21 Aralık 2023
10. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
Kıymetli basın mensupları, değerli çalışma arkadaşlarım
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.
Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz.
*****
Değerli arkadaşlar;
Ülkemiz, üç bir tarafı denizlerle çevrili bir ülke, sadece doğa güzellikleriyle meşhur değil.
Sadece denizleri, ovaları, dağları ve antik kentleriyle meşhur değil.
Türkiye artık dünyanın dört bir yanından ülkemize akan çete liderleriyle de meşhur bir ülke oldu.
Her gün başka bir coğrafyadan birileri yakalanıyor bu ülkede.
Şimdi, size bir harita göstereceğim.
Şuraya haritaya bakın:
Bunu aslında atlas yaptırıp dağıtmak ve süreklide güncellemek lazım.
Bu kırmızılar ne biliyor musunuz? Kırmızılar, her bir ülkeden Türkiye’ye gelen ve yakın zamanda yakalanan çete liderlerinin ülkesi.
Yani sadece şu son zamanda Türkiye'de yakalanan çete liderleri hangi ülkelerden gelmiş? Avustralya'dan tutun Yeni Zelanda'ya; Rusya'dan, Çin'den başlayın Orta Asya’ya, Hırvatistan, İngiltere 'ye kadar uzanan bir harita var.
Burada kimler var?
Belçika genelinde uyuşturucu dağıtımını organize eden İngiliz uyruklu Mohammed Zakir.
İstanbul Büyükçekmece’de yakalanmış.
Böylece İngiltere de listeye son eklenenlerden birisi oldu.
Devam ediyorum,
Vietnam’da kırmızı bültenle aranan Çin uyruklu Chen Xuefeng.
Nerede yakalanıyor? Bağcılar’da. Bakın, Çin uyruklu Vietnam’da aranıyor, Bağcılarda yakalanıyor.
Böyle etnik çeşitliliği dünyanın hiçbir yerinde görmek mümkün değil arkadaşlar…
Şu platformlardaki dizilerde bunu bir senaryosunu yazsalar, film yapsalar dersiniz ki “yok artık ne alakası var.”
“Vietnam'da aranan adam nasıl oluyor da Bağcılar'da çıkıyor” dersiniz. “Bu kadar da olmaz” dersiniz. “Uydurma bir dizi bu” dersiniz.
“Vietnam’da aranan adamın Bağcılar’da ne işi var? Senaristler abartmış.” deriz.
Oysa bunların hepsi, gerçek.
Bir başka örnek.
Shamil Amirov. Rus. Yakalandığı yer neresi? Fatih.
Yeni Zelandalı Hohepa Ngakuru. Yakalandığı yer yine İstanbul.
Arkadaşlar,
Yeni Zelanda – İstanbul arası ON YEDİ BİN kilometre.
Bu ON YEDİ BİN kilometreyi, bu insan sonunuzun ne olacağını bilmeden, başına bir şey geleceğinden emin olmadan kat eder İstanbul'a gelir mi?
Birileri belli ki “gel” diye çağırmış.
Kim gel dedi bilinmez.
Belki arkadaşları, belki arkadaşlarının nüfuzlu arkadaşları.
Belki, iktidarın yeni arkadaşları, yeni dostları.
“Gel” demişler. “Burası senin için emniyetli.” Zaten dünyada ne kadar çete mafya varsa burada. Rahat. “Kimse ilişmiyor onlara” demişler. “Burada sana ekmek var.” Demişler.
O kadar örnek var ki.
Arnavutluk var, Hırvatistan var…
Bir de arkadaşlar, yakalanan insanların iş tuttuğu ülkeleri bu haritaya koymadık. Haritamıza eklemedik. Yani bu haritada sadece menşe ülke var, uyruğu olduğu ülke var. Yani vatandaşı olduğu ülkenin haritası. Bir de iş yaptıkları ülkeleri koysak haritaya bütün dünya kıpkırmızı.
Mesela Christijan Paliç. Hırvatistanlı.
Ticaretini Güney Amerika’da yapıyor. Ne ticareti olduğu malum... Uyuşturucu.
Biz Güney Amerika’yı işaretlemedik. İşaretlesek dediğim gibi neredeyse bütün dünya kıpkırmızı olacak.
