Ali Babacan 9. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
Değerli basın mensupları,
Değerli çalışma arkadaşlarım,
Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Sözlerimin hemen başında, şu anda hastanede yaşam mücadelesi veren değerli arkadaşımız, Saadet Partisi Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez’e acil şifalar diliyorum.
Hasan Bey’in bir an önce iyileşip, aramıza geri dönmesini Allah’tan niyaz ediyorum.
Buradan bir kez daha ailesine, Saadet Partisi camiasına ve tüm dostlarına da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
*****
Değerli dostlarımız, değerli vatandaşlarımız…
Zor bir yıl geçirdik. 2023 yılı hukuk skandallarıyla, ekonomik sıkıntılarla, yargı darbeleriyle dolu bir yıl oldu.
6 Şubat depremlerini yaşadık. Yakın tarihimizin en büyük doğal afetini yaşadık.
İnsanlarımız enkaz altında can savaşı verdiler.
Günlerce yardım beklediler.
Elleriyle kazıya kazıya evlatlarının bedenlerine ulaşmayı denediler.
Ailelerini, sevdiklerini, en yakınlarını toprağa verdiler.
Çaresizce yardım beklediler ve hâlâ çaresizce yardım bekleyen on binler var.
Bu vesileyle 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybeden her bir canımıza Allah’tan tekrar rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
*****
İyisiyle kötüsüyle geçmişi yad ettiğimizde, sıkıntı çektiğimizde, “çok şükür” demeyi ben de birçoğumuz gibi annemden, babamdan öğrendim.
Bu yıl, sevdiklerini kaybeden on binlerce vatandaşımız gibi, ben de sevdiklerimi, en yakınlarımı toprağa verdim.
Geçen ay babam Hilmi Babacan’ı kaybettim.
Geçtiğimiz cumartesi günü ise “soframızı paylaşmayı”, “yardımseverliği”, ve “şükretmeyi” öğrendiğim değerli annemi, Güner Babacan’ı kaybettim.
Daha evvel de söylemiştim; her evlat için annesi ve babası özeldir. Benimkiler de öyle.
Ben; Hilmi ve Güner Babacan’ın evladına yakışır bir hayat yaşamak için elimden geleni yaptım ve yapmaya devam edeceğim. O yüzden karşınızdayım.
Onların bana ve kardeşlerime öğrettiği gibi; en başta ülkemiz için çalışmak, sadece kendimiz için değil, başkaları için de iyi olanı düşünmek ve bu uğurda çaba sarf etmek için bugün burada, karşınızdayım.
Bu vesileyle; bizzat cenazeye gelerek, taziyeye gelerek, telefonla arayarak, mesaj paylaşarak bana taziye dileklerini ileten baş sağlığı dileklerini ileten herkese, acımızı paylaşan herkese ailemiz adına teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Bana şükretmenin kıymetini öğreten annem Güner Babacan’ını da tekrar rahmetle anarak, yanımda olan bu kadar dostlarımız için “çok şükür” diyorum.
Mekânı cennet, makamı âli olsun.
*****
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Biz ailece taziyeleri kabul ederken, maalesef ülke gündemi bir başka taziye haberiyle meşguldü. Daha doğrusu taziyesini yaşayan bir kadının, bir annenin adalet arayışıyla meşguldü.
Dedim ya, bu yıl birçoğumuz sevdiklerini toprağa verdi. Öznur Göçer kardeşimiz de onlardan biri.
Eşi, Yunus Emre Göçer motokuryelik yapıyordu. Pek çok vatandaşımız gibi o da helalinden geçim derdindeydi. 30 Kasım günü, trafikte kendisine arkadan çarpan birisi tarafından öldürüldü.
Çarpan kimdi? Yabancı uyruklu bir kişi.
İfadesi polis tarafından alındı. Yunus Emre Göçer entübe edilmişken, hayati tehlike hala devam ederken çarpan kişi serbest bırakıldı.
Öznur Hanım ne diyor? “Bize eşimin intihar ettiği söylendi” diyor.
Yani, Öznur hanımın dediğine, göre birileri olayı çoktan kapatma derdine düşmüş.
Peki niçin? (…)
Çünkü çarpan kişi, bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın oğlu.
İfadesi alındı, Yunus Emre Göçer hastanede yaşam savaşı verirken, yurt dışı yasağı bile koyulmadan serbest bırakıldı… Ve tabii ki hemen yurt dışına çıktı.
Gerçekten çok yazık…
Yunus Emre Göçer’e Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
*****
Bir vatandaşımızın trafikte katledilmesi, olay sonrasında kabahatli olduğu çok açık birinin korunup kollanması, bize ülkemizdeki hukuk düzeninin geldiği noktayla ilgili çok şey söylüyor.
Hatırlarsınız, birkaç yıl önce, Cemal Kaşıkçı, bir gazeteci, İstanbul’un orta yerinde hem de bir Başkonsolosluk binasının içinde hunharca katledilmişti.
Katiller ise ellerini kollarını sallayarak rahatça geldikleri gibi yine rahatça yurt dışına gitmişlerdi.
Dosya kapatılmak istendiğinde Sayın Erdoğan ne demişti hatırlayalım.
“Bunlar dünyayı enayi zannediyor. Belgeleri dinlemek istediler, ama bir de almak istediler. Kusura bakmayın o kadar da değil. Dinletiriz; gösteririz ama vermeyiz. Verelim de ondan sonra bir de bunları yok mu edeceksiniz? Hesap bu”
Bu Sayın Erdoğan’ın ifadeleri.
Sonra ne yaptı?
Veliaht Prensine katil dediği ülkeye dosyayı olduğu gibi iade etti.
Cinayetin üstünü örttü.
Sonra gitti o ülkeden acil döviz kredisi talebinde bulundu. Hala bulunuyorlar.
Bu kadar da değil… Katil ilan ettiği kişiye de ne hediye etti?
TOGG. Bir araba.
*****
Söyledik, tekrar söylüyoruz: Hukuk ve adalet, bir ülke için olmazsa olmazdır.
Hukuk ve adalet herkes için geçerlidir.
Hiç kimse ayrıcalıklı değildir.
Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir demokrasiyse, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olma iddiasındaysa hukuk herkes için geçerli olmak zorundadır.
Adalet olmadan Türkiye’nin refahı artmaz, itibarı olmaz.
Bunu anlamadılar anlamıyorlar.
Tam 10 yıl oldu. 10 yıldır söylüyorum. Hukuk olmadan, adalet olmadan bu ülkenin ekonomisi düzelmeyecektir.
