Ali Babacan Rize İftar konuşması
Sivil toplum kuruluşlarımızın, siyasi partilerin, meslek örgütlerinin çok değerli temsilcileri,
Değerli muhtarlarımız,
Kıymetli misafirlerimiz,
Hepinize bu iftar programına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
İftar sofraları ne kadar büyük olursa o kadar güzel.
Ekmeğimizi ne kadar çok paylaşırsak o kadar bereketli.
Allah tüm milletimize buradaki bu birlik beraberliğe benzeyen, buradaki büyük sofralara benzeyen iftarlar nasip eylesin inşallah.
Allah Ramazan ayı boyunca yaptığımız ibadetleri, ettiğimiz duaları kabul etsin ve hep beraber huzur içerisinde bayrama ulaşalım diyorum.
***
Çok kıymetli misafirlerimiz,
Türkiye gerçekten son derece sıkıntılı günler yaşıyor.
Evet, ülkemizde geçim sıkıntısı büyük, emeklilerimiz, asgari ücretle çalışan işçilerimiz, gençlerimiz kime dokunsanız bir feryat var ama bu feryattan da daha büyük feryadı sizlere hatırlatmak istiyorum.
Bugünlerde iktidarın herkese unutturmaya çalıştığı iktidara yakın basının gazete sayfalarında kolay kolay göremeyeceğiniz bir başka büyük feryadı hatırlatmak istiyorum.
Evet, Gazze'den gelen feryadı.
Tam 30 bin sivil insan bugüne kadar hayatını kaybetti.
Bunların üçte ikisi kadın veya çocuk, yiyecek kuyruğunda bekleyen insanların üzerine bombalar yağdırıldı.
Şu andaki iktidar bugüne kadar elle tutulur, somut, hiçbir adım atmadı, atamadı.
Bir önceki seçimlerde, geçen sene mayıs ayındaki genel seçimlerde ne demişlerdi?
“Biz seçimi kaybedersek Gazze düşer” demişlerdi değil mi?
E seçimi kazandılar ama Gazze yine düştü.
Hiçbir şey yapamadılar.
Bakın ta dünyanın öbür ucundaki Güney Afrika Cumhuriyeti ne yaptı?
Netanyahu hükümetine suç duyurusunda bulundu.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne gitti, dedi ki “Netanyahu hükümeti savaş suçlusudur. Gereğini yapın” dedi.
Başka ne yaptı?
“Filistin'de bir soykırımı” vardır dedi. Lahey, Uluslararası Adalet Divanı’na resmen başvurdu.
Güney Afrika Cumhuriyeti'nden bahsediyoruz ha, uçakla 8 saat sürüyor.
Dünyanın başka yerlerinden Meksika, Şili, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yaptığı gibi uluslararası mahkemelerle suç duyurusunda bulundu, dava açtı.
Türkiye ne yaptı?
Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler ne yaptı?
Malezya, dünyanın bir başka öbür ucundaki ülke.
Dedi ki “Ben İsrail’le ticareti kesiyorum. Hatta İsrail'e gidip gelen gemiler benim limanlarıma dahi uğrayamaz” dedi.
Limanlarını her türlü İsrail'e mal getiren, götüren gemiye kapattı.
Soruyorum, şu andaki iktidar ne yaptı?
Bağırıp çağırmaktan başka, hamasetten başka, insanları miting alanlarına toplayıp Gazze mitingi yapıp gelip, hep beraber “İsyan edelim, bağıralım” demekten başka ne yaptı?
Sıfır.
Çünkü arkadaşlar maalesef öyle bir noktaya geldiler ki menfaat varsa menfaat, paranın ucunu da gördülerse akılları karışıyor.
Zihinleri bulanıyor.
İlke, değer kalmıyor.
Bir duruş gerekir.
Yazıktır, günahtır.
Lafa gelince Filistin meselesinde, Gazze meselesinde kendilerine toz kondurmayan ama fiiliyata gelince de somut hiçbir adım atmayan bir iktidar var şu anda ülkenin başında.
Çok yazık.
Ne oldu o “One minute” diyen Türkiye'ye?
O gün ben bakın Dışişleri Bakanı'ydım o meşhur “One minute” hikayesi var ya.
Ben Dışişleri Bakanı'ydım.
Bütün dünyada itibarımız vardı.
Sözümüzün eriydik.
