GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ŞEHİTKAMİL ve ŞAHİNBEY 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI
DEVA Partisi'nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Gaziantep il teşkilatımızın, Şehitkamil ve Şahinbey ilçe teşkilatlarımızın çok
değerli başkanları,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Gaziantepli gönüldaşlarımız,
Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Şehitkamil ve Şahinbey ilçe teşkilatlarımızın birinci olağan kongreleri vesilesiyle düzenlenen toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Sözlerimin hemen başında Şehitkamil ve Şahinbey ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.
Bildiğiniz gibi, DEVA Partisi, ülkemizde rekor sürede teşkilatlanan parti olarak adını tarihe yazdı.
Kuruluşumuzdan 8 ay sonra, rekor bir sürede seçimlere girmeyi doğal yollarla, teşkilatlanma yoluyla, örgütlenme yoluyla elde ettik.
En son Gaziantep il kongresi vesilesiyle buradaydık.
Ve bu seçimlere girmemizi, bu hakkı elde etmemizi sağlayan ilk 41 ilimizden birisi de Gaziantep oldu.
O dönemde, ekonomimizin lokomotif şehirlerinden Antep’te de hep beraber il kongremizi gerçekleştirdik.
Bugün yeniden “dünyanın göz bebeği” bu medeniyet şehrimizde, 8 ay sonra, sizlerle bir arada olmaktan çok mutluyum.
Sağ olun, var olun. *****
Partimiz bir yandan teşkilatlanma çalışmalarını olanca hızla sürdürüyor. Bir yandan da ülkemizin yarınları için çözümler üzerinden çalışıyor.
Biliyorsunuz, partimizin kurulduğu gün parti programımızı açıkladık.
Ama bu parti programı geniş bir çerçeve. Orada ilkeler var, değerler var. Her meseleye farklı bir bakış açısı var.
Ancak daha sonra ne yaptık. Parti programımızdaki çalışmaları daha detaylı ele aldık.
Her konuda eylem planları çalıştık, çalışıyoruz ve bunları kamuoyuyla da paylaşmaya başladık.
İlk eylem planımızı, tarım konusundaki eylem planımızı geçtiğimiz ay Adana’daki yaptığımız lansman programıyla kamuoyuyla paylaştık.
Güzel ve ses getiren bir programdı.
Seçimlerden sonra kurulacak hükümetle ilk 90 ve ilk 360 günde neler yapacağımızı detaylı olarak ortaya koyduk.
O gün bugündür çok şükür eylem planımızla ilgili en ufak bir eleştiri dahi gelmedi. Yanlışlar, kusurlar olabilir ama çok şükür bir eleştiri gelmedi.
Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 ve ilk 360 gününde tarım konusunda neler yapacağını 56 kalemde madde madde sıraladık.
Çok geniş istişareler yaptık. Sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek birlikleriyle görüştük. Kendi parti bünyemizde tarımla, hayvancılıkla uğraşan kendi çalışma arkadaşlarımızla uzun istişareler yaptık.
Nihayetinde çalışmamızı bitirdik ve açıkladık. 20 ayrı başlıkta bu çalışmaları yapıyoruz.
Şu ana kadar bakın, siyaset tarihimizde hiçbir parti seçimlerden önce bu kadar detaylı bir çalışma ortaya koymamıştı, koyamamıştı.
İşte bu detaylı çalışmalar, çözüm çalışmaları bu nitelikli, donanımla Deva kadrolarının varlığı sebebiyle oldu.
Bizim her konuda yetişmiş insan gücümüz olduğu için biz bu çalışmaları yapabiliyoruz.
Siyaset ağırlıklı olarak Türkiye’de bir algı yönetimi üzerinden yürüyor. Laf üretme üzerinden yürüyor.
Şöyle bir bakın, sadece muhalefet partileri değil iktidar partileri de artık sadece laf üretiyor.
Hiçbir konuda çözüm yok. İş üretme yok.
İşte bizim en önemli farklarımızdan biri bu arkadaşlar. Belki en önemli farkımız nitelikli, donanımlı, her alanda işini iyi bilen ve iyi yetişmiş kadrolarımız.
Bir başka önemli farkımızda her konuda detaylı çalışmalar yapmamız.
Öyle ki seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk dakikadan itibaren yapacaklarını bütün detaylarıyla hazırlıyoruz ki, biliyoruz ülkemizin bir gün bile kaybetmeye tahammülü yok.
