Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez başkanlık kurulu üyeleri,
Çok değerli il başkanlarımız,
Basınımızın kıymetli temsilcileri,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, partimizin 2. İl Başkanları Toplantısı’na hoş geldiniz diyorum.
****
Değerli yol arkadaşlarım,
Partimiz, kuruluşundan hemen sonra, rekor denilebilecek kadar kısa bir zaman diliminde, ülkemizin tüm sathında hızlı bir şekilde teşkilatlandı.
Türkiye’nin dört bir köşesine damla damla yayıldık, yayılıyoruz. Kadınlarla, gençlerle, hep beraber gerçekleştiriyoruz bu süreci.
Üstelik teşkilatlanma gibi, insan insana temasın çok önemli olduğu bir çalışmayı, biz pandemi koşullarında gerçekleştiriyoruz.
Partimizin karşısına çıkartılan her türlü güçlükle, her türlü engelle mücadele ederek çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Bu zor şartlarda gösterdiğiniz olağanüstü çaba nedeniyle, genel merkez kurul üyelerimize, il başkanlarımıza ve tüm teşkilat mensuplarımıza içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Ben şuna inanıyorum; azim ve kararlılık olduktan sonra hiçbir engel, hiçbir güç bizi durduramaz, durduramayacak.
Sizler, bir siyasi partinin “liyakat” ile yönetilebileceğini ispatladiğiniz için heyecanımıza heyecan katıyorsunuz.
Duymuşsunuzdur, yıllar önce birileri ne demişti? “Şeffaflık ve etik ilkeler gelirse, imar rantları kontrol altına alınırsa, partiye il ve ilçe başkanı bulamayız” demişti.
Bulunur, bulunur. Bal gibi bulunur.
İşte bunun ispatı burada, bu çatı altında. Bunun ispatı tüm Türkiye’de DEVA teşkilatlarında.
Değerli arkadaşlarım,
Sizler, saplanıp kaldıkları “inat”lar uğruna ülkemizi karamsarlığa sürüklemek isteyenlere karşı bu milletin umudunu pekiştiriyorsunuz.
Çünkü sizler, ülkemizin adalete kavuşması, refaha ulaşması ve toplumsal barışin sağlaması için yola koyuldunuz.
Aykırı bir fikrin söylenemediği bir iklimde; aileniz için, çocuklariniz için, dostlarınız için, şehriniz için ve ülkeniz için son derece anlamlı bir duruş sergilediniz.
Biz, DEVA Partisi çatısı altında sadece siyaset yapmıyoruz. Biz siyasetin dilini değiştiriyoruz, yepyeni bir siyasi kültür inşa ediyoruz.
Siyasette kimisi eskiyi temsil ederken;
Kimisi statükonun sözcülüğünü üstlenirken;
Bugün bu salonda bulunan bizler yeni siyaseti ilmek ilmek örüyoruz.
Hem de çete liderlerine paye verenlere, ülkemizi her anlamda 90’lı yılların karanlığına götürmeye çalışanlara rağmen bunu yapıyorusunuz.
*****
Bunca zorluğun arasında demokrasi ve atılım diyerek yola koyulan değerli arkadaşlarım,
Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşırken, şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, bu ülkenin insanlarının her türlü badirenin içinden yüz akıyla çıktığını görüyoruz.
Emin olun; yine başaracağız.
Emin olun; bu başarının altında bu defa bizlerin imzası olacak. Bakın arkadaşlarım,
Şu anda bir yandan teşkilat çalışmalarımız olanca hızıyla yürürken bir yandan da ülkemizin geleceğiyle ilgili yoğun bir hazırlık içindeyiz.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile ilgili hazırlıklarımız önemli bir aşamaya geldi. Diğer siyasi partilerle bu konuda diyalog ve istişare süreci başlattık. Bu aynı zamanda bir toplumsal mutabakat arayışının başlangıcı oldu.
