DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Ankara’da gazetecilerle bir araya geldi. Babacan’ın gündeminde özellikle tekstil sektörünü vuran ekonomik kriz, Meclis resepsiyonunda çekilen fotoğraf, Gazze gibi konular yer aldı. Soru cevap şeklinde ilerleyen buluşmada Ali Babacan şunları söyledi:
“Tekstil, konfeksiyon ve hazır giyim: Ekonomideki dengesizlikler nedeniyle en çok kan kaybeden ve en büyük mağduriyeti yaşayan sektör”
“Türkiye’de yüksek enflasyon sebebiyle üretim maliyetleri çok yükseldi. Döviz kuru ise baskı altında. Özellikle ihracat yapan firmalarımız büyük zorluklar yaşıyor. Çoğu üründe döviz bazındaki satış fiyatı maliyeti karşılamıyor. Tekstil ve hazır giyimde bütün firmalar yoğun bir rekabet ortamında çalışıyor. Ülke içi rekabet ve uluslararası rekabet. Bu sektör, bazı sektörlerde olduğu gibi devletin ‘Gel bak, sana şöyle özel bir para kazanma imkanı sağlayayım…’ dediği bir sektör değil. Öyle bir şey yok tekstilde, hazır giyimde.”
“Krizin sebebi yanlış makroekonomik uygulamalar, adalet ve hukukla ilgili sorunlar”
“Denizli’de durum çok kötü. Kahramanmaraş'a gidiyorsunuz durum aynı. Adana'ya gidiyorsunuz durum aynı. Gaziantep'e gidiyorsunuz durum aynı. Ve kolay değil. Yani o sektörde yer tutmak, o sektörde belli bir aşamaya gelmek yılların emeği, on yılların emeği. Fakat son iki yılda bu emeklerin hepsi çöpe atıldı. Bu yanlış makroekonomik uygulamalar yüzünden, ülkedeki adalet ve hukukla ilgili sıkıntılar yüzünden.
“Hangi firmanın ne kadar teşvik aldığı belli değil; bu da serbest rekabet ortamını öldürdü”
Eskiden teşvik belgeleri Türkiye'de şeffaftı, açıktı. Hatırlarsanız, her ayın son günü Resmî Gazete’de teşvik belgeleri yayınlanırdı. Kalın bir Resmî Gazete içinde görürdünüz. Örneğin, Organize Sanayi’de ABC firması 100 milyon dolarlık bir yatırım yapacakmış, şu kadarlık ihracat taahhüdü varmış ve bu yatırımın karşısında şu şu teşvikleri devletten alacakmış diye görürdünüz. Şimdi bunların hepsini karartılar. Hangi firmanın, hangi konuda ne kadar teşvik aldığı açıklanmıyor. Bu da serbest rekabet ortamını öldürdü.”
“Ekonominin her alanımda fırsat eşitliği olmalı. Aynı konuda iş yapan şirketler varsa bunların adil şartlarda rekabet etmesi lazım”
“Fırsat eşitliği çok önemli. Eğitimde, işe girerken, ya da iş hayatında fırsat eşitliği... Ekonominin her alanında fırsat eşitliği olmalı. Aynı konuda iş yapan şirketler varsa bunların adil şartlarda rekabet etmesi lazım. Belediyelerin ve merkezi hükümet birimlerinin çoğunda durum şöyle: İşi çok daha iyi ve daha ucuza yapabilecek firmalar varken, bir il veya ilçe başkanının akrabasına daha pahalıya iş verilebiliyor.”
“Türkiye'de çok büyük bir servet transferi yaşandı, yaşanıyor”
Ali Babacan, değerlendirmesine şöyle devam etti: “Türkiye'de çok büyük bir servet transferi yaşandı, yaşanıyor. Credit Suisse yapıyor bu araştırmayı. TÜİK sadece gelir dağılımı araştırması yapıyor, ama servet dağılımını Credit Suisse yapıyor, yayınlıyor. Onlar İsviçre'de olduğu için daha iyi görüyorlar, kimin nesi var, nesi yok. Türkiye'de servetin %40'ı nüfusun %1'inin elinde şu anda. Fakat en alttaki %50’lik kesim servetin sadece %4'üne sahip. Yani toplumun fakir yarısı toplam servetin sadece %4'üne sahip. Bu niye oldu? Nasıl oldu? Özellikle bahsettiğim menfaat şebekesi, bazı sektörlere tanınmış, bazı sektörlerdeki bazı şirketlere tanınmış özel haklar. Herkese ‘Yasak’ diyor ‘Ama sadece sana izin veriyorum’ diyor. O kadar çok oluyor ki bu pek çok sektörde.”
