TBMM 4. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşma Metni
Kıymetli basın mensupları, Değerli arkadaşlar,
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum ve TBMM çatı altında yapmış olduğumuz Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Bu hafta şahsen tanıdığım, sevdiğim iki kıymetli ismi kaybettik.
Ekonomi basınının duayen isimlerinden Osman Arolat evvelsi gün hayatını kaybetti.
Köşe yazılarıyla, yorumlarıyla ekonomik gelişmelere tercüman olan ve yurdun dört bir tarafından izlene önemli bir köşe yazarıydı, yorumcuydu. Osman Arolat’a Allah’tan rahmet, sevenlerine, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
Dün ise değerli anayasa hukuku hocamız Ergun Özbudun’u kaybettik.
Katılımcı, çoğulcu ve demokratik bir hukuk devleti için ömrünü adamış olan Ergun Özbudun’da rahmetle anmak istiyorum.
Sevenlerine, ailesine baş sağlığı diliyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Geçtiğimiz hafta Cumhuriyetimizin 100. Yılıyla ilgili anma ve kutlama çalışmalarına DEVA Partisi olarak yoğun bir şekilde başladık. Ve bir hafta boyunca çok farklı etkilinler yaptık.
Hatay’da, deprem bölgesinden Cumhuriyetimizin yeni yüzyılını tartıştık.
Anıtkabir’deki ziyaretimizde ve nihayetinde 29 Ekim sabahı paylaştığımız kısa bir anma filmiyle kutlama çalışmalarımızı, anma çalışmalarımızı gerçekleştirmiş olduk.
Ve diyoruz ki; “Birlikte, Yüz Yüze, Nice Yüzlere”. Birimizin yüzüne bakarak, birbirimize sırtını dönerek değil, birbirimizin yüzüne bakarak “Nice yüz yıllara.” Diyoruz.
*****
Değerli arkadaşlar,
Geçen haftadan bu yana ülkemizde çok ciddi bir hukuk ihlali yaşanıyor.
Bir gazeteci arkadaşımızın tabiriyle, “Anayasal düzene karşı bir darbe” gerçekleşmiş durumda.
Bakın, darbe teşebbüsü demiyorum; “Anayasal düzene karşı darbenin kendisi” diyorum.
Bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesi, Can Atalay hakkında ihlal kararı verdi.
Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarına herkes uymakla, kararının gereğini yerine getirmekle yükümlüdür.
Birilerinin keyfine göre, siyasi hesaplarına göre bu kararları eğip bükemezsiniz.
“Canım isterse uygularım, istemezse uygulamam” diyemezsiniz.
Ve AYM’nin verdiği karar rağmen Can Atalay hala hapiste.
Bunlar gerçekten hukuksuzluğu bir adet haline getirdiler.
Biz, bu hukuksuzluğu reddediyoruz.
Demokratik bir hukuk devletinde seçimler tabii ki önemlidir ama hukuk da en az seçim sonuçları kadar önemlidir.
Biz hukuk devletinde hiç kimse, “Ben %52’yi alıp cebime koydum, hukuk falan tanımam.” Diyemez diyoruz.
Hiç kimse “Halk beni seçti, kafama eseni yaparım.” Diyemez diyoruz.
O zaman o devlet, hukuk devleti olmaz.
Demokrasi tabii ki seçimlerin olduğu bir yönetim sistemidir ama demokrasi hukukla bir anlam kazanır. Hukukun olmadığı bir demokrasi ancak kaos getirir.
Hukukun olmadığı bir demokrasi, seçilenlerin keyfine göre yönetmesi demektir, vurdumduymazlık demektir.
Hukukun olmadığı bir demokrasi, adaletsizlik demektir, yoksulluk demektir, yolsuzluk demektir ve dünyada itibarsızlık demektir.
Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bu süreçte dahil olan herkesin derhal hukuk gereğini yerine getirmeye, derhal hukuk devletinin gereğini yerine davet ediyorum ve Can Atalay’ın Meclis çatısı altındaki hakketmiş olduğu yerini bir saat dahi kaybetmeden almasını talep ediyorum.
