21 Mayıs 2025
Ali Babacan- 21 Mayıs 2025
Haftalık Gurup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve şu anda bizleri bu salonda izlemekte olan değerli misafirlerimiz,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
Yeni Yol grup toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Bugün aramızda bulunan Saadet Partisi Kadın Kollarının tüm temsilcilerine de özellikle burada sizleri gördüğümüz için, bu salonda beraber olduğumuz içinde teşekkürlerimi, selamlarımı iletmek istiyorum.
2024-2025 sezonu henüz bitmeden 25. Şampiyonluğunu ilan eden, 5. Yıldızı takan Galatasaray’ın oyuncularını, teknik heyetini ve tüm taraftarlarını da tekrar kutluyorum.
Önümüzdeki dönemde Şampiyonlar Ligi’nde ülkemizi temsil edecek Galatasaray’a şimdiden üstün başarılar diliyorum.
Değerli arkadaşlar,
Bugün ülkemizin artık gelip orta yerine oturmuş çok önemli bir sorundan bahsederek sözlerime başlamak istiyorum.
Çünkü; birkaç gün önce Eyüp Sultan’da rastladığım bir hanımefendiye; bir anneye söz verdim.
“Ben bu sorunu dilimden düşürmeyeceğim” dedim.
Bir anne arkadaşlar; gözlemecide çalışan, alnının teriyle geçimini sağlayan bir anne.
Kazandığı parayı çoluk çocuğuna harcayan; helalinden para kazanmak için mücadele veren bir anne.
Geldi, dert yandı, “Bu sanal kumar var ya, bu sanal kumar” dedi. (…)
Biliyorsunuz, sanal kumarın tepesindekiler, yarınlarından ümidi kalmamış gençlerin banka hesaplarını, para karşılığı kullanarak işlemler yapıyorlar.
Her ay 18 yaşının üzerinden, özellikle üniversite öğrencilerine diyorlar ki; “Sen git banka hesabını aç, şu parayı da al. Şifreyi bana ver, gerisine karşıma”
Sonuç ortada: Hapse giren bir evlat, üzüntüden perişan bir anne.
Bu anne tekil bir örnek değil arkadaşlar.
Bakın bir başka örnek;
8 Mart’ta ziyaret ettiğim tekstil atölyesinde çalışan bir kadının oğlu.
Anne perişan; çünkü oğlunun oynadığı sanal kumar yüzünden aile iki apartman dairesini kaybetmiş.
Aynı tekstil atölyesinde bir başka kadın; onun da yeğeni sanal kumara bulaşmış.
Yetmiyor, bitmiyor.
30-40 kişilik küçük grup,
Aynı grupta, üçüncü vaka:
Bir çalışan anlatıyor: “Oğlumun arkadaşı sanal kumara bulaştı, maalesef sonunda canına kıydı” diyor.
Bu işin boyutunu rakamlarla anlamamıza yardımcı olacak bir vaka daha anlatmak istiyorum:
Çünkü, rakamlar olmayınca işin ne kadar büyük olduğu ne kadar vahim olduğu anlaşılmıyor.
Bizim avukatlık yapan bir il başkanımızın baktığı dava dosyasından bazı rakamlar vermek istiyorum size.
Tek bir kumar sitesinde, bugüne kadar dönmüş toplam işlem büyüklüğü 272 milyar TL.
Bugünkü döviz kurdan çevirdiğinde 7 milyar dolar ediyor arkadaşlar.
Yanlış duymuyorsunuz; 7 milyar dolar para dönüyor; tek bir kumar sitesinde! Dava dosyasından rakamlar bunlar.
Bu davada kumar mağduru kaç kişi var henüz bilmiyoruz. Muhtemelen yüzbinler, milyonlar.
Ama davada tam 1.657 şüpheli var; bunların üçü-beşi hariç hemen hemen tamamı banka hesabını para karşılığı kullandıran üniversite öğrencisi.
Yazık değil mi bu gençlere?
Yazık değil mi bu ailelere?
