21 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Tokat Merkez İlçe Kongresı̇ Konuşması

21 Kasım 2021

Tokat Merkez ilçe kongresi

DEVA Partisi!nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Tokat il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Tokat merkez ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri, Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Türkiye!nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber çok değerli il başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Tokat merkez ilçe teşkilatımızın kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Kaleleriyle, medreseleriyle, komana antik kentiyle tarihin buram buram yaşadığı,

Pek çok milletin, pek çok kültürün mirası,

Cahit Külebi’nin,
“Tokat’a girerken bir derin Vadi var her taraf yeşil (...) alın beni bırakın o vadiye Belki yüzyıllarca yaşarım”

Mısralarındaki vadileriyle, yaylalarıyla, gölleriyle, Doğa harikası,
Tokat’tan sesleniyorum bugün.

*****

Değerli arkadaşlar,

Buraya Sivas’tan geldim. Evvelsi gün Çorumdaydık, Ondan önceki gün Yozgat’taydım,

DEVA partisi olarak kurulduğumuz ilk günden beri ülkemizin her şehrini, her mahallesini ziyaret ediyoruz. Toplumun bütün kesimleriyle bir araya geliyoruz.

Ülkemizin her yerine gidiyoruz, her köşesini dinliyoruz.

Evet biz, bu buluşmalarda, sadece politikalarımızı, neler yapacaklarımızı anlatmıyoruz.

Biz bol bol dinliyoruz arkadaşlar.
Her bir vatandaşımızın talebini, derdini, yüreğinde yaşadığı acıyı dinliyoruz.

Bu ziyaretlerden sonra dönüyoruz genel merkezimize masamıza harıl harıl çalışıyoruz.

Her bir acıya, derde, talebe en gerçekçi şekilde çözüm bulmak için çabalıyoruz.

İktidarımızın ilk 90 gününde ve 360 gününde uygulayacağımız politikaları, eylem planlarımızı açıklıyoruz.

Bizim siyaset tarzımız bu. Sadece sorunlara işaret etmiyoruz. Biz çözüm üretiyoruz, çözüm.

Belki de DEVA Partisinin Türkiye’deki siyasete kattığı en önemli konu bu. Muhalefetin eski alışkanlığı ‘durmadan eleştirmek, şu yanlış bu yanlış’ olmuyor. İyi de sen ne yapacaksın? Biraz bunu anlat. İşte biz DEVA Partisi olarak Türkiye’de muhalefete bu yeniliği getirdik. Ve memnuiyetle izliyoruz ki bu yaygınlaşıyor. Diğer partilerde de çözüm üretme gayretlerini son günlerde memnuiyetle izlemeye başladık.

Biliyorsunuz, bazıları siyaset yaparken, toplumdaki mevcut fay hatlarını tepe tepe kullanıyor. Kutuplaştırıyor, ötekileştiriyor.

Bazıları ise, gerçekleştirilemeyecek vaatler verip, günü kurtaran bir siyaset tarzı izliyor.

Ancak, bu kadar derdi taşıyan, bu kadar acıyı yaşayan bir toplum böyle bir siyaseti hak etmiyor. Ne bol keseden dağıtılan vaatler ne de farklılıkları istismar edip, farklılıkları, fay hatlarını kaşıyıp, kutuplaşma, ötekileştirme üzerine siyaset. Biz bunların ikisini de reddediyoruz. Bu millet bu iki tarz siyaseti de hakketmiyor.

Eşitlik ve adalet talebini yüksek sesle haykıran vatandaşlarımız, bu eski siyaset anlayışını topyekûn reddediyor.

Yanlış politikalar nedeniyle her gün fakirleşen halkımız, artık boş vaatlere prim vermesi gibi bir durum yok. Duymak istemiyor bunları.

Halkımız sadece ve sadece gerçekleri duymak istiyor. Ortak aklı temel alan, dürüst bir siyaseti talep ediyor şu anda halkımız.

İşte değerli arkadaşlar, DEVA Partisi, tam da bu talebin karşılığıdır. DEVA Partisi tam da bu siyasi tercihin artık Türkiye’deki adresidir.

Hamaseti reddeden, aklı selimle çözüm üreten siyasetin adresi artık DEVA Partisidir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün, Tokat’taki ilk buluşmamız.