Bizim acelemiz var. Bu ülkenin problemleri büyük. Büyük krizler yaşanıyor ve ülkenin krizleri derinleşiyor.
Son yıllarda hiçbir kriz çözülmediği gibi yeni krizler ortaya çıktı. Ve bütün krizler derinleşiyor.
*****
Değerli arkadaşlar,
DEVA Partisi’ni,
Ülkemizi kötü yöneterek, uçurumun kenarına sürükleyen mevcut iktidara “artık dur” demek amacıyla kurduk.
DEVA Partisi’ni,
Türkiye’yi yeniden dünyanın yükselen yıldızı haline getirmek amacıyla kurduk.
Çünkü ülkemiz, ne yazık ki, hızla irtifa kaybediyor, hızla itibar kaybediyor.
Ülkemiz bu haldeyken, bu ülkenin işsizlik rakamları rekor seviyede dolaşırken, yoksulluk almış başını gitmişken, bu ülkenin esnafı, çiftçisi, emeklisi belki de yakın tarihin en zor günlerinden geçerken bu ülkenin cumhurbaşkanı itibarı yanlış yerlerde arıyor.
“İtibardan tasarruf olmaz” diyor ya...
Ülkemizin itibarını oturduğu yazlıklarda, saraylarda, şatafatta, gösterişte arıyor. İtibarın sağa sola gereksiz yere para harcayarak kazanılacağını düşünüyor.
Yanılıyor, yine yanılıyor.
Bir ülkenin itibarı nasıl sağlanır, biliyor musunuz?
Ülkenin itibarı; gençlerimizin yarınlarını, kendi doğup büyüdüğü bu güzel topraklarda kurmak istemesiyle sağlanır.
İtibar; gençlerimizin hayallerini, Türkiye’nin süslemesiyle sağlanır.
İtibar; sadece memlekette havalimanı sayılarını çoğaltarak değil, gençlerin o havalimanlarının dış hatlarını “umut kapısı” olarak görmemesiyle sağlanır.
Bakıyoruz; gençler gözünü başka ülkelere dikmiş. Ne yapsınlar? Yönetenler, gençlere kendi ülkelerini “zindan” ettiler. Gençler de hayatlarını başka ülkelerde kurmak istiyorlar. Üzülerek söylüyorum ki kendilerini Türkiye’den kurtarmak istiyorlar.
Arkadaşlarımızla beraber son dönemde yaklaşık 60 ilimize gittik.
Gittiğimiz her il ve ilçede gençlerimizi önümü kesiyor.
Liseye giden gencimiz, benim üniversiteye hazırlanmak için çaba göstermeme gerek var mı diyor. Üniversiteyi kazansam da nasıl olsa iş bulamayacağım ki diyor. Benim üniversite okuyan ağabeyim, ablam, arkadaşlarım iş bulamıyor ki diyor.
Bakın, lise öğrencilerinde üniversiteyi bitirince ben iş bulamayacağım kaygısı var bu ülkede.
Üniversite 1. sınıfa geliyor, ben ne kadar çalışsam etsem de mümkün değil iş bulamam diyor.
İş bulan arkadaşlarına bakıyor ki nasıl buluyorlar? Torpil, eş, dost, ahbap kayırma. Başarının bir önemi yok.
Fırsat eşitliği yok, liyakat yok.
Üniversitede ben çok çalışayım, başarılı olup iyi bir işe mi gireyim yoksa gidip bir sağlam arka bulayım, bir kartvizit bulayım, iktidar partisine gidip üye olayım onu göstereyim diyerek iş buluyor.
Bu ülkede adalet şu anda yerlerde sürünüyor.
Ama adalet sadece yargının düzgün işlemesi değildir.
Adalet aynı zamanda fırsat eşitliğidir, sosyal adalettir.
Gençlerimiz okula girerkenki fırsat eşitliğidir, okul bittikten sonra işe girerkenki, işte yükselirkenki fırsat eşitliğidir.
Adalet her anlamda yerlerde sürünüyor.
Bu kötü yönetim, ülkemizin gençlerini çaresizliğe sürükledi. Bu tablo gerçekten içimizi acıtıyor.
Değerli arkadaşlar,
Beyin göçü; sadece gençlerin meselesi değildir.
Aynı zamanda bizim sanayicimizin meselesidir. Teknoloji üretiminin meselesidir. Milletimizin topyekün refahının meselesidir.
