2 Temmuz 2025
Ali Babacan- 2 Temmuz 2025 Haftalık Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve bu salonda bizler izlemekte olan değerli misafirlerimiz,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
Yeni Yol grubunun haftalık toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin hemen başında Yeni Yol Ankara Milletvekilimiz, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mesut Doğan Bey’in annesine başsağlığı dileklerimi buradan tekrar iletmek istiyorum.
Kendisine Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun inşallah.
****
Yine sözlerim başında, bundan tam 32 yıl önce, 2 Temmuz 1993’te, Sivas’taki Madımak hadisesinde yanarak hayatını kaybeden 35 canımızı rahmetle anmak istiyorum.
Madımak, yakın tarihimizin karanlık sayfalardan biridir.
Toplumsal hafızamızda silinmez bir yara bırakan bu hadiseden ders çıkarmak, toplum olarak birbirimize kenetlenmek zorundayız.
Hatırlayacağız, hatırlatacağız ki, bir daha Madımaklar yaşanmasın.
Adaletin ve toplumsal barışın izi ancak bu yolla yürümemiz mümkün olacaktır.
Madımak’ta hayatını kaybedenleri bir kez daha rahmetle anıyorum; acılı ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Madımak hadisesinden sadece üç gün sonra, 5 Temmuz 1993’te, Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde de 33 vatandaşımız hayatını kaybetti.
Başbağlar hadisesinde hayatını kaybeden vatandaşlarımızı da burada rahmetle anıyorum. Acılı ailelerine tekrar başsağlığı diliyorum.
Dedim ya, hatırlatacağız ki, Başbağlar da unutulmasın.
Bugün hala toplumumuzu kutuplaştıranlar, topluma kin ve nefret tohumu saçanlar, ne kadar büyük bir vebalin altına girdiklerini de sakın ha unutmasınlar.
Madımak’ı, Başbağları unutmasınlar.
Kimi yapıştığı koltuğu bırakmamak için, kimisi de “o koltuğa ben oturayım, bir daha da kalkmayım” diye sürekli insanlarımızı ayırıyor, ayrıştırıyor; toplumuzu kutuplara bölüyorlar.
Biz, siyasetin bu kirli oyunlarına düşmeyeceğiz.
Her daim, milletimizin birliği ve beraberliği için çalışacağız.
Biliyoruz ki; Türkiye ancak bir olunca güçlü, beraber olunca güçlü.
Değerli arkadaşlar,
Her yıl bu aylarda, ülkemizin ciğerleri yanıyor.
Türkiye’nin dört bir yanında orman yangınları çıkıyor.
Her doğal afeti izleyen iktidar, bunu da sadece izlemekle yetiniyor.
Türkiye, coğrafi konumuyla, doğasıyla, iklimiyle; tabiat felaketlerine açık bir ülke.
Ya her yangın sonrası başımızı duvarlara vurmakla yetinecek, yanan ormanlarımızın ardından ağıtlar yakacağız; ya da bu gerçekle yüzleşip gereken önlemleri alacağız.
Ya kimilerini dediği gibi “kader planı” deyip geçeceğiz; ya da tedbir alacak, gereğini yapacak, sonra tevekkül edeceğiz.
Bizim çözümümüz belli arkadaşlar:
Hepsini tek tek yazdık:
Bakın, afetlerle nasıl mücadele edilir? Afetler öncesi nasıl hazırlanıp yapılır? Afet anında sistem nasıl çalışır? Afet sonrası yararlar nasıl sarılır?
Devlet sistemi, organizasyon şaması nasıl değiştirilmeli? Neler yapılmalı? Hangi yapılar kurmalı? Hepsi tek tek tek tek yazılı.
Kendilerine de gönderdik ha! Bu 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra bütün bunlardan güzel birer kutu hazırladık, gönderdik ve “okuyun” dedik. “Belki ufkunuz açılır” dedik. Sayın Erdoğan'a, Cumhurbaşkanı Yardımcısına, bakanlara, bakan yardımcılarına, hepsine. “Hükûmetiniz yeni kuruldu, belki okuyup ilham alırsınız” dedik. Ama belli ki okumamıştır.
Memleketin dertleriyle ilgisini, alakasını şu anda kesmiş bir iktidar var ülkenin başında.
Bakın, “Afet canlı ayırt etmez, her biri ayrı birer felaket” diye yazdık buraya.
“Hepsine tek tek, ayrı ayrı önlemler alınmalı” dedik.
Söz konusu yangın mı?
Havadan Erken Müdahale ve Kurtarma Milli Filosu derhal kurulmalı dedik.
Bunlar iki sene önce ortaya çıktı değil mi? Uçaklar var, uçamıyor. Sayılar yetersiz.
Devlet yetkililerinin, Cumhurbaşkanı'nın ve çevresindekilerinin her yere özel uçakla gittiği bir dönemde, bir yangın söndürme uçağını eğer devlet alamıyorsa, yeterli sayıda uçak filosu oluşturamıyorsa bunun sebebi ekonomi değildir arkadaşlar. Bunun sebebi siyasi tercihlerdir.