[Görseller - Sanal Kumar]
Bakın hükûmet ne diyor biliyor musunuz? “Biz yasa dışı kumar bahisle mücadele ediyoruz.” Manşet bu. Yandaş kanalların haberleri bu. “Yasa dışı kumar bahisle mücadele ediyoruz” diye.
Bir de bu işin yasalı var yasalı. Hani Sayın Erdoğan bizzat izin vererek oynattığı yasal sanal bahis kumar siteleri var. Ve oynayanlar açısından bunlar fark etmiyor arkadaşlar.
Bakın çok basit, sadece iki ekran görüntüsü göstermek istiyorum size: Bir yasal, bir yasa dışı. Yasalda da inci boncuk, yasa dışında da inci boncuk.
Hükûmet ne diyor? “Yasal dışı olanla, yasa dışı olanla ben mücadele ediyorum” diyor.
Ama bunu kendi oynatıyor zaten.
Bir başka ekran görüntüsü.
Şu farka bakın ya. Bu yasal kumarın ekran görüntüsü, bu yasa dışı. Biri büyük balon uçurmuş, biri küçük balon uçurmuş.
İktidar ne diyor? “Yasa dışı olanla mücadele ediyorum” diyor.
Ama yasal olanı tam gaz oynatmaya devam ediyor.
Bu sanal kumar denen illet gerçekten değerli arkadaşlar, insanların bildiği bir şey. Haneler biliyor, sokaklar-toplum biliyor:
Herkes görüyor, herkes duyuyor.
Ama duymayan tek bir kişi var:
Kim o kişi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Vatandaş neler çekiyor, millet neler yaşıyor umurunda değil.
Yasadışı kumar ile mücadeleden bahsediyor, ama kendi eliyle imza verdiği lisansın sonucu oynatılan, yasa içerisinde oynatılan kumardan, sanal kumardan hiç bahsetmiyor.
Bir yandan Diyanet, hutbelerde sanal bahis ve kumarın toplumumuza verdiği zararlardan bahsediyor;
Öte yandan ülkenin Cumhurbaşkanı, bizzat izin verdiği lisansla oynatılan bahis ve kumara göz yumuyor.
Bu yeni biliyorsunuz, daha önce böyle bir şey yoktu.
Bu ülkede kumarhaneler ta 1998’de kapatılmış.
Niye kapatılmış?
Topluma zararı var diye kapatılmış.
İnsanlar kendi canına kıyıyor, aile faciaları oluyor diye kumarhaneler 1998’de bu ülkede kapatılmış. Ama 1998’de kumarhane açmanın yasaklandığı bir ülkede ülkenin Cumhurbaşkanı her vatandaşınızın cebine bir kumarhane açtı.
Yüzlerce kumar makinesi var her cep telefonunun içerisinde.
İnanılır aklı alır gibi değil.
Değerli arkadaşlarım,
Bakın, biz milletin yanındayız, milletimizin arkasındayız.
Ben buradan, Eyüp Sultan’daki o anneye; tekstil atölyesindeki kardeşlerime söz veriyorum:
Anadolu’nun, Trakya’nın dört bir yanında evladı için gözyaşı döken, dağılmaya yüz tutmuş ailesi için feryat eden tüm annelere babalara söz veriyorum:
Biz, bu sanal kumar denen kangrenli kolu ülkeden kesip atacağız (…)
Üzerine basarak söylüyorum;
Eyüp Sultan’daki anne için, bu ülkedeki tüm anneler için buradan söz veriyorum:
Biz bu bahsi kapatacağız.
Biz bu bahsi kapatacağız (…)
Ülkeyi bu sanal kumar denen bataklıktan kurtaracağız.
Yapılacak çok basit ya arkadaşlar, inanın birkaç dakikalık iş, birkaç dakikalık.
Sanal kumar sitelerine erişimi tek bir tuşa basarak engelleyeceksiniz.
İşlerine geldiklerinde internet üzerinden dünya kadar engelleme yapmıyorlar mı?
Kısıtlama yapmıyorlar mı?
Yavaşlatmıyorlar mı?
