19 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 2. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

19 Ekim 2023

 
TBMM 2. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
 
Değerli Milletvekillerimiz,
 
Değerli genel merkez kurul üyelerimiz,
 
Değerli basın mensupları,
 
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
 
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Geçtiğimiz hafta sözlerime hemen yanı başımızdaki insanlık dışı olaylarla başlamıştım.
 
Maalesef son bir haftada, geçtiğimiz haftadan bugüne geçirdiğimiz bir hafta yine çok vahim insanlık dışı olaylara sahne oldu. Durum daha da kötüleşti.
 
Filistin-İsrail meselesi gerçek anlamda bir insanlık felaketine dönüştü.
 
7 Ekim’deki Hamas saldırısının üzerinden geçen 12 günde, İsrail, terör saldırısı mazeretini ileri sürerek, orantısız ve hukuksuz bir şekilde askeri güç kullanıyor.
 
Dün Filistin Büyükelçisi Sayın Faed Mustafa ile görüştüm. Heyetimizle birlikte kendisini ziyaret ettik.
 
Kendisine Filistin halkı için taziyelerimizi, üzüntülerimizi, yaralılar için acil şifa dileklerimizi ilettik. 
 
Filistin davasının bizim de davamız olduğunu, kalbimizin Filistinli kardeşlerimizle beraber olduğunu kendisine ifade ettim. 
 
Dışişleri Bakanlığım döneminde ilk ziyaretlerimi Ortadoğu bölgesine yaptığımı ve o ilk ziyaretlerden birinde de Devlet Başkanı Sayın Mahmut Abbas’la iftar buluşmamızı, o dönemdeki barış çabalarımızı ki oldukça iyi sonuç aldığımız barış çabalarını kendisiyle görüştük, hafızalarımızı tazeledik.  
 
Değerli Büyükelçi’den de Gazze’deki son durumla ilgili kıymetli ve güncel bilgiler aldım.  
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Tekrar tekrar söylüyorum: 
 
Dünya Filistin’in sesini duymak zorunda.
 
Bu bir insanlık meselesi.
 
Bu can meselesi, hayat meselesi.
 
Şu anda dundan daha önemli herhangi bir konu gündemimizde olamaz. 
 
12 gündür, sivillerin hedef alındığı çok sayıda saldırı gerçekleştirildi. Hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bini geçti. Bunların yaklaşık 3’te 1’i çocuk. 
 
Sadece salı akşamı yapılan hastane saldırısında hayatını kaybedenlerin sayısı dün açıklanan rakamlara göre 471. 
 
Gazze’ye karşı hava saldırıları dün de kesintisiz olarak devam etti. 
Zannetmeyin ki o hastanedeki patlamadan sonra, o bombalama hadisesinden sonra bir ara verildi, değil. Şu anda fiilen Gazze’ye karşı saldırılar aynen devam ediyor. 
 
Hastane saldırısından saatler önce o bölgede oynayan çocukların görüntülerini izleyen ve o çocukların saldırı sonrası cansız bedenlerini gören hiç bir insan olanlara kayıtsız kalamaz. 
 
Gazze halkı sadece havadan yapılan saldırılarla ölmüyor; temel ihtiyaç maddelerine ulaşamadığı için de hayatını kaybediyor. 
 
21. yüzyılda, milyonlarca insan büyük bir açlıkla, susuzlukla sınanıyor.
 
İlaç, gıda gibi en temel insani malzemeler bugün Gazze'ye ulaşmıyor, ulaştırılamıyor. 
 
Acilen ama acilen Refah Sınır Kapısının açılması gerekiyor. Şu anda Gazze'nin tek nefes kapısı orası. Biliyorsunuz, Gazze denizden de abluka altına alınmış ve yıllardır izolasyon içerisinde, kuşatma içerisinde bir bölge. 
 
Birleşmiş Milletler, Gazze'deki mevcut gıda stoklarının en fazla bir hafta yeteceğini söylüyor.  Yıkım sebebiyle, toptancıdan perakendeciye tedarik zinciri de çalışmıyor, işlemiyor.  
 
2 milyon 200 bin insanın böylesine insafsız bir muameleye maruz bırakılması gerçekten akıl alır gibi değil. 
 
Olanlara sessiz kalmak, bu insanlık suçlarına ortak olmak demek. 
 