Biz, biliyorsunuz kendimiz çalıştık parlamenter sistem ile ilgili ‘Anayasa Değişikliği Taslağı’ hazırladık. Bunun için de bir vizyon belgesi çıkartarak bu konuda çalışması olan diğer siyasi partilere de “Çalışmalarımızı şöyle yan yana koyalım, biraz istişare edelim” tavsiyesinde ve önerisinde bulunduk ve şimdiye kadar bu öneriyi sunduğumuz bütün siyasi partiler bizim önerimizi kabul etti ve ikili bazda da bu diyalog sürecini en kısa zamanda başlatıyoruz. Bir yandan sistem değişikliği ile çalışmalarımız devam ederken bir yandan da 13 politika başkanlığımız hükûmetin ilk 90 günü ve ilk 360 günüyle ilgili hazırlıklara başladı. Parti programımız ışığında, takvime bağlanmış somut eylem ve projeleri çalışmaya başladık.
Biz DEVA Partisi’ni profesyonel muhalefet yapmak için kurmadık. Biz, DEVA Partisi’ni bu ülkenin yönetimine talip olmak için kurduk. Bunun için çalışıyoruz.
****
Değerli arkadaşlar,
Ülkemizde karamsarlık iklimini yaratan, el attığı her şeyi eline yüzüne bulaştıran bir iktidar zihniyetiyle karşı karşıyayız.
Yönetenlerin beceriksizliği, rasyonal olmayan uygulamalar ve kötü yönetim sonucunda ülkemiz ciddi bir ekonomik krizin içine girdi.
Önce yanlış atılan adımlarla kuru yükselttiler. Sonra da yükselttikleri kuru kontrol etmek için Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini harcadılar.
Bu milletin alın teriyle damla damla birikmiş rezervleri kısa bir sürede çarçur ettiler .
Bu metodla kuru dengeleyemeyince ‘rekabetçi kur’ masalları anlattılar.
Baktılar ki olmuyor. Bu sefer de faizi iki kat artırmak zorunda kaldılar. %8.25 olan politika faizini %17’ye çıkardılar.
Merkez Bankası’nın döviz pozisyonunu bugün itibariyle eksi 45 milyar dolara düşürdüler.
Bu yanlış zihniyet ve kötü yönetim yüzünden olmaz denilen her şey oldu.
Şu anda Merkez Bankası’nın, elindeki dövizden tam 45 milyar dolar daha fazla piyasaya döviz borcu var.
Bir ülkenin Merkez Bankası bu hale düşürülür mü? Sayın Cumhurbaşkanı çıkıyor bir rakam veriyor, 90 küsur milyar. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bak “90 milyar döviz var” diyor. Söylemiyor ki elindeki dövizden 45 milyar dolar daha fazla Merkez Bankası dışarıya döviz borçlanmış. Eksi rezerv bu demek. Bir ülkenin Merkez Bankası bu hale düşürülür mü? Taraflı Cumhurbaşkanı, akraba Bakan el ele verdiler maalesef ülkeyi bu duruma düşürdüler.
Tüm bu süreci de gizli saklı yürüttüler. Şeffaf olmadılar. Sata sata tükettikleri dövizleri ne zaman, hangi kurdan, nasıl bir yöntemle sattıklarını da açıklamadılar, açıklamıyorlar.
Bu kardeşinin yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldu. O dönemde yapılan bütün döviz müdahaleleri, alma ya da satma yönündeki bütün müdahaleler açık olmuştur, şeffaf olmuştur. Merkez Bankası’nın web sitesinde hepsi görülür. Son iki, üç yılda böyle bir şey yok. Şeffaflık yok. Gizli, saklı örtülü, satmıyormuş gibi yapıp kamu bankaları üzerinden yapılan döviz satışoperasyonları.
Hatırlayın, bunları ilk anlattığımda, Sayın Erdoğan bana hitaben ne dedi? “Bir de kalkmış bize ders veriyor” dedi.
Evet ders veriyoruz!
Çünkü ders almaya ihtiyacınız var. O yüzden ders veriyoruz.
Biz o dersi, onlar için değil; üreten, ihraç eden, alın teriyle o döviz rezervlerini biriktiren emekçilerimiz için veriyoruz.
Biz o dersi, doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırdıkları milletimiz için veriyoruz.