*****
Yine çok önemli bir başka hususa değinmek istiyorum:
Geçtiğimiz haftalarda yine Meclis çatısı altında dillendirdiğim bir konu…
İstanbul Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı’nın HSK’ya yargıdaki yolsuzluklar, hukuksuzluklar ve çürüme ile ilgili başvurusundan yine söz etmek istiyorum.
Biliyorsunuz bu konu basına düşeli haftalar oldu. Ama o günden bugüne herhangi bir adımın, ciddi bir adımın atılmadığını görüyoruz.
Çete liderlerinin tahliyesinden tutun da parayla yargı kararlarının alınmasına varana dek… Neler neler… Ve bunun o adliye çatısındaki en üst sorumluluk sahibi olan bir kişi kendi çatısı altındaki yargı mensuplarıyla ilgili bu iddialarda bulunuyor ve maalesef ciddi bir hareket yok. O onu yaptı, bu bunu yaptı… Fakat geçen gün yine haberle düşen gelişmelerden görüyoruz ki bu iş ciddiye alınmış değil. Yine kulaklarının üzerine yatma söz konusu.
Üstelik, bu konuda bir haber yapan gazeteci Tolga Şardan da dün tutuklandı.
Kendi ifadesiyle; Tolga Şardan gazeteci, gazetecilik yaptı, o kadar.
Böyle bir konuda, böylesi önemli bir konuda yer yerinden oynaması gerekirken, bu konuyu farklı cephelerden haber yapan, farklı açılardan gündemde tutmaya çalışan bir gazeteciye yapılan haksızlıktır.
Değerli arkadaşlar;
Hukuk olmadan bu ülkedeki hiçbir sorun çözülemez, çözülmez.
Yargı, adaleti tesis etmek yerine, “haksızlık merkezi” olursa bu ülkede iyiye giden tek bir şey kalmaz.
Buradan bir kez daha İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısının iddialarının hızlıca, detaylı bir şekilde, kapsamlı bir şekilde soruşturulması için talepte ve çağrıda bulunuyorum.
Bu konuyu örtbas etmeyin. Sakın ha örtbas etmeyin!
Biz bunun takipçisi olacağız. Hükümet gündemden düşürmeye çalışsa da biz gündemde tutmaya devam edeceğiz.
*****
Değerli Basın Mensupları,
Ülkemizde hukuksuzluk diz boyu iken hala bazıları mevcut ekonomik krizi çözmenin hayalini görüyor.
Defalarca söyledim, tekrar ediyorum:
Hukuk olmadan, ekonomi olmaz!
Hukuk olmadan, ekonomi olmaz!
Hukuk olmadan, ekonomi olmaz! Nokta!
Hazine, Merkez Bankası, diğer kurumlar ne yaparsa yapsın, fayda etmez.
İşte görüyorsunuz, ekonomi yönetimi tam 5 aydır havanda su dövüyor. 5 aydır ne oldu Türkiye'de? 5 ayda ekonomide hangi olumlu gelişme sağlandı.
Enflasyon arttı mı? Arttı. Faizler arttı mı? Arttı. Yoksulluk daha da yaygınlaştı mı? Yaygınlaştı.
Arkadaşlar, inanın aklım almıyor.
İçinde bulunduğumuz bu ekonomik krizi çözmenin yollarını, neler yapılması gerektiğini her gün anlatıyorum. Ansiklopediler hazırladık nerdeyse, seçimden sonra herke gönderdik. Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı yardımcısına, bakanlara… Dedik ki; Çözüm şurada alın biraz okuyun. İstiyorsanız bu işin uzmanlarını gönderelim ders versinler. Çünkü derse ihtiyacınız var biliyoruz.
Fakat maalesef olumlu bir ilerleme görmüyoruz.
İşte daha yeni açıklanan karar.
Milyonlarca gencimizi ilgilendiren KYK kredileri ve burslarıyla ilgili alınan karar hükûmetin bu ülkenin gerçeklerinden habersiz olduğunu gösteriyor, bu ülkenin gençlerimden bir haber olduğunu gösteriyor.
1.250 liralık aylık KYK bursu kredisi çıkmış 2.000 liraya. Ne zaman? Artış yıl başında. Yüzde kaç? %60.