Üstelik, Gazze’de elektrik ve su da kesik. 
 
Bu kesintilerin derhal sona ermesi gerekiyor.  
 
Jeneratörlerin yakıt depoları hızla boşalıyor. Akaryakıt sevkiyatı da yapılamıyor. 
 
Dün de söyledim, tekrar ediyorum. Tüm hastaları, diğer ihtiyaçları bir kenara bırakalım, Birleşmiş Milletler Gazze’de 50.000 hamile kadın olduğunu söylüyor.
 
Bu ne demek? Yaklaşık 5.000 kadın önümüzdeki bir ay içerisinde doğum yapacak demek. 
 
Bahsettiğim kesintilerin ve ambargonun devam etmesi, doğmamış çocukların da hamile kadınların da hayatının, canının tehlikede olması demek.  
 
Bu kadar da değil.
 
Bağımsız hak örgütleri İsrail’in fosfor bombası kullanarak savaş suçu işlediğinde söylüyor.  
 
İşlenen tüm savaş suçları bu iddialar mutlaka soruşturulmalı, hak örgütlerinin raporları dikkate alınmalı.
 
Kimse terör saldırılarını bahane etmesin. Savaş hukukuna aykırı davranmak için kimse haddine de değil, hiç kimse kendi yaptıklarına kılıf uydurmasın. 
 
Amerika, Avrupa Birliği; herkes bir karar vermeli:
 
Bu suça ortak olacak mısınız?
 
Buna sessiz kalan bir dünya olamaz. Ben bunu reddediyorum. 
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Bir başka önemli husus ise İsrail’in Gazze'yi işgal için kara operasyonuna hazırlanması…
 
Bu operasyon, milyonlarca insanın evinden, yurdundan olması anlamına gelecek.
 
Bu işgal hazırlığı  “etnik temizlik” tehlikesinin habercisidir.
 
Planlanan işgal uluslararası hukuka uygun değil. Hukuksuzdur. 
 
Kolektif bir cezalandırma, masum insanlara, milyonlara eziyet; akla da vicdana da insanlığa da sığmaz.
 
Böylesi bir operasyona tüm dünya karşı durmalı.
 
Bizim, hep beraber Ortadoğu’yu barış bölgesi yapmamız gerekiyor.
 
Bu, hepimizin büyük sorumluluğumuz.
 
Biz, dünyanın vicdanının sesi olarak bunu başarabiliriz.
 
Bu hususta Dışişleri Bakanlığının girişimlerini kıymetli ve önemli bulduğumu özellikle belirtmek isterim.
 
Türkiye'nin aslında bölgede barış için önemli bir potansiyeli vardır. Barışı sağlama konusunda Türkiye'nin üzerine düşenler vardır. 
 
Ancak, üzülerek izliyorum ki, Türkiye’nin itibarı, Türkiye’nin sözünün gücü eskisi gibi değil.
 
Unutmayalım; bir zamanlar “one-minute” diyerek İsrail’e meydan okuyanlar, sırtlarını Türkiye’nin ekonomik gücüne ve itibarına dayıyorlardı. Böylesine o ses yüksek çıkıyordu. 
 
Saçma sapan, akıl dışı uygulamalarla ekonomimizi mahvettiler.  
 
Kendi içinde, kendi ürettiği sorunlarla cebelleşen bir Türkiye’nin, bölgenin sorunlarını çözme gücü, kabiliyeti de azalıyor doğal olarak. 
 
Buna da çok üzülüyorum. İnanın içim yanıyor. 
 
Türkiye şu anda, tam da bu insanlık faciasında çok daha etkili olabilirdi. Çok daha güçlü bir rol oynayabilirdi ve bu işlenen kıyıma gerçek anlamda ‘dur’ diyebilirdi. Ama maalesef şu anda Türkiye'nin sözünün gücü eskisi kadar yüksek değil. 
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
DEVA Partisi olarak biz bu çatışmanın hakiki bir çözüme kavuşmasının bölgemiz için bir hayat-memat meselesi olduğunu düşünüyoruz. Ve bunu sık sıkta ifade ediyoruz. Unutmayalım, bölgemizdeki pek çok sorunun köküne indiğimizde burada Filistin-İsrail meselesi yatar. 
 
