26 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İş Dünyası ve Sanayicilerle Buluşma Programı Konuşması

26 Nisan 2023

İş Dünyası ve Sanayicilerle Buluşma Programı
 
Çok değerli milletvekili adaylarımız, 
 
Siyasi partilerin genel merkezlerinden bizlerle beraber olan çok değerli genel merkez kurul üyeleri, 
 
Çok değerli sanayicilerimiz, iş dünyamızın değerli temsilcileri, 
 
Değerli konuklar, değerli katılımcılar, 
 
Kıymetli basın mensupları hepinize saygı ile sevgi ile selamlıyor, DEVA Partisi Kocaeli il başkanlığının düzenlemiş olduğu bu iş dünyası ve sanayici buluşmasına hoş geldiniz diyorum. 
 
Bugün burada çalışan Türkiye'nin temsilcileri ile beraber olmak, sizlerle beraber ekonomimizin iş dünyasının sorunlarını istişare etmek, dertleşmek bizler için hem bir mutluluk hem de önemli bir fırsat. 
 
Bizlerle beraber olduğunuz için davetimizi kabul ettiğiniz için hepinize tek tek teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
 
Değerli konuklar, değerli katılımcılar Türkiye gerçekten çok büyük bir ülke. 86 milyon nüfusu ile Avrupa'nın en büyük nüfusu bizde. Avrupa'nın en büyük topraklarına sahibiz. Avrupa'nın en büyük tarım alanlarına sahibiz. Ve aynı zamanda Avrupa'nın en genç nüfusuna sahibiz.
 
Yani nüfusa oranla çalışanların en yüksek sayıda olması gereken bir ülke Türkiye. 
 
Ama durum bu mu? Değil. 
 
Ve bakıyorsunuz aşağı yukarı nüfusu Türkiye ile çok benzer olan Almanya'da çalışan nüfus Türkiye'den çok daha fazla. 
 
Çalışmayınca alın teri olmayınca akıl teli olmayınca bu iş olmuyor. 
 
Onun için gerçekten Türkiye olarak tüm millet olarak çok çok çalışmak zorundayız. Ve üretmek zorundayız. Yatırım yapmak üretim yapmak ihracat yapmak zorundayız. 
 
Ancak bu ülke bu şekilde refahını yükseltebilir. Ancak bu şekilde özgür ve zengin bir ülke olabiliriz. 
 
Değerli arkadaşlar, ülkenin özellikle şu andaki ekonomisine ve yarınların ekonomisine bakacağımız zaman bazı hususlar var ki özellikle altını çizmemiz gerekiyor. 
 
Hele hele burada Kocaeli'nde Gebze'de sanayimizin çok yoğun bir şekilde üretimin çok yoğun bir şekilde bulunduğu bir şehirde gerçekten bu ekonomi perspektifini bizim çok çok iyi işlememiz çok çok iyi anlamamız gerekiyor. 
 
Değerli arkadaşlar, ekonomi dediğimiz alan aslında bir temele oturuyor. Bu temelde öncelikle hukuk var. Hukukun üstünlüğü var, adalet var, temel hak ve özgürlükler var, demokrasi var. 
 
Bu temeli güçlendirmeden üzerine sağlam bir ekonomi inşa etmeniz asla mümkün değil. 
 
Türkiye temel hak ve özgürlüklere ve hukukun üstünlüğüne tam bağlı bir ülke haline gelmeden yüksek bir refaha yüksek bir gelir seviyesine ulaşmamız da asla mümkün olmayacak. 
 
Olmadı olmayacak da. 
 
Bakın Türkiye 2013 yılında orta gelirli bir ülkeden çıkıp yüksek gelirli ülkeler grubuna girmek üzereydi. Tam sınırdaydık. 
 
12 bin 500 dolarlık milli gelire ulaşmıştık. 
 
Ve o günlerde ben defaatle ama defaatle diyordum ki orta gelir tuzağına düşeceğiz dikkat. 
 
Şöyle bir Google'dan bakarsanız orta gelir kelimesi en çok benim tarafımdan ve en çok 2013 yılında kullanılmış. 2013'te ben kullanmışım. 
 
Orta gelir tuzağı orta gelir tuzağı. 
 
Ne zaman kullanmışım? 
 
Ekonomimizin zirvede olduğu yıl kullanmışım. 
 
Ve demişim ki defalarca ‘eğitimde ve hukuk da İşler kötü gidiyor. Eğitimde ve hukukta gerekeni yapmazsak ülkemiz orta gelir tuzağına düşecek’ demişim. 
 
Ve maalesef oldu.
 
2013 yılından taa 9 sene sonra 2022'de milli gelirimiz TÜİK'in rakamlarına inanıyorsak 10 bin dolar civarında. 10 yılımız araya gitmiş. Yerimizde saymakla ilgili geri geri geri geri kaymış ülke maalesef. 
 
Bu büyük ülke bu Avrupa'nın en büyük nüfusuna, Avrupa'nın en genç nüfusuna ve en büyük topraklarına sahip olan ülke geri geri kaymış. 
 
İkisinde de gereken yapılamadı. Çok uyardık olmadı.
 
Hukukun üstünlüğü değerli arkadaşlar çok önemli bir kavram. 
 
Hukukun üstünlüğü ne demek? Kural bazlı bir yönetim anlayışı demek. Kuralların açık ve şeffaf bir şekilde ortaya koyulup o kurallara herkesin uyduğu ve bir kural silsilesi içerisinde de kurumların güçlü olduğu bir sistem kurumların. 
 
Bir ülkenin toplam gücü kurumlarının gücünün tek tek toplamından oluşuyor. 
 
Eğer güçlü bir Merkez bankanız varsa güçlüsünüz, güçlü bir hazineniz varsa güçlüsünüz. Güçlü STK'larınız varsa güçlüsünüz. 
 
