Bodrum 1. Olağan İlçe Kongresi
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Muğla il teşkil atimizin ve bodrum ilçe teşkil atimizin çok değerli başkanları,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Muğlalı gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başsında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, bodrum teşkil atimizin birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.
***
Sözlerimin başsında Bodrum ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.
***
Değerli arkadaşlarım dün elim kazada bir helikopter kazasında hayatlarını kaybeden 11 şehidimizi buradan anmak istiyorum.
Allah mekanları cennet eylesin Allah onlara rahmet eylesin ve yakınlarına da sabır versin. Yaralılarımızda acil şifalar diliyorum.
***
Değerli arkadaşlar DEVA Partisi kurucuları önümüzdeki salı günü bir yılı dolduruyoruz ve bu bir yıl içerisinde çok hızlı bir teşkilatlanma sürecini sizlerle beraber gerçekleştirdik.
Bu gerçekten rekor denebilecek bir hızda yapılan bir çalışmaydı ve yıl sonu itibarıyla siyasi partiler ve seçimle ilgili mevzuatta seçime girebilmek için yeterli teşkilatlanma eşiğimizi çok şükür geçmiş olduk, tamamlamış olduk.
Bu yıl da biraz daha büyük illerimize doğru gidiyoruz ve yıl boyu bizim Türkiye’nin dört bir yanında kongrelerimiz devam edeceği bir dönem olacak. Bugüne kadar 81 ilimiz tamamında il başkanlarımızı görevlendirmiş durumdayız, 973 ilçemizden de 436’sında ilçe başkanlarımızı görevlendirmiş durumdayız.
***
Değerli arkadaşlarım,
Bildiğiniz gibi üç gün önce hükümet, aylardır reform reform deyip durduğu, insan hakları eylem planını açıkladı.
Biliyorsunuz geçtiğimiz yılın kasım ayının başında ekonomi allak bullak olunca, finansal piyasalar darmadağın olunca hemen reform kelimesine tekrar sarıldılar. Ekonomide reform lazım dediler, hukukta reform lazım dediler ve reform planını açıkladılar.
Açıklanan paketin, genel yargı düzenlemeleriyle ilgili olumlu sayılabilecek unsurları var.
Hatta bizim verdiğimiz derslere de çalıştıklarını söyleyebiliriz. Yargılamaların hızlandırılması çabasını,
Yargıda belli görevlere atanabilmek için kıdem şartı getirilmesini, Hâkim ve savcılara coğrafi teminat sağlanmasını,
Sadece ifade almaya yönelik gözaltı yapılmamasını,
Verilen kararların gerekçelendirilmesiyle ilgili iyileştirmeleri olumlu buluyoruz.
Planın uygulama aşamasını yakından izleyeceğiz. Olumlu yönde atılan her adimi cesaretlendireceğiz.
Tabi ki, burada uygulama çok önemli. Reformu yazmak bir şey, uygulamak ayrı bir şey.
Burada kilit kelime uygulamadır. Uygulama, uygulama, uygulama.
Üstelik uluslararası ilişkiler sıkışınca, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri sıkışınca, ekonomide sıkışınca tekrar dönüp dolaşıp insan haklarını hatırlamak gerçekten bu ülke adına üzüntü verici.
İlla ekonomini bu kadar sıkışması mı gerekiyor? İlla uluslararası ilişkilerin darmadağın olması mı gerekiyor ki siz dönüp dolaşıp yıllar sonra tekrar insan hakları deyin.
Peki, açıklanan pakette aylardır sıraladığımız hak gasplarına dair tek bir cümle var mi? Yok.
Planın olumlu yanları olmakla birlikte, temel meseleye çözüm getirmiyor. Temel meseleyi görmezden geliyor. Oysa temel adaletsizlikleri halının altına süpürerek reform yapamazsınız. Yargıyı bağımsız kılacak tek düzenleme yok.
Sayın Erdoğan şunu söyledi mi, duydunuz mu: “Yargıya telefon açmaktan, talimat vermekten, vazgeçiyoruz.” cümlesini hükümetten duydunuz mu?
Bunun için reforma, yeni düzenlemeye de gerek yok. Anayasa var, anayasa.