Birileri çıkar amacıyla, haksız rant kontrolü için yangın çıkarttığı zaman mutlaka anında tedbir alınmalı ve en ağır cezalar mutlaka verilmelidir.
Failler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
En önemlisi arkadaşlar; afetlerin her birine yerelden müdahale edecek gerekli yapılanmalar ortaya koyulmalıdır.
Söz konusu depremse deprem; yangınsa yangın:
Türkiye, Ankara’daki tek bir kişinin yönetemeyeceği kadar büyük bir ülkedir.
Bakın Avrupa'nın en büyük toprakları bizde, Avrupa'nın en büyük nüfusu bizde, en büyük tarım alanları bizde.
Tek bir kişiye endekslenmiş bir yönetim modeliyle bu ülkenin hiçbir sorunu çözülemez, afet yönetimi de yapılamaz.
6 Şubat depremleri de yaşadık ya! İlk 48 saat, ilk 72 saat her şey kilitlendi.
Cumhurbaşkanı’ndan talimat gelmeden kimsenin kılı kıpırdamadı, kıpırdayamadı. Korktular bir adım atarız sıkıntı olur diye.
Böylesine korku iklimiyle ve böylesine merkezleşmiş bir yönetim anlayışıyla Türkiye'de afetle mücadele edilmez, edilemez.
Bu ülke kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına; her bir sorunu yerelde çözebilmelidir.
Bakın arkadaşlar, doğal afetler sadece doğamızı, insanlarımızı katletmiyor.
Her yangın sonrası ortalıkta dolaşan yalan haberler, bunlar da birlik beraberliğimize de darbe vuruyor.
Her türden afetin ardından, sosyal medyada dolaşanları görüyoruz.
Ne diyorlar? “Şunlar ormanı yaktı, bunlar müdahale etmedi”
Hemen kutuplaştılar, hazır, hazır. Hemen milleti birbirine düşürme konusunda dezenformasyon hazır.
Bir de başarısızlık var ya, bu başarısızlığın suçunu da bir yerlere atacaklar. Suçlu hükûmet olamayacağına göre kim yaptı, kim müdahale etmediğinin hemen dezenformasyonuna başlıyorlar.
“Enkaz altından şunlar çıkarıldı, bunlar çıkarılmadı” diye haberler yaymaya başlıyorlar.
Toplumumuz için afet sonrası dezenformasyon atakları da, en az afetler kadar tehlikeli, en az afetler kadar önlenebilir.
Bu yüzden iktidara bir kez daha seslenmek istiyorum:
Demin uçak örneğini verdim ya…
Bunlar ne diyor? “İtibardan tasarruf olmaz” diyor değil mi?
Onun için boy boy uçakları diziyorlar. Onun için gittikleri bir ülkeye beş tane, altı tane, yedi tane uçak diziyorlar. Askeri nakliye uçaklarını, konvoylarını bindiriyorlar. Konvoylar önce bir gidiyor askeri nakliye uçaklarıyla, ondan sonra beyefendilerin boy boy uçakları gidiyor.
Ben diyorum ki, itibardan tasarruf olmaz diyeceğine, doğal afetlerde tedbirden tasarruf olmaz deyin, tedbir için ne gerekiyorsa yapın.
Yazık oluyor, bu ülkenin canlarına yazık oluyor.
Bu ülkenin tabiat varlıklarına yazık oluyor.
Bu ülkenin yangınlarda biliyorsunuz, büyük baş hayvanlarımız telef oluyor, bunlara yazık oluyor.
Biz her yıl aynı bölgelerde gerçekleşen aynı yangınlara alışmayacağız.
Bu vesileyle Antalya, Bilecik, Bolu, Bursa, Gaziantep, İzmir, Kahramanmaraş, Manisa, Sakarya ve Tekirdağ'daki yangınlar sebebiyle memleketimize, vatandaşlarımıza bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Allah beterinden korusun diyorum.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz bizim “1 Ekim Süreci” diye adlandırdığımız ve 30 Haziran itibariyle de tam 9 ayı dolduran çok önemli bir süreç işlemekte şu anda.
Bu süreç safa safa ilerliyor, fakat çok yavaş ilerliyor.
İmralı'dan gelen çağrıları duydunuz.
Sayın Bahçeli'nin öncülüğünü ettiği, yol açtığı bir sürecin temel kodlarını hep beraber artık daha iyi anlamış durumdayız.
Sıra artık terör örgütünün silah bırakmasına gelmiş durumda.
Bugün çıkan haberlere baktığımızda; bu sürecin de çok yakında başlayacağını anlıyoruz.
Ve tabii ki eğer bir örgüt kendini fesih karara alıyorsa, silahları bırakma kararı alıyorsa ve bu karada artık uygulama safhasına geçtiyse bundan hep beraber memnun olmamız gerekir.