Ve Kök sebepler sona ermedikçe milyonlarca eve ateş düşmeye devam edecek. 
 
Hiçbir savaş sonsuza dek sürmez, süremez. 
 
Her savaş, her toplumun kaybı demektir. Gazze’deki bir hastanenin bombalanması, İsrail’in de kaybetmesi demektir. Aynı zamanda İsrail’in de kaybıdır Gazze’deki milyonların aç kalması.
 
Devam eden savaş; İsrail ve Filistin halklarının topluca, beraberce kaybı demektir. 
 
Ben bir kere daha çözümün altını çizip hatırlatıyorum:
 
İsrail, üç İlâhi din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmedikçe; bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan, genişletmekten vazgeçmedikçe; Filistin halkı üzerinde uygulanan tecrit sona ermedikçe; kalıcı barışın asla sağlanamayacaktır.
 
Biz çözümün BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulması olduğunu söylüyoruz.
 
Tüm dünyayı Filistin-İsrail barışını sağlamak için ortak hareket etmeye davet ediyoruz:
 
Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu meseleyi çatışma çözümü zemininde ele almalıdır.
 
Tam bu noktada, Amerika Birleşik Devletleri’nin şu ana kadar ortaya koyduğu tutumu kınadığımı da belirtmek istiyorum: 
 
ABD, sürecin başından beri, çatışmanın çözümü için değil, taraflardan birinin gücünü tahkim etmesine şu anda yardımcı olmaktadır. 
 
Başkan Biden’ın bölge ziyareti, yaşanan insanlık felaketine de herhangi bir çözüm bulamamıştır. 
 
Dünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında da Amerika Birleşik Devletleri, çatışmalar ara verilmesi ve insani yardım ulaştırılmasıyla ilgili karar tasarısını veto etmiştir. Biliyorsunuz Katar’ın öncülüğüyle Brezilya’nın sunduğu bir tasarıydı bu. Tek bir veto var, ağırlıklı olarak ‘evet’ ama tek bir veto ile bu karar tasarısı kabul edilmemiştir.
 
Savaş suçunun savunması olmaz. On binlerce masumun kanı dökülürken, yüz binlerce bebeğin canı söz konusuyken; kıyım savunulmaz, savunulamaz. 
 
Bakın arkadaşlar, özellikle vurgulamak isterim:
 
Bir devlet, eğer gerçekten hukuk devletiyse, gücünü adaletten alır.
 
Şartlar ne olursa olsun insan haklarını savunan, çifte standartlarla hareket etmeyen ve insandan yana tavır alan ülkeler güçlerini ahlaki meşruiyetten, vicdani meşruiyetten alır.
 
Ahlaken yüksek zeminde hareket eden ülkelerin “sözünün gücü” olur. 
 
”Sözün gücü”, çoğu zaman paranın gücünden de, silahın gücünden de daha büyük bir güçtür. 
 
Bilin ki, bir ülke gücünü sadece silahtan alıyorsa, o ülke ancak zulme ortak olur. 
 
Tekrar ediyorum:
 
Herkes savaş suçlarına güçlü şekilde karşı çıkmalı, insani yardımlar için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Geçtiğimiz hafta ülkemizin gündeminde çok vahim bir hukuk skandalı yaşandı.
 
Biliyorsunuz; her zaman tekrar ettiğim bir husus var:
 
Hukuk olmadan, ülkemizdeki hiçbir mesele çözülmez. Çözülemez. 
 
Aslında olay daha önce olmuş ama bir gazetecinin haberi ile kamuoyuna duyuldu ki; İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın Hakimler ve Savcılar Kurulu’na verdiği dilekçe ile yargı içinde çete ve çetecikler oluştuğuna ve bir rüşvet çarkı bulunduğuna ilişkin bir iddia da bulundu ve şikayet dilekçesi sundu.  
 
Bu ve benzeri iddialar biliyorsunuz, senelerdir kamuoyu gündemine artan oranda geliyor.
 
Yargı içinde farklı grupların kümelendiği, bu grupların çıkar ve menfaat sağladığı, hukuksuzluğu yaygınlaştırdığı uzun süredir ülkemizin gündeminde olan bir konudur.
 