Ancak ülkeyi yöneten zihniyet, kendini anayasayla bağlı görmüyor. Gönül rahatlığıyla hukuk dışına çıkabiliyor.
Açıkladıkları paketin girişinde ilkeler sıralamışlar. Masumiyet karinesi, ayrımcılık yasağı, hukuk güvenliği demişler.
O ilkeleri insanlık bin sene önce halletti.
Bu ilkeler bizim imzamız olan uluslararası sözleşmelerde yazıyor, anayasamızda da yazıyor.
Bakın Türkiye 2002 yılında Avrupa Birliği’yle müzakerelere başlama konusunda çok önemli bir adım attı.
Benim de katıldığım 12 Arlık 2002 Kopenhag zirvesinde Türkiye’nin müzakerelere başlamasıysa ilgili iki yıllık bir reform süreci öngörüldü.
“Eğer iki yılda Türkiye, Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşılarsa tam üyelik müzakereleri başlayabilir” dedi Avrupa Birliği. 2003-2004’te iki yılda Türkiye pek çok anayasal düzenlemeyle ve yasal değişiklikle Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşıladı.
Arkasından müzakerelere başladık. Bakın yıl 2002, bugün gelmişiz 2021’e. Eğer 2021 Türkiye’si o 2002’den de geriye gittiyse işte bu bizi üzüyor.
Bu millet bunu hak etmiyor. Bu ülkenin gençleri böyle bir uygulamayı hak etmiyor. Dönüp dolaşıp Türkiye’yi 2002’nin de gerisine o 1990’lı yıllara döndürmeye kimsenin hakkı yok.
Üstelik sonradan öğrendik ki bu açıklanan reform paketi aslında Avrupa Birliği ile yürütülen bir sürecinde bir parçasıymış, takvim sıkışmış.
Avrupa Birliği destek paketi var, o paketin içerisinde de bu reformların açıklanmasıyla ilgili unsur var. Gerçekten bu açıklama bizim kendi vatandaşlarımız için mi? Yoksa Avrupa Birliğiyle ilişkileri idare etmek için mi? Onu da çok anlayamadık.
Yakında hepsi ortaya çıkar. Biz uygulamaya bakarız.
Adeta aklımızla dalga geçiyorlar.
Bakıyoruz pakete, KHK’larla ilgili en küçük bir adım var mı? Yok.
Pakette, sırf attıkları tweet yüzünden yargılananlar var mı? Yok.
Pakette, gösteri ve toplantı yürüyüşü yaptıkları için tutuklananlar var mı? Yok.
Muhalif oldukları için; hain, terörist, düşman damgası yapıştırıp dava açtıkları kişiler var mi? Yok.
E hani insan hakları düzenlemesi?
Bir de insan hakları tazminat komisyonu kuracaklarmış.
Mantık bu mantık.
“Parasıyla değil mi kardeşim” deyip, hakkı ezip geçebiliriz demektir bu.
“Basarız parasını, öderiz” anlayışıyla insan hakları ihya edilemez.
Zihniyeti görüyorsunuz değil mi?
Ülkeyi yöneten zihniyetin ne kadar çarpık bir zihniyet olduğunu görüyorsunuz değil mi?
İşte o yüzden biz diyoruz ki;
Türkiye’nin ihtiyacı sadece yönetim sisteminin değişmesi değildir. Türkiye’nin ihtiyacı, aynı zamanda, yöneten zihniyetin de değişmesidir.
Türkiye’nin ihtiyacı, topyekûn bir iktidar değişikliğidir.
Türkiye’nin ihtiyacı, kuvvetler ayrılığına dayanan, güçlendirilmiş bir parlamenter sistemdir.
Türkiye’nin, sıkışınca tekrar edilen reform laflarına değil, gerçek bir zihniyet değişimine ihtiyacı vardır.
İşte biz değerli arkadaşlar, her yeri dökülen bu bozuk sistemi değiştireceğiz. İşte biz, ülke yönetiminde gereken zihniyet değişimini de gerçekleştireceğiz.
***
Değerli arkadaşlar,
Zihniyet yanlış olursa, hatalar da çorap söküğü gibi gelmeye başlar. Bu zihniyet sorununa birkaç tane örnek verelim.
Eğitime bakalım.