Ancak bu sürecin son derece karmaşık bir süreç olduğunu, bu sürecin sadece Türkiye sınırlarında değil, Türkiye'nin komşu ülkelerinde de işleyen ve eşleyecek bir süreç olduğunda gayet iyi bilmemiz lazım, farkında olmamız lazım.
Silahların teslimi nerede yapılacak? Irak’ın Kuzeyindeki bölgelerde yapılacak. Demek ki gelişmeler bir kısmı Irak'ta.
Peki, bundan sonraki süreçte en büyük risk nerede? Suriye'de.
Suriye içindeki gelişmeler bundan sonraki sürecin doğru bir istikamette ilerlemesine yardımcı da olabilir.
Suriye'deki gelişmeler bu işin tamamen akamete uğraması ve bu işin sil baştan maalesef eski kötü günlere dönmesiyle de sonuçlanabilir.
Onun için Suriye'de yapılacak her şeye gerçekten Türkiye'nin çok dikkat etmesi lazım.
Uluslararası toplumun çok dikkat etmesi lazım.
Ve Suriye'nin kendi birliği beraberliği içerisinde, Suriye'nin kendi toprak bütünlüğü ve siyasi birliği içerisinde bir çözüm için de herkesin gayret etmesi lazım.
En büyük risk başta da söylemiştim, ilk Ekim ayında söylemeye başlamıştım, Suriye'dedir. Suriye'de olmaya da devam edecektir.
Peki, Suriye'de bu işi bozabilecek en önemli aktör kimdir? İsrail'dir.
İsrail arkadaşlar istikrarlı bir Suriye istemiyor. Birlik ve beraberlik içinde bir Suriye istemiyor.
İsrail kendi içinde bölünmüş, parçalanmış, zayıf bir Suriye olsun benim arada bir askeri operasyon yapabileceğim, girip çıkabileceğim, askeri operasyon yapmak için de her an elimde gerekçe üretebileceğim bir Suriye olsun istiyor.
İşte buna çok dikkat etmemiz gerekiyor.
Ve bu oyun bozucu, bu istikrar bozucu, bu çevreye saldıran tavrıyla artık bütün dünyada tescillenmiş olan İsrail hükûmetinin Suriye'de yaptıkları ve yapacaklarıyla ilgili de son derece uyanık olmamız gerekiyor. En büyük risk burada.
Tabii ki kendi içimizde de zor süreçler yürüteceğiz. Bu önümüzde öyle kolay böyle güllük gülistanlık bir yol yok.
Riskli yollar var.
Atılacak riskli adımlar var.
Bunların her birini tek tek masaya yatıracağız.
Bakın, Meclis çatısı altında bir komisyon kurulmasıyla ilgili bir çalışma var değil mi?
Biz bunu baştan “Ya hükûmet böyle bir şey getiriyor. Biz toptan istemezük, reddediyoruz” demedik.
Ne dedik? Tabii ki bu işin önemli bir kısmı da Meclis çatısı altında yürütülecektir. Tabii ki Türkiye Büyük Millet Meclisi ki milletimizi en geniş şekilde temsil eden kurumdur, gidip de sandığa oy verenlerin en geniş temsili bu çatı altındadır. Dolayısıyla bu çatı altında da bu sürecin konuşulması, masaya yatırılması, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması kuşkusuz Meclis tarafından yapılacaktır ve komisyonun da vardığı önemlidir, dedik.
Şekli, şemali, işleme sistemi, şuydu buydu, bütün detaylarıyla görüşlerimizi daha önce açıkladık. “Nasıl bir komisyon olmalıdır? Nasıl çalışmalıdır?” Diye.
Ve öyle anlıyoruz ki; şu ana kadar bizim verdiğimiz tavsiyelerle uyumlu bir komisyon oluşuyor.
Yani Sayın Bahçeli'nin ilk açıkladığı şekliyle değil ki o da güzel bir öneriydi. Tabii ki her öneriye saygı duymak lazım. Bir gayret var saygı duymamız lazım ama yani bizim tavsiyelerimiz doğrultusunda şekillenen bir komisyon olacak gibi görülüyor.
Eğer komisyon bu şekilde komisyon bu şekilde kurulur ve çalışmaya başlarsa hem iyi bir istişare ortamı olacaktır. Hem geniş kesimlerin bu süreci sahiplenmesine vesile olacaktır. Hem de iktidarın hatalarından dönme, iktidarın yanlışlarını onlara anlatma, söyleme ve tavsiyeleri, önerileri dillendirmeyle ilgili bir çalışma olacaktır.
Umut ediyoruz ki başarılı olur. Umut ediyoruz ki hedefine ulaşır.
Değerli arkadaşlar,
Her yaz bu ülkede yangın haberleri okuyoruz.
Ama her yaz da aynı zaman kene haberleri okuyoruz, biliyorsunuz.
Kenenin sebebi belli: Doğanın dengesini bozarsanız, doğa da bir şekilde bunun karşılığını gösterir, belli eder.
Fakat bugün ben size topluma sızmış kenelerden bahsetmek istiyorum.
