Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Karabük 1. Olağan İl Kongresi Konuşması
DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Karabük il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Karabüklü gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Karabük teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.
Tarihi dokusu ve doğal çeşitliliğiyle, böylesi büyüleyici bir şehirde, böyle güzel dostlarımın arasında olmaktan mutluluk duyuyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin hemen başında 18 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını kazanan Azerbaycan halkına selamlarımı iletiyorum.
Can Azerbaycan’ın bağımsızlığının 29. yılını kutluyor, kardeşlerimizin topraklarının bir an önce işgalden kurtulmasını ve Kafkasya’da barış ve istikrarın hüküm sürmesini yürekten diliyorum.
Değerli konuklar,
Bu ülke cumhuriyet tarihi boyunca bir kısır döngü yaşadı.
Üste çıkanın altta kalanı ezdiği; ezilenlerin de bir gün üste çıkıp ötekileri ezmeye çalıştığı bir ülke oldu bu topraklar.
Biliyorsunuz, şu anda iktidarda olan parti, bundan 18 yıl önce, “altta kalanlar” adına yola koyularak geniş bir toplum kesiminin desteğini aldı.
Peki geniş toplum kesiminin gerçekte istediği Türkiye bugünkü Türkiye miydi?
Aydınların fikirleri yüzünden hapis yattığı, muhalefetin her görüldüğü yerde ezildiği, tek bir sesin bütün sesleri bastırdığı bir ülke mi hayal etmişlerdi?
Devran dönsün ve aynı adaletsizlikler bu defa başkaları tarafından yaşansın mı istemişlerdi?
Hayır. Bu değildi istedikleri...
Bugünkü iktidar partisi, 28 Şubat sürecinden sonra, içinden geldikleri kesimlerin ezilmesine itiraz olarak ortaya çıkan bir partiydi. O gün bu siyasi partiye destek verenlerin büyük çoğunluğu bugün derin bir hayal kırıklığı içinde.
“Biz böyle olmasını istememiştik” diyorlar
“Bize yapılan haksızlıkları başkalarına yapmak için iktidar olmadık” diyorlar. “Bu yapılanlar bizim ahlakımıza, inancımıza, örfümüze, adetimize uymaz”, diyorlar.
Büyük çoğunluk henüz yüksek sesle söyleyemiyor bunları.
Ama biliyorum ki, o adaletli insanlar aile meclislerinde, mahalle kahvelerinde, komşularıyla baş başa verdiklerinde bunları konuşuyorlar.
Şimdi ben buradan, büyük umutlarla iktidara taşıdığı o siyasi hareketin icraatlarını artık içine sindiremeyen, o yüce gönüllü insanlara sesleniyorum:
Aziz dostlarım,
Gelin, eski mağdurların yeni mağduriyetler karşısında kayıtsız kalmayacağını gösterelim.
Gelin, bu haksızlığa, bu zulme birlikte karşı çıkalım.
Gelin, kendi fikrinden olmayanları hain ilan edenleri durduralım.
Gelin toplumu, ikiye bölen, ötekileştiren, susturmaya çalışanlara “artık yeter” diyelim.
Evet sevgili dostlarım,
Şu anda ülkeyi yönetenlerin “yerli ve milli” söyleminin arkasına sığınıp yaptığı pek çok şey milletimizin zararına.
Biz onların bu dar, içe kapalı, toplumu ayrıştıran, kendi içinde kutuplaştıran ve belli kesimleri ötekileştiren milliyetçilik tanımını reddediyoruz.
Bu ülkede yaşayanların hak ettikleri özgürlük ve refah seviyesine ulaşmasını sağlayacak hiçbir şey yapmıyorlar.
Gerçek milliyetçilik, her bir vatandaşın kendi hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayabileceği bir ortam oluşturmaktır.
Gerçek milliyetçilik, bu ülkede yaşayan herkesin başını dik tutabilmesini sağlamaktır.
Gerçek milliyetçilik, vatandaşının çocuğunun geleceğinden kaygı duymadan başını yastığa koymasını sağlamaktır.