Ve tam 10 yıl önceki milli gelir seviyesine ulaşmanın hala patinajı içerisinde bu ülke.
İki evlat sahibi Yunus Emre Göçer’in değerli eşi Öznur Hanım’ın ve arkadaşlarının çabası olmasaydı, bu olay da türlü telefon trafikleriyle ve özel ilişkilerle üzeri kapatılan olaylardan birisi olacaktı.
Dahası, öyle bir zalimlikle karşı karşıyayız ki, Yunus Emre Göçer’in evlatları, babasını “intihar etti” diye bileceklerdi.
Arkadaşlar biz, bu ve benzeri olayların takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Bizim biliyorsunuz çok güçlü bir hukuk ekibimiz var. Pek çok önemli davayı gün gün, an an takip eden bir kadromuz var. Ve nasıl pek çok davayı derinlemesine gidip inceliyorsak, yakından takip ediyorsak bu konuyu da takip edeceğiz.
Ve yine her hafta hatırlatacağımı söylediğim konu var. Neydi?
İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısı’nın HSK’ya yazdığı şikâyet dilekçesinin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Bu alelade bir olay değildir.
Bir başsavcı kendi mahkeme binasının içindeki yargıçlarla ve savcılarla ilgili çok önemli iddialarda bulunmuştur.
HSK bu konuda ne yapacak takip etmeye devam edeceğiz.
*****
Değerli basın mensupları, Saygıdeğer vatandaşlarımız…
Şiddet sarmalının gündelik yaşamımıza dört bir yandan sirayet ettiği, küçük bir trafik tartışmasından, futbol müsabakalarına varana dek her yere şiddetin sızdığı bir dönemden geçiyoruz.
Ankaragücü ile Rizespor’un futbol maçında meydana gelen, FİFA kokartlı hakemimiz Halil Umut Meler’e yönelik şiddeti kınıyorum, lanetliyorum.
Türkiye, insanların çocuklarına futbolcu isimleri verdiği bir ülkedir.
Parklara meydanlara futbolcu heykellerinin, takım sembollerinin dikildiği bir ülkedir.
Türkiye, maç saatlerinde sokakların boşaldığı, kahvelerde-kafelerde-evlerde maçların izlendiği bir ülkedir.
2032 Avrupa kupasına ev sahipliği yapacak iki ülkeden biri Türkiye.
Türkiye bir futbol ülkesidir.
Gündelik hayatın içinde her yerde karşımıza çıkan şiddetin futbol sahalarına yansıması gerçekten çok vahim.
Tabii bu şiddetin nasıl geliştiği, bu şiddeti uygulayan kişinin içinde olduğu psikoloji, o ayağını yerden havalandıran özgüven, arkasını dayadığını sırtını dayadığını düşündüğü kişiler makamlar bunların hepsi bu ülkede, üzerine koskoca soru işareti koyulması gereken hususlardır.
Arkasını sağlam hissedenin kendisi için hukuku yok sayan insanların oluştuğu bir ülke haline gelmiştir Türkiye.
Gerçekten arkadaşlar bir başka futbol olayını hatırladığımızda bu mart ayında Bursaspor-Amedspor maçındaki yaşananları hatırladığımızda şöyle herkesin kafasını iki elinin arasına alıp düşünmesi gerekmektedir.
Hatırlayalım bu maçta futbolcular yaralanmıştı.
90’lı yılların hukuksuzluklarıyla anılan JİTEM ve faili meçhullerle özdeşleştirilen Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın pankartı, Beyaz Toros pankartı açılmıştı maçta.
Unutmayalım.
Peki sonra ne oldu? Bursaspor’a verilen bazı cezalar dışında ne oldu?
Takip ettiniz mi?
O pankartları açan kimlerdi? Niyetleri nelerdi?
O gün de söylemiştim:
Suçu ve suçluyu öven davranışları biz topyekûn reddediyoruz.
Sahalardaki şiddeti de şiddete davetiye çıkaran eylemleri de reddediyoruz.
Buradan aziz milletimize de bir çağrı yapmak istiyorum; Asla bu tür provokasyonların ve provokatörlerin oyununa gelmeyin.
Bizim ülkemiz böyle bir ülke değil. Bizim ülkemiz bir barış ülkesi bir huzur ülkesi.
Bakmayın ülkenin en tepesindekilerin her gün bu ülkeye ayrımcılık pompaladıklarına. Bugün her gün ülkeyi kutuplaştırmaya çalıştıklarına.
Bakmayın her gün bu nefret diliyle bu ülkeye zarar verenlere hiç bakmayın aldırmayın.
Bizim ülkemiz barış ülkesidir, huzur ülkesidir.
Bizim toplumumuzun köklerinde barış vardır şiddet yoktur.
Dolayısıyla bu art niyetlilerin oyununa asla gelmeyelim.
Değerli arkadaşlar,
Bu iktidar şiddeti beslemese, sahiplenmese, göz yummasa; bu çete mafya her türlü suç örgütü şiddet uygulayanlar hemen bir koruma altına alınmasa, iktidar tarafındaki bazı siyasi yapıların elemanları yargıya sızmış olmasa bütün bu gördüklerimizi yaşadıklarımızı aslında yaşamayız Türkiye’de.
Bu iktidar her olayda ayrımcılık yapmadan hızla adli gereklilikleri yerine getirmeyi beklese, yargıdan sadece “ben sizden adalet bekliyorum başka bir şey beklemiyorum” dese şiddet bu ülkede bu kadar büyümez arkadaşlar.
Ankaragücü – Rizespor maçında olanların ardından yaşanan adli ve idari süreci yakından izliyoruz.
Yaşandığı ilk dakikalardan itibaren ilgili bakanların konuyla ilgili seferber olması; yaşanan şiddetin futbol kulüpleri ve taraftarlar nezdinde mahkûm edilmesi iyi birer haber gibi duruyor olabilir.
Fakat; büyük plazalardan küçük dükkânlara, taşradan şehirlere, küçük bir yol verme kavgasından alacak verecek tartışmalarına, kiracı-ev sahipleri arasındaki vakalara, kameraların görmediği onlarca yerde yaşanan, silahlı silahsız şiddet vakalarına dikkatle bakmak zorundayız.
Toplumun içine düşürüldüğü bu öfke çukurundan, bilhassa bu ülkeyi yöneten siyasetçilerin çıkaracakları çok dersler var.
Şiddet baş gösterdikten sonra açılan telefonlar, atılan tweet’ler bir iş yaramıyor.