Ülkemizi saran, her bir haneye girip kanını emen kenelerden bahsetmek istiyorum.
Bu kenenin adı arkadaşlar “Sanal Kumar ve Bahis”. Ve tabii ki bunları oynatanlar.
Bu sanal kumar bahis de değerli arkadaşlar; kene gibi bir yapıştı mı insanları bırakmıyor.
Maazallah, insanları felakete sürükleyene kadar kanını emen bir kene bu hadise.
Geçtiğimiz günlerde Yeşilay Başkanı açıklama yapmış. Ne demiş:
“Bu sene sanal kumar bağımlılığı bütün bağımlılıkları geçti” demiş.
“Sanal kumar bağımlılığından dolayı bütün Türkiye'de çok fazla insan bize artık bize başvuruyor” demiş
Bakın arkadaşlar, mahallelerdeki piyango bayilerini, lotoları totoları saymıyoruz.
Sadece burada “sanal” olan bağımlılıktan bahsediyorum. Çünkü hızla yayılan o. Büyük tehlike o.
Yeşilay bunları demiş.
Tarih: 29 Kasım 2024, günlerden Cuma.
Diyanet İşleri hutbe başlığı olarak ne demiş?
“Kumar: Maddi ve Manevi Tükeniş.” Hutbenin başlığı bu.
Tüm Türkiye’de sanal kumarın zararlarından bahsetmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı.
Yeşilay Başkanı uyarıyor, Diyanet Cuma hutbeleriyle uyarıyor;
Fakat iktidardakiler uyuyor demiyorum, kulaklarının üzerine yatıyorlar.
Çünkü kulakları var, duymuyor.
Gözleri var, görmüyor.
Sanal ortamda 6 firmaya bahis oynatma, 1 firmaya ise kumar oynatma izni veren bizzat bu hükûmet arkadaşlar.
Bizzat Sayın Erdoğan'ın tercihleriyle ve onun talimatıyla verilmiş izinler bunlar ya. Haberim yok falan demesin sakın ha!
Kendini en çok destekleyen medya kuruluşuna bunun iznini veriyor. “Al sen onu at buradan biraz para kazan” diyor.
1 Ocak'ta vergiyi düşürdüler, vergiyi ya, sanal kumar sanal bahisin vergisini düşürdü bunlar utanmadan ya.
Kumara ulaşmayı son derece kolay bir hale getirdiler.
Herkesin cep telefonuna bir kumarhane açıyor, yüzlerce kumar makinası yerleştirdi bunlar.
Bakın arkadaşlar;
Dünyada pek çok ülkede sigara reklamı yasaktır biliyor musunuz? İçki reklamı yasaktır.
Sadece Türkiye'de değil ha. Avrupa'da da pek çok ülkede sigaranın ve içkinin reklamına izin verilmez.
Çünkü toplumsal olarak zararlı mıdır? Yayılması zararlı mıdır? Zararlıdır.
Tabii ki biz yasakçı bir zihniyete de sahip değiliz ha. Onu da altını çizerek vurgulayayım ama zararlı olduğu kesin kanıtlanmış bir şeyse bunun reklamı yasaktır ya.
Türkiye'de de sigaranın ve içkinin reklamını göremezsiniz hiçbir yerde, Türkiye'de de yasaktır.
Ama konu sanal kumara gelince, mesele kanka olunca bunun reklamını yapmak serbest biliyor musunuz?
Niye? Menfaat menfaat…
Basın kuruluşlarıyla kendisine destek veren kankasının hem kumar oynatmasına izin veriyor, hem de bu kumarın reklamını yapmasına izin veriyor şu andaki iktidar.
Bakın arkadaşlar; mesele diyorum ya sadece devlet eliyle her cep telefonuna yerleşen değil.
Mesele bir de bu sanal kumarın reklamı.
[Arkadaşını getir görseli]
Şu reklama bir bakın Allah aşkına. Ne diyor burada? “Bonus” diyor. Ne diyor? “Bir arkadaşını getir” diyor. “O arkadaşına ben 200 lira avans açacağım. 200 lira ona borç vereceğim” diyor. Hemen kumar oynamaya başlasın diye. “Bir arkadaşını getirirsen ona da sana da ayrıca 100 lira vereceğim” diyor.
“Arkadaşını getirene 100 lira, Getirdiği arkadaşa 200 lira” diyor.
İnternette dolaşan gençlerin, çocuklarının karşısına bu reklam çıkıyor.
Ya çocuk bakıyor; “Ya bedavadan ben 100 lira alacağım. Getirdiğim her arkadaşın başına 100 lira kazanacağım. Niye yapmayayım ki” diyor. Getirdiği arkadaşına diyor ki; “Bak gir sana 200 lira para gelecek” diyor. “O 200 lirayla diyor hemen diyor kumar oynamaya başlayacaksın” diyor.