Ne derlerse desinler, biz anlatmaya, ısrarla hakikati dillendirmeye devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Bakın geçen hafta ortaya bir iddia attılar. “Ekonomi yönetimi çok başarılı, son yıllarda Merkez Bankası çok kâr etti” dediler.
Arkadaşlar, inanın bir bakkalın yanında iki ay çıraklık yapmış bir insan bunlara güler geçer.
Önce şunu bir anlatmamız lazım:
Merkez Bankası ağırlıklı olarak nereden kâr eder? İki önemli kâr kaynağı vardır.
Bir: para üretir, piyasaya borç verdiği para üzerinden faiz alır. Bu Merkez Bankası’nın kârı olur.
İki: rezervindeki dövizi satar, alış satış fiyat farkından kar eder.
“Merkez Bankası çok kâr etti” diye övündükleri rakam, ağırlıklı olarak bu ikisinin toplamıdır.
Merkez Bankası’nın ettiği kâr aslında nedir? Bizim esnafımızın, çiftçimizin, sanayicimizin, kredi kartı veya tüketici kredisi kullanan tüm vatandaşlarımızın bankalar aracılığıyla ödediği faizdir.
Merkez Bankası çok kâr etmiştir, çünkü bu milletten çok faiz almıştır.
Yine Merkez Bankası, yıllarca rezerv olarak biriktirdiğimiz 130 milyar doları örtülü usullerle satmıştır. Kârının diğer kısmı da buradan gelmiştir.
Tabii hazırdaki dövizi satıp da buradan övünmek hangi akla hizmet o da ayrı bir soru işareti. Ya onu sen mi kazandın? Sen mi biriktirdin de “Sattım da kar ettim” diyorsunuz. Tam bir mirasyedi, tam.
Babasından kalan mirası satıp, eline geçen parayı çevresine “Bak çok para kazandım” diye sağa sola anlatmaya benzer bu. Sen kazanmadın ki bunu, önceki dönemdekiler kazandı bunu. Sattın parasını yiyorsun onunla da çok kâr ettim diye övünüyorsun. İşte arkadaşlar zihniyet bu. Şu anda koskoca Türkiye’nin, ülkenin, 84 milyon ülkenin küçülmüş haliyle dahi dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan Türkiye’nin yönetildiği zihniyet maalesef bu. Biz buna üzülüyoruz işte. “Yazıktır” diyoruz, “Bu ülkeye yazıktır, günahtır” diyoruz.
Özetle, Merkez Bankası’nın kârı, milletin ödediği faiz ve mirasyedilerin sattığı dövizden ibarettir.
*****
Değerli arkadaşlarım,
İşin özü; ekonomi yönetmeyi bilmiyorlar.
Bakın bugün açıklanan enflasyon rakamları, TÜFE rakamı %15,6, ÜFE %27. Bu ne demek? Üretici fiyatları tam %27 artmış ama bizim esnafımız, küçük işletmemiz kendi ürününü satarken bu maliyet artışının ancak %15,6’sını vatandaşa yansıtabilmiş. Aradaki 12 puan da kendi kârından fedakârlık etmiş demektir .
Yine bakıyoruz ilk iki ayın açıklanan enflasyonuna, tabii açıklanan enflasyon konusunda büyük şüpheler var o ayrı mesele. Sadece açıklanan enflasyona baktığımızda, ilk iki ayın enflasyonu %2,6, devletin açıkladığı rakama güveniyorsanız. Fakat memura, emekliye ilk 6 ay için verilen zam ne? Geçen seneki enflasyon farkını düştüğümüzde sadece %3. İlk 6 ay için verilen %3 zam, ilk 2 ayda zaten %2,6’sı eriyip gitmiş durumda. Bundan sonra eksi yazacak. Hele hele gerçek enflasyonun bu rakamların çok daha üzerinde olduğunu da düşündüğümüz zaman ülkenin nasıl bir yoksullukla, nasıl gelir sıkıntısıyla karşı karşıya kaldığını maalesef çok açık ve net bir şekilde görüyoruz.
Bir ara “Aklımız başımıza geldi” görüntüsü verip sözüm ona piyasaların hoşuna gidecek işler yapmaya başladılar.