Bugün Gaziantep’te 4 No’lu sanayi bölgesinde bir tesisimizi gezdik. Gerçekten hem Türkiye’ye hem dünyaya ihracat yapan ve kendi alanında çok başarılı bir tesis.
Orada çalışanlarla, yöneticilerle bir sohbet ettik. Bugün ziyaret ettiğimiz o tesis gibi Türkiye’deki tesislerin teknolojide daha da ilerlemesi, ARGE, inovasyon konusunda ilerlemesi, akıl teriyle büyümesi ancak ve ancak yetişmiş insan gücüyle mümkün.
Gençlerimizin dışarıya gitmek istemesi, Türkiye’den kaçmak istemesi bu ülkenin sanayisinin eski teknolojisiyle kalması demektir. Bu ülkenin düşük katma değerle üretimi demektir.
Bu ülkenin daha da yoksullaşıp daha da fakirleşmesi demektir.
Çünkü ne kadar katma değeri yüksek üretim yaparsak, o kadar zenginleşiriz. Aksi halde yoksullaşırız.
Şu anda Türkiye mutlak yoksulluğun tekrar ortaya çıktığı bir ülke.
Bakın biz ekonominin başındayken ekibimizle birlikte olduğumuz dönemde Türkiye’de mutlak yoksulluğu sıfırlamıştık.
Dünya Bankası’nın bütün raporlarında Türkiye mutlak yoksulluğu sıfırlamış bir ülke olarak, yıldız bir ülke olarak gösteriliyordu.
Şu anda mutlak yoksulluk yeniden ortaya çıktı.
Geztiğimiz kaç tane ilde çöp konteynırlarından yiyecek toplayan vatandaşlarımızı bizzat gözlerimizle gördük.
Eminim ki sizler burada, Gaziantep’te de bunu görüyorsunuzdur.
Yazıktır, günahtır bu ülkenin insanlarına. Bu ülke bu durumu hak etmiyor.
İşte bu beyin göçü dalgasıyla, önümüzdeki on yılları etkileyen büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Milletimizin refahını ilgilendiren bir sorunla karşı karşıyayız.
Oysa Türkiye, büyük yer altı zenginliklerine sahip değil. Bizim ekonomimizi alıp götürecek petrol kaynağımız yok, doğalgaz kaynaklarımız yok.
Bizim zenginliğimiz yer üstünde. O da beşeri kaynağımız, insan gücümüz.
Bizim en büyük sermayemiz insanımız.
bu insan gücünü ne kadar iyi yetiştirirsek, ne kadar güncel becerilerle donatırsak ve yarınlara hazırlarsak bu ülkenin ekonomisi, refahı o kadar iyileşecektir.
Aksi halde mümkün değil, olmayacaktır.
Bu nedenle hepinizin huzurunda tüm Türkiye’ye söz veriyoruz:
Gençlerin umudunun kalmadığı bugünkü Türkiye’ye asla ama asla alışmayacağız.
Bu bizim kaderimizdir demeyeceğiz. Biz; umudun sesi olacağız.
Bu cennet topraklarda doğan her bir çocuğun yaşatıldığı ve yaşamak istediği Türkiye’yi kuracağız.
Biz gençleri önce nitelikli eğitimle güçlendireceğiz. Gençlerin Doğu-Batı, Kuzey-Güney demeden iyi bir eğitim alması için gereken adımları atacağız.
İstihdamı artıracağız. Fakirlik ve işsizliği bu ülkenin kaderinden sileceğiz.
Gençlerimize kendi ülkesini yeniden sevdireceğiz! Yeniden sevdireceğiz!
*****
Değerli arkadaşlar,
Bu göç konusunun bir diğer boyutu da ülkemize doğru yönelen göçler.
Biz en nitelikli iş gücümüzü kaybederken başka nitelikte bir insan akışını maalesef ülkemizde son yıllarda artan oranlarda görüyoruz.
Sınırlarımızın hemen ötesinde derin insanlık krizlerinin yaşandığının farkındayız. Bu meselenin insani boyutunu çok önemsiyoruz.
Bu nedenle göçle ilgili sorunların insani boyutunu hassasiyetle değerlendiriyoruz.
Kısa vadeli popülist yaklaşımlardan uzak duruyoruz. Daima insan onuruna yaraşır politikalar öneriyoruz ve geliştiriyoruz.