Bir tuşa basıyorlar oluyor. Diyecekler ki; “efendim bu bir hastalık. Biz o tuşa bassak bile işte VPN'de girecekler.”
Bir dakika. Bu sitelerdeki bir ödeme sistemi var, arkada para dönüyor. Ödeme yapıyorsunuz, ödeme alıyorsunuz.
Ve bunların hepsi BDDK'nın izin verdiği ödeme kurumları aracılığıyla yürüyor.
Bu ödeme kurumları BDDK şalteri kapattığı anda işlem yapamazlar.
Bir anda tıkanır.
Para alışverişi var.
Sadece siteye girip çıkmak değil. Bir de işin para trafiği var.
İnanın bu kadar basit.
Diyorum ki; Çek fişi, bitir işi.
Bu kadar basit.
Değerli arkadaşlar,
Gençliğe güvenmeyen bir ülke geleceğini inşa edemez.
Biz gençlerin özgürce yaşadığı, eşit temsil edildiği, insanca geçinebildiği bir Türkiye için yola çıktık.
Çünkü gençler yalnızca yarının liderleri değil, bugünün de ortaklarıdır!
Pazartesi günü 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Bayramını kutlarken, bir yandan da yaklaşık 5 milyon gencin ne eğitimde ne de istihdamda olduğu gerçeğiyle karşı karşıyaydık.
[Grafik - NENİ]
Bu veriler daha yeni bir hafta önce açıklandı. Yaklaşık 5 milyon genç.
Bu ne demek? “Şu anda Türkiye'de gençlerimizin yaklaşık %26’nın ne eğitimde ne de işte olduğu” demek.
Biraz önce Selam kardeşimiz burada size derdini anlattı.
5 milyon gencimizden sadece bir tanesi o.
Bakın, dünyada neredeyiz?
Bizde oran %26, Avrupa ortalaması %11. Türkiye'deki oran dünya ortalamalarında, Avrupa ortalamalarında çok çok üstünde.
Peki, sebebi ne?
Niye bu kadar çok ev genci var Türkiye'de?
Değerli arkadaşlar, iş bulmak, istihdam sağlamak öncelikle ekonominin büyümesiyle mümkün olur.
Ancak burada çok basit bir denklem var:
Hukuk yoksa, güven olmaz.
Güven olmazsa, yatırım olmaz.
Yatırım olmazsa da istihdam olmaz.
Yani denklemin başında hukuk var hukuk.
Ülkede hukuk ve adalet olmadıktan sonra bu ülkenin ekonomisi büyümez.
Yeni istihdam alanları açılmaz.
İktidardakiler duysun,
Ülkeyi getirdiğiniz yer bu.
Evet, hukuk ve adalet çok önemli ama yapılacak bir iş var daha o da aktif iş gücü politikaları arkadaşlar. Aktif iş güç politikaları.
Bu ne demek?
Ülkemizin ihtiyaç duyduğu alanlarda, ülkemizde insan gücüne çalışanlara ihtiyaç duyduğu alanlarda neler var? Ona bakmak lazım.
Bir de işsiz gençlerimizin becerilerine, birikimlerine bakmak lazım.
Şu anda burada da ciddi bir sorun var. Çünkü bu ikisi örtüşmüyor.
“Ben eleman arıyorum ama aradığım vasıfta eleman bulamıyorum” diyen KOBİ’ler var, sanayiciler var ama öte yandan da; “ben üniversite okudum, diploma aldım, bu diplomanın karşılığını iş dünyasında bulamıyorum” diyen milyonlarca gencimiz var.
Ne yapmak lazım?
Derhal ama derhal, ihtiyaç duyulan alanların detaylı bir çıkarıp işsiz gençlerimizi o alanlara hazırlamak lazım.
Üç aylık, altı aylık, bir yıllık programlarla, aktif iş gücü eğitim programlarıyla, gençlerimizin becerilerini, donanımlarını ihtiyaç olan alanlarda zenginleştirecek çalışmalarla bakmak lazım.
Bunlar inanın çok kolay.
Bakın okul binaları akşamları boş, hafta sonları boş.