Bu ülkede mutfak enflasyonun resmi rakamlara göre dahi %85 olduğunu siz bilmiyor musunuz? Öğrencilerin en önemli harcama kaleminin gıda olduğunu bilmiyor musunuz? Kiraların bu ülkede son bir yılda ortalama enflasyonun da çok üstünde arttığını siz bilmiyor musunuz? Gıda ve barına temel ihtiyaç arkadaşlar.
Bağımsız araştırmaların gösterdiği enflasyon %130. Bütün bu rakamlar ortadayken gençlerin burslarına kredilerine yapılan artış %60. O da 2 ay önceden açıklanıyor. 1 Ocak’tan sonra geçerli, aslında 2 ay boyunca bu rakam erimeye devam edecek. Bugün 2 bin TL dediğiniz satın alma gücü yıl başında muhtemelen 1800 liraya, 1825 liraya inecek.
Buradan hükümete çağrı yapıyoruz; Sadece dar gelirlileri sıkarak bu ekonomi sorunu çözemezsiniz.
Akıl dışı, bilim dışı politikalardan dönülecek diye beklerken, Merkez Bankası hâlâ arka kapıdan döviz satışına devam ediyor.
Niçin şeffaf olmuyorsunuz? 5 ay oldu. Rasyonel politikalara geri dönüş bu mu? Şeffaflık bu mu?
Kamuda israf bitecek derken, hâlâ krizin faturası vatandaşa kesiliyor ve israf tam gaz devam ediyor.
Siz ekonomi yönetiminde birkaç isim değiştirip, Merkez Bankası’nın politika faizini artırarak enflasyonla mücadele edemezsiniz.
Topyekûnû ve kararlı politikalar uygulamadan bu ülkedeki enflasyon sorununu çözemezsiniz.
Hele hele havuzdaki delikten KKM’ye, faize yüz milyarlarca lira her ay akarken, bütçe dengesini bulamazsınız. Enflasyonu düşüremezsiniz.
Bu delikler kapanmadan, ülkeyi vergilerle, zamlarla iyice sıkıp suyunu çıkarmak, insaf değildir, ekonomi yönetimi değildir.
Yargı kararları parayla satılırken, AYM ve AİHM kararları uygulanmazken bu ülkedeki ekonomi sorunları ÇÖ-ZE-MEZ-Sİ-NİZ.
*****
Bu arada, hukuk ve kural tanımazlığın yeni bir örneğine daha şahit olduk.
Kısa bir süre önce görevinden ayrılan BDDK Başkanı, baktık ki bir bankanın genel müdürü olmuş. Bankacılık kanununda çok açık hüküm var, ben plan bütçe komisyonundan geçirdim o yasayı. Burada genel kurulda oylandı, yürürlüğe girdi. Diyor ki; “BDDK Başkanı, Kurul Üyeleri görevlerinden ayrıldıktan itibaren 2 yıl boyunca denetledikleri kurumlarda görev alamaz” diyor. “Bu hükme uymayanla ilgili hapis cezası” diye ayrıca madde var kanunda. Tuttular, bu kanun hiç yokmuş gibi eski BDDK Başkanı’nı bir bankanın genel müdürü yaptılar. İnanılır gibi değil, inanılır gibi değil!
Değerli arkadaşlar bakın, Anayasa mahkemesi kararlarına uymamak, kanunlara uymamak aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni yok saymaktır. Niye biliyor musunuz?
Çünkü Meclis yasa koyucudur. Meclis’in en önemli varlık sebebi, hukuk normlarının inşasıdır. ‘Yasama organı’ adı üstünde. Yasa koyucu, norm koyucu. Aynı zamanda Meclis bir denetim organıdır. Komisyonlarıyla, soru önergesi sistemiyle, Sayıştay Meclis adına denetim yapar.
Eğer siz yasalara uymayacaksanız, bu anayasaya uymayacaksınız Meclis niye var?