Gerçek milliyetçilik, “ulusal çıkar” gibi bahanelerle insanların sağlığıyla, canıyla alay etmek değildir.
Gerçek milliyetçilik, gençlerin hayallerini çalmak değildir.
Maalesef dostlarım, bugün ülkeyi yönetenler uyguladıkları politikaların başına “milli” gibi “yerli” gibi sıfatlar ekliyor ama yaptıklarının millilikle de yerlilikle de alakası yok.
Bugünkü yönetim, kendi seçmen tabanını daha bağımlı hale getirmek için, diğer toplum kesimleri tamamen öteleyerek devleti yönetiyor.
İnsanları siyasi fikrine, mensubu bulundukları topluma, etnik kökenine, dinine, diline, cinsiyetine göre ayırıyor, ötekileştiriyor.
Biz bu anlayışı kabul etmiyoruz.
Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışır, eşit, adil, özgür bir ülke inşa etmek için geliyoruz.
Biz hazırız, geliyoruz.
Karabük hazır mı?
...
Kıymetli misafirler,
Türkiye ekonomisi son yirmi yılın en kötü seviyesinde. Günbegün fakirleşiyoruz.
Günbegün cebimizdeki para değer kaybediyor.
Dün, dünya yoksullukla mücadele günüydü.
Ancak, ülkemizi yönetenlerin yoksullukla mücadele gibi bir dertleri yok.
Türkiye OECD ülkeleri arasında yoksulluk sıralamasında gelir dağılımı en bozuk 3’üncü ülke oldu.
Bugün TÜİK işsizlik oranını yüzde 13,4 olarak açıklasa da gerçek işsizlik oranı yüzde 31. Yani her 3 kişiden biri işsiz.
Her 3 gencimizden biri ne işte ne de okulda. Türkiye’deki çocuk yoksulluğu da OECD ülkelerinin yaklaşık iki katı.
Nüfusun %71 gibi yüksek bir oranı borç ve taksit ödüyor. Gelir eşitsizliği alarm veriyor.
Türkiye'de en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10 arasındaki gelir farkı ise 13 kat.
AB Göreli Yoksulluk standartlarına göre ülkemizde 17 milyon yoksul bulunuyor. Yani nüfusumuzun tam beşte biri yoksul.
Gelir uçurumu büyüdü, büyümeye de devam ediyor.
Kötü yönetim ve enflasyonun faturası yoksul kesime kesildi.
Asgari maaşla insan onuruna yaraşır şartlarda 1 ay yaşamak mümkün değil. Net asgari ücret 2.324 TL. Bu tutar 4 kişilik bir ailenin gıda giderleri için açlık sınırının bile altında.
Gıda harcaması, giyim, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarından oluşan yoksulluk sınırı ise 7.973 TL. Yani asgari ücretin üç katından fazla.
Dostlarım, bu tutarlar ailelerin geçinemediğini gösteriyor, çocukların bu gelirlerle iyi eğitim alamayacağını gösteriyor, iyi beslenemeyeceğini gösteriyor.
Pandemi döneminde 1.000 TL gibi sosyal yardımlarla vatandaşa yoksulluk reva görüldü.
Yönetemiyorlar ve halkımızın onuruyla oynuyorlar.
Halkımızın onuruyla oynamayın. Önce yoksulluğa mahkum edip sonra lütuf gibi ekmek yardımından söz etmeyin.
Ama arkadaşlar, üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile daha iyisini görmemiz mümkün değil.
Olmayacak. Memleketin sorunlarını bu hükümet yönetemeyecek.
Kıymetli dinleyiciler,
Devlet vatandaşına adil bir sosyal koruma sağlayamıyor.
Vatandaş da devlete güvenmiyor.
Sosyal yardımları bile objektif kriterlere göre değil siyasi tercihlere göre dağıtabiliyorlar.
Biz DEVA Partisi olarak;
İnsan onuruna yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.
Sosyal yardımları objektif kriterlere göre ve hak temelli yapacağız.
