DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, 2025 yılının ekonomik sıkıntıların daha çok hissedileceği bir yıl olacağını belirterek, iktidara uyarılarda bulundu. Emekli ve asgari ücret maaşıyla açlık sınırı arasındaki makasın giderek açıldığını kaydeden Babacan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ekonomi kurumlarının bağımsızlığının azaldığını ve nepotizmin arttığını dile getirdi. Babacan, çözümün denetlenebilir ve şeffaf bir yönetim anlayışından geçtiğini vurgulayarak, sadece iktidara karşı mücadele etmediklerini bir menfaat şebekesine karşı da mücadele sürdürdüklerini söyledi.
NOW TV’de İlker Karagöz ile "Çalar Saat" programında gündemi değerlendiren Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a önemli bir çağrı da yaptı. Babacan, “Sayın Erdoğan kendisine yakışan bir şekilde, tatlı bir dönüşümle, artısı eksisiyle bir döneme damga vuran insan olarak biraz kenara çekilerek başkalarının önünü açması gerekiyor” dedi.
“Asgarî ücretin bir yıl sabit kalması, asgarî ücretlinin hakkından çalmaktır”
Enflasyonun tek haneye indiği dönemde bile 1 Temmuz ara zammının verildiğini hatırlatan Babacan, “2025 yılı, 2024 yılına göre vatandaşımızın sıkıntıyı daha çok hissedeceği bir yıl olacak maalesef. Çünkü niye? Bakın 18 bin 979 lira açlık sınırına karşı makas gittikçe açılacak, açılacak. Temmuz'da asgarî ücrete ara zam verilmeyeceği için bu yıl açlık sınırı artmaya devam edecek fakat asgarî ücret sabit kalacak. Onun için biz ne dedik? '1 Temmuz'da mutlaka ara zam gerekir' dedik asgarî ücrete. Asgarî ücrete 1 Temmuz'da ara zam verilmediği yıl pek yoktur yakın tarihimizde. 20 yıldır çoğunda asgarî ücrete mutlaka ara zam verilmiştir. Enflasyon tek haneye indiğinde bile mutlaka 1 Temmuz'da ara zam verilmiştir. Çünkü siz ara zam vermezseniz ve yıl sonuna kadar beklersiniz, o zaman asgarî ücretin refahından çalmış olursunuz. Enflasyon her ay, her ay artmaya devam ederken asgarî ücretin yıl boyunca 12 ay sabit kalması, asgarî ücretlinin hakkından çalmaktır” diye konuştu.
“Emeklinin, asgarî ücretlinin sepeti küçülmüş durumda”
Ekonomi kurumlarının bağımsız çalışmasının önemine dikkat çeken Babacan, TÜİK’in şeffaflığını yitirdiğini söyledi. Babacan, “TÜİK'in alışveriş sepeti bakın… TÜİK'in yasasını ben çıkarttım; tamamen bağımsız bir halde kurduk TÜİK'i… Eskiden Devlet İstatistik Enstitüsü'ydü, hatırlayalım. Sonra TÜİK’i Avrupa standartlarında bir kurum haline getirdik. Bağımsız çalıştı TÜİK, mesela son bağımsız TÜİK Başkanı beş yıl görev yapmıştır kimse dokunamamıştır. Eskiden TÜİK alışveriş sepetindeki ürünleri fiyatlarına yazardı. Derdi ki mandalina bu, portakal bu, elma bu diye yazardı. Emeklinin asgarî ücretlinin sepeti küçülmüş durumda” dedi.
“Diyanet İşleri Başkanlığı, bir devlet kurumu olarak fakir fukaralığı tescil etti”
Babacan, Diyanet İşleri Başkanlığının asgarî ücretli ve emeklinin fitre alabileceğine yönelik fetvasına dikkat çekerek, emekli yılı olan 2024’de emeklinin perişan edildiğini kaydetti. Babacan, “Zaten ne oldu geçenlerde? Diyanet İşleri Başkanlığı bir fetva verdi. 'Artık Türkiye'de asgarî ücretli, emekli fitre alabilir' dedi. Resmen devletin bir başka kurumu tescil etti ki bugün Türkiye'de asgarî ücretli ve emekli yoksul oldu, fakir fukaralık arttı. Fitreye, sadakaya, zekata muhtaç bir asgarî ücretli ve emekli var artık Türkiye'de. Ve neye rağmen? Biliyorsunuz geçen yılı, 2024 yılını emekli yılı ilan ettiler. Emekliler yılı ilan ettikleri yıl, emeklinin çok zorluk çektiği, perişan olduğu bir yıl oldu” ifadelerini kullandı.
“Hükümete yakın televizyonlardaki temalar, aile kurumunun özüne kastediyor”
Televizyonlarda gündüz kuşağı yayınlarındaki tehlikeye de değinen Babacan, “2025 senesi de aile senesi. Allah aileleri korusun diyorum. 2024'ü emekli yılı ilan edip emekliyi perişan eden bir hükümet, 2025 yılını aile yılı ilan etti. Umarım ki Türkiye'deki aile kurumunun daha da zayıfladığı, daha da sıkıntıya girdiği bir dönem yaşamayız. Gerçekten şu anda aileyi korumak için ve aile kurumunu yaşatmak için insanlar çabalıyor, çok çırpınıyor ama şartlar o kadar kötü ki hem sosyal ve kültürel ortam hem de ekonomik şartlar ailelerin büyük sıkıntılar yaşamasını beraberinde getirdi. Sosyal ve kültürel açıdan baktığımızda gündüz kuşağı programları var biliyorsunuz. Gündüz kuşağı programları, hükümeti destekleyen insanların sahibi olduğu televizyon kanallarında, 3-4 yaşındaki çocukların bile rahatlıkla izleyebileceği kanallardan bahsediyoruz. Bu sabah kuşağı programlarındaki temalar, işlenen konular aile kurumunun tam da özüne kastediyor” dedi.