Bildiğiniz gibi okulların kademeli açılmasına karar verdiler. Oyuncak gibi, bir açacağız bir kapatacağız diyorlar.
Gençler sosyal medyada artık bununla dalga geçmeye başladı. Ağlanacak halimize gülmeye alıştırdılar...
Hani eski bir musluk reklamı vardı, aç-kapa-aç-kapa.
Biz, okulların açılmasının, doğru ve iyi bir yönetimle faydalı olacağını düşünüyoruz.
Peki, mesele okulları açmak mi?
Mesele şu an için okulları açmakta değil. Mesele, okulların tekrar “kapanmamasını” sağlamakta.
“Okulları açtım” demekle olmuyor, maharet tekrar kapanmamasında.
Bu nedenle, okullarda sağlık önlemleri azami ölçüde alınmalıdır.
Ana hedef, tedbirlere uyularak okulların açık tutulmasını sağlamak olmalıdır.
Tüm süreçlerde bilgi ve veriler vatandaşlarımla şeffaf olarak paylaşılmalıdır.
Eğitime cumartesi günleri de devam edilmeli ve öğretmenlere ek ücret ödenmelidir.
Fiziksel şartlar yeniden düzenlenmelidir.
EBA’ya erişim konusundaki sıkıntılar hizala çözülmeli, böylece hem evde hem okulda eğitim faaliyeti devam etmelidir.
Bunun için gereken internet altyapısı kurulmalı, hiçbir çocuğumuz mağduriyet yaşamamalıdır.
Bizim tavsiyelerimiz bunlar. Daha önce açıkladık yine açıklarız. Biliyoruz ki izliyorlar, bakıyorlar. Bazen de kopya çekiyorlar. Bizim için önemli değil, yeter ki bu iyi adımlar atılsın. Bir an önce memleketimizle ilgili güzel şeyler yapılsın.
*****
Değerli arkadaşlar,
Dedim ya, Türkiye’de bir zihniyet problemi var diye... Bu iktidarın çarpık zihniyetini anlatmaya örnek yetiştiremeyiz.
Ama bakın bir örnek de en çok övündükleri alanlardan birisinden verelim. Bugünkü iktidar, en çok yaptığı sosyal yardımlarla övünüyor değil mi?
Hatta birçok yerde şunu görüyoruz ki sosyal yardımlar iktidar partisinin üyelik kartına endekslemiş durumda. Önce üyelik kartını göster bakalım diyorlar. Hani adalet, hani vatandaşa eşit muamele.
Bütün mesailerini algı yönetimine harcadıkları için, gerçekleri de milletimizden saklayan bir zihniyet bu.
Ne yapıyorlar? Dar gelirli vatandaşa yaptıkları sınırlı yardımları abartılı reklamlarla duyuruyorlar.
Oysa Türkiye, milli gelirine oranla, sosyal yardımlarda iyi ülkeler arasında yer almıyor.
Sirk aynası gibi arkadaşlar. Hakikatin hiçbir suretiyle ilgilenmiyorlar. Ama
biz diyoruz ki “asgari gelir desteği” uygulamasını getireceğiz.
DEVA Partisi’nin bir projesidir bu. DEVA Partisi’nin programında açık yazılıdır.
Vatandaşlarımız yatağa aç girmekten, çöplerden yiyecek toplamaktan, ekmek kuyruğunda saatler geçirmekten kurtulacak.
Vatandaşlarımızı sosyal yardım almak için “araya adam koyma” ya da “bir partinin üye kartını gösterme” gibi insan onuruna yaraşmayan muamelelerden kurtaracağız.
Ailelerin ihtiyaçlarını tespit edip, ihtiyaç sahiplerinin kapısına biz gideceğiz.
Ama ayni zamanda, bunu bir yoksulluk döngüsüne de çevirmeyeceğiz. Ekonomiyi büyüterek sosyal yârdim ihtiyacını azaltacağız.
Ben çok sosyal yardım veriyorum diye bu hükûmet övüneceğine sosyal yardım almak zorunda olan vatandaşlarının sayısının azalmasıyla aslında övünmeli.