“Hepsi çözülür; yeter ki işi bilen ama aynı zamanda dürüst insanlar bu ülkeyi yönetsin”
“Birikmiş sorunların nasıl çözüleceği ile ilgili bütün hazırlıklarımız tamam. Çözümler bilinmeyen şeyler de değil. İnsanların borcu birikti, KOBİ’lerin borcu birikti. Bankalarda muhtemelen batık alacaklar birikti. Ama bunları çözmenin de yöntemleri var. Hepsi çözülür. Yeter ki o irade olsun. Yeter ki işi bilen ama aynı zamanda dürüst insanlar bu ülkeyi yönetsin. Ülkeyi yönetenlerin hem işi bilmesi lazım hem de dürüst olmaları lazım. Siyasi kadroyla ve bürokrasi kadrosuyla hep beraber. Bazıları diyor ki ‘Efendim toplum da kirlendi artık. Toplum pek de önemsemiyor bu işleri’. Ben ona inanmıyorum.”
“DEVA Partisi'ni kurduğumuz gün ortaya koyduğumuz itirazlar, ortaya koyduğumuz ilke ve değerler hâlâ geçerli”
Babacan, AK Parti’ye dönüp dönmeyeceğine dair bir soruya cevaben şunları söyledi: “Hatırlarsanız 2013, 2014, 2015 yıllarında sürekli olarak ‘Hukuk ve eğitimde işler kötü gidiyor. Bunlar düzelmezse bu ülke orta gelir tuzağına düşecek’ diyordum. ‘Yolsuzlukla mücadelede sağlam bir irade ortaya konmazsa bu beka meselesi haline gelecek’ diyordum. Defalarca bu ifadeleri ben kullandım. Fakat bu konularda bir düzelme, bir toparlama olmayınca, bir düzeltme iradesi de olmayınca yavaş yavaş uzaklaştım ve nihayetinde de AK Parti’den ayrıldım. Ayrılmamın kök sebeplerine baktığınızda hukuksuzluklar var, adaletsizlikler var. Bu büyüyen menfaat şebekesi ve bununla ilgili bir şey yapılmaması var. Bütün bunlar benim ayrılmamın kök sebepleri. O kök sebepler orada olduğu gibi duruyor. Değişen bir şey yok. Biz bunları değiştirelim iradesini de biz bugün itibarıyla görmüyoruz. Dolayısıyla bizim DEVA Partisi'ni kurduğumuz gün ortaya koyduğumuz itirazlar, ortaya koyduğumuz ilke ve değerler de hâlâ geçerli. Hâlâ bugün için geçer akçe; değerini kaybetmiş konular değil. Biz bu demokrasi mücadelesine devam edeceğiz. Hukuk ve adalet mücadelesine devam edeceğiz.”
“Yanlışları gören ve alternatif arayan seçmenin yeni bir tercihe ihtiyacı var”
“Türkiye'nin şu anda ihtiyacı; özellikle zamanında AK Parti'ye destek vermiş, zamanında AK Parti'ye oy vermiş, gönül vermiş ama artık orada aradığını bulamayan, yanlışları gören ve yeni bir tercih arayan seçmenin bir alternatife ihtiyacı var. Ciddi ve güçlü, güveneceği bir alternatife ihtiyacı var. AK Parti'den ayrılan seçmenin birdenbire dönüp de CHP'ye oy vermesi, hele hele tek başına seçime doğru yürüyen bir CHP'ye oy vermesi biraz zor. Yani gençlerde belki olabilir ama yaşı belli bir seviyenin üzerinde olanlarda o çok mümkün olmayabilir. Ama sonuçta nasıl ekonomide, ticarette biz çok seslilikten yanaysak, tekellere karşıysak, hizmet rekabetinin ekonomide, ticarette nasıl önemli olduğunu görüyorsak, siyasette de çok sesliliğin ve rekabetin faydalı olduğunu görüyoruz.”
“AK Parti belediyelerine sağlanan imkanlar muhalefet belediyelerine sağlanmıyor”
Kendisine yöneltilen Ankara Belediyesiyle ilgili bir soruya, Ali Babacan: “Bir Ankaralı olarak, bir vatandaş olarak şunları ifade edeyim: Ankara büyük bir şehir ve bu büyükşehrin ihtiyaçları var. Göç alan bir şehir. Özellikle depremden sonra Ankara göç aldı ve bu göç alan, büyüyen şehrin altyapı ihtiyaçları var. Bu altyapı ihtiyaçlarının karşılanması; büyüyen nüfusa ve büyüyen şehre yeterli bir altyapı oluşması da ciddi kaynak gerektiriyor. Fakat benim takip edebildiğim kadarıyla iktidara mensup olmayan partilerin belediyelerine, özellikle mali konularda çok ciddi baskı var, çok ciddi engelleme var. Yani AK Parti belediyelerine sağlanan imkanlar muhalefet belediyelerine sağlanmıyor. Hatta kendi çabalarıyla bulmaya çalıştıkları kaynaklar bile engelleniyor.”