Bu reklam bugün Türkiye Cumhuriyeti'nde muhafazakâr kimliğiyle bugüne kadar kendisini bir şekilde siyaset sahnesinde tutmuş, dinimizin kutsallarını sürekli istismar etmiş bir Cumhurbaşkanı'nın yönettiği bir ülkede oluyor ya! Şu hale bakın ya.
Sayın Erdoğan bunu duy duy, gör.
Bu senin tek yetkili olarak yönettiğin ülkede oluyor yapılıyor ya.
[Arkadaşını getir görseli]
Bu ne demek biliyor musunuz arkadaşlar? Bir benzetme yapalım.
Bugün uyuşturucu kullanan birisine diyor ki; “Ya sen bir uyuşturucu kullanmayan bir arkadaşını bana getir” diyor. İkisi de bağımlılık ya. “Al sana diyor 100 lira. Ben de senin getireceğin uyuşturucu kullanmayan arkadaşına 200 lira vereceğim ki gelsin benden uyuşturucu alsın” diyor.
İnanın bundan farkı yok ya.
Hiiç farkı yok. O da bağımlılık, bu da bağımlılık.
Bakın, yetmiyor arkadaşlar bu reklamlar gençler internette dolaşırken karşılarına çıkıyor.
Tıklayınca da kendilerini bu sanal kumar sitesinin içinde buluyorlar.
Düşünün ki; haber okuyan bir genç, ya da bilgisayarda oyun oynayan bir gencin karşısına pat diye reklam çıkıyor. Tıkladı mı kendini kumarhanenin içinde buluyor.
[550 adet reklam]
Bu çıkan reklamları arkadaşlar şöyle bir derledi. Ha bu arada bu böyle yasal kumar falan değil ha. Yasal kumar. Erdoğan'ın izin verdiği kumar. Onun verdiği lisansla oynatılan kumardan bahsediyorum, yasadışı falan değil.
Bakın, bunların her birisi ayrı ayrı reklam ha. Hangi reklam kime çalışırsa. Hangi gencimiz hangi reklamla ikna olursa diye.
Sadece Haziran'da çıkan reklamlar bunlar bakın sayfalar dolusu. Ayrı ayrı çeşit. Her biri ayrı bir gencin kafasını karıştırmaya yarıyor. Sadece Haziran'da çıkan bak küçük küçük koyduk ki sığsın diye. Her biri ayrı reklam her biri. Yaşına göre, alışkanlıklarına göre, aile durumuna göre hangi reklam kimi kandırırsa diye.
Bugüne kadar arkadaşlar tam 550 çeşit reklam çıkmışlar bunlar ya. 550 çeşit. Yani gençleri böyle mikro segmentlere ayırıyorlar mikro segmentlere, işte diyelim ki; “12 yaşındakiler nasıl ikna ederiz? 18 yaşındaki nasıl ikna ederiz? Üniversiteyi bitirmiş işsiz bunu kumara nasıl alıştırırız?” diye. Ya burada planlı bir taarruz var, bir saldırı var ya.
Toplumumuzun ahlakına, toplumumuzun bütünlüğüne bir saldırı var. Bunu görmemek, duymamak, dillendirmemek inanın akıl almıyor.
[550 adet reklam]
Çaresiz anne babalar evlatlarını kurtarmaya çalışırken, iktidarın verdiği izinle bunlar çocukları kumar bataklığına çekme peşinde. İnanılır gibi değil.
Arkadaş ben soruyorum ya, Sayın Erdoğan soruyorum sana; İçki, sigara kötü bir alışkanlık mı? Evet. Reklamı yasak mı? Yasak. Kumar kötü bir alışkanlık mı? Evet. Peki bunun reklamı niye serbest? Niye izin veriyorsun buna ya? Niye izin veriyorsun? Cevap yok. Tık yok.
Menfaat, menfaat, menfaat…
Çünkü kankalarından sigara üreten yok, dikkat edin firmalara bakın şöyle tek tek. İçki üretenlerden kankası yok ama kumar oynatanlardan kankaları var. Mesele bu.
Ve sadece Sayın Erdoğan'a değil, onun etrafındakilere de sesleniyorum;
Milletvekillerine, partisindeki genel başkan yardımcılarına, il başkanlarına, tüm teşkilatlarına sesleniyorum; Ya içinizde bir tane vicdan sahibi yok mu arkadaş? Bakın milletvekilleriyle istişare toplantıları yapıyorsunuz. Bu hafta sonu yine o değerlendirme ve istişare toplantısı yapacaksınız. Hadi açıktan söylerseniz hemen kellenizi uçururlar anladık da hiç olmazsa kapalı toplantılarda dillendirin bunu ya.
Sayın Erdoğan'a şu benim gösterdiğimi, şu benim gösterdiğimi Sayın Erdoğan'a gösterecek bir tane cesaret sahibi yok mu bu AK Parti teşkilatları içerisine?
Ben açık söylüyorum; bunu eğer göstermiyorsanız kendisine ya menfaatiniz var ya da korkunuz var arkadaş. Ya menfaat çok tatlı ya da korku başı sarmış, eğer sesiniz çıkamıyorsa. AK Parti böyle bir parti değildi ya. Böyle bir şey değil. Biz zaten onun için yollar ayırdık.