Güçlü bir medyanız varsa güçlüsünüz. Aksi halde güçlü olmuyorsunuz zayıf kalıyorsunuz. 
 
Kurumların ve kuralların zayıf olduğu bir ülke maalesef zayıf kalıyor zayıflıyor. 
 
Canlı örneğini son 10 yıldır her gün her gün her gün görüyoruz maalesef. 
 
Tabii ki hukukun üstünlüğü önemli ama bir o kadar da değerli arkadaşlar fırsat eşitliği önemli fırsat eşitliği. 
 
Eğitimde fırsat eşitliği, iş yaparken ki fırsat eşit diye, çalışanların terfi ederken fırsat eşitliği yani hak edenin hakkını aldığı bir sistemden bahsediyoruz. 
 
Arkası olanın torpili olanın kayırılanı değil. Hak edenin hakkını aldığı bir sistemden bahsediyoruz.
 
İş dünyamız her gün bunları yaşıyor. Şeffaflık yoksa adil rekabet yoksa fırsat eşitliği yoksa kötü malı kötü hizmeti pahalıya üreten devletle iş yapıyor para kazanıyor. 
 
Ama hakkıyla alnının teriyle aklının teriyle çalışanlar sistem dışı kalıyor. 
 
İşte herkese açık rekabetle fırsat eşitliği içerisinde çalışan bir iş dünyası ancak Türkiye'yi kalkındıracak ilerletecek. 
 
Aksi halde mümkün değil. 
 
Aksi halde belki münferit zenginler oluşabiliyor ülkede. Ama ülke topyekûn zenginleşmiyor.
 
2013'ten bu yana nasıl topyekûn fakirleştiysek işte bu gerçekleşiyor ama ne oluyor? Bir avuç insan servetine servet katıyor.
 
Biz böyle bir Türkiye istemiyoruz. Bunu görmek istemiyoruz. Biz hak edenin hak ettiğini aldığı alın terinin bilek gücünün akıl terinin değerini bulduğu bir ülke inşa etmek istiyoruz. 
 
Bunun için yola çıktık bunun için DEVA Partisini kurduk ve bunun için ülkemizin yarınları ile ilgili her türlü hazırlığı yaptık yapıyoruz.
 
Değerli arkadaşlar, evet ekonomi politikaları önemlidir ama ekonomi politikalarının insan odaklı olması lazım. 
 
Önce insan ne olursa olsun. 
 
Her şey insan için var. Devlet de insan için var.
 
İnsanın kıymetinin olmadığı çalışanın alın terinin karşılığını görmediği bir ülke kendi vatandaşı için refah öğreten bir ülke olamaz.
 
Sadece kendi varlığını sürdüren ve devletin adeta herkesin daha üstünde konumlandığı, devletin öncelendiği bir hale yavaş yavaş evrilir ülke. 
 
Devlet tabii ki önemlidir tabii ki güçlü olacaktır ama devlet insan için vardır. Bunu da unutmamamız lazım. 
 
İnsanların mutluluğu için, refahı için güvenliği için vardır. 
 
Onun için biz her zaman önce insan dedik ve ekonomi politikalarımızı da hep bu çerçevede değerlendirdik.
 
Ekonomi deyince değerli arkadaşlar bir başka önemli kavram güven. Güven olmayınca mümkün değil. 
 
Güven ortamını sağlamadığınızda ekonomide başarı mümkün değil. 
 
Ben böyle güvenden bahsedince gençler bazen soruyorlar 'Başkanım güven deyip duruyorsun ama güven nasıl kazanılır?' 
 
Şimdi burada iş dünyasının çok sayıda temsilcisi aramızda. 
 
Uzun yıllar iş hayatında olup da itibarıyla güvenilir bir şekilde iş dünyasının içinde bilenler belki bu söylediklerimi çok daha iyi anlayacaklar ama ben buradan güven nasıl oluşturulur özellikle gençler için şöyle bir 8 maddede sağlamak istiyorum. 
 
Güven nasıl oluşturulur? 
1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
2- Söz verince tutacaksın.
3- Sana bırakılan emaneti gözün gibi koruyacaksın. Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4- Devlet yönetiyorsan daima adaletle hareket edeceksin.
5- Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın.
6- Asla istişareyi bırakmayacaksın. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.
7- Şeffaf olacaksın açık olacaksın. Karanlıkta işini yapmayacaksın.
8- Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.
 
Bu 8 maddeyi uygulayın korkmayın. 
 
İşte o zaman güveni sağlarsınız. O zaman güven kazanmış bir insan güven kazanmış bir firma veya güven kazanmış bir hükümet olarak işinizi yaparsanız ve başarılı olursunuz. 
 
Değerli konuklar değerli katılımcılar, tabii ki bir ülkenin ekonomisinde bahsettiğim bütün kavramlar var ilkeler var değerler var. Ama bir yandan da eğer ekonomiden bahsediyorsak ekonominin olmazsa olmaz bazı başlıkları var. 
 
Bu başlıklardan en önemlilerden bir tanesi değerli arkadaşlar, ülkenin Makro ekonomik dengeleri.
 
Yani para politikası ile, maliye politikasıyla, bankacılık politikası ile, yapısal reformlarla birbirini tamamlayan bir politika seti. 
 
Kurumların birbiriyle iletişim halinde olduğu, kurumların birbirini anladığı, kurumların sağlam bir eşgüdüm içinde çalıştığı bir makro ekonomik çerçeve. 
 
Bunu yapamazsanız mümkün değil. Sektörle ilgili politikalarınız ne olursa olsun hangi sektörle ilgili ne yaparsanız yapın istediğiniz teşviki verin yürümez. 
 
Çünkü insanlar öncelikle genel bir ekonomik istikrar ortamı görmek ister. 
 