“Türkiye'deki genel muhalefet tablosuna zarar veren bir grup var, bizim sorunumuz o grupla”
Ali Babacan, geçtiğimiz günlerde basına yansıyan Cumhurbaşkanı’yla fotoğraf karesi ve sonrasında yaşananlarla ilgili sorulan bir soruyu şöyle yanıtladı: “CHP'nin yönetimiyle, kurumsal yapısıyla bizim bir sorunumuz yok. Ama CHP'yi destekleyenler içerisinde, yani bazı medya kuruluşları, bazı sosyal medya hesaplarına baktığımızda bizi çok rencide edici, hiç hak etmediğimiz bir durumda tanımlayan bir tablo görüyoruz. Zaten bizim karşı olduğumuz, bizim bir bakıma yanlış yapıyorlar dediğimiz o grup. Dün grup konuşmasında söyledim, CHP'ye destek veren kitlelerden bahsetmiyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yönetiminden bahsetmiyoruz. Burada sadece CHP'yi desteklediğini söyleyen ama bize göre CHP'ye de zarar veren, Türkiye'deki genel muhalefet tablosuna da zarar veren bir grup var. Bizim sorunumuz o grupla başkalarıyla değil.”
“’CHP'ye saldırıyor’ diyorlar ama benzer kafa ‘Ali Babacan inşaat sektörünü öldürmeye çalışıyor’ da diyordu”
Kendisinin AK Parti’nin içindeyken dahi menfaat şebekesinin karşısında durduğunu tekrarlayan Babacan, o dönemde de kendisine saldırıldığını şu sözlerle hatırlattı: “O dönemde de bir inşaatçı üzerinden, onu görevlendirdiler. Her gün ‘Ali Babacan inşaat sektörüne karşı, Ali Babacan inşaatı öldürmek istiyor, inşaatı öldürmek istedi’ falan. Bugün nasıl ‘Vay CHP'ye saldırıyor’ diyorlar ama benzer kafa ‘Ali Babacan inşaat sektörünü öldürmeye çalışıyor’ da diyordu. Ali Babacan inşaat sektörünü öldürmeye çalışmadı. Ali Babacan bu haksız rantın ve bütün bu yolsuzluk asıl zemini olan o imar meselelerinin köklü bir çözüm için uğraştı. Bunu yapmaya çalıştık.”
“Hukuk, adalet, yolsuzlukla mücadele, temiz yönetim: Bunlar çok kritik”
Ali Babacan, iktidar içindeki menfaat şebekesine dair soruyu şu cümlelerle yanıtladı: “2023'ü eğer kazansaydık bu konular bizim temel konularımız olacaktı. Yani AK Parti'den ayrılma sebebimiz ve siyasetteki mücadelemizin ana hatları. Hukuk, adalet, yolsuzlukla mücadele, temiz yönetim. Bunlar çok kritik. Fırsat eşitliği. Tabii adalet deyince sadece yargıda adalet değil. Yani adalet; eğitimde fırsat eşitliği, işe girerken gençler için eşitlik, liyakat. Eğitimde ve işe girerkenki fırsat eşitliği ya da iş hayatında fırsat eşitliği. Yani aynı konuda iş yapan şirketler varsa bunların adil şartlarda rekabet etmesi lazım. E falanca ilçe başkanının akrabası… Burada çok daha iyi işi daha iyi ve daha ucuz yapabilecek firmalar varken bu ilçe başkanının akrabası olması yetiyor. Ona veriliyor iş.”