Her gün hukuku çiğneyerek ekonominin yönetilemeyeceğini anlamış gibi yaptlar.
“Mış gibi yapmak” üzerine bir siyaset yürüttüler.
Hatta ve hatta benim konuşmalarımdaki cümleleri aynen tekrar ettiler:
“Ekonominin temeli hukuktur, hukuku güçlendirmek gerekir” dediler.
Ta o zamanlarda söylemiştim. Hani “Bu ülkenin petrol gibi, doğal gaz gibi kaynağı olsa, hazırdan yeseler akıllarına hak, hukuk hiç gelmeyecek” demiştim.
“Reform reform diyorlar, bu hükûmet insan hakları reformu yapamaz. Her
şeyi yaparlar ama hukuk reformu yapamazlar” demiştim. “Bunlar güçler ayrımına, hukukun üstünlüğüne inanmıyorlar, kendilerini hukukla bağlı görmüyorlar” demiştim.
Maalesef haklı çıktık.
Bakın daha dün yeni bir plan açıkladılar.
Elimizi vicdanımıza koyalım ve hakkını teslim edelim. Planı okuduğunuzda, bazı teknik iyileştirmeler yok mu? Var.
Genel yargı düzenlemelerine yönelik pozitif algılanacak çalışmalar var. Hatta bizim verdiğimiz derslere de çalışmışlar.
Yargılamaların hızlandırılması çabasını,
Yargıda belli görevlere atanabilmek için kıdem şartı getirilmesini,
Hâkim ve savcılara coğrafi teminat sağlanmasını,
Sadece ifade almaya yönelik gözaltı yapılmamasını,
Verilen kararların gerekçelendirilmesiyle ilgili iyileştirmeler, bunlar olumlu yönde yapılan ifadeler.
Tabii biz bu yapılan beyanlar yönünde eğer gerçekten somut adımlar atılırsa biz bunları destekleriz ve daha da gerisi gelsin diye cesaretlendiririz.
Olumlu yönde atılan her adımı cesaretlendireceğiz.
Öte yandan, planın uygulama aşamasını da yakından izleyeceğiz. Çünkü planlama başka bir şey, uygulama başka bir şey.
Çünkü uygulama tarafı tamamen zihniyetle alakalı. Siz oraya ne yazarsanız yazın. Zihniyet eğer yanlış bir zihniyeteyse o planların uygulanması, o planların ruhunun işletilmesi mümkün değildir.
Uygulama, uygulama, uygulama. Biz buna bakacağız. Peki, gelelim planla ilgili diğer bazı hususlara:
Açıklanan pakette aylardır sıraladığımız hak gasplarına dair tek bir cümle var mi? Yok.
Plan, temel meseleye çözüm getirmiyor. Temel meseleyi görmezden geliyor. Oysa temel adaletsizlikleri halının altına süpürerek pisliği temizleyemezsiniz.
Sayın Erdoğan şunu söyledi mi, duydunuz mu? Hükûmet “Yargıya telefon açmaktan, talimat vermekten artık vazgeçiyoruz.” Böyle bir şey dedi mi?
Bunun için reforma, yeni düzenlemeye falan gerek yok. Zaten hâlihazırda bir anayasa var ve bugünkü anayasaya uyun yetiyor zaten.
Ancak, ülkeyi yöneten zihniyet kendisini anayasaya bağli görmüyor. Gönül rahatlığıyla anayasayı ihlal edebiliyor.
Açıklanan paketin girişinde ilkeler sıralanmış. Masumiyet karinesi, ayrımcılık yasağı, hukuk güvenliği demişler.
Yahu bunları insanlık bin sene önce halletti. Bin sene önce zaten bunlar insanlığın ortak ilkeleri olarak kabul edildi. Yeni mi aklınıza geliyor? Yeni mi görüyorsunuz? 2021 Mart ayında yeni aklınıza geldi. Bu ilkeler bizim imzamız olan uluslararası sözleşmelerde yaziyor, anayasamızda da yazıyor. Siz bizimle dalga mi geçiyorsunuz?