Ancak bu sefer, Türkiye’nin en büyük adliyesinin, İstanbul Anadolu Adliyesinin Başsavcısı tarafından, hem de o kendi o büyük binada kendi çatısı altında çalışan insanlarla ilgili bir başvurusu söz konusu.
 
“Bu, bir çürüme değildir de nedir?” Diye soruyorum
 
“Bu, bir çığlık, bir feryat değildir de nedir?” Diye soruyorum
 
Başsavcı; kendi kurumuyla ilgili bir isyanda, dikkat edin.  
 
Bir başsavcı çürümenin resmini çekiyor ve resmen yazıyla HSK başvuruda bulunuyor. 
 
İsim isim bazı yargı mensuplarından söz ediyor.
 
İsimlerini vererek iş insanı kimliği ile bildiğimiz kişilerin davaları ile ilgili müdahaleden bahsediyor.
 
Sözde gazeteci diyebileceğimiz birinin davasıyla ilgili müdahaleden bahsediyor. İsim isim bunları anlatıyor. Somut iddialar var, böyle genel ifadeler değil. 
 
Bakın, bunların gerçek olup olmamasından öte; bu iddiaların konuşulması, hele hele Anadolu Adliyesinin Başsavcısı tarafından söylenmesi, ülkedeki herkesi ayağa kaldırmalıdır.
 
Hafife alınacak, önemsenmeyecek bir meseleden bahsetmiyoruz, burada.
 
Çete liderlerinin tahliyesi, akçeli işlerle yargı kararlarının alınmasından bahsediyoruz… Bunlar hukuk devletinde olabilir mi? 
 
Böyle iddialar söz konusu iken Türkiye’deki hiçbir meselenin çözülmesini beklemeyin. Çözülmez, çözülemez. 
 
Ekonomik krizden-yıkımdan bahsediyorsak, bu mektubu ciddiye almayan bir yaklaşımla bu ülkenin sorunları çözemezsiniz. Ülkenin ayağa kalkması lazım. “Nedir bunlar?” diye derhal soruşturmalar başlaması gerekiyor. Belki de başlamıştır bilemiyoruz ama niçin bu konu ısrarla gözlerden uzak tutulmaya çalışılıyor? Niçin bir gazetecinin haber yapmasıyla bütün Türkiye bundan haberdar oluyor? Bunların hepsini sorgulamak gerekiyor.
 
Güçlü devlet sağlam hukuk sistemiyle ancak olabilir.
 
Güçlü devlet sağlam adaletle olabilir. 
 
Güçlü devlet her bir bireyin, hukuki güvencesiyle olur.
 
Parayla yargı kararı dağıtılan ülkede ne ekonomi düzelmez, refah da artmaz, huzur da olmaz.  
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Değerli Arkadaşlarım,
 
12. Kalkınma Planı ve 2024 Bütçe Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. 
 
Bu iki dokümanı da Milletvekillerimiz ve politika başkanlıklarımız şu anda derinlemesine inceliyorlar, çalışıyorlar. Değerlendirmelerimizi gerek ilgili komisyonlarda gerek Plan Bütçe Komisyonuna gerek genel kurulda gerekse diğer platformlarda kamuoyu ile paylaşacağız.
 
Bu aşamada şunu belirtmek isterim ki hukukla, kurallarla, planlarla, programlarla kendisini bağlamak istemeyen Sayın Erdoğan’ın işbaşında olduğu bir yönetimden; ülkemizin köklü sorunlarını çözecek, bütüncül, tutarlı, akla ve bilime dayalı bir plan beklemek mümkün değildir.
 
Bilinen doğruları ve herkesin duymak istediği hususları içeren bir plan ve program hazırlansa bile, bunların hayata geçirilmesini beklemek ancak hayal olur. 
 
Çünkü unutmayalım şu anda ülkeyi yöneten zihniyet kendisini kuralla, planla, programla, hukukla bağlamak istemiyor. 
 
Daha yeni açıkladıkları Orta Vadeli Programa baktığımıza piyasalara yön ve güven veremeyen, öngörüleri bir ay içinde geçersiz hale gelen Orta Vadeli Program’dan bahsediyoruz.  
 
Kalkınma Planı biliyorsunuz 5 yıllık, Orta Vadeli Program 3 yıllıktı. Yeni açıklandı ve bakıyoruz pek çok tutarsızlık var.  
 