“Komisyonun hak ve özgürlüklerle ilgili konuları da gündeme alması gerektiğini söylüyoruz”
Ali Babacan, toplantıda Meclis’te kurulan komisyona da değindi. “Bu komisyonun şu anda ilk ve önemli görevi örgütün fesih süreciyle alakalı bir yasal zemin hazırlamak. Şimdi Türkiye sınırları dışında örgütün kendini feshiyle alakalı Türkiye'de fazla bir yasal düzenleme yapmamıza aslında gerek yok. Yani Kandil'de şunu yapmışlar, bunu yapmışlar. Yani orada bizim burayı ilgilendiren çok konu yok ama Türkiye'yi ilgilendiren hangi kısmı var; bu bizim vatandaşımız olan örgüt elemanları ne olacak? Hapishanelerde olan örgüt elemanlarıyla ilgili bir şey yapılacak mı yapılmayacak mı gibi konular şu anda aslında şu komisyonun bir numaralı gündemi bu. Bu önemli tabii ki ama bu bittikten sonra, komisyonun hak ve özgürlüklerle ilgili konuları da gündeme alması gerektiğini söylüyoruz biz. “
“Bahçeli’nin Alevi vatandaşlarımızın taleplerini ve sorunlarını gündeme getirmesini de ben memnuniyetle karşıladım”
“Dünkü grup konuşmasında söyledim. Hatta dedim ‘Bahçeli’nin Alevi vatandaşlarımızın taleplerini ve sorunlarını gündeme getirmesini de ben memnuniyetle karşıladım’ dedim. Çünkü komisyon ikinci aşamaya geçtikten sonra, sadece Kürt meselesi değil her vatandaşımız için, herkes için hak ve özgürlük perspektifiyle çalışması lazım. Alevi vatandaşlarımız dahil geniş bir perspektif gerekiyor orada. Yani komisyon süreci o.”
“Prensip olarak Öcalan'ın bu meselelerle alakalı komisyona söylemek istedikleri varsa bir şekilde komisyona iletilmesini faydalı buluyoruz”
Ali Babacan, komisyonda Öcalan’ın dinlenip dinlenmeyeceği, bunu nasıl karşılayacaklarına dair sorulan bir soruya, “Şimdi bu bunun yöntemi nasıl olacak? Bunun lojistiği nasıl olacak? Bütün tartışma o. Nerede, nasıl ve hangi yöntemle bu görüşler aktarılsın? Biz prensip olarak, Abdullah Öcalan'ın bu meselelerle alakalı komisyona söylemek istediği bir şeyler varsa, o söylemek istediklerini bir şekilde komisyona iletilmesini faydalı buluyoruz. Çünkü 27 Şubat'ta örgüte fesih çağrısını, silah bırakma çağrısını yapan o. Yani örgütün ilk kuruluştan bu yana, hapishanede olduğu dönemlerde dahi örgüt elemanlarının sözüne itibar ettiği, dinlediği birisi nihayetinde. Dolayısıyla bu süreçlerle alakalı söyleyecekleri varsa komisyona, komisyona iletmek istedikleri şeyler varsa, bir şekilde iletilmeli ama nasıl olacak? Aslında tam da tartışma bu. Yüz yüze görüşme olsun talebi var. İşte bu görüşme İmralı’da olsun talebi var. Bunu komisyonun önce kendi içinde bir konuşması lazım. Bu dışarıda hep konuşuldu ama komisyon içinde hiç gündeme gelmedi. Biraz daha belki komisyon dışında meselenin olgunlaştırılıp ondan sonra komisyona gelmesinde ben fayda görüyorum” yanıtını verdi.
“Filistinlilerin yapacağı peşinen isteniyor; Amerika'nın ve İsrail'in yapacağı da zamana yayılıyor. Biz buna nasıl güveneceğiz?”
Ali Babacan, Gazze’deki ateşkes ve sonrasında imzalanan anlaşmayla ilgili, “O belgeyi görmüşsünüzdür. Altında beş-altı tane imza var. İmzalardan bir İbrahim Kalın'ın imzası. İşte birisi Mossad'ın başkanının imzası. Birisi Katar'ın Başbakanı. Çünkü o, o işin başında. Şimdi ona baktığımızda o barış planının sadece birinci aşamasını görüyoruz. Ve ilk o açıklandığı zaman ben demiştim ‘Bu barış falan değil, barış planının ilk aşaması gibi; sadece bir ateşkes’ diye ben o gün hemen bir açıklama yapmıştım. Sadece bir ateşkes dikkat edin. Yani barış değil ve uygulama sorunları var. Filistinlilerin yapacağı peşinen isteniyor; Amerika'nın ve İsrail'in yapacağı da zamana yayılıyor. Biz buna nasıl güveneceğiz? Vereceğini peşin vereceksin, alacaklarını da zamana yayacaksın. Ya o zaman vermezse? İlk açıklamam o gün. 8 Ekim akşamı o belge üzerine.”