Ama biz Tokat’a uzak değiliz. Yakından izliyoruz, takip ediyoruz.

Gençlerin işsizlikten nasıl mağdur olduğunu, nasıl perişan olduğunu çok iyi biliyoruz.

Pek çok genç arkadaşım, ilçelerinden büyük şehirlere göç etmek istiyor. Fırsatı bulan da göç ediyor.

Tokatlı gençler “iş bulurum” umuduyla memleketlerini harıl harıl terk ediyor.

Gittiğim her yerde gençlerle sohbet ediyorum. Sosyal medyada yazdıklarını da arkadaşlarım sürekli bana raporluyor.

Gerçekten içimiz parçalanıyor. Bu ülkenin evlatları artık kendi ülkesinden umudunu kesmiş durumda.

İlçelerden illere, illerden de başka ülkelere göç etmek isteyen bir genç nüfusumuz var bu ülkede artık.

Gerçekten gençlerimiz ne yapsınlar? Ülkemiz bu kötü yönetim sarmalıyla, gençlerine, çocuklarına iyi bir hayat sunamıyorsa onlar ne yapsın?

Aileler de mutsuz.

Gerçekten bu tabloyu görünce içimiz parçalanıyor. Koskoca ülke “tükenmişlik” hissini yaşıyor. Koskoca ülke “depresyon”da.

Bu ülkenin birbirinden renkli, güzel insanları bu mutsuzluğu hak etmiyor.

Gerçekten geldiğimiz nokta çok can sıkıcı bir nokta. Umutsuzluğun yoğun olduğu bir nokta. Bakıyoruz son günlerde özellikle bu döviz kurlarındaki artış öyle bir noktaya geldi ki, gençlerimiz, gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarının imkanlarının artık yanından bile geçemiyor.

Kur artınca A’dan Z’ye her şeye zam geliyor bu ülkede.

Bilgisayar fiyatlarını, telefon, tablet fiyatlarını herhalde görüyorsunuz. Yetişebilende aşk olsun.

Elalemin ülkesinde gençlerin harçlık biriktirerek aldığı ürünler ülkemizde ateş pahası.

Bakın, geçen gün bir çarşı Pazar ziyaretinde bir genç arkadaşım dedi ki “eskiden gelecek kaygısı derlerdi, şimdi bir hafta sonrasından değil yarınımdan emin olamıyorum” dedi.

Ülkede kimse bir gün sonrasından emin değil. Resmî gazete internet sitesinin başında milyonların beklediği başka ülke var mı? Cuma gecesi baktık herkes kilitlenmiş resmî gazetede ne çıkacak diye. Hep bu yüzden işte, “yarın ne olacak” endişesi.

Eskiden çocuklar, topladığı harçlıkları biriktirirdi, ufak tefek bir şeyler alırdı değil mi? Haşlıklar günlük ihtiyacın biraz üzerinde olurdu, biriktirdiklerini de arzu ettikleri bir şeyleri alırlardı. Bugün öyle bir imkan kalmadı artık.

Geçen bir genç arkadaşım dedi ki “üç aydır basit bir elektronik cihaz için para biriktiriyorum. Fakat ben para biriktiriyorum alacağım ürünün fiyat yükseliyor. Ertesi ay biraz daha para biriktiriyorum fiyat daha da yükseliyor. Yetişemiyorum. Bu enflasyon falan değil, bu başka bir şey. Ben bunu alamıyorum” diyor. Aynı artı delik bir kovayı doldurmaya çalışmak gibi bir şey.

Para birikmiyor. Bugünün bir lirası ertesi güne kalmadan 90 kuruşa dönüşüyor. Maalesef bunu da şu anda yaşıyoruz bu ülkede.

Bir gün sonrasını öngöremeyen, bir hafta sonrasını bilemeyen gençler ne yapıyor? ‘Ya artık ben başka bir ülkede geleceğimi tasarlayım’ diyor. Gerçekten şu anda Türkiye’nin tablosu bu.

Peki gelelim iktidara.

Elinde her türlü yetkisi olan, elinde her türlü karar imkânı olan, tek imzayla aklına gelen gelmeyen her şeyi yapabilme yetkisini bu millete alan iktidar ne yapıyor? Bu iktidar önünü görüyor mu? Bu iktidar plan, program yapabiliyor mı?