Bunu beceremiyorlar yoksulluk ülkede çoğalıyor, daha fazla sosyal yardım ihtiyacı ortaya çıkıyor ve diyorlar ki “Bakın biz çok dağıtıyoruz.”
Oysa topla topla, böl milli gelire dünyada iyi bir yerde değiliz.
Günlerce siftah yapamayan ve ağır sorunlar altında beli bükülmüş olan “esnaf” ve “sanatkar”ımızın işlerini büyüterek “tacir” ve “sanayici" aşamasına geçmelerini sağlayacağız.
Bir yandan ürettiği ürünün hakkını alamayan, diğer yandan artan girdi fiyatları nedeniyle büyük sıkıntılar yaşayan çiftçilerimizi ayağa kaldıracağız. Tarladan sofraya dek üreten çiftçimizin yanında duracağız.
Köylümüzü yeniden bu milletin efendisi yapacağız.
*****
Değerli dostlarım,
Bugün değinmek istediğim bir başka konu da çevre.
Bildiğiniz gibi, iklim değişikliğini parti programımıza aldık. Bizim parti yapımızda Genel Merkez yapımızda, il teşkilatlarımızda, ilçe teşkilatlarımızda hepsinde bir doğa hakları ve çevre birimi var.
En küçük yerleşim merkezinde dahi doğa hakları ile ilgili, çevre ile ilgili bir sıkıntı olsa en küçük yerde derhal genel merkezimize iletilmesi ve genel merkezimde de bunun Türkiye genelinde bir mesele yapılmasıyla ilgili bir bakış açısı bu.
Doğaya rant gözlükleriyle değil, gözü gibi bakan bir zihniyetle yola çıktık. Doğaya karşı sorumluluğumuzu nesiller arası adalet şiarıyla ifade ediyoruz.
Nedir bu nesiller arası adalet? Yani biz kendi neslimiz için çevreyi tahrip edelim ve gelecek nesile yaşanamaz bir dünya bırakalım. Bu adalet değil.
Biz tabiatı, bu çevre güzelliklerini, bu mirası sadece bir emanet kabul ediyoruz ve gelecek nesillere daha güzelleştirerek iyileştirerek bırakmanın ancak nesiller arasındaki adaleti sağlayacağını düşünüyoruz.
Çevre konuları son derece önemli.
Muğla’nın bazı ilçelerindeki hava kirliliğini, yaz aylarındaki su sorununu biliyoruz.
Bu nedenle DEVA Partisi olarak diyoruz ki;
Vatandaşlarımızın sağlık ve refahının, çevre ile ilgili risklere karşı korunması bizim önceliğimizdir.
Bu anlamda çevre kirliliğin önlenmesini ve doğal kaynakların ekolojik dengeye zarar vermeyecek biçimde kullanılmasını hedefliyoruz.
Su sorununu, tüm Türkiye’nin içinde sorunu olarak görüyoruz.
Kentlerimizin betonlaşması, aşırı yeraltı suyu çekimi ve yeşil alanların azalması yüzey ve yeraltı sularını tehlikeye sokuyor.
Bir zamanlar biz şöyle bilirdik, Türkiye bol su kaynakları olan bir ülke. Maalesef değil arkadaşlar. Bütün projeksiyonlar gösteriyor ki eğer dikkat edilmezse ülkemizin 10 yıl içinde su fakiri bir ülke olacak ve bunun içinde şimdiden harekete geçmek gerekiyor.
Suyun tek elden ve havza bazında yönetilmesi için kurumsal yapıyı inşa etmek gerektiğini düşünüyoruz. Su yönetiminde bakanlıkların ve yerel yönetimlerin yetkilerinin de netleştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Su kirliliğine karşı gereken tüm tedbirlerin alınmasını, denetimlerin sağlanmasını hedefliyoruz.
DEVA Partisi olarak kent politikamızın mutlaka çevre dostu olacağını, yeşil alanları koruyup genişleteceğimizi, şimdiden vatandaşlarımıza taahhüt ediyoruz.
Sadece temiz siyaset için değil, temiz hava ve temiz su diyerek, toplumumuzun sağlığı için, yaşam alanlarımızın korunması için yola çıktığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.
Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.
Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz
Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Bodrum’un DEVA’sı var. Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar. Hepinize çok teşekkür ediyorum.