Ben buradan 600 milletvekiline ve Meclis Başkanına sormak istiyorum. Meclis niye var? Bu Meclis’in gece gündüz çalışıp komisyonlarda, genel kurulda görüşüp kabul ettiği yasalar nihayetinde uygulanmayacaksa bu Meclis niye var? Ben burada başta Meclis Başkanı olmak üzere tüm milletvekillerinin Meclis’in onuruna sahip çıkmasını bekliyorum. Bu, yasama organının onurudur. Çalış, et, yasa çıkar; hükümet, ‘Aklıma eser uymam, uymuyorum, Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamıyorum’ diyor.
Hadi siz hukuk normlarını böylesine elinizin tersiyle itiyorsunuz ama bu Meclis’e karşı en büyük saygısızlıktır, meclisin varlık sebebini ortadan kaldırmaktır. Çok ciddi bir meseleden bahsediyorum burada. Yasama organının varlık sebebini ortadan kaldıran adımlardır bunlar. Ve öyle ‘Ya bir yasaya uyulmamış ne olacak?’ diyemeyiz. Getirin buraya, yasayı değiştirin, ‘BDDK yöneticileri görev alabilir’ deyin. Önce bir yasayı değiştirin, hukuk normunu değiştirin ondan sonra yaptığınız yeni yasa çerçevesinde olsun. Meclis burada hazır, niye getirmiyorsunuz? Çünkü yaptığınız yanlış. Temel evrensel yöneyim ilkelerine aykırı.
Bir kamu görevlisi görevinden hemen ayrılıp, denetlemekle yükümlü olduğu bir kurumda çalışamaz, böyle bir şey yok. BDDK da olsa, başka bir denetleyici/düzenleyici kurum da olsa böyle bir şey yok. Gerçekten çok yazık.
Bakın, bunu hemen yapmak gerekiyor. Eğer Meclis’in onuruna hemen sahip çıkmazsak, yarın çok geç olur. Böyle böyle TBMM’nin altı oyuluyor. İnanın akıl alır gibi değil.
*****
Değerli Basın Mensupları,
Geçtiğimiz hafta ülkemizdeki 3 ayrı öğrenci yurdunda acı kazalar yaşandı.
Aydın Efeler, Sivas ve Ordu Fatsa’da.
Aydın Efeler Kız Öğrencilerinden genç arkadaşımız Zeren Ertaş hayatını kaybetti, 15 öğrenci yaralandı.
Sivas’ta ise yine asansör arızasında öğrenciler mahsur kaldı.
Fatsa’da bir başka asansör kazasında halatlar koptu ve 4 gencimiz hastanede tedavi olmak durumunda kaldı.
Biz son 5 senedir “Barınamayan gençler” sorununu değiniyorduk ama
Şimdi de barınabilen gençlerin de can güvenliği sorunu ortaya çıktı.
Bu kazalar, ihmallerin, hataların sonucu.
Asansörlerle alakalı koyulmuş kurallar var. Bunun bir denetim mekanizması var. Rastlıyorsunuzdur, kırımızı etiket, mavi etiket, yeşil etiket değil mi? Ben şahsen bakarım asansöre binerken bakarım etiketin rengine yeşil mi değil mi? Diye. Maviyse sıkıntılı, kırmızıysa binme demek zaten. Hele hele devletin işlettiği ve devletin denetlemekle yükümlü olduğu binalarda böylesi bir lakaytlık söz konusu olamaz.
Evlerinden ailelerinden uzakta, yurtta kalarak eğitim hayatlarına devam etmeye çalışan gençlerimizin hayatından sorumlu olan devlettir, devleti yönetenlerdir.
KYK yurtlarının can güvenliği ve emniyet açısından derhal incelenmesi gerekir.
Bu sadece asansör meselesi değil, korkuluk demirliklerinden tutunda, cam pervazlarının zeminden yüksekliğine kadar bir sürü kurar var burada ve hepsi insan canıyla alakalı. Derhal bu standartların açıklanması ve bütün yurt binalarının, okulların bu standartlara göre acil denetimi ve gerek kaynak ne ise hemen oralara gönderilmesi lazım. Bunlar öyle para tutan şeyler değil. Bunlar sadece iyi yönetim meselesi. Memleketi düzgün yönetme meselesi. Kaynak meselesi değil bakın. Hele hele can konusuyla kaynaktan bahsetmeye kimsenin yüzü olmaz, olamaz.