“Doğurganlık oranı Fransa’nın bile gerisinde; insanlar evlat sahibi olmaktan artık korkuyor”
Babacan, ekonomik problemlerin doğurganlık oranını düşürdüğüne işaret ederek, “Türkiye'deki hane başına yaşayan insan sayısı gittikçe azalıyor. 2024 yılı son yıllarda en az sayıda bebeğin doğduğu yıl oldu. Kadınlarda doğurganlık hızı denilen bir ölçüm vardır; hayatı boyunca sahip olduğu çocuk sayısıyla bağlı olan bir rakamdır bu. Şu anda Türkiye'de bu rakam Fransa'nın altına düştü. Avrupa Birliği dediğimiz, Fransa dediğimiz ülkeden daha düşük. Çünkü insanlar evlat sahibi olmaktan artık korkuyor, çekiniyor. Ben çocuğumu nasıl okuyacağım diyor. Eğitim masrafları almış başını gitmiş. Gerçekten şu anda aile kurmanın, çocuk sahibi olmanın çok zor olduğu bir dönemden geçiyoruz. En basit bir düğün, en basit bir evlilik merasimi topladığınızda ev eşyasıyla şunla bunla 500 binden başlayıp bir milyona kadar ucu yok, sonu yok, çok çok büyük maliyetler. Dolayısıyla gençler evlenmekten çekiniyor, korkuyor, ‘Param’ yok diyor” değerlendirmesinde bulundu.
“Enflasyon, sadece ekonomi politikasıyla düşmez”
Enflasyonun düşmesinde birden çok etkenin olduğunu kaydeden Babacan, “Sadece ekonomi politikası ile bakın enflasyon düşmüyor. Aynı zamanda ifade özgürlüğü ile hukuk ve adalet konusunda Avrupa Birliği standartlarına doğru yürüdükçe enflasyon düşüyor. Bunlar birbiriyle çok ilgili konular. Artı yapısal reformlar. Bakın şu anda Türkiye'de israf çok büyük. Sayın Cumhurbaşkanı gitti Asya gezisine 3 tane ayrı uçakla… Arabalar ayrıca uçağa bindiriliyor önden gönderiliyor. Böyle bir şey yoktu eskiden. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ ifadesi aslında bana verilmiş bir cevaptır. Çünkü ben o gün diyordum, 'İsraf çoğaldı, tasarruf etmemiz lazım’ diyordum, gazetelerde boy boy manşet oluyordu, ‘Tasarruf tasarruf’ diyordum. O bana verilmiş bir cevaptır, itibardan tasarruf olmaz… Başbakan Yardımcısıydım ve israfın arttığını görüyordum. Yazık diyordum, bakın bu yanlış” ifadelerine yer verdi.
“Sadece iktidara karşı mücadele etmiyoruz, menfaat şebekesine karşı da mücadele ediyoruz”
“Türkiye'de konut çok pahalı değil mi? Basit bir örnek. Milyonlarca insanı etkiliyor. Kiralar uçtu gitti, konut çok pahalı. Çözümü o kadar kolay ki… Biraz insanları dinleseler, biraz etraflarında örülmüş olan menfaat şebekesini şöyle bir dağıtsalar, ki bugün ben ülkenin Cumhurbaşkanı olayım zaten onun için istemiyorlar, o etraflarındaki menfaat şebekesi benden çok korkuyor. 'Ya bunlar fazla dürüst, bunlar yemez yedirmez' diyorlar. 'Erdoğan bir giderse bizim halimiz nice olacak' diyorlar. Biz sadece iktidara karşı mücadele etmiyoruz, menfaat şebekesine karşı da mücadele ediyoruz.”
“Erdoğan 'Ben üç dönemden fazla Genel Başkan olmuyorum' dedi; şimdi akdini bozmuş durumda”
“Bize göre Cumhurbaşkanı aday olamaz. Ayrıca AK Parti'nin kuruluş akitnamesi açısından da olamıyor. Çünkü AK Parti'de tüzüğü yazan dar ekibin içindeydim, Erdoğan da vardı, imzası da var. 'Türkiye'de lider sultası olmamalı partilerde, ben kendi görev süremi üç dönem olarak kısıtlıyorum' dedi. Altına da imzayı bastı, akitleşti, sözleşti partiyi kuranlarla. 'Ben üç dönemden fazla Genel Başkan olmayacağım dedi. Şimdi akdini bozmuş durumda. Niye o sözü verdi? Çünkü uzun süre devlet yönetmek güç zehirlenmesine yol açıyor. Güç yozlaştırıyor, mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Onun için başta da söyledim ülkeyi yönetenlerin mutlaka hukukla, süreyle sınırlı olması gerekiyor.”
“Bir kişinin sağlığına, ömrüne bağlı bir yönetim şu anda Türkiye'nin en önemli riski, en önemli beka meselesidir”
“Sayın Erdoğan kendisine yakışan bir şekilde, tatlı bir dönüşümle, artısı eksisiyle bir döneme damga vurmuş bir insan olarak biraz kenara çekilerek başkalarının önünü açması gerekiyor. Yoksa tek kişiye bağlı, bir kişinin sağlığına, ömrüne bağlı bir yönetim şu anda Türkiye'nin en önemli riskidir, en önemli beka meselesidir. Bir kişinin sağlığı ve ömrüyle riskli bir yönetim değil tam tersine kendisi hayattayken tatlı bir dönüşüm, AK Parti için de kendisi için de daha iyi olacak diye düşünüyorum, kendisine eski bir dost tavsiyesi olarak…”