Önce bu konuda ülkedeki iklimin düzeltilmesi gerekiyor.
Bu şiddet ikliminin, şiddeti teşvik eden iklimin bu ülkeden topyekûn tasfiye edilmesi gerekiyor.
Ama biliyoruz ki, şiddetten beslenenler var, öfkeden nefretten beslenenler var.
“Öfke bir hitabet sanatıdır” diyen bir Cumhurbaşkanı var bu ülkenin.
Ve bu düzelmeden, siyasi iradenin en tepesinden aşağı kanallara kadar bu öfke ve nefret dili bitmeden bu ülkede toplumda yaygınlaşan bu şiddet hadiselerinin bitmesini beklemek beyhude.
Onun için siyasete çok iş düşüyor.
Şiddeti besleyen dil, hepimizi, herkesi, her an vurabiliyor.
Bu vesileyle, şiddet mağduru Halil Umut Meler’e ve tüm hakem camiasına geçmiş olsun dileklerimi selamlamak istiyorum.
Bu tür görüntülerin, şiddetin bir daha olmamasını gönülden temenni ediyorum.
*****
Değerli Basın Mensupları, Değerli arkadaşlarım
Şimdi de Genel Kurul’da şu anda görüşülmekte olan 2024 bütçe kanunu teklifi üzerinde bir miktar durmak istiyorum.
Malum bütçe görüşmeleri Genel Kurul’da başladı, pazartesi günü bir genel sunuş vardı. Arkasından 14 gün sürecek belki de şimdi muhtemelen 15 güne uzayacak bir bütçe maratonu var.
Gece gündüz Genel Kurul’da bütçe görüşülüyor.
Her gün sabah 11 de başlıyor gece yarılarına kadar bütçe konuşuluyor.
Meclis Genel Kurulu’nun duvarında büyük puntolarla yazılı ifade vardır.
Meclis Genel Kurulu’na oturduğunuzda tek onu görürsünüz zaten. Duvara yazılı tek ifadedir.
Nedir?
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”
Milletin egemenliğinin, demokrasinin en önemli ilkelerinden birisi de şudur:
“Bütçe hakkı meclisindir”.
Bu yeni de değildir.
800 yılı aşkın bir süredir halkın iradesini temsil eden bütün oluşumlarda yapılarda anlaşmalarda ilan edilen metinlerde bu sık sık tekrar eder.
Bütçe hakkı meclisindir.
Çünkü meclisler, milletin iradelerinin temsil edildiği mercilerdir.
Şunu açıkça ifade edeyim, 2017 anayasa değişikliğinden ve 2018 seçimlerinden bu yana bu ülkede
Bütçe hakkı Meclis’ten alınmıştır, Cumhurbaşkanı’nın şahsına verilmiştir.
Gerekçeleriyle şimdi söyleyeceğim niye böyle olduğunu.
Şu anda ki bütçe kanun teklifinin 5. Maddesine göre Cumhurbaşkanı bütçeye istediği gibi ödenek ekleyebilmektedir.
Meclisten ne geçerse geçsin.
Herhangi bir kurumun veya herhangi bir alana diyelim ki 10 milyar lira bütçesi var. Cumhurbaşkanı bunu rahatlıkla 15 yapar 20 yapar 50 yapar.
Önünde hiçbir engel yok.
Ve meclisin haftalarca çalışarak, tartışarak buradan geçirdiği bütçenin rakamlarının aslında fiili uygulamada hiçbir önemi olmayacak.
Çünkü Cumhurbaşkanı bu rakamları istediği gibi değiştirebilecek.
Anayasa gereği, Meclis Genel Kurulu’nun, yani 600 milletvekilinin, bütçe harcamalarına tek bir kuruş ekleme yapması mümkün değil.
Komisyon aşamasında konuşuyor değiştirebiliyor ama meclis genel kuruluna indikten sonra harcama artırıcı herhangi bir teklif vermek mümkün değil.
Ancak bütçe buradan geçtikten sonra Genel Kurul’un sahip olmadığı bir yetkiyi yani harcama artırma yetkisini Cumhurbaşkanı tek başına kullanabiliyor.
Şu vahim tabloya bakabiliyor musunuz?
İşte adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen “Türk tipi sistem” denen aslında tam bir sistemsizlik olan yapının nasıl ucube bir yapı haline geldiğini görebiliyor musunuz?
14 gün 15 gün boyunca 600 milletvekili burada çalışacak genel kurulda.
Bütçe kalemlerini artırma yetkisi yok koskoca Meclis’in, halkın iradesini temsil eden Meclis Genel Kurulu’nun böyle bir yetkisi yok anayasaya göre.
Ama Cumhurbaşkanı’nın kafasına göre her türlü harcamayı artırma yetkisi var.
Gerçekten inanılır gibi değil.
Buna bir yönetim sistemi denemez arkadaşlar.
Ve bir başka önemli konu:
Pek çok demokraside bütçe meclisten geçmeyince, hükümet düşer.
Çünkü meclisten bütçe geçmeyince hükümetin tek bir lira harcama yetkisi kalmaz.
Ben tam 11 tane bütçeyi bu meclise sunan ve meclisten geçiren ekonomi ekibinin başında oldum.
Hep içimizde bir kaygı bir tedirginlik olurdu. Bir yol kazası olur mu bir yerde bir sıkıntı çıkar mı diye.
Çünkü 31 Aralığa kadar bütçe meclisten geçmezse 1 Ocak’ta tek bir kuruş harcanamaz.
E tek bir kuruş harcayamayan hükümet ne demek?
Borcunu ödeyemez, memur maaşını ödeyemez, emekli maaşını ödeyemez dolayısıyla düşer hükümet vasfını yitirir.
Ama ne oldu? Bu 2017 anayasa değişikliğiyle beraber bu bütçe meclisten geçmese bile 600 milletvekilinin olduğu bu Meclis Genel Kurulu bu bütçeyi kabul etmese bile hiçbir şey olmuyor.
Hiçbir şey değişmiyor.
1 Ocak’tan itibaren Cumhurbaşkanı yine istediği gibi para harcamaya devam edebiliyor.
Belli oranlarda bütçe ödenekleri artırılıyor. O anayasada yazdığı için öyle belli oranlarda. Onun da önemi yok çünkü kafasına göre yine de artırabiliyor yine de harcamaya devam ediyor.
Yani, Meclis bütçeyi reddetse bile, hiçbir mali ya da siyasi sonucu ortaya çıkmıyor.