Öğretmenler fazla mesai gençlerimiz için rahatlıkla yapar. “Yeter ki gençlerimiz iş bulsun” der.
Önemli olan o alanlarda gençlerimizin yeniden eğitilmesi.
Gidiş geliş, otobüs biletiymiş, ulaşımmış, kesinlikle devlet karşılayacak.
Üstüne bir de öğlen yemek parasını devlet verecek.
Dolayısıyla gençlerimiz bu kurslara katılmak için ceplerinden bir kuruş para harcamayacaklar.
Ve bu kurslardan mezun olan gençler için de istihdam garantisi gelecek. “Sen git üç ay, altı ay, bir yıl bu konuda becerilerini geliştir. Ben sana istihdamı garanti ediyorum” diyecek devlet.
Gerekirse maaşını, sigorta primini, vergisini devletin karşılayacağı istihdam programlarıyla gençlerle, iş veren buluşacak.
Bunların hepsi çok kolay inanın. Çok basit.
Yeter ki; bir organizasyon olsun.
Yeter ki; kafası gençlere eğilen, gençlerle meşgul olan, gençlerin sorunlarıyla hemhal olan insanlar bu ülkeyi yönetsin. Çözümsüz hiçbir şey yok.
Değerli arkadaşlar,
Bugün kısaca da olsa, devam etmekte olan 1 Ekim sürecine de değinmek istiyorum.
Biz, DEVA Partisi'ni kurduğumuz ilk günden bu yana diyoruz ki; ülkemizde terör sorunu vardır. Ülkemizde hak ve özgürlüklerle ilgili sorunlar vardır. Ancak bu iki sorun ayrı ayrı hatlarda çözülmelidir. Kendi vatandaşlarımızın hak ve özgürlükleri asla hiçbir konuyla pazarlık meselesi yapılmamalıdır, derhal tanımalıdır.
Kuşkusuz bu iki attın saatli bir şekilde yürümesi, bizim 1 Ekim sürecinde görmek istediğimiz bir tablo.
Ve arkadaşlar eğer “çözüm” diyorsak bu çözümün meşru demokratik siyaset zemininde aranması gerekir.
Meşru demokratik siyaset zemini diyorsak, bunun birinci adresi Türkiye Büyük Millet Meclis'tir. Birinci adrestir ama tek adres değildir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuyla ilgili bilgilendirme yapmak için, istişareler yapmak için ve yasal düzenlemeler yapmak için en önemli adrestir.
Ama bu sorunları çözümü için sivil toplumun bu konulara kafa yoran, düşünen insanların da mutlaka sürecin içinde olması gerekir.
Konunun taraflarıyla, düşünürleriyle bu sürecin beraber yoğrularak yürümesi gerekir.
Üçüncü ama en önemli konu da eğer yapılanların ve yapılacaklarının doğru olduğuna inanıyorsa ülkenin Cumhurbaşkanı'nın bizzat bu süreci sahiplenmesi ve toplumu doğrudan kendisinin bilgilendirmesi gerekir.
Çünkü şu andaki sistemde evet Meclis yasama açısından önemlidir ama nihai icra makamı Cumhurbaşkanlığı'dır.
Madem bu işi MİT Başkanlığı yönetiyor, madem İbrahim Kalın'ın koordine ettiği bir süreç ki; Sayın Erdoğan öyle söylüyor, demek ki bu iş artık öyle muhalefet ortağı olan bir partinin genel başkanıyla ki, evet ön ayak oldu, yolu açtı, önemlidir ama bundan sonra o açılan yoldan önde yürümesi gereken ülkenin Cumhurbaşkanı'dır, eğer inanıyorsa…
Ve bu kadar önemli, bu kadar temel bir mesele de işin icrası, uygulaması asıl belirleyici olacaktır.
Şu ana kadar DEM Parti, yani bir muhalefet partisi, muhalefeti bilgilendirerek geldi buraya kadar.