Ama yanlışın neresinden dönülse kârdır, yanlışın neresinden dönülse faydalıdır.
Tek bir gencimizi dahi bu yanlış alışkanlıklara kapılmaktan kurtarıyorsak bu milletimiz için, ülkemiz için bir kazançtır.
Ama arkadaşlar merak etmeyin, duymayan duysun, bilmeyen bilsin:
Biz, bu milletin çocuklarının hayatlarının karartılmasına izin vermeyeceğiz.
Devlet izniyle uyuşturucu promosyonu yapılmasına izin vermeyeceğiz.
Toplumumuzun kanını emen “sanal kumar” adlı keneyi, bu topraklardan söküp atacağız.
Haysiyetiyle, onuruyla, alnının teriyle para kazanan çalışanlarımızın, üç kuruş parasını bunlara yedirtmeyeceğiz.
Değerli Arkadaşlar;
Geçtiğimiz günlerde Sayın Erdoğan yine hepimizi hayrete düşürecek ifadeler söyledi; İnanılır gibi değil yani.
Hani diyor ya o Hitler'in iletişimcisi Goebbels; bir yalanı devamlı devamlı tekrar edersen insanlar inanmaya başlar, diyor.
Ne demiş Erdoğan?
“Ekonomi programımız kararlılıkla ilerliyor. Ekonomide kendimiz bedel ödedik ama milletimize bedel ödetmedik." Lafa bak ya.
Allah Allah!
Sayın Erdoğan, “Kendimiz bedel ödedik” diyorsunuz da hangi bedel ödediğinizi bir söyleyin ya.
Deyin ki; ben şu damadı işin başına getirdim, ekonomiyi batırdım, enflasyon patladı gitti bu ülkede, ben de şu bedelleri ödedim, diye bir say bakalım.
Hayat standartlından ne kaybettin?
Nerede, hangi tasarrufları yaptın? Nerede devlet harcamasına dikkat ettin? Bir say hele ya.
1 liralık deprem konusunda 2 liraya, 3 liraya yaptırıyorsun şu anda, tam gaz israfı devam ediyorsun ya, hangi bedel ödedin?
Söyleyin ki millet anlasın.
“Milletimize bedel ödetmedik” diyorsunuz.
İşte haziran sonunda açlık sınırı açıklandı, 26 bin TL, yılbaşında 22 bin liraydı açlık sınırı, haziran sonunda çıktı 26 bine. Yoksulluk sınırı oldu 85 bin, siz asgari ücreti artırmıyorsunuz.
Geçen hafta demiştim ya asgari ücrette, asgari emekli maaşla 1 Temmuz'da artırılmaları diye, asgari emekli maaşıyla ilgili baktılar ki kitle geniş, bir de devletin kararı orada bir şeyler yapıyorlar ama asgari ücretle ilgili tık yok.
Daha gün, dün dün doğalgaza %24,6 zam yaptılar.
Ve bekliyorlar bekliyorlar, dikkat edin, zamları hep 1 Temmuz, 1 Ocak, niye? Önceki dönemin enflasyonuna girmesin diye böyle yapıyorlar ya.
Aralık ayının enflasyonu çıkıyor %1, ocağın enflasyonu çıkıyor %5, niye? İşte o %4’ü bir tırtıklarız, emekliden, asgari ücretliden tırtıklarız, ayıp ya, ayıp ya.
Zaten enflasyonu üretmek en büyük hırsızlıktır.
Enflasyonun sebep olduğu mağduriyeti, sebep olduğu yoksulluğu telafi etmemek katmerli hırsızlıktır.
Şimdi, geçen sene Merkez Bankası'na 800 milyar liralık karşılıklı parayı bastıran bunlar değil mi? Kur Korumalı Mevduatın kur farkını ödeyeceğiz diye, bir avuç insana servetine servet katacağız diye Merkez Bankası'na 800 milyar liralık bunlar karşılıklı para bastırdı. Hepsi resmen açıklanan rakamlar bunlar, bazılarını geçiyorlar, bu açıklanmış rakam.
Sen Merkez Bankası'na karşılıklı parayı bastır, milletin cebindeki paranın değerinden çal, hırsızlık, üzerindeki farkı ödeme, katmerli hırsızlık.
Asgari ücretlinin ödediği bedeli görmüyor musunuz?
Yılbaşı’nda 22 bin, bakın yıl sonuna kadar 22’de tutacağız diyorlar.
Geçen hafta soruyor gazeteciler, “Efendim asgari ücret ne olacak?” diyor, cevap ne, “dedim ya” diyor, “dedim ya” diyor, ne halleri varsa görsünler diyor, bu o demek yani.
22 bin lira, yıl sonuna kadar 22 bin lira.
Memlekette “emekli” olmak demek, artık “fakirlik fukaralık” demek.
“Kim ben emekliyim” dese eşittir ben fakirim, fukarayım demek.