İhtiyaç sahiplerini kendimiz gidip bulacağız ve destek olacağız, onların talep etmesini beklemeyeceğiz.
Sosyal yardımları aile bazlı olarak yapacağız.
Devletin parasını israf etmeyeceğiz, halkımızın hak ettiği refah seviyesine ulaşması için kullanacağız.
...
Kıymetli dostlarım,
Bu yönetim yeni bir mağdur kimlik yarattı: KHKlılar. Yani Kanun Hükmünde Kararnamelerle kamudaki işlerine son verilen vatandaşlarımız...
KHK ile son dört yılda tam 125 bin 678 kişi işinden atılmış. Öyle yargı kararı falan olmadan, denetimden geçmeden KHK ile. Yani yürütme kendini hem yasama yerine hem yargı yerine koyarak vatandaşlarımızı işten atmış.
125 bin 678 kişi ne demek? Bu kadar insanın, yüzbinlerce ailenin ekmeğiyle oynamak demek. Aklınız alabiliyor mu?
KHK ile işlerine son verildiği sigorta kaydında görüldüğü için bu insanlar özel sektörde de işe giremediler. Ülkemizde korku iklimi öyle hakim ki özel sektör de onları işe almaktan korktu. KHK’lılar, haklarında yargı kararı olmadan “vatan haini” olarak etiketlenip toplumdan dışlandı, her türlü ayrımcılığa uğradı.
Bir devlet vatandaşına bunu yapar mı?
Vatandaşını işsizliğe, açlığa, yokluğa mahkum eder mi?
Bağımsız ve tarafsız yargı kararı olmadan, birilerinin nasıl yaptığı belli olmayan listelerle isimler alt alta konup binlerce insanın işine son verilir mi?
Bu olmaz. Adına olağanüstü dönem deseniz de olmaz. Devleti yönetenler, hukuka bağlı kalmak zorundadır.
Demokratik bir hukuk devletinde, eğer birinin suçla ilişkisi olduğuna dair şüphe varsa yapılacak olan adil yargılanma hakkı çerçevesinde gerçekleşecek olan idari ve adli soruşturmalardır. Tüm bu kararların da denetime açık olması gerekir.
Ama KHK ile işine son verilen vatandaşlarımızın işlerine geri dönebilmeleri için mahkemede beraat etmeleri bile yetmedi.
Arkadaşlar,
Devleti ayakta tutacak tek şey adalettir. Adaletin “sana göre”si, “bana göre”si, “bizce”si, “sizce”si olmaz.
Her koşulda ve herkes için adalet olmak zorundadır, devlet adil olmak zorundadır.
Buradan sesleniyorum; bağımsız ve tarafsız yargı makamlarınca haklarında kesinleşmiş karar verilmemiş herkes masumdur. Bu kişilerin sorunları acilen çözülmelidir. Bu kadar geniş mağdur kitlesini görmezden gelmek çok daha ciddi siyasi, sosyal ve ekonomik problemlere yol açar.
Bu nedenle hukukun temel ilkelerini uygulayarak, vatandaşlarımızın mağduriyetleri giderilmelidir. Bu insanlar tekrar topluma kazandırılmalıdır.
Özlük hakları iade edilmelidir. İtibarları iade edilmelidir. Yapılan hukuksuz işlemler nedeniyle maruz kaldıkları tüm zararlar telafi edilmelidir.
...
Saygıdeğer konuklar,
Ekonomimiz uzun zamandır karanlık bir tünelin içinde. Işık falan da görünmüyor.
Ekonomi yönetimi, lokomotif, tren falan diyerek durumu idare etmeye çalışsa da sizler trenin uzun zaman önce raydan çıktığını çok iyi biliyorsunuz.
Doğru politikalar ve doğru adımlar ile kolayca refaha ermemiz mümkünken, ısrarla, inatla yanlışlarından vazgeçmeyen bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız.
İki hafta önce ekonomik programla fakirleştiğimizi zaten hükümet kendisi ilan etti.
Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken kişi başına milli gelirimiz 12.594 dolar iken şimdi 8.381 dolara düşeceği açıklandı.
İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesinde!
Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda, 2015 yılında, 24 milyar TL olan bütçe açığı, 2020 yılında tam on katına çıkarak 239 milyar TL olacağını açıkladılar. 10 katı 10! Bitmedi, 2023 yılına kadar da bunun azalmayacağı açıklandı.
Açıkladıkları programla Türkiye’nin yeniden borç faiz sarmalına geri döndüğü de tescil edildi. Bütçeden yapılan faiz ödemeleri benim ayrıldığım yıl 53 milyar TL idi. Bu yılki faiz ödemesi 137 milyar olarak ilan edildi. Gelecek yıl ise bu rakamın tam 179 milyara çıkacağı açıklandı.
Arkadaşlar, fakirleşiyoruz. Bunun tek bir nedeni var arkadaşlar, öyle dış güçler iç güçler falan değil: Kötü yönetim!
Geçtiğimiz günlerde açıklanan bir başka karar da Merkez Bankası politika faizinin %2 arttırılması olmuştur.
Ne oldu? Acaba hükümet faiz lobisi karşısında direnemedi mi? Son yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı ısrarla faizin enflasyonun sebebi olduğunu iddia ediyordu. Yani faiz artarsa enflasyon artar diyordu. Sizin teziniz doğruysa niçin faizi artırdınız? Bu kadar hayat pahalılığı varken bir de faiz artışıyla enflasyonu daha da mı azdırmak istiyorsunuz?
Olmadı. Tutmadı. Merkez Bankası’nın faizini sessizce artırmasıyla beraber
bütün bu uygulamalarının yanlış olduğunu, yıllardır savundukları tezlerin içinin boş olduğunu itiraf ettiler. Çıkıp bu faiz artışını anlatacak, savunacak birisi oldu mu? O günden bugüne hükümetten bu konuda çıt yok.
Merkez Bankası’nda yıllardır biriktirilen tam 120 Milyar dolar dövizi bir inat uğruna yaktılar.
Arkadaşlar bunlar bilmiyorlar, ekonomi yönetimini de beceremiyorlar.
Ama artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.
Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Oysa ülkeyi yönetenlerin artık güven ortamını yeniden tesis etme imkanı kalmadı.
Bu yönetim başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecek.
Kendi vatandaşımız parasını başka ülkelere götürüyor. Korkuyor. Devlete güven yok.
Güvenin olmadığı bir ülkede döviz kuru artar, işsizlik artar, yoksulluk artar, açlık artar.
Bu ülkenin vatandaşları, insan haysiyetini yok sayan, insan onurunu ayaklar altına alan bir ekonomiyi hak etmiyor.
Fakirleşiyoruz ve bunu iliklerimize kadar hissediyoruz arkadaşlar.
Bu ülkenin vatandaşları kötü yönetimin bedelini daha fazla ödeyemez. Kimse artık halkımızdan bunu beklemesin. Kendileri yaşam standartlarından vazgeçemezken, halkımızın bu kötü yönetimin bedelini ödemesini istemesin.
Bu bizim kaderimiz değil arkadaşlar.
Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.
Doğmamış çocuklarımıza kadar her birimizi borca sokan Varlık Fonu’nu kapatacağız. Ben 5 yıl direndim, hükümetteyken izin vermedim. Ben ayrıldıktan hemen sonra kurdular. Varlık Fonu dedikleri fonun devletin kendi açıkladığı bilançolarda bugün tam 63 Milyar Lira borcu var.
Şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesine uymayan hiçbir iktidara güven olmaz.
Bu sizin kendi malınız mülkünüz değil. 84 milyonun hakkı olan bir sitemi yönetiyorsunuz. Kimden neyi saklıyorsunuz? Kanun metnine her türlü denetimden aridir yazılır mı? Neyi gizliyorsunuz?