Uluslararası düzensiz göçe sebep olan olayları da hassasiyetle takip ediyoruz.
Bildiğiniz gibi, şu sıralar Afganistan’dan Türkiye’ye doğru bir göç dalgası var. Bazı haberlere göre binin üzerinde rakamlardan bu gerçekleşiyor.
Afganistan’daki iç savaştan kaçan insanlar, sınırları aşarak Türkiye’ye geliyorlar. Binlerce kilometreyi yürüyerek gelenler var. İnanın görüntüler içimizi acıtıyor.
Suriyelilerden sonra, bir de Afganlar sorunu ülkemizde hızla büyüyor. Peki, mevcut hükümet bu konularda ne yapıyor?
Suriye’yle ilgili ne yapıyor? Suriye’deki iç savaşın durması için, Suriye’de yeniden barış ve istikrarının gelmesi için hükümet ne yapıyor?
Hiçbir şey yapmıyor.
Çünkü şu andaki hükümet, Suriye’de olayların tarafı, sorunların bir parçası.
Tabii ki hudut güvenliği bizim için çok önemlidir, bazen o güvenliği sağlamak için hududun bir miktar ötesinde olmamız gerekebilir. Bu önemli bir konudur.
Ancak bunu geçici bir güvenlik sorunu olarak görüp de Suriye’nin bir an önce barışa, huzura, istikrara ve refaha ulaşması için mutlaka çalışmak gerekiyor.
Bunun için de Türkiye’nin, Suriye’de çözümlerin parçası olması gerekiyor, sorunların değil.
Son dönemde bakıyoruz değerli arkadaşlar, Afganistan’la ilgili ne yapıyor Türkiye?
Afganistan sorunu var ama Türkiye, Afganistan’da ne yapıyor? Türkiye, sürekli olarak başka ülkelerin iç meselelerine taraf oluyor. Yıllardır çıkan her kavganın tarafı oldukları gibi.
Türkiye’de aklı başında bir dış politika bırakmadılar.
Şu anda Türkiye’de sadece bir tek kişinin duygularıyla, dürtüleriyle şekillenen bir dış ilişkileri var, o kadar.
Politika yok. Politika demek dört başı mamur, akıllı, rasyonel bir bakış açısı demek. Böyle bir şey yok.
Ve tamamen iktidarlarının sürmesini barışlarla değil, çatışmayla, kutuplaşmayla arayan bir yönetim anlayışı var.
Ülkemizi de dış ilişkilerde kendi menfaatlerinin oyuncağı ettiler. Biliyorsunuz;
Geçtiğimiz ay bir NATO zirvesi toplandı. Sayın Erdoğan da aylarca telefon kuyruğunda beklediği ABD başkanını anca o gün görebildi.
Peki ne yaptı?
Bu sefer de Amerika’yla arayı düzeltmek için masaya Afganistan’ı koydu.
Hani ABD, askerlerini Afganistan’dan çekiyor ya...
Sayın Erdoğan da baktı, ABD ile bozduğum ilişkileri acaba nasıl düzeltiriz diye, buraya atladı hemen.
ABD Başkanı’na “Gözünüz arkada kalmasın, Kabil Havalimanı’nın tüm güvenliğini biz sağlarız.” diyor.
“Türkiye’nin yanına iki ülke daha verin. Silahları siz verin, masrafları siz karşılayın. Biz, askerlerimizin hayatını riske atarız, merak etmeyin.” diyor.
Geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Bu bir dış politika falan değil.
Bu tamamen rasyonel olmayan, akıl dışı, duygularla, dürtülerle yönetilen bir dış ilişkiler setinin gelip de sıkıştığında bu ülkenin gencinin canını tehlikeye atacak formüllerle günü kurtarmaya çalışması. Başka bir şey değil.
El alem “Afganistan’dan nasıl çekilirim, askerlerimi bu ortamdan nasıl çıkarırım” diye hesap yapıyor. Sayın Erdoğan ise hesapsız kitapsız bir şekilde Türkiye’yi askerini riske atan bir ülke konumuna düşürüyor.
Şimdi ben buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum;
Afganistan’daki askeri varlığımızın ülkemize ne faydası olacak? Buradaki amaç ne? Hedef ne?
Böyle ben istedim oldu, ben yaptım oldu diyerek olmaz.