Emeklilerimizin ödediği bedeli görmüyor musunuz?
Açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm olan asgari ücretliler, emekliler bedel ödemedi de, yanlış ekonomi politikalarıyla ülkemizi uçuruma sürükleyenler mi bedel ödüyor Allah aşkına?
Sofrasına en temel gıda maddelerini alamayan asgari ücretliler, emeğinin karşılığını alamayan çalışanlar bedel ödemedi de;
Karşılıksız para basarak enflasyonu, dövizi, faizi patlatan, lobilere boyun eğenler mi bedel ödedi?
Ne bir iş bulabilen ne bir yuva kurabilen, artık bir yaşam hayali dahi kuramayan umutsuz gençler bedel ödemedi de;
Vergilerle milletin sırtına bindikçe binen, yanındaki menfaat şebekesi haricindeki herkesi fakirleştirenler mi bedel ödedi?
Alın teriyle kazandığı maaşını daha çekemeden zamlarla, hayat pahalılığıyla kaybeden memurumuz işçimiz bedel ödemedi de;
Koltuklarını korumak için her türlü haksızlığı hukuksuzluğu yapanlar mı bedel ödedi?
Siz kimi kandırıyorsunuz?
Bu milletin aklıyla, kalbiyle, duasıyla dalga geçmeyi artık bırakın!
Bu aziz millet artık her şeyin farkında.
Kim ne bedel ödedi, kim bu ağır yükü milletimizin omuzlarına yükledi, en iyi milletimiz biliyor.
Bu millet, sabrın kıymetini anlayan, vefanın ne demek olduğunu da iyi bilen bir millettir.
Ama siz bu sabrı da, vefayı da istismar ediyorsunuz.
Bunun karşılığında ilk seçimde ilk sandıkta inşallah milletimiz gösterecektir.
Değerli Arkadaşlar;
Ekonomi, kulağa karmaşık gelir, ama aslında basittir.
Ekonomide sorunlar dürüst ve ehil kadrolarla, sağlam kurumlarla ve adil bir yönetim anlayışıyla kolayca çözülür.
2001-2002 krizinde çözen biz olduk. 2008-2009 krizinde çözen biz olduk. Dışarıdan bu krizler geldi vurdu, biz çözdük
Bunlar kendi ürettikleri krizlerin peşinden koşuyorlar, onları bile çözemiyorlar.
Yaparız, çok kolay. Bizim işimiz.
Ama asıl mesele, bu ülkenin vicdanının yaralanmasıdır.
Asıl mesele, hukuk, adaletin ayaklar altına alınmasıdır.
Asıl mesele, bu güzel milletin birliğinin ve kardeşliğinin zedelenmesidir.
Biz biliyoruz ki ekonomi düzelir, enflasyon düşer, hayat pahalılığı sona erer.
Ama yaralanmış, bozulmuş bir vicdanın tamiri zaman alır.
Yitirilmiş bir adaleti geri getirmek zaman alır. Zordur, imkânsız değildir ama vakit alır.
Dağılan birliği yeniden kurmak kolay değildir.
Bakın, Madımak ‘tan bahsettik, Başbağlılar’dan bahsettik değil mi? 40 yıllık bir terör sorunundan bahsediyoruz. 40 yıldır bu ülkeyi gelen, bölüp parçalamak isteyen ülkemizi, toplumumuzu ayırmak isteyenlerden bahsediyoruz. Tamiri düzeltmesi ne kadar zor oluyor görüyoruz.
İşte arkadaşlar biz tam da bunun için varız.
Biz sadece rakamları düzeltmek için değil; bu ülkenin gönlünde açılan yaraları sarmak, bu toprakların kardeşliğini, birliğini yeniden tesis etmek için buradayız.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’de de, dünyada da ne olursa olsun, biz Gazze’yi unutmayacağız, unutturmayacağız.
Bulunduğumuz her kürsüde, her ortamda da tekrarlayacağız:
Bu soykırımının failleri adalet önünde hesap verene kadar bize rahat yok.
Bir yerde bir zulüm varsa, muhakkak ona ses çıkaranlar, direnenler olacaktır, olmalıdır.
Batı sessiz kalabilir, biz buradayız.
İktidar sessiz kalabilir, biz buradayız.
Biz buradayız ve olmaya devam edeceğiz.
Her fırsatta tekrarlayacağız:
İsrail ordusunun başkomutanı savaş suçundan şu anda aranmaktadır, Uluslararası Ceza Mahkemesi şu anda arananlar listesine koymuştur bunu.
Netanyahu bir savaş suçu failidir, ve er geç yaptıklarının hesabını verecektir.
İsrail ordusu uzunca bir süredir yardım noktalarına saldırıyor.
Sivil, kadın, çocuk, yardım, geçen hafta anlattım ya, açlıktan öldürme, uzun vadiye yayılmış bir öldürme politikası izliyorlar şu anda. Ve o kuyrukta bekleyen insanların üzerine ateş açıyorlar.