Ama arkadaşlar, bu işin madem öncülüğünü, sorumluluğunu hükûmet üstleniyor, bu artık açıkça ortaya çıkmış durumda, bilgilendirmenin de hükûmet tarafından yapılması lazım.
Muhalefeti bilgilendirme, Meclis’i bilgilendirme bizzat devletin ilgili kurumları tarafından yapılması lazım.
Çünkü ortada karmakarışık bulmaca var ya. Çözebilene aşk olsun.
Hiç kimse resmin tümünü göremiyor. Parça parça, parça parça yapılan çalışma sağa sola sızdırıldığı, aktarıldığı kadarıyla insanlar bilgi almaya çalışıyor.
Bu kadar önemli bir mesele bu şekilde yürütülmez, bundan sonra böyle gitmez.
“Eğer süreç işlesin, sıkıntı çıkmasın” deniyorsa iktidarın bizzat Sayın Erdoğan’ın artık devrede olması lazım ve “Ben bu işi istiyorum, bu iş doğrudur” diye kendi tabanını da ikna etmesi lazım muhalefete de bilgi vermesi lazım.
Değerli arkadaşlar,
Haberlerde görmüşsünüzdür: Sağlık Bakanlığı yeni bir takım rutin kontrollere başlamış...
Hepimiz izledik, sokaklarda kilolu vatandaşlarımızı tespit etmeye başlamışlar.
Hatta gençler hemen sazı eline almış; “Aman ileride çevirme var oradan gitme” deyip kilolu arkadaşlarını uyarıyor, şaka yapıyorlarmış.
Peki ne yapacak bu sağlık görevlileri? İnsanları tarayacaklar; fazla kiloluları Aile Sağlığı Merkezlerine yönlendirecekler;
Diyetisyenler tarafından bu kişilere özel beslenme danışmanlığı ve takip hizmeti sunulacak.
Buraya kadar güzel, muhakkak ki vatandaşlarımızın sağlığı hepimiz için önemli.
Fakat madem öyle, biz diyoruz ki iş burada kalmasın.
Madem vatandaşlarımızın sağlığıyla bu kadar ilgilisiniz, bu işin devamını da getirin:
Gençler protein alamıyor, ailelerin evine et girmiyor arkadaşlar.
OECD rakamları ortada: Her beş öğrenciden biri, parası olmadığı için öğün atlıyor, aç kalıyor.
[Grafik - Aç Öğrenciler]
Bakın, durumumuzun ne kadar kötü olduğunu bir başka veriyle görüyorsunuz. Bu grafik ne biliyor musunuz?
Yetersiz maddi imkân nedeniyle haftada en az bir gün öğle yemeği yiyemeyen 15 yaşındaki öğrencilerin oranı. Öğretmenler anlatıyor; “Ya çocuklar dersin ortasına fenalık geçiriyor, bayılıyor. Bir bakıyoruz, kahvaltı yapmamış. Bir bakıyoruz, öğlen yemeği yiyememiş çünkü parası yok.”
Ve bu oran bütün ülkeler içerisinde Türkiye'de en yüksek, her 5 öğrenciden birisi. Siz asıl bununla mücadele edin.
Bir başka gerçek:
Çocuklar arasında, düzenli et, tavuk veya balık tüketebilenlerin oranı ne kadar biliyor musunuz?
TÜİK verisi.
Sadece %13.
Yani, her 100 çocuktan sadece 13’ü düzenli et, tavuk ya da balık yiyebiliyor bu ülkede.
100 çocuktan 87’si sağlıklı beslenemiyor.
İktidardakiler, seslenmek istiyorum:
Sadece sokaktaki kilolu vatandaşa değil; evine et girmeyen çocuklarla da biraz ilgilenin.
Unutmayalım, obezitenin önemli bir sebebi de, maddi imkansızlıklar sebebiyle sağlıklı gıdaya ulaşamadığı için sağlıksız beslenmek zorunda kalmak.
Yani ekmeğe ya da diğer ürünlere yüklenmek.
Hesap ortada:
Türkiye’de en düşük emekli maaşı 14.469 TL, asgari ücret 22.000 TL, açlık sınırı ise tam 24.000 TL şu anda Nisan sonu itibariyle.
