GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN SİNOP İL KONGRESİ KONUŞMASI
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Sinop İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Sevgili Sinoplu gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Sinop teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.
...
Ülkemizin en kuzeyinden,
Kaleleri, mağaraları, bazalt kayalıkları, kaya mezarlarıyla bir doğa harikası olan,
Üç tarafı Karadeniz tarafından kucaklanan Sinop’tan sesleniyorum sizlere. ***
Değerli arkadaşlarım,
Sinop’a gelince tabii, geçmişten kalan acı hatıraları da anımsamak bizim için, özellikle de yarınlarımız için önemli.
Sinop Cezaevi çok acılara şahit oldu.
Usta yazar ve şairimiz Sabahattin Ali’ye “Aldırma Gönül”ü yazdıran Sinop Cezaeviydi.
Bu ülke düşünürlerine, yazarlarına, fikir insanlarına çoğu zaman hiç iyi davranmadı. Birçok şehrimizde bunun acı örneklerini görüyoruz.
Ama bunlar maalesef geçmişte de kalmadı, bugün hâlâ düşünceleri yüzünden, yaptıkları haberler yüzünden cezaevinde olan insanlar var.
Pandemi döneminde çıkartılan kısmi af düzenlemesinden bile onlar faydalanamadı, faydalandırılmadı.
Ama kim faydalandı biliyor musunuz?
Geçtiğimiz günlerde bir siyasi parti liderini açıkça tehdit eden suç örgütü yöneticisi faydalandı. Adrese teslim kanuni düzenlemeyle üstelik, faydalandı.
Bu kişi meclisteki ana muhalefet partisinin liderini hakaret dolu bir mektupla açıkça tehdit etti.
İktidarın küçük ortağından da hemen bu kişiye ve tehdide destek geldi.
Büyük ortak ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı ise sessiz. Her konuda hemen açıklama yapan Cumhurbaşkanı bu tehdide tek bir cevap vermedi.
Sırf iktidarın sürmesi için, şahsi bekaları için artık hukuksuzluklara açıkça karşı duracak bir tabloyu da biz maalesef şu andaki iktidarda görmüyoruz. Çünkü değiştirdikleri bu sistemle o küçük ortağa mecbur kaldılar.
Değerli arkadaşlar, bunlar ülkemizin kaderimiz değil.
Ülkemizi 90’lı yılların karanlığına götürmelerine müsaade etmeyiz. Biliyorsunuz Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı yaklaşıyor.
Türkiye, bu yüz yılda büyük başarılara imza attı.
Büyük badireleri de hep birlikte atlattık.
Savaşlarla yıkılmış bir ülkeden genç bir demokrasi kurduk.
Her alanda ülkemizi ileriye taşıdık.
Ama bu yüzyılda büyük acılar da yaşadık.
Türkiye’de herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes en az bir kere mağdur oldu.
Adeta acılarımızda eşitlendik.
Biz DEVA Partisi olarak açıkça söylüyoruz ki:
Artık hiçbir sorunumuza çare olmayan eski hesaplaşmaları, kavgaları arkada bırakıp, yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi.
Geçmişi, doğruları ve yanlışlarıyla artık değiştiremeyiz.
Ama yarınlar bizim elimizde.
Yarınları, hepimizin ortak yarını yapabiliriz.
Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarına çevirebiliriz.
Kimliği, inancı, ideolojisi her ne olursa olsun herkesi, özgürlük, adalet, fırsat eşitliği, liyakat, hesap verebilirlik ilkeleri etrafında yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyoruz.
Artık, konuşmaktan, fikirlerden, farklı kimliklerden, dünyadan, gelecekten korkmayan cesur ve zengin bir Türkiye istiyoruz.
İstiklal Marşı’nın girişinde de söylendiği gibi; “Korkma Türkiye!”
Daha zor şartlarda, 1923’te Cumhuriyet’i kurduk, 1950’de demokrasiye doğru adım attık.
Bir kere daha bunu Türkiye yapabilir! Bu topraklar bu başarılabilir.
Biz bunu başarabiliriz.
DEVA Partisi bunu başarabilir!
DEVA Partisi hazır!
Biz DEVA Partisi olarak, illegal yapıların siyaseti dizayn etme çabalarına da müsaade etmeyeceğiz.
Ve diyoruz ki; suç örgütlerinden, illegal yapılardan, ülkemizi 90’lı yıllara döndürmek isteyen karanlıktan da korkma Türkiye!