Ne diyorsak yapıyorduk.
Güçlü bir ülkeydik.
Ekonomimiz zirve yapmıştı.
Türkiye bütün dünya basınında manşet oluyordu.
“Güçlü ülke, model ülke, yıldız ülke, parlayan ülke” diye.
Ve asla zikzak yapmıyorduk.
Dış politikada sağlam bir çizgimiz vardı.
Onun verdiği güçle, o sağlam ekonominin ve dış politikadaki sağlam çizginin gücüyle o “One minute” lafını edebildi.
Bugün diyebiliyor mu?
Velev ki dedi, kim takıyor ki?
İster “One minute” desin, ne derse desin, kimsenin taktığı, dinlediği yok.
Çünkü siz dünyada itibarlı olacaksınız, dünyada saygın, sözü dinlenen bir ülke olacaksınız, öncelikle diplomaside, dış ilişkilerde tutarlı olacaksınız.
Daha dün “Zalim” dediğiniz Sisi’nin ayağına gidip, elini sıkıp kucaklarsanız, daha dün “Katil” dediğiniz veliaht prensin ayağına gidip kucaklayıp avuç açıp borç para isterseniz, daha dün “15 Temmuz'daki hain darbe teşebbüsünün finansörüdür” dediği ülkenin Emir’ine gidip kucaklayıp avuç açıp borç para isterseniz dünyada itibarınız kalmaz.
Bu şekilde borç alan emir alır.
Bakın ben 2 aydır soruyorum. Diyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin Rusya Federasyonu'na doğal gaz borcu var mıdır, yok mudur diyorum.
Doğalgaz borcunu günü gününe hazine Rusya'ya ödeyebiliyor mu? Ödeyemiyor mu diye soruyorum.
Çıt yok.
Çünkü biliyorum erteliyorlar, ödeyemiyorlar.
En son aldığımız rakam 20 milyar doların üzerinde birikmiş bir borç var Rusya'ya.
Eğer doğru değilse çıkıp açıklasınlar.
İşte buradan canlı yayındayız. Şu anda uydudan benim söylediklerim bütün Türkiye'de bütün kanalların sistemine düşüyor.
Ha yayınlarlar, yayınlamazlar ama bütün kanalların şu anda sisteminde bizim şu andaki cümlelerimiz var.
Desin ki Sayın Erdoğan çıksın, “Hayır, benim Rusya'ya bir kuruş dolar, bir dolar, bir sent doğal gaz borcum yoktur” desin.
Görelim.
Bakın siz eğer Rusya gibi bir ülkeyle ilişkilerinizde “Arkadaş borcumu ödeyemiyorum. Ne olur biraz ertele” deyip de borç biriktirirseniz borç alan yarın emir alır.
Bütün ilişkilerde boynunuz bükük kalır.
Kritik dönemlerde bu ülkenin asıl milli menfaatleri korumanız gereken noktalarda boynunuz bükük kalır.
Tam 11 yıl ben bu ülkenin ekonomisinin başında oldum 11 yıl.
Hiçbir ülkeden gidip de ikili anlaşmalarla kredi istemedik, borç istemedik.
Tabii ki hazinenin borçlanmaya ihtiyacı olur. En azından eski borcu ödemek için borçlanmaya ihtiyacı olur.
Ne yaptık?
Dedik ki “Bizim bu ay 3 milyar dolar borca ihtiyacımız var. Bu üç milyar doları bize en ucuz kim getirirse bu borcu onlardan alırız” dedik.
3 milyar dolarlık ihaleye çıktığımızda en az 10 milyar dolarlık, 15 milyar dolar para teklif ettiler.
Baktık en ucuz hangisiyse gittik o en düşük maliyetlisini aldık.
“Geri kalana şimdilik ihtiyacımız yok. Alın paranızı” dedik.
Böyle yürüdü 11 yıl.
IMF’e 23 milyar dolarlık borçla devraldım ben ekonomiyi.
Hamdolsun, borcu sıfırladık.
Üstelik IMF geldi bizden borç istedi. Dedi ki, “Sizin ekonominiz çok iyi. Batan ülkeler var. O ülkeler için para gerekiyor. Siz bize biraz kredi açabilir misiniz? Borç verebilir misiniz” dedi.
Biz de tamam dedik.
Anlaşmayı imzaladık, 5 milyar dolarlık bir kredi hatta açtık IMF’e.