Güzeller güzeli Zeren’in babası ne demiş;
“Çocuğumu ilk defa devlete emanet ettim, ama devlet benim çocuğuma 20-25 gün bakamadı. İnşallah bundan sonra hiçbir annenin babanın canı yanmasın” demişti. “Biz yandık başka çocuklar yanmasın” demişti.
Evet Zeren’i kaybettik, telafisi yok. Acının tarifi yok.
Ama başka Zerenler ölmesin diye tedbir almak ülkeyi yönetenlerin elinde şu anda.
*****
Değerli Basın Mensupları,
DEVA Partisi olarak biz bir yandan kongre takvimimizi başlatırken, diğer yandan da önümüzdeki yerel seçimlerle ilgili yoğun bir hazırlık içerisindeyiz.
Ve iki gün önceki Genel Merkez Yönetim Kurulu toplantımızda da aday tespit sürecimizi başlatma kararı aldık. Tüm ülke sathında adaylık için başvuruları almaya başlıyoruz.
Ülkemiz için, demokrasimiz için hayırlı olsun diyorum.
Bu arada, yeni bir kampanya da başlatmış bulunmaktayız:
“Yerelde kadına yer var” adını verdiğimiz bu kampanyanın amacı, yerel seçimlerde daha çok kadının aday olarak listelerde yer alması. Bu özel bir gayret gerektiriyor. Türkiye'de siyasette kadınların işi kolay değil. Erkek egemen bir kültür söz konusu.
Dolayısıyla, siyasette faydalı olabilecek, katkısı olabilecek, bu ülkenin yarınlarına katkı verecek bütün kadınları ben yerel seçimlerle ilgili aday olmaya davet ediyorum.
DEVA Partisi’nin kapısının sonuna kadar kadın adaylara açık olduğunu buradan tekrar ifade etmek istiyorum.
Bu vesileyle şunun da altını çizmek istiyorum:
DEVA Partisi “demokratik hukuk devleti” idealini temsil eden bir siyasi partidir.
Partimiz tam demokratik Türkiye hayalinin partisidir.
Kim ne derse desin, “Efendim dünyada şu yükseliyor, bu yükseliyor” … Biz ideallerimiz için siyasetteyiz. Bu ülkemiz için, 85 milyonun yarınları için, gençlerimiz, çocuklarımız için siyasetteyiz. Ve her zaman doğru bildiğimiz noktada olacağız. Eğilmeyeceğiz, bükülmeyeceğiz. Doğruyu sonuna kadar savunacağız, sonuna kadar doğruların mücadelesini vereceğiz.
En zor şartlarda, söz konusu memleket ise, söz konusu insansa, sağına soluna bakmadan “ben de varım” diyen insanlarla beraber siyaset yapmaya devam edeceğiz.
O nedenle vatandaşlarımızı DEVA’ya bekliyoruz.
Tüm vatandaşlarımızı partimizde siyaset yapmaya, kongrelerimize katılmaya, katkı vermeye, ülkemizin geleceğini beraber inşa etme hareketimize katkı vermeye davet ediyorum.
DEVA Partisi sadece şunun bunun partisi değildir. DEVA Partisi sadece Ali Babacan’ın partisi değildir. DEVA Partisi, tüm Türkiye’nin partisi. Hep beraber sahip çıkacağız.
Biz yok olan umutların yeniden yeşermesi için bir mücadele veriyoruz.
Seçim sonrası ülkede gerçekten bir umutsuzluk var, ülke genelinde bir siyasetten beklentinin azaldığı ve karamsarlığın çoğaldığı döneme girdik. Seçimi kazananlara oy veren vatandaşlarımızın bile büyük çoğunluğunda bu umutsuzluğu görüyoruz.
İşte biz o umutsuzluğa umut olmak için, ülkemizin yarınlarında demokrasi bayrağını, hukuk bayrağını dalgalandırmak için buradayız. Biz yok olan umutların yeniden yeşermesi için büyük bir mücadele vereceğiz ve bu mücadeleyi de 85 milyonla beraber vermek istiyoruz.
*****
Değerli arkadaşlar,
İsrail, haksızca, zalimce, insanlık dışı saldırılarına devam ediyor.