Bu kararları verirken milletimize sordunuz mu? Diğer siyasi partilerle bir istişare ettiniz mi?
Nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin dışarıda asker bulundurmasının meşruiyeti meclis kararlarıyla sağlanır.
Uluslararası meşruiyeti ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla sağlanır. Ortada böyle kararlar yok.
Sayın Erdoğan’a soruyorum siz neye dayanarak, kime güvenerek bu teklifte bulundunuz? Bunun amacı ne?
Allah korusun, bir ana kuzusu Afganistan’da şehit düşerse, “bunu ben ailesine nasıl anlatırım” diye hiç düşündünüz mü? Bunun hazırlığını yaptı mı?
Peki bunun çıkış planı ne? Afganistan’la ilgili strateji ne? Bir büyük resme bakmak lazım değil mi?
Orada olalım diyorsunuz ama hedef ne? Dış politikada bir stratejik hedef olur. Güvenlik unsurlarınızı başka ülkelerde bulunduruyorsanız bunun bir hedefi olur.
Çıkış planı ne? Hangi şartlar yerine geldiğinde oradan çıkacaksınız? Bir planınız var mı?
*
Bu planı bilmek bizim hakkımız, milletimizin hakkı.
Değerli arkadaşlar,
Dış ilişkilerdeki bu kötü yönetimin sonucunu, ABD ile ilişkilerin bozulmasının sonuçlarını, şimdi Afganistan’la toparlamaya çalışıyorlar.
Çünkü Türkiye’nin itibarını sıfırladılar. Dış politikayı tam bir “kaybet-kaybet” oyununa çevirdiler.
“ABD, S-400’ler konusunda yaptırımları kaldırmadığı halde, belki bir süre bu konunun üstüne gitmez düşüncesiyle, gerekirse Afganistan’da biz ölürüz” teklifini götürdüler.
U dönüşü yapmak için ortaya gençlerimizin canını koyuyorlar. Koskoca dış politikayı, gençlerin canı üzerinden oynanan bir oyuna çevirdiler.
Tabii ki bu ülkenin ordusu olacak, tabii ki güvenlik güçleri olacak, tabii ki çıkarlarımızı koruyacağız.
Ama bizim Türkiye Cumhuriyeti olarak Afganistan’da çıkarımız ne?
Avrupa Birliği Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yapmış olan bir arkadaşınız olarak bunları soruyorum.
Çünkü bunu söylemedi, anlatmadı. Hesap verme gibi bir derdi yok. Bakın, eğer böyle değilse, çıksın Sayın Erdoğan bu millete izah etsin. Bunun bir izah borcu var.
*****
Değerli arkadaşlar;
Bakın, Sayın Erdoğan daha geçen gün Güneydoğu Anadolu’muza geldi.
Şuradan 300 kilometre ötede, Diyarbakır’da sözüm ona yeni bir “göz boyama” çalışmasının içine girdi.
2,5 senedir adım atmadığı Diyarbakır birden bire, ne hikmetse aklına gelmiş. Görüyor tabii sokaklarda ciddi bir DEVA rüzgarı var, telaş başlamış.
Sözüm ona milleti dinlemeye Diyarbakır’a geldiğini söylüyor ama, programa şöyle bir baktım, sürekli kendisi konuşmuş.
Oturup da vatandaşları, sivil toplum kuruluşlarını dinlememiş.
Daha önce Kürt sorunu yoktur dediğinde ben, Kürt sorunu olup olmadığını bizim Kürt vatandaşlarımıza sorun demiştim.
Seçim hazırlığı mıdır, oy peşinde midir bilmiyoruz ama, birden bire çözüm sürecini başlattığıyla ve bitiren taraf olmadığıyla övünmeye de başlamış.
Yanı başındaki küçük ortağı biliyorsunuz, demedik laf bırakmamıştı çözüm süreci için. Şimdi ben bitirmedim ki öbürleri bitirdi diyor.
Küçük ortak “ihanet” demişti ama Erdoğan nasılsa “Diyarbakır’da konuşulan Diyarbakır’da kalır” diye düşündüğünden olsa gerek, rahat rahat konuşmuş.
Merak ettim doğrusu. Sayın Erdoğan Diyarbakır’a küçük ortağını, Sayın Bahçeli’yi niçin götürmemiş, niçin beraber görüntü vermemiş acaba?