Bakın daha bundan 2 ay önce Cumhurbaşkanı imzasıyla, resmî gazetede orta vadeli bir ekonomik program açıklandı. Tarih 5 Eylül 2021. 2 ay önce. Kalın bir doküman. Taratılmış aceleyle ve o taratılmış haliyle de resmî gazete web siteye koyulmuş. Burada bakıyorsunuz geleceğe doğru dolar kuru ile ilgili hedefler var.

Daha iki ay önce 3 yıl orta vadeli ekonomik programa yazdıkları kur hedefleri şöyle

2022 dolar kuru hedefi ne kadardı biliyor musunuz? 9 lira 30 kuruş. 2 ay önce yazıyorlar bunu, 2 ay önce açıklıyorlar resmî gazetede. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı imzasıyla kendisi açıklıyor. ‘Bu benim orta vadeli ekonomi programımdır ‘diyor. 2022 için kur hedefi 9,30.

2023, 9 lira 80 kuruş.
2024, 10 lira 30 kuruş. Ne zaman için? 2024 için.

Daha 2021’deyiz. İki ay önceki açıkladığı ekonomik programda 3 yıl sonrası için koyduğu kur hedefi 10,30 bugün kur 11’i geçmiş durumda. Bakın, Eylül’de koyduğu hedefi zaten ekimde geçmiş, 2022 hedefini. Bugün geldiğimizde de kur zaten 11’i geçmiş durumda. 10,30 bırakın, 3 yıl sonrasını bırakın, bugün 11 lirayı geçmiş durumda.

Şimdi bu hedeflerin hangisine kim inanır? Bu iktidarın projeksiyonuna kim inanır?

Ekonomi güvenle yürür, güven. Güven olmadan siz ekonomiyi düzeltemezsiniz. Güven de nasıl oluşur? Söz verirseniz tutarsınız. Plan program yaparsanız gerçekten uygularsanız, konuşunca doğruyu konuşuyorsunuz, doğruyu söylersin. Güven böyle oluşur. Bunları yapmazsanız güven asla oluşmaz. Mümkün değil.

İşte böyle olunca da çok doğal olarak gençlerimiz ne diyor “ben yarınımdan emin değilim. Yarın ne olacak bilemiyorum” diyor.

Batılı gençler, Japon, Koreli, Singapur da yaşayan gençler, yeni dünyanın, yarınların tasarımlarını yaparken, bizim ülkemizin gençleri “bu harçlığımla nasıl geçineceğim” diyor. “Aldığım haşlıkla karnımı nasıl doyuracağım” diye düşünüyor.

Bakın arkadaşlar,

Amerika’daki, Avrupa’daki, Asya’daki gençlerle, bizim ülkemizdeki gençler arasındaki fark ne biliyor musunuz?

Bizim gençlerimiz, kötü yönetimin, kötü uygulamaların sonuçlarını yaşıyorlar.

Elin batılısı, Asyalısı, bizim gençlerimizden daha zeki, daha kabiliyetli değil, yok böyle bir şey. Aradaki fark ne biliyor musunuz? İmkân imkân. Bizim gençlerimiz daha az imkana sahip.

Batıdaki, Asya’daki genceler daha çalışkanlar da, bu nedenle mi insan onuruna yaraşır hayatlar yaşayabiliyorlar?

Hayır arkadaşlar.
Oralarda gençlere sunulan imkanlar daha fazla, aradaki fark bu.

Aradaki fark, nitelikli eğitime erişim. Bizim gençlerimiz daha az kabiliyetli değil. Bizim gençlerimiz daha az zeki değil. Sadece bizim gençlerimize sunulan imkanları sınırlı, diğer ülkelerdeki gençlere sunulan imkanlar daha geniş. Aradaki fark eğitimin niteliği.

Aradaki fark teknolojiye erişimdir.
Aradaki fark, özgürce düşünme ve düşündüğünü ifade edebilmektir.

Aradaki fark, bu ülkedeki gençlere katma değer üretme fırsatını vermeyen zihniyettir.

Teknolojiye, dil eğitimine, nitelikli eğitime önem vermeyen bu iktidar, gençlerin yarınlarını karartıyor.