Onları da doldursak boş yer kalmayacak zaten.
“Suç örgütü atlasımızın” son hali bu.
Bunlar sadece yakalananlar, sadece yakalananlar
Bir de yakalanmayanlar var. Yakalananlar ayrı, yakalanmayanlar ayrı.
Onlar bu haritada nereleri dolduracak, bilmiyoruz.
Onu artık İçişleri Bakanı’na sormak lazım.
Ama özellikle bir önceki İçişleri Bakanı’na sormak lazım.
Çünkü ‘yakalandı’ demek kolay.
Asıl soru şu: Bunlar niçin Türkiye’ye geldiler? Niçin Türkiye’yi seçtiler?
Nasıl geldiler? Ne zaman geldiler?
Kim onlar böyle elini kolunu sallayarak Türkiye'ye girerken, çıkarken acaba göz yumdu? Madem yakalanıyor, madem burada olduğu biliniyor, nasıl girdiler? Bugüne kadar niçin yakalanmadılar? Niçin bunca zamandan sonra yakalandılar?
Ne tür bağlantıları var? Ne tür ayrıcalıklar kullanarak bu ülkede geziyor bu insanlar?
Şu zamana kadar kim ya da kimler korudu bu suç örgütü liderlerini?
Bunların her birine cevap arıyoruz ve özellikle de buradan ülkenin Cumhurbaşkanına, Sayın Erdoğan’a soruyoruz. Çünkü nihai sorumlu sizsiniz. İçişleri Bakanı'nın biri geliyor, biri gidiyor. Bir öncekine yol veren, önünü açan da sizsiniz. Şu andaki İçişleri Bakanı’nı görevlendirdiler de sizsiniz. Dolayısıyla bu sorunların aslında hepsi doğrudan Sayın Erdoğan'a sorular. Bunların her birine cevap bekliyoruz.
Evet, “jeopolitik önem” diyorduk, “Türkiye çok önemli bir coğrafyada” diyorduk ama bazıları bu jeopolitik önemi yanlış anladı.
Ve bu güzel coğrafyamızın geldiği hal bu.
Bu cennet vatanı iktidarın getirdiği hal bu.
Cennet vatanımızı, “çete liderlerinin cennetine” çeviren iktidarın hâli bu.
*****
Değerli arkadaşlar, gerçekten bir yandan bu kadar hukuksuzluğun, bu kadar organize suç örgütlerinin cirit attığı bir ülkede ekonominin asla ama asla düzelemeyeceğine biz iddia ediyoruz. Ama öte yandan da ekonomiye dair çok büyük yanlışları, çok büyük eksikleri de sürekli vurguluyoruz.
Bugün 21 Aralık. KKM uygulaması başlayalı bugün tam iki yılında olurdu. Tam iki yıl önce bugün ben Polatlı'daydım. Polatlı Sanayi Ticaret Odası'nda bir programa davetliydim ve gece bu haberi alınca ertesi gün sabah ne dedim? “Bu KKM bu ülkeyi batırma projesidir. Bu ülkenin hazinesini batırma projesidir” dedim. Evet 2023'te ülkemiz asrın felaketini, asrın doğal felaketini yaşadı ama “asrın ekonomik felakette bu KKM olacaktır” dedim.
Rahmetli Özal'ın ta 1980'lerde kaldırdığı, “Bu ülkede enflasyonun müsebbibi budur. Gençlere vasiyetimdir asla bu ülkenin başını bir daha böyle bir belaya sokmayın” dediği bir uygulamayı 40 sene sonra şapkadan tavşan çıkarırcasına Sayın Erdoğan çıkarttı ve ülkenin başına musallat etti. Yeni ekonomi yönetimi bundan kurtulmaya çalışıyor.
125 milyar dolara çıkan KKM uğraştılar uğraştılar 6 ayda indirebildikleri rakam 94 milyar. Hala 94 milyar dolarlık bu ülkede KKM var. Ve 2023 Temmuz'una kadar bu KKM’ye ödenen kur farkı 312 milyar TL. Biliyorsunuz yeni ekonomi yönetimiyle beraber artık bu kur farkları Merkez Bankası tarafından ödeniyor.