Bu karanlık günlere Türkiye’yi kimse götüremez arkadaşlar. Götürmeye çalışanlara da hep beraber bu millet dimdik ayağa kalkar ve “dur” der.
Bu ülke, tüm bu illegal yapılardan da illegal yapıların arkasına saklanan siyasetçilerden de büyüktür!
***
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’de bu yasa dışı yapılar, bu karanlık yapılar dönem dönem şekil şemail değiştirerek maalesef hep oldu.
Bunlarla mücadelenin, en önemli yolu Türkiye’nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olmasıdır. Hukukun üstünlüğünün her an bu ülkede yaşatılmasıdır, fiilen uygulatılmasıdır.
Bu ülke, 1990’larda mafya, çete, suç örgütü bunlardan çok çekti. Arkasından bir FETÖ terör örgütünün hain darbe teşebbüsünü de yaşadı. Fakat bütün bu sorunları şöyle kazıp baktığımızda aslında temel ilkelerden, temel değerlerden sapılmasa bu ülkenin bu ülkenin, bu sorunları kesinlikle yaşamayacağına biz gönülden inanıyoruz.
Nedir bu temel ilkeler, değerler?
Biraz önce bahsettiğim gibi öncelikle hukukun üstünlüğü; hukuk ne diyorsa o. Hukuku eğip bükmek yok, Anayasa neyse o, yasalar neyse o.
Bakın TBMM orada, isterseniz yasaları değiştirebilirsiniz, Meclisin iradesiyle ama bugün geçerli olan yasa neyse, herkes o yasayla kendini bağlı görmek, bağlı kılmak zorunda.
Hukuk devleti budur. Kural bazlı yönetim anlayışı budur.
Ama maalesef bugünkü iktidar arkadaşlar, kendini öyle kurallarla bağlamak istemiyor, yasalarla bağlamak da istemiyor. İşine geldiğinde böyle, işine geldiğinde öbür türlü.
Anayasa dahil şu andaki iktidar için bağlayıcı bir hukuki norm değil. Anayasa rahatlıkla çiğnenebiliyor.
Geçenlerde yaşadık, Anayasa Mahkemesi bir hak ihlaline karar verdi değil mi? Bir milletvekili ile ilgili hak ihlaline. Alt derece mahkeme dedi ki “Ben bunu uygulamıyorum”. Haddine mi? Anında HSK’nın soruşturma başlatması lazım, anında.
Anayasa Mahkemesi kararları herkes için bağlayıcıdır. Sonra düşündük, bu alt mahkeme kimden güç alıyor?
İki gün sonra ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı hemen girdi devreye, kamuya açık bir şekilde “Alt mahkeme bunu yapabilir,” dedi.
Demek ki alt mahkeme kendisini sağlama almış, Anayasa’ya aykırı hareket edebiliyor.
Bakın yaşadığımız tehdit hadisesi, yasalarımıza göre açık suç. Alenen tehdit, öyle sokak arasında, mahalle arasında sadece iki kişinin duyacağı bir tehdit ifadesi de değil.
Sosyal medya üzerinden, toplumun önünde, herkesin gözü önünde bu tehdit yapılıyor, hakaretler ediliyor. Hakaret de suç, tehdit daha da ağır suç. Bunların cezası var.
Ama iktidarın küçük ortağı çıkıyor buna sahibim diyor, ben bunu destekliyorum diyor, üstelik ülkücü camiadandır diyor.
Değerli arkadaşlar;
Bizim partimizin kurucuları, bizim partimizin kadroları içerisinde toplumun her kesiminden arkadaşımız var. Muhafazakar arkadaşlarımız var, liberal arkadaşlarımız var, etnik kökeni farklı arkadaşlarımız var, her etnik kökenden, her dinden mezhepten arkadaşlarımız var.
Ülkücü camia kökenli arkadaşlarımız da var. Bu olay olur olmaz dediler ki; “biz ülkücü camiadan gelen insanlar olarak kendimizi bir suç örgütüyle, suç örgütünün lideriyle özdeşleştirmek istemiyoruz.”
Ve şu anda iktidarın küçük ortağının yaptığı bu. Ve değerli arkadaşlar ülkücü camia bundan çok çok rahatsız.
Rahmetli Türkeş’in dediği gibi; “Mafyadan ülkücü olmaz, ülkücüden de mafya olmaz.”