Hastaneler, mülteci kampları ve daha nice sivilin yaşadığı bölgeye her gün bombalar yağdırıyor.
Daha acısı, İsrail’in bu vahşetini ABD ve bazı Avrupa ülkeleri açıkça destekliyor. Bu ülkeler kendi ilke ve değerlerinin hilafına bu desteği veriyor. Aynı mesele kendileriyle alakalı olsa, aynı mesele kendilerini daha yakın gördükleri ülkelerle alakası olsa hemen hep beraber ayağa kalkmıyorlar mı?
Ukrayna’nın Rusya tarafından işgaline şiddetle karşı çıkan bu ülkeler değil mi?
Milyarlarca dolar para, silah yardımı yapan bu ülkeler değil mi?
“Ukrayna işgal ediliyorsa, Ukrayna’nın yanında dururuz, Filistin toprakları, Gazze işgal ediliyorsa biz karışmayız. Hatta oradaki insanların şöyle bir nefes alması, insani yardımların ulaşması için dahi silahların kısa bir süre susmasına da ‘hayır’ deriz.”
İnanın bu çifte standarttır. Bakın bu, bu ülkelerin zamanından ortaya koydukları varlık sebeplerine aykırı bir duruştur. Bu ileride o ülkelerinde yaşayacağı büyük travmaların, demokrasi ve hukuk krizlerinin bugünden tohumunu ekmektir. Siz bugün şu ya da bu sebeple, şu ya da bu lobinin etkisiyle kendi içinizdeki bilmene siyasi hangi lobinin basındaki hangi kuruluşların etkisiyle eğer ilkeleri durmazsanız o zaman günü gelir demokrasi, hukuk herkese lazım olur.
Bize gelince,
Hükümet sorunu çözme konusunda tam bir çaresizlik ve acziyet içinde.
“Arabulucu olacağız” dediler, yapmadılar. “Garantör olalım” dediler, kimse dinlemedi bile.
En sonunda, adına “Cumhur İttifakı” mitingi dedikleri, İstanbul’da bir miting yaptılar.
Yahu siz iktidar partisiniz değil mi? Bu ülkeyi yönetin, sorunlarını çözün diye insanlar size yetki vermiş. Vatandaşlarımızı toplayıp siz kimi kime şikâyet ediyorsunuz?
Filistin davası, hepimizin davası değil mi? Siz niye böylesine önemli bir meseleyi, Cumhur İttifakı’nın meselesi haline getirip “Cumhur ittifakı” mitingi diye lanse ediyorsunuz.
Bu ülkede Filistin deyince onlarca yıldır, bu mesele başladı başlayalı iktidar muhalefet hep aynı noktada durmadı mı?
Peki, siz niye şu anda Filistinli kardeşlerimizin kanı üzerinden ayrışma, ayrıştırma yapıyorsunuz. Tamamen istismar arkadaşlar başka bir şey değil.
Niçin bu ülkenin insanlarını ayrı ayrı kamplara bölüyorsunuz, Filistinlilerin kanı üzerinden.
Filistin meselesinde hiçbir iyileşme yokken, son derece heveskar bir şekilde İsrail’le ilişkileri düzelteme gayretine girişen Cumhurbaşkanı’nın kendisi değil miydi? Geçen haftada da uzun uzun anlattım değil mi?
En ufak bir iyileşme yokken, Filistinlilerle alakalı, Filistin sorunuyla alakalı, gitti apar topar ilişkileri düzeltti. Büyükelçiler görevlendirildi.
Seçimden önce, “Biz kaybedersek Gazze düşer, Filistin kaybeder” diyen Cumhurbaşkanın kendisi değil miydi?
İstismar, istismar, istismar!
Gerçekten, çok yazık.
Bir zamanlar, bir kişinin “one minute” demesiyle dünyada ses getiren bir Türkiye vardı. Bir kişi “one minute” dedi bütün dünya bunu konuştu değil mi?
E şimdi siz kendi verdiği sayıya göre şimdi 1,5 milyon insanı topluyorsunuz, 1,5 milyon insan haykırıyor, dünyadan ses gelmiyor. Niye? Çünkü arkadaşlar bu ülkenin itibarını yerle bir etti bunlar.