Borç alan ülkeden borç veren ülke haline geldik.
Hissemizi ikiye katladık.
Hisse satın aldık.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi seçimlerinde tam yüzde 80 oyla güvenlik konseyine seçildi Türkiye.
53 Afrika ülkesinden 51’i Türkiye'ye oy verdi.
Bütün Latin Amerika, Asya'nın çoğu.
Yüzde 80.
Tarihte bir ilk.
Daha önce hiçbir zaman Türkiye'ye böyle bir oyla seçilmemişti oraya.
Ama bu itibarla oluyor, güvenle oluyor, sözüne güvenirlilikle oluyor, tutarlı çizgiyle oluyor.
Siz her gün yalpa yapıp bir gün barışıp bir gün küserseniz, içeride iç siyasette düşman gerektiği zaman başka ülkeleri düşman ilan ederseniz gerçek düşmanlar ortaya çıktığında doğruları söylemeye çalıştığınızda kimse size inanmaz.
İşte maalesef Gazze konusunda Türkiye'nin şu anda etkisinin sıfır olmasının en önemli sebebi Türkiye'nin uluslararası planda kaybettiği itibardır.
Ekonomisinin zayıflamasıdır, güvenilirliğinin zayıflamasıdır.
Gerçekten çok üzülüyoruz.
Bu büyük ve güzel ülke böyle yönetilmeye layık değil.
Bu büyük ve güzel ülke çok daha iyi yönetilmeyi hak ediyor.
Çünkü bizim nüfusumuz Avrupa'nın şu andaki en büyük nüfusu ve en genç nüfusu.
Avrupa'nın en büyük toprakları bizde, en büyük tarım arazileri bizde.
Canlı hayvan ithal eder hale geldik ya.
Et ithal ediyoruz et.
Buğday ithal ediyoruz.
Avrupa'nın en büyük tarım alanlarına sahibiz. Kendi ihtiyacımızı kendimiz karşılayacak tarım imkanlarımızı maalesef şu andaki kötü yönetim sebebiyle kaybettik, kaybediyoruz.
Bakın iki tane rakam vereceğim.
Bu yılın bütçesinde bütün tarım destekleri çiftçimize verilen desteğin tamamı içinde çay da var, fındık da var, buğday da var, mısır da var, hepsi var.
Topla, topla, topla, topla bu yılın bütçesindeki rakam 91 milyar lira.
Peki, bu yılın bütçesinde faiz ne kadar?
Hasan Bey biraz önce söyledi. 1 trilyon 254 milyar.
Tarıma verilen desteğin tam 14 katı faiz ödeniyor şu anda.
Ve bu faiz bir hiç uğruna ödeniyor biliyor musunuz?
Yıllarca yıllarca 50 milyar civarında seyretti bizim faiz ödememiz.
Ne zamanki partili taraflı Cumhurbaşkanlığı sistemi geldi, ne zamanki tek imzayla aklına geleni yapmaya başladı, ne zamanki Merkez Bankası'nı talimatla yönetmeye başladı, ne zamanki Merkez Bankası'nın başkanlarını “Laf dinlemiyor” diye kulağından atıp laf dinleyen başkanları başına koydu, ne zamanki Merkez Bankası'na karşılıksız para bastırmaya başladı, o gün bugündür Türkiye'de ekonomide dikiş tutmuyor.
Bakın arkadaşlar sadece geçen seçimlerden bu yana 10 ayda Merkez Bankası'nın karşılıksız para basıp kur korumalı mevduata ödediği rakam tam 1 trilyon lira.
Hatırlayalım tarım bütçesi 91 milyar, Merkez Bankası'nın Kur Korumalı Mevduat’a ödediği 1 trilyon.
Ve bunu açıklamıyorlar.
Bütçeden de vermiyorlar.
Merkez Bankası'na talimatla ödetiyorlar.
Merkez Bankası nereden buluyor parayı?
Evet, karşılıksız para basıyor.
Merkez Bankası'nın sadece kur korumalıya 1 trilyon lira karşılıksız para bastığı bir ülkede siz faizi arttırarak enflasyonu düşürebileceğinizi zannediyorsunuz?
Mümkün değil.
Yüzde 8,5’tan 45’e çıkarttılar, “Burada artık duracağız” dediler değil mi?
Durabildiler mi?
