soru sormak isteyen basın mensuplarımız varsa kendilerine bırakıyorum.