Bakın ne diyorlar:
“Mevzuatı ve uygulamayı; ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının en geniş şekilde teminat altına alınması doğrultusunda gözden geçiriyoruz.”
“İfade ve basın özgürlüğüne ilişkin standartları yükseltmek için gazetecilerin mesleki faaliyetlerinin kolaylaştırılmasına yönelik tedbirler geliştiriyoruz.”
Eğer bu ifadelerde samimi iseler, hemen bir açıklama yapsınlar. Desinler ki,
“Biz bundan sonra hiçbir gazeteciyi işten kovdurtmayacağız. Gazeteciler, köşe yazarları artık bizi eleştirebilir.”
Desinler ki;
“Bundan sonra medya patronlarına baskı yapmayacağız. Yakalarından düşeceğiz.”
Desinler ki;
“Artık TRT ve Anadolu Ajansı iktidar partisinin yayın kuruluşu gibi çalışmayacak. 84 milyonun ödediği vergi ile finanse edilen bu kurumlar artık tarafsız yayın yapacak.”
Bunları desinler. Bakın bunlar için çok uzun hazırlıklara gerek yok. Bir talimattır, Cumhurbaşkanı açar TRT Genel Müdürü’nü, Anadolu Ajansı’nın müdürünü “Ya arkadaşlar artık tarafsız olun, hakkaniyetli çalışın ve tüm siyasi partilere adil bir şekilde, eşit mesafede yaklaşın” der ve telefonun kapatır ve bundan sonra da telefon açmaz artık. O kuruluş bağımsız kendi yayın ilkesini izler. Bunlar çok basit işler.
Bakın dün başka ne demişler:
“Devlet, girişim ve çalışma hürriyetini, rekabete dayalı serbest piyasa kuralları ile korur ve geliştirir.”
Eğer bu ifadede samimi iseler, hemen kamu alım ve ihale yasasını değiştirsinler. 28 ülkenin kolayca uyguladığı avrupa birliği kamu alımı mevzuatını hemen uygulasınlar. Şeffaf olsunlar. Kayırmacılığı bıraksınlar.
Bunları yapsınlar ki, samimiyetlerini anlayalım.
Bir de "Her gördüğümüz çiçeğe su vermeyeceğiz. Susuzluktan boynu bükülmüş bir çiçeğe su vermek adaleti yerine getirmek olurken, dikene su
vermek zulüm anlamına gelebiliyor” demişler.
Arkadaşlar, hak su değildir. Hakkı vermek de kimsenin haddine değildir. İnsan hakları her birimizin doğuştan sahip olduğu ve devletin tanımak zorunda olduğu haklardır. Ne demek çiçek, diken?
Üstelik kimin çiçek, kimin diken olduğuna kim karar veriyor? Devlet bu ayrımı yapamaz. Kişiye göre ayrım yapmaya hukuk devleti denilemez.
Buna “düşman hukuku” denilir.
Bir de insan hakları tazminat komisyonu kurulacakmış!
“Parasıyla değil mi kardeşim?” deyip hakkı ezip geçmektir bu.
Mantık bu mantık. “Basarız parasını” anlayışıyla insan haklarına yaklaşılamaz.
Her gün insan onurunu ayaklar altına alıp çiğneyen bir zihniyetin, açıklayacağı plana güvenilmez.
*****
Değerli arkadaşlar;
“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Bakın, bu iktidar büyüğüyle küçükleriyle "reform” dedikten sonra neler yaptı?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin karalarına uymadılar. Hem sözleşmeye aykırı, hem anayasaya aykırı.
Yahu bu ülkenin anayasasının ikinci maddesinde “hukuk devleti” yazıyor, “hukuk devleti.”
Anayasa metinleri laf olsun diye değil, güç zehirlenmesiyle sarhoş olan iktidarları durdurmak için de var.
Araba böyle yoldan çıktığı zaman, sağa sola savrulduğu zaman arabayı yolda tutmak için vardır anayasa.
Ama yok, canları istemeyince “uymuyorum” deyip anayasayı da uluslararası sözleşmeleri de çöpe atıyorlar.