Bakın, hele bir hukuk devletinde bunların hiçbiri olmaz. Siz hukuk devletinin gereğini bir çalıştırın, haddine mi o tür örgütlerin böyle devlete sızması, devlet içerisine böyle yerleşmesi, devlet gücünü arkaya alarak suç işlemesi mümkün mü?
Siz liyakati çalıştırın, ehliyeti çalıştırın, kamuya işe alımda, yükseltmede, üst düzey görevlendirmede sadece hak edene o görevi verin, görün bakalım FETÖ terör örgütü gibi örgütler devlete nüfus edebiliyor mu, öylesine önemli pozisyonlara gelebiliyor mu? Sonra da devleti ele geçirecek, hele darbeyle ele geçirecek bir cürete kalkışabiliyor mu?
İlke ve değerler arkadaşlar, bunlar devlet yönetiminin esasıdır.
DEVA Partisi işte tam da bu ilkeler ve değerler üzerine kurulmuş bir siyasi partidir. Bu ilke ve değerleri kendi içinde yaşatan ve yarın ülke yönetimine, devlet yönetimine de aynen taşıyacak bir siyasi partidir.
Bakın, bizim teşkilatlanma yapımızı izliyorsunuz. Nasıl teşkilatlandığımızı görüyorsunuz. Herkese açık. Web sitesi açtık. Parti kurulmadan önce ben kendi adıma bir web sitesi açmıştım kuruluş aşamasında, partinin tüzel kişili oluştuğu gün, devapartisi.org isimli web sitemizi açtık.
Herkese açık. Fırsat eşitliği. Herkes oradan giriyor, görüş yazıyor. “Üye olmak istiyorum, görev almak istiyorum, gönüllü olmak istiyorum,” diyor.
Bugün itibariyle bizim, il başkanlarımızın çoğu tamamen web sitesi üzerinden başvuran arkadaşlarımızdan oluşuyor.
Öyle, önceden tanıdık, bilindik, arkadaş, benim adamım, bana sadık. Öyle bir şey yok. Biz kişilere sadakatten bahsetmiyoruz. Bizim partimiz çatısında tek bir sadakat kavramı vardır. O da ilkelere ve değerlere sadakattir.
Bu ilke ve değerleri benimsemiş herkes, bu partimizin çatısı altında görev yapmaktadır. Yarın partimizi iktidara taşıyacak da işte bu ilkeli duruştur. İnşallah hep beraber göreceğiz ki DEVA Partisi iktidarında, devlet yönetiminde sadece ilkeler ve değerler ön planda olacaktır.
Kişiler gelir, geçer. Zaten kişilerin çok uzun süre görevde kalması da doğru değildir. Uzun süreli güç kullanımı yozlaştırır arkadaşlar.
Binlerce yıllık siyaset tarihinde, devlet yönetim tarihinde o kadar çok örneği var ki... Süre uzadıkça, o görevler böyle emanet görevler olarak algılanmıyor. “Benim” demeye başlıyorsunuz, “bu koltuk benim”, “bu masa benim”, “bu makam arabası benim”, “bu saray benim” demeye başlıyorsunuz. Çok tehlikeli bir nokta.
Oysa demokrasilerde, devlet yönetme yetkisi sınırlı bir süre için halk tarafından verilir, bir emanettir sadece. Süresi sınırlı bir emanet. Ama o süre çok uzayınca yozlaşma başlıyor. Güç kullanımı yozlaştırıyor. Mutlak güç kullanımı da mutlaka yozlaştırıyor. Şu anda Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı aslında en önemli yönetim sorunu da burada. Hep “kötü yönetim” diyoruz ya, inanın bir meleği koyun iş başına, “melek gibi insan” deyin, bir süre sonra mümkün değil. İnsanın bu doğasında, tabiatında olan bir durum. Süre uzadıkça, bozuluyor.
Onun için ilkeler ve değerler esas, kişiler böyle tatlı sürelerle, tatlı döngülerle, mutlaka yenilenmesi lazım ki aynı vücudun hücre yenilenmesi gibi sürekli o kurum daha ileriye doğru taşınabilsin.
Değerli arkadaşlar,
Bugünkü iktidar durmadan “yerli ve milli” diyor. Ne dediler? 2018 Haziran Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi başladı, Partili Cumhurbaşkanı da en yakın akrabasını ekonominin başına getirdi. En çok kullandıkları tabir neydi biliyor musunuz? “Milli ve yerli ekonomi politikası”.