Her sene 1 milyon gencimiz eğitim sistemine katılıyor. Her sene 1 milyon çocuğumuz eğitim sistemine giriyor. Her sene 1 milyon gencimiz de şöyle ya da böyle hayata atılıyor. Yıllık 1 milyon kişiden bahsediyoruz. Gerçekten çok büyük bir sayı, çok büyük bir potansiyel ama bu potansiyel yeteri kadar değerlendirilemediği için yeteri kadar önem verilmediği için maalesef Türkiye gidemeyenlerin ülkesi haline geldi. Gitmek isteyip de kalanların ülkesi haline geldi. Çok üzülüyoruz, çok üzülüyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz 2015’te ekonomi yönetimini bıraktığımda, merkez bankasının rezervleri doluydu, Merkez Bankamızın yıllarca birikmiş yedek akçesi vardı, Türk lirası cinsinden yedek akçesi. Döviz cinsinde de rezervleri vardı.

Biz bıraktığımızda, yerli yabancı hiç kimsenin yatırımdan endişe etmediği bir Türkiye vardı. Kimsenin gözünün arkada kalmadığı bir ülke vardı.

Neredeyse sıfırdan aldığımız doğrudan yatırım rakamını 22 milyar dolara çıkarttık.

Şimdi ne oldu biliyor musunuz? Tarihimizde ilk defa uluslararası doğrudan yatırım akımları Türkiye de eksiye düştü.

Eksi ne demek? Türkiye’den dışarı giden yatırım Türkiye’ye gelen yatırımdan daha fazla oldu demek. Yani bizim yatırım imkânı olan insanlarımız gittiler başka ülkelere yatırım yaptılar, başka ülkelerin gençlerine iş imkânı sağladılar, istihdam sağladı demek. İlk defa yaşadık. Tarihimizde böyle bir şey yoktu. Doğrudan sermaye yatırımlarının eksiye düştüğü bir dönem yaşamdı bu ülke. Maalesef bunu da gösterdiler bu ülkeye. Niye güven yok güven. Güven olmayınca yatırım olmuyor. Güven olmayınca yeni iş sahaları açılmıyor. Güven olmayınca istihdam oluşmuyor.

Bir başka örnek:

Biz ekonomi yönetimini bıraktığımızda Varlık Fonu yoktu. Niye yoktu? Çünkü kurulmasına izin vermemiştik. Niyetlerini biliyorduk. Siz bir varlık fonu kuracaksınız, peki cari fazlanız var mı? Yok. Bütçe fazlanız var mı? Yok. Varlık Fonu, cari fazlası veya bütçe fazlası olan ülkelerde kuruluyor. Fazla akımların biriktirip, ak akçeyi biriktirip kara günde kullanmak için kuruluyor Varlık Fonu. Ne yaptılar. Biz ayrıldıktan hemen sonra varlık fonunu kurdular. Öyle bir yasa çıkardılar ki yasa da şunu diyor “Bu fon aklına gelen her şeyi yapar. Hiç kimse de bu fonu denetleyemez. Kamu ihale yasasından falan da muaftır.” Maddelerde bunlar yazıyor aynen. “Sayıştay bile denetleyemez” diyor. “Kamu ihale yasasına tabi değildir” diyor ve aklına gelen her şeyi yapabilecekleri bir fonu kurdular.

Kanunen fon kuruldu arkasından bir ilk daha yaşadık. Bir resmî gazete yayınlandı. Şunu yazıyor kararnameyle diyor ki “Ben Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Varlık Fonu'nun başkanı olarak görevlendirdim” diyor, altına imza atıyor ve resmî gazetede yayınlanıyor. Bu da ilk, daha önce hiç olmamıştı. İşte tek imza ya bütün yetkiyi topladı, “aklıma geleni yaparım” diyor.

Biz de diyoruz ki: Merkez Bankası'nda başına kendini görevlendirir. Getir görürle uğraşma hiç. Laf dinlemiyor diye Merkez Bankası başkanlarını değiştiriyor, duruyor. Hiç gerek yok kendini ata, otur Para Politikası Kurulu başına. Zaten son dönemdeki başkanlar ne dersen onu yapıyor. Hiç olmasa aracıyla uğraşma otur kendin yap. “Faizi şöyle belirledim” de. “Ben para politikası kurulu başkanı olarak, Merkez bankası başkanı olarak, Recep Tayyip Erdoğan olarak faizi indirdim, bindirim” de. Hiç uğraşma getir görürle. Mümkün, şu andaki sistemde mümkün. Varlık Fonuna nasıl atadıysa oraya da atayabilir kendisini, yapabilir. Önünde bir engel yok, elini tutan hiçbir şey yok.