Yani, dört kişilik bir aile asgari ücretle de emekli maaşıyla da temel gıda ürünlerini sağlayacak bir gelire sahip değil.
Sorunun tam da özünde bu var.
Siz ta damat döneminden TÜİK'e gerçeğin çok altında enflasyonu açıklattırırsanız, emeklinin asgari ücretinin maaşını da o uydurma düşük enflasyon oranında arttırırsanız işte millet böyle yoksullaşır.
En temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelir
Bu iktidarın milletin durumundan, vatandaşın akıbetinden haberi yok.
Bu yüzden biz diyoruz ki, insanları sokaklarda tartarken unutmayın:
Sorunun kaynağı ete, balığa ulaşamayan vatandaşımız değil; vatandaşımızı kuru ekmeğe muhtaç bırakanlardır; sorunun kaynağı iktidardır.
(Vur Vur inlesin Beştepe dinlesin…) Çok yakından dinliyorlar merak etmeyin, çok yakından.
Burada konuştuklarımız inanın hemen hemen her hafta bakıyorum hemen birkaç kavram, birkaç kelime hop dönüyor dolaşıyor, konuşma metinlerine giriyor. Gayet iyi dinliyorlar.
Bakın arkadaşlar tekrar iktidara sesleniyorum;
Sorunun kaynağı sokakta tartılanlar değil, parasını tartacak kantar bulamayanlardır; sorunun kaynağı iktidarınızdan nemalananlardır. (…)
Asıl onlardır sorun kaynağı.
Değerli arkadaşlar,
Gıda fiyatlarıyla ilgili büyük sorunlar var biliyoruz.
Ancak mesele fiyatla bitmiyor. Sağlıklı gıdaya erişim de şu anda Türkiye için büyük sorun.
“Pestisit” diye bir sorununu duymayanlar belki vardır,
Yani, tarımda toksik kimyasal maddelerin kullanılması; bu maddelerin ürünlerde kalması ve çevreye yayılmasından bahsediyorum. Pestisit sorununu.
Türkiye’den ihraç edilen meyve ve sebzeler, pestisitler sebebiyle Avrupa gümrüklerinden geri çevrildiğinde ancak bu gündemimize geldi.
Yoksa duymamıştık.
Ne zamanki Avrupalılar dediler ki; “ya bir dakika kardeşim biz bu meyve sebzeyi kendi vatandaşlarımıza yediremeyiz. Çünkü kimyasal var bunun içinde” diye ürünleri geri çevirince Türkiye'de gündem oldu.
Geçenlerde bir araştırma yapıldı. Ve Aralık 2024’te bizim Türkiye'deki satılan ürünlerle ilgili bir laboratuvar araştırması.
Aralık 2024’te şöyle bir araştırma yapıldı;
Şişli, Beşiktaş, Kadıköy ve Ataşehir gibi ilçelerindeki semt pazarları ile büyük zincir marketlerin İstanbul’daki bazı şubelerinden meyve, sebzeler böyle numune usulü bir araştırmacı tarafından alındı.
14 üründen tam 155 örneklik bir laboratuvar kümesi oluşturuldu.
Analiz edilen 155 örneğin tam 49’unda hormonal sistem bozucu, nörolojik gelişim bozucu, kanserojen ya da üreme sağlığı açısından tehdit oluşturan en az bir pestisit tespit edildi.
Şu orana bakın ya!
Avrupa'ya gidenler yakalanıyor da bu araştırmacı demiş ki; “bir de şöyle Türkiye'de satılan ürünlere bir bakayım ne var ne yok” demiş. Yaklaşık üçte biri ya…
Yani aldığınız sebze, meyvenin üçte birinde insan sağlığı için tehlikeli bu toksik maddeler var.
Bir devletin asli görevleri nedir arkadaşlar?
Vatandaşının sağlığını korumak değil midir?
Sağlıklı yaşamak en temel insan hakkı değil midir?
Nasıl olurda böyle bir başı bozukluğa izin verilir, anlaşılır gibi değil.