Bu emanettir. Emaneti koruyun, emanete zarar vermeyin. Kim ki “ben, ben” demeye başlar, ondan sonra hatalar birbirini kovalar. Devlet yönetimine emanet gözüyle bakmayanlardan korkun.
...
Kıymetli Karabüklü hemşerilerim,
Biliyorum, sizler de bu kötü yönetimin sonuçlarından fazlasıyla payınızı aldınız. Yatırımlardan, desteklerden mahrum kaldınız.
Yıllardır Eskipazar’da “Metal ve Metal Ürünleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi” kurulacağı söyleniyor. Büyük bir istihdam alanı yaratacağı düşünülen bu sanayi bölgesi bir türlü kurulmuyor. Nedenini bilen var mı? Size bir açıklama yapıldı mı?
Devlet böyle plansız, programsız, hesapsız yönetilince tüm projeler lafta kalıyor. Seçim dönemlerinde vaat olarak sıralanıp rafa kaldırılıyor.
Karabük, hava kirliliği yüksek şehirlerimiz arasında yer alıyor. Hele hele Covid-19 salgınına bir de hava kirliliğinin eklenmesi Karabüklü vatandaşlarımızın büyük bir sağlık riskiyle karşı karşıya bırakıyor.
Karabük’te hava kirliliğinin önlenmesi için acil tedbirler gerekmekte.
Yine bu salgın dönemi bize gösterdi ki Karabük’teki hastanelerin yatak kapasiteleri yetersiz. Karabüklü vatandaşlarımız tedavi için çevre şehirlere gitmek zorunda kalıyor.
Hastanelerin vatandaşlarımıza tam bir hizmet sunabileceği kapasitelere kavuşturulması gerekiyor.
Bunun şakası yok, taşımalı hasta ile tedavi olmaz arkadaşlar.
UNESCO tarafından “dünya mirası” listesine alınan Safranbolu, kendine has dokusu, yığma evleriyle gören herkesi büyülüyor. İlimizin de en önemli turizm gelirlerinden birini sağlıyor.
Fakat pandemi döneminde Safranbolu da gerekli ilgiyi göremedi. Oradaki esnafımız, yatırımcımız zor günler geçiriyor, biliyorum. Buradaki esnafımıza, iş insanlarımıza destek olunmalıdır. Aylardır iş yerleri kapalı kalmış turizm işletmelerinden şu süreçte turizm vergisi alınmamalıdır.
Sadece Safranbolu değil, Karabükteki büyük küçük birçok esnafımız da bu süreçten olumsuz etkilendi. Diğer ülkeler vatandaşlarına hibe verirken, enerji üretimi gibi zorunlu giderlerde indirim uygularken, bizim ülkemizde krediler verildi. Karşılıksız destekler verilemedi.
Dahası vatandaşa IBAN verildi. Onu da beceremediler.
Türkiye’nin ilk ağır sanayi fabrikası Kardemir, şehrimizin en büyük fabrikası. 1937’de kurulan ve bugün binlerce hemşerimize istihdam sağlayan bir fabrika. Fakat dostlarım orası da siyasal iktidarın haksız atamalarına sahne oldu.
Bunlar şehrimize yakışmıyor.
Biz Karabük’ün dertlerini biliyoruz, görüyoruz. Karabük’ün demokrasiye ihtiyacı var. Karabük’ün atılıma ihtiyacı var. Karabük’ün DEVAya ihtiyacı var.
Biz Karabük’e DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Karabük hazır mı?
...
Değerli konuklar,
Ülkemiz genelinde kadınlarımız layık oldukları hayatı yaşayamıyor. Hak ettikleri mesleklerde çalışamıyor.
DEVA Partisi’nin bu ülkeyi kalkındırmak için öncelikli hedefi kadınlar ve gençler olacak. Kadınların ve gençlerin ekonomik hayata katılımlarını teşvik edeceğiz.
Gençlere, kadınlara sadece hibe ve teşvikler vererek değil, aynı zamanda danışmanlık da yaparak kendi işlerini kurmalarının önünü açacağız.