Fakat ne oldu biliyor musunuz arkadaşlar? O Varlık Fonu kurulduğu günden bugüne kadar tam 65 milyar TL yani eski parayla 65 katrilyon borca batmış durumda. Sadece iç borç. Bu Hazine'nin aylık yayınladığı Kamu Borç Raporu'nda yazılı bir rakam. 65 milyarlık varlık fonu borcu var şu anda iç borç. Dış borcu 1 milyar 250 milyon avro. İşte çarpım kurla tabi kuru yakalayabilirsen, yetişebilirsen. Yaklaşık bir işte 15 milyarda oradan geliyor toplu etkisini 80 milyar. Yani eski para ile 80 katrilyon toplam borcu var Varlık Fonu’nun. Varlık Fonu oldu yokluk fonu. Yokluğu da bize varlık diye yutturmaya çalışıyorlar hala o da ayrı hikâye.

Bir başka rakam arkadaşlar bakın biz ekonomi yönetimden ayrıldığımız gün döviz kuru, dolar kuru 2 lira 90 konuştu. 2 lira, 90 kuş. Ve son dönemlerde ki o tartışmalara rağmen, son dönemlerde biz diyorduk ki “Merkez Bankası bağımsız olmalı.” Sayın Erdoğan o zaman karşıydı bu işe “yok diyordu niye bağımsız olacakmış” diyordu. Bütün o tartışmalar da kur biraz artmaya başlamıştı. İşte o artmış haliyle bizim ayrıldığımız gün 2 lira 90 konuştu. Bugün dolar 11 lirayı geçti ERUO 12,5 gördü. Geldiğimiz nokta bu. Ne kadar hızlı bozuluyor.

Şimdi bakıyoruz kur artınca fiyatlardaki artış kaçınılmaz. A'dan Z'ye her şeye zam gelecek. Bu kaçınılmaz. Bunu inanın ilkokul çocukları biliyor, ilkokul çocukların ne ediyor? Bakıyor, cips fiyatı arttı diyor 'Döviz zamlandı, dolara zam geldi onun için cips fiyat arttı' diyor.

A'dan Z'ye her şeye iğneden ipliğe her şeye zam geldiğini artık ilkokul çocukları biliyor.

*****
Ama değerli arkadaşlarım,

Bu kötü yönetim, bu kötü durum, bu kriz Türkiye için bir kader değil. Bu kötü yönetim bu güzel ülkenin kaderi değil.

Biz tüm bu kötü tabloyu değiştirmek için yola çıktık.

Bugün Tokattayız. Tabii tarihiyle, kültürüyle çok önemli bir şehrimiz. Ama şu anda Tokat ekonomisi dediğimizde ilk sırada tarımdan bahsetmek lazım. Sıkıntıları da biliyoruz. Bir yandan artan maliyetler, diğer yanda da artamayan satış fiyatları. Arada ezilip kalan çiftçimiz.

Fakat, hiç merak etmeyin tarımın da DEVAsı olacağız.

Maliyetler aldı başını gitti biliyorum. İktidara gelir gelmez önce çiftçimizin üzerindeki ağır yükü azaltmak için adımlar atmaya başlayacağız. Ne yapacağız? Geçmiş kredi borçlarını faizsiz olarak, iki yıl ödemezsiz uzun vadeye yayacağız. Şu eski borçlarla ilgili önce çiftçimiz kafasını rahatlatmamız lazım. Sen borç takılma diyeceğiz. Borç zaten defterde yazıyor. Dondurduk mu? Dondurduk. Faizi sildik mi? Sildik. Sıfır faiz mi sıfır faiz. İki yılda ödemesiz. Bunu da iki yıl sonradan başlayacak şekilde uzun vadeye yayacağız.

Ama ne yapacağız?

Ziraat bankasını, yeniden çiftçimizin bankası yapacağız. Çiftçimizin işinin döndürmesi için uygun şartlarda eski borcuna dokunmadan yeni kredi hattı açacağız.