Dolayısıyla da bütçe söz konusuysa TBMM’nin bütçenin yönetimiyle uygulanmasıyla ilgili hatta hazırlanması ve yasalaşmasıyla ilgili etkisi nihayetinde sıfırlanmış oluyor.
Yazık değil mi?
Gidiyor milyonlarca insan bu ülkede sandık başına oy veriyor. Milletvekillerini seçiyor.
TBMM teşekkül ediyor, fakat bu koskoca Meclis en temel hakkı olan bütçe hakkını bile kullanamıyor, uygulayamıyor.
Ne kadar garip ne kadar yanlış bir sistemin içine Türkiye'nin yuvarlandığını bütün bunlar bize açıkça gösteriyor.
Bu Meclis niye var Allah aşkına.
Niye var?
Bir eclisin tek bir varlık sebebi varsa o da bütçe hakkıdır arkadaşlar.
800 yılı aşkın bir süredir böyledir.
Ama en temel varlık sebebinin köküne maalesef dinamit koymuşlardır bu Meclis’in en temel hakkını 2017 anayasası ile beraber yok etmişlerdir.
Cumhurbaşkanı, pek çok vergi kalemine tek imzayla kat kat artırabiliyor mu?
Artırıyor. Hatta çok fazla yetki verildi diye geçenlerde tartışma konusu oldu değil mi?
“Bir Cumhurbaşkanının bu kadar artırma yetkisi olabilir mi?” diye. Bunu yapabiliyor.
Vergi salıyor ve harcamayı artırabiliyor.
Eskiden Maliye Bakanlığı’nın yetkisinde olan ödenek meselesi de bizzat Cumhurbaşkanının çatısı altına alınmış durumda şu an.
Maliye Bakanı’nın, Hazine Bakanı’nın ödenek serbest bırakılmasıyla ilgili bir yetkisi yok 2018’den bu yana.
Kime ne zaman ne kadar para vereceğini tek bir imzayla Cumhurbaşkanının kendisi belirliyor.
Böyle denge ve kontrol sistemi olmayan, freni olmayan bir arabanın kaza yapması mukadder.
Sadece gazdan ibaret, “sadece basayım gaza” diyen bir ülke yönetiminin, fren sisteminin denge kontrol sisteminin olmadığı bir ekonomi yönetiminin, bu ülkeyi bir düzlüğe çıkarma imkânı ihtimali de yok.
Bu çatı altında 600 milletvekili ne yaparsa yapsın tek bir kişi hepsini anlamsız hale getirebiliyor bütçe konusu olunca.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bu ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden sonra bütçe görüşmeleri bir siyasi hesap verme süreci olmaktan çıktı.
Niçin?
Çünkü bütçe kanunu, Meclis’te yıllık bazda bir güven tazeleme aracı değil biraz önce söylediğim sebeplerden dolayı.
Bu da yetmiyor, bütçe görüşülmeye başlarken ne oluyor? Dakika 1 gol 1.
Bütçeyi meclise sunan kişi, Cumhurbaşkanı’nın memur olarak atadığı bir kişi.
Geniş kesimlere bir siyasi sorumluluğu yok. Tek bir kişiye sorumlu o da Cumhurbaşkanına.
Ve hemen o gece bir gece ansızın bir kararname ile görevden alınabilecek bir kişi.
Burada o kişiyle 600 milletvekili muhatap ediyor dikkat edelim. Muhatap ettiği kişinin siyasi sorumluluğu yok, tek bir kişiye atama sorumluluğu var.
O gün bugündür, bütçe müzakereleri, bir siyasi muhasebe ve tartışma vasfına sahip değil Türkiye’de.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle beraber Meclis’in bütçe hakkı yok edildiği gibi Plan, Program ve Bütçeler birer formaliteden ibaret hale gelmiş durumda.
Şu hale bakın önce 3 yıllık orta vadeli program açıklıyorlar sonra arkasından bir de 5 yıllık kalkınma planı açıklıyorlar.
Böyle bir şey olmaz, böyle devlet yönetilmez.
Bir devletin önce bir 5 yıllık kalkınma planı olur, uzun vadeli bir vizyon olur, o vizyon içerisinde orta vadeli bir ekonomik program olur ondan sonra da yıllık bütçeler yapılır.
Alt üst ettiler her şeyi.
Bütçelerin bir başka önemli işlevi, vatandaşlarımızın, iş dünyasının ve yatırımcıların ekonomi politikalarına olan güvenini artırarak makroekonomik istikrara katkıda bulunmaktır.
2024 bütçesi vatandaşlarımıza, iş dünyasına ve yatırımcılara güven vermekten ve makroekonomik istikrara katkıda bulunmaktan uzaktır.
Çünkü; bütçenin dayandığı varsayımlar ve ortaya koyduğu hedefler içsel tutarlılıktan yoksundur.
Hem orta vadeli programa baktığınızda hem de bütçeye baktığınızda bir temenniler manzumesidir.
Hem o hedef hem o hedef hem o hedef bir araya koyduğunuzda yan yana bunların hepsine ulaşamayacağınız kesindir ama bütün bu iş tutarlılık kaygısı bu güven verme kaygısı 2018’den bu yana bütçe sunuşlarında ve tartışmalarda yok olmuştur.
Bütçenin bir diğer önemli işlevi nedir? Ülke kaynaklarını doğru ve ihtiyaç duyulan alanlara tahsis ederek ülke kalkınmasına, yoksulluğun giderilmesine ve gelirin dağılımının iyileştirilmesine katkıda bulunmaktır.
2024 bütçesi şöyle bir baktığımızda kaynakların vatandaşlara, çalışanlara, emekliye, çiftçiye, yatırımlara tahsis edildiği bütçe değil kaynakların faize, kamu özel işbirliği projelerine verilen garantilere, israfa, şatafata yöneltileceğini ilan eden bir bütçedir aynı zamanda.
2024 bütçesi memur, emekli ve işçilere hiçbir rahatlama getirmeyen bir bütçedir.
Şimdi bakıyoruz memur ve memur emeklileri için 2024 yılında ne kadarlık bir maaş artışı ön görülüyor?
15 artı 10.
Yani ilk 6 ayda yüzde 15, ikinci 6 ayda da onun üzerine yüzde 10.
Peki, hükümetin ilan ettiği önümüzdeki yıl için enflasyon beklentisi ne kadar?
O da makyajlanmış TÜİK enflasyonu, yüzde 36.
Siz enflasyonu yüzde 36 ilan ederken memur ve memur emeklisi maaşlarını şimdiden yüzde 15+10 artıracağım demek, bu milletin bütün memurlarının ve emeklilerinin cebinden refahından satın alma gücünden çalmak değil de nedir Allah aşkına.