“Erdoğan'ın da imzası olan anlaşmanın içeriğine baktığımızda, aslında İbrahim Anlaşmaları’nın özü, başka bir şey değil”
“Gelelim 13 Ekim belgesine… Bu belgede aslında Amerika İsrail'le ilgili o imzayı atıyor. Üç ülke de, Hamas ve Filistin'le ilgili o imzayı atıyor. Fakat belgeye baktığımızda bu belge. 8 Ekim’de istihbarat başkanları arasında imzalanan belgeden tamamen farklı belge. Bu çok farklı bir şey. Yani ateşkesle barışla falan alakası yok bu belgenin. Ben dünkü konuşmada da söyledim aslında. Bu 2020'de İbrahim Anlaşmaları vardı ya hatırlarsınız. Körfez ülkelerinin İsrail'le ilişkilerini normalleştirme anlaşmaları. Çünkü onlar; Türkiye İsrail'i ilk tanıyan ülkelerden birisi ama onlar öyle değil. Onların İsrail'le diplomatik ilişkisi, siyasi ilişkisi başka bir kulvarda yürüyor. Şimdi içeriğine baktığımızda bu Erdoğan'ın da imzası olan anlaşmanın özü, aslında o İbrahim Anlaşmaları’nın özü, başka bir şey değil. Türkiye aslında ilk defa o anlaşmaya imza atmakla, yani İsrail'in güvenliğini önceleyen; İsrail merkezli ve İsrail’in bölgeyle olan ilişkilerini yeniden yapılandıracak bir anlaşmaya ilk defa imzasını koymuş oldu.”
“Terörle mücadele dediği Filistin direnişi; metne öyle giriyor ve herkes imzalıyor”
“Bugün sorsanız şimdi Körfez ülkelerine sizin için İsrail mi büyük düşman, İran mı büyük düşman? Kimden daha çok çekinirsiniz diye. Muhtemelen çoğu İran'a işaret eder. Biraz da o arkada o dinamik var. Onu da okumak lazım. Dolayısıyla bu anlaşmayı öyle gördük. Yani ben dünkü konuşmada da söyledim. Şimdi terörle mücadele diyor; terörle mücadele dediği Filistin direnişi aslında. İsrail onu terörle mücadele diye adlandırıyor. Metne öyle giriyor ve herkes altına imza atıyor. Mesela orada sorun gördüm ben.”
“Artık insanlar ölmeyecek, bu güzel bir şey kendi başına”
“Bu belge geçici olarak silahların susması başka bir şey değil. Onun ötesinde bir anlam yüklememek lazım. Yoksa beklentileri çıtayı yükseltiriz. Ondan sonra bakarsınız çok daha kötü olur. Ama her şeye rağmen iyi bir şey. Yani 67.000’den fazla insan ölmüş. Çoğu kadın, çoğu çocuk. Artık insanlar ölmeyecek. Bu güzel bir şey kendi başına. Fakat şunu da unutmayalım. Bu 67.000 insan niye öldü? Bunlar Filistin'in bağımsızlığı için öldü. Bu insanlar Filistin davası için öldü. ‘Artık insanlar ölmesin’ deyip de o ölen insanların ne için öldüğünü unutmamak lazım. Onların hakkını, onların ne için can verdiğini, niye şehit olduklarını unutmamamız lazım. Onun için oradaki bağı hep kurmak ve konuda çok çok dikkatli olmak gerekecek.”
“Müstakil bir siyasi partiyiz kendi kararlarımızı kendimiz veririz, bu kadar basit”
Ali Babacan, Meclis’teki fotoğraf karesine değinerek, o geceyi şu sözlerle anlattı: “Davet geldiğinde, ‘Numan Bey davet ediyor’ dendiğinde, bir komplikasyon olabilir mi diye aklımızdan geçti, çünkü Özgür Bey’le ilgili de daha önce benzer bir durum oluşmuştu. Yerel seçimlerde iyi sonuç aldı CHP, ama ondan sonra hemen 23 Nisan resepsiyonunda kendisine de “o karede” diye eleştiriler yapıldı. Öyle anlatıldı biliyorsunuz. Ama içeri girip de Numan Bey'in konuşmasını dinleyince dedik tamam, bu demek ki genel başkanlara topluca bir teşekkür daveti. Ondan sonra tabii meseleyi kimi oraya çekti, kimi buraya çekti. Oraya girdik, o karedeyiz diye bize karşı hakaretler, ağır küfürler oldu; hakaretin ötesinde şeyler. Hemen ‘Vay bizden milletvekili alıp da ondan sonra nasıl oturursunuz…’ Biz buna cevap veririz, susmayız. Böyle bir şey yok, buna cevap veririz. Kimseye hesap verecek durumumuz yok, kimseye soracak durumumuz da yok. Bağımsız, müstakil bir siyasi partiyiz. Kendi kararlarımızı kendimiz veririz, bu kadar basit.”