Yanlışlara kılıf, her türlü yanlışı yap, her türlü ilkesizliği yap, her türlü kuralı boz, her türlü keyfiliği yap ama üzerine bir kılıf ört, üzerine de “Yerli ve milli” yaz.
Ne oldu sonucu?
İki yılda bir ülkenin hazinesinin borcu, ikiye katlar mı? Haziran 2018’de, hazinenin toplam borcu 970 milyar lira, eski parayla 970 katrilyon lira. Bugün, 1 trilyon 860 milyar liraya çıkmış durumda. Eski parayla 1 kentilyon 860 katrilyon. Tam iki misli.
O ilkelerden saptığınız zaman, nepotizm yaptığınız zaman, akraba kayırmacılığı yaptığınız zaman üstelik de anayasanın ilkelerine uymadan, anayasamız ne diyor? “Tarafsız Cumhurbaşkanı” diyor Anayasamız. Cumhurbaşkanı yemin metni değişmedi, “görevimi tarafsızca yapacağıma” diyor.
Tarafsızca görevini yapmayınca, en yakın akrabasını göreve getirince ülkenin içine düştüğü durum tam da bu işte, iki kat.
Aynı süre içerisinde Merkez Bankası’nın rezervleri tam 130 milyar dolar eritildi.
Merkez Bankası’nın, en son verilere göre şu andaki rezervi eksi 44 milyar dolar.
Merkez Bankası döviz rezervim var diyor ama, kasayı açıyor, gösteriyor bak dövizim var diyor. O elindeki dövizden 44 milyar dolar daha fazla borcu var. O aldığı döviz emanet döviz.
Swap anlaşmalarıyla aldığı süreli, üç aylık altı aylık anlaşmalarla geçici aldığı döviz. Kendi parayı verip de kasasına koyduğu döviz değil. Bankalardan zorunlu karşılık olarak aldığı döviz.
İki yılda bu duruma düşürdüler memleketi, iki yılda.
Bakın, ben ve arkadaşlarım görevden ayrıldığımızda bu ülkenin bütçe açığı 24 milyardı sadece. Bu yıl 239 milyar, bütçe açığını tam 10 misli artırdılar.
Bu kadar kısa zamanda, bir ülkenin ekonomisine bu kadar büyük zarar verilir mi? Böyle bir şey olabilir mi?
Niye ilkelerden ve değerlerden uzaklaşıldığı için. İşi ehline vermedikleri için.
Anayasaya uymadığında, “Görevimi tarafsızca yapacağım” diye yemin edip bir partinin genel başkanı olarak, diğer tüm partileri karşısına aldığında, diğer bütün partili insanları karşısına aldığında, ülke gerildiğinde, kutuplaştığında işte memleketin içine düştüğü durum bu.
Oysaki ilkeler ve değerler yaşatılsa, uygulansa ülke bunları yaşamaz arkadaşlar.
Öngörülebilir bir ülke de zaten ilkeler ve değerler üzerinde yükselir. Hep izliyoruz, bakıyoruz.
Ülkeye ne zaman bir zarar verseler hemen “milliyetçilik” kalkanını çıkarıyorlar, onun arkasına saklanıyorlar.
Biz onların bu dar, içe kapalı, toplumu ayrıştıran, kendi içinde kutuplaştıran ve belli kesimleri ötekileştiren milliyetçilik tanımını reddediyoruz.
Ülkemizi dünyadan koparan, fakirleştiren, düşmanlarla sürekli kendi vatandaşını korkutan bir milliyetçilik anlayışını da reddediyoruz.
Çünkü değerli arkadaşlar, milliyetçilik, rakip siyasi parti liderlerinin illegal örgütler tarafından tehdit edilmesini alkışlamak değildir.
Gerçek milliyetçilik bu ülkede herkesin hukuk güvenliğinin sağlanmasıdır.
Gerçek milliyetçilik, bu ülkedeki herkesin haklarını kanun ve anayasa önünde savunmaktır.
Gerçek milliyetçilik, her bir vatandaşın kendi hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayacağı bir ortam oluşturmaktır.
Gerçek milliyetçilik, bu ülkede yaşayan herkesin başını dik tutmasını sağlamaktır.
Değerli arkadaşlar, gerçek milliyetçilik, vatandaşının çocuğunun geleceğinden kaygı duymadan başını yastığa koymasını sağlayabilmektir.