Kadınların, erkeklerle eşit fırsatlardan yararlanmasını sağlaması için azami çaba göstereceğiz.
Biz kadınları; güçlü, üretken ve her alanda söz sahibi bir konuma getirmek için çalışacağız.
Kadınlara yönelik ayrımcılığa sebep olan her türlü uygulamayla mücadele edeceğiz.
Siyasette kadın sayısını artırmak için çalışacağız. Daha evvel de söyledim:
Siyaset, sadece erkeklere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Biz kadınlarla birlikte bu ülkenin kalkınacağını, adalete kavuşacağını, özgürleşeceğini çok iyi biliyoruz.
...
Saygıdeğer konuklar;
Ülkeyi yönetenler içe kapalı bir rejim inşa ettiler. Şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi temel ilkeleri tamamen sözlüklerinden çıkardılar.
Bunun en acı sonuçlarından birini maalesef içinde bulunduğumuz Covid-19 sürecinde görüyoruz.
Halkımızın sağlığını umursamadan, sayıları değiştirdiklerini ilan ettiler. Çok acı bir itiraftı bu.
Türk Tabipler Birliği aylarca “sayılar yanlış, bunları beşle çarpın, onla çarpın” diye feryat ediyordu. Ama sırf gerçekleri söyledikleri için kıymetli sağlık çalışanlarımıza “hain” dediler.
Ne zaman beğenmedikleri bir fikirle karşılaşsalar başlıyorlar hain demeye. Saymaya bir başlasak onlara göre ülkenin yarısı hain.
Bu hükûmetin hakikatle bağı kalmadı dostlarım.
Açıkladıkları tabloların doğruyu göstermediğini kabul ettiler. Bir de buna “ulusal çıkar” dediler. Halkımız hastalanıyor, ölüyor. Bunun şakası yok. Vatandaşını yaşatmaktan daha önemli hangi ulusal çıkar olabilir ki?
Aklımızla dalga geçer gibi “Vaka ayrı, hasta ayrı” açıklaması geldi. Ama her hastayı da hasta olarak görmediklerini söylediler. Testi pozitif çıkacak, hastanede yatacak, semptomları gösterecek. Sadece bu kişiler tablolara girdi. Bunların biri bile yoksa, diyelim ki ateşi yok, bu kişi tabloda da yok. Diyelim ki bu kişi hastanede yok, o zaman tabloda da yok.
Sonra da “semptom göstermeyenleri de paylaşacağız” dediler. Arkadaşlar, bu da yalan çıktı. Bu rakamları da sadece Dünya Sağlık Örgütü’ne verdiler. Bizim vatandaşımıza yine bu rakamlar açıklanmıyor.
Buradan soruyorum;
Yahu siz bu ülkenin insanlarından ne istiyorsunuz? Bütün özgürlüklerini bir bir ellerinden alıyorsunuz, adaletsiz bırakıyorsunuz, siz bu ülkenin insanından ne istiyorsunuz?
Ekonomiyi batırdınız, insanları kuru ekmeğe muhtaç ettiniz, ne istiyorsunuz?
Tüm dünyanın pençesine düştüğü Covid-19’la mücadelede onları yalanlarla kandırdınız. Tüm bu zulümler yetmedi de bir de vatandaşımızın sağlığına adeta göz diktiniz.
Böyle salgın falan yönetilmez. Böyle ülke yönetilemez.
Yeterli test yaptırmadılar. Test için insanları pozitif hastalarla aynı ortamlara soktular. Testi yapılanı toplu taşımayla evine gönderip “hadi git sonucunu bekle” dediler. İşler öyle bir noktaya geldi ki, sanki devlet hastalığın yayılmasını sağlamak için daha çok çaba harcadı.
Defalarca söyledik, test sayısını arttırın, test istasyonları kurun.
Ama her şeyden önce dürüst olun. Halka doğruları söyleyin. Verileri düzgün paylaşın. Önlem alın.
...
Saygıdeğer konuklar;
DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafa eşitlik için, adalet için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var
Karabük’ün DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.