Merkez Bankası ne kadar kur farkı ödediğini açıklamıyor. Hani şeffaflık? “Karşılıksız para basarak ne kadar ödüyorsunuz buna ya, çıkın söyleyin” diyoruz, yeni ekonomi yönetimi, yeni Merkez Bankası Başkanı bunu açıklamıyor. Ama biz nereden bakıyoruz? Merkez Bankası'nın açıklanan rakamlarından tahminlerde bulunabiliyoruz.
Son 6 ay arkadaşlar Merkez Bankası'nın bilançosunda tam 800 milyar liralık bir zarar birikti. 800 milyarlık zarar. Bakın 2024 bütçesine 1 trilyon 254 milyarlık bunlar faiz ödeneği koydu mu?. Son 6 ayda Merkez Bankası'nın zararı hemen hemen sıfırdan çıktı 800 milyar TL 'ye. Ve bu 800 milyarlık zararın büyük bir bölümünün bu KKM’a ödenen kur farkı olduğunu biz tahmin ediyoruz. Değilse çıksın açıklasınlar. Hesap versinler işte yıl sonu geliyor. Merkez Bankası desin ki; “benim şu anda 800 milyar liralık zararım var. Bu 800 milyarlık zararın sebebi şudur, şudur, şudur” diye çıksın açıklasın.
Gerçekten değerli arkadaşlar, bu kadar faiz artışı, bu kadar zamlar, bu kadar vergi artışı bunların hepsi enflasyonla mücadele için yapılmıyor mu? Faiz yüzde 8,5’tan yüzde 40’a enflasyonla mücadele için çıkarılmadı mı? Motorlu Taşıtlar Vergisi’ni bir kere daha alan iki kere bu milletin adeta canına okurcasına bindiği arabadan iki kere vergi alan hükümetin kendisi değil miydi? Bunu enflasyonla mücadele adı altında yapmadı mı? Akaryakıt ÖTV'sini üçe katlamadı mı? KDV'yi ÖTV'yi artırmadı mı? Bunların hepsinin sebebi neydi? “Biz enflasyona mücadele edeceğiz, fedakârlık yapın. Fedakarlığa hazır olun.” 85 milyondan fedakârlık bekleyenler elinde parası olana milyarlarca kur farkı ödemekten çekinmiyorlar. Onlardan fedakârlık beklemiyorlar. Onlardan vergi almıyorlar bakın. KKM ile ilgili çok ciddi vergi avantajları var. Hepsi devam ediyor. Hepsi gerçekten inanılır gibi değil.
Siz bu kadar bu milletin sırtına faiz yükünü yükleyin, vergi yükünü yükleyin, “enflasyonla mücadele edeceğim” diye dönün Merkez Bankası'na para bastırın, o mevduatı olanlara kur farkı verin ama unutmayın ki bastığınız karşılıksız para enflasyonu üretmeye devam ediyor. Yani bir yandan siz “enflasyonla mücadele edeceğim” diye vergi artıyorsunuz faiz artırıyorsunuz ama öteki yandan da sürekli karşılıksız para basıp enflasyon üretmeye devam ediyorsunuz. Bu gerçeği artık bütün milletimizin görmesi lazım. Ve ben cevap bekliyorum. Merkez Bankası Başkanı tamam da aslında onu atayan şu an görevden alabilecek olan bir kişi var, Sayın Erdoğan'dan cevap bekliyorum. Siz Merkez Bankası'ndan bu 800 milyarlık zararı kime ödediniz? Niçin ödediniz ve bunu KKM’ye ödenen kısmı nedir? Bu milleti ne kadar zarara soktuğunuzu çıkın açıklayın.
*****
Değerli arkadaşlar,
Geçtiğimiz günlerde, Selçuklu ilçe kongremiz için Konya’daydım.
Oradaki konuşmamda “Bizim en büyük zenginliğimiz insanımız, En büyük zenginliğimiz insan kaynağımızdı” demiştim.
“Yunus Emre’den Mevlana’ya, Hacı Bektaş-ı Veli’den Ahmet Yesevi’ye, Feqîyê Teyran’a… En büyük zenginliğimiz, el aldığımız insanlarımız; bir arada dostça, huzurla yaşayan vatandaşlarımızdır” demiştim.