Gerçek milliyetçilik bu ülkenin vatandaşlarının alın teriyle birikmiş vergilerini lükse, şatafata harcamak değildir.
Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışır, eşit, adil, özgür bir ülke inşa etmek için geliyoruz.
Biz hazırız, geliyoruz. Sinop hazır mı?
***
Değerli yol arkadaşlarım,
Halkımız fakirleşiyor.
Ekmek alamayana “abartıyorsun, keyif çayı iç” diyenler yüzünden ülkemiz fakirleşiyor.
Ülkeyi üretimle zenginleştirmek yerine ithalata bağımlı hale getirdiler. Bugün bakıyoruz Türkiye’nin tam 9 milyar dolarlık tarım ürünü ithalatı var, 5 milyar dolarlık tarım ürünü ihracatı var. 4 milyar dolar dışarıya bağımlı hale gelmiş durumda.
Memlekette işsizlik almış başını gidiyor.
İşsizliğin azalması için bu hükûmetin artık yapabileceği bir şey yok.
Çünkü yatırım olmadan istihdam oluşmaz, işsizlik sorunu çözülemez. Yatırımcı ise güven ortamı ister.
Cumhurbaşkanı anayasayla kendini sınırlandırmazsa, mahkemeler anayasaya uymazsa, hukuk her gün fütursuzca çiğnenirse yatırımcı bu ülkeye güvenir mi?
Çete liderine övgüler düzen bir iktidar ortağı varken ülkede. Bu ülkeye nasıl güvensin yatırımcı?
Şimdi biliyorsunuz Merkez Bankası faizleri %15’e çıkarttı. %15 tüm dünyadaki Merkez Bankası faizleri içerisindeki en yüksek oranlardan birisi. Bizim gibi birkaç ülke var. Diğer bütün ülkelerde çok çok düşük şu anda faizler. Faizleri ne için yükseltti? Kısa vadeli sermaye dışarıda para kazanamazken gelsin Türkiye’de kazansın diye yükseltti.
Ne olacak şimdi, kısa vadeli fonlar, kısa vadeli yatırımcılar Türkiye’ye girecek, bir geceliğine, bir haftalığına o %15’lik politika faizleri üzerinden getirisini sağlayacak, faizi cebine koyacak ve tekrar çıkıp gidecek.
Çünkü hukuk olmadan, hukuki güvenlik olmadan, öngörülebilirlik olmadan ülkeye doğrudan yatırım gelmez. Kendi yatırımcımız bu ülkeye yatırım yapmaz.
Bakın, biraz önce Kastamonu’daydık, Taşköprü’de yerel basınla sohbet ederken yanımızda da Taşköprü’den bir arkadaş vardı. Orada, kendi çapında bir iş yapıyor. Ben gazetecilere dedim ki; “Maalesef üzülüyorum, bizim iş insanlarımız artık birikimlerini yurt dışına götürüyor, orada yatırım yapıyor, bu ülkeye güvenmiyorlar, ben üzülüyorum,” dedim. Orada dinleyen arkadaş, “Ben de öyle yaptım, yurt dışına yatırım yapıyorum.” Dedi.
Bu kadar güvensizlik, bu korku iklimi işte neticesi bu.
Dolayısıyla olacak maalesef bu Merkez Bankası’nın faiz yükseltmesi, bu yüksek faiz gelecek, uluslararası fonlar dövizi getirecek, döviz gelince biraz kur düşecek, tabii biraz da ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye benziyor bu iş. Kur ikiye katladı, sonra %10 geri düştü diye herkes seviniyor. İki de ikiye katladı, iki yılda.
Yine bu memleketin kaynakları heba olacak. Dışarıya çıkacak. Güveni oluşturmak zorundasınız, uzun vadeli güveni.
O da Anayasaya saygıyla olur, hukukla olur, görevlendirmede ehliyet, liyakatla, şeffaflıkla, hesap verilebilirlikle olur.
Bunları uygulamazsanız mümkün değil, yatırımcı yatırım yapmaz, işsizlerimiz de bu ülkede iş bulamaz.
Son iki haftadır bizden kopya çekmeye başladılar “güçlü ekonomi için güçlü hukuk” dedi ya Cumhurbaşkanı. Demek ki bizi dinlemeye başlamışlar. Daha önce de hep tavsiyelerde bulunuyorduk da sonra bir de “bize ders vermeye kalkıyorsunuz” gibi beni de hedefleyerek bazı ifadeleri oldu. Neyse, herhalde ders almaya başlıyorlar.