Ve ne diyorlar?
Memur ve emeklilere yılbaşında yüklü bir zam yapacağız, yüklü bir artış yapacağız diyorlar.
Bunun içerisinde değerli arkadaşla, bu yılın enflasyon farkını da katarak söylüyorlar.
Bakanlardan biri çıktı dedi sanırım. Ne dedi? Yüzde 50'ye yakın artış yapacağız dedi.
Arkadaş bu yüzde 50 artış dediğinin 30 küsür puanı zaten 2023'ün ikinci yarısında senin birikmiş borcun. Enflasyon artmış maaşlar yerinde saymış zaten yüzde 30 küsur borçlanmışsın.
Önce o borcunu ödeyeceksin bu senin görevin.
Ve sözleşmeler gereği yükümlülüğün bunu zaten vermek zorundasın.
E gelecek sene ile ilgili vereceğin yüzde 15'te zaten enflasyonun altında kalan bir rakam.
Tutup da bunu büyük bir müjde büyük bir jest gibi açıklamak gerçekten bu milleti aldatmaktır. Ahlaki bir davranış değildir.
Kaldı ki enflasyonu tek haneye düşürmeden ve fiyat istikrarını sağlamadan, enflasyon hedefine göre maaş artışı yapılacağını söylemek çalışanların ve emeklilerin hakkını gasp etmektir.
Ne diyorlar? “Artışları beklenen enflasyona hedeflenen enflasyona göre hedeflenen enflasyona göre yapmamız lazım” diyorlar.
Ya önce sen geçen senenin birikmiş borcunu bir öde arkadaş bu senin borcun bir öde.
Ve en azından beklenen enflasyon artı refah payı kadar maaşları arttır.
Madem ekonomi büyüdü diyorsunuz, ekonomideki bazı rakamlarla övünüyorsunuz o zaman o büyümenin hakkını şöyle bir dağıtın herkese.
“Sadece enflasyon kadar artırdım” demek adalet değil.
Hep bir refah payı vardır refah payı. Yani maaş artışı enflasyondan korumalıdır ama artı bir de refah payı olmalıdır.
Bir başka önemli altının çizilmesi gereken konu enflasyonun yüzde kaç olduğu.
Bütün konuşulanlar bütün bu bütçe tartışmaları hatta ve hatta Merkez Bankası’nın yeni yönetimi yeni ekonomi yönetimi enflasyon dediklerinde tamamen TÜİK enflasyonundan bahsediyorlar.
Ya arkadaş bakın siz ayaklarınız yere basmadan, halkın gerçek enflasyonunun ne olduğunu anlayıp, öğrenip ilan etmeden enflasyonla ilgili konuştuğunuz her şey boş.
“Merkez Bankası ben enflasyonu düşürdüm, düşüreceğim” diyor. Hedefler açıklıyor.
Hangi enflasyon?
Eğer uğraştığınız TÜİK’in açıkladığı uydurma makyajlı enflasyonsa yaptığınızın tamamı boş tamamı çöp.
Çünkü gerçek enflasyon TÜİK’in enflasyonunun çok üzerinde.
Bunu çarşıya pazara çıkan herkes şöyle alışveriş torbasına 1 kg peynir 1 litre süt 250 gram kıyma alan herkes her vatandaş gerçek enflasyonu biliyor.
Siz bunu örtemezsiniz saklayamazsınız. Ne derseniz deyin ne açıklarsanız açıklayın.
Bütün bu ekonomi programları, seçimlerden bu yana yeni iş başına gelen ekonomi yönetimi de en büyük sorun en büyük zaaf arkadaşlar, şu TÜİK’e hala gerçekleri söyletmemek. TÜİK’i hala bağımsız bir kurum haline getirmemek. TÜİK’i hala talimatla rakam açıklayan bir kurum olarak tutmak.
Siz rakamları doğru açıklamazsanız, gerçeklerin üzerini örterseniz bu ülkede güveni oluşturamazsanız.
Ağzınızla kuş tutsanız ekonomide başarılı olamazsınız.
Dolayısıyla mesele bütçeyse, mesele ekonomiyse, mesele güvense güven öncelikle nasıl oluşur?
Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Yani devlet doğru rakamları açıklayacak. Devlet şeffaf olacak.
Seçimlerden bu yana 6 ay bitti. Merkez Bankası’nın döviz operasyonları hala gizli saklı yapılıyor.
İşte şunun için müdahale etmiyoruz da bunun için müdahale ediyoruz da laf.
Bu ülkede serbest kur rejimi varsa, Merkez Bankası bütün piyasa müdahalelerini açık bir şekilde ilan etmek zorundadır.
Eğer açıkça ilan etmiyorsa bu serbest kur rejimi değildir.
Yönetilen yönlendirilen kur rejimidir.
Eğer kur rejimini de değiştirecekseniz onu da çıkın açıklayın.
Yok hala dalgalı kurdan serbest kur rejiminden bahsediyorsanız o zaman Merkez Bankası’nın ne yaptığını şeffaf bir şekilde ortaya koyun.
Yeni ekonomi yönetimine tekrar tekrar çağrım; Şeffaf olun açık olun. Gerçekleri saklamayın gizlemeyin.
Doğru hesaptan kaçmaz.
Rakamlara güveniyorsanız, kendinize güveniyorsanız ve vatandaşın da size güvenmesini istiyorsanız bu ülkenin gerçek rakamlarını ortaya koyun gizli saklı iş yapmayın.
Eskinin kötü alışkanlıklarını devam ettirmeyin.
Rasyonaliteye dönmek aynı zamanda şeffaflığı gerektiriyor aynı zamanda hesap verebilirliği gerektiriyor.
Ve Değerli Arkadaşlar,
Şöyle bir baktığımızda adaletten hep bahsediyoruz ya Türkiye’de bozulan sadece “yargının dağıttığı adalet” değildir.
Türkiye’de bozulan aynı zamanda devletin maaş politikasındaki adaletin bozulmasıdır.
Devletin dağıttığı maaşlarda da adalet yok olmuştur.
Çünkü hem çalışanlar arasında hem emekliler arasında hem de çalışanlarla emekliler arasındaki maaş gelir dengesi tamamen alt üst olmuştur.
Büyük adaletsizlikler vardır.
*****
Değerli basın mensupları,
Hatırlayalım, Sayın Erdoğan muhalefeti faiz lobisine çalışmakla itham etti.
5 yıl boyunca bunu yaptı 2018- 2023.