Ancak Türkiye’de bazıları, siyaseti sadece hamasetten ibaret görüyor.
Siyaset eşittir, hamaset onların gözünde…
Bunlar, ülke için zerre kadar faydalı bir iş yapmayan insanlar.
Dikkat edin, nerede hamaset var, orada hiçbir iş üretimi yok. Orada fikir yok. Ne var? Sadece bağırıp çağırma var. Kavga var, gürültü var.
Birbirleriyle ancak hamaset yarışı yapıyorlar.
Tüm insani değerleri ayaklar altına alıyorlar.
Kendilerine bir gün Kürtleri, bir gün sığınmacıları hedef alıyorlar.
Çünkü onlar, kendi kimliklerini düşmanlıklar üzerine inşa ediyorlar.
Sen kimsin diye sorduğunuzda;
Hemen lafı “Benim düşmanım budur” demeye getiriyorlar.
Ya sen kimsin arkadaş onu bir söyle. Ne diyor? “Ben buna düşmanım, benim düşmanım budur.”
İşte, Fikir üretemeyenler, çözüm üretemeyenler, çareyi düşman üretmekte buluyorlar.
Bunun en son örneklerini şu son bütçe döneminde de yaşıyoruz.
Önce bir Kürtçe krizi yaşadık…
Bir partinin eş genel başkanı, genel kurul görüşmelerinde Kürtçe konuştu.
Çok büyük ayıp değil mi?
Biliyorsunuz, ülkemizde en çok konuşulan ikinci dil bu Meclis çatısı altında yasak sayılıyor.
Tutanaklara X yazıyorlar. “Bilinmeyen dil” yazıyorlar.
Fransızcayı, İngilizceyi bilenler, konuşulduğunda tanıyanlar, ülkemizde milyonlarca insanın konuştuğu dilin hangi dil olduğunu bilmiyor.
Şimdi en son tutanaklara baktık; Bu seferde ne yapmışlar? Üç nokta koyup altına da “Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi” demişler.
Ya şunu adını bir koyun ya. Siz bunun adını koymazsanız bu ülkede eşit vatandaşlıktan bahsedemezsiniz. Bu ülkede temel haklardan bahsedemezsiniz.
Meclis başkanı da uyarmış demiş ki:” Burası meclis, burada Türkçe konuşulur” demiş.
Ne oldu kürsü özgürlüğüne? Değil mi? Kürsüde ifade özgürlüğü yok mu? Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin genel kurulu kürsüsünde.
Meclis başkanının bu çıkışı bile küçük ortağa yetmemiş.
Daha güçlü bir tepki istiyor küçük ortak.
“Yeterince sert uyarmadın” diyor.
E krizlerin ortağı bu tabii… Kavga istiyor, kriz istiyor…
Çünkü, kavgadan besleniyor.
Bu güzel ülkeyi insanımızın diliyle, kültürüyle bölmek istiyor.
Çünkü arkadaşlar, onun arzuladığı Türkiye, meclis çıkışında milletvekillerin polis araçlarına bindirildiği bir Türkiye… Öyle bir Türkiye istiyor.
İktidarın hamaseti, ayrımcılığı onu kesmiyor onu. Daha fazlarını istiyor.
Hep daha fazlasını istiyor, ucu bucağı yok.
AK Parti’li arkadaşların da ne kadar sıkıştığının herhalde farkındasınız
Durmadan küçük ortaktan sopa görüyorlar.
Ne de olsa kayyum, sopa elinde…
Anayasa Mahkemesi-Yargıtay krizinde bunu gördük mü? Gördük…
50+1 kavgalarında bunu gördük mü? Gördük, şimdi yine görüyoruz.
İktidarın ortağı Kürtçe’ye savaş açmışken; aynı gün mecliste konuşan Cumhurbaşkanı Yardımcısı ne diyor?
“Eşit vatandaşlık” diyor. “Bunun ülkemizin birliği, bütünlüğü açısından çok çok kıymetli olduğunu düşünüyorum” diyor.
Çok doğru. Ama bu “eşit vatandaşlık” konusunu önce oturup şu yanlarındaki ortaklarıyla konuşmaları lazım. Ne anlıyorlar bundan?
Kürtçe’ye tahammül edemeyen bir kişi tarafından yönlendirilmeyi bu arkadaşların reddetmesi lazım.