“Bal, bal” demekle ağız tatlanmıyor ya, “hukuk” demekle de ülkeye hukukun üstünlüğü gelmiyor. Burada icraat önemli, uygulama, samimiyet, fiiliyat önemli.
Biz bekliyoruz şimdi bakalım, icraat ne olacak? Hukuk dediler de bunun somut örneği lazım.
Gerçekten biz artık hukuka bağlıyız diye göstermeleri lazım. Mesela şeffaflık, öngörülebilirlik, hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü namına şu ana kadar bir icraat görmedik.
Sanki iktidara daha yeni gelmiş bir insan gibi konuşuyorlar. 18 yıldır bu ülkeyi yöneten kendileri değil.
Özellikle son 4-5 yıldır çok kötü yöneten sanki kendileri değil gibi, yeni kurulmuş bir hükümet, yeni iktidara gelmiş gibi; “Şunu yapacağız, bunu yapacağız.” İyi de bu dediklerinizi yapmadığınız için zaten memleket bu hale düştü. Artık sizin söylediklerinize inanmaz ki kimse. Ancak yaptığınız zaman görür.
Bugüne dek olan her şey bu kötü yönetimin yüzünden oldu. Niye ekonomi yönetimini değiştirdiler? Daha hemen önce ekonomimiz kanatlandı, uçuyor, pik yapıyor diyorlardı.
O zaman ekonomi yönetimini diye değiştirdiler? Halk bunu gördü, artık gizleyemediniz. Onun için yapmak zorunda kaldınız. Göstermelik iki atama ile neyin düzeleceğini sanıyorsunuz?
Bir de bizim yönetimde olduğumuz dönemden hep örnekler veriyorlar. O dönemki ekonomik verilerle övünüyorlar. Biz ayrıldıktan sonra düzgün işleyen, başarılı olan tek bir alan göstersinler.
Evet övünülecek işler yaptık ama biz yaptık onları, hatta çoğu zaman da onlara rağmen yaptık. Nitekim ben ve arkadaşlarım ayrıldıktan sonra bir daha tek bir göstergede bile Türkiye iyi bir konuma gelemedi.
Türkiye’nin kredi notu, tek bir kuruluş tarafından değil, kredi değerlendirme kuruluşları tarafından veriliyor.
Bunun içerisinde batıdan da doğudan da pek çok ülkeden kuruluşlar var. İstisnasız, bütün kredi derecelendirme kuruluşları teker, teker Türkiye’nin kredi notunu kırdı.
Diyorlar ki, “Batı”, ama Japonya’nın da kredi derecelendirme kuruluşları var, Japonya benim bildiğim kadarıyla batıda değil. Japon kredi derecelendirme kuruluşları da Türkiye’nin notunu aynı şekilde kırdı. Siz önce dersinize çalışın, işinizi iyi yapın. Aynı tembel öğrencinin çalışmayıp, kötü not alınca “hoca notumu kırdı” demesi gibi.
Arkadaşlar bu kötü yönetim ve bu zihniyet değişmeden, ülkemiz maalesef daha iyi şeyler görmeyeceğiz.
Zaten inansak, işlerin düzeleceğine inansak DEVA Partisini kurmazdık.
Bu işlerin kötüye gideceğini gördüğümüz için, Türkiye’nin pek çok alandaki problemlerinin büyüyeceğini gördüğümüz için, bunların bu ülkeyi yönetemeyeceğini gördüğümüz için DEVA Partisini kurduk.
İki yıl önce yeni bir siyasi parti kararı aldık.
Diyorlar ki “salgın yüzünden ekonomimiz kötüleşti.” Doğru değil arkadaşlar.
Geçen sene daha salgın falan yokken ülkenin büyüme oranı yüzde 0,9 idi. Yahu bir ülke nasıl olur da yüzde bir bile büyümez?
Laf üretmekte iyiler, propaganda makinelerini çalıştırıyorlar. Ama iş üretmekte sıfır. Laf üretiyorlar, iş üretemiyorlar.
Geçen seneki büyüme oranı yüzde 0,9, o da tabii rakamlara inanıyorsak. Enflasyonu %11, 12 diye açıklıyorlar. Ben gittiğim her ilde esnafa soruyorum.