Ekonomi ile ilgili verilerin ve gelişmelerin öngörülebilir ve güvenilir bir çerçevede gelişmesini önce beklerler. 
 
Bu olmayınca olmaz. 
 
En alta temele hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları özgürlükleri koyduk ya temele, o temelin hemen üstüne de Makro ekonomik istikrarı koymak zorundayız. 
 
Sağlam güvenilir bir Merkez Bankası, enflasyonla mücadelede kararlı bir duruş ve mutlaka ve mutlaka enflasyonun düşük ve öngörülebilir seviyede olması. 
 
Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde fiyat artışlarından kazanan az sayıda insan olabilir. 
 
Ama enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde toplum topyekûn kaybeder. 
 
Enflasyon en modern hırsızlık aracıdır. 86 milyonun gelirinden kesesinden cebinden yanlış politikalarla çalmanın adıdır enflasyon.
 
Şu son 4-5 yılda Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyon oranını yaşadık.
 
Bakın istatistikler tutulmaya başladığı günden bugüne kadar üretici fiyat endeksi, üretici enflasyonu hiçbir zaman bu kadar yükselmemişti Türkiye'de. 94 krizi dahil 2001 krizi dahil bakın. İş dünyasında olanlar bilir bu krizleri. 
 
O dönemlerde dahi bu kadar yüksek bir enflasyon yaşamamıştık. 
 
Tüketici enflasyonu da üretici enflasyonu da 2 haneye çıktı 3 haneye çıktı. 
 
Sabit geliri olan Türk lirası cinsinden maaşı olan herkes işçisi, memuru, emeklisi sosyal yardım sosyal destek alan bütün vatandaşlarımız kaybetti. 
 
Kim kazandı?
 
Bankada parası olan kazandı. Bankada parası olanın aldığı faiz yetmedi hükümet ne dedi? 'Sen faiz alıyorsun ama arkadaş bak kur daha fazla arttı. Sen burada mağdur oldun. Kur artışı kadar ben sana biraz daha para ödeyeceğim. Bir de kur farkını ödeyeceğim' dedi. 
 
Böyle bir şey olur mu? 
 
Rahmetli Özal'dan önce de varmış böyle bir sistem DÇM diye. Dövize çevrilebilir mevduat hesabı.
 
Özal gelmiş bunu kaldırmış. 
 
Bir basın toplantısı yapmış. Demiş ki; bu DÇM varya DÇM demiş bugünkü kur korumalı mevduata benzer bir şey. Yıllarca enflasyon yüksek seyretti bu ülkede en önemli sebebi bu DÇM'dir demiş. Ve gençlere vasiyetimdir demiş. Asla böyle yanlış işleri bu ülkede bir daha tekrar etmeyin demiş. 
 
Bu DÇM yani bugünkü kur korumalı mevduat hesabı rahmetli Özal'ın tabiriyle ‘Kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir’ demiş. Hepsi kayıtlarda. Şimdi siz tutun enflasyon yoluyla çalışan alın teriyle bileğinin gücüyle çalışan herkesin kesesinden toplayın gidin bankada zaten parası olan bir avuç insana verin. Geldiğimiz nokta bu. Ve bakın TÜİK'in istatistiklerine bakın. 
 
Milli gelirden alınan paya bakın. Milli gelirden alınan pay son 4 yılda muntazam olarak sermaye payı artıyor iş gücünün payı azalıyor. 
 
Yani ben çalışıyorum maaş alıyorum bileğimin gücüyle alın teri ile çalışıyorum diyen herkes son 4 yılda kaybetmiş. 
 
Milli gelirden aldığı pay düşmüş. Sermayenin zaten parası olanın aldığı pay yükselmiş. 
 
Sonuç bu. 
 
Son 4-5 yıllık uygulanan yanlış ekonomik adımların tablosu bu. 
 
Onun için değerli arkadaşlar. Onun için değerli arkadaşlar temele hukuk adalet demokrasiyi insan hakları koyduk ya onun hemen üstüne de makro ekonomik istikrarı enflasyonla mücadeleyi koyuyoruz. 
 
Düşük ve ön görülebilir enflasyon. 
 
Düşük ve ön görülebilir enflasyon olduğu anda ancak daha çok yatırım olur bu ülkeye. İnsanlar daha rahat önünü görür. Hesabını kitabını ancak daha rahat yapabilir. 
 
Çünkü bir yatırım kolay değildir. 
 
Planlama safhasından tutun sanayi yatırımından bahsediyorum işin planlaması organizasyonu makinelerin siparişi kurulması üretime geçmesi kendi ödemesi en az 15 yıllık bir süreden bahsediyoruz bakın. 
 
Fikir halinden başlayıp karşıya alıncaya kadar olan süre. Ve bu sürede eğer düşük ve öngörülebilir bir enflasyon yoksa yatırımcıların çoğu kaçar. Yatırım yapanlar da ancak ve ancak bütün bu belirsizlikleri karşılayacak riskin karşılığını alacak bir tablo görmeyince o işin içine girmez. Dolayısıyla 2. önemli konumuz temelin üzerine hemen inşa ettiğimiz Makro ekonomik istikrar. 
 
Arkasından değerli arkadaşlar ne geliyor? Eğitim ve istihdamla ilgili konular. 
 
Çünkü eğitim ve istihdam iç içe. Türkiye'de insanların örgün eğitim sisteminde kaldığı süre çok kısa. 
 
Bir zamanlar o 2013'te ben orta gelir tuzağından bahsederken 6,5 yıldı.
 
Bu ne demek? 
 
Çalışıyorum diyen insanların ortalama okula gittiği süre 6,5 yıldı. Yani orta 2'den terk bir çalışan nüfusumuz vardı 6,5. 
 
Şu an bu süre 8 yıla yaklaştı. Yani daha yeni 10 sene sonra çalışan nüfusumuzun ortalaması ortaokul mezunu oldu. 
 