Yargıdaki dosyalara müdahale eden, mafyayla-çete liderleriyle poz veren bir ortağı, 28 Şubatçılarla kol kola girmeyi reddetmeleri lazım.
Reddetmiyorlar. Yan yana yürümeye hatta iktidarın anahtarını sık sık onlara teslim etmeyi bizzat tercih ediyorlar.
İktidar partisi, iktidarda bir gün daha fazla kalmak uğruna mecbur kaldığı bu çekişmede, artık kaybetmek üzere.
Çünkü; diğer ortak idmanlı, tecrübeli. Bu işi on yıllardır yapıyor. Yeni değil…
Bizlerin de yanında olduğu günlerde Sayın Erdoğan, çözüm süreci, eşit vatandaşlık hamleleri yaparken, onlar ayrımcılığa devam ediyordu.
Bizlerin de yanında olduğu günlerde Sayın Erdoğan, Alevi Çalıştayları yaparken, onlar ayrımcılığa tam gaz devam ediyordu. Hatırlayın, hakaret, küfürler havada uçuyordu…
Biz, mahkemelerde kimi hakimlerin yüzlerine aldıkları rüşvetlerin okunduğu bir ülkede, iki ortağın çatışmasını ancak acı bir tebessümle izliyoruz.
Biz, ülkeye bir dolar fazla döviz girsin diye, kapı kapı dolaşılan bir dönemde, iki ortağın bu konudaki çatışmasını da trajik buluyoruz.
Hep hatırlatacağım:
Ekonominin olmadığı, hukukun olmadığı, adaletin olmadığı bir ülkede; milliyetçi geçinenlerin yaptıkları hamasetten öte bir yere gitmez.
Mafyayla poz verenlerin milliyetçiliği, hamasi sloganlardan ibaret kalıyor.
Sinan Ateş cinayetinin üstünü örtmeye çalışanların milliyetçiliği değil, olsa olsa çeteciliği olur.
Bu milletin, 85 milyon evladının her birini, aynı samimiyette kucaklayamayanlar;
Bu milleti ayrıştıranlar, kutuplaştıranlar; fitne fesat peşinde olanlar,
Bu güzel ülkeye zerre kadar faydası olmayanlar; düşmanlıktan beslenenler…
Milliyetçilikten bahsetmesinler.
Biz onların bu hamaset yarışında yokuz.
Biz diyoruz ki, bu yarışta galip, sayılır mağlup.
Biz, “hizmette yarışında” varız.
Biz bu ülke için taş üstüne taş koyma yarışında varız.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bu konuların çok benzerini, aynısını, yine meclis çatısı altında, muhalefetten de görüyoruz.
Hep söylüyorum. Bizim mücadelemiz bir zihniyet mücadelesidir.
Biz ayrımcı, otokrat, otoriter zihniyeti topyekûn reddediyoruz.
İktidardaki otoriter zihniyetin aynısını, yer yer muhalefet temsilcilerinde de görüyoruz ve onu da reddediyoruz.
En son örneğini Milletvekili George Aslan’ın, ülkemizde yaşayan Rum, Ermeni ve Asuri Süryanilerin Noel’ini anadilinde kutladığında gördük.
İki cümle Süryaniceye de tahammül edemedi bazıları.
Yüzlerce kez tekrar ettim, tekrar etmekten de usanmayacağım:
Bizim demokrasi hedefimizde:
Türk-Kürt-Arap-Laz-Çerkes fark etmez,
Müslüman-Gayri Müslüm fark etmez,
Sünni-Alevi fark etmez
Muhafazakâr-seküler fark etmez,
Milliyetçi, liberal, sosyalist hiç fark etmez
Kim olursa olsun; hangi mahalleden, görüşten olursa olsun; herkes ama herkes bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşıdır.
Biz tam demokrasi hedefimizde kararlıyız. Ve bunu da laf olsun diye söylemiyoruz. Yaptığımız çalışmalarla ortaya koyuyoruz. İşte bütün eylem planlarımızla milletimizin karşısındayız. Laf üretmiyoruz, iş üretiyoruz. Taahhütlerimizin hepsini yazılı hale getiriyoruz. Bütün bu konularla ilgili bakın Temel Haklar Eylem Planımız tam 354 madde arkadaşlar. Hepsi birbirinden kıymetli. Eğer tam demokrasi diyorsak çözümü burada var. Anayasa değişikliğiyle var. Yasa değişikliğiyle var. Uygulamasıyla var. Her şeyle var.