Ve sonunda şu anda mecliste görüşülen bütçeye koyduğu faiz ödeneği tam 1 trilyon 254 milyar lira.
2023’ün yani bu senenin tam 2 misli faiz ödeyeceğini devletin şu anda iktidar ilan etmiş durumda.
Bu evet bu yılın rakamının 2 katı fakat benim ekonominin başında olduğum dönemin ortalamasının tam 25 katı. Tam 25 katı.
2024 yılında iç faiz ödemeleri arkadaşlar, ilk defa anapara ödemelerinin üzerine çıkıyor. Bu ilk defa oluyor.
Yani hazinenin borç ödemelerine bakın bunun ne kadarı ana ne kadarı faiz, anaparadan daha fazla faiz ödeyecek bu sene hazine. Bu da bütçe rakamlarıyla tescil edilmiş durumda.
Yine faiz ödemelerinde, “asrın ekonomik felaketi”dir diye ilan ettiğimiz kur korumalı mevduat için ödenen ve ödenecek tutarlar yok.
Çünkü niye?
Bu yeni ekonomi yönetimi işe başladıktan sonra seçimden sonra Kur Korumalı Mevduat ile ilgili ödemeleri tamamen Merkez Bankası yapıyor.
Merkez Bankası ne kadar ödüyor?
Karanlık bilmiyoruz.
Ama biliyoruz ki Merkez Bankası bunu karşılıksız para basarak ödüyor.
Bütçede bu rakamları hiç görmüyorsunuz.
Hani bütçe hakkı mecliste.
Bir zamanlar 125 milyar dolara çıkan ve gayret gayret gayret uğraş ancak yaklaşık 100 milyar dolar civarında 6 ayda indirilebilen bu felaketin ülke ekonomisine maliyetini net olarak bu hükümet açıklanmış değil.
Merkez Bankası’nın para basması ne demek?
Hepimizin cebinden bütün çalışanların emeklilerin cebinde Türk lirası taşıyan bankada Türk lirası olan bütün vatandaşlardan çalmak demek.
85 milyondan siz çalıyorsunuz kur korumalı mevduat sahiplerine fark olarak ödüyorsunuz.
Ve bu rakamın ne olduğu belli değil bütçe de konuşulmuyor bile yok. Merkez Bankası gizli kapaklı ödemeye devam ediyor.
Bir başka önemli husus bakın arkadaşlar, tasarruf deniyor değil mi fedakârlık...
Seçimden sonra bu 2 kelimeyi çok duyduk.
Fedakârlık bu yükü paylaşacağız.
Peki bu milletten fedakârlık bekleyen Sayın Cumhurbaşkanı kendi Cumhurbaşkanlığı ödeneklerinden herhangi bir fedakarlık yapmış mı?
Bakıyoruz bu yıl 2023’te günlük 18 milyon lira olan Cumhurbaşkanlığı bütçesi 2024 bütçesinde günlük 34 milyon liraya çıkmış durumda.
Neredeyse 2’ye katlanmış durumda.
Kendi bütçesini ikiye katlayan Sayın Erdoğan, asgari ücret görüşmelerinde asgari ücrete ne kadar zam verecek göreceğiz. Cumhurbaşkanlığı bütçesi neredeyse ikiye katlanmış durumda. Asgari ücrete acaba ne kadar zam verecekler ne yapacaklar göreceğiz arkadaşlar.
Atasözü önce bir iğneyi kendine batıracaksın ondan sonra çuvaldızı asgari ücretlilere emeklilere...
Bu iktidar değerli arkadaşlar bütün bu yanlış yönetim sonucunda vatandaşımızla esnafı çiftçiyi pazarcıyı karşı karşıya getirmiştir.
Ne diyor?
“Etiketlerle savaşacağım” diyor.
Etiketi koyan esnaf. Buğdayı zararına da olsa üreten mısırı pamuğu zararına da olsa üretmek için çabalayan bu ülkenin çiftçisi.
Sen kiminle neyin mücadelesini veriyorsun? Niye vatandaşla üreticiyi esnafı karşı karşıya getiriyorsun?
Kendi müsebbibi olduğun kendi patlattığın enflasyonun suçlusu olarak esnafı üreticiyi hedef gösteremezsin. Bu ahlaki değil.
Bitmedi;
Bu iktidar son 6 ayda MTV’yi 2 kez aldı mı bu milletten? Aldı.
KDV oranlarını yüzde 8’den 10’a, 18’den 20’ye çıkarttı mı?
En temel ihtiyaçta çocuk bezinde KDV oranını %8'den %20'ye çıkardı mı? Akaryakıtın ÖTV’sini 3 katına çıkarttı mı?
Dolayısıyla ne diyorlar? Milletten fedakârlık.
Önce siz kendi yaptığınız harcamalardan da bir fedakârlık yapın onu bir görelim ki milletten ondan sonra fedakârlık bekleyin.
2024 bütçesine bakın arkadaşlar bu rant gelirlerini ve doğrudan vergileri hedefleyen hiçbir adım yok.
Biliyorsunuz mesele faiz geliriyse mesele kur korumalı mevduatlar geliriyse, bunlar vergiden muaf.
Yani şirketler kur korumalı mevduattan kazandıklarına bir kuruş vergi ödemiyor biliyor musunuz?
Çok enteresan. Ama asgari ücretten vergi alınıyor.
Ve toplam vergi gelirinin bu bütçede %75 artırılması öngörülüyor.
Yani 2024 bütçesi 2023'e göre vergi gelirlerinin yüzde 75 artırılmasını öngördüğü bir ülke.
Ve bunların da önemli bir kısmı dolaylı vergilerden gelecek gelirler.
Baktığımız zaman bütçe kalemlerine dolaylı vergi.
Dolaylı vergi nedir? KDV'dir ÖTV'dir. KDV ÖTV nedir? Hepimizin bütün vatandaşların çarşıya pazara çıktığı zaman en küçük alışverişinde bile ödediği vergidir.
Bir ekmek alın içinde KDV var, 1 litre süt alın içinde KDV var. Akaryakıt alın içinde KDV var ÖTV var.
Dolayısıyla bu yılki artışlar yetmiyormuş gibi şimdiden bu bütçe ile ilan ettiler ki önümüzdeki yıl dolaylı vergiler de artmaya devam edecek.
Ve en küçük bir harcama yapan 50 lira 100 liralık bir bakkal alışverişi yapan her vatandaşımız 2024'te, 2023'e göre daha fazla vergi ödeyecek.
Bu adalet değil.