Yani Avrupa'da yaşayan canı bizim milletimizden daha mı kıymetli ki; biz oralardan sorunu anlıyoruz ondan sonra kendi içimize bakıyoruz
Buradan hükûmete çağrım, kapsamlı bir mücadele planı ile derhal pestisit sorununa el atın, vatandaşımızın sağlığını doğrudan etkileyen bu konuyu ülkemizin gündemden çıkarın.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin sonuna gelirken, bugünün “21 Mayıs Çerkes Yas Günü” olduğunu hatırlatmak isterim.
Çerkes kardeşlerimiz, iki dalga halinde anavatanlarından zorla sürüldü.
Birinci dalga, 21 Mayıs 1864’te sona eren Kafkas-Rus savaşını ardından oldu zaten 21 Mayıs oradan geliyor, ikinci dalga ise 93 harbinden, yani 1878’den sonra gerçekleşti.
İlk seferde Kırım ve Balkanlara sürülenler, 93 harbi sonrası ikinci kez yine sürüldüler.
Tarihçiler, zorla sürülen Çerkeslerin sayısının 1,8 ila 2,5 milyon arasında olduğu tahmin ediyor.
Daha da acısı; açlık, hastalık ve ağır koşullar sebebiyle bu insanların 3’te 1’i ila yarısının hayatını kaybettiği söylüyor, tarihçiler.
Ne yazık ki, uluslararası toplum bu kitlesel katliamı ve etnik temizliği tümüyle görmezden gelmiştir.
Oysa yaşananlar, Çerkes halkının ortak belleğindeki en büyük tarihsel acıdır.
Yine geçtiğimiz 18 Mayıs Kırım Tatarlarının yine sürülmesinin ve defalarca sürülmesinin anıldığı bir gündür.
Ben buradan hem geçtiğimiz 18 Mayıs hem de bugün 21 Mayıs vesilesiyle, bu büyük katliamlarda hayatının kaybeden hem Çerkes kardeşlerimizi hem de Kırım Tatarı kardeşlerimizi rahmetle anıyorum.
Tüm Çerkes vatandaşlarımıza ve Kırım Tatarı vatandaşlarımıza da bir kez daha huzurlarınızda baş sağlığı diliyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Tarih boyunca türlü türlü badirelerle karşılaştık.
Ama her zaman, ülkeyi bataklıktan çıkaracak yiğitler de bu milletin bağrından çıkmıştır.
İşte bugün, bu milletin bağrından çıkmış kadrolarla, vatandaşlarımızın halis duygularını asla, hiçbir zaman istismar etmeden yoğun bir şekilde çalışmaya devam ediyoruz.
Milletimiz bu kötü yönetime mahkûm değil!
Biz milletimizin yanında, gerçeklerinde tam ortasındayız.
Ve kimse unutmasın ki; bu ülke sahipsiz değil.
Biz varız, hep beraberiz ve buradayız.
Niyetimiz halis, yolumuz tertemiz.
Biz bu ülkenin her karış toprağında bir annenin duasını, bir babanın alın terini görüyoruz.
Gençlerin hayalleri, bizim de hayallerimiz.
O yüzden azimle yolumuza devam ediyoruz.
Umutsuzluğa bu ülkeyi teslim etmiyoruz.
Yine geçen Eyyûb Sultan'da bir hanımefendinin ifadesi; Umutsuzluk içerisinde umut olmak için çalışıyoruz.
Milletimiz başını yere eğmesin, boynunu bükük kalmasın diye gece gündüz çalışmaya devam edeceğiz.
Unutmayın:
Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığa en yakın olduğumuz andır.
Şimdi bir ve beraber olma, ortak akıl ile sorunlara çözüm bulma zamanıdır;
Milletimizle birlikte; demokrasi için, hukuk için, özgürlük için, zenginlik için, adalet için yeni yolda yürüme zamanıdır.
Biz buradayız.
Sözümüz var.
Kararlılığımız var.
Ve inanın birlikte başaracağız. (…)
Tüm bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi tekrar saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.