Dolayısıyla ne yapmamız gerekiyor? 
 
Bütün çalışan nüfusumuzun eğitim seviyesini artırmak için yoğun bir gayrette bulunmamız gerekiyor. 
 
Yetmiyor mesleki eğitim.
 
Gençlerimizin erken yaşta iş dünyası ile buluşması. Erken yaşlarda 14 yaşından itibaren stajlarla belki yarım gün okul yarım gün iş hayatıyla erken yaşlarda çalışma hayatı ile tanışması gerekiyor. 
 
Ağaç yaşken eğilir. 
 
Farklı sektörleri farklı meslekleri genç yaşta tanımaları gerekiyor ki 18 yaşına geldiklerinde o üniversite tercihlerinde küçücük bir kutunun içerisine kurşun kalemle doldururken daha bilerek yapsınlar. 
 
Az çok iş hayatını tanıyarak o tercihi yapsınlar. 
 
Yetmiyor dünya çok hızlı değişiyor. Bu hızlı değişen dünyada yeni meslekler oluşuyor.  Bazı meslekler ölüyor yeni meslekler oluşuyor.
 
İşte bu hızlı değişen dünyaya çalışan nüfusumuzun adapte olabilmesi için de mutlaka hayat boyu öğrenim sistemini Türkiye'de kurmamız gerekiyor. 
 
Hayat boyu öğrenim nedir?
 
Hayat boyu öğrenim hangi yaşta olursa olsun insanların kendi bilgisini becerisini güncelleyebileceği bir eğitim mekanizmasının kapısının açık olarak orada her zaman duruyor olmasıdır. Her zaman. 
 
Hangi yaşta olursa olsun. Kendilerini güncellemesi için insanların. 
 
Meslek değiştirmek çok yaygınlaşacak bundan sonra. 18 yaşında gençlerimizin tercih ettiği meslekler belki 28 yaşına geldiklerinde 38 yaşına geldiklerinde geçerliliğini kaybedecek. 
 
Ve ne olacak sistemden düşecekler mi işsiz mi kalacaklar? Hayır. 
 
O süre içerisinde yeni gelişen alanlara yeni mesleklerle çalışan nüfusumuzun adapte olmasını sağlayacak bir eğitim sistemini kurmamız gerekiyor.
 
İşte bunun için biz hayat boyu öğrenim diyoruz. Ve bununla ancak dinamik değişen dünya şartlarına ve çalışma hayatının şartlarına sektörlerin şartlarına ayak uyduran bir çalışan nüfusumuz olacak. 
 
Bunların hepsini planladık hepsini yazdık. Bütün bunların hepsini tek tek hazırladık. 
 
Bizim eğitim eylem planımız 500 maddelik bir eylem planı. Her alanda eylem planı hazırladık ama eğitim en yoğun.
 
3- 18 yaş, ayrıca böyle yüksek öğretim eğitim planı hazırladık. Dijital dönüşüm ve teknoloji ile ilgili yapılacakları ayrıca listeledik. Tek tek takvime bağladık bütçesini hesap ettik. 
 
Hepsi hazır. 
 
Tabii bunlar ülkenin yarınlarını dönük önemli hazırlıklar ama gel gelelim mevcut işsizlerimiz var değil mi? 
 
Ya da işi olduğu halde aslında çalışma hayatından memnun olmayan 'aslında başka iş olsa ben daha mı mutlu olurum daha mı başarılı olurum' diyen insanlarımız var. 
 
İşte onlar için de değerli arkadaşlar mutlaka ve mutlaka bizim böyle kısa süreli eğitim programları hazırlamamız gerekiyor. Mesleki eğitim programları, meslek değiştirme programları. 
 
Yeri gelir 1 ay yeri gelir 3 ay yeri gelir 1 sene. 
 
Biz hepsini yazdık ve taahhüt ettik. Dedik ki; gençlerimiz hatta her yaştan gençlerimiz yaşı önemli değil eğer belirli bir alanda tekrar bir beceri bilgi kazanmak istiyorsa bu kurslara gidecek.
 
Ve bu kurslar bedava. Bu kurslara gidiş geliş yol parası ve öğlen yemeği tamamen devlet tarafından karşılanacak ki hiç kimseye külfet olmayacak. Hiçbir maddi yükü olmayacak bunun. 
 
Alanına göre yerine göre ya da gencimizin mevcut bilgi becerisine göre. 
 
Ulaşmak istediği bilgi beceri seti var bir de mevcut var. O aradaki farkı ne kadar sürede kapatabilirse. Bazen bu 1 aydır 3 aydır bazen 1 yıldır. 
 
Ama dolayısıyla ne yapacağız? Özellikle işsiz olan veya meslek değiştirmek isteyen gençlerimiz için ama her yaştan gencimiz için bu kursları açacağız Türkiye'nin her yerinde. 
 
Ve yoğun bir eğitim programı başlayacak yoğun.
 
Ve o kurslara tam devam sağlayan o programlara her gün derslere aktif uygulamalara katılan gençlerimize ne diyeceğiz? 
 
Diyeceğiz ki ‘sen işe girdiğinde senin gelir vergisi diye bir derdin yok. Bunu devlet karşılayacak.’ 
 
Gençlerimizi işe alan işverenlerimize ne diyeceğiz?  ‘Sosyal Güvenlik primiymiş şuymuş buymuş bunları düşünmeyeceksin. Bunların hepsi bizde. Sen sadece net maaşı neyse bu gencimizin sen onu vereceksin ve biz de ne yapacağız devlet olarak geri kalanların hepsi bizde.’
 
İşte böylece işsiz ama belli alanlarda yetişmiş yetiştirilmiş bilgisi becerisi güncellenmiş gençlerimizle iş dünyasını buluşturmuş olacağız.  İşvereni buluşturmuş olacağız. 
 