Duramadılar. Çünkü enflasyon durmuyor.
Ne yaptılar?
Mecburen seçim gelmesine rağmen yüzde 50’ye çıkartmak zorunda kaldılar.
Üstelik neye rağmen?
Ne diyordu? “Bu can bu tende olduğu sürece” diyordu. “Nas var” diyordu.
“Sana bana ne oluyor” diyordu.
Hatırlayalım.
Daha 10 ay önce geçen seçimlerden önce.
“Faiz indi daha da inecek. Ben iş başında olduğum sürece yükselmez” demiyor muydu?
Yüzde 8,5 faiz atam yüzde 50’ye çıktı.
9 kere faiz arttırdılar.
Yine de işe yaramayacak. Çünkü bu ülkenin başını öyle dertlere soktular ki aynı kuyuya atılan taş gibi yeni ekonomi yönetimi de o kuyuya atılan taşları çıkaramıyor.
Güçleri yetmiyor.
Ve sadece ekonomi yönetimiyle bu iş olmaz arkadaşlar bakın.
Hukuk ve adalet olmadan ekonomi olmaz.
Hukuk ve adalet olmadan yatırım olmaz, istihdam olmaz.
Çünkü hukuk ve adalet olmadan güven olmaz güven.
Güven olmayınca siz ekonomiyi asla düzeltemezsiniz.
Güvenin çok önemli kuralları var güvenin.
1 no'lu kural: Konuşunca doğruyu söyleyeceksin değil mi? Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
Ya sen devletin resmi istatistik kurumuna dönüp de “Arkadaş ben enflasyonu düşüremedim. Bari sen düşür” deyip de TÜİK'e enflasyonu düşürtüp, TÜİK'in gerçek olmayan enflasyon rakamlarını açıkladığı bir ülkede güven oluşur mu?
Alışverişe giden herkesin yüzde 100’ün üzerinde olduğunu rahatlıkla gördüğü bildiği bir enflasyonu siz TÜİK'e %65 olarak açıklatarak güven oluşturabilir misiniz?
Güven oluşturmanın 1 no'lu kuralı: Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
2, söz verince tutacaksın.
3, emanete hıyanet etmeyeceksin.
Bakın bugün emekliler feryat ediyor değil mi?
Türkiye'nin her yerinde büyük bir feryat var.
Nerede otobüsümüzden, arabamızdan şöyle adımımızı kaldırıma atsak emekliler etrafımızı çeviriyor.
Böyle devlet uçağıyla, özel uçağıyla gezenler helikopterle inip kalkanlar kaldırımlara ayaklarını basmıyorlar ki, emeklilerle muhatap olmuyorlar ki.
Emeklilerle muhatap olan biziz.
Büyük bir feryat var.
“Geçinemiyoruz” diyorlar. “Açız” diyorlar.
Bakın daha geçen hafta Yozgat Sorgun’da bir emeklimiz böyle sakalı buralara kadar, iki gözü iki çeşme ağladı.
“Biz 70 kişi tren istasyonunda yatıyoruz emekli olarak” dedi. “Emekli parası artık emekli maaşı kiraya yetmiyor” dedi.
“Kira ödeyecek, barınacak imkanımız kalmadı” dedi.
Niçin?
Çünkü siz TÜİK'e düşük bir enflasyon rakamı açıklattırırsanız emeklilerin de zammını maaş zammını ona göre yaptırırsanız emekli fakirleşir, yoksullaşır.
Sadece son 1 yılki fark arkadaşlar yüzde yüz 130 ile yüzde 65 arasındaki fark tam 65 puan.
Ki 5 yıldır bu sistematik olarak yapılıyor. 5 yıldır düzenli olarak TÜİK gerçek enflasyonu açıklamıyor, daha düşük bir rakamı açıklıyor.
Ve 5 yıldır her yıl üst üste üst üste emeklimizin aldığı maaş zammı gerçek enflasyonun altında kalıyor.
Makas her yıl her yıl her yıl her yıl açılıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın en son değil mi, bu Ramazan için açıkladığı dört kişilik bir ailenin asgari gıda ihtiyaç rakamı değil mi?
15 bin lira.
Emeklerimizin kahir ekseriyetinin şu anda aldığı maaş 10 bin lira.
Rakamlar ortada.
Türk- İş’in açıkladığı açlık sınırı var, yoksulluk sınırı var.