Bir sarılıp-bir bağırıp bu ülkenin itibarını yüksek tutmak mümkün değildir. Bir sarılıp-bir bağırırsanız bir süre sonra kimse sizi dinlemez, ciddiye almaz, dikkate almaz. İşte dikkate alınmayan, yok sayılan, ne dediğine kulak asılmayan bir yöneyim var şu anda Türkiye'de.
Bakın Gazze’den ilk defa bazı sivillerin çıkmasına izin verilmeye başlandı değil mi? Son 24 saat içerisinde. Yabancı pasaportlular, belli tanımlanan kişiler.
Peki, bu işin müzakeresini hangi ülkeler yaptı? Bir tarafta Amerika-İsrail, Bir tarafta Katar ve Mısır. Hani Türkiye? Hani bizden haberiz yaprak kıpırdamaz diyen Türkiye?
“Ben arabulucu olacağım” diyen Sayın Erdoğan'ı niye kime dikkate almıyor. Siz tutarsız olursanız, her türlü dış politika meselesini iç siyasette istismar aracı olarak kullanırsanız bir süre sonra kimse sizi dinlemez, takmaz, ciddiye almaz. Şu anda Türkiye’nin maalesef içine düştüğü durum budur. Ciddiye alınmamak, dikkate alınmamak.
*****
Değerli arkadaşlar, buradan tekrar ediyorum:
İsrail hükümetinin bugün Filistin’de yaptığı şeyin adı bir etnik temizliktir.
Açıkça, insanlık suçu işlenmektedir. Savaş suçu işlemektedir.
Buna destek olan herkesi, bu ölümlerin suçuna ortaktır.
İsrail Gazze’ye yönelik saldırılarına ve kara operasyonuna derhal son vermelidir.
Derhal ateşkes ilan edilmelidir. Kaç kişinin ölmesi gerekmektedir? Yani ateşkes için hedeflenen ölü sayısı kaçtır? 8 bin 500’ü geçti, 9 bine doğru gidiyor sayı. Kaç kişi ölecek ki siz ateşkes ilana edeceksiniz? Nedir?
Her iki tarafın elinde tuttuğu rehineler serbest bırakılmalıdır.
İnsani yardımlar için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, Refah Sınır Kapısı bir an önce günlük en az 100 kamyonun geçeceği bir insani yardım için açık hala getirilmelidir.
ABD ve Avrupa ülkeleri bugüne kadar ortaya koydukları çifte standarttan vazgeçmeli, hakka, adalete ve uluslararası hukuka uygun hareket etmelidir.
Netenyahu ve İsrail savaş kabinesinin, savaş suçlusu olarak uluslararası yargının önüne çıkarılması için her türlü gayret ortaya koyulmalıdır.
İsrail-Filistin sorununun kalcı çözümü için tekrar tekrar söylüyorum:
İsrail, üç İlâhi din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmelidir.
İsrail bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan, genişletmekten vazgeçmelidir.
Filistin halkı üzerinde uygulanan tecrit, izolasyon son bulmalıdır.
BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, şu an en sağlam uluslararası hukuk dayanağıdır bu kararlar. “Güvenlik Konseyi Kararı” diyoruz. “Altında Amerikan’ında Rusya’nın da imzası olan kararlar” diyoruz.
Bu kararlar çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulmasından başka bir yol yoktur.
İki devletli çözümden başka çözüm yoktur. Açık söylüyorum tek devletli çözüm çözüm değildi. Tek devletli çözüm büyük bir insanlık faciasının on yıllarca devamıdır. Tek devletli çözüm İsrail’in kendisi içinde büyük bir güvenlik kaosudur. Bitmeyecek bir güvenlik kaosudur.
Gazze’nin yeniden imar ve inşası içinde derhal uluslararası fon oluşturulmalı ve gereken yardım ulaştırılmalıdır.
*****
Değerli basın mensupları,
Sözlerime şimdilik burada son veriyorum. Eğer sorusu olan basın mensubu arkadaşımız varsa onların sorularıyla programımıza devam edelim.
Tekrar teşekkür ediyorum, hepinize iyi çalışmalar diliyorum.