Ve bu buluşma var ya bu buluşma %80 %90 oranında kalıcı bir birlikteliğe dönüyor. Eğer programları düzgün hazırlarsanız.
 
Bizim özellikle 2009 krizinden sonra benzer programlarla milyonlarca insana istihdam sağladığımız bir tecrübemiz var.
 
Aktif iş gücü politikaları adı altında uygulamalarımız 2009 2010'da bunları yaptık ve istihdam birden sıçradı işsizlik oranı %14'e çıkmış işsizlik oranı indi 9'a. 
 
Birdenbire oldu bu bakın. 
 
Ve bu aktif iş gücü politikaları ile oldu. Bunların hepsi hazır. 
 
Bakın şu bizim 22 eylem planımızı bir ansiklopedi cilt haline getirdiğimiz çalışma. 
 
Binlerce madde var burada binlerce. Her alanda ama her alanda istihdamla ilgili de var mesleki eğitimle ilgili de var eğitimle ilgili var, yükseköğretim var güvenlik var diş politika var. Var var var var var. 
 
Cumhuriyet tarihinde bir ilk. 
 
İlk defa bir siyasi parti her alanda ama her alanda hiçbir alanı atlamadan 'bu alanı anlamıyoruz bunu atlayalım' demeden hazırladığı bir çalışma bu. 
 
Bu DEVA Partisi’nin çalışması. 
 
Biz ne yaptık?
 
Bu çalışmayı 6'lı masaya koyduk. 6 parti olarak politikalarımızı ortaklaştırdık. Diğer siyasi partiler de kendi çalışmalarını çok kıymetli çalışmalar vardı. Koydular masaya ve en sonunda da Ortak Politikalar Mutabakat Metnimiz çıktı. 
 
Tam 2300 madde.
 
Her bir kelimesinde 6 partinin %100 mutabakatı var. 
 
Buda bir ilk. 
 
Daha önce bunun örneği yok. Yapılmamış Türkiye'de. 
 
Ve böylece 6 siyasi parti ortak bir programla ortak bir hükümet programı ile seçime gidiyor. Seçimlerden sonra kurulacak hükümette yer alacak 20 bakanın 5 yıllık ev ödevi hazır. 
 
Kimse şaşırmayacak ben nereden başlayacağım ne yapacağım diye. Hemen 1. günden düğmeye basıp çalışmaya başlayacak. 
 
Bunun hazırlığını yaptık. Ve bu bir buçuk yıllık bir çalışmanın sonucu.
 
Ve gerçekten Türkiye'de ilk. Daha önce eşi benzeri yok.
 
Bütün bunlar değerli arkadaşlar çalışma hayatımızla ilgili ekonomimizle ilgili çok önemli hususlar ama birkaç konu daha var onlara değineyim. 
 
Artık dijital çağdayız. Dijital dönüşüm ve teknolojinin çok çok önemli olduğu hayatımızın her alanını etkilediği bir çağdayız.
 
Bu iş dünyamız içinde geçerli dolayısıyla bir ülkenin bu konuda da çok sağlam politikalarının olması gerekiyor. 
 
Ve bizim buradaki 4 nolu eylem planımız tam da bu dijital dönüşüm ile ilgili eylem planı. Devahazır.com diye bir web sitemiz var girerseniz bunların hepsini fasikül fasikül göreceksiniz. Hepsini detayına ulaşabilirsiniz. 
 
Bir başka önemli konu çevre. Doğa hakları. 
 
Sanayileşmemizin yoğun olduğu kentlerde bu çevre meseleleri çok çok önemli arkadaşlar. 
 
Yaşanabilir bir çevre gelecek nesillere nesiller arası adaleti de gözeterek yaşanabilir bir Türkiye bırakmak. 
 
Dolayısıyla sanayileşmek önemli üretmek önemli ama bir o kadar da bunun temiz, çevreyle dost ve Allah'ın bize verdiği bu nimetleri gözümüz gibi koruyarak bir sanayileşme ekonomik büyüme modeli şart. 
 
Bir başka önemli konu sosyal politikalar. Yani bütün bu yarışta bütün bu yoğun üretim yatırım çalışma ihracat yaparken bazı toplum kesimlerimiz bu yarışın gerisinde kalabiliyor. 
 
Yarışta bir şekilde geri düşebiliyor. İşte onlara da devletin hemen ulaşıp tüm vatandaşlarımızın askeri bir geçim seviyesinde ulaştıracak şekilde bir sosyal yardım sistemi. 
 
Hepsini anlattık bu ortak politika metnine de koyduk. Yani ne olursa olsun hiç işi olmayan hiç bir gelir olmayan vatandaşlarımızın dahi asgari geçim ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelire ulaşması, aradaki farkı da devlet tarafından kapatılmasını sağlayacak bir sosyal bakış açısı. 
 
Bütün bunları biz topladığımızda işte o zaman gerçekten güçlü sürdürebilir ve kapsayıcı bir ekonomik modelden bahsetmiş oluyoruz. 
 
Ama aynı zamanda da sosyal kaygısı yüksek olan bir yönetim anlayışından da bahsetmiş oluyoruz. 
 
Ve son olarak değerli arkadaşlar Avrupa Birliği. Evet, Türkiye'nin her alanda ama her alanda yüksek standartlara ulaşmasının en önemli ve kestirme yolunu Avrupa Birliği müzakere sürecinden geçiyor.  
 
Kestirme yol diyorum çünkü aynı bizim yaptığımız bu 22 fasiküllü çalışma gibi Avrupa Birliği’nde 33 fasıllık bir müktesebat var. 
 
Her alanda standartlar var.
 
Ve bu standartlarının tamamı önce insan diyen standartlar insana önem veren standartlar.
 