Türk- İş’in açıkladığı açlık sınırı 20 bin liraya geçti son ay itibariyle.
E bütün bu gerçekler ortadayken siz TÜİK'e düşük bir enflasyon rakamı açıklattırıp emeklimize o kadar zam verirseniz, asgari ücretin maaşını o kadar arttırırsanız insanları aldatmış olursunuz.
İnsanların geçiminden çalmış olursunuz.
Gerçekten sıkıntılar çok büyük.
Ama bu sıkıntıların hiçbirisi bizim için sürpriz değil.
Zamanında biz bunların geleceğinin hepsini gördük.
Çok uğraştık. Çok çalıştık.
İçeriden düzeltmenin mücadelesini ettik.
İşte Hasan Bey'le o zaman ve belki salondaki başka arkadaşlarımızla beraber büyük bir mücadele verdik içeriden sessiz bir mücadele.
Bu yanlışları düzeltme, hatalardan dönme mücadelesi.
Ama baktık olmuyor.
Onun için yolları ayırdık, kendimize yeni bir yol çizdik ve şimdi emin adımlarla bu büyük ve güzel ülkemizi içinde bulunduğu bu sıkıntıdan bu kötü durumdan kurtarıp çok daha iyi standartlara ulaştırmanın mücadelesini verdik, veriyoruz.
***
Değerli misafirler,
Yerel seçimlere gidiyoruz.
Yerel seçimler vesilesiyle biliyorsunuz pek çok siyasi parti apar topar seçim beyannamesi açıkladı.
Son birkaç ay içerisinde duymuşsunuzdur.
Oysaki 31 Mart'ın yerel seçimlerin geleceği 5 yıl önceden belli.
Anayasanın gereği zaten. Tarih takvim belli.
Biz ne yaptık?
Bundan tam 2 sene önce yerel yönetimler ve şehircilikle alakalı eylem planımızı açıkladık.
Karınca duası gibi yazılarla tek tek tek tek belediyecilik nedir, şehircilik nedir, ta muhtarlarımıza kadar yerinden yönetim anlayışı nasıl bu ülkede hâkim olmalı hepsini yazılı hale getirdik, açıkladık.
Bu da yetmedi.
Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdik.
DEVA Belediyeciliğinin “Etik Kurallar Bildirgesi”ni yayınladık.
Bu 3 sayfalık etik kurallar yani ahlaki kurallar bildirgesiyle bizim belediye başkanlarımızın hangi ahlaki kurallar çerçevesinde belediyecilik yapacaklarını da ilan ettik.
Bunu bizden başka yapan hiç kimse yok.
100 yıllık Cumhuriyet tarihinde, 70 yıllık çok partili demokrasi döneminde 4 yaşındaki bir siyasi partinin mi aklına gelmeliydi bu?
Çünkü belediye deyince çoğunun aklına ilk gelen kelime rant.
Belediyecilik deyince çoğunun gözlerinde dolar, euro işaretleri oluşuyor.
Biz bunu bir ahlaki kurallar bildirgesi olarak hazırladık.
Aslında ben bunu zamanında bir kanun haline getirmeye çalıştım.
Bir siyasi ahlak kanunu, yolsuzlukla mücadele kanunu, imar rantlarıyla ilgili bütün kanunları hazırladık, Başbakan Yardımcısıyken.
Ve bunu anlattık.
Dedik ki; bunlar lazım bakın. Çünkü bu ülkede yolsuzluk artıyor, haksızlık artıyor, şeffaflık azalıyor. Bunları düzeltmemiz lazım. Bunu bir kanun haline getirmemiz lazım.
Cevap şuydu; “Biz bunları yaparsak il başkanı, ilçe başkanı bulamayız.”
O günlerde basına düştü bunlar. Eminim hepiniz en azından yaşı müsait olanlar hatırlıyordur.
Hamdolsun.
DEVA Partisi'ni kurduk.
81 tane pırıl pırıl il başkanı, 650 tane de pırıl pırıl ilçe başkanı bulduk.
Demek ki niyet sağlam olunca oluyormuş, bulunabiliyormuş, yaptık.
Ha o gün biz bunları kanun haline getiremedik. Ama ne yaptık?
Şimdi partimizin kendi iç hukuku haline getirdik.
Ve bunu denetleyecek denetim mekânımız genel merkezimizden belediye başkanlarımızın bu kurallara uygun hareket edip etmediğini sürekli denetleyecek.