Böyle bir yönetime kim güvenir arkadaşlar? Hukuku tanımayan bir yönetime kim güvenir?
Bu duruma düşürdüler ülkeyi.
Biliyorsunuz, AİHM’de en çok dosyası bulunan ikinci ülkeyiz. Nerede bir olumsuz gösterge var, Türkiye üst sıralarda; sayelerinde. Hayırlı
göstergelerde de sonlardayız malum.
47 ülke arasında birinci Rusya, sonra Türkiye. Tam 11 bin 750 dava şu an mahkemenin önünde, 11 bin 750.
Yani haksızlığa uğradığını söyleyen Türkiye cumhuriyeti vatandaşları tarafından 11 bin 750 tane dava açilmiş.
Bu 47 ülkenin 40 tanesinin davalı olduğu dosyaları topluyorsunuz; bizimkisi kadar etmiyor.
Tablo budur arkadaşlar.
Bakın geçtiğimiz yıl, sadece 2020 yılını söylüyorum, Türkiye’nin davalı olduğu 97 tane dosyayı karara bağlamışlar.
Bunların 85’inde Türkiye’nin en az bir hak ihlali yaptığı saptınmış. 31 kez ifade özgürlüğü, 21 kez adil yargılanma hakkı, 14 kez de mülkiyet hakkından ihlal
kararı verilmiş. Bunlar acı gerçekler.
Bu arada şunu da söyleyelim, bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesi’nde hak ihlali tespit edilenler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuyor.
Hadi şimdi dönüp bir de bizim anayasa mahkememize bakalım:
Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi esastan incelediği 100 dosyanın 95’inde hak ihlali tespit etmiş.
Devletin en yüksek yargı organı, 100 tane dosyayı inceliyor. Bu 100 davanın sadece 5’inde alt mahkemelerin hukuka uyduğunu söylüyor.
İhlal edilen haklarda da ilk üç sirada yine adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı ve ifade özgürlüğü geliyor.
Bu sayıların ne kadar korkunç olduğunu düşünebiliyor musunuz? Tablo bu arkadaşlar, tablo bu.
Şimdi ben buradan bu felaket tabloyu oluşturanlara, yargıyı çökertenlere, insan haklarını yok sayanlara sesleniyorum:
Siz Türkiye’yi yeniden işkenceyle anılan bir ülke haline getirdiniz.
Siz çıplak arama iddialarına ciddiyetsizlikle yaklaşıp, önce kadınları sonra da
insan haysiyetini aşağıladınız.
90’lı yıllarda olduğu gibi, kaçırılma haberleri yine sizin döneminizde dolaşmaya başladı.
KHK marifetiyle çok sayıda suçsuz insani açlıkla sınadınız, itibarlarını yok ettiniz.
Siz hukuku katlettiniz ya! Hukuku katlettiniz.
Beka diyerek bu milleti açlığa ve hukuksuzluğa alıştırmak istediniz.
*****
Değerli dostlarım;
Devleti çeteden ayıran şey; kullandığı kamu gücünün yasalarla sınırlanmasıdır. Hiçbir şartta, hiçbir koşulda devlet bu sınırın dışına çıkmaz.
Devletin görevi,
Vatandaşına kumpas kurmak değildir. Devlete düşen vatandaşın tüm haklarını tanımak ve korumaktır.
Devletin görevi,
Mağdurları suçlamak değildir. Hak ihlalleri iddiaları karşısında önce bir durup dinlemektir. Sonra da derhal araştırmaktır.
Devletin görevi,
Özgür basını susturmak değildir, sivil toplumu baskılamak değildir. Hür düşüncenin önünü açmaktır. Örgütlenme özgürlüğünü tanımaktır.
Biliyorsunuz; Cumhurbaşkanı, 28 Şubat’ın yıl dönümünde kendi mağduriyetini hatırlattı. “Şiir okuduğum için hapse girdim” dedi.
Kendisi gerçekten bir mağduriyet yaşadı. Peki, Sayın Erdoğan’ı mağdur edenleri, o kararı verenleri hayırla yâd eden var mı arkadaşlar?
O kararları verenler, 28 Şubat’in o baski iklimini yaratanlar, isimlerini tarihin utanç sayfalarına yazdılar.