İşte biz Türkiye olarak Avrupa birliğinin o standartlarına ulaşmak için de 33 alanda birden Türkiye ile Avrupa Birliği standartları arasındaki farkı kapatmak için de özel bir gayret içinde olacağız.
 
Bu müzakere sürecinin tekrar canlandırılmasıyla da mümkün ama müzakere süreci olsun ya da olmasın Türkiye'nin kendi iradesiyle de yapılması mümkün bir konu.
 
Yani illaki Avrupa Birliği oturup konuşup da onların standartlarına nasıl ulaşacağımızı, onlarla konuşmak zorunda değiliz. 
 
Konuşabiliriz faydalı ama dönüp oradaki standartları biliyoruz. Hepsi yazılı çizili. 
 
Kendi durumumuzu da biliyoruz aradaki farkı nasıl kapatacağız?
 
Avrupa Birliği müzakeresi dediğimiz bu. Avrupa Birliği süreci dediğimiz bu.
 
Biliyorsunuz 3 yıl ben bu işlerle uğraştım. İlk baş müzakereciydim. 
 
33 faslın taramasını yaptık. 10 tane faslı müzakereyi açtık. Bir tane faslı müzakeresini tamamladık ve her adımda da Avrupa Birliği üyesi ülkelerin %100 mutabakatıyla ilerledik. 
 
Yani 3 yılda 11 kere Türkiye oylaması yapıldı ve 11 kere yapılan oylamada da tam bir mutabakatla Türkiye için evet evet evet diye ilerledik. Bunu yaptık İnşallah yine yaparız. 
 
Ama nasıl yaparız?
 
Türkiye böyle siyasi istikrarsızlıklarla mücadele eden, akıldan bilimden uzak bir şekilde üretilen, demokrasinin artık neredeyse rafa kattığı bir ülke halindeyken yapamayız. Türkiye yük olacak hissi varken yapamayız. 
 
Dolayısıyla biz kendi yükümüzü kendimiz taşırız kimseye ihtiyacımız da yok. 
 
Bu ülkenin kaynakları bu ülkeyi ayağa kaldırmak için yeter daha artar bile. En ufak bir şüphemiz yok bundan ama yeter ki biz kendi ülkemize kendi demokrasimize kendi ekonomimize sahip çıkalım. 
 
Bunu biz yapacağız ve hep birlikte yapacağız. 
 
Değerli arkadaşlar değerli konuklar,
 
Bütün bu sürecin gerçekleşmesi tabii ki ülkede ancak ve ancak siyasi bir dönüşümle de mümkün. 
 
Çünkü mevcut siyasi yönetimi mevcut siyasi iktidar artık son kullanma tarihini önemli bir ölçüde doldurmuş durumda. 
 
Artık fazla bir başarı üretemeyen ancak az sayıda belli projelerle şöyle bir kendini göstermeye çalışan ama çok geniş kesimleri yoksullaştıran bir iktidar şu anda bu.
 
Topyekûn zenginlik üretemiyor. 
 
Son yıllarda sürekli yüksek enflasyon ve sürekli olarak refahın düştüğü bir ülkeye çevirdiler bu ülkeyi. 
 
Dolayısıyla biz ne yaptık? Öncelikle DEVA Partisi olarak kendi hazırlıklarımızı yaptık. 81 il teşkilatımız 766 tane ilçe başkanımız şu anda bizim görevin başında. Ve çok güzel çok ahenkli bir teşkilat yapısı kurduk. 
 
Bu arada Kocaeli’ndeyiz Kocaeli teşkilatımız şampiyon. 
 
Niye? 
 
Çünkü tüm Türkiye'de bütün ilçe teşkilatlarını kurup bütün ilçe kongrelerini yapan ve il kongresi yapan ilk ilimiz ilk il teşkilatımız. 
 
Çok hızlı bir şekilde bunu yaptılar ve 81 ilde birinci oldular. 
 
Onun için ben buradan DEVA Partisi teşkilatına mensup olan tüm arkadaşlarımıza tüm yönetimindeki arkadaşlarımıza ilçe başkanlarımıza tek tek teşekkür ediyorum. 
 
Bir yandan bu teşkilatımızı kurduk bir yandan bütün bunları çalıştık ülkemizin yarınlarını çalıştık. 
 
Daha sonra da mevcut anayasayla ve mevcut yasal düzenlemelerle şunu çok iyi biliyorduk, işbirliği güç birliği olmadan bu seçimlerde başarılı olmak mümkün değil. 
 
2017 anayasa değişikliğinden sonra artık partiler ancak işbirliği içerisinde hareket ederlerse seçimi kazanabiliyorlar. 
 
2018 seçimi de zaten öyle oldu. 
 
Hatırlayalım, 2017'de anayasa değişti. 
 
2018'de bir Cumhur ittifakı kuruldu. 
 
Orada AK Parti MHP ve diğer partiler bir araya geldiler. Çünkü Sayın Erdoğan biliyordu ki artık kendi başına kazanamaz imkânsız. 
 
Ne cumhurbaşkanlığını kazanabilir ne mecliste çoğunluğu sağlayabilir bunu gördü. 
 
Kendine ortaklar aldı yanına. 
 
Daha 3-5 sene önce kavga ettikleri birbirlerine ağır hakaret ettikleri insanlar bir araya geldiler, Cumhur ittifakını kurdular ve ortak bir cumhurbaşkanı adayı belirlediler 2018'de. 
 
Millet ittifakı kuruldu çünkü partiler biliyordu ki evet işbirliği olmayınca bu iş zor fakat 2018'de millet ittifakı ortak bir cumhurbaşkanı adayı belirlemedi, belirleyemedi. 
 
İşbirliği olmadığı için de 2018'de kaybettiler. 
 
İşte hepsinden ders almak gerekiyor. Ve biz bütün o dönemlerin de dersini almış bir şekilde bu süreci başlattık. 
 