Dolayısıyla biz ne diyoruz?
1, “biz belediyeciliği etkin yaparız” diyoruz eylem planımızda ve “temiz yaparız” diyoruz, “şeffaf yaparız” diyoruz.
***
Yerel seçimler geliyor.
Yerel seçimlerde belediye başkanlarımızı seçeceğiz, evet, meclis üyelerimizi seçeceğiz evet ama bu yerel seçimler değerli arkadaşlar aynı zamanda hükümete bir uyarı niteliğinde olmalı.
Yani sandıktan çıkacak sonuç iktidara “Arkadaş bakın yanlışın var. Hatan var, hukuk çiğniyorsun, anayasa çiğniyorsun. Anayasa mahkemesinin kararlarına uymuyorsun. Hatan var” dememiz gerekiyor.
Yani bu seçimlerden bu sandıktan çıkacak sonucun hep beraber tüm milletimizin iktidara değerli arkadaşlar bir “sarı kart” gösterme imkânı olması lazım.
Yani bu sarı kartı hep beraber göstereceğiz ki akıllarını başlarına alsınlar.
Bu sarı kartı göstereceğiz ki “Hatam var galiba. Galiba faul yaptım, hukuku çiğniyorum, haksızlık yapıyorum” diye bu uyarıya alsınlar.
Bu sarı kartı görmezlerse inanın şu ana kadar yaşadığımız ne kadar sıkıntı varsa artarak katlayarak devam edecek.
Bana diyorlar ki “Peki başkanım niye kırmızı kart değil de sarı kart?”
Ben de diyorum ki kırmızı kart öbür cepte hazır. Ama kırmızı kart seçimi genel seçim.
Çünkü bu seçimlerde sadece belediye başkanlarımızı seçiyoruz, meclis üyelerimizi seçiyoruz.
İktidarın değişeceği seçim genel seçimler bir sonraki seçim.
İnşallah bir sonraki seçimde de hep beraber kırmızı kartı gösterip Türkiye'de dürüst ve ehil kadroların iş başına gelmesinin önünü açacağız.
Devlet yönetiminde değerli arkadaşlar bizim inancımızın gereği bir yönetim modeli yok.
İşte yok başkanlık modeli deniyor, şu deniyor, bu deniyor.
Ama ne diyor?
İlkelerden bahsediyor.
3 tane temel ilke var 3 tane.
1, adalet ilkesi.
2, ehliyet liyakat ilkesi.
3, istişare ilkesi.
Yani diyor ki adaletle hükmet diyor, adaletle yönet diyor.
2, ehliyet liyakat. Yani işi ehline ver diyor. İşi yandaşına ver. İşi akrabana ver. İşi her dediğimi yapana emir kulu olana ver demiyor.
“İşi ehline ver” diyor.
Ve üç istişare: Yani bin biliyorsan birbirine soracaksın, karar alırken istişare ederek karar alacaksın.
Şu andaki iktidar bu üç temel ilkenin üçünden de sapmış durumda.
Adalet ilkesinden de sapıldı, ehliyet liyakat ilkesinden de sapıldı, istişare ilkesinden de sapıldı.
Onun için dikiş tutmuyor, onun için olmuyor.
Ne kadar uğraşsalar da bu 3 ilkeye sadık kalmadıktan sonra bu ülkenin sorunlarını çözemeyecekler.
İşte bunu bildiğimiz için yola çıktık, işte bunu bildiğimiz için emin adamlarla yürüyoruz.
Ve çok şükür alnımız açık, başımız dik, Türkiye için doğruların mücadelesini vermeye hep beraber devam ediyoruz.
Ben tekrar bu mübarek Ramazan ayı vesilesiyle hepinize şimdiden hayırlı bayramlar diliyorum.
Bu yaklaşan seçimlerin 31 Mart seçimlerinin bu güzel ülkemize, bu büyük ülkemize hayırlı sonuçlar getirmesini temenni ediyorum.
Bu akşam bu iftar sofrası vesilesiyle de bizlerle olan tüm misafirlerin eşlerine, dostlarına, akrabalarına, arkadaşlarına gönül dolusu sevgilerimi, selamlarımı, hürmetlerimi iletmenizi özellikle rica ediyorum.
Sağlıcakla kalın diyorum. Sağ olun, var olun.