Ama ne oldu? 28 Şubat bin yıl sürmedi! Bu devran da sürmeyecek!
Hiç şüpheniz olmasın, bugün de ‘tweet‘ attı diye gençleri hapse atanların, ifade hürriyetini kısıtlayanların yeri utanç sayfaları olacak.
Türkiye’yi 90’lı yılların karanlığına döndürmeye çalışanların, çeteleri ve mafyaları piyasaya sürenlerin yeri utanç sayfaları olacak.
Gazi meclisimizden herkese tehditler savuranların, siyasal şiddeti yeniden ülke gündemine sokanların yeri, utanç sayfaları olacak.
Mesnetsiz iddialar, düzmece iddianameler yazanların, hukuk devleti ilkesini çiğneyenlerin, kendisini hukukla bağlı hissetmeyenlerin yerleri de utanç sayfaları olacak.
Kimsenin şüphesi olmasın, hiçbir baskı dönemi ilelebet sürmedi; bugünleri de hep beraber sona erdireceğiz.
****
Değerli dostlarım,
Sizler bu utanç sayfalarını yırtıp atacak kadrolarsınız. Demokrasinin ve özgürlüklerin bayrağı bugün sizin ellerinizde.
Bu bayrağı hedefine mutlaka ulaştıracağız.
Baskının karşısında asla ve asla boyun eğmeyeceğiz.
Yargıyı, hükümetten gelen baskı ve talimatlardan kurtaracağız. Yargıyı tarafsız ve bağımsız hale getireceğiz.
Gazi meclisimizi, yürütmenin noteri olmaktan çıkaracağız.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile birlikte özgürlük, adalet ve barışı egemen kılacağız.
Kutuplaşmaya son vereceğiz. Ayrıştırmayacağız, ötekileştirmeyeceğiz.
Bu ülkede yaşayan herkesin insan onuruna yakışır gelir elde etmesi için çalışacağız.
Evladının yarınlarını düşünüp uyuyamayan anne babaların, başlarını yastığa huzurla koymasını biz sağlayacağız.
Eğitimde, yargıda, sağlıkta, sokakta her alanda adaleti tesis etmek için gecemizi gündüzümüze katacağız.
Gençlerimizin işsizlik sorunuyla mücadele edeceğiz.
DEVA Partisi iktidarında, devlet yönetimini hukukla taçlandırağız.
Ve en önemlisi de değerli arkadaşlarım, bu yolculukta hiç kimse yalnız yürümeyecek.
Çünkü DEVA Partisi bir kadro hareketidir. DEVA Partisi, tüm Türkiye’nin üzerinde uzlaştığı umudun taşıyıcısıdır.
DEVA Partisi gerçekten bu milletin şu anda umutla ve gelecek vaadiyle değerlendirebildiği yegane siyasi partidir.
Vakit demokrasi ve atılım vaktidir.
Kaybedecek bir tek saniyemizin bile olmadığı bilinciyle,
Bu yola birlikte çıktığım siz değerli yol arkadaşlarıma teşekkür ediyor,
Her birinizi yürekten kucaklıyor, cesaretinizi ayakta alkışlıyorum, Sizler aileniz için, bulunduğunuz mahalle için, arkadaşlarınız için, şehriniz için ve Türkiye için bu yola çıktınız. Her türlü riski göze alarak bunu yaptınız. Eliniz değil gövdenizi taşın altına koyarak bu sürecin içine girdiniz. Gerçekten günü galipte Türkiye’nin yakın tarihi yazıldığında DEVA Partisi ayrı bir tarih olarak işlenecektir.
DEVA Partisi öncesiyle DEVA Partisi sonrası Türkiye’de ayrı bir dönem olarak ele alınacaktır. Ve DEVA Partisi’yle beraber Türkiye’de Siyaset eskisi gibi olmayacaktır .
Değerli arkadaşlarım;
Partimizin tüm üye ve gönüllülerini sevgiyle selamlıyorum.
Yarın sabah başlayacak DEVA Kadında zirvesi için tekrar buluşmak üzere diyorum.