Son 5 yılda 180 derece geri dönüşlerin, savrulmaların sayısız örneklerini gördük.
 
“Yapacağız” deyip yapılmayanlar, “yapmayacağız” deyip yapılanlar. Seçimden önce farklı bir tutum, seçimden sonra farklı bir uygulama. Bunların hepsini gördük. 
 
2023 için hedeflenen milli gelir, kişi başına gelir ve ihracat hedeflerinin yarısına bile ulaşılamadı. Bunların hepsini gördük. 
 
Yüzde 5’e düşürülmesi öngörülen işsizlik oranı şu anda bunun iki katı seviyesinde dolaşıyor.  Yüzde 5’e düşüreceğiz diye açıkladıkları enflasyon resmi rakamlara göre bile yüzde 70 seviyesinde. Bağımsız rakamlalar enflasyonun yüze 130 civarında olduğunu söylüyor.  
 
Daha önceki vaat ve öngörüleri bu denli sapma gösteren ve yatırımcıya, vatandaşa üç aylık bir perspektif bile sunamayan bir yönetimin 12. Kalkınma Planında 2053 yılına ilişkin vizyon ve hedef koyması beyhude bir iştir.  Kimseyi inandırmazsınız. 
 
Bu yönetim, Türkiye’nin Dünya ekonomileri içindeki sıralamasını “piyasa kurlarıyla hesaplandığında” 2022 yılında 19. Sıraya düşürmüş durumda. Piyasa kurlarıyla hesap ettiğimizde Türkiye ekonomisi şu anda dünyada 19. Sıraya düşmüş durumda. 
 
Şimdi bir algı operasyonu yaparak ve ”satın alma gücü paritesini” kullanarak “Türkiye’yi dünyanın 10. Ekonomisinde birisi yapacağız” diyorlar. 
 
Arkadaş Türkiye zaten şu anda satın alma gücü paritesi hesap ettiğimizde zaten 11. Sırada. Bu mu vizyon yani? “10. Sıraya yükselteceğiz” diyorlar, bu hesabı yaptığınızda zaten 11. Sıradayız şu anda. 
 
Buradan tekrar altını çizmek isterim: Türkiye’yi hukukta, adalette, demokraside, özgürlüklerde dünya sıralamasında en diplere düşüren bir yönetimin, ekonomide Türkiye'yi dünyada şampiyonlar ligine çıkarması mümkün değildir. Mümkün olmayacaktır. Şeffaflıkta, hukukta, adalette dipte, ekonomide şampiyonlar liginde. Yok böyle bir şey. Bunu başarabilen ülkede yok zaten. Ha toprağın altından petrolü, doğalgazı çıkartırsınız bedava bulduğunuzu harcayarak suni refah oluşturursunuz.  Onun haricinde böyle bir şey yok. Türkiye böyle bir ülke değil. 
 
Öte yandan, 2024 bütçesi; memur, emekli, işçi, çiftçi ve sabit gelirlilere hiçbir rahatlama getirmeyen bir bütçe. Bunu rakamlara baktığımızda görüyoruz. 
 
Çalışanların enflasyon karşısında nasıl ezdirildiğini geçen haftaki toplantımızda örnekleriyle açıklamıştım.  Sunulan bütçe de söylediklerimin tam bir teyidi oldu. 
 
Muhalefeti faiz lobisine çalışmakla suçlayan Sayın Erdoğan, 2024 yılı bütçesinde faizler için 1 trilyon 254 milyar lira bir ödenek istiyor Meclis’ten. 1 trilyon 254 milyar, bu seneki faiz ödemesinin nerdeyse iki katı. Aynı bütçede, tarım bütçesi ne kadar? 91 milyar lira arkadaşlar. 
 
Yani faiz bütçesi bizim dönemle mukayese edildiğimizde 25 katı, 2023’ün bütçesiyle 2024’ü mukayese ettiğimizde tam iki kat. Rakamlara bakın; Faiz ödeneği 1 trilyon 254 milyar, tarım 91 milyar liradır. Bütçe bu. 
 