Gerçekten, geniş kitlelerin en küçük alışverişte dahi ödemek zorunda oldukları vergilerin artması adil değil.
Bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum;
Bakın bütçede faize ayrılan 1 trilyon 254 milyar lira.
Eski parayla 1 kentilyon 254 katrilyon. Çünkü hala eski para Türkiye'de konuşuluyor.
Hele yaşı biraz şöyle ilerlemiş vatandaşlarımıza soruyoruz maaşı ne kadar diye milyon milyarla karışıyor.
İşte diyor benim 7,5 milyona yakın maaşım var diyor mesela. Bunlar hala var Türkiye'de.
Taa 2004'ün sonunda paradan 6 sıfır atmanıza rağmen.
Onun için ben ara ara eski rakamlardan bahsediyorum ki herkes anlasın rakamların ne kadar vahim olduğunu.
Yani şu andaki Türk lirası ile 1 trilyon 254 milyar dediğimiz faiz ödemesi eski parayla 1 kentilyon 254 katrilyon.
Buna ilave olarak bu kamu özel ortağı garantilerine de 162 milyar liralık kaynak ayrılmış durumda. 162 milyar.
Peki, şöyle bir karşılaştırma yapalım. Bütçede faize 1 trilyon 254, garantilere 162 milyar lira yazan iktidar tarımsal desteklemeye ne kadar ayırmış?
91 milyar.
Bakın köprü hava alanı garantilerine 162 milyar tüm tarımı desteklemeye 91 milyar.
Bu kafayla bu ülkede enflasyon düşmez.
Bütün dünyada enflasyon artık durgunlaşmış düşüş seyrine inmişken gıda fiyatları düşerken Türkiye'de gıda fiyatlarının artmasının tek sebebi tarımsal maliyetlerin artmasıdır çiftçinin maliyetlerinin artmasıdır.
Gıda söz konusu ise Türkiye'de sebebi maliyettir, talep değildir.
Enflasyonun iki sebebi olur biliyorsunuz bir alttan yukarı doğru iten faktörler yani maliyet faktörleri bir de yukarıya doğru çeken yani talep faktörleri.
Türkiye'de gıda fiyatlarının artmasının sebebi maliyet artıştır. Çiftçinin maliyetlerinin artmasıdır.
Artan maliyetler de fiyatlara tam olarak yansıtamamakta.
Buğdaya bakın öyle mısıra bakın öyle her türlü tarım üretiminde öyle.
Çiftçi ezilip kalıyor zarar ediyor. Ne kadar çok üretse o kadar çok zarar ediyor.
Ama buna rağmen gıda fiyatları tüketicinin de en önemli şikâyet alanı.
Dolayısıyla siz bu kadar 100 milyarları sağa sola savururken, tarıma desteği sadece 91 milyarda bırakırsanız bu ülkede gıda enflasyonu düşmez.
Ülkede gıda enflasyonunu düşürmenin yolu çiftçinin maliyetini aşağıya doğru çekmek.
Çiftçinin gübresinin en az yarısının devlet tarafından karşılanmasıdır. Yemin en az yarısının devlet tarafından karşılanmasıdır. Mazotta elektrikte çiftçiye özel fiyat uygulanmasıdır.
Bunları yapmazsanız maliyetleri aşağıya doğru çekmezseniz bu ülkede gıda enflasyonu durmaz, gıda fiyatları artmaya devam eder.
Hem çiftçiye haksızlık olur hem de en temel ihtiyaç olan gıda ürünleri 85 milyonun tükettiği gıda ürünlerinin fiyatları artmaya devam eder.
Bu kadar basit.
Sanayinin geliştirilmesi, üretim ve yatırımların desteklenmesi için ayrılan rakam ne kadar? 82 milyar.
Asıl ülkenin yarınları burada. Araştırma geliştirme inovasyona, yüksek teknolojiye destek vereceksin ki yüksek katma değer üretim olsun.
Sen tut 82 milyar bütçe ayır ondan sonra bu ülkede kalite ekonomik büyümeden bahset sürdürülebilir büyümeden bahset.
Rüya, hayal.
Ar-Ge yenilik ayrılan para sadece 40 milyar.
Milli kültür programı, çok önemsiyorlar değil mi? 27 milyar.
Gençlik 8,5, kadın programları 3,8 milyar.
Rakamlara bakın.
3,8 milyar dediğiniz kabaca biraz karmaşık altlı üstlü alt geçit yapın Türkiye’de bu o parayı tutuyor.
Hani şehir merkezinde altlı üstlü biraz yonca yapraklı falan alt üst geçit yapın bu o parayı tutar yani.
Bir kavşağa hazırladıkları para kadar bütün kadın programlarına harcadıkları para.
Ve geliyorum en vahime insan hakları meseleleri. 1 milyar bile değil. 474 milyon TL.
Gerçekten arkadaşlar bu bütçede kaynak dağılımının ne kadar vahim olduğu ne kadar adaletsiz olduğu belli.
Üstelik ülkenin yatırımları değil mi? Kamu yatırımları...
Biz 2015’te ekonomi yönetimini devrettiğimizde milli gelir içerisinde yatırım yüzde 2,4, 2026’ya bakıyorsunuz yüzde 1,6.
Neredeyse yüzde 30-40 oranında azalma var Türkiye’de kamunun yatırımlara ayırdığı rakamda.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bu bütçenin güven verememesinin pek çok nedeni var bir başka nedeni de şeffaflığın olmaması.
Sayıştay denetiminden kaçınma, ihale yasasından muafiyet gibi kötü alışkanlıklar bu bütçede de aynen devam ediyor.
Özel hesap, özel ödenek, fon gibi denetimsiz ya da şeffaf olmayan yollarla harcama yapma uygulaması artarak devam ediyor.
Bütçe teklifinde yer alması zorunlu olmasına rağmen, Hazineden hangi dernek veya vakfın ne kadar yardım aldığı açıklanmıyor.
Bütçede bunların üstü örtülü.
Halbuki kanun gereği bunun listesinin yayınlanması gerekiyor.
Bilelim yahu.
Siz hükümet olarak hangi dernek hangi vakfa ne kadar destek veriyorsunuz bütçeden. Niye açıklamıyorsunuz?
Gelelim, borçlanma rakamlarına:
Gerçekten çok vahim bakın;
Dış borçlanma rakamlarını açıkladılar bir sefer şu andaki hükümet, gelecek sene bu sene ile mukayese ettiğimizde dışarıya ödediği borç kadar yeni borçlanma yapamayacağını itiraf etmiş durumda.