En önemlisi sulama yatırımlarında şöyle bir gaza basacağız.

Biliyorsunuz hükümetteyken bize çok isim taktılar ama taktıkları isimlerden bir tanesi neydi? ‘Fren Ali’ idi. Niye? Niye? Savurganlık, yanlış harcama varsa ya da ülkenin genelinde böyle tasarruf düşüyor da tüketim arıtıyorsa biz hemen o israfla ilgili tedbirler alıyorduk. İsrafa engel olduğumuz için bu lakabı ifade ediyorlardı. Biz israfa gelince fren olmaya devam edeceğiz. Ama memleketimiz için gerekli olan her konuda ayağımız gaz pedalında olacak.”

Bakın, burada da Tokatta da pek çok yöremizde de Zile ovasında örneğin su sorununun yaşandığını biliyoruz. Biz, Tarım Eylem Planımızla ne dedik? İlk beş yılımızda, hükümetimizin ilk beş yılında Türkiye’deki bütün sulama yatırımlarını tamamlayacağız dedik. Hesap ettik.

Biliyorsunuz tam 11 yıl bu ülkenin bütçesini yapan heyetin başkanı ben oldum. 11 yıl, 11 yılın bütçesini yaptık. Yani az çok anladığımız bir iş. Bütün sulama projelerini toplayın, toplayın, toplayın, toplayın bir Kanal İstanbul parası yetmeye biliyor musunuz? Bir Kanal İstanbul parasına Türkiye'de bitirilmemiş bir sulama projesi kalmıyor arkadaşlar. Barajlar, göletler, izale hatları, basınçlı kapalı sulama dağıtım sistemleri, damlama, yağmurlama sistemleri tamamı tamam ya toplayın toplayın toplayın bir Kanal İstanbul parası etmiyor. İşte biz ne yapacağız o Kanal İstanbul’u şöyle bir öteleyeceğiz. Acelesi yok ya durun. Şöyle bir rant gözlüklerinizi çıkarın bir sakin olun. “İnadına yapacağım” diyor ya “inadına yapacağım.” Acelesi ne? Bu ülkenin, bu milletin gerçekten en öncelikli yatırım şu anda Kanal İstanbul mu? Böyle bir şey var mı?

Biz tabii ki İstanbul önemsiyoruz ama Anadolu'nun, Trakya'nın tümüne bakacağız. Önceliğimiz tarım diyeceğiz. Bakın bizim ilk eylem planımızı, haziran ayında Çukurova'da tarım konusunda açıklamamızın değerli arkadaşlar çok önemli bir sembolik değeri var. Tarımı önemsediğimiz için ilk Tarım Eylem Planını açıkladık. İlk adımı onun için toprağı attık.

Sulama en önemli konulardan bir tanesi. Sulamada kullanılan elektriğin de tarifesini düşüreceğiz. Elektriğe daha uygun özel şartlı bir tarife uygulayacağız ki o sulama kanalları ulaşana kadar çiftçimizin pompaj da kullanmak zorunda olduğu suyun maliyetini, enerji maliyetini düşünelim diye.

Akıllı teknoloji ile sulama maliyetini de düşüneceğiz? Çünkü sulama projelerini akıllıca yaptığınız zaman, teknolojiyi kullandığı zaman çok daha az su kullanımıyla çok daha yüksek ürünü elde edebiliyorsunuz.

Çiftçimizin tohum, gübre, yem gibi maliyetlerinde iyi biliyoruz ve bunlara yüzde 50'ye varan oranlarda destek vereceğiz. Gübre fiyatlarını artık yakalayabilen yakalayabilene. Mümkün değil. Kaç çiftçimizden duydum. Kimisi diyor ki: "ben artık vazgeçtim gübre kullanmayacağım" diyor. "Biliyorum, verim çok düşecek ama yapacak bir işim yok, yapamam" diyor. "Utanma belasına ben tarım yapıyorum, konudan komşudan utandım için yapıyorum. Yoksa bırakmam lazım, zarar ediyorum" diyor. "Ne kadar çok üretsem o kadar çok zarar ediyorum" diyor. Diyelim ki 100 kilo gübre gerekirken 10 kilo 20 kilo gübre atabiliyor toprağı. Yetmiyor, imkanları yok. Ya da o kadar gübre kullansa zarar edecek baştan biliyor.