Değerli arkadaşlar,
Kürt meselesinin varlığını dahi reddeden bu zihniyetin, Kürt meselesini çözmesi mümkün
değil.
Önce bir sorunu kabul edeceksin, hastalığı teşhis edeceksin, bu vardır diyeceksin ki çözümü başlansın.
Mümkün değil. Bu zihniyetle çözemezsin.
Diyarbakır’a gelince Dicle’nin kenarındaki kuzuyu hatırlıyor, Ankara’ya gidince kurdun yanı başında hepsi buharlaşıyor.
Yeni hiçbir şey de söylemiyor. Tüm bu ziyaret sırasında söylediği tek yeni konu var. O da Diyarbakır Cezaevi’ni kültür merkezi yapmak.
Ne demekmiş kültür merkezi dediği bilmiyoruz. Sergiler, konserler mi olacak içerisinde bilmiyoruz.
Diyarbakır Cezaevi ki, bu ülkenin utanç abidesi.
Diyarbakır Cezaevi ki, gencecik insanlara akla hayale sığmayacak işkencelerin yapıldığı bir yerden bahsediyoruz.
Diyarbakır Cezaevi ki, acının, eziyetin, şiddetin adresi.
İşte bu kadar uzak Diyarbakır’a da, insanına da. Oradaki toplumsal hafızaya da kendisinin ne kadar uzak olduğunu gösteriyor.
Bu utanç abidesinden kültür merkezi çıkar mı arkadaşlar? Çıkmaz.
Olması gereken Diyarbakır işkencehanesini hafıza müzesi yapmak ve orada vatandaşlarımızın yaşadıkları acıyı orada işlemektir.
Ankara Ulucanlar’da yapıldı biliyorsunuz. O doğru bir projedir.
Bunlarla yüzleşmemiz gerekir ki herkes ders alsın. Bu ülkeyi gelecekte yönetecek nesiller ders alsın. Bu ülkede bunlar yaşanmış diye hatırlasınlar ki bir daha aynı acılar çekilmesin bu ülkede. Aynı eziyet yapılmasın.
Ama diyorum ya arkadaşlar, zihniyet diye. Biz Van’da işkence sonucu hayatını kaybeden Servet Turgut’un evini ziyaret ettik.
Buna sebep olan yönetim, işkenceye göz yuman yönetim, Diyarbakır Cezaevini anlayamaz. Orada gereğini de yapamaz.
Mümkün değil arkadaşlar.
Sayın Erdoğan “2005’te ne dediysem arkasındayım” diyor, değil mi?
2005’te ne dediğini hatırlatayım. Ama örneğin 2015’te, 2019’da, 2020’de ne dediğini de hatırlamamız lazım.
2005’te “Kürt sorunu benim de sorunumdur.” demişti. Bundan 16 sene önce.
O zamanlar gerçekten doğru bir tespitti. Ben de o zaman hükümetteydim ve gerçekten iyi niyetli bir çalışma safha safha başlamıştı.
Ancak gel gelelim 2015’te ne demişti:
“Varsa yoksa Kürt sorunu. Kardeşim, ne Kürt sorunu ya?”
2019’da ise ülkemizin vatandaşı olan Kürtlere “Kürdistan’a defolun” demiş.
Daha yeni, 2020’de “Kürt sorunu yok” diye de tekrarladı.
Örnek çok... Ben sadece üçünü hatırlattım.
E ne oldu? Şimdi soruyorum Sayın Erdoğan’a; siz hangi sözünüzün arkasındasınız?
2005 sözünüzün arkasındaysanız, 2015, 2019, 2020’de bunları niye söylediniz?
Yok, 2005 sözünüzün arkasındaysanız gereğini yapın.
Bir de görüyoruz televizyonda, “Biji Serok Erdoğan” diye Kürtçe slogan atılmış. Biliyorsunuz Diyarbakır surlarının duvarlarına kendisi için Kürtçe sevgi metinleri de yazdırılmıştı.
Ona sevgi gösterilecekse Kürtçe serbest, ama başka yerde başka yerlerde “bilinmeyen bir dil” olarak anılıyorsa bu tutarlı bir şey değil.
Bakın, İçişleri Bakanlığı kadına şiddet hattı kuruyor. Tam beş tane dil var Türkçe dışında.
Ama bu ülkede en çok konuşulan ikinci dil Kürtçe yok. Konu şiddet hattı, kadınların canı söz konusu değil mi?