Yani dışarıdan döviz bulma konusunda çekeceği sıkıntıyı bugünden ilan etmiş durumda.
Ve bunu ne yapıyor? İç borçlanmayla kapatmaya çalışıyor.
İç borçlanmaya bakalım. İç borç servis oranının yüzde 136 olması öngörülüyor.
Şimdi İç borç servis oranı deyince bu karışık teknik bir tabir ama basitçe söyleyeyim nedir İç borç servis oranı?
100 lira borç ödüyorsun yerine 136 lira borçlanıyorsun demek.
Böyle bir ülkede borç azalır mı?
Benim ekonominin başında olduğum İbrahim Çanakçı Bey’in de hazinenin başında olduğu yıllarda arka arkaya her bu oran yüzde 80 civarındaydı.
Yani devlet 100 lira borç ödüyordu yerine 80 lira borçlanıyordu.
Bu ülkenin borç stoku böyle azaldı.
Böylelikle bir zamanlar yüzde 74’e çıkan borç oranı yüzde 27’ye düştü.
Oysaki bu bütçede devlet içeriye ödediğinden daha fazla borçlanacak.
Dolayısıyla içerideki kaynakları devlet emecek. Özel sektöre kaynak bırakmayacak. Özel sektörün borçlanması zorlaşacak. Çünkü içerideki kaynaklara devlet adeta borçlanma yoluyla ağır borçlanma yoluyla el koymuş olacak.
*****
Değerli Arkadaşlar,
Türkiye’nin en temel sorunları bozulan gelir dağılımı ile gittikçe derinleşen ve yaygınlaşan yoksulluktur.
Hükümet kendi eliyle yarattığı ekonomik krizden çıkmak için, dar ve sabit gelirlilerin sırtına yeni yükler ekliyor.
Israrla ve inatla orta direği yok eden adımlar atıyor.
Asgari ücret ve asgari emekli aylığı, yıllardır açlık sınırının altında.
Yükseltiyorlar açlık sınırına yaklaşıyor sonra geri düşüyor.
Türkiye bir yoksullar toplumu haline getirildi.
Bu iktidar “eşit vatandaşlık” derken meseleyi yanlış anladı herkesi fakirlik ve yoksullukta eşitledi.
İktidar, milyonlarca vatandaşımızı, lütuf gibi sunduğu sosyal yardımlarla kendine bağımlı hale getirmeye çalıştı. Bu demokrasiyi de zayıflattı.
Defalarca söyledik;
Ekonomi yönetiminde birkaç isim değişikliği ve tek başına faiz artışı bu ülkenin sorunlarını çözmeye yetmez.
Seçimden bu yana icraat diye ortaya konulan şeyler; faiz artırımı, vergi artışı ve zam yağmurudur;
Kapı kapı dolaşıp diğer ülkelerden borç olarak döviz istemektir.
İzlenen bu yol gerçekten sorunları da artırmaktadır.
Ve daha da acısı arkadaşlar ekonomideki bu kötü gidişat, beraberinde derin sosyal sorunlara yol açmaktadır.
Bu pek fazla dile getirilmiyor. Ekonomideki yavaşlamanın bu krizin sosyal sonuçları...
Her türlü yasadışı kumar, fuhuş ve bahisler memlekette tavan yapmıştır.
Gayri meşru olup olmadığına bakmaksızın hızla zengin olma, köşeyi dönme anlayışı yaygınlaşmıştır.
Karaborsacılık, tefecilik, dolandırıcılık, kara para aklama gibi ahlaki olmayan yollara tevessül, bir kanser gibi ekonomimizi ve sosyal dokumuzu tehdit etmektedir.
Bırakın bizim kendi içimizdeki meseleyi, bütün bu geniş coğrafyada ne kadar kara para meselesi varsa ne kadar uyuşturucu, mafya çete meselesi varsa Türkiye özellikle İstanbul bu işlerin merkezi haline gelmiştir.
Bizim bir zamanlar uluslararası finans merkezi olsun, uluslararası ticaret merkezi olsun, uluslararası politika merkezi olsun dediğimiz İstanbul bugün uluslararası bir mafya, çete, organize suç örgütlerinin merkezi haline gelmiştir.
Şu son 6 ayda yakalananlara bir bakın, yabancı uyruklu yakalananlara... Neler neler var içlerinde.
Dünyada ne kadar çete varsa ne kadar suç örgütü varsa hepsinin bir temsilcisi çıkıyor buraya.
Ağı bir atıyorsunuz hepsi ağa takılıyor.
Gerçekten çok yazık.
Öfke, nefret ve tahammülsüzlük, topluma egemen hale gelmiş, bunun bir neticesi olarak, başta bahsettiğim spor müsabakaları gibi, çok basit sokakta karşılaşılan hususlar hemen kavga ve cinayetlerin sebebi haline gelmektedir.
Sürekli vurguladığım gibi, Türkiye’yi hukukta, adalette, demokraside, özgürlüklerde dünya sıralamasında en dibe düşüren bir iktidarın, ülkemizi ekonomide “şampiyonlar ligine” çıkarması mümkün olmayacaktır.
Hükümet ülkemizin sorunlarını kalıcı biçimde çözmek istiyorsa;
Tüm bakanlıklarla da paylaştığımız ve hukuktan çevreye, temel özgürlüklerden enerjiye, sağlığa, eğitime kadar her şeyi ama her şeyi içeren 23 tane eylem planımızı incelemelidir.
Ben seçimden sonra herkese gönderdim.
Cumhurbaşkanına, bakanlara, bakan yardımcılarına... Herkese gönderdim.
“Umarım ki istifade edersiniz” dedim.
Ama 6 aylık icraata bakıyoruz yok.
Bilmiyorsanız öğrenmenin yolu bileni dinlemektir okumaktır.
Ha işinize gelir gelmez ama inceleyin bakın.
Eğer gerçekten bu ülkenin ekonomisini düzeltmek istiyorsak,
Özgürlükçü demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, hukuk güvenliğini, şeffaf, hesap veren kamu yönetimini ve kaliteli bir eğitim sistemini tesis edecek adımlar süratle atılmalıdır.
Bizim bakın 10 nolu eylem planı adil yargı.
Türkiye'yi Avrupa Birliği seviyesinin de üzerine çıkaracak bir hazırlık buradadır.
Yüzlerce madde var burada hepsi hazır hepsi hazır yeter ki o irade olsun yeter ki bir adalet arayışı adalet iradesi olsun diyorum ve sözlerime bu noktada son vermek istiyorum.