Ancak bir yandan temel haklar konusunda sapasağlam bir duruş ortaya koyarken hedeflerimizi sapasağlam ortaya koymuşken mesele eğer terörse, mesele şiddetse orada da kalın bir kırmızı çizgimiz var. Teröre, şiddete müsamaha olmaz. Teröre şiddete sempatiyle bakanlara müsamaha gösterilmez. Teröre, şiddete zımni destek veren veya şöyle ya da böyle olumlayanlar karşılarında da herkesten önce bizi bulur. Bu konuda da sağlam duruşumuzu ülke olarak korumak zorundayız. Bu ülkenin şiddetten, terörden besleyenlere kapıları açık tutmasına da kesinlikle karşı durmalıyız.
*****
Kıymetli arkadaşlar,
Son 6 aydır yaşadığımız bir gerçeği de burada ifade etmek istiyorum.
Biz, muhalefet bloğu olarak, büyük bir inanç ve umutla girdiğimiz genel seçimlerde arzu ettiğimiz başarıyı yakalayamadık.
Seçim sonuçları, sadece muhalefeti destekleyen seçmenlerde değil, aktif siyaset yapan birçok insanda da hayal kırıklığı ve umutsuzluk yarattı. Bunun da farkındayız.
Seçim sonrasında muhalefet partilerinin kendi iç tartışmaları, partilerin birbirlerini suçlama yarışı, bu hayal kırıklığını daha da derinleştiriyor.
Şurada seçime 3 ay kalmış. Daha dün masada oturanların birbirleriyle ilgili neler söylediklerini, neler yaptıklarını büyük bir hicapla izliyoruz inanın.
Bu tür tutumlar güven oluşturmaz. Dün elini tuttuğuna bugün “düşman” derseniz güveni oluşturamazsınız. “Dün adayımdır” dediğinize bugün “korkak” derseniz güveni oluşturamazsınız.
Ancak şunu açıkça vurgulayarak ifade etmek istiyorum ki,
Ülkemizdeki kötüye gidişi durdurmak, milletimize hizmet etmek için en etkili yol, “meşru demokratik siyasettir” arkadaşlar. Bundan daha etkili bir yol yok.
Bu hukuksuzluğa, adaletsizliğe itirazı olanlara, yüreği vatan sevgisiyle dolu olan herkese, tüm demokratlara buradan seslenmek istiyorum:
Asla siyasetten vaz geçmeyin.
Siyaseti, ülke yönetimini, kifayetsizlere bırakmayın.
Bu her vatandaşımızın sorumluluğudur ama siyasette devlet yönetiminde az ya da çok bulunmuş olan herkesin öncelikle bir sorumluluğudur.
Siyasete ve siyasi partilere eleştirilerinizi de bizzat siyasetin içinde olarak, değişimin ve tartışmaların bir parçası olarak yapın.
Türbinlere çıkmaktan kolay bir şey yok. Önemli olan bizzat meşru demokratik siyasetin içinde olmak ve doğruların mücadelesini siyasetin içinde vermektir. Çünkü ne olursa olsun bu ülkenin yarınlarının kurtuluşu, bu ülkenin içinde bulunduğu bu krizlerden çıkışı ancak ve ancak meşru demokratik siyaset eliyle olacaktır.
Daha önce de ülkemizin tüm demokratlarına bir çağrıda bulunmuştum.
Muhafazakâr demokratlara, milliyetçi demokratlara, sosyal demokratlara, liberal demokratlara, “Ben demokratım” diyen herkese bir çağrıda bulmuştum:
Gelin hep beraber DEVA’da buluşalım demiştim.
Çünkü demokrasiyi özümsemek, tam demokrasiyi hedeflemek çok samimi bir yaklaşım gerektirir. “Bugün siyasette moda budur bu satıyor” deyip de her gün çizgi değiştirenler bu millete bir fayda bir faydada bulunamazlar.
Onun için bizim çizgimiz çok net, çok açık. Biz hep tam demokrasi dedik. Önce insan dedik ve bu çizgimizde kararlılıkla yürüyeceğiz. Rüzgâr nerden eserse esin. Günün modası ne olursa olsun çizgimizden duruşumuzdan asla vazgeçmeyiz.
Çünkü bu milletin nihai çıkarının ancak ve ancak tem demokrasiden geçtiğini gayet iyi biliyoruz.
Ben bunun içindir ki Türkiye'nin tüm demokratlarına buradan tekrar seslenmek istiyorum;
Ülkemiz için faydalı bir şeyler yapma çabasında olan; vaktini, enerjisini, tüm emeğini bu uğurda harcamış tüm vatanseverlere sesleniyorum:
Bu ülkenin geleceği için çaba gösteren herkesi bir araya getirme vakti geldi.
Yaşadığınız hayal kırıklıkları sizi siyasetten soğutmasın.
Lütfen pes etmeyin.
Bu büyük ve güzel ülkeden asla umudunuzu kesmeyin.
İlkeli siyasetin mümkün olduğunu unutmayın.
Düzgün, vatansever insanların siyasetten uzaklaştığı bir ülkenin yarınları bugünlerden daha iyi olmayacak.
Gelin, hep birlikte çalışalım.
Temiz, ilkeli bir siyasetin mümkün olduğunu herkese gösterelim.
Birlikte çalışarak, hepimiz için çok daha güzel yarınları birlikte inşa edelim.
Emin olun, bütün kalbimle inanarak, bütün samimiyetimle söylüyorum ki;
Bizi yetiştiren, bugünlere getiren bu ülkeye, bu vatana, bu devlete borcumuz budur…
Ben, Ali Babacan olarak diyorum ki, siyasetten daha etkili bir yol olduğunu bilsem, 1 dakika durmaz oradan mücadele ederdim, ama öyle bir yol yok.
Tekrar ifade ediyorum;
Gidişatı değiştirmek için, siyasetten daha etkili başka bir “meşru yol” yok.
Gelin, hep beraber siyasette olalım, DEVA’da olalım.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Bu ayın başında yerel seçimlerle ilgili ilk grup adayımızı açıkladık. 51 adayımızla milletimizin karşısına çıktık. Önümüzdeki hafta da inşallah yine Ankara'da yapacağımız bir lansman töreniyle ikinci grup belediye başkan adaylarımızı açıklayacağız.
Ve adaylarımızın her birisi genel merkezimizde bilgilendirme ve eğitim toplantılarına katıldılar. Geçen hafta sonu ilk 51 adayımız Cumartesi, Pazar günü iki gün kapandılar. Ve belediye yönetimiyle alakalı bu işin mali yönetimi, iletişim yönetimiyle alakalı çok detaylı bir eğitim programına tabi oldular.
Ve her bir adayımız bu etik kurallar bildirgemizi imzaladı. Burada tek tek tek tek bizim adaylarımız seçildikleri takdirde hangi etik kurallara sadık bir şekilde çalışacaklarını okuyorlar, içselleştiriyorlar ve bunun altına imza atıyorlar. Ondan sonra adayımız oluyorlar. Ve bu Türkiye'de siyasette bir ilk. Daha önce böyle bir şey yapılmamış. Onun içindir ki yerel yönetimlerde büyük sıkıntılar var. Yerel yönetimlerin çoğunda kirlil işler çok. Biz sadece etkin bir belediyecilik demiyoruz. Yani tek tek tek tek burada Yerel Yönetimler Ve Şehircilik Eylem Planınızla ortaya koyduğumuz ve yine DEVA belediye adıyla ortaya koyduğumuz etkin yönetimden bahsetmiyoruz. Aynı zamanda temiz bir yönetimden de bahsediyoruz.
Bu yerel seçimlerin ülkemiz için demokrasimiz için hayırlı olmasını pek çok ilimize, ilçemize, beldemize daha güzel bir belediye yönetiminin gelmesi için vesile olmasını ben tekrar diliyorum. Ve sözlerime şimdilik burada ara veriyorum. Eğer sorularınız varsa basın mensubu arkadaşlarımızdan sorularınıza cevap vermeye çalışayım.
*****