İşledikleri suçlarla insanlığın en dip noktasına çoktan yerleşenler, şimdi de Gazze’deki aç, kuyrukta bekleyen insanlara saldırıyor.
İnsanlar ekmek kuyruğunda katlediliyor ya.
Gazze can çekişiyor, Gazzeliler can çekişiyor.
Bakın arkadaşlar; sadece haziran ayında öldürülen Gazzelilerin sayısı 2.113.
İran Savaşı sebebiyle epey bir gündemden düşmüştü Gazze ama istatistiklerini takip ediyoruz, 2.113 Gazze'de sadece haziran ayında öldü. Bunların çoğu ekmek kuyruğunda beklerken öldürüldü, silahla taranıverdi.
Bakın, Haaretz gazetesine konuşan bir İsrailli asker ne diyor:
“Komutanlar yardım noktalarında birliklere ateş etme emri veriyor” diyor.
Bir başka, asker: “Burası bir ölüm tarlası” diyor.
“Görev yaptığım yerde her gün bir ila beş kişi öldürülüyor” diyor.
Bakın kendi askerlerinin kendi hükûmetlerine isyanı bu.
Nerede öldürülüyor bu insanlar? Yardım noktalarında.
Böyle bir alçaklık olabilir mi yahu?
Böyle bir adilik olabilir mi?
Bunlar insanlıktan çıkmış.
Ben buradan İsrail hükûmetine sesleniyorum;
Onların iş birlikçilerine de sesleniyorum;
Bu vahşet karşısında sessiz kalanlara, hepsine sesleniyorum:
Tarih sizi Miloseviçlerle yan yana yazacak;
Tarih sizi Karadziclerle yan yana yazacak;
Tarih sizi Nürnberg’te yargılanan SS subaylarıyla; Nazilerle yan yana yazacak.
Yargınacaksınız ve bu yaptıklarınızı hesabını gün gelecek vereceksiniz.
Unutmayacağız, unutturmayacağız.
Değerli arkadaşlar,
Bu büyük ve güzel ülkemiz için, Türkiye için;
Dahası içinde bulunduğumuz bölge için, insanlık için;
Çook çok çalışmak zorundayız.
Ortak akılla hareket etmek; danışarak, tartışarak yol almak zorundayız.
Bu ülke düşünenlerin, sorgulayanların; gerektiğinde dik duranların, kafa tutanların ülkesidir.
Bu ülke demokrasiyi tırnaklarıyla kazanmış, bu uğurda bedeller ödeye ödeye bugüne gelmiş bir ülkedir.
İşte bu yüzden, bu ülke kolay kolay çözülmez;
İlmek ilmek işlenmiş demokrasimiz öyle birkaç darbeyle yıkılmaz.
Demokrasiyle iş başına gelip sonra demokrasiyi yok etmek için bu iktidar ne kadar da uğraşırsa uğraşsın başarılı olamaz.
Ne olursa olsun, bu ülkenin büyüklüğünü aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.
Biz bir oldukça, beraber oldukça, emin olun hiçbir güç karşımızda duramaz.
Biliyorum, vatandaşlarımız ümitsiz.
Biliyorum gençler yarınlarından umutsuz.
Fakat hiç merak etmeyin; bu büyük ülkeyi, bu güzel ülkeyi ve demokrasimizi hiç kimse yıkamaz.
Demokrasimiz bazen hastalanır. Saldırıya uğrar. Yataklara düşer. Ama bu ülkede demokrasi ölmez.
Çünkü bu milletin demokrasi talebi vardır.
Bu ülkenin bir sandık kültürü vardır.
Demokrasiyi de sandığı da bu ülkenin elinden hiç kimse alamaz.
Çünkü bunu söylüyorum çünkü bugünlerde gittikçe artan sayıda kişi soruyor; “Ya sandık gelir mi? Bir daha seçim olur mu?” “Öyle bir çöktüler ki ülkenin başına kalkmak da istemiyorlar. Acaba böyle seçimsiz bir sürece mi giriyor Türkiye'ye?” diye.
Ben de onların hepsine diyorum; yok diyorum ya o kadar da değil. Yapamazlar. Çünkü haksızlar biz haklıyız. Haklı olan güçlüdür, bu kadar basit.
Yeter ki; biz dik duralım, dik duralım. Yeter ki; eğilip bükülmeyelim.
Gün gelir sandık da bu milletin önüne gelir.
Gün gelir bu zulmedenler iktidardan gider.
Bizim yolumuz; milletimizin duasını alarak, rızasını kazanarak yürüdüğümüz bir yoldur.
Kimse umutsuz olmasın.
Bu millet günü geldiğinde gereğini yapar.
Biz milletimizle omuz omuza, hep birlikte, yeniden hakkı hâkim kılacağız.
Birliğimizi güçlendirecek, adaleti tesis edecek, alın terinin karşılığını aldığı bir Türkiye’yi hep beraber inşa edeceğiz.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi, tekrar saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Kalın sağlıcakla.
Sağ olun, var olun.