Her türlü dil var ama bu ülkede en çok konuşulan ikinci dil Kürtçe yok.
Kürtçe öğretmen atamalarında da durum ortada.
Bir yandan HDP’li siyasetçilere ağza alınmadık laflar ediyor, belediye başkanı olurlarsa yerine kayyum atıyor, ama kendi partisine geçen belediye başkanları birden bire makbul hale geliyor.
Anlayış bu, zihniyet bu. Adeta “ya bendensin ya teröristsin” diyor.
Diyarbakır’a gelince sahip çıktığı çözüm sürecinin, kendi bilgisi dahilinde yapılan pek çok detayı, bugün bazı davalarda suçlama konusu. Bunu kendisi bilmiyor mu?
Ama artık Sayın Erdoğan bir karar vermeli: Çözüm süreci yargılama konusu olan adli bir vaka mı, yoksa başarısız olduğu için üzüldüğü bir tecrübe mi?
Çözüm sürecini Ankara’da başka, Diyarbakır’da başka değerlendiremezsiniz. Burada net ve açık bir karar gerekir.
Çözüm sürecini biz başlattık sürecin bazı partnerlerini de cezaevine koyduk mu demek istiyor acaba?
Çözüm ortaklarının hapiste olduğu bir dönemde, çözüm süreci sebebiyle bazıları hapse girerken yine çözüm süreci sayesinde şu anda cumhurbaşkanlığı sarayında olduğunu unutmaması gerekiyor.
Varsa yoksa geçmişi anlatıyor. Ekonomide ne zaman bir başarı hikayesi anlatsa hep bizim dönemden bahsediyor.
Enflasyonu şöyle indirmiştik, faizler şöyle düşmüştü. Aradan 6 yıl geçti niye yapamıyor?
2018’de tüm yetkiyi eline aldı. Buyursun yapsın.
Merkez Bankası’nın faizi niye hala yüzde 19? Elini tutan mı var?
Niye Avrupa’nın en yüksek faizi, niye dünyanın 7. yüksek faizi şu anda Merkez Bankası tarafından uygulanıyor.
Bunları sormamız gerekiyor.
Bütün bu sorunların kökünde kötü yönetim var. İstişaresizlik var. “Ben yaptım, oldu.” demek var.
*****
Değerli arkadaşlar,
Biz geçmişten ders çıkarmasını bilen bir siyasi hareketiz.
Çözüm süreci iyi niyetli bir girişimdi. Ancak, Kürtlerin doğuştan sahip oldukları haklarının tanınmasını bir pazarlık konusu yapmak bu sürecin temel bir hatasıydı.
Niye? Çünkü insan hakları tanınır. Aması fakatı olmaz. Bu haklar bir oylama konusu dahi edilemez.
İşte bizler; vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan bütün hakları koşulsuz, pazarlıksız, müzakeresiz bir biçimde derhal tanıyacağız.
İnsan hakları, pazarlık konusu edilemez. Hak tanınmasından, lütuf gibi bahsedilemez.
Biz milletimizin doğuştan sahip olduğu tüm hakları olduğu gibi tanıyacağız. Geçmişte yaşanan hiçbir acıya kör, hiçbir feryada sağır kalmayacağız.
Bu acıların bir daha yaşanmaması için elimizden geleni yapacağız.
İç politikada da, dış politikada da barışın temsilcisi bizler olacağız. Bizler hem iç hem de dış politikada sağduyunun sesi olacağız.
DEVA iktidarında, dış politika üç beş kişinin çıkarları doğrultusunda değil, tüm milletin menfaatleriyle ilerleyeceğiz.
DEVA Partisi iktidarında;
Dostlarımızı çoğaltıp, düşmanlarımızı azaltacağız.
Bölgemizde öncelikle huzur ortamının sağlanmasını hedefleyeceğiz.
Bu amaçla;
Hudutlarımızın şiddetle, uyuşturucu trafiğiyle, insan kaçakçılığıyla falan değil; ticaretle, kazançla, bollukla, bereketle anılmasını amaçlıyoruz.
Daha önce de söyledik ülkemizin hudutları çok önemli. Biz tüm bu bölgeye baktığımızda şöyle bir vizyonla hareket ediyoruz:
Bu hudutları insanların, ürünlerin, fikirlerin ve sermayenin serbestçe hareket ettiği sınırlar olarak hayal ediyoruz.