Ayakkabı boyacısına soruyorum, perdeciye soruyorum; “bir metre tül perdenin geçen sene fiyatı neydi, bu sene ne diye.”
Kimi diyor %30, kimi diyor %40 zam geldi.
Sen sabit gelirlinin, işçinin, memurun maaşını %11,12 arttır ama gerçek hayat pahalılığı %50, 60, %100.
Açıkladıkları büyüme oranı doğruysa; %0,9 bir ülke nasıl olurda %1 bile büyüyemez.
Böyle genç nüfusa sahip, binlerce yıldır sayısız medeniyeti beslemiş bu topraklara sahip bir ülke nasıl büyüyemez?
İşte ancak bu kötü yönetimle büyüyemez.
Bu hukuksuzluğa, bu yoksulluğa, bu iş bilmezliğe, bu ciddiyetsizliğe son vermenin zamanı geldi.
Biz bu ülkede herkesin hukuk güvenliği içinde, başı dik yürümesi için çalışıyoruz. Biz halkımızın huzuru, mutluluğu ve refahı için geliyoruz!
Biz Sinoplu gençlerin yarınlara dair umutlarını yeşertebilmek istiyoruz. Gençlerimizin gelecek kaygısıyla yaşamalarını değil, hayallerinin peşinde ülkemizi kalkındırmasını istiyoruz.
Çünkü devletin görevi budur. Devlet, gençlerimizi adeta tornadan çıkmış bireylere çevirmeye çalışmak yerine, onlara isteklerini, hayallerini gerçekleştirecek imkanları sunmak zorundadır.
Ülkemizde gençlerimizin çoğu üniversiteden mezun olduğunda iş bulacağına inanmıyor.
Bunun en önemli nedeni ne biliyor musunuz? Liyakatle bir iş edinebileceklerine inanmıyor gençler. Çünkü torpil, kayırmacılık, haksızlık her yerde.
Baksanıza devlet yönetiminde yıllardır akrabalık ilişkilerinin hakim olduğunu görüyoruz.
Özellikle kamuda işe alımlarda yazılı sınavdan yüksek puan alan gençlerin mülakatta elenmesi, gençlerimizin umutsuzluğunu arttırıyor.
Biz, kamuda işe alımlarda mülakatı kaldıracağız. Onun adamı, şunun adamı, o görüşte o bu görüşten diye gençlerimizin işsiz bırakılmasına son vereceğiz. Mülakatı kaldıracağız.
Bizim hedefimiz; çocuklarımızın, gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla benzer seviyede eğitim alabileceği, benzer hayat yaşayacağı, benzer ekonomik koşullara kavuşacağı, ama en önemlisi de benzer hayaller kuracağı bir ülke.
Bizim hedefimiz; gençlerimizin göç ederek dışarıda imkan kovalayacağı değil, devleti onların hizmetine sunacağımız bir ülke.
Biz bunun için hazırız, biz gençlerle birlikte ülkemizin geleceği için hazırız.
***
Değerli Sinoplu dostlarım,
Hani Sinoplu Diyojen demiş ya, “Gölge etme, başka ihsan istemem”. Zaten hükûmetin işi bu değil midir?
Hükûmetin işi, vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırıp, gölge etmemektir. Ama bu hükûmet gölge ediyor sevgili arkadaşlar.
Gölgesini üstümüzden hiç çekmiyor, hayatımızı zorlaştırıyor.
Hani diyorlar ya... yok şunu yapacağız, yok bunu yapacağız. Sanki kendileri iktidarda değilmiş gibi, hâlâ vaat vererek oyalıyorlar.
Gölge etmesinler, başka ihsan istemeyiz.
Değerli arkadaşlar,
Sinop’un sorunlarını biliyoruz, görüyoruz, dinliyoruz.
Sinoplu gençlerimiz kendilerine daha iyi bir hayat kurmak için şehrin dışına göç ediyor.
İstihdam sağlanamıyor, yatırımlar arzu ettiğimiz seviyede değil. Sinoplu girişimcilerimize gereken her türlü desteği sağlayacağız.
Bu hafta girişimcilik haftası.
Sinop’un da çok değerli girişimcileri, özellikle kadın girişimcileri olduğunu biliyorum.
Her birini saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle Sinop’tan tekrar ediyorum:
Girişimcilerimizin her zaman yanında olacağız. Rantın değil, alın terinin ve aklın yanında yer alacağız.