Önce Şubat 2022'de bundan yaklaşık 14 ay önce 6 genel başkan bir araya oturduk. Çalıştık çalıştık çalıştık. 
 
İlk bitirdiğimiz neydi? Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem. En önemli ortak payda. 
 
Bu mutabakat metnimizi tamamladık. 
 
Hızımızı alamadık 84 maddelik anayasa değişiklik paketimizi hazırladık. 6 partinin tam mutabakatıyla. Yani Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçmek için anayasanın 84 maddesini nasıl değiştireceğiz ki bu ucube sistem bitsin yerine tam demokrasi gelsin. 
 
Bunda da %100 mutabık kaldık. 
 
Yetmedi az önce bahsettiğim ortak politika metnimizi oluşturduk. Yani beraber ülkeyi yönetirken neler yapacağımızı ne zaman yapacağımızı takvime bağlayarak ilan ettik. 
 
Yetmedi bir de ortak yönetim modeli yani geçiş süreci yol haritasını hazırladık.
 
Tam 12 maddede 6 partinin bir araya geldiği ittifak sadece seçime kadar değil seçimden sonra da ülke beraber nasıl yönetilecek bunun çerçevesini oluşturduk. 
 
Ve aynı gün aynı saatte de ortak cumhurbaşkanı adayımızı açıkladık. Ve Sayın Kılıçdaroğlu'nu Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Cumhurbaşkanı yapmak için hep beraber el birliği ile çalışacağız dedik. 
 
Ve işte bu işbirliği güç birliği var ya Türkiye'ye kazandıracak olan bu. 
 
Ve bakın dikkatinizi çekiyorum bu işbirliği öyle bir işbirliği ki şu 6 partinin logosu var ya yan yana bu 6 logoyu yan yana koyduğunuzda aslında tüm Türkiye. 
 
Çünkü bu 6 logo 6 parti Türkiye'deki tüm toplum kesimlerini temsil ediyor. 
 
Toplumdaki bütün yaşam tarzları burada var. ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ deyip de ‘burada benim gibi kimse yok bana benzer kimse bulamıyorum burada’ demek zor çünkü burada herkes var. 
 
Tüm Türkiye var. 
 
Halbuki öbür tarafa baktığınızda pek öyle değil. Öbür taraf çünkü kutuplaştırma üzerinden siyaset yapıyor ya öfke üzerinden ayrıştırma üzerinden siyaset yapıyor ya dolayısıyla onların siyaset çizgisinde hep beriki var bir de öteki var. 
 
Böyle olmak zorunda. Dolayısıyla ne yaptılar? 
 
Berikilerden bir grup kurdular. Berikilerden bir Cumhur ittifakı oluşturdular. Ve ötekileri karşısına alarak yaptılar bunu. 
 
Dolayısıyla yapısal olarak işin ruhuna baktığımızda Cumhur ittifakı beriki ittifakı çünkü karşıda ötekiler var ötekilere saldırarak yol alıyor halbuki burada ne var? Tam bir Türkiye ittifakı var. Öbür tarafta nefret var öfke var burada sevgi var kucaklaşma var. En önemli farkı bu.
 
Değerli arkadaşlar Türkiye'nin içinde bulunduğu bu çoklu kriz ortamından çıkışı ancak ve ancak sevgi ile olacak. 
 
Birbirimizle omuz omuza beraberce ileri doğru yürüyerek olacak. Sen ben ayrı mı olmadan olacak. 
 
Biz 6 parti olarak ne yaptık? 
 
Bir araya gelip tek parti olmadık. Hepimiz ayrı ayrı siyasi partiyiz. Ama ne yaptık Türkiye'nin yarınları için ne yapacağımıza karar verdik ve Türkiye'nin yarınları için omuz omuza beraberce yürümeye karar verdik. 
 
Yaptığımız bu. 
 
Birbirimize böyle bulamaç olmadık.  Ama yan yanayız, farklıyız, yan yanayız ama bu farklılıklarımızla beraber Türkiye'nin ortak yarınlarını inşa ediyoruz. 
 
Onun için yaptığımız çok çok kıymetli. 
 
Birinci oy pusulasında değerli arkadaşlar artık durum çok çok net.  Orada Millet İttifakının DEVA Partisi'nin ve diğer 5 siyasi partinin ortak adayı Sayın Kılıçdaroğlu.  Hatta daha sonra biliyorsunuz başka partiler de desteklerini açıkladılar. Birinci pusulada Sayın Kılıçdaroğlu bizim adayımız. 
 
Bir de ikinci pusula var. Yani milletvekili seçimleri ile ilgili ikinci pusula var.
Bu seçimde iki tane pusulaya evet mührünü vuruyoruz. 
 
Gelelim şimdi ikinci pusulaya. Bu ikinci pusulada bu don't sistemi diye bir sistem var biliyorsunuz.  Yani oyların milletvekili sayısına tercüme edildiği bir sistem. 
 
Bu don’t sistemine göre ve yine geçen sene yapılan siyasi partiler ve seçim yasasındaki değişikliklerle beraber baktığımızda biz şunu gördük. İttifak içindeki partiler eğer ayrı ayrı listelerle seçime girerlerse toplamda milletvekili sayısı düşüyor ama ortak listelerle seçime girilirse toplamda milletvekili sayısı artıyor.
 
Tamamen basit matematik hesabı. 
 
Yani matematik bize dedi ki ‘ortak listeden girerseniz her parti tek tek daha fazla milletvekili çıkarıyor. Ve toplamda da milletvekili sayısı artıyor.’
 
Dolayısıyla işin matematik tarafına baktığınızda bu tam bir kazan kazan meselesi. 
 
Çünkü havuzu büyütüyorsunuz o havuzdan herkesin payı artıyor. Ancak bu aynı zamanda bir de fedakârlık isteyen bir yaklaşım. 
 