Biz ne yapacağız? İşte bu gübre konusunda tam yüzde 50 desteği çiftçimize vereceğiz. Bütün maliyetler hep dövize bağlı ya. Döviz kur artınca gübrenin fiyatı artıyor. Döviz kuru artınca ilacın fiyatı artıyor. Döviz kuru artınca mazotun fiyatını artıyor. Bunu çocuklar biliyor çocuklar. Makro ekonomik istikrarla kur, faiz, enflasyon dengesini yeniden kurduğumuzda zaten bu başlı başına maliyetlerin düşmesi için en önemli etken olacak, bir numaralı etken. Makro dengeleri kurun zaten her şey normalleşmeye başlar.

Şimdi tabii burada yeri gelmişken şu 2018’de o taraflı Partili Cumhurbaşkanıyla, araba bakanın el ele verip ülkenin ekonomisini yönetmeye başladığı tarihlerde hatırlayacak olursanız, bu iktidar bir soğan patates depolarını basma operasyonu yapmıştı. Kurdaki artışın, enflasyondaki artışın, hayat bağlarının tümünün yükünü kuru soğan depolarını yıkmaya çalıştılar.

Pazarcı esnafına "terörist" dediler. Bunu dediler inanın dediler. Niye? İşte suç bizde de enfes sorumlusu biz değiliz. Kim? Bakalım sağa sola kuru soğan depocusu, pazarcılar, fahiş etiketler: İşte 5 tane market. Bu enflasyonun da hayat pahalılığının sebebi sizsiniz ya bunu kabul edin.

Şimdi ne oldu bu yıl ne oldu? İşte geliyoruz 4 gündür Çorum'dan başladık. Çorum, Yozgat, Sivas, Tokat soğan üretimi vardır buralarda. Şimdi de soğan tarlalarda. Daha soğan dururken artık sürmeye başladı çiftçimiz tarlasında. Soğanı tarladan toplama maliyeti, satış fiyatını bulmuyor. Öyle bir kötü yönetimle karşı karşıyız ki değerli arkadaşlar, çiftçimiz üretse de mağdur oluyor, düşman gösteriliyor, üretmese gene mağdur oluyor. Mağduriyetlerden birini seçmek zorunda çiftçimiz. Bu hale getirdiler maalesef Türkiye’yi.

Ama değerli arkadaşlarım biz tarımı da hayvancılığı da bu kötü yönetimin çizdiği kara tabloya terk etmeyeceğiz inşallah ve çok kısa zamanda ülkeyi bu kabustan çıkaracağız. Kabustan uyanma hızında bu işi yapacağız. Nasıl korkulu bir rüya görürsünüz. Şöyle uyanıp birkaç yudum su içerseniz “ya iyi ki rüyaymış” dersiniz. İnanın bu hızda ülke düzelmeye başlar.

Çünkü bütün bu sorunların kökünde sebebi nedir? Kötü yönetim. Sebep sonuç ilişkisi. Krizin sebebi kötü yönetim. Düzgün bir yönetim olduğunda bu iş çözülecek. Şu anda ülkenin yaşadığı kriz, Türkiye’deki kötü yönetimin kendi kendi ürettiği bir kriz. Kimse sebebini şurada burada aramasın. Ev yapımı, el yapımı bir kriz. Millî ve yerli bir kriz. Hükûmet dilinden düşürmüyor ya. İki lafın başı millik, yerlilik. İki değerli kavramı da istismar ede ede yıprattılar. Nasıl din istismarıyla pek çok kutsal kavramı yıprattılarsa, millî ve yerli kavramlarını da yıprattılar. Bu kriz kendi tabirleriyle millî ve yerli bir kriz.

Bakın değerli arkadaşlarım,

Biz dert, tasa dolu gözler umut dolana kadar, boş kaynayan kazanlar aş dolana kadar, makamlar liyakatli kadrolara kavuşana kadar, vatandaşın yüzüne kapanan kapılar açılana kadar buradayız, hep beraberiz.

Gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği bir Türkiye’yi inşa edene dek yan yanayız, hep beraberiz. Bu yolda yürüyoruz.

Çünkü biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Tokat’ın DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Merkez ilçe kongremizin hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sağ olun var olun.