Böylesine bir coğrafyada Türkiye, nüfusuyla, tarihiyle, kültürüyle zaten doğal olarak bölgenin en gözde ülkesi olacaktır.
Sınırların rahat işliyor oluşu tabii ki diğer ülkelerde de barışla, huzurla ancak sağlanır.
Acilen Türkiye’nin, dış politikasının tüm coğrafya için, tüm komşular için barış odaklı, istikrar odaklı, refah odaklı olarak yeniden kurgulanması gerekiyor.
Kutuplaştırarak değil, taraf olarak değil.
Şu andaki hükümetin politikası ne? Başka ülkelerin iç meselelerine taraf oluyor.
Bakın, Afganistan’da da böyle. Bir iç mesele var ve sürekli taraf oluyorlar.
Halbuki problem varsa orada çözüm için olmak lazım. Çözümlerin parçası olmak lazım.
Sorunu olanları barıştırmak, buluşturmak lazım.
Bakın, benim Avrupa Birliği ve Dışişleri Bakanlığı dönemimde,
Birleşmiş Milletler dünyadaki arabuluculuk merkezini İstanbul’a kurmak istedi biliyor musunuz?
Dediler ki: “Siz hakkaniyetle hareket ediyorsunuz, önce insan diyorsunuz. Sorunlara adil bir perspektiften bakıyorsunuz. Dürüst hakemlik yapıyorsunuz. Gelin Dünya Arabuluculuk Merkezi’ni Birleşmiş Milletler olarak İstanbul’a açalım.”
Bu noktaya getirmiştik işi. Fakat ne zaman ki dış politikaya böyle dar bir ideolojik bakış geldi, şahısların çıkarları üzerinden dış politika şekillenmeye başladı işler bozuldu.
Ne zamanki iç siyasette artık hükümet açısından zemin zayıfladı, gittiler diğer ülkelerde düşman aradılar.
Düşmanlıklar üzerinden beslenen bir dış politika izlendi bu ülkede. Hatırlayın. Ey Batı ey Avrupa demiyor muydu? Hac, hilal demiyor muydu?
Hac, hilal derken baktık ki birden bire Avrupa Birliği ile ilişkileri düzeltme çabası var. ABD’den peşinden koşmak var.
Ne oldu? İlişkileri bozarken aklınız neredeydi?
İçerideki o eriyen desteği konsolide etmek için dışarıda düşman ararken bu ülkenin çıkarlarının zora gireceğini hiç mi hesap etmediniz?
Bakın, bahsettiğim bir vizyondan, tüm bölge için barış ve istikrar vizyonundan bizim en çok da bu hudut illerimiz faydalanır.
Çünkü sınırlar kapalı olduğu zaman, sınırlar ötesinde huzursuzluk olduğu zaman bunu en çok sınır illerimiz hissediyor.
Gaziantep’te bunu en çok hisseden illerimizden birisi oldu. Suriye’deki sorunlardan ve Suriyelilerden oluşan sorunu en yakından gözlemleyen ve bizzat yaşayan illerimizden birisi oldu.
Ve sınır illerimiz, ülkelerde istikrar sağlandıktan sonra, Türkiye istikrar ve barış için çaba gösterdikten sonra, o hudutlar anlamını yitireceği dönem geldikten sonra görün nasıl her şey değişecek.
Ben şunu biliyorum. Bir dönem Gaziantep’teki vatandaşımız gidip öğle yemeğini Halep’te yiyip geliyordu.
Ne oldu da bu hale geldi? İnanın bu sorunların hepsi çözülür arkadaşlar.
Böylesi bir iklimin de tüm bölgemizde
olduğu gibi Gaziantep’in de çehresini hızla değiştireceğini, zaten çalışkan olan Gazianteplinin ufkunu daha da açacağını ben rahatlıkla söyleyebilirim.
Böylesi bir iklimin Gaziantep’imizin kalkınmasına çok güçlü bir katkı sunacağını da iyi biliyoruz.
*****
Ve değerli arkadaşlarım,
Bu kötü yönetimi sona erdirip emaneti teslim almak için biz hazırız. DEVA Partisi’nin pırıl pırıl kadroları buna hazır.
Artık Şahinbey’in de Şehitkamil’in de DEVA’sı var. Gaziantep’in de DEVA’sı var.
Türkiye’nin DEVA’sı var.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.