Çünkü niye? Her parti aslında ortak listelerden en azından siyasi psikoloji açısından düşündüğümüzde fedakârlık yapmak zorunda. 
 
Örneğin CHP kendi listelerine başka partilerden isimler alarak kendi arkadaşlarını liste dışı bırakarak büyük bir fedakârlık yapıyor. 
 
Ama DEVA Partisi gibi ortak listeye giren diğer partiler de kendi kimliği kendi logosuyla 81 ilde 87 seçim bölgesinde kendi adayları ile seçime gireceğine daha sınırlı sayıda bir ilde ve daha sınırlı sayıda bir adayla seçime giriyor. 
 
Bizim teşkilatlarımız açısından bu çok büyük bir fedakârlık. Belki adayımızın olduğu 21 ilde durum biraz daha farklı çünkü adayımız var. Ama adayımızın olmadığı illerde tabii ki bu teşkilatlarımız için çok büyük fedakârlık. 
 
Dolayısıyla bu aslında nedir içinde bulunduğumuz 3-4 haftalık süre karardan başlayıp da seçime kadar, herkesin fedakârlık yaptığı ama sonunda da herkesin kazanacağı bir süreç. 
 
Bunu anladığımızda mesele kolay çözülüyor. 
 
Kolay değil siyasi partilerin bunu adapte olmaları kolay değil. Herkes için zor ama biz her zaman ne diyoruz? 
 
Önce Türkiye diyoruz önce Türkiye. Önce Türkiye dediğimizde önce demokrasi dediğimizde önce adalet dediğinizde bu işi anlamak ve anlatmakta daha kolaylaşıyor. 
 
Dolayısıyla biz ne diyoruz? Birinci pusulada Sayın Kılıçdaroğlu diyoruz. İkinci pusulada ne diyoruz? Biz DEVA Partisiyiz. Adaylarımız DEVA Partisi'nin adayları olarak seçime giriyor. Seçildikleri anda DEVA Partisi'nin milletvekili oluyor ama DEVA için oy pusulasında CHP'nin logosunun altına evet diyoruz. 
 
Ve her parti kendi kimliği ile ve kendi kitlesi ile aynı listede var olduğunda zaten liste güçleniyor o listeden daha iyi sonuç alınması mümkün oluyor. Geldiğimiz nokta bu.
 
Değerli arkadaşlar değerli konuklar gerçekten kritik bir dönemdeyiz. 
 
Seçim oldukça yaklaştı ve bu kalan son 18 günde bütün bunları hem iyi anlamamız gerekiyor hem iyi anlatmamız gerekiyor. 
 
Ama nihayetinde seçimde başarılı olduğumuz anda yepyeni bir Türkiye'ye uyanacağımızı da bilmemiz gerekiyor. 
 
İnşallah 15 Mayıs sabahı diyeceğiz ki 'Galiba kötü bir rüya gördük. İnşallah artık o günler geçti'. Şöyle bir yudum su içip kabustan kötü rüyadan uyanırcasına bambaşka bir Türkiye'ye uyanacağız.
 
İşte o noktada ülkenin yakalayacağı o heyecan azim ve yarınlara umutla bakmak var ya o işte Türkiye'yi kanatlandırıp uçuracak. 
 
Çünkü değerli arkadaşlar bu seçim aslında bir referandum. 2 tane temel tercih var. Gerisi hep teferruat. 
 
Birinci oy pusulasında şu varmış bu varmış teferruat. Orada iki tane tercih var. İkinci oy pusulası 1 metre uzunluğundaymış. Hepsi teferruat. 
 
Temelde orada iki tane tercih var.
 
Ve bu iki tercih ne biliyor musunuz? Aslında bu referandum niteliğindeki bu seçimdeki temel iki tercih ne? 
 
Otoriter bir zihniyet mi, yoksa demokrasi mi? 
 
Tek akıl mı yoksa ortak akıl mı? 
 
Öfke nefret mi, sevgi mi? 
 
Korku mu umut mu? 
 
Kara kış mı bahar mı? 
 
İnanın bu kadar basit bir tercih. Böyle baktığımızda hiç kafa karıştırmaya gerek yok. 
 
Çok net inanın geri kalan her şey teferruat. 
 
Türkiye'nin önünde bu seçimde iki tane tercih olacak. Bu iki tercihten birisini seçecek ama tercih bana göre çok net çok açık. 
 
Tercih kilosu 30 lira olan soğan mı yoksa huzurlu bereketli sofralar mı?
 
Tercih açık, dolayısıyla inşallah bunları aşacağız. 
 
Vatandaşlarımızın biz aklı selimine sağduyusuna çok güveniyoruz. 
 
Bakın Türkiye'de bugüne kadar olmuş bütün seçim sonuçları geriye doğru bakın hepsi toplumumuzun o sağduyusunun aklı seliminin ortak aklının sonucudur. 
 
Gerçekten ben buna çok güveniyorum. Demokrasiye güveniyorum ve halkımızın iradesine çok güveniyorum. 
 
Yeter ki bilgi eksikliği olmasın yeter ki halkımız iyi anlasın meseleyi. 
 
Halkımızın meseleyi iyi anlaması bizlerin elinde. 
 
İyi anlayacağız iyi anlatacağız ve inşallah hep beraber ülkemiz için çok daha güvenli, mutlu, huzurlu, sevgi dolu, zengin yarınlara doğru yürüyeceğiz. 
 
Ben tekrar Kocaeli il başkanlığımıza bu güzel buluşmayı sağladığı için teşekkür ediyorum. 
 
Katılan bütün dostlarımıza bizlerle beraber olan iş dünyasının bütün temsilcilerine sanayicilerimize teşekkür ediyorum. 
 
Tekrar teşekkür ediyorum sağ olun var olun.