Paranın ölü yatırımlara değil, yeni girişimlere akmasını sağlayacağız.
Yeni yatırımlarla hem çağın ruhunu yakalayacağımıza hem de istihdamı artıracağımıza inanıyoruz.
Değerli arkadaşlar,
Sinop’un önemli bir ulaşım sorunu var.
Sinop-Ayancık-Türkeli yolu, Sinoplu kardeşlerimiz için adeta çileye dönmüş durumda.
Sadece bu da değil.
Karadeniz sahil otoyolunun İstanbul’a bağlanmasına ilişkin somut adım atılamadı.
Hükümetin kafasında tek bir proje var; Kanal İstanbul. Niye? Rant var.
İstanbul Boğazı’nın etrafındaki gayrimenkul fiyatlarına bakıyorlar, “Ya bu boğazdan bir tane daha yapsak, ne kadar rant oluşur,” diye. Adeta gözleri dönmüş bu rant için.
Halbuki bu ülkenin her bir ilinin, her bir ilçesinin yatırıma ihtiyacı var. Kanal İstanbul’a harcanacak parayla ülkeye neler neler yapılır.
Tarımda sulanmadık bir karış toprak kalmaz. Bu acil ihtiyaçlar, yol, ulaşım giderilebilir. Ülkemiz depreme daha hazırlıklı bir ülke haline getirilebilir. Ama oralarda rant yok, Kanal İstanbul’da rant var.
Köy yollarımız düzeltilemedi.
Bu tablo Sinop’a yakışmıyor.
Yol yapmakla övünenler, yüzünü niçin Sinop’a çevirmiyor?
Değerli dostlar,
Sinop liman sahası da yıllardır terk edilmiş bir halde. Oradaki gümrük işlevsiz durumda bırakılmış. Karadeniz’in hırçın dalgaları arasında, yaz bitince, bizim en güvenilir limanımız Sinop.
Hani derler ya, temmuz-ağustos-Sinop.
Bu nedenle bu limandan aktif bir şekilde yararlanmak çok önemli. Sinop’un üretimini, ürettiğini satabilmesini sağlayacak en değerli nokta bu liman. Ancak maalesef gerektiği gibi kullanılmıyor.
Şehrimizin ekonomik potansiyelinin değerlendirilememesine çok üzülüyoruz. Ama düzelteceğiz.
DEVA Partisi düzeltecek.
Değerli arkadaşlar,
Sinop; buğdaydan çeltiğe, arpadan mısıra kadar en temel tarım ürünlerimizin de yetişebildiği bir coğrafya.
Bu iklimden, bu coğrafyadan dünyaya ihracat yapabilmek mümkünken maalesef yanlış tarım politikalarıyla tüm ülkeyi ithal tarım ürünlerine mahkum ettiler.
Fakat çiftçimiz perişan. Kur arttı; paramız pul, çiftçimiz perişan oldu. Mazotuydu, gübresiydi, ilacıydı derken üretim zorlaştı.
Tüm bu sorunların farkındayız, çiftçimizin de DEVA’sı olmak için geliyoruz arkadaşlar.
Gerçekten tarihi topraklardayız.
Sinop; Boyabat ve Sinop Kaleleri, Boyabat Bazalt Kayaları, Paşa Tabyaları, Bizans döneminden kalma yapıtları, Balatlar Kilisesi ve Pervane Medresesiyle gerçekten tarih ve kültür dolu bir kent.
Sadece bu da değil. Doğal güzellikleriyle de büyüleyici bir şehrimiz.
Erfelek Tatlıca Şelaleleriyle, Ayancık Akgölü’yle, Türkiye’nin tek fiyordu Hamsilosuyla muazzam bir doğa.
Ancak Sinop’un turizm potansiyeli hak ettiği seviyede tanıtılmıyor.
Sinop sadece ülkemizden değil, dünyanın her yerinden turist çekmeyi hak
eden bir şehrimiz.
Sinop’un bu eşsiz kültürüne, doğasına, tarihine yakışacak şekilde turizmini güçlendireceğiz.
Sinop’un derdi çok. Biliyoruz, dinliyoruz, daha çok dinleyeceğiz.
Sinop’un demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Sinop’un DEVA’ya ihtiyacı var.
Biz Sinop için hazırız.
Soruyorum şimdi: Sinop hazır mı?
***
Saygıdeğer arkadaşlar;
DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Sinop‘un DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.