Faiz ödemelerinin içinde; asrın ekonomik felaketi olan Kur Korumalı Mevduat için ödenen ve ödenecek tutarlar yok. Çünkü ne yaptılar biliyorsunuz, seçimden hemen sonra Kur Korumalı Mevduatın kur farkını Merkez Bankası’na ödetmeye başladılar.   Merkez Bankası’nın ne kadar ödediğini ancak Plan ve Bütçe Komisyonunda ancak kerpeten diş söker gibi, Plan ve Bütçe Komisyon üyelerinin Merkez Bankası başkanın sıkıştırması sonucunda kısmet öğrenebildik. Açıklamıyorlar ve bunu para basarak ödüyorlar. 750 milyar TL geçti ve para basarak ödüyorlar. Siz Kur Korumalı Mevduat için rakamları açıklamadan para basın ondan sonra bu ülkede enflasyonu düşürmekten bahsedin. Havanda su dövmek başka bir şey değil. 
 
Bütçeye baktığımızda şunu da görüyoruz:
 
Herkese tasarruf nasihati veren Sayın Erdoğan, unutmayalım vatandaşlarımızdan fedakârlık istiyorlar değil mi?  Fakat Cumhurbaşkanlığı bütçesinde hiçbir fedakârlık görmüyoruz. Günlük 18 milyon lira olan Külliye’nin bütçesinin gelecek yıl günde 34 milyon liraya çıktığını görüyoruz. 
2023’te günlük Külliye’nin masrafı 18 milyon, tabii bu 18 milyon altı sıfır atılmış 18 milyon. Halkımız daha iyi anlasın diye eski parayla 18 trilyon ediyor. Altı sıfırın tam olarak atılamadığı bir ülkedeyiz. 18 milyon deyince küçük bir para gibi gözüküyor ama eski parayla 18 trilyon, günlük 18 trilyon. Gelecek sene, Sayın Erdoğan'ın imzasıyla Meclise sevk edilen 2024’ün bütçesinde günlük 34 trilyonluk günlük bir Külliye harcaması söz konusu. Hani fedakârlık?  
 
Bu hafta bir başka akıl dışı adıma daha şahit olduk. Fahiş fiyatlarla mücadele için Ticaret Bakanlığına 1500 kişi alınıyor. Fahiş fiyatlarla mücadele ordusu kuruyorlar sözüm ona.
 
Kendi elleriyle patlattıkları enflasyonla mücadele ediyoruz diyerek, bizatihi kendisi enflasyonist ve verimsiz olan bir adımı marifetmiş gibi sunuyorlar. Akıl alır gibi değil. 
 
Benim tavsiyem, fahiş fiyatlarla mücadele edecek bu kadrolar, ilk iş olarak vergileri, harçları ve kamu fiyatlarını acımasızca artıran kamu kurumlarıyla önce mücadele etsinler.
 
Bu zamların bizzat talimatını kim veriyor? Bu vergi artışlarının talimatını kim veriyor? Vergi artışları Resmi Gazete de yayınlanırken o artışların altına kim imza atıyor? Sayın Erdoğan imza atmıyor mu? Bizzat Sayın Erdoğan'ın imzasıyla bu vergi artışları yapılmıyor mu? 
 
Siz Merkez Bankasına akıl dışı talimatlar verin, Kur Korumalı Mevduatı diye bir icat çıkartın, bunun için para basın enflasyonu patlatın, ondan sonra da enflasyonun suçlusu başkasıymış gibi “1500 kişiyi işe alıyoruz bunlar enflasyonla mücadele edecek” deyin. Kimi kandırıyorsunuz? İnanın akıl alır gibi değil.
 
Siz bu ülkede rekabeti iyi çalıştırın, maliyetleri düşürecek adım atın bakın enflasyon nasıl düşüyor o zaman görün. Bilmiyorsanız, beceremiyorsanız anlatıyoruz nasıl olacağını. Geçen hafta anlattım tarımla ilgili örnekler verdim. Hepsi de hazır, açın okuyun.  
 
Hiç kimse enflasyonun suçlusunu başka yerde aramasın. Türkiye’de enflasyonu da faizi de döviz kurunu da patlatan Sayın Erdoğan’ın kendisidir. Başkası değildir. 
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
 
Sözlerime son verirken bugünkü toplantımıza iştirak ettiğiniz için, takip ettiğiniz için tekrar teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Eğer sorunuz varsa, sorusu olan basın mensubu arkadaşlarımız varsa onların sorularına cevap vermeye